Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13 - CEHALET

@esaturk

Güçlüyüm sanmıştım.

O an sadece güçlü hissetmiştim. Tüm dünyayı fethedebilir gibi... Çünkü birilerine bir şeyleri ispatlıyordum.

Hataydı bu.

Aylar aylar önce yapılmış ve hatta unutup gittiğim küçük bir şeydi. Ancak birileri için ne kadar büyük olduğunu şimdi anlıyordum. Ne garipti; kimisi için hatırlanmayacak kadar önemsiz bir şey, kimisi için aylarca kinini diri tutmasına sebep olacak kadar kıymetli bir motivasyondu.

O motivasyon tam önümde, parmaklarımın arasında duruyordu şimdi. Ve ben geceden beri artık ezberlediğim o satırları, bulanık bir kadrajla yeniden okuyordum.

ilovecupcakess: İlk öpücüğün müydü????

ulkuincikamerr: ??

ilovecupcakess: :D cevap?

ulkuincikamerr: Ne öpücüğü?

ilovecupcakess: :Dddddd

ilovecupcakess: Emre ile olan diyorum?

ilovecupcakess: İlk öpücüğün müydü bir de :D

ilovecupcakess: :D:D

ulkuincikamerr: Ne Emresi

ulkuincikamerr: Sen kimsin

ulkuincikamerr: Ne öpücüğünden bahsediyorsun?

ilovecupcakess: :D ülkükuş

ilovecupcakess: Herkesi kendin gibi salak sanmana çok gülüyorum

ilovecupcakess: Komik görünüyorsun :D

ulkuincikamerr: Ne saçmalıyorsun ya pişkin pişkin gülüyorsun bi de

ulkuincikamerr: Ne Emresi

ulkuincikamerr: Açık konuş gece gece kafa ütüleme

ilovecupcakess: Emre Gürsoy'dan bahsediyorum

ilovecupcakess: Zehra'nın eski sevgilisi olan hani

ilovecupcakess: Tanırsın aslında

ilovecupcakess: Yakından hem dee

ilovecupcakess: Bayağıı yakındannnn

ulkuincikamerr: Eee?

ilovecupcakess: Ülkü sen beni salak mı sanıyorsun?

ulkuincikamerr: Salaksın bence

ulkuincikamerr: Bu ne saçma bi soru böyle

ulkuincikamerr: Kim olduğunu bile bilmiyorum ki

ulkuincikamerr: Gece gece sorguya çekiyorsun imalı imalı ileri geri konuşuyorsun

ulkuincikamerr: Önce bana kim olduğunu söyle

ulkuincikamerr: Sonra soracağım bu hadsizliğin sebebini

ilovecupcakess: İftira??? :D ahahahahdkk

ilovecupcakess: Kim olduğumun önemi yok ama eğer merak ediyorsan söyleyeyim

ilovecupcakess: Eğer tüm okulun önünde Zehra'dan özür dilemezsen kalan iki senenin amına koyacak kişiyim

ulkuincikamerr: Zehra'dan özür falan dilemeyeceğim çünkü özür dileyecek bir şey yapmadım

ilovecupcakess: Öyle mi dersin? Sjdjajak

ilovecupcakess: Kızın sevgilisini ayarttın

ilovecupcakess: Arkadaşının

ilovecupcakess: İnsanlar seni neden sevmiyor zannediyorsun amk

ilovecupcakess: Ne salak kızsın

ulkuincikamerr: Ne saçmalıyorsun? Zehra ile aramızdaki şey karşılıklı saçma sapan bir hırs meselesiydi. Sevgilisini falan ayartmadım

ulkuincikamerr: Çocuğun gözü dışarıdaysa bu benim problemim değil

ilovecupcakess: Gelelim ileri geri konuşma meselesineee

ilovecupcakess: *fotoğraf*

ilovecupcakess: Ne bu bademcik ameliyatı mı? Ahahahah

ilovecupcakess: ?? Hala iftira olduğunu savunacak mısın?
*Görüldü*

ilovecupcakess: Ne oldu sustun ahhahaahah
*Görüldü*

ilovecupcakess: Ülkü

ilovecupcakess: Zehra'ya kendini affettir

ilovecupcakess: Ne yap et affettir

ilovecupcakess: Çok büyük kahpelik bu yaptığın

ilovecupcakess: Dua et Zehra Emre'yi affetti de olay büyümedi

ilovecupcakess: Yoksa bu okul zindan olurdu sana

ilovecupcakess: Hoş

ilovecupcakess: Olmamış da sayılmaz gerçi

ilovecupcakess: Ama Zehra'ya özür borçlusun

ilovecupcakess: Yaptığın kaşarlığı telafi et

ulkuincikamerr: Bir bok bildiğiniz yok hiçbirinizin

ulkuincikamerr: Ben kimseden özür falan dilemeyeceğim

ulkuincikamerr: Hele ki bir kopya meselesi yüzünden işi bu noktaya kadar getiren Zehra gibi takıntılı birinden asla

ulkuincikamerr: Şükrediyorum onun gibi bir arkadaştan kurtulduğum için

ulkuincikamerr: Emre meselesine gelince

ulkuincikamerr: Yargısız infaz bu yaptığınız

ulkuincikamerr: Ama tabii ki anlamayacaksın

ulkuincikamerr: Şimdi defol git Zehra'ya yamanmaya çalış

ulkuincikamerr: İki yüzlü arkadaş grubunuzun içinde birbirinizi pohpohlayıp durun

ulkuincikamerr: Ama unutmayın bir kopya meselesi yüzünden bana bunu yapan size neler yapmaz

ulkuincikamerr: Hepiniz birbirinizin kuyusunu kazıyorsunuz

ulkuincikamerr: Bilmiyoruz sanki

ulkuincikamerr: Patlayacağınız günü iple çekiyorum

ilovecupcakess: Boş konuşuyorsun :D

ulkuincikamerr: Zamanla görürüz kim boş konuşuyor

ilovecupcakess: Uzatma

ilovecupcakess: Zehra'dan özür dile ki seninle uğraşmayayım

ulkuincikamerr: HAKSHAJDKSHSJKAA

ulkuincikamerr: Sizden korkan sizin gibi olsun

ulkuincikamerr: Selamımı da söyle Zehra'ya

ulkuincikamerr: Hatta Emre'ye de söyle

ulkuincikamerr: Sahi Emre'ye hiç sordunuz mu tam olarak neler yaşandığını?

ulkuincikamerr: Aaaa tabiii sormuşsunuzdur

ulkuincikamerr: Maval okumuştur

ulkuincikamerr: E siz de inanmışsınızdır sjdkakak

ulkuincikamerr: Suçlu bulmaktan kolay ne var dimi bu hayatta

ilovecupcakess: Ülkü sana birkaç saat veriyorum sadece

ilovecupcakess: Ben senin yerinde olsam adımı gizleyerek okulun itiraf sayfasına Zehra için bir özür metni gönderirim

ilovecupcakess: Zaten herkes kim olduğunu anlayacaktır

ilovecupcakess: Özür geçerli sayılıp konu kapanacaktır

ulkuincikamerr: Ahajdkajdkakdkakahahajsja

ulkuincikamerr: Bu mu özür anlayışınız? Ahdksjj

ulkuincikamerr: İsimsiz özür?

ulkuincikamerr: Şaşırmadım

ulkuincikamerr: Kaçak göcek oynamaya o kadar alışmışsınız ki

ulkuincikamerr: Şantaj yapmak için kendi adınızı kullamamayacak kadar korkaksınız

ulkuincikamerr: Elbette özür dilemek de sizin için kaçak göcek olduğunda kabul edilebilir oluyor dimi

ulkuincikamerr: Çok salaksınız

ulkuincikamerr: Özür dediğin isimsiz olmaz

ulkuincikamerr: Ve ayrıca bana anonim bir hesaptan caka satacak kadar da eziksiniz

ilovecupcakess: O zaman ismini yaz Ülkü?

ilovecupcakess: Ben iyi niyet gösterip senin için söylemiştim

ilovecupcakess: Okula daha az rezil olurdun

ilovecupcakess: Ama haklısın böyle özür olmaz

ilovecupcakess: O zaman Ülkü İnci Kamer imzalı bir özür metni bekliyorum

ilovecupcakess: Yarın okul bitene kadar

ilovecupcakess: Yoksa ensendeyim

ilovecupcakess: Hatta sadece ben değil muhtemelen bütün okul ensende olur

ulkuincikamerr: Özür dileyecek hiçbir şey yapmadım ben

ulkuincikamerr: Çok beklersiniz

ilovecupcakess: Peki sen bilirsin

ilovecupcakess: Öyleyse itiraf sayfasına ulaşacak başka birilerine yazayım

ilovecupcakess: Hatta belki işimi şansa bırakmam kendim mesaj atarım

ilovecupcakess: Belki bi görselle süslerim o mesajı

ilovecupcakess: Belki okulun yeni gündemi bademcik ameliyatları olur kim bilir

ilovecupcakess: :D

ulkuincikamerr: Elinden geleni ardına koyma

ulkuincikamerr: Sizden korkan sizin gibi riyakar olsun

'ilovecupcakess' kişisini engellediniz.

Telefonun tuşlarını kilitleyip yanıma bıraktım. Ellerim yüzümü kapattığında artık kelimenin tam anlamıyla göz yaşı döküyordum. Bununla nasıl mücadele edeceğim hakkında bir fikrim yoktu.

İnsanlardan nefret etmeyi de sevmezdim nefret edilmeyi de. Tıpkı insanları bekletmeyi de insanlar tarafından bekletilmeyi de sevmediğim gibi.

Birilerine zorbalık yapmaktan da nefret ederdim birilerinin zorbalığına maruz kalmaktan da. Tıpkı birilerine iftira atmaktan da birilerinin iftirasına maruz kalmaktan da nefret ettiğim gibi.

Ben buydum. Basit bir hayatım, basit beklentilerim vardı. Kimilerine göre sıkıcıydım. Kimilerine göre baneldim. Ama ben buydum.

Ama biliyordum ki; hayat da buydu.

Hayattan beklentilerim fazlasıyla basit olabilirdi. Ancak hayat basit değildi. Belki entrikaların bunalttığı sıkıcı biriydim fakat yine biliyordum ki hayat entrika doluydu.

Ve farkındaydım; bugün bu anlamsız üstünlük yarışını atlatsam bile bununla sınırlı kalmayacaktı. Hayatımın her döneminde yaşayacaktım bunu. Akademik kariyerimde, iş hayatımda, özel ilişkilerimde ve büyüdükçe ailemle olan ilişkimde her zaman bir üstünlük savaşının olacağını biliyordum.

