Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4 - ESKİZ DEFTERİ

@esaturk

Sağ bacağım huzursuzlukla sallanırken tek yaptığım gözlerimi masada gezdirmekti. Yıllardır değiştirmediğim kahvemden bir yudum bile içememiştim ve buz gibi olmuştu. Ben yıllardır aynı kahveyi bile değiştirmemişken değiştiğimi nasıl düşünürdü? Bunu dile getirirkenki sesi fazlasıyla samimi, sesine kurulan ifade fazlasıyla sahiciydi.

 

Yine de yıllar sonra ilk kez karşılaşmış olmamıza yormak istiyordum bunu. Sesinden işitilen notalardaki tüm o gerçekliği görmezden gelmek istiyordum.

 

Kahvesini almış ve sessizce gitmişti. Ilık bir rüzgar gibi gelip esmiş, bedenimde süzüldüğü kısacık süre içinde beni yıllar önceye götürmüştü. Birkaç dakikalık varlığı, beni yeniden bir şeyleri sorgulamaya itmişti. Gerçekten yanımda mıydı az önce? Beni lisedeki toy günlerime götüren gözleri, gerçekten az evvel beni dikkatle süzmüş müydü?

 

Aradan dakikalar geçmişti ve kahvemden bir yudum bile alamamıştım. Ayla'nın gelmesi ile daha da konuşkan bir hâle gelen Serhat susmak bilmiyordu. Burak, Leyla ve Ayla zaman zaman ona eşlik etse de masada en çok onun sesi duyuluyordu.

 

Ben ise dalgın gözlerimi masada dolaştırıyor, zihnimde koşturan soru cümlelerini takip etmeye çalışıyordum. Artık kalabalıklaşmış masadaki konuşmalara biraz bile aldırış etmiyor, gözlerimi nezaketen de olsa diğer yüzler üzerine çıkarmıyordum.

 

Tüm konuşulanlara kulaklarımı tıkamıştım. Sesler boğuktu çünkü. Denizlere daldırdığım başımı o köpüklü dalgalardan çıkaramıyordum.

 

Serhat'ın uğultulu cümle kalabalığının arasında bir sözcük işittim. Tüm o anlamsız seslerin içinde netlik kazanan tek sözcük O'nun ismiydi.

 

"Demir!" dedi ve ayaklandı. Benim başım yukarı kalkıp gözlerim Gökdemir'in çenesine dönerken, "Seni bizimkilerle tanıştırayım!" dedi şevkle. İlk etapta Ayla'ya yöneldi. Ayla ve Gökdemir el sıkıştıktan sonra bu kez sıra Burak'taydı.

 

Gökdemir tebessümle kendini tanıtıyor, nazikçe başını eğiyor ve onlarla tanıştığına ne kadar memnun olduğunu dile getiriyordu. Ben ise sessizce, asalak gibi çenesini izliyordum.

 

Artık daha yapılıydı. O zamanlar bir tel sakalı bile yokken şimdi belli ki gür sakalları çıkıyor ancak onları kesiyordu. Çene hatları daha belirgin, omuzları ve kolları daha genişti.

 

Tam solumda duran bedeni bana döndü. Mavi gözleri yüzüme dik dik bakarken, "Ülkü," dedi Serhat.

 

Yüz hatlarına belli belirsiz bir alay konuşlandı. Belki de daha evvelden tanıştığımızı dile getirecekti. Ancak ben garip bir reaksiyon gösterdim ve Gökdemir dudaklarını aralarken hızla araya girdim. "Memnun oldum."

 

Dik bakan yüzü ifadesiz olmasına rağmen afalladığını anbean izledim. Yüz hatlarında biraz bile hareketlilik olmadı ancak gözleri her zamanki gibi onu ele veriyordu.

 

Gözlerini çok iyi tanıyordum.

 

Havada duran elime kısaca baktı. Elimi kavrarken, "Gökdemir ben, memnun oldum." diye mırıldandı.

 

Karşı çaprazımdaki boş sandalyeye oturduğunda masada artık altı kişiydik. Her ne kadar aksi için çabalasam da kulaklarım için artık işitme vaktiydi. Olgunlaşmış gür sesi kulaklarıma her dolduğunda ortamdan kopuşum biraz daha zorlaşıyordu.

 

"Hiç görmedik arkadaşını." dedi Burak. Gözleri Gökdemir ve Serhat arasında gidip geliyordu. "Yeni kayıt mısın?"

 

Gökdemir güldü. "Yok, yirmi beş yaşındayım ben. Ne yeni kaydı?"

 

Burak geriye yaslanırken Leyla ve Ayla'nın gülümseyen gözleri onun yüzündeydi çünkü tıpkı benim gibi vereceği cevabı onlar da az çok kestiriyordu. Fakat ben gülümsemiyordum. Burak kadrajına Gökdemir'i alıp gülerek, "Öyle deme, bazılarımız yirmi dört yaşında olmasına rağmen hâlâ ikinci döneminde olabilir." dedi.

