@esaturk
|
Aradan bir hafta dört gün geçmiş, bu süreç boyunca Gökdemir'i hiç görmemiştim. Her gece o portreye bakarak yatıyor, her gece bir süreliğine Bal oluyordum. Oysa aradan geçen yıllarda saçlarımın ve gözlerimin bal rengi olduğu bilgisini aklımdan çıkarmış, kendimce bir gard almıştım. O dönemde Gök'ten kaçışım zor olmuştu ancak başarmıştım. Ve o portreyi geri aldığım günden beri her gün diken üzerindeydim. Ben ondan halen kaçmak istiyordum. Onunla karşılaşma ihtimalim, her geçen gün kemiriyordu zihnimi. O varken fazlalık hissediyordum, kendimi olduğum ortamdan dışlıyordum, geçmişle yüz yüze geliyordum ve bazı duygularla yüzleşmenin eşiğindeymiş gibi hissediyordum. Üstelik bu süreçte hissettiğim ve ondan tamamen bağımsız olan gerginliğim de bu kaçışa büyük bir zemin hazırlıyordu. Çünkü kızlarla zaten inişli çıkışlı olan ilişkim, şimdi yokuş aşağı yuvarlanıyordu. Ve ayrıca babamla aram da bir süredir pek iyi sayılmazdı. Gökdemir'le yeniden karşılaşmak, en agresif dönemime denk gelmişti. Ya da belki de bu şartlar birbirini tetikliyordu, bilemiyordum. Sadece ondan kaçmak için hatırı sayılır miktarda sebebim olduğunu biliyordum. Öyleyse bugün onunla yeniden karşılaşıp bir kez daha aynı masaya otururken istediğim tek şeyin sesini duymak olması neyin nesiydi? Terazide iki farklı yük vardı. Bir tarafta tüm bu sebeplerim, içinde olduğum şartlar ve bu şartların beni sürüklediği kaçışlar varken diğerinde duymak istediğim sesi ve solumak istediğim parfüm kokusu vardı. Bir tarafta onlarca neden, diğer tarafta basit iki unsur vardı. Fakat terazi eşitti. Aynı beşliyle oturduğum masada dönen sohbete dair tek bildiğim; Burak'ın kız arkadaşına hazırladığı sürprizin detaylarından bahsettiğiydi. Hepsi onu şevkle dinliyor, heyecanına ortak oluyor ve övgüler yağdırıyordu. Serhat ise bu konudan yola çıkarak romantik fikirlerinden bahsediyor ve açıkça Ayla'yı etkilemeye çalışıyordu. Ancak konuşulanların detaylarına hâkim değildim. Gözlerim masada gezinirken konuşulanları yalnızca duyuyordum. Dinlediğim tek şey ise Gökdemir'in sesiydi. Ona merak mı yoksa özlem mi duyduğumu kestiremiyordum. Bunun özlem olduğunu kendime itiraf etmiş olsam da, bununla yüzleşmenin yükü çok ağırdı ve ben bunu kabullenemiyordum. Sohbete kulak kabartmak istesem de bunu başaramıyordum. Ne kadar çabalarsam çabalayayım konuşulanları yakalayamıyordum. Delirmek üzereydim. Bu dalgınlığımı ansızın kesip atan şey; Leyla'nın başını omzuma yaslaması oldu. Bu temas beni gerçek dünyaya döndürürken biraz da irkildiğimi itiraf etmeliyim. Gözlerim masadan ayrılıp Leyla'nın somurtan yüzüne dönerken Gökdemir'in mavi gözleri üzerimdeydi. Göz ucuyla görebiliyordum gözlerinin bana dönmüş olduğunu. Görmemeyi diledim tam bu anda. Çünkü onun burada olması beni hâlâ öfkelendiriyordu. Canımı sıkıyor muydu yoksa yakıyor muydu bilmiyorum. Beni öfkelendiren şeylerden biri de bu hissettiğim belirsizlikti. Yine de olağan davranmayı denemeye başladım. Çünkü Leyla'nın yüzüme dönmüş gözleri, beni biraz