Öğrenmem gereken tek şey, bununla nasıl mücadele edeceğimdi. Sonra aileme kızıyordum; bana savaşmayı öğretmemişlerdi.

O satırlar geceden beri gözlerimin önünde dönüp duruyordu. Mesaj atan kişi her kimse, haklı olduğu noktalar da vardı. Bazı hatalar yapmıştım, evet. Ancak hayat, yaptığınız bir hata yüzünden yapmadıklarınızın da sorumluluğunu almanızı gerektirecek kadar gaddar olmamalıydı.

Hayattan bunu beklemek kolaydı. İnsanlardan beklemek ise imkansız.

O an orada, adımlarımın beni rastgele götürdüğü bir parktaki rastgele oturduğum bankta çaresizce gözyaşı dökerken hayıflanışım bunaydı. Belki de insanlara karşı beklentiye girmek bencillikti. Yine de bu tarafımı törpüleyemiyordum. Ellerimi, doludizgin bir öfkeyle saçlarıma uzattım. Omuzlarıma doğru uzunca dökülen saçlarımı tepeden sıkıca topladım.

Çaresizce gözyaşı döküyor, olabilecekleri düşünüyor, bazı şeyler yaşanırsa altından nasıl kalkacağımı bilemiyordum.

Birinin, "Ülkükuş!" diye seslendiğini işittiğimde başımı kaldırdım. Firdevs neşeli bir gülümseme ile bana el sallayıp yanıma yürümeye başladı. Firdevs'i görmek, beni ansızın biraz daha dibe çekti. Aklıma düşen Çağrı, Çağrı ile sınıfta konuştuklarımız ve Çağrı'nın sözleri; insanların belki de gün sonunda haklı çıkabileceklerini vurdu yüzüme.

Kendimi toparlayabildiğim kadar toparladım. Yanıma neşeyle geldiğinde ansızın, "Ne oldu sana?!" diye sordu.

"Yok bir şey," dedim ancak meraklı ve endişeli bakıyordu. Kendimi bir şeyleri biraz daha açıklamak zorunda hissettim. "Dün gece annemle biraz kavga ettik de... Biliyorsun, gelemiyorum böyle şeylere. Modum düştü biraz. Canım ona sıkkın."

"Yaa!" dedi hüzünle. "Sıkma canını. Anne-kız arasında hep olur o kavgalar. Büyüyoruz, kabullenemiyorlar. Benimki de öyle."

Başımı salladım. "Sen ne yapıyorsun burada?"

"Bugün sabah erken çıktım evden. Dışarıda kahvaltı falan yaptım. Hisarüstü'nden geldim de, o yüzden ters istikametten geliyordum. Okula girmeden önce sigara içmek için girdim buraya. Şansa yani. Hocalar görmesin şimdi alışveriş merkezinin orada falan."

"Anladım," diye mırıldandım. Firdevs çantadan çıkardığı sigara paketinden bir dal sigara çıkardı. Sigarayı dudaklarının arasına yerleştirdi, ateşledi. İlk nefesini çekti. İnanılmaz acemiydi. Sigara elinde oldukça eğreti duruyordu. "Ne zaman başladın?" diye sorarken merakla izliyordum onu.

"Yeni sayılır."

"Niye başladın?"

"Merak," derken omuz silkti.

"Erken bir yaş değil mi ama? Kaç yaşındasın ki?"

Başını salladı. "On yedi. Doğru, erken. Yaptım bir hata işte."

Birkaç saniye sessiz kalıp onu izledim. Telefonuyla ilgileniyordu. "Yapmış sayılmazsın bence." Gözleri yüzüme döndü. "Yani, bence hala yapmış sayılmazsın bu hatayı. Görebildiğim kadarıyla o hatadan hâlâ dönebilecek kadar başındasın."

Dudaklarını birbirine bastırarak zoraki bir gülümseme ile yüzüme baktı. "Boş ver Ülkü ya!" diye mırıldanıp yeniden telefonuna döndü.

Boş verdim. Kucağıma öylece bakarken kısa süre içinde neşeyle ayaklandı. "Okulda görüşürüz!"

"Gidiyor musun?" diye sorarken adım adım ilerleyen bedenini izliyordum.

Başını sallayarak, "Okula geçeyim. Sen de gecikme." derken elinde hâlâ sigara vardı.

Birkaç adım sonra parktan tam çıkacağı yerden Çağrı girdi. Karşı karşıya durdular. Firdevs neşeyle, "Günaydın!" dedi.

Çağrı ise durgun görünüyordu. Beni fark etmedi. Firdevs'in elindeki sigarayı görmesi, tüm odağını o yöne çevirmesine sebep oldu. "İçme şu sigarayı!" diye söylendi.

Firdevs, "Ay ay! Sen beni mi düşünüyorsun?" diye cilve yaparken sol elini Çağrı'nın yanağına yerleştirdi. "Tamam tamam attım." deyip gülerek yere bıraktı sigarayı.

Çağrı gözlerini Firdevs'in yüzüne çıkardığında huzursuzdu. "Nereden çıktı bu sigara? Daha bir hafta önce yoktu! Niye içiyorsun ki?!"

"Yahu merak işte. Hem sen de içiyorsun, neden bana laf ediyorsun?"

"Benim içiyor olmam senin için geçerli bir sebep mi Firdevs?! Bu, bunu doğru mu yapar yani? Benimki de hata işte!"

"O zaman söylenme! Ya sen de bırak ya da söylenme Çağrı!"

Çağrı bıkkın bir nefes alıp verdi. "Of! Tamam! Hadi, okula." Firdevs onun eline uzandı. Çağrı ise elini kaçırıp ensesini kaşıdı ve yollarına öylece devam ettiler.

Çağrı'nın huzursuzluğunun sebebinin yalnızca sigaradan ibaret olmadığını biliyordum. Kurtlar içimi kemirmeye başladığında aklıma yeniden o satırlar geldi. Yeniden gözlerim yaşardı. Başım yeniden önüme düştü ve yeniden ağlamaya başladım.

Dakikalar sonra telefonum çaldı. Gözyaşlarımın içinde ekrana baktığımda arayanın Nisa olduğunu gördüm. Mesajlarına cevap vermediğim için aradığını ve bu sebeple beni fırçalayacağını biliyordum. Bu sebeple bıkkınlıkla açtım telefonu.

"Efendim?"

"Ay kızım neredesin ya?! Mesaj atıyorum cevap vermiyorsun! Arıyorum açmıyorsun!"

"Ne zaman aradın? Telefon yanımdaydı ama görmedim." deyip ona çaktırmadan burnumu çektim.

"Ay aradım işte ne bileyim ne zaman. Neredesin sen? Okulda da değilmişsin. Neredeysen yanına geliyorum." Sesi neşeliydi. Nisa öyle neşeliydi ki benim sesimin kötü olduğunu fark etmemişti bile. Ki Nisa böyle şeyleri asla kaçırmazdı.

"Sen okulda değil misin?"

"Yoo,"

"E nereden biliyorsun okulda olmadığımı?"

"Ya az önce Çağrı ve Firdevs'le karşılaştım. Okula girmişler de geri çıkıyorlardı koştura koştura. Sen bana dönmeyince onlara sordum seni. Çağrı okulda değil dedi. Firdevs de parkta olduğunu söyledi. Ama parka geldim, yoksun. Neredesin?"

Uzun bir nefes verdim. "O parkta değilim. Hisarüstü'ne giderken sağda köşede bi park vardı hani?"

"Haa şu villa sitesinin oradaki mi? Hani içinde yaşayanları tanımadan dedikodularını yapmıştık?" derken kendi kendine güldü.

Ben de burnumdan nefes vererek güldüm. Çünkü bunu böyle duymak komik gelmişti. "Evet, oradayım."

"Ne işin var orada? Niye okulda değilsin ki?"

Sıkıntıyla soludum. "Ektim bugün okulu. Yani ekeceğim. Yani ekiyorum işte. Öyle oturdum buraya, hava alıyorum."

"Hah süper!" diye yükseldi sesi. Oysa ben okulu ektiğim için kızacağını sanmıştım. "Ben de bugün ekelim dersleri diyecektim."

"Sebep?"

"Gelince görürsün! Yanına geliyorum, bay!" Cevap veremeden telefonu kapattı. Modum bu kadar düşükken başka birinin bu kadar neşeli olması beni çok yoruyordu. Ve bugünü nasıl geçireceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Çünkü belli ki okulu ektiğimiz için tüm gün birlikte olacaktık.

Ona her şeyi anlatabilirdim. Fakat bunu yapmak istemiyordum. Çünkü bir kişinin daha, özellikle beni çok iyi anladığını bildiğim en yakın arkadaşımın, hakkımda kötü düşünmesini istemiyordum. Nisa'yı kaybetmek istemiyordum.

Beni anlamak için elinden geleni yapacağını biliyordum fakat onu kaybetmeyeceğimin garantisi de yoktu.

Dakikalar sonra, "Sürpriz!" diye heceleri uzatarak bağırdı. Sessiz parkta sesinin gürlemesi, yerimde hafifçe sıçramama sebep oldu. Başımı kaldırdığımda yanında neşeyle koşturan Merve'yi gördüm.

Heyecanla ayaklandım. Merve koşarak boynuma atlarken, "Sen nereden çıktın?" diye sordum mutlulukla.

Uzunca sarılırken ve hatta beni neşeyle sarsarken, "Birkaç günlüğüne geldik!" dedi hevesle. Uzaklaştı, birbirimize gülümseyerek baktık. "Ay Ülkü çok özledim seni!" deyip yeniden sıkıca sarıldı.

"Ben de! İyi ki geldin!"

Merve ile ayrıldıktan sonra Nisa'yla da öpüştük. Banka otururken Nisa bugün ne yapacağımızı sorguluyor, Merve öğlen annesiyle işleri olduğunu anlatıyordu. Ben ise sessizce onlara bakıyordum. Bu heyecanı yaşamak, o hüzünlü duyguların üzerine geçici bir süre için beyaz bir perde çekmişti.

Fakat Merve, istemeden çekip attı o perdeyi.

Bana döndü, "Ee Ülkü? Nasılsın?" diye sordu. Öylesine değil, merakla sordu.

Bu soruyu duymak sinirlerimi boşalttı. Ne kadar mücadele edersem edeyim kendimi dizginleyemedim. Nasılsın sorusunun tetiklediği gözyaşlarım gözlerimden dışarı hızla hücum ederken başımı iki yana sallayıp ansızın hıçkırarak ağlamaya başladım.

Telaşlandılar, birbirlerine baktılar, şaşırdılar, neler olduğunu sordular ve endişeyle önüme çöktüler. Fakat ben soruların hiçbirine cevap dahi veremeyecek bir hâlde, yalnızca hıçkıra hıçkıra ağladım.

