Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8 - SAĞANAK

@esaturk

Hoş geldinizzz 💙 Oy ve satır arası yorumlarınızı ihmal etmeyin 💙

***

"Kaç tane alacaksın daha?" diye soruyordum. Sesim yankılı ve tizdi. Sesim oturmamıştı.

"On altı," diyordu genç sesi. Sesindeki heyecanın notaları kalbime dokunuyordu.

"Neden on altı? On altı yaşındayım diye mi?" diye sorarken şuursuzca kıkırdıyordum. Ancak biliyordum ki gülüşüm onu rahatsız etmiyor, aksine daha geniş gülümsemesini sağlıyordu.

O güzel gülümsemesi ile yüzüme baktı, baktı, en sonunda, "Hayır." dedi ve devam etmek için dudaklarını araladı. "Ayın on alt-"

Fazlasıyla büyük bir gümbürtü, uykumdan korkuyla sıçramama sebep oldu. Gözlerim büyümüş bir hâlde yatakta nefes nefese otururken ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor ve kendime gelmeye çalışıyordum. Hâlâ uykuda mı yoksa gerçeklikte mi olduğumu sorgularken aklımı yitirip yitirmediğimi sorgulamaya başlamıştım.

Bir gümbürtü daha koptu. Kalbim canla başla atarken gümbürtünün dış kapıdan geldiğini fark ettim. Soluk soluğa kapıya bakmaya başladım. Uyku sersemliği ile ne olup ne bittiğini anlamaya çalışırken aklım bir yandan ahmakça az önceki tatlı rüyama gitmek istiyordu.

Kapıda yeniden gümbürtü koptuğunda birinin kapıyı yumrukluyor olabileceğini düşündüm. "Funda! Kapıyı aç!" diye bağırdı bir erkek sesi. Belki az önce de bağırmıştı ve olan biteni henüz idrak edebilmeye başlamıştım.

Gözlerimi kırpıştırıp soluklandım. Nefeslerim yavaş yavaş düzene girmeye başlamıştı fakat yine de kalbim korkudan halen sarsılıyordu. Yanımda duran telefonumun ekranına baktım. Saat 00:18'di.

Kapı yeniden yumruklandığında yerimde bir kez daha sıçradım. "Funda!" diye bağırdı dışarıda dikilen, adını dahi tam hatırlayamadığım çocuk.

Evden çıt çıkmıyordu. Ne Funda'nın ne de Eylül'ün sesi işitiliyordu. Tek duyduğum şey peş peşe çektiğim nefeslerimin sesiydi. Kısacık bir süre içinde onların ben eve geldiğimde dışarı çıktıklarını hatırladım. Fakat eve geldiğimde saat neredeyse sekizdi. Bu kadar saattir dışarıdalar mıydı gerçekten?

Tam onlar için endişelenmeye başlayacağım sırada kapıda daha büyük bir gümbürtü koptu. Muhtemelen bu sefer kapıya tekme atmıştı.

Yerimden fırlayarak odamın kapısını açtım. İçeriyi kolaçan ettim, kızlar yoktu. Yeniden odaya gidip telefonumu alırken adının Okan olduğunu sandığım çocuk kapıyı avucunun içiyle tokatlıyor ve Funda'ya sesleniyordu.

Uyku hâlini üzerimden artık tam anlamıyla atmış, biraz daha sağlıklı aksiyonlar almaya başlamıştım. Fakat bu, korkunun artık tüm bedenimi ele geçirmesine sebep oldu. Çünkü biraz daha sağlıklı düşünebiliyordum ve Okan'ın ayık olmadığı belliyken ne kadar ileri gideceği belli değildi.

"Lan açsana kapıyı!"

Telaşla Funda'yı aramaya koyuldum. Yumruklanan dış kapının önünde volta atıyor, tırnaklarımı korkuyla kemirerek Funda'nın çağrıyı yanıtlamasını bekliyordum.

Yanıtlamadı.

Sıkıntıyla oflarken bu kez Eylül'ü aramaya başladım. Kapının ardından halen Funda'nın erkek arkadaşının sesi gelirken kalbim ağzımdan çıkacak gibiydi.

Öfkeden gözü dönmüş bir insanın yapabilecekleri; beni her şartta, fazlasıyla korkutuyordu.