daha görünür kılıyordu artık. "Ne oldu?" diye sordum kısık bir sesle. Tek duyduğum kendi sesim oldu. Belli ki masada konuşulan konu da sekteye uğramıştı. Herkes, Leyla ve benim yüzlerimize öylece bakarken Gökdemir dikkatle mimiklerimi izliyordu. Ben ise kadrajıma bir kez bile almadım onu. Gözbebeklerim köşe bucak kaçıyordu ondan. Leyla abartılı ve sahte bir hüzünle, "Of ya!" diye sitem etti. "Ne güzel anlatıyor çocuk! Biz de kedinin ciğere baktığı gibi dinliyoruz böyle. Ben ne zaman aşık olacağım?!" Ayla ve Burak, Leyla'nın bu sorusuna gülerken Serhat yüksek bir sesle, "Bilemezsin canım." dedi. "Keşke hepimiz bilsek. O zaman her şey daha kolay olurdu." Gözleri, hiçbir şeyin farkında olmayan Ayla'ya dokundu. Tebessümle bakan gözlerim Leyla'ya döndüğünde o da bakışlarını bana çevirdi. "Bilemezsin." dedim ben de. "Yıllar önce bir arkadaşım aşkla ilgili çok doğru bir şey söylemişti. Zaten yaptığı tek doğru şey oydu." Gökdemir hiç beklemeden, "Neymiş?" diye sordu düz bir sesle. Bu sorusu, kadrajıma ilk kez yüzünü almama sebep oldu. Gözlerim yüzüne ilk kez çevrilmelerine rağmen biraz bile tereddüt etmediler. "Aşk şanstır, demişti." Ağır ağır başını sallamaya başladığında ben yeniden kadrajıma Leyla'yı aldım. "Aşk şanstır. Eğer o kadar şanslıysan illa ki uğrar sana da." Gökdemir kimsenin söze karışmasına müsaade etmeden araya girdi. "Yanılmış." Yeniden ona çevirdim bakışlarımı. Bu kez bıkkın bir ifade vardı yüzümde. "Yanılmış?" Kaşlarımı kaldırarak sorduğum soruya bir kez daha başını salladı. "Evet. Herkes yanılabilir." Ses tonu, sesimdeki şaşkınlığa baş kaldırıyordu. "Tek doğrusu oydu oysa." dedim sahte bir hüzünle. "Artık gözümde tümüyle yanlış biri." "Yanlışın senin için ne ifade ettiğine göre değişir bu." dedi ve duraksayıp devam etti. "Arkadaşın yanılmış. Aşk cehennemdir." dedi kısık bir sesle. "Aşkı tatmayan biri için çok iddialı sözler bunlar." Gözlerimde küçümseyici bir bakış olduğunun bilincindeydim. Kaşları yukarı kalktı. "Nereden biliyorsun tatmadığımı?" Bir süre duraksadım. Az evvel yüzüne bir kez bile değdirmediğim gözlerim şimdi dikkatle aşındırıyordu olgunlaşmış yüzünü. Masadaki dörtlü sessizce ve garip bakışlarla bize bakarken bir-iki saniye sessiz kaldık. "Aşkın cehennem olduğunu düşünüyorsan belli ki aşkı hiç tatmamışsın." dedim kendinden emin bir sesle. "Aşkın ne olduğunu bilmeyen biri için iddialı sözler." "Nereden biliyorsun ne olduğunu bilmediğimi?" diyerek onun az evvelki sorusunu taklit ettim. Beni baştan aşağı hızla süzdü. "Aşkla ilgili bu kadar kolay tanımlama yapanlar aşkın ne olduğunu bilmiyordur. Zamanında bununla ilgili yanılmışlardır." "Aşkın cehennem olduğunu söyleyerek sen de onu tanıma sığdırdın. Bu durumda sen de mi yanıldın?" Dudak kenarlarımda belli belirsiz alaylı bir tebessüm vardı. Gökdemir ise tebessümden de gülümsemeden de çok uzaktı. Mavi gözleri göz bebeklerime dikkatle bakarken, "Ben zaten yanıldım." dedi. "Bu yüzden mi aşkın cehennem olduğunu düşünüyorsun yani?" Histerik bir gülüş bıraktım. "Yıllar