Ve uzunca süren ağlama krizi boyunca sordukları sorular, içimi açmama sebep oldu. Oysa daha yeni karar vermiştim tüm bunları Nisa'ya anlatmamaya.

Belki de anlatmaya ihtiyacım vardı.

Dakikalar boyunca döktüğüm gözyaşları ve hıçkırıklar, göğsümün teklemesine sebep oluyordu. Söze girmeye birkaç kez yeltendim. Ancak göğsümün teklemesi sebebiyle halen konuşamıyordum. En sonunda dün gece gelen mesajları açıp telefonu onlara verdim. Onlar mesajları okurken ben biraz da olsa sakinleşmenin rahatlığını yaşıyordum.

Başımı kaldırdığımda ikisi de hem şaşkın hem de öfkeliydi. Bu fotoğraf, Nisa'nın bazı şeyleri yeni öğrenmesine sebep oldu. Soru sorarak bakıyordu ancak bir şey sormuyordu.

"Evet!" dedim öfkeyle. "Emre o!"

Nisa sıkıntılı bir nefes çekip bıraktı. Telefonu bana uzatırken, "Kesin Büşra bu!" dedi öfkeyle. Fotoğraf meselesini görmezden geldiği için ona minnet duyuyordum.

Merve ise merakla, "Olay ne?" diye sordu. İki çift göz yüzüme döndü.

"Ya," deyip bir girizgah yaptım, ardından burnumu çektim. "Zehra'yı hatırlarsın." Göğsüm halen sarsıldığı için es verdim.

"Hangi Zehra bu?" diye sordu Merve. O da en az Nisa kadar öfkeli görünüyordu bu şantaj yüzünden.

Ben konuşamadığımda söze Nisa girdi. "Ya şu sözelci Zehra yok mu? Babası komedyen olan?"

Merve'nin kaşları çatıldı. "E kızım biz arkadaştık onunla? Yani tamam samimi değildik ama arkadaştık yani. Ne oldu da böyle oldu?"

"Ya bu senenin başında," durup burnumu çektim. "Yani ilk sınavlarda," Yeniden durdum, son kelimeyi söylerken son iki hecenin arasına bir hıçkırık karıştı. "Bi' mazeret sınavına," Yeniden göğsüm sarsıldı. Konuşamayacağımı anladığımda, "Off!" diye hayıflanıp ellerimi yüzüme kapattım.

Söze Nisa girdi. "Ya bu sene ilk sınavlarda Ülkü edebiyat sınavını kaçırdı. Mazeret sınavı olacaktı. Meğer Zehra da kaçırmış sınavı, o da girecekmiş. Bunlar mazeret sınavına beraber girdiler. Ama sınav Zehra'ların sınıfta oldu. Ders işlenirken tahtanın önünde sınav oldular yani. Bir kopya meselesi olmuş aralarında. Zehra Ülkü'den kopya istemiş. Ülkü verememiş önce, çünkü tüm sınıf onları izliyor, hocanın da gözü üzerlerinde."

"Ya gerizekalı kız!" diye araya girdim. "Ya ben ona kopya vermek zorunda mıyım?! Hele ki bu kadar zor şartlar altında?! Ama yine de verdim!" Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. "Sınavın sonlarına doğru, yani dersin sonlarına doğru bir uğultu oldu sınıfta. Ders bitiyordu, biliyorsun, hep olur." Merve gözlerini devirirken başını yukarı aşağı salladı. "O sırada ona kopya verdim. Kağıdı boştu, çalışmamış. Birkaç soru söyledim. Sonra önüme, sınavıma döndüm çünkü yapmadığım bir soru vardı. Uzun bir cevap yazmam gerekiyordu."

"Eeee?!" Merve'nin kaşları epey çatıktı.

"Sonra tutturdu bir soru daha söyle diye. Beş tane sorunun cevabını vermişim, dersi geçiyorsun, benim daha eksik sorum var! Ya bıraksana sınavımı olayım! Gerizekalı!"

"Ne? Yakalandınız mı?"

"Yakalandık tabii! O kolumu çekiştirirken dönüp tersledim. Hoca döndü, ne oluyor falan dedi. Hocam Ülkü bir şey sordu da ona cevap veriyordum dedi."

Merve'nin gözleri öfkeyle büyüdü. "Yok artık! Suçu sana mı attı yoksa?!"

Başımı öfkeyle salladım. "Yani aslında açık açık Ülkü benden kopya istedi falan demedi. Ama sen hoca olsan ne düşünürsün bu cümlenin üzerine? Sonra hoca sinirlendi, attı beni sınavdan. O soruyu yapamadım. O gerizekalı da ucu ucuna geçti. Bekleseydi elimdeki soruyu yapıp bir iki soru daha söyleyecektim ona. Ama gerizekalı olduğu için anlamadı."

Nisa, "Salak!" diye söylendi.

"E ne oldu peki sonra?"

"Sonra ben gittim durumu anlattım ama hoca inanmadı. Aradan birkaç gün geçti, biri gidip beni aklamış. Sınıftan biri. Yani onların sınıfında biri."

Merve'yle göz göze geldiğimizde gözleri merakla kısılmıştı. "Kim?"

Omuzlarımı silkerken, "Bilmiyoruz." dedim. "Ama beni aklayan kişi Zehra'nın da kopya çektiğini falan söylemiş. Ben kopya verdiğim için hoca notumu düşürdü sadece. Zehra'nın da ailesini falan çağırdılar. Babasıyla sorun yaşadı biraz. Çünkü dersleri çok kötü, ders çalışmıyormuş. Babası da kızmış bayağı. Yani bu zaten onların arasında bir sorunmuş. Ki Zehra'nın birinci sınıfta tekrarı varmış. Öyle yani."

"Sonra seninle uğraşmaya başladı tabii?" dedi Merve, sorar gibi.

Başımı yukarı aşağı salladım. "Çok uğraştı benimle. Babası ona çattı diye sinirini benden çıkarmak istedi belli ki. Kendi sorumsuzluğunun bilançosunu bana kesti yani. Sonra ben de daha fazla dayanamadım, ben de ona karşılık vermeye başladım."

Gözlerim yerden Merve'nin yüzüne çıktı. Şaşkın görünüyordu. "Sen?" derken kaşları havalanmıştı.

Derin bir nefes çekip bıraktım. "Evet, ben." Sıkıntıyla ofladım. "Çok üzerime geliyordu. Sürekli gelip gidip kimsenin beni sevmediğini falan söylüyordu."

Merve güldü. "Kişi kendinden bilir işi derlerdi de inanmazdım. Okulda en sevilen öğrencilerden biri olmasan inanacağım."

Merve'ye yan bir bakış attım. "Sen gittikten sonra bir şeyler değişti, Merve."

Şaşkınlıkla bana döndü. "Ne gibi?"

Sıkıntılı bir nefes daha bıraktım. "Haklı çıktı. Artık sevilmeyen biriyim."

Nisa, "Of Ülkü saçmalama!" diye araya girdi. Fakat onu duymazdan gelerek sözlerime devam ettim.

"Ciddi ciddi hoşlanmıyor insanlar benden artık. Bu olay böyle bitmedi çünkü. Devamı var."

Merve merakla bana doğru çevirdi bedenini.

"İlk etapta Zehra'nın sözleri anlamsız geliyordu. Öyleydi de. Sevilen biriydim. Ya da insanlar bana karşı nötrdü. Ama sevmeyen yoktu beni. Çünkü kimseye bir zararım yoktu, neden sevmesinlerdi ki beni? Sonra Zehra bana bunları söyledikçe ben sinirlenmeye başladım. Aynı ortamda denk geldiğimizde sürekli laf sokuyordu. Arkadaş kazığı yemiş, onu hocaya gammazlamışım, bir kopyayı çok görmüşüm, babasıyla arası bozulmuş da susup oturmuşum falan. O kadar çok dile getirdi ki zamanla insanların kafasında yer etti bu fikir. Bana karşı nötr olanların sayısı çoğaldı ama tabii umursamadım. O zamanlar insanların ne düşündüğünü umursamıyordum."

"Ay şimdi umursuyor musun yani Ülkü?! Bence kapat artık bu konuyu, sinirleniyorum!" Bu sitemi eden yine Nisa'ydı. Yine onu duymazdan geldim.

"Bir gün artık canıma tak etti. Zaten o gün sinirliydim de. Geldi yine abuk subuk konuştu. O zamanlar Emre ile araları kötüydü. Yani ilişkilerinde sorun yaşıyorlardı. Daha doğrusu ilişkileri bitmiş gibi bir şeydi ama adını koymamışlardı. Ben de onu oradan vurdum."

Dönüp Merve'nin yüz ifadesini kolaçan ettiğimde epey şaşkın görünüyordu. Kısacık bir süre içinde hırsla, "Oh!" dedi. "İyi yapmışsın!"

Güldüm. Başımı iki yana salladım. "Bence pek iyi yapmadım. Çünkü benim ona söylediğim şeyi birkaç kişi duydu. Sonra okulda bu konuşulmaya başlandı. Ben Zehra'ya, Emre'nin onun kaprislerinden artık sıkıldığını, artık dayanamadığını, bu entrikalar yüzünden herkesi yavaş yavaş kaybettiğini falan söylemiştim. Okulda kısa bir süre içinde insanlar bunu konuşmaya başladı. Herkes Emre'nin Zehra'yı terk ettiğini, ondan sıkıldığını konuşuyordu."

"Onlar da dünden razılar dedikoduya!" dedi Nisa.

"Aslında herkes biliyordu ama kimse dillendirmiyordu." Yeniden Merve'ye döndüm. "Birinin bunu ilk kez dile getirmesini bekliyorlardı işte. Biri ilk kurşunu atacaktı, o ben oldum. Bu dile geldiği an ağızdan ağıza sakız oldu. Ve tabii ki Zehra bunun için beni suçladı. Benimle daha fazla uğraşmaya başladı. Bu defa ben daha çok karşılık verdim. En sonunda Emre geldi, konuştu benimle."

"Ona ne oluyormuş? Ayrılmışlardı hani?" dedi Merve.

Nisa güldü. "Yaa! Ona ne oluyormuş, anlatsın Ülkü."

Merve ile göz göze geldiğimde artık çok daha meraklıydı. "Anlatsana!"

"Emre geldi, Zehra'yla uğraşmamamı rica etti. Ben de ona ayrıldıklarını sandığımı söyledim. Yani seni ne ilgilendirir demek istedim aslında. Sonra o dedi ki aslında tam olarak ayrı değillermiş, ara vermişler. Ama zamanla anladım ki aslında ayrılmışlar da Zehra bunalıma girip evi birbirine kattı diye Emre idare ediyormuş falan. Zehra'nın babası konuşmuş çünkü Emre'yle."