 

Gökdemir gülümseyerek başını salladı. "Geçmiş olsun."

 

"Demir çocukluk arkadaşım Ankara'dan." diye söze girdi Serhat. Bir elini Gökdemir'in omzuna yerleştirmiş, gülümseyen gözlerle bakıyordu ona. "Çocukluktan kalma çok güzel anılarımız var." Gözleri bizlere çevrildi. "Sonra o İstanbul'a gitti lisede. Birkaç yıl koptuk. Lise bitince yeniden Ankara'ya geldi." Yeniden Gökdemir'e döndü. "Ama yalan yok! Bir ara üniversiteyi İstanbul'da okuyacaksın diye çok korktum!" Yeniden kadrajına bizleri aldı. "Tutturdu ben burada okuyacağım diye! Ailesi Ankara'da, çevresi Ankara'da! Tamam İstanbul'da da bir çevre yapmış olabilir de kimse kusura bakmasın tutmaz bizimkinin yerini!" Bir kez daha Gökdemir'e döndü. "Hayır geldiğinde de İstanbul'dan nefret ettiğini söyleyip duruyordun. Neydi o İstanbul ısrarı öyle oğlum ya? Ne kadar yersizdi!"

 

Gökdemir'in koyu mavi gözleri, onu dikkatle ve sessizce izleyen yüzüme dokundu. Yüzümde o kadar kısa kaldılar ki, bunun onun için basit bir refleks olduğu açıktı.

 

"Bana diyene bak!" derken Serhat'a yöneldi. "E ben Ankara'ya geldim, bu sefer sen döndün İstanbul'a gittin!"

 

Ayla, Burak ve Leyla; bu tezatlık sebebiyle Serhat'a esef dolu gülümseyen bakışlar atarken Serhat güldü. "Ne yapalım? Tutmadı Ankara!" Yeniden açıklamaya koyuldu. "Ben Demir'in geri geldiği sene mezun senemdeydim. Bir yıl falan birlikte zaman geçirdik, eskileri yad ettik, eskisi gibi çok samimi olduk. Sonra ben üniversite okumaya İstanbul'a gelince bir daha koptuk."

 

"E tamam işte!" dedi Ayla. "Demir yeniden İstanbul'a gelmiş, bu aşk burada mutlu sona bağlanır bence."

 

Leyla ve Burak, Ayla'ya katıldıklarını belli eden benzer şeyler söylerken Gökdemir ve Serhat gülüyordu. Ben ise masada yokmuşum gibi, hatta fazlalıkmışım gibi, öylece susuyordum. Birbirine dikiş attığım dudaklarımı aralamamıştım ve aralamaya niyetli değildim.

 

"Yok!" dedi Serhat. "Bu sene kalan dersleri veriyorum ben. Zaten iki dersim kaldı. Ankara'ya geri döneceğim. Bu kez Demir burada."

 

"Aa! Ama öyle olmaz!" diye yükseldi Leyla. Sesinde abartılı bir acı vardı. "Yine ayrılmanızı yüreğim kaldırmaz. Ya birlikte dönün ya da sen de kal!"

 

Serhat fazlasıyla manidar bir edayla, "Kalmamı gerektirecek şeyler olursa neden olmasın?" dedi ve kahve fincanını dudaklarına götürürken gözlerini Ayla'nın yüzünde gezdirmeye başladı.

 

Ayla ise acı acı, "Bu ayrılık benim kalbimi söker! Ne olur kal! Zaten kalman için bence büyük bir neden var!" deyip çenesiyle Gökdemir'i işaret etti.

 

Hepsi gülüşürken Serhat ve ben sessizdik. İkimizin de sessizliği benzer nedenlerdendi.

 

"Ee? İstanbul'a geri gelmendeki neden ne?"

 

Gökdemir Burak'ı aldı kadrajına. "Yüksek lisansa geldim."

 

"Hangi bölüm?" diye soran Leyla idi.

 

"Mimarlık."

 

Gözlerim ansızın yüzüne çıktı. "Mimarlık mı?" Dudaklarımdaki görünmez dikişlerin arasındaki minik boşluklardan kaçan bu soruyu engelleyemedim. Uçak mühendisliğini deli gibi istediği günlere geri dönüp orada çakılı kalmama sebep oldu bu cevap. Mimarlık nereden çıkmıştı ki? O her zaman uçak mühendisliği okumak isterdi ve puanları buna bazı okullar dahilinde yetiyor olmalıydı.

 

Gökdemir'in, geçmişten aynı kaldığını gördüğüm tek şeyi olan gözleri benimkilere dokundu. "Evet, mimarlık." dedi. Sesi masaya oturduğundan beri ilk kez durgundu. Bir-iki saniye garip bir sessizlik ve bakışma anı gelişti aramızda. "Bilsem bu okula gelmezdim." diye mırıldandı. Bu sözleri, bir noktada bana bir açıklama yaparken bir noktada can sıkıcı bir itiraf taşıyordu.