önce aşık oldum ben. Aşk şanstı, kaderdi, talihti, hüzündü. Ve hatta kötü olan her şeydi de. Ama cehennem değildi." Derin bir nefesle şişirdi göğsünü. "Yıllar önce aşık oldum ben de. Benimki cehennemdi. Belli ki karşımızdaki insanların bizde bıraktığı izler çok farklı." "Yine tanıma sığdırıyorsun." "Yanıldığımı söyledim. Ben aşkla ilgili zaten çok kez yanıldım." "Siz tanışıyor musunuz?" Serhat'ın meraklı sorusu, gözlerimizin ona çevrilmesine neden oldu. "Hayır!" dedim ansızın. Gökdemir'in tek kaşı havalanır gibi oldu ancak mimiklerini çabucak kontrol etti. Gözlerini yüzümden Serhat'a çevirirken acele etmedi. "Tavırlarımızdan belli zaten geçmişte aşağı yukarı neler yaşadığımız. Ülkü'nün-" Gözleri yüzüme döndü. "Ülkü'ydü değil mi?" diye sorarken kısıktı mavileri. Derin bir nefes çekip bıraktım. "Ülkü, evet!" dedim bıkkınlıkla. Yeniden Serhat'a döndü. "Ülkü'nün aşka olan yaklaşımından zamanında neler yaşadığı da neler yaşamadığı da belli. Bence o da benim tavırlarımdan benzer sonuçlara varıyordur. Birbirimizi yargılamamız için tanışmamıza gerek yok. Çıkarımda bulunuyoruz işte." "Zaten insan en çok tanımadığını yargılar." dedim sivri bir sesle. Başı halen Serhat'a dönükken gözleri yüzüme kaydı. "Alıngan mısın yoksa biraz?" Sesindeki yapmacık acıma hâli ve yan yana kullandığı kelimeler, beni ansızın toy günlerime götürdü. Yeniden. Altı sene önce Beşiktaş'a inen otobüse kısa bir yolculuk yaptıktan sonra, "Daha neler!" dedim gülerek. Onun o günkü gülüşü içten ve sahiciyken benimki şimdi fazlasıyla yapaydı. "Ne boş yaptınız birader ya! Kafam şişti! Altı üstü bir doğum günü sürprizi yapacağım! Anlatmaz olaydım!" Burak sitem etmekte haklıydı. Ben de bu sahnede bizi dışarıdan izleyen biri olsam çoktan içim kıyılmıştı ve hatta araya girmek için bu kadar beklemezdim de. Leyla ve Ayla da ona hak veriyor olacaklar ki hemen desteklemeye başladılar. Serhat ise Ayla ne taraftaysa o tarafta oldu ve bir darbe de ondan yedik. Gökdemir de ben de aslında düzgünce sohbet ettiğimizi, bunun gençler arasında her an denk gelinecek bir diyalog olduğunu benzer cümlelerle ifade etsek de durumun öyle görünmediğinin farkındaydık. Benim tutumum Gökdemir'e göre biraz daha sertti. Ona kıyasla daha agresiftim. Çünkü yıllar önce karnımda kelebeklerin kanat çırpmasına, ayaklarımın yerden kesilmesine ve hatta yolda gördüğüm rastgele bir köpeğe selam vermek istememe sebep olacak kadar beni mutlu eden bu diyalogların bugün bu kadar basite indirgenmiş olması kalbimde derin bir yara açıyordu. Evet, yollarımız kötü ayrılmıştı ancak en azından sohbetlerimizde yakaladığımız bu değerler kıymetli kalamaz mıydı? Aşk, o küçük kalplerimizin hatırına hâlâ 'şans' olamaz mıydı? Masadaki beşli Burak'ın planladığı sürpriz ile ilgili sohbetlerine kaldıkları yerden devam ederken ben yeniden bacağımı huzursuzlukla sallıyor, gözlerimi masada gezdiriyor ve neredeyse burnumdan soluyordum. Yine bir şeylerle yüzleşiyor, yine bir şeylerin altında kalıyordum. Kırk yıl düşünsem, Gökdemir'le