"Ne?!" diye yükseldi Merve. "Altı üstü kopya çektiniz. Ne alaka Zehra'nın babası? Emre ne alaka? Allah'ım ne dinliyorum şu an ya?!" Gülmeye başladı. Gülüşünde öfke vardı.

Başımı yukarı aşağı uzun uzun salladım. "Neyse işte, Emre ile bu mesele yüzünden birkaç kez konuştuk şöyle böyle. Yani tanıdık iki insan olmuştuk artık. Sonra bir gün Emre ve Zehra çok büyük kavga etmişler. Onların ilişkisi biraz toksik bir ilişkiydi, hatırlarsın."

"Ayy!" dedi Merve, bıkkın bir tavırla. "Hatırlamaz mıyım?!"

"Toksik ilişkiye toksik son. Kavga ettikten sonra artık tamamen ayrılmışlar. Kavga ederlerken benim de adım geçmiş. En başta tahmin ettiğim gibiymiş aslında; Emre gerçekten Zehra'nın entrikalarından çok sıkılmış. Kavga ederken bunu söylemiş. Ülkü'yle de boşuna uğraşıyorsun falan demiş. Sonra Zehra buna sinirlenmiş, biraz da kıskanmış." Uzun bir nefes çektim ciğerlerime. Merve, muhtemelen en başından beri tahmin ettiği sonu dinlemek üzereydi. "Sonra bana yürüdü Emre. Benimle gerçekten ilgileniyor muydu yoksa sadece Zehra'ya sinirli olduğu için miydi bilmiyorum."

Merve'yle göz göze geldim. "Sen de karşılık verdin değil mi?" diye sordu.

Başımı isteksizce, sıkıntıyla yukarı aşağı salladım. "Karşılık verdim. Benimki Zehra'ya inattı. Zehra sürekli benim kaybetmeye mahkum olduğumu, etrafımdaki herkesi kaybettiğimi, kendi arkadaşlığını da kaybettiğimi, insanlarla iyi geçinemediğimi ve bu yüzden hiç sevgilim olmadığını söylüyordu."

"Bu da sana mükemmel bir cevap hakkı doğurdu yani?"

"Bu da bana mükemmel bir cevap hakkı doğurdu, evet. Emre'yle ilgileniyormuş gibi yaptım, Emre de benimle ilgileniyormuş gibi yaptı. Gün sonunda güya Zehra kaybetti, Emre ondan sinirini çıkardı, ben de kazandım." Durdum, yere baktım birkaç saniye. Sadece düşündüm. "Kazandığımı sandım aslında." derken sesim yeniden titredi. Hemen ardından gözlerime yeniden yaşlar koşturdu. "Yaptığım hata buydu benim. Yani, hatalıyım biliyorum."

Merve ve Nisa sıkıntıyla nefeslendiler. Nisa önüme yeniden çökerken Merve omzumu sıvazlıyordu. Onların desteği ağlamamı şiddetlendiriyordu.

"Ben sadece o an haklı ve güçlü hissetmiştim! Emre'nin koluna girmiş, Zehra'nın önünden geçerken zafer kazanmış gibiydim! İyi hissettim bu yüzden!" dedim gözyaşları içinde. "Yani onun haksız olduğunu ispatlamak istemiştim sadece! İspatladım da! Emre'yle o oyunumuz çok kısa sürdü! Birkaç gün sürdü sadece! Sonra Emre yoluna gitti, ben yoluma! Ama..." Yeniden hıçkırıklar karıştı sesime. Birkaç saniye yalnızca hıçkırarak ağladım. Nisa hüzünle susuyordu. Çünkü buraya kadar olan her şeyi zaten biliyordu. Merve ise omzumu sıvazlayarak bir şeyler söylüyordu.

Duymuyordum.

"Ama sonra bir hata daha yaptım! Onu yapmamam gerekiyordu!" derken kelimeler ve hatta bazı heceler arasında yeniden hıçkırıklarım sebebiyle zoraki es verdim. "Bir gün Emre ile karşılaştık. Ben bir yerde kahve içiyordum. Hatta senin gelişini bekliyordum." derken yaşlı gözlerim Nisa'nın yüzündeydi. "Sıkıntılıydı Emre. Oturdu karşıma, on-on beş dakika konuştuk. Çok durmadı. Zehra hakkında konuştuk biraz. Onlar ayrılalı epey olmuştu ama yine de onun adına benden özür diledi. Çünkü okuldaki öğrenciler artık gerçekten onların benim yüzümden ayrıldığına inanıyordu. Bu da Emre'yi rahatsız etmiş. Bunu konuştuk. Umursamıyorum dedim falan ama elbette umursuyordum!"

"Çamur at, izi kalsın." diye mırıldandı Merve.

"Sonra işte o fotoğraf!" diye hayıflandım. "Orada oldu!"

Bir süre daha ağladım, sessiz kaldılar. Biliyordum, sormak istiyor ancak soramıyorlardı.

Nisa, "Söyle Ülkü." dedi en sonunda kısık bir sesle. "Söyle kurtul. Rahatla." Nisa bu öpüşme meselesini bilmiyordu. Fotoğrafla, az önce öğrenmişti. Ancak biliyordu ki ben bu hata yüzünden şimdi kendimi suçluyordum. "Söyle. Bunda saklayacak ya da gocunacak bir şey yok ki Ülkü. Hata diyip duruyorsun. Herkes herkesten etkilenebilir. Bu bir suç değil. Neden ağlıyorsun? Bu bir hata da olamaz. Öptün mü Emre'yi?"

"O beni öptü." Gözlerim ikisinin yüzleri arasında gidip gelirken çehrelerinden tek okuduğum bu duruma üzüldükleriydi.

"E tamam işte," dedi Nisa.

"Neden kendini suçluyorsun?" diye soran Merve'ydi.

"Ama ben de karşılık verdim!" diye hayıflandım. "Yani daha doğrusu, karşılık verecek oldum. Vermedim aslında. Ama işte bir an karşılık vermek istedim!" Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. "Off!" derken bir yandan ağlıyor, bir yandan ellerimi yüzüme kapatıyordum. "Niye istemeyip onu itmedim bilmiyorum!" Ellerim yüzümü kapattığı için sesim boğuk çıkıyordu. "Kimseyle öpüşmedim bile ben! Niye ilk Emre oldu ki?!" Başımı kaldırdım. "Ya daha kötüsü; ben bu olayı unutmuştum! O mesajlar hatırlattı bana! Unutmuşum gitmiş! Bu daha kötü!"

"Zehra'nın ne düşündüğü ya da atılan mesajlar neden umurunda ki?" diye hayıflandı Nisa.

"Ya Zehra'nın düşünceleri ya da tepkileri umurumda değil!" diye bağırdım. "Ama ben Emre'ye karşılık vermek istedim ve onlar bana kaşar demekte, enişte avcısı demekte haklı çıktılar! Çıkmadılar mı?!"

"Çıkmadılar!" diye diretti Nisa.

"Biz Zehra'yla arkadaştık!" dedim.

"Ama o olay olduğunda değildiniz Ülkü!" diyerek Merve araya girdi.

"Sevgilisiyle öpüştüm ama! En azından karşılık vermek istedim! Ya da itmedim onu, terslemedim! Haklı!"

Nisa yeniden bağırdı. "Haklı falan değil!" Gözleri büyümüştü. "Ayrılardı! Kaşarlık falan değil bu Ülkü! Ağlayıp durma! Canımı sıkma!"

"Ya Nisa anlamıyorsun!" derken şiddetlendi gözyaşlarım. "Ben kendime yakıştıramıyorum! Ve ben bu olayı unutmuştum! Bunu hele hiç yakıştıramıyorum!" Sustuk. Nisa öfkeyle, Merve sıkıntıyla soluklanıyordu. Yeniden, "Off!" derken ağlayarak ellerimi yüzüme kapattım. "Herkes de böyle düşünüyor. Sevmiyorlar beni. Sevmesinler de. Ama sürekli laf işitmekten, bakışlardan yoruldum ya!"

Başımı kaldırdım. "Üstelik öpüşme olayını kimse bilmiyor! Ona rağmen herkes bana tepkili!" Hıçkıra hıçkıra ağlarken, "Ya tamam bi' hata yaptım," dedim. "Ama tek bir hatanın karşılığı bu mu yani?! Aylar süren bir kâbus mu olması gerekiyor?!" Sesim yükseldi. "Bir de beni tehdit ediyor o anonim, okulun itiraf sayfasına atarım diye!" Ellerimi yeniden yüzüne kapattım ve hüngür hüngür ağlamaya devam ettim.

"Emre seni kendi öptüyse bunun aslını söyler bence." dedi Merve. "Çünkü o gün karşılaştığınızda diğer öğrencilerden yok yere tepki çektiğin için üzgünmüş. Yani doğruyu yanlışı dile getirecek birine benziyor."

Merve'ye yaşlı gözlerle yan bir bakış attım. "Sevgililer şu an."

"Ne?!" diye bağırdı.

"Evet. Barıştılar birkaç hafta önce. Belki bir-iki ay önce. Yani Emre elbette benim suçum olmadığını söylemez. Hem söylese bile bu kimseyi ikna etmez. Çamur at, izi kalsın işte. Az önce kendin söyledin."

Nisa, "Bunun duyulmasını Emre de istemez ama." diyerek araya girdi. "Kendin söylüyorsun, barıştılar. Emre de seni öptüğünü kimsenin bilmesini istemez yani."

"Ya öyle değil işte." diye ağlayarak mırıldandım. Çünkü Nisa bu söylediğinde her ne kadar haklı olsa da Çağrı konusunu bilmiyordu. Evet, benzer şeyi Çağrı'da yaşıyordum şimdi. Onunla olan durum Emre ile olandan biraz farklı olsa da tarih tekerrür ediyor gibi hissediyordum yine de. Bu olay da duyulursa tuz biber olacaktı. İki benzer olayın üst üste yaşanmış olması beni biraz daha suçlu konumuna sokacaktı. Çünkü böylesi tesadüfler, pek rastlanabilir şeyler değildi.