 

"Neden?" diye sordu Ayla.

 

Gökdemir derin bir nefes alırken arkasına yaslandı ve yüzüne geniş bir gülümseme astı. "Bundan kaçtığımı hâlâ anlamadınız mı yani?" deyip çenesiyle Serhat'ı gösterdi.

 

Masadakiler kısa bir gülüşme faslına girdiğinde benim omuzlarım düşmüştü. Az evvelki sözlerinde ne kastettiği fazlasıyla açıktı benim için.

 

Değişmediğini söylemiştim. Asıl değişen oydu. Ve bu düşünceme zemin hazırlayan tek şey bu itirafı değildi.

 

"Mimarlıkta yetenek sınavı yoktu değil mi?" diye soran Leyla idi. "Benim kuzenim de şimdi üniversite sınavına hazırlanıyor. Çizim yeteneği var."

 

Gökdemir'le gözlerimiz bir kez daha birbirlerini kıskıvrak kavradı. Bu basit sözler, gözlerimin arkasındaki bezleri tetikliyordu. Anlamsız bir ağlama isteği gelip kurulmuştu bedenime. Bu kadar kısa zaman içinde geçmişe bu kadar fazla yolculuk yapmak beni çıldırtmıştı. Ve hatta beni gafil avlamıştı çünkü buna hazırlıklı değildim.

 

Gökdemir'in mavi harelerinde de benzer afallamayı gördüm. Muhtemelen onun da beklemediği aynı basit sözler onda da benzer etkiler doğurmuştu.

 

Fakat o benden daha hızlı toparlandı. Yutkunurken gözlerini çekti gözlerimden. "Yok," dedi kısık bir sesle. "Yetenek sınavı gerekmiyor mimarlık için. Ama zaten yetenek sınavları da kalktı galiba."

 

"Demir aslında hep mühendis olmak istiyordu. Uçakları çok seviyordu çocukken. Ya pilot ya da uçak mühendisi olmak istiyordu. Ne alakası varsa!" Serhat'ın ve Gökdemir'in gözleri anlık olarak ortada buluştuğunda gülüştüler. Belli ki bu da onların anılarına dayanan bir şeydi. "Ama sonra ne olduysa mimarlık okudu."

 

"Nasıl oldu?" Tüm gözler bana kısa süre için refleks olarak çevrilip yeniden Gökdemir'e döndü.

 

Gökdemir'in gözleri ise yüzümde asılı kaldı. "Oldu işte." dedi durgun bir sesle. Bir süre duraksadı, aralık dudakları ikilemde gibiydi. Sonra her ne olduysa söze girdi. "Lisede bir arkadaşım vardı."

 

Yutkundum. Onlarca anının, tonlarca hissin sığdırıldığı basit kelimeydi arkadaş. Zihnimizden ve kalbimizden bu denli dolup taşan onca şey bir kelimeye nasıl bu kadar basit sığabilirdi?

 

"Çizim yapardı. Tanıştığımız dönem o da üniversite sınavına mı yoksa yetenek sınavına mı gireceğine karar veremiyordu. Sonra bana çizim yapmayı öğretmeye başladı."

 

Sağ bacağım huzursuzlukla sallanırken ve genzim bir kez daha yutkunmam için kaslarımı zorlarken mavi gözleri gözlerimde git gel yapıyordu. Göz rengini ilk fark ettiğim gün geldi aklıma. Aklımdan bir an olsun çıkmış gibi. Gözleri tıpkı o günkü gibiydi.

 

Masmaviydi.

 

Sanki karşımda toy günlerindeki Gökdemir vardı ve ben onun portresini çiziyordum.

 

"Sonra?" Bu soruyu yöneltirken dudaklarım neredeyse hareket etmedi.

 

"Sonra çizim yapmayı sevdim. Yetenekli değildim ama çizim yapmak eğlenceli geldi. Sonra bi' bakmışım, mimarlık fakültesinin bölümlerini araştırıyorum."

 

"Radikal bir karar." Burak'ın söze girişi, tüm odağı kendine çekse de bizim siyah gözbebeklerimiz birbirlerinden ayrılacak gibi değildi.

 

Gözlerini kaçıran ben oldum. Bir kez daha bunun, benim kaybedişim olmamasını diledim. Sağa-sola koşturan gözlerim gibi, kollarımı da nereye koyacağımı bilemiyordum. En sonunda çantamdan çıkardığım sigara paketine sarıldım dört kolla. Bir sigara çıkarıp ateşledim.

 

Başımı kaldırdığımda Gökdemir'in gözleri elimdeki sigara ve yüzüm arasında gidip geliyordu.

 

"Nasıl öyle bir anda karar değiştirdin ya sen?!" diye sordu Serhat. Sesi fazlasıyla meraklıydı. "Çocukluk hayalindi bir de! Gerçekten radikal bir karar. Puanların da yetiyordu galiba uçak mühendisliğine."

 

"Bazılarına." diye mırıldandı Gökdemir, halen yüzüme ve sigarama sıra sıra bakarken.