yeniden karşılaşmanın bu kadar zor olacağı aklıma gelmezdi. Fakat hayat zaten böyleydi. En beklemediğimiz yer, en yumuşak karnımızdı. En büyük beklentilerimiz ise hayal kırıklığına aralanan bir kapıydı. Gökdemir benim hem en büyük beklentim, hem de en beklemediğim şey olmuştu. Gökdemir yıllar önce hayal kırıklığına aralanan bir kapıyken bugün yumuşak karnımdı. Yıllar sonra halen bedenimin reaksiyonlarına sebep olduğu gerçeği beni çileden çıkarmak üzereydi. Bu düşünceler zihnimde at koştururken bir kez daha kopmuştum masada konuşulanlardan. Eve gitmek istiyordum. Fakat evde sürekli olarak yaşadığım gerginlik yüzünden o kapıya gittiğimde ayaklarımın geri geri gideceğini de biliyordum. Bu, bir yere ait olamamak hissi beni mahvediyordu. Derin bir nefes çekerek kol saatime baktım. Fakat saatin kaç olduğuyla ilgilenmedim bile. Tek bildiğim akşam saatleri olduğuydu. "Benim eve gitmem gerek artık. Ders çalışmam lazım." diye mırıldanarak masada dönen sohbeti böldüm. Leyla saatine baktı. "Erken daha!" diye mızmızlanması sürpriz olmadı. "Ben de kalkacağım. Biraz daha otur, beraber kalkarız." Leyla'nın gerçekten çok gecikmeden kalkacağını biliyordum. Çünkü ailesinden bazı konularda baskı görmesi, belli bir saatten sonra eve girememesine sebep oluyordu. Eve gittiği en geç saat belliydi. Ve o saate de fazla kalmamıştı. Üstelemeden biraz daha oturmaya karar verdim. Çünkü ben her zaman masadan en geç kalkanlardan biriydim ve bu erken kaçışlarımın arkadaşlarımın gözüne batmasını istemiyordum. *** Dakikalar dakikaları kovalamış, bir saatten fazla zaman geçmişti. Artık konuşulan konulara hâkimdim, sohbetin içindeydim ve dikkatim dağılmıyordu. Çünkü Gökdemir yarım saat için yanımızdan ayrılmıştı ve onun yokluğunda gevşeyen bedenim, biraz daha normal davranmama sebep olmuştu. Gökdemir her ne kadar geri gelmiş olsa da sohbet esnasında herhangi bir şeyi kaçırmadığım için mevzudan kopmuş değildim. Bu süreçte Ayla ve Leyla gitmiş, ben o esnada Burak'a hararetle bir şeyler anlattığım için sohbeti bölmemiş ve kalmıştım. Leyla'nın boşalan yerine, sağıma ise Kenan oturmuştu. Gökdemir, Serhat, Burak ve Kenan'la oturduğum masada Burak olmasaydı çoktan kalkıp gitmiştim. Çünkü tıpkı Gökdemir gibi Kenan'dan da bir yıldır kaçıyordum. Serhat ile ise zaten hiçbir zaman fazla samimiyetim olmamıştı. O benim için bir arkadaş değil, tanıdıktı. Kız arkadaşına hazırladığı doğum günü sürprizi konusunda bizlerden aldığı fikirlerle kafası fazlasıyla karışmış Burak'a ithafen, "Bence kahvaltıdan sonra sinemaya gidip, sinemadan sonra kahve içmek, kahveden sonra da güzel bir akşam yemeği sonrasında film izlemek mükemmel bir plan olurdu." dedim. "Amaç baş başa keyifli vakit geçirmek değil mi? Öyle hediyelere, gösterişe meraklı bir kız da değilmiş. Bence bu ona fazlasıyla yeter." "Bence kahvaltı fikri fazla olur." dedi Serhat. Kenan'ın ise bana hak vermesi hiç sürpriz olmadı. "Hayır, bence Ülkü haklı. Sevgiliyle kahvaltı gibisi var mı hem?" "Kahvaltı bence de gereksiz." dedi