***

Bir şeylerin heyecanına kapılmak epey sıradan bir şeydi bizim için. Bizler, doludizgin heyecana fazlasıyla müsait çocuklardık. Sokakta gördüğümüz yavru bir kedi bile yerimizde heyecanla zıplamamıza sebep oluyordu. Bizden haberi dahi olmayan hoşlandığımız çocukla göz göze geldiğimiz an mesela, tüm günün güzel geçmesi için fazlasıyla yeterli bir sebep olurdu. Tören sırasında beklerken O kişiyi gözlerimizle arayışımız, nadiren iptal olan son iki ders sebebiyle bir şekilde okuldan erken çıkabilmemiz ve hatta herhangi bir dersin boş geçmesi bile heyecandan tüm günü güleç geçirmemize sebep olurdu.

O günlerden birinde sayılırdık. Parktan çıkıp alışveriş merkezine gelmiştik. Bu can sıkıcı konuyu sindirip kapatmış, benim ısrarımla biraz daha iç açıcı konulara geçmiştik. Bu defa Nisa'nın konuşma sırasıydı. Konu Çınar'dı ve üçümüz de içtenlikle gülümsüyorduk.

Nisa, önceki gün Çınar'la gittiği sinemadan bahsederken oldukça güleçti. Merve, annesi ile Eminönü'ne gitmesi gerektiği için yanımızdan ayrılmak istese de Çınar'ın ismini duyduğu an, "Ay şu Çınar konusunu da yüz yüze konuşamadık! Neler oluyor? Hemen hızlıca anlat! Gitmem lazım!" demiş ve bu hikayeyi dinlemek için kısa bir süre bizimle kalmaya karar vermişti.

Nisa o kadar heyecanlıydı ki, sabah o tatsız olayı hiç yaşamamış gibiydim şimdi. Onun heyecanına ortak oluyor, mutluluğuyla mutlu oluyor ve canımı fazlasıyla sıkan o şeyleri bir süreliğine görmezden gelmemi sağladığı için ona minnet duyuyordum.

Nisa'nın büyük siyah gözlerine memnuniyetin bu kadar ilmek ilmek işlendiğini uzun zamandır görmemiştim. Büyük bir heyecanla, iştahla bahsediyordu Çınar'dan. Simsiyah irislerinin parıl parıl parladığına dair yeminler edebilirdim. Büyük bir mutlulukla anlattıklarını dinlerken bir yandan ona biraz da imrendiğimi itiraf etmeliyim.

Çünkü bu mutluluğu herkes hak ederdi. Ancak ne yazık ki herkes bu kadar şanslı değildi.

İlk etapta Çınar'la nasıl tanıştıklarından bahsetti Merve'ye. Esasen, Merve'nin bunu onlarca kez dinlediğinden emindim. Çünkü onlar kuzendi, elbette benden daha sık konuşuyorlardı. Ve üstelik Nisa da zaten bunu tekrar tekrar anlatmak için eminim bolca fırsat yaratmıştı. Yine de Merve ilk günkü heyecanla dinledi o ilk mesajı ve akabinde olanları. Çünkü bunları yüz yüze konuşmak her zaman çok başkaydı. Heyecan, yüz yüze çok daha başka paylaşılıyordu.

Dakikalarca anlattı Çınar'ı. Hikaye yavaş yavaş, dün bıraktığım yere geldi. Önceki gün Ulus Parkı'ndaki hâlinden söz ettiğimde Merve iştahla güldü. "Hiç şaşırmadım, her zamanki Nisa!" dedi gülerek. "Dua et de kaçmasın çocuk." Nisa koluna vurduğunda, "Valla senin için söylüyorum. Fazla naz aşık usandırır derler. Abartma yani, dozunda tut." diyerek yumuşak bir ifadeyle uyardı kuzenini.

Nisa ile göz göze geldiğimizde başımı ağır ağır yukarı aşağı salladım. "Neyse, sıkma şimdi canını. Bir daha böyle yapmazsın olur biter. Sen düne gel! Neler yaptınız?!"

Gözleri heyecanla parıldadı. "Film başlayana kadar heyecandan ölecektim Ülkü!" derken dünkü duyguları yeniden yaşadığı belliydi. Büyük bir merakla sözlerini dinlerken zaman zaman heyecandan sabırsızlanarak daha hızlı anlatması için acele ettiriyordum. Oysa zamanımız vardı ve mutluluğuna uzun uzun ortak olabilirdim. "Çınar başka bir filmden konu açtı, film başlayana kadar onu konuştuk. Biraz sakinleştim sohbet ederken."

Can kulağı ile dinliyorduk onu.

"Sonra film başladı. Aksiyon filmiydi, hiç sevmem! O seviyormuş diye ses etmedim." Yüzünü ekşitip devam ederken güldük. "Bir yarım saat sonra falan tam böyle filme odaklanmışım, izliyorum, bir anda başını omzuma koydu."

"Yaa!" diye bağırıp yerimde hafifçe zıplamamla çevre masadakilerdeki bazı insanlar bize döndü. Mahcubiyetle çevreme bakındım. Kısa süre için dağılan dikkatimizi hızla toparladık, yeniden Nisa'ya döndüğümde, "Ne tepki verdin? Ne yaptın? Sonra hiç konuştunuz mu bunu? Anlat hepsini!" diye mutlulukla şakırken ses tonum artık biraz daha düşüktü. Merve de benimle aynı anda, benzer tepkiler veriyordu.

"Ya dondum kaldım!" derken utanç dolu bir gülümseme ile bakıyordu Nisa. "Utandım! Ne yapacağımı bilemedim! Kalbim nasıl atıyor! Filmden falan koptum zaten! Mal gibi projeksiyon perdesine bakıyorum, Çınar sessizce filmi izliyor. Tam kalp atışlarım sakinleşti, filmin ilk yarısı bitmek üzere, elimi tuttu bu sefer!"

"Ne?!" diye bağırdık aynı anda. Çevredeki insanları rahatsız etmekten fazlasıyla kaçınan ve hatta bunu yapanlardan da hoşlanmayan biri olmama rağmen reaksiyonlarımı engelleyemiyordum. Utanmasam kalkıp alışveriş merkezinin ortasında zıplayacaktım. Oysa daha önceki gün sevgili oldukları zaten belliydi. Yine de Nisa'nın heyecanı beni de fazlasıyla heyecanlandırıyordu.

Zaten biz kızlar, böyle şeylerin istişaresini uzun uzun yapmayı hep çok sevmiştik.

Nisa'ya doğru biraz daha eğildim fakat sesim hiç de kısık değildi, ses tonumu ayarlayamıyordum. "Nasıl?! Bildiğin tuttu mu?!"

"Ay evet!" dedi Nisa. "Hayır ilk defa el ele tutuşmuyorum ama o kadar beklemiyordum ki! Yani zaten başını omzuma koymuş, bir süredir hareketsiz duruyor, başka bir hamle beklemedim o yüzden! Yani çok ani oldu! Bayağı sürpriz oldu!"

"Ay Nisa çok mutluyum senin adına!" Ses tonumu düşürüp biraz daha ciddiyetle konuşmaya başlasam da halen gülümsüyordum. "Ben Çınar'ı çok sevdim. Umarım hiç ayrılmazsınız. Çok tatlısınız!"

"Valla Nisa'nın anlattıklarından ben de sevmiştim de çok da inanasım gelmemişti. Malum; aşık insanın gözü kör olur diye abarttığını düşünüyordum. Sahiden iyi biri mi, Ülkü?"

"Ya aslında çok zaman geçiremedim, bu yüzden iyi tanımıyorum. Ama gerçekten iyi birine benziyor. Benim gözüm tuttu Çınar'ı. Kibar biri, centilmen biri. Düşünceli birine de benziyor." Gözlerim Nisa'nın tatmin dolu yüzüne dokundu. "Dün de Nisa'nın yanımızda olduğunu öğrendi, koştu geldi yanımıza."

"Siz?" Merve'nin yüzündeki sinsi gülümseme şimdi benim yüzüme dokunuyordu. "Gökdemir değil mi? Gelelim ona. O nasıl biri peki?" Merve, yumruk yaptığı eline yerleştirdiği yüzünü bu defa benim yüzüme çevirdi. Geniş bir gülümseme ile yüzüme bakıyordu.

Bir süre Gökdemir'den bahsettik ancak konuyu kısa tuttum. Bunun için çok sebebim vardı. Onların imaları ve ses tonu Gökdemir'le beni açıkça yakıştırıyordu. Oysa Merve Gökdemir'i daha görmemişti bile. Ben ise Gökdemir'in ilgimi çektiğini daha dün fark etmiştim. Bu benim için de çok yeniydi, ortalığı velveleye veremezdim. Ve ayrıca konumuz Nisa ve Çınar'dı. Ve ek olarak da Merve'nin çok zamanı yoktu. Bu yüzden Gökdemir konusunu çok kısa tuttuk ancak yine de bu konuyu daha sonra uzun uzun konuşacağımıza dair Merve'ye söz vermek zorunda kaldım.

Odağımıza yeniden Nisa'yı aldık. Heyecanı halen tazeydi. Sinemadan sonra neler yaptıklarından, Çınar'la bu meseleyi hiç konuşmadıklarından ve tüm gün el ele gezdiklerinden bahsetti.

Dakikalar geçti, kalkmaya karar verdik fakat Nisa Çınar'la buluşmak için sözleşti ansızın. Okul çıkışına kadar onu yalnız bırakmamam için ısrar etti. Eve gidip dinlenmek istiyordum ancak eve gidip yalnız kaldığım ilk anda ağlayacağımı biliyordum. Bir iki saat de olsa, kafamı biraz daha dağıtmak işime gelecekti. Merve ile vedalaştık ve o geri dönmeden uzun uzun oturmak için sözleştik, Nisa ile mağazalarda dolaşıp yemek katına geri geldik, dondurmalarımızı yedik, öğretmenlerin dedikodusunu yaptık ve buna rağmen Çınar'ın okuldan çıkmasına halen bir ders vardı.

Daha şimdiden yorulmuştum. Eve gidip uyuyabilirdim ancak Nisa'yı Çınar'ı beklerken yalnız bırakmak ve yalnız kaldığımda da o düşüncelerle boğuşmak istemiyordum.

Ya da burada kalmak isteyişimin tek sebebinin bu olduğunu sanıyordum.

Kısa bir süre içinde, kaçmak için bir bahanem oldu. Çünkü bir süre telefonuyla ilgilenen Nisa, hüzünlü bir sesle Firdevs'in ağladığı haberini vermiş ve ardından Çağrı ile ayrıldıkları fikrini yürütmüştü.

"Firdevs çok güzel bir kız bence." diyordu Nisa, geçiş yaptığımız ve kaçmak için can attığım yeni sohbet konusu sebebiyle. "Yani Allah yukarıda, Çağrı da hoş çocuk. Bence çok yakışıyorlar. Firdevs'in neyini beğenmiyor anlamıyorum."