 

"Niye fikir değiştirdin ki?" Serhat hâlâ fazlasıyla meraklı görünüyordu. Ve belliydi ki bunca yıl bunun cevabını almamıştı. Ya da belki sormamıştı.

 

Gökdemir derin bir nefes çekti. Onu yanıtlarken mırıldanıyordu. "Bazı şeyler bazı sebeplere sığamayacak kadar değerli ve özel. Bazen bazı kararları kendin almazsın." Serhat'la göz göze geldiklerinde ikisi de tebessüm ediyordu. Gökdemir; dile getirdiği manidar sözlerini anlamasını bekleyen bir özgüvenle tebessüm ediyordu, Serhat ise anlamlandıramadığı bu sözler sebebiyle.

 

Onlar bakışırken Burak çoktan Gökdemir'in sözlerine bir anlam yüklemiş gibi abartıyla gülümsüyordu.

 

"Hep böyle üstü kapalı mı konuşuyorsunuz?" diye araya girdi Ayla. Onun da yüzünde meraklı bir gülümseme vardı.

 

Gökdemir kadrajına onu aldı. İçten bir gülümseme vardı yüzünde. Gülümseyişi, bana toy yüzündeki o bitmek tükenmek bilmez güleçliği hatırlatıyordu. "O kız özeldi."

 

"Vay vay vay!" dedi Leyla. "Olsun her işte hayır vardır derler. Belki de uçak mühendisliği okusan mutsuz olacaktın."

 

Gökdemir bunu kaşlarını kaldırarak ve başını sallayarak onayladı. Akabinde bölümler hakkında uzunca bir sohbet başladı masada. Yaklaşık iki saat boyunca durmaksızın sohbet ettiler. Espriler ve onlara verilen akıl dolu cevaplar havada uçarken ben yine sessizdim. Göğsümde büyüyen hüzün, sabah evde kızlarla yaşananları bile bastırıyordu. Oysa benim son birkaç yılda bunlardan büyük dertlerim olmamıştı.

 

Hüznümün neyden sebep olduğunu bilmiyordum. Kendimi dinliyor, kalbime kulak kabartıyordum. Onu özlemiş miydim, ona kızgın mıydım yoksa ona halen his besliyor muydum bilmiyordum. Alamadığım tüm cevaplar o kadar karmaşıktı ki, gün sonunda tek hissettiğim yine öfke oluyordu.

 

Burada olması, gözlerime bakması, beni geçmişe götürmesi, üzeri kapalı söylemlerinde bizzat benden bahsetmesi ve halen çok güzel kokması büyük bir haksızlıktı. Belki de öfkemin zemininde haksızlığa uğramışlık yatıyordu.

 

Sessizliğim elbette hepsinin dikkatini çekmişti. Lisedeki kadar konuşkan biri değildim ancak bu kadar suskun bir yapım da yoktu. Keyfimin olmadığını ve başımın ağrıdığını söylediğimde buna inanmayan tek kişi Gökdemir olmuştu. Bir kez daha gözleri onu ele veriyordu ve yalanımı da o yalanın sebeplerini de defterden okur gibi okuyordu.

 

Beni bu kadar iyi anlaması da büyük bir haksızlıktı. Belki o da benim gözlerimi çok iyi tanıyordu.

 

Bu iki saatlik süreçte masadakilerle o kadar iyi kaynaşmıştı ki herkesin onu çok samimi gördüğü de içten bulduğu da belliydi. Gökdemir'in en sevmediğim şeylerinden biri şeytan tüyüydü. Ve yıllar sonra onda değişmemiş şeylerden biri de buydu.

 

İki saatlik akıp giden sohbetin sonunda ev arkadaşı aradığından bahsetti. Bu konuda kimse ona yardımcı olamadı çünkü Ayla da, Leyla da, Burak da doğma büyüme İstanbul'luydu ve aileleriyle yaşıyorlardı. Benim de ailem İstanbul'da olmasına rağmen okula daha yakın olması adına ev tuttuğumu dile getiren kimse olmadı. Çünkü ev arkadaşlığı konusunda Gökdemir'e yardımcı olamayacağımı hepsi iyi biliyordu. Serhat ise benim gibi iki arkadaşıyla bir evde kaldığı için bütçesi ancak bunu karşılamaya müsaitti. İki kişilik bir ev arkadaşlığı cebini zorlayacağı için o da Gökdemir'e yardımcı olamıyordu.

 

Herkes bu ev arkadaşlığı konusunu aklına not ettiğini dile getirdi. Buradan açılan muhabbet, ev ile ilgili sorular yöneltilmesine sebep oldu. Evin nerede olduğu, kiranın ne kadar olduğu, aidatın ne kadar olduğu, evde kaç oda olduğu gibi birçok soruyu hızla yönelttiler.

 

Evin okula çok yakın olduğu bilgisi, herkesin artık ikinci bir evi olduğunu düşünmesine sebep oldu. Ve bu konuda hemfikir olunması da kısa süren gülüşmelere zemin hazırladı. Gökdemir de cevaben gülerek, "Ne zaman isterseniz, kapım herkese açık." dedi.