Gökdemir. Ortaya attığım fikre karşı gelmesine belli belirsiz göz devirdim. Gözlerimiz buluştuğunda, "Sinema fikri güzel ama. İlk buluşmada gidilmediği sürece mantıklı." dedi. Kaşlarım havalanırken dudaklarımdan dökülen seste alaylı bir tını vardı. "Öyle deme ya! İlk buluşmada gül alan insanlar da biliyorum." Burak ortaya, "Ne alaka?" diye sordu. Gözleri ikimizin yüzleri arasında gidip geliyordu. Gökdemir onu duymazdan gelerek alayla, "İlk tanışmayı ilk buluşma sanan insanları ne yapacağız peki?" diye yanıtladı beni. Onun da yüz hatlarına alay yerleşmişti. Öfkenin konuşlandığı bozulmuş gözlerle onun yüzüne bakarken araya Kenan girdi. "Sinemasını gülünü bilemem. Ülkü haklı." Gökdemir'in gözleri Kenan'ın yüzüne kaydı. Kenan ise benim sağ profilime bakıyordu. "Bir gün gidelim birlikte." Bal rengi gözlerimi devirerek Kenan'a döndüm. O ise hızla silkindi ve bakışlarını masadaki yüzler üzerinde gezdirmeye başladı. "Hep birlikte." Gökdemir araya girdi. "Olur olur. Gideriz. Hep birlikte." dedi, kendinden emin bir sesle. "Off gidelim be!" çıkışı Serhat'tan geldi. "Şöyle kuymak isteriz ortaya! Bir de sucuklu yumurta! Turşu kavurma da olsun ama!" Burak'ın yüzü ekşidi. "Ben kahvaltıda o kadar tuzlu yiyemiyorum ya bayıyor beni!" Serhat fazlasıyla kırışmış bir yüzle ona döndü. "Kahvaltını tatlı mı yapıyorsun? Sen şimdi pankek üzerine akçaağaç şurubu falan da döküyorsundur!" Serhat memnun bir yüz takındı. "Şurupla işim olmaz. Reçel ve bal on numara!" Gökdemir araya girdiğinde sesi oldukça sivriydi. "Bal hiç sevmem!" derken mavi gözleri yüzümde geziniyordu. Bal rengi gözlerimi ansızın yüzüne çevirdim. Kenan bu esnada, "Sen peki Ülkü? Tatlı mı tuzlu mu?" diye soruyordu. Onun sorusunu duymazdan geldim. Gökdemir'in, yüzünü hedef almış gözlerimde ne gördüğünü biliyordum. Bu sebeple aksiyonlarımı biraz bile gizleme ihtiyacı duymayacaktım. Kalkıp gitmeyi aklımdan geçirirken gözleri gözlerime cesurca bakıyordu. Ve o sinir bozucu bakışlar yerli yerindeydi. "Bal dışındaki tüm kahvaltılıklara tamamım. Ama balı hayatımdan çıkaralı çok oldu." Parmak uçlarımdan saç diplerime tırmanan şeyin adı öfkeydi. Bu kadarı fazlaydı. Gökdemir'in tüm bunlara bu minvalde yaklaşması da, bunu gözüme sokması da yersiz ve sinir bozucuydu. Bana dair, bize dair her şeyi bu kadar değersizleştirmesine gerek yoktu. Öfkesini de nefretini de anlayabilirdim. Fakat bunlar değerli kalmalıydı. Bedenimi harekete geçiren öfkenin önüne geçemedim, geçemezdim de. Ansızın ayaklanmam, "Arkadaşlar bana müsaade. Geç kaldım." demem ve çantamı toparlamam fazlasıyla ani gelişti. Bu ani çıkışıma herkes şaşkınlıkla bakarken Gökdemir de bunu beklemiyor olacak ki afallamış gibiydi. Burak, "Nereye ya? Erken daha kızım. Otur biraz daha." dedi. "Yok, evde yapmam gereken şeyler vardı. Tamamen unutmuşum. Acilen gitmem lazım." deyip sigara paketini ve çakmağı çantaya attım. Kenan da ağır ağır ayaklandı. "Benim de kalkmam lazım. Size iyi sohbetler." Kenan'dan hiç hazzetmeyen Burak tek kelime dahi etmezken masada