"Emin misin ki ayrıldıklarından?" Sesim fazlasıyla durgundu. Ben bu konudan kaçtıkça bu konunun beni kovalaması hoşuma gitmiyordu ama Firdevs arkadaşımız olduğu için konuyu kapatmak istemiyordum. Çünkü Nisa bilirdi ki; Ülkü, mevzubahis kişi sevdiği bir arkadaşı ise onun mutluluğu ile mutlu olur, mutsuzluğu ile mutsuz olurdu. Ülkü can sıkıcı konuları dinlemekten kaçmazdı.

Nisa soruma omuz silkti. "Bence öyle. Tamam, bunu açık açık söylememiş ama durduk yere neden ağlasın ki?"

"Belki Elif yanlış görmüştür."

"Ay Ülkü, insan ne görüp ne görmediğini bilmez mi? Hüngür hüngür ağlıyormuş işte kız tuvalette! Bu yanlış görebileceğin bir şey değil ki!"

"Belki ailesiyle bir problem yaşamıştır, ona üzülmüştür."

Yüzünü ekşitti. "Sanmıyorum. Bu tarz şeyleri kafaya takan biri değil Firdevs. Sen de biliyorsun. Bence Çağrı ile ayrıldılar ya da ayrılma kavgası falan yaptılar, ona üzüldü."

Sıkıntılı bir nefes çekip bırakırken çevrede bıkkınlıkla göz gezdirmeye başladım. Kadrajıma giren Çınar, Gökdemir ve tanımadığım başka bir çocuk; olduğumuz noktaya doğru ilerliyordu. Birbirleriyle şakalaşarak ve büyük kahkahalar atarak bize gelen üçlü metrelerce uzaktaydı. Beni bu mevzudan kaçırdıkları için onlara minnet duyuyordum. "Çınar'ın daha bir dersi yok muydu?" diye sorarken çenemle onları işaret ettim.

O noktaya baktığında kaşları çatıldı. Telefon ekranındaki saati kontrol ettiği esnada, "Vardı. Teneffüstelerdi." diye mırıldandı. İkimiz de o noktaya döndük.

Bir süre saçma sapan şakalaşmalarını izleyip gür seslerini dinledik. Nisa bana dönerken, "Dışarıdan bakınca hayvan gibi görünüyorlar." dedi. Memnuniyetsiz bir tavrı vardı.

"Çünkü aslında hayvanlar." diye yanıtladım. Benzer ifade benim yüzüme de konuşlanmıştı. "Bizim yanımızda kibar davranıyorlar sadece."

İkimiz de gözlerimizi devirerek yeniden o yöne dönerken, "Doğru. Erkekler sonuçta, hayvanlık DNA'larında var." diye söylendi Nisa.

Gökdemir ve Çınar bu esnada yanlarından ayrılan arkadaşları ile selamlaşıyorlardı. Nisa'nın cevabına gülerken yanımıza kadar vardılar. Onlar oturmadan biz ayaklandık. "Neye gülüyorsunuz?" diye sordu Çınar.

"Senin dersin yok muydu ki?" Nisa, onun sorusuna soruyla karşılık verdi.

"Vardı." dedi Çınar, omuzlarını silkerek.

"E niye okulda değilsiniz?"

Benim sorumu Gökdemir yanıtladı. "Kaçtık."

Nisa, Çınar'a okuldan kaçtığı için söylenirken Çınar bu sitemleri cevaplayacak gibi değildi. Bir süre Nisa'nın sitemlerini dinledi. En sonunda Gökdemir ve bana artık yürümek istediğini işaret edip elini Nisa'nın omzuna atarak onunla birlikte yürümeye başladı. Biz de peşlerine takıldığımızda adımlarımız onlarınkine nazaran daha yavaştı.

Zaten bir çiftin yanında iki sap olarak bulunuyorduk, bir de özel konuşmalarına ve Çınar'ın Nisa'nın gönlünü yapma çabasına bir kez daha dahil olmak istemiyorduk.

Bir-iki metre arkalarından sessizce ağır ağır yürürken, "Dün akşam burun ve dudak çalıştım." dedi Gökdemir.

Gülümsedim. "Ders çalışacağın yerde mi?"

Tek omzunu silkti. "Hallederiz onu ya!"

Gülerek başımı savurdum. "Böyle yaparsan öğretmem ama bildiklerimi. Hoş, çok bir şey bildiğim de yok aslında ama..."

"Yok yok!" dedi çabucak. "Çalışırım ben sınava. Sen yine de öğret tüm bildiklerini. Daha göz öğrenmedim."

Büyük bir kahkaha attım. Bu, Gökdemir'i de gülümsetti. "Öğren de sen de rahatla ben de rahatlayayım."

"E öğrenmem lazım hemen Ülkü! Daha onu öğreneceğim, sonra sen beni çizeceksin, sonra ben seni çizeceğim. Daha çok işimiz var."

"Gözden sonra başka bir şey öğrenmeyecek misin? Yani sadece göz, burun ve dudak mı?" diye sorduğum sırada yürüyen merdivenlere biniyorduk.

Basamağa yerleşip başımı kaldırdığımda bir basamak aşağıda kalan Gökdemir, kırışmış alnının altındaki gözlerini kaldırmış düşünceli bir ifadeyle bakıyordu. "Yani," dedi düşünceli bir sesle. Gözlerini yüzümden kaçırıp şöyle bir sağa-sola bakındı. Kadrajına bandı tutan elim girdi. "El!" dedi hevesle. "El de var! Onu da unutmayalım."

Başımı savururken güldüm. "Peki. Ama el çizimim pek iyi değildir."

"Senin olmasına gerek yok. Ben güzel çizsem yeter."

Elimi kaldırıp bir rakamını gösterirken, "Bir sene en az." dedim. "Bir seneye ancak güzel el çizersin, söyleyeyim şimdiden."

"Abartma Ülkü!" deyip beni alaya alırken alt kata çoktan inmiş Çınar'ın sesi geldi.

"Ortaköy'e gidelim mi hep beraber?" diye soruyordu.

Gökdemir omuz silkerken, "Yani, bilmem, olabilir." dedi. "Sizin için sorun yoksa neden olmasın?"

Ben bu esnada Nisa ile bakışıyordum. Kaş göz işaretleriyle gelmemizi istediğini söylemeye çalışıyordu. Biliyordum, şu an konuşabilse kafamı dağıtmam gerektiğini, bunun bana çok iyi geleceğini falan söyleyecekti. Gökdemir merakla bana döndü, "Yani, olabilir." diye mırıldandım. Önlü arkalı indik merdivenlerden. Bu kez dörtlü olarak yan yana yürümeye başladık. Havadan sudan konularda bile gülüşecek bir şeyler buluyorduk.

***

Salaş ve tatlı bir kafenin teras katına çıkmış, köşe masalardan birine oturmuştuk. Civardaki kafelerden gelen müzik ve müşteri sesleriyle bizimkinin sesi birbirine karışırken dışarıda göz gezdiriyordum. Aşağısı insan seliydi. Ortaköy Camii, olduğumuz yerden görünmese de aşağı doğru akın akın giden insanların çoğunun camiinin yanına gittiğinden emindim. İnsanların bu minnacık sahilde ne bulduğunu anlamıyordum.

Başımı kaldırıp diğer binalara bakınmaya başladım. Binalar, uzansam dokunacağım kadar yakındı birbirine. Tam karşımızda kalan diğer kafenin teras katındaki müşterileri gayriihtiyari olarak izlerken masaya gelen garson dikkatimi dağıttı.

"Ben bir çay alacağım." dedi Nisa. Kendisinin yoğun ısrarları üzerine istediğimiz Tabu'nun kutusunu açıyor ve içindekileri çıkarıyordu.

Garson onun siparişini not ederken, "Bir çay da ben alayım." dedi Çınar.

Gökdemir'in yüzüme dönen gözleri, garsonun da kadrajına beni almasına sebep oldu. "Ay hava da sıcak biraz, çay sanki sıcak olur." diye mırıldandım.

"Latte?" Gökdemir'in kaşlarını kaldırarak sorduğu bu soruya tebessümü eşlik ediyordu. Onun yüzünü artık tebessümsüz ya da gülümsemesiz düşünemeyecek bir noktaya gelmiştim.

"Ay aklımdan o geçiyordu!" dedim hemen. "Soğuk olsun ama."

Garson bunu da not ederken, "Ben de Türk kahvesi alayım." dedi Gökdemir. "Sade olsun."

Gözlerimi, uzaklaşan garsonun sırtından çekip masaya çevirdiğimde Nisa çoktan her şeyi hazırlamıştı. Bu oyunu neden bu kadar sevdiğini bilmiyordum. Ama onun Tabu tutkusu, bizi Tabu'yu şahane oynayacak bir noktaya getirmişti.

Nisa ile birlikte oynayacağımızı söyledik, erkeklerin kesinlikle şansı yoktu.

Ama pek de beklediğim gibi olmadı.

Siparişlerimiz geldiğinde çoktan ikişer tur oynamış, artık biraz daha ısınmıştık. Gökdemir ve Çınar da bu oyunda fazlasıyla iyiydi. Neredeyse başa baş ilerliyorduk. Ancak biraz düşününce buna pek de şaşırmamam gerektiğini fark ettim. Nisa ve ben de, Çınar ve Gökdemir de sürekli birlikte zaman geçiren insanlardı. Birimizin leb demeden diğerimizin leblebiyi anlaması gayet tabii olağandı.

"Mirkelam'ın şarkısı var!" dedi Gökdemir, elindeki karta bakarak. Gözleri Çınar'ın yüzüne çıktı. "Salla beni salla," derken melodiyi de hafifçe hatırlattı.

Çınar'ın cevabı hiç gecikmedi. "Tavla!"

Gökdemir kartı kenara bırakıp diğerine geçti. "Geçen gün köri diye yanlışlıkla ne döktün?"

"Kimyon."

"Oha!" diye gülerek araya girdim ama ikisi de odağını dağıtmadılar. Yalnızca bana gülümseyip oyuna geri döndüler.

Gökdemir yeni bir karta geçerken yeniden elimi omzuna yaslayıp yasaklı kelimeleri kontrol etmeye başladım. Nisa'nın gözleri, onların bildikleri kartların üzerindeydi. Yalnızca bir sayı önümüzdelerdi.

"Ne iştahlı derler?" Çınar'ın kaşları çatıldı. Anlamaz gözlerle bakarken, "Darwin'in teorisinde hangi hayvan var?" diye yeni bir soru yöneltti Gökdemir.

"Maymun maymun!"

Artık iki sayı önümüzdelerdi.