 

Ev ile ilgili olan konulara da yaklaşık kırk dakika harcadıktan sonra bir şekilde evi görmeye karar verdiler. Gökdemir tüm misafirperverliğiyle onları eve davet etmiş, içecek bir şeyler ikram edebileceğini ve istersek oyun da oynayabileceğimizi söylemişti. Onunla kısa sürede kaynaşan bu gençler bu teklife hiç itiraz etmedi.

 

Ailesiyle yaşayan her genç gibi, öğrenci evinde bulunmanın onlara da heyecan verdiği su götürmez bir gerçekti.

 

Ve dakikalar sonunda ayaklanmış, ne yapacağımı bilemez bir vaziyette, sadece onun gördüğünü bildiğim bir telaşla dikilirken buldum kendimi.

 

Burak, Serhat ve Ayla ağır adımlarla önden ilerliyordu. Onların birkaç adım gerisinde, bir kenarda beni bekleyen Leyla merakla bizi izlerken Gökdemir'in gözleri ağır ağır aşındırıyordu yüzümü.

 

"Gelmeyecek misin gerçekten Ülkü?" diye sordu kısık bir sesle.

 

"Gelmemi istiyor musun ki gerçekten Demir?! Neden kendini kandırıyorsun?"

 

Başını bana doğru eğdi ve göz temasımızı güçlendirdi. "Benim adım Gökdemir! Bunu en iyi sen biliyorsun Ülkü!" dedi ve yeniden önceki yumuşak ifadesine büründü. Başını yeniden geri kaldırmıştı. "Bak Ülkü, bu okulda muhtemelen bir daha karşılaşmayacağız. Karşılaşsak bile sık karşılaşmayacağımızdan eminim. Çünkü sen örgün öğretimdesin. Benim derslerim ise akşam. Neden yaptın bilmiyorum ama önceden tanışmıyormuşuz gibi davrandın. Şimdi gelmezsen arkadaşlarına bahane uydurmak zorunda kalacaksın ki gördüğüm kadarıyla Leyla ile çok yakınsınız. Ve başım ağrıyor numarasını yiyecek birine benzemiyor."

 

Duraksayıp bir yanıt vermemi bekliyordu. Ben ise beni kapıp götürmüş bir düşünce selindeydim. Zaten karmakarışıktım, bu kadar kolay karar veremeyişimi anlaması gerekirdi. Evine gitmek istemiyordum. Fakat Leyla'nın merakla bakan gözleri de beni fazlasıyla geriyordu.

 

"Sen bilirsin, istemiyorsan gelme." dedi benden cevap alamadığında. "Zaten seninle karşılaşmak beni sarstı. Bir de senin neden gelmediğinle ilgili kendi aralarındaki muhabbeti dinlemek istemiyorum."

 

Bıkkın bir nefes verdim. Çevrede gezdirdiğim gözlerimi yüzüne çıkardığımda koyu mavi gözlerinde hayal kırıklığı vardı.

 

"Bu kadar mı istemiyorsun gerçekten? Yani istememeni anlıyorum ama... Bu kadar mı?"

 

"Karşılaşmamız seni olduğu kadar beni de sarstı. Ne bekliyorsun ki? Koşup nasıl evine girebilirim?" diye çıkıştım.

 

Omuzlarını düşürürken sesli bir nefes bıraktı. Beni baştan aşağı süzdü bunu yaparken. "Sen bilirsin." dedi ve arkasını döndü.

 

Henüz iki adım atmıştı ki Leyla'nın kaşlarının merakla çatıldığını gördüm. Ve emindim ki ben gitmezsem o da gitmek istemeyecekti. Bir sürü soru yöneltecekti ve belki de bir noktada anlatacaktım Gökdemir ile aramızda olanları.

 

Ve akabinde diğerleri de bunu bir şekilde anlayacaklardı. Ardı arkası kesilmeyecek olan yakıştırmalar, imalı sözler, belki açık üslupla belirtilen canımızı sıkacak fikirler ve psikolojik baskı da peşinden gelecekti.

 

Gökdemir'in varlığından bu kadar rahatsızken bunlara maruz kalmak cehennem olurdu.

 

Kampüsün fazlasıyla büyük olması ve saat farkı sebebiyle bir daha nadiren karşılaşacağımız fikrine tutunmaya çalıştım. Ve aldığım radikal kararla harekete geçtim.

 

Hızlı birkaç adımla yanına vardım ve, "Leyla beni bunaltmasın diye geliyorum!" dedim kısık bir sesle.

 

Gökdemir daha cevap veremeden Leyla'nın yanına varmıştık.