Yerimde stresle adımlarken Eylül de çağrımı yanıtlamadı. Yeniden Funda'yı aramaya koyuldum. Her gün okuduğum haberler gözümün önünden geçerken korkudan ağlamak üzereydim.

Hayatımda ilk kez bu kadar savunmasız ve yalnız hissediyordum.

"Funda! Aç şu amına koyduğumun kapısını!" diye bağırdı Okan.

Funda'nın çağrısı uzun uzun çalarken Okan'a seslenip Funda'nın burada olmadığını söylemek geçti aklımdan. Ama o zaman evde birilerinin olduğundan emin olup kapıyı açmam için daha çok ısrar edebilirdi. Üstelik Funda'nın evde olduğunu sakladığımı da düşünebilir ve daha da öfkelenebilirdi.

Panikten ağlamak üzereyken çağrı sonlandı. Bu esnada komşuların sesi duyulmaya başladı. Karşı dairemizdeki Hüsna teyze, "Defol git buradan gece gece!" diye bağırıyordu. Sesi fazlasıyla boğuk geliyordu, sanırım o da kendi kapısını açmamıştı. Açamazdı da; yalnız yaşayan bir kadındı.

Okan onu umursamadı bile. "Funda!" diye seslenirken sesi biraz daha alçaktı. "Aç şu kapıyı güzelim, konuşalım, hadi!" Normal seviyeye indirdiği sesiyle dökülen kelimeler tam anlamıyla sarsılıyordu. Alkollü olduğundan artık neredeyse emindim.

Eğilip dürbünden baktım. Başı önünde eğik, nefes nefese soluklanan birini görmeyi beklerken çocuğun dürbüne diktiği büyümüş kızarık gözleriyle karşılaştım. Hiç beklemediğim bu görüntü ile yerimde irkilip gerilerken minik bir çığlık atmamış olmayı umdum.

"Aç şu kapıyı!" dedi dişlerinin arasından. Ardından kapıya bir yumruk daha attı.

"Yeter! Defol git kızların kapısından, serseri seni!" diye bağırdı Hüsna teyze.

"Ya teyze sen karışma bi'!"

Kapının arkasında nefes nefese konuşulanları dinlerken Funda'yı yeniden aramaya başladım. Gözlerim korkudan yavaş yavaş ıslanmaya başlamıştı. Ve kalp atışlarım, uyandığımdan beri biraz daha sağlıklı düşünebiliyor oluşuma tezat olarak henüz düzene girememişti. Çağrı uzun uzun çaldı. Hüsna teyze, "Polis çağırdım! Geliyor! Bekle bakayım sen gece gece ev basmak ne demekmiş!" diye öfkeyle seslendi.

Funda telefonumu açmadı. Olduğum yerde yere çöküp kollarımı dizlerimin etrafından sardım. Islanmış gözlerimden birer küçük yaş yuvarlandı yanaklarıma. Okan'ın gitmesini beklemekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. Ve uykudan bu şekilde korkuyla uyandırılmış olmam sebebiyle kalbim halen sakinleşememişti.

Düşünceli ve korku dolu bir tavırla zemini izlerken birkaç saniye sonra kapıya iki tekme daha attı. Ansızın kopan bu gümbürtü ile yerimde bir kez daha sıçradım. Kalp çarpıntım hızlanırken sessiz birer yaş daha döktüm. Burnumun direği sızlıyordu.

"Funda!" diye seslendi Okan. Sesi artık biraz daha yorgun çıkıyordu. Dişlerinin arasından, "Sen beni ararsın daha kızım!" dedikten sonra kapıya son kez hafifçe vurdu. Ardından adım seslerini işittim.

Bir-iki dakika sonra aynı noktada gergin bir şekilde otururken kapı sakince çalındı. Yeniden irkildim. Kalkıp kalkmamak, kim olduğuna bakıp bakmamak konusunda ikilemdeyken Hüsna teyze kısık bir sesle, "Kızlar!" diye seslendi.

Derin bir oh çekerken sayıları birer birer çoğalan yaşlarım birbirini takip etti. Ayaklanıp dürbünden baktım, yalnızdı. Ağlayışım, ayağa kalkarken artık pek de sessiz değildi. Kapıyı açarken ise kelimenin tam anlamıyla gözyaşları içindeydim. Hüsna teyzenin sesini duymak, sinirlerimi boşaltmama sebep olmuştu.