"Oha be!" diye söylendi Gökdemir. Kelime; yeniçeri idi. Yasaklı kelimelerde hızla göz gezdirirken tedbirli ve yavaş bir şekilde, "Şehzade Mustafa ölünce bunlar kahroldu." dedi.

Bir gözü kum saatinde olan Nisa bu ucu fazlasıyla açık cümleye gülerken, "Sultan Süleyman mı?" diye sordu Çınar.

"Ya ne Süleyman'ı?!" Nisa kum saatine doğru, onu her an kapacakmış gibi hafifçe eğildi. Son birkaç saniye kalmıştı. Gökdemir, "Kırmızı kıyafetleri var! Kalabalıklar!" derken Nisa ve Çınar aynı anda yükseldi.

Nisa, "Bitti bitti bitti!" derken Çınar, "Yeniçeri askerleri! Yeniçeri askerleri!" diyordu.

Çok ısrar etseler de son sayıyı kabul etmedik. Sıra bize geçtiğinde, "Hadi Ülkü! En az dört-beş tane bilmemiz lazım!" dedi Nisa heyecanla. Bir yandan yerinde hafifçe zıplayıp ellerini birbirine çarptı.

"Halledeceğiz," derken sesim kendinden fazlasıyla emindi. Gökdemir yine sol omuzumun arkasında, elimde tuttuğum kartlara bakarken Çınar'ın kum saatini çevirmesini bekliyordum.

Umuyordum ki Gökdemir o büyülü fısıltısıyla dikkatimi dağıtmazdı.

Çınar süreyi başlattı, Gökdemir üstteki kartı çekti. İlk kelime; dost idi.

"Sen benim neyimsin?" diye sordum.

"Arkadaş!"

Bu sorunun ucu çok açık olduğu için gidişatı değiştirdim. "Kantinde kaşarlı ne yiyoruz?"

"Tost!"

"Benzet!"

Bir saniye kadar bekleyip, "Dost!" dedi.

Sonraki kelimeye geçtim. "Adem ile Havva ne yedi?"

"Elma!"

"Oha ya!" diye mırıldandı Gökdemir. "Nasıl Adem ve Havva olmaz yasaklılarda?"

Dikkatimi dağıttığı için dirseğimle karnına hafifçe vurdum. O yerinde sızlanırken yeni kelimeyi anlatmaya koyulmuştum. "Hız sevenler ne tutkunudur?"

Nisa heyecanla, "Hız!" dediğinde Çınar gülmeye başladı.

Nisa onu terslerken, "Bu bir hormon! Bağımlılığı var!" diye yükseldim. "Araba yarışları, bir yerden atlamak falan! Salgılarız böyle zamanlarda!"

"Adrenalin mi?"

"Evet!" diyerek heyecanla kartı kenara bıraktım.

"Geçen gün kız kıza nereye gidelim dedik?" Nisa bir-iki saniye duraksadığında, "Beden dersinde konuştuk!" dedim hemen.

"Hamam hamam!"

Yeni bir karta geçtim. Gökdemir ile aynı anda, "Çüş!" dedik. Hipodromu nasıl anlatacaktım ki?

Gökdemir bir elini arkama atmış, kartlara bakarken o lanet fısıldayışını bıraktı yeniden. "Anlat bakalım balım, nasıl anlatıyorsun?" O gülümseyen büyülü sesi bir kez daha kulağımın tam dibine dökülüyordu. Bir kez daha dikkatim dağıldı. Bir kez daha göğsümde belli belirsiz bir çarpıntı hissettim.

Nisa merakla yüzüme bakarken, "Şey," dedim dalgınlıkla. "Atlar."

"Fayton!" Nisa'nın yüzüne boş boş bakarken, "Ganyan mı, ne?" diye sordu. "Yasaklı kelimeyi açsana!"

Yasaklı kelimelere bakmamıştım bile. Zaten bu esnada Gökdemir, "At yasaklıydı balım." dedi ve kartı elimden çekti. Ben elimden uzaklaşan karta bakarken Çınar sürenin bittiğini söylüyordu.

"Dört tane bildiniz." dedi Çınar, kartları kenara ayırırken. Kadrajına Gökdemir'i aldı. "Yardırıyoruz şimdi."

Hepsinin yüzünü tek tek incelerken nabız yoklamaya başlamıştım. Duraksadığımı fark etmemiş gibi görünüyorlardı. Ben de olağan davranmaya çalışmaya başladım. Ve kendimi hızla toparladım.

Süreyi başlattım, Çınar anlatmaya koyuldu. "Damarlarımızda akan şey. Onu kustum, ne içtim dedim?"

Gökdemir ilk etapta çok kısa bir süre duraksadı. Çünkü ilk önce cümledeki kan kelimesini oturtması gerekmişti. "Kızılcık şerbeti!"

"Doğru, kızılcık." Kartı masaya bırakıp yenisine geçti. Yeni karta bakarak birkaç saniye telaşla düşündü. "Demi Moore'un Alacakaranlık filmimde vardı!"

"Lan ne bileyim! Geç!"

Çınar bu kez, "Saraçoğlu'nun orada var!" dedi telaşla.

Gökdemir ise, "Ya gitmedim Saraçoğlu'na, ne bileyim ben! Süre azalıyor geç!" dedi kızarak.

Çınar kağıdı masaya bırakırken, "Deniz Feneri!" diye öfkeyle söylendi.

Nisa muzip bir tavırla, "Süre azalıyor!" diye araya girdi.

Çınar elindeki karta bakarken, "Heh!" diye heyecanla yükseldi. "Sen geçenlerde Ülkü aynı neye benziyor dedin?"

Gökdemir'in yanıtı da en az Çınar'ınki kadar telaşlı ve heyecanlı oldu. Yüksek bir sesle, "Bal!" dedi.

Çınar yeni kelimeye geçerken ben Nisa ile göz göze geldim. Gözlerim, heyecanla ve dikkatle Çınar'ı izleyen Gökdemir'in profiline dokundu. Oyunu artık takip edemiyordum çünkü Gökdemir'in beni bala benzetmesi, neden bilmiyorum ama çok hoşuma gitmişti. Kalp atışlarımın bir kez daha kendilerini hafif hafif hissettirdiklerini de itiraf etmeliyim.

***

Gökdemir'le uğraşmak ve verdiği cevaplara karşı çıkarak onunla atışmak o kadar keyifliydi ki, bundan asla kaçamıyordum. Biri bizi dışarıdan görse birbirinden hiç hazzetmeyen ya da ego savaşı veren bir ikili olduğumuzu düşünebilirdi.

Konunun nasıl açıldığını bile unuttuğum bir cehalet savaşına girmiştik. Bu mücadelede kazanan kim olacaktı bilmiyordum ancak onu cahil çıkarmak için elimden gelen her şeyi yapıyordum. Tıpkı onun gibi. Konunun ucu fazlasıyla kaçmış ve sunduğumuz tezler fazlasıyla alakasız yerlere gelmişti. Ancak yine de bu saçma savaşı sürdürürken ikimiz de pes edecek gibi değildik.

Gökdemir, "Ya ona bakarsan sen de Puma ve Adidas'ın sahiplerinin iki öz kardeş olduğunu bilmiyorsun Ülkü. O zaman sen de cahilsin." diye karşılık verirken yüzünde kazanacağından emin bir gülüş vardı.

"Ne alaka? Bunu bilmeyen cahil mi oluyor? O zaman sen de Şebnem Ferah'ın 'Ben Şarkımı Söylerken' şarkısında bahsettiği kadının Ebru Gündeş olduğunu bilmediğin için cahilsin."

Çınar ve Nisa sessizce bizi dinlerken oldukça bunalmış görünüyorlardı. Onlara bir iyilik yapıp konuyu kapatabilirdik ancak ikimiz de bunu yapmıyorduk. Ben de Gökdemir gibi onları görmezden geliyordum çünkü bu yarışı kaybedemezdim.

"Ya ben bunu bilmek zorunda mıyım?" deyip gülmeye başladı.

"Ben de Puma ve Adidas'ın sahiplerinin kardeş olduğunu bilmek zorunda değilim."

"Zorundasın demedim zaten."

"Ben de demedim Gökdemir." İkimiz de gülümsüyor olsak da sesimizdeki inat açıkça seçiliyor olmalıydı.

"Bunu bilmediğim için bana cahil diyorsun ama."

"Sen de BMW logosunun aslında pervane olduğunu ve BMW'nin ilk kurulduğunda pervane ticareti yaptığını bilmediğim için bana cahil dedin. Ben arabalarla alakalı şeyleri bilmek zorunda mıyım?" Tepeden toplu olan ve omuzlarıma doğru dökülmüş saçlarımı elimin tersiyle geri ittim.

Gökdemir güldü. "Balım yalnız bana cahil muhabbetini yapan ilk sendin. Sırf tint denen şeyin yıllar önce striptizci kadınların meme uçlarını daha pembe göstermek için talep ettiklerini ve Benefit'in tinti piyasa ilk kez bu şekilde sürdüğünü söyleyip bunu bilmediğim için bana cahil muamelesi yapmadın mı? Konu buradan açılmadı mı?" Doğruydu. Konu galiba böyle açılmıştı. "Ben de kozmetik sektörüyle ilgili şeyleri bilmek zorunda değilim. BMW'nin sektöre girişini bilmemek seni cahil yapmazsa bu da beni cahil yapmaz."

Gökdemir yüzüme galibiyet kazanmış gibi gülümseyerek bakarken Çınar, "İçimi baydınız!" diye söylendi.

Nisa da hemen ona destek verip, "Gerekirse bu masadaki tek cahiller olmayı kabul ederiz. Yalvarırım artık susun." dedi bıkkınlıkla. Ancak hemen akabinde heyecanla, "Ay ya da devam edin! Ben de şu salıncakta fotoğraf çekeyim." dedi ve ısrarlı bakışlarla Çınar'a döndü.

Çınar bu zahmete girmeyi pek istemiyor gibi görünse de hemen kabul etti. "Olur olur, kalk!" dedi telaşla. Hiç beklemeden ayaklanırlarken Çınar işaret parmağını bize doğrulttu. "Geri geldiğimizde bu konu bitmiş olsun."

Çınar'a aşağıdan bakarken, "Gökdemir cahil olduğunu kabul ederse biter." dedim ve yan yan ona bakmaya başladım.

O da bana aynı bakışlarla karşılık veriyordu. "Ölürüm de kabul etmem."

Nisa ve Çınar söylenerek yanımızdan uzaklaşıp mekanın arka köşesindeki tahta salıncağa ilerlerken ona karşılık vermek için dudaklarımı araladım. Ancak karşımda kalan boşluk, duraksamama sebep oldu. Karşı kafenin artık görebildiğim terasındaki iki yüz, gözlerimi bir süre üzerlerinde gezdirmeme neden olmuştu. Firdevs ve Çağrı karşılıklı oturuyorlardı. Çağrı biraz gergin görünse de Firdevs hâlinden fazlasıyla memnun gibiydi.