 

***

 

Gökdemir'in evinde geçirdiğim süre fazlasıyla kısaydı. Eşikten geçerken duraksayan adımlarımın çekingenliği eve girdikten sonra büyümüştü. Gülüşmelerle sürüp giden sohbet esnasında tek yaptığım susmak ve Gökdemir'i gözlemlemek olmuştu. Okuldaykenki rahatsızlığım evindeyken katlanmıştı. Artık çok daha fazla diken üzerinde hissediyordum ve buna zemin hazırlayan şey; bu ortama ve bu gülüşmelere ait hissetmememdi.

 

Belki de bu evde misafir olmak benim için fazla ağırdı çünkü bu ev Gökdemir'in yuvasıydı. Bu ev Gökdemir'in hayatının merkezi, yaşam alanıydı. Bu ev Gökdemir'in bizzat kendisiydi.

 

Kendimi tam anlamıyla fazlalık hissediyordum.

 

Eve giren arkadaşlarım ilk etapta evi dolaşmış ve çalışma odasının gereksizliğine değinmişti. Gökdemir ise büyük proje masasını nereye koyacağını bilemediğini, ev arkadaşı edinirse muhtemelen masayı atacağını söylemişti. Kısa gezintiden sonra balkona çıkılmış, birer sigara içilmişti.

 

Onunla karşılaştığımdan beri elinde hiç sigara görmemiştim.

 

Burak dışarıya göz gezdirirken tam karşımızda kalan eski ve boş binadan söz açmıştı. Bir süre binada yaşanmış hayatlar hakkında fikir yürüttük. Benim gözlerim ise binanın kırmızı renk eski ve kırılmış giriş merdivenlerindeydi. Kirin ve rutubetin altında kalan krem renkli duvarlarla büyük tezatlık taşıyan o parlak kırmızı renk, insanın gözüne ilk çarpan şeydi. Yine de bahsi hiç geçmedi.

 

Sigaralar bitip içeri girdikten sonra kısa bir süre daha sohbet ettiler. Ve en sonunda oyun oynamaya karar verdiler. Herkes birbirine ne oynayabileceğimizi sorarken ben dudaklarımı yine aralamadım. Salona en uzak, kapıya en yakın köşede oturuyordum. Oturduğum yeri bilerek tercih etmemiştim ancak istemeden de olsa kendimce bir gard alıyor ve O'nun yaşam alanlarından uzak durmaya çalışıyordum.

 

Oyun konusunda fikrim sorulsa da benim için fark etmeyeceğini söyledim ve bu çekingen yanıtla bir kez daha fazlalık hissettim. Sessiz kaldığım tüm anlarda, yani evde bulunduğum tüm süre boyunca Gökdemir'in gözleri üzerimden ayrılmadı.

 

Belki o da garipsiyordu yıllar sonra hayatının tam merkezinde oluşumu.

 

Ayla ortaya Tabu oynama fikrini attı fakat anında benimle göz göze gelen Gökdemir buna karşı çıktı. Akabinde kart oyunu oynamaya karar verdiler ancak sayımız bunun için oldukça kalabalıktı. Nostaljiye derin bir tutkusu olan Leyla ise çocukluğumuzdaki gibi isim şehir oynayabileceğimizi dile getirdi ve herkes bunda karar kıldı.

 

Bu evdeki misafirlik sürem aslında çoktan miadını doldurmuş olsa da bir el oyun oynamak için kalmaya karar verdim. Çünkü ben yeni insanlarla tanışmaktan da, yeni ortamlara girmekten de ve hatta ev ziyaretinde bulunmaktan da çekinen biri değildim ve eve geleli yalnızca yarım saat olduğu için kimsenin kaçışımı garipsemesini istemiyordum.

 

Kalem kağıt ihtiyacımız olduğunda Gökdemir başka bir işle uğraştığı için gayriihtiyari olarak bana seslendi. "Ülkü, içeriden defter kalem getirir misin?" diye sorarken bu aksiyonunun hiç ölçülüp biçilmemiş olduğu belliydi.

 

Bunu benden, belki kapıya en yakın olan ben olduğum için, belki de yalnızca geçmişteki samimiyetimize dayanan bir içgüdüyle istedi.

 

Fakat ikiletmedim ve ayaklandım. Çünkü benim bir kaçışa ihtiyacım vardı ve Gökdemir kısa süre için de olsa, bir refleksle de olsa bana bunu bir şekilde vermişti. İtiraz edecek değildim.

 

Çalışma odasına ilerleyip kapıyı açtığımda gözüme birçok defter çarptı. Bana en yakın olan üstten telli ve çizgisiz deftere uzanırken gözüm karşımdaki dolabın açık rafına takıldı. Kahverengi deri kaplı bir defter, orada öylece duruyordu ve bu odadaki tüm sıradan eskiz defterlerinin içinde fazlasıyla dikkat çekiyordu.

 

Merakıma ve o hoş defteri inceleme isteğime yenik düşerek dolaba kadar ilerledim. Defteri aldığımda ilk yaptığım, elimi dış yüzeyinde gezdirmek oldu. Üst üste dikilerek geniş basamakları andıran parlak deri, çok hoş bir doku oluşturmuştu.

 

Merakıma yeniden yenik düşerek defterin sayfalarını incelemeye koyuldum. İçinde yer yer not alırken yer yer minik eskizler yapmıştı. Canavar yüzleri, insan yüzleri, bazı objeler, rastgele desenler ve hatta küçük bir kedi çizimi; rastgele dağılmıştı defterin içine.

 

Gökdemir kendini çizimde inanılmaz geliştirmişti.

 

Sayfaları yukarıdan aşağı karıştırırken ve içlerine hayranlıkla göz gezdirirken defterin arasından katlanmış bir kağıt düştü. Bu durum irkilmeme sebep oldu ve artık defteri bir kenara bırakıp başka bir defterle içeri gitmem gerektiğini hatırladım.

 

Kağıdı yerden alıp defterin arasına geri koyacağım sırada gözüme mavi bir yazı çarptı. Yazı önümdeki beyaz kağıdın arkasında kalmıştı fakat fazlasıyla tanıdık harf birleşimleri vardı.

 

İlk etapta duraksadım. Bu yazıyı tanımam demek, beni bir kez daha yıllar öncesine götürmesi demekti. Bir gün içinde bu kadar zaman yolculuğunu kaldıramazdım.

 

Ancak kağıda bakma isteği beni hızla ele geçirdi. Tarifsiz bir arzu duyuyordum içine bakmak için. Bu, meraktan fazlasıydı.

 

Ben o günlere bir kez daha dönmek istiyordum.

 

O günlere olan özlemimin önüne geçemiyordum. Ve bunu kendime itiraf ettiğim ilk andı bu. Yalnızca o günleri ve aramızda yaşananları değil, liseli Ülkü ve liseli Gökdemir'i de çok özlüyordum. Bu gerçekle yüzleşirken aksi için biraz bile mücadele etmedim. Ve bu gerçek beni fazlasıyla sarstı.

 

Kağıdın katlarını açtığım anda gözlerim ansızın yaşardı. Ve hatta bu beklenmedik karşılaşmanın tüylerimi bile belli belirsiz ürperttiğini itiraf etmeliyim.

 

Parmaklarımın arasında liseli Gökdemir vardı. Karakalemle çizilmiş o anki yüzü, şimdi bile gözümün önündeydi sanki. Çizgiler benim çizgilerimdi. Kağıdın arkasında ise mavi bir kalemle, "Mavi Göğün Portresi" yazılıydı. Yazı benim yazımdı. Bir tarih ve bir imza vardı.

 

Yıllardır kayıp olan ve sırf kaybolduğu için kendimi harap ettiğim portre, yıllar sonra ellerimdeydi işte. Titreyen ellerimde Gök vardı.

 

Gök'ün gözlerinin rengini ilk kez az önce fark etmiş gibi, henüz fark ettiğim o güzel mavilikleri kalkıp bir de yakından az önce incelemiş gibi, kalbim onun için ilk kez şimdi atmış gibi ve Gök tüm bunların farkında olduğu için gözlerini üzerimde ağır ağır gezdiriyormuş ve tebessüm ediyormuş gibi hissettim.

 

O ana gittim, liseli Ülkü oldum, gözlerimi gözlerinden kaçırdım ve kalp atışlarımı dinledim. Hissettiğim tam olarak buydu. Ben tam olarak o andaydım ve tam karşımda Gök'ün olması harika hissettiriyordu.

 

"Ülkü?"

 

Gökdemir'in tok sesini duyduğumda biraz bile irkilmedim. Kağıtta gezdirdiğim gözlerimi ona çıkarırken ne bedenimi ne de başımı hareket ettirdim. Tüm soğukkanlılığımla karşısında öylece dururken gözleri bir kağıda bir de bana dokunuyordu.

 

Kısık ve durgun bir sesle, "Eskiden özel eşyaları karıştırmazdın." diyerek yanıma adımlamaya başladı.

 

"Bu sadece senin özel eşyan değil." Duraksadım. Hiddetle kaldırdım başımı. Fakat sesim yine de kısıktı. "Bu aslında senin bile değil!"

 

Yutkundu. Öylece çizime bakıyordu. Bir süre cevap vermesi için alan tanısam da dudaklarını aralamadı. Belki o da o güne kısa bir yolculuk yapıyordu.

 

"Kayboldu diye kahroldum." dedim hüzünlü bir sesle. Hüznüm kalbimde gerçek anlamda çalkalanıp sesime de fazlasıyla sahici dökülmüştü. O da bunu hissetmiş olacak ki gözlerini gözlerime çıkardı. "Bu portre kaybolduğu için kaç gün ağladım biliyor musun?"

 

Boğazını temizledi. "Senden bir şey kalmamıştı. Apar topar onu aldım." derken sesinde belli belirsiz bir telaş olsa da yüzü fazlasıyla düzdü.

 

"Çaldın yani." Derin bir nefes bıraktım. "Başka bir şey bulamadın mı? Bu portreyi kaybettiğim için kendimi uzun bir süre affedemedim. Düşünüp durdum bir yerde mi düşürdüm, nasıl sahip çıkamadım diye."