Hüsna teyze merak ve endişeyle bakıyordu. Beni görür görmez, "Sarı kızım, iyi misin?" diye sordu telaşlı bir sesle.

Başımı iki yana sallarken tekleyen göğsüm sebebiyle konuşamayacak bir hâle gelmiştim. "Kızlar nerede? Yalnız mısın?" diye sordu merakla, içeride göz gezdirerek.

Hüsna teyzeyi içeri aldım. Bana sarılmasıyla hıçkırıklara karışmam bir oldu. Kızlar gelene kadar yanımda kalmasını rica ettim. Kızlar gelene kadar yalnızca bir-iki soru sordu. Sakinleşebildiğim ilk anda sorularını yanıtladım. Onlar gelene kadar sessizce, yağmurun sesini dinleyerek oturduk.

Düşündüğüm tek bir şey vardı; bu evde bir değil, üç kız yaşıyorduk ve içimizden biri sevgilisine bu evin adresini söyleme gafletinde nasıl bulunabilirdi?

***

Funda ve Eylül'ün eve gelmesi saat ikiyi bulmuş, hatta geçmişti. Kıkırdayarak içeri girdiklerinde Hüsna teyze onları merakla baştan aşağı süzüyordu. Alkollü oldukları da, Hüsna teyzenin bundan rahatsızlık duyduğu da, kızların bundan çekineceği de açıktı. Hüsna teyze fazlasıyla memnuniyetsiz görünüyordu ancak biliyordum ki bu memnuniyetsizliğin tek sebebi kızların alkollü olması değildi; bu gece bu apartmanda yaşananlara Funda sebep olmuştu. Ve ikimiz de bu konuda fazlasıyla gergindik.

Hüsna teyze, kızlar geldiği an ayaklanıp bize iyi geceler diledi ve evine gitti. Ben sakince onları izlerken onlar Hüsna teyzenin kendilerinin bu hâlini görmüş olmalarından rahatsızlardı. Ve hatta beni azarlamaya başlamışlardı.

İlk olarak Eylül, "Ülkü kadını neden içeri alıyorsun?!" diye bağırdı. Ve ardından, "Bizi böyle görmemeliydi! En başta konuştuk ev sahibiyle, biliyorsun! Ya şimdi gidip yetiştirirse?! Nasıl bu kadar salak olabiliyorsun ya?!" diye devam etti.

Sakince yüzüne bakarken söze Funda karıştı. "Bizim dışarıda olduğumuzu biliyorsun, geç geleceğimiz belli, içki içeceğimiz belli! Ne bok yemeye kadını eve alıyorsun?! Böyle mi cezalandırıyorsun bizi?! Ya ev sahibine söylerse, adam ailelerimizi ararsa?! Düşman mısın kızım sen bize?!"

Sakin bir tavırla ardıma yaslandım ve kollarımı bağladım. Sakinliğimin temelinde, ağlama krizinden henüz çıkmış olmam yatıyordu. Ve bu sakinliğim tam anlamıyla fırtına öncesi sessizlikti.

Kıyılarıma şimdilik sadece birkaç küçük dalga vuruyordu, birazdan bir tufan çıkacaktı ve hep birlikte boğulacaktık.

Kısık ve sakin bir sesle, "Okan geldi." derken kadrajımda Funda vardı.

"Okan kim?" diye sorarken çatıktı kaşları.

"Sevgilin değil mi? Fen-Edebiyat Fakültesi'nin önünde görmüştüm sizi. Bir kere Eylül'e bahsederken duymuştum ismini. Okan değil mi adı?"

Gözleri heyecanla büyürken şevkle, "Ozan!" dedi ve gelip yanıma oturdu. "Ne dedi? Ne yaptınız? Ne oldu?"

Bir süre gözerine baktım. Göz kapaklarım gözlerime batıyordu. "Ne yapacağız canım," dedim olağan bir tavırla. "İçeri aldım, kahve içtik, sen gelmeyince de gitti." derken sesimde sinir bozucu bir durağanlık vardı.

Kaşları merakla çatıldı. Eylül bu esnada banyodan aldığı makyaj temizleme suyu ile makyajını çıkarıyor ve tam karşımızda oturuyordu. Funda meraklı gözlerini Eylül'e çevirip yeniden bana döndü. Söylediklerimi yadırgadığı yüz ifadesinden belliydi. Yüksek ihtimalle kavga etmiş ya da ayrılmışlardı. "Ne konuştunuz peki?" diye sorarken halen fazlasıyla heyecanlıydı.