reaksiyon gösteren tek kişi Gökdemir oldu. Ben önde, Kenan arkamda çıkışa doğru ilerlerken, "Ben de kalkayım." dediğini ve ayaklandığını işittim. Birkaç dakika sonra Kenan'ın beni eve bırakma ısrarlarını nasıl geçiştireceğimi düşünüyordum. O ısrar ederken ben kafamda bahane arıyor ancak acelem olduğunu söyledikten sonra onu reddedecek bir argüman bulamıyordum. Zaten kafam da fazlasıyla dolu olduğu için düşünme eylemini de her zamanki gibi gerçekleştiremiyordum. Üstelik birkaç adım arkamızdan gelen adım seslerinin dikkatimi dağıtması da cabasıydı. En sonunda Kenan ile birlikte otoparka ilerlerken buldum kendimi. Rotamıza adım adım yürürken, "Ülkü!" diye seslendi Gökdemir. Duraksadık. Kenan bir Gökdemir'e bir yüzüme bakarken ben bıkkınlıkla soluyordum. Gökdemir ise gürültülü adımlarla yanımıza ilerlemekteydi. "Sen geç, gelirim ben de." Kenan kısık sesimden aldığı komutla yoluna devam ederken sıkıntılı bir nefes verdi. Arkama dönerken bir kez daha bıkkın bir nefes bıraktım. Gökdemir, Kenan'ın sırtını izleyen gözlerini yüzüme çevirdi. "Efendim?" Kısık sesimde memnuniyetsizlik hâkimdi. Tam karşımda duraksadığında derin bir nefes alıp verdi. Bir yandan beni ağır ağır süzüyordu. Ve gergin görünüyordu. "Niye bana karşı bu kadar öfkelisin?" Sorduğu soru beni önce afallattı, ardından güldürdü. "Deli misin sen? Sence niye?" Dudaklarının içlerini kemirerek sessizce yüzüme bakarken kaşları çatıktı. Kafasının karışık olmadığı ise belliydi. Sorduğu sorunun ne kadar anlamsız olduğunun o da farkındaydı. Tekrar güldüm. "Ben şizofren miyim? Ben tek mi yaşadım o kadar şeyi? Ne demek niye sana karşı öfkeliyim? Bunu soruyor musun?" Yutkundu. Fakat çehresi, gerginliğinden hiçbir şey kaybetmedi. "Yine de bir sözümün üzerine böyle aniden kalkıp gitmen beni şaşırttı." derken suçlayacak birilerini arıyor gibiydi. Kaşlarım şaşkınlıkla kalktı. "Sen mi söylüyorsun bunu Demir? O söylediklerin neydi öyle? Balı sevmiyormuşsun, hayatından çıkarmışsın, aşk şans değil cehennemmiş, yok ilk tanışmayı buluşma sanan insanlar falan... Ne bekliyordun ki? Nasıl bir tepki bekliyordun benden?" "Rahatsızsın benden." dedi kısık bir sesle, bir şeyleri kendine itiraf eder gibi. "Evet! Rahatsızım! Bunu görmeyecek kadar kör olamazsın! O gün bir daha karşılaşmayız demiştin. Geldin bugün benim masama oturdun. Varlığından rahatsızım. Geriliyorum. Seninle karşılaşmak istemiyorum!" Sessizce yüzüme bakarken çehresinden bir mimik bile okuyamıyordum. Aralık dudaklarıyla, yüzümü ağır ağır aşındıran mavi gözleriyle, öylece susuyor ve bana bakıyordu. Hiç bitmeyecek sandığım sessizliğimizi Kenan bozdu. "Ülkü, acelem var demiştin!" diye seslendiğinde orada bir yerde dikilmiş bizi izlediğini henüz idrak ediyordum. Kenan'a dönüp biraz beklemesini işaret ettim ve yeniden Gökdemir'e döndüm. Gözleri benden halen ayrılmamıştı. "Başka bir şey?" Sesi sorumu yanıtlarken epey kısıktı. "Benden rahatsız olduğunun farkındayım. Zoruma gidiyor bu. Ben de agresifleşiyorum." Derin bir nefes alıp bedenini