Gökdemir bana doğru hafifçe eğilmiş, "Ben kolay pes etmem balım. Gerekirse dilimde tüy biter, yine de kabullenmem." derken Çağrı'nın gayriihtiyari başını dışarı çevirmesiyle göz göze geldik.

Hâl ve hareketlerinden, başını çeviriş şeklinden ve verdiği sıkıntılı nefesten; aralarında nasıl bir konuşma geçeceğini hemen kestirdim.

Gözlerimi kırpıştırarak yüzünden kaçındım. Gökdemir'e dönerken az önce söylediği şeye bir cevap vermek istiyordum. Çünkü bakışları cevaba aç gibiydi.

Ancak ben daha ağzımı açamadan o yüzümdeki ifade değişikliğini hemen fark etti. "N'oldu?" diye sordu, yumuşak bir sesle. "Kızdın mı yoksa?" diye sorarken gözleri yüzümde ağır ağır geziniyor ve ifademin her bir noktasını pür dikkat tarıyordu.

"Yok," deyip kendimi toparlamaya çalıştım. Yaklaşık bir saattir başımda hissettiğim ve unutmaya çalıştığım şeyi bahane ederek, "Başım ağrıyor biraz." dedim ekşi bir yüzle.

"Yanında ağrı kesici var mı?"

Başımı salladım. Bu esnada telefonuma bir bildirim geldi. Gözlerim ekrana kaydığında gördüğüm Çağrı Tekin ismi, yerimde rahatsızlıkla dikleşmeme sebep oldu.

"E içsene," diyordu bu esnada Gökdemir. "Su isteyelim sana." dedi ve sipariş için etrafa bakınmaya başladı.

Telaşla araya girişim, çabasına ket vurdu. "Bardak da ister misin?" diye sordum çabucak.

İstediğim çok normal bir şey olsa da şaşkınlıkla döndü bana. Muhtemelen telaşım şaşırtmıştı onu. Çünkü söylediğimde telaşlanmamı gerektirecek bir şey yoktu.

Şimdilik.

Gökdemir, gelen garsondan bir su ve bardak rica ederken ben odağıma mesajı almıştım.

Çağrı'nın arka arkaya gönderdiği üç mesajında, "Tam olarak söylediğin şeyi yapıyorum şu an. Kırmamak için özen göstereceğim. Teşekkür ederim tavsiyen için." yazıyordu.

Yerimde biraz daha dikleştim. Biraz daha diken üzerinde hissettim. Yaklaşık bir saattir hissediyor olsam da sürekli yaşadığım için bir şekilde görmezden gelebildiğim baş ağrım biraz daha şiddetlendi. Yavaş yavaş terlemeye başladım. Yüzüm ekşidi ve ciddi bir bunaltı bastı.

Ben Çağrı'ya basit bir tavsiyede bulunmuştum ve bu tavsiyenin sebebi de arkadaşımın üzülmesini istemediğim içindi. Çağrı'nın bunu farklı bir açıdan yorumlamadığından emindim. Ancak bana olan ilgisinin ortaya çıkmama ihtimalinden de, benden tavsiye aldığını dile getirmeme ihtimalinden de emin olamıyordum.

Önüme bırakılan şişenin kapağını stresle açtım, suyu bardağa stresle doldurdum ve çantadan çıkardığım ağrı kesiciyi ağzıma stresle attım. Hızlı ve gürültülü birkaç yudumla ilacı yutarken Gökdemir beni izliyordu.

Bir şişeye, bir bardağa bakıyordu. "Şişeden niye içmedin ki?" diye sordu merakla.

Omuzlarımı belli belirsiz düşürürken fazlasıyla kısık bir sesle, "Şişeden su içerek ilaç yutamıyorum." dedim.

Şaşkınlığı katlandı fakat yüzüme tebessümle bakmaya başladı. "Neden?"

"Şişenin ağzı küçük geliyor, ilacı yutamıyorum." derken omuz silktim. Gözlerimi yüzünden kaçırırken bunun yok yere yapılan bir kapris olduğunu düşüneceğinden emindim.

Fakat Gökdemir güldü. Alayla değil, yargıyla değil; içtenlikle güldü. Bakışlarım yüzüne döndüğünde, "Çok tatlısın." dedi aynı içten gülümsemesiyle. Beklemediğim bu cevap, yüzüne boş boş bakmama sebep olurken, "Not aldım." dedi ve başını işaret etti.

Söylediğimi biraz bile garipsememişti.

Derin bir nefes bırakırken onun ne kadar basit düşünen biri olduğunu düşünmeye başlamıştım. Çünkü onun, birilerini kolaylıkla yargılamayacak kadar bilinçli, kolay kolay etiket yapıştırmayacak kadar empati duygusu gelişmiş biri olduğunu görmüştüm.

Bu beni fazlasıyla rahatlattı. Ve hatta gülümsetti. Çekingen bir tavırla teşekkür ettim.

Gözlerimi yeniden karşıma kaldırdığımda ise Firdevs'in darmadağın yüzünü metrelerce öteden görmek, bu rahatlamış ifademi hızla dağıttı. Gevşemiş kaslarım yeniden gerilmeye başladı. Çağrı, Firdevs'e hararetle bir şeyler anlatıyordu ve Firdevs onu dinlemiyor gibi, öylece boş boş yüzüne bakıyordu.

Umuyordum ki bunun bilançosu bana kesilmezdi.

"Madem başın ağrıyor, saçlarını açsana Ülkü." Gökdemir'in meraklı sesi, yeniden kadrajıma onu almama sebep oldu. Konuşacak yeni bir şeyler bulması iyiydi. Böylelikle bu can sıkıcı meseleyi kafamdan silebilir ve yeni bir odağa bağlı kalabilirdim.

Fakat saçlarımı mütemadiyen toplamamın sebebini nasıl izah edeceğimi bilmiyordum. Bu modeli sevdiğimi söyleyebilirdim, böyle daha rahat olduğunu söyleyebilirdim, böyle daha temiz kaldıklarını söyleyebilirdim. Fakat bunların hiçbirini dile getirmek istemiyordum.

Gökdemir, henüz az önce keşfettiğim yargısız perspektifi sebebiyle içimi rahatlıkla açabileceğim biri gibiydi. Ona doğruyu söylemek istiyordum.

Belki de bu tip şeyleri gizlememeye ihtiyacım vardı artık.

"Açık sevmiyorum. Sarı olduğu için dikkat çekiyor." dedim.

Kaşları merakla çatıldı. Bir-iki saniye ifademi tarttı. Oysa yüz ifadem bomboştu.

"Nasıl dikkat çekiyor?"

Omuzlarımı silktim. "Bayağı." Sesim fazlasıyla kısıktı. "İnsanlar sanki dik dik bakıyor. Belki de ben kuruntuluyumdur. Ama bu benim kuruntumsa bile beni yine de rahatsız ediyor."

"İnsanlar baksa ne olacak ki onu anlamadım." Soru işaretinden yoksun cümlesi yanıt istiyordu. "Bu seni neden rahatsız ediyor ki?"

Derin bir nefes alıp verdim. "Gözleri üzerimde sevmiyorum ben."

"İyi de neden?"

"Çünkü bakacak ne var ki?!" diye sitem ettim. "Ne bileyim, çok simetrik bir yüzüm olsa bakışların bir anlamı olurdu. Ya da Nisa gibi güzel gözlerim olsa dikkat çektiğini bilirdim. Ya da hokka bir burnum olsa, dolgun dudaklarım olsa insanların neye baktığını bilirdim. Hani bazen bir sürü bakışı üzerinde hissedersin, bir yerim mi açık diye düşünürsün. Ya da ne bileyim, bir yerimde bir şey mi var diye üzerine bakınırsın?"

Başını ağır ağır sallarken dikkatle yüzümü inceliyordu.

"Rahatsız olmuşsundur. Çünkü insanların neye baktığını bilmiyorsundur. Ama aksine, sende ilgi çeken şeyleri bilmek seni tam tersi özgüvenli yapar."

Anlamaz bakışlarını yüzümde gezdirmeye devam etti. Devamını bekliyordu. Oysa ben sözlerimi bitirmiştim.

Fakat tatmin olmamış yüz ifadesi, beni biraz daha açıklama yapmaya itti. Bedenimi ona doğru çevirirken sesim de artık biraz daha normal bir tonda çıkıyordu. Bunu dile getirebilmek iyi hissettirmişti.

"Yani insanların neye baktığını anlamlandıramadığım için bu benim hoşuma gitmiyor, rahatsız oluyorum."

"Saçlarına bakıyorlar diye saçlarını mı topluyorsun yani?"

Başımı salladım.

"Gözlerine bakıyorlar diye de uyku bandı mı takacaksın? Ya da dudaklarına baktıklarını bilsen maske mi takacaksın? Niye saklıyorsun kendini?" Birkaç saniye öylece yüzüne baktım. "Bu saçlarını sakladığın anlamına geliyor." derken çenesiyle tepemdeki tokayı işaret etti. "Neden saklanma ihtiyacı duyuyorsun ki? Bırak baksınlar. Çok hoş bir kızsın."

Tek omzumu silktim. "Ben öyle düşünmüyorum." derken iltifat falan istemiyordum. Dürüsttüm. Sadece dürüsttüm. Oldum olası güzel bir çocuk ve hoş bir genç kız olduğumun farkındaydım. Ama lisedeki şu son senem, kendimle ilgili bazı düşüncelerimi tamamen değiştirmişti. Ve bunın için oldukça geçerli sebeplerim vardı.

Gökdemir uzun uzun izledi yüzümü. Sakinlikle bakan ve kısık olmaları sebebiyle rengine asla tam karar veremediğim gözleri yüzümün her bir noktasına tek tek dokundu. İrislerinin acelesi yoktu. Mavi mi, yeşil mi yoksa gri mi olduklarını tam kestiremediğin hareleri, ağır ağır gezindi yüz hatlarımda.

Bana bakıyordu, yüzümün tüm noktalarını uzun uzun inceliyordu ve saklanmak istemiyordum.

"Gerçekten gördüğüm en cahil insansın." dedi, oldukça kısık bir sesle. "En büyük cehalet, insanın kendini tanımamasıdır bence. Kendinle ilgili en ufak fikrin yok."

***

 

 

Yorum satırı 💙

 

 

Twitter: esaturk07
Insta: esaturk_07
Wattpad ana hesap: esaturk

Loading...
0%