Hayret içinde yüzünü izledim. Gerilerde bir yerde saklanan öfkem yeniden ayyuka çıkmaya başlamıştı. Dişlerimi sıkarak, "Ozan bu evin adresini neden biliyor?!" diye sordum.

"Ne demek neden biliyor? Sevgilim çünkü, Ülkü. Kaç kere eve bıraktı beni. Bilecek tabii ki!" deyip orta sehpadan aldığı lastik tokayla uzun saçlarını bağlamaya başladı.

Ben ise bu cevapla, bir anda, kelimenin tam anlamıyla öfkeden deliye döndüm. Orta sehpada duran mumlardan birini ansızın elimin tersiyle aşağı iterken, "Dalga mı geçiyorsun Funda?!" diye bağırdım.

Eylül'le göz göze gelip aynı anda bana döndüler. Bu çıkışımla ikisi de irkildi fakat Funda'nın yine de gardını almış gibi bir hâli vardı. Ona bağırmamdan hoşlanmadığı her hâlinden belliydi. "Pardon?! Ne oluyoruz Ülkü?!" diye çıkıştı.

Ağır ağır ayaklanırken tüm gücümle bağırmaya başladım. "Senin psikopat keko sevgilin benim yaşadığım binayı, yaşadığım evin kapısını neden biliyor Funda?! Dalga mı geçiyorsun?! En baştan konuşmadık mı?! Sevgililerimiz, flörtlerimiz bu evin tam yerini bilmeyecek demedik mi?!" Sözlerimi sarfederken öfkeden üzerine doğru eğilmiştim.

Üzerine meyilli olduğum için yerinden kalkamadı ancak yine de duruşunu dikleştirdi. Çenesini kaldırıp, "Bağırıp durma bana be! Manyak mısın nesin?! Çık git şuradan!" diye çıkışırken kolumu itti.

Beden dilimle üstünlük kurmuş olmamdan hoşlanmamıştı apaçık.

Uzun ve fazlasıyla sıkıntılı bir nefes çekerken yerimde dikleştim. Bir-iki adım gerileyip aramızdaki mesafeyi açarken öfkeyle soluklanmaya başlamıştım. Kazandığı bu boşluk, bana çıkışmaya devam etmesine sebep oldu. "Sevgilim o benim, tabii bilecek evimi! Salak mısın nesin ya?! Neyin hesabını soruyorsun?! İki sene önce konuştuğumuz ve havada kalan şeyi mi savunuyorsun?!"

Bir yandan gözlerimi sıkıca yummuş, bir yandan ellerimi saçlarımdan geçirmiştim. Sakinleşmek istiyordum fakat bunun mümkün olmadığını biliyordum. Funda'nın saçmalıkları beni öfke denizine biraz daha çekmişti.

Sessiz kaldığım bu bir saniyede, "Senin sevgilin yok diye ben de sevgilimden evimi saklayacak değilim!" dedi. Belli ki sessizliğimin, ona üste çıkma fırsatı yakalattığını ve hatta belki de haklı çıktığını düşündürüyordu.

Gözlerimi yeniden açtığımda üzerine atlamamak için zor tutuyordum kendimi. Yeniden bağırmaya başladım. "Ulan çocuk geldi kapıya dayandı! Evde tekim! Uykudayım! Kapı yumrukluyor senin sevgilin! İçmiş içmiş gelmiş kapıya! Bas bas bağırıyor, kapıya tekme atıyor! Evde tekim ve uyuyorum diyorum Funda!"

Biten nefesimi geri çektiğimde boğazım acıyordu. Şakaklarımdaki ve hatta alnımdaki damarların belirdiğinden emindim. Yüzümün kızardığından da. Funda hayret içinde yüzüme bakarken, "Ya girse eve? Bina eski! Kapı eski, tahta! Kırsa, içeri girse ne yapacağım ben?! Korkudan şurada hüngür hüngür ağladım!" diye bağırıp kapının önünü işaret ettim. "Senin sevgilin benim kapıma dayanamaz!" Nefes bile almadan bağırıyor, yine de biriken öfkemi tam olarak kusabildiğimden emin olamıyordum.