hafifçe dikleştirdi. Dudaklarını yeniden araladığında sesi biraz daha olağandı. "Aksini denerim." "Deneme!" diye çıkıştım. "Ben geçmişe gitmek falan istemiyorum. Geçmiş geçmişte kaldı, Demir. Benim geçmişle bir alıp veremediğim yok, orada takılı kalmak da istemiyorum. Ben bugündeyim. Ama sen bana geçmişi hatırlatıyorsun. Söylemlerin, imalı sözlerin, laf sokmaların beni o günlere götürüyor. Ben bunun olmasını istemiyorum. Aksini falan deneme." Mavi gözleri yüzümde gezinirken sessiz kaldı yeniden. Kenan bir kez daha, "Ülkü!" diye seslendi. Gökdemir'in gözleri omzumun üzerine kayıp yeniden yüzüme döndü. "Ne yapmamı istiyorsun peki?" Ses tonu ilk kez yapıcıydı. Ben ise yıkıcı olmayı tercih ettim çünkü Gökdemir ile karşılaşmak beni gerçek anlamda sarsıyordu. Ki ben zaten zor günlerden geçiyordum, bir yük daha taşıyacak gücüm yoktu. "Bence karşılaşmayalım. Böylesi daha iyi olur." Mavi gözlerine yerleşen afallamayı anbean izledim. "Bu kadar mı nefret ediyorsun benden gerçekten?" Sesindeki merak oldukça sahiciydi. Gözlerim arasında gidip gelen maviliklerindeki merak da öyle. "Senden nefret etmiyorum." Bunu inkar eder gibi başını iki yana sallamaya başladı. "Böylesi daha iyi, Demir. Karşılaşmayalım. Çünkü karşılaştığımızda kötü hissediyorum." Sessizce yüzüme bakmaya devam etti. Bu tepkimi beklemediği açıktı. "Gitmem gerek. Hoşça kal." Bir süre yüzüme baktı. Yüzü git gide karışıyordu. Öfke de kırgınlık da aynı anda yerleşiyordu yüz hatlarına. Aynı hisleri taşıyan kısık sesiyle, "Ne yaparsan yap Ülkü!" dedi dişlerinin arasından. Arkasını dönüp birkaç hızlı adım savurdu. Birkaç saniye uzaklaşan bedenini izleyip ters istikamete döndüm. Ben arkamı dönerken o duraksamıştı. Kenan'ın yanına ilerleyip arabaya binerken de, araba çalışırken de, otoparkın çıkışına doğru ilerlerken de gözlerini üzerimde hissediyordum. Kenan yola çıktığımız ilk andan son ana kadar susmamaya yemin etmiş gibiydi. Sürekli bir şeyler soruyor, bir şeyler söyleyip duruyordu. Her ne kadar onu yanıtlamak istesem de kafam o kadar doluydu ki söylediklerinden sürekli kopuyor ve dikkatimi toparlayamıyordum. Bir süre sonra duyabildiğim şeylere cevap verirken anlayamadıklarımı geçiştirmeye başladım. Beni sokağın başına getirdiğinde teşekkür ederek arabadan indim. Hızlı adımlarla eve yürürken yağmur çiselemeye başlamıştı. Eve girdiğimde Funda ve Eylül'ün bir yere gitmek için hazırlandığını gördüm. Ne onlar hoş geldin dedi ne de ben hoş buldum dedim. Hiç konuşmadan odama ilerledim. Gün içinde uykumu almama ve bedenen fazla yorulmamama rağmen fazlasıyla yorgun hissediyordum. Bedenimi yatağa gürültülü bir şekilde bıraktım. Üzerimi bile değiştirmeden öylece uzanmaya başladım. Birkaç dakika sonra holden gelen gülüşmeleri işittim. Ardından dış kapının sesi duyuldu. Derin bir nefes çekerken gözlerimi kapattım. Cama vuran yağmur damlaları artık biraz daha şiddetliydi. Gözlerimin önündeki tek şey onun yüzüydü. *** Yorum satırı 💙 Twitter: esaturk07 / Instagram: esaturk_07 / Wattpad: esaturk
|
0% |