 

"Gidiyordum Ülkü." dedi, kendini açıklamaya devam etmek ister gibi. "Ankara'ya dönüyordum. Senden bir şey olsun istedim. Vermezdin. Günahını bile vermezdin. İlk bu geldi elime. Aslında elime geçen ilk çizimin bu olmasına da sevinmiştim. Bu benim için de özeldi."

 

Histerik bir gülüş bıraktım. "Gitmeseydin o zaman Gökdemir! Bir şey çalmana ihtiyaç kalmazdı. Ve evet, günahımı bile vermezdim."

 

Gözleri yüzümde hızla gidip gelirken biraz şaşırmış, biraz da öfkelenmiş gibiydi. Yüzünü hafifçe eğerek, "Sen istedin gitmemi Ülkü! Kal demedin! Deseydin kalacaktım!" dedi.

 

Başımı kaldırırken duruşumu dikleştirdim. "Demezdim, biliyorsun! Kal demem için tek bir sebebim bile yoktu! Her şeye inandıktan sonra ne için kal diyecektim sana ben?"

 

"Bunun için beni suçlayamazsın!" derken sesi biraz yükseldi ancak ikimiz de halen fısıldamaya çalışıyorduk. "Sordum sana, inkar etmedin Ülkü!"

 

"İnkar etmedim çünkü sordun Gökdemir! Sordun bana duyduklarım gerçek mi diye? Bir cevap almak istedin! Senin cevaba ihtiyacın olmamalıydı!"

 

"Ülkü yapma!" dedi dişlerinin arasından. Akabinde söze devam etmek istedi fakat kapıda beliren Leyla çabasına ket vurdu.

 

"Sizi bekliyoruz. Altı üstü bir oyun oynayacağız be!"

 

İkimiz de odağımıza onu aldığımızda söze ben girdim. "Başım ağrıyordu ya, ağrı kesici sordum, yokmuş." derken kağıdı arkamda saklıyordum. Yıllar sonra migrene yeniden ve yeniden sığınıyordum. Hayat çok garipti. "Gökdemir de migrenin mi var falan diye sorunca biraz uzadı laf. Geliyorduk tam. Başım inanılmaz ağrıyor." Elimdeki defteri bırakıp çevredeki telli defterlerden birini aldım ve onlara doğru ilerlemek için hareketlendim.

 

Gökdemir'i bir adım geçtiğimde Leyla söylenerek içeri gidiyordu. Gökdemir bir adımla yanımda bitti. İkimiz de ters bakışlarla birbirimize bakıyorduk. "Bu portre benim Gökdemir. Bana ait. Ve bende kalacak. Onu geri alıyorum ve itiraz falan da istemiyorum."

 

Yanından geçip odadan çıktığımda uzaklaşan bedenimi izlerken derin bir nefes çekiyordu ciğerlerine.

 

Gök'ün eskizlerimin içindeki tek yüzü o değildi. Ancak o en özeliydi. O yüz, geçmişte farklı şeylerken bugün benim özlemimdi. Yeniden çarpacak kalbim, hayıflanışlarım, zamanda yolculuğum ve belki de gözyaşlarımdı.

 

Evde fazla oyalanmadan çıkıp kendi evime gittiğimde ilk yaptığım odama gitmek oldu. Kızlara selam bile vermeden hızlı adımlarla içeri girdim ve kendimi yatağa attım. Kağıdı cebimden çıkarıp onun genç yüzüne yeniden baktığımda ise gözyaşı dökmem kaçınılmaz oldu.

 

Onunla karşılaşmak beklenmedikti. Ondan hazzetmemek, ona öfke duymak ve hatta belki ondan nefret etmek benim için sürpriz olmuştu. Bu portrenin karşıma çıkması tam anlamıyla, ergenlik çağlarındaki Ülkü'nün hüzünlü yüzünü şimdi güldüren bir piyangoydu.

 

Gök'lü günlere olan özlemim ise yüzleşmenin hem en kolay olduğu hem de en acı olduğu deneyimimdi.

 

Gökdemir'in yıllar sonra ansızın karşımda dikilmesi ve beni bazı şeylerle yüzleştirmesi, omuzlarıma bir yük gibi binmişti. Bu yükün altında ezilmemek içten değildi ve tam anlamıyla karmakarışıktım. Sarsılmıştım, tüm yüzleşmelerim bir sille olup yüzüme çarpmıştı. Birçok duygu kalbimde vuku bulurken geçmiş de bugün de zihnimde at koşturuyordu.

 

Tüm bu karmaşanın ve duygu yoğunluğunun ortasında, karşımda Gök'ün yüzü vardı.

 

Ellerimde Mavi Göğün Portresi'ni tutuyor, sessiz hıçkırıklarla gözyaşı döküyordum.

 

***

 

Twitter: esaturk07 / Instagram: esaturk_07 / Wattpad: esaturk

Loading...
0%