Hayret içinde, kısık bir sesle, "Ne diyorsun sen be?!" diyerek ayaklandı. Karşıma dikildiğinde o da yükseltti sesini. "Ne demek eve girse ne olacak?! Ne yapacak sana?! Ne yapacak, taciz mi edecek seni Ülkü? Sana saldıracak mı sanıyorsun? Sen ne sanıyorsun kendini tam olarak?!"

Şaşkınlık içinde yüzüne bakarken öfkeden soluk soluğaydım. Donakalmış, öylece gözlerine bakıyor ve aralık dudaklarımı hareket ettiremiyordum. En sonunda, "Sen ne dediğinin farkında mısın Funda?" diye mırıldandım zorlukla. Akabinde sesim olağan tonuna çıktı. "Meseleyi nereye çekiyorsun öyle? Alkollüydü diyorum sana. Öfkeliydi. Hatta delirmiş gibiydi. Gözü dönmüştü çocuğun. Öfkesini kontrol edemeyen insan cinayet bile işler Funda, sen neyin kendini beğenmişliğinden bahsediyorsun?" Ortalama bir tonda seyreden sesim yeniden yükseldi. "Sevgilim gece gece içmiş kapına dayanmış, seni korkutmuş, özür dilerim diyeceğin yerde nasıl beni suçlayarak üste çıkmaya çalışabilirsin ya?! Hasta mısın kızım sen?!"

"Ya yeter Ülkü!" diye bağırdı. Eylül oturduğu yerde hayret içinde izliyordu bizi. Yine de kime hak vereceğini çok iyi biliyordum. "Burası sadece senin evin değil! Biz üç kişi yaşıyoruz bu evde! Benim evim, benim evim deyip durma!"

Ellerimi öfkeyle yüzüme çarpıp geri açtım. "Ya ben de bundan bahsediyorum Funda!" Funda ile neredeyse burun buruna gelmiştik ve artık tetikte bekleyen Eylül de ayaklanmış, merakla olacakları izliyordu. "Burası sadece senin evin değil! Burada tek yaşıyormuş gibi davranamazsın! Burada iki genç kız daha yaşıyor! Kafana göre ev adresini veremezsin kimseye, o kişi sevgilin bile olsa! Bunun kendimi beğenmişliğimle alakası falan yok! Bu eve ilk çıktığımızda sizin sevgiliniz yokken benim vardı! O zaman tek sevgilisi olan kişi olarak bu fikri de ortaya ben attım! Ya hak vermediniz mi siz bana o zaman?!" Gözlerim ikisinin yüzüne sıra sıra dokunurken öfkeden düşüp bayılacak gibiydim. Vücut ısım yükselmişti, gözlerim neredeyse yerinden çıkacaktı ve ertesi gün sesimin kısılacağından emindim.

İkisi de dudaklarını araladı fakat araya girmelerine müsaade etmedim. "O zaman iyiydi, şimdi niye böyle oldu?! E o zaman haklıydım ben! Şimdi niye bunlar konuşulmamış gibi davranıyorsun Funda?! Bu yaptığın bencillik!"

Funda'nın çehresindeki doludizgin öfkenin yanına alay da yerleşirken baştan aşağı süzdü beni. Kısık bir sesle, "Kusura bakma ama asıl senin yaptığın kıskançlık." dediğinde ellerimi yeniden öfkeyle yüzüme çarptım. Üstümü başımı parçalamak, saçlarımı yolmak ve hatta evi birbirine katmak istiyordum. Bu öfkeyi başka türlü dışa vuramazdım.

Funda, "Biz Ozan'la bir buçuk yıldır sevgiliyiz ve bu hafife alınmayacak kadar uzun bir süre, Ülkü." dedi. Ben öfkeyle soluklanırken ve hatta artık sinirden gülmeye başlamışken o hiç susmadan devam etti. "Sevgililer kavga eder, barışır. Bizim fırtınalı bir ilişkimiz var sadece! Abartıyorsun! İçeri girip sana zarar verecek biri de değil, seni beğenip taciz edecek biri de değil! Kendini bu kadar değerli görme!"

Öfkeyi dışa vurmaya çalıştığım gülüşüm kahkahaya döndü. Kafayı yemiş gibi iştahla gülüyordum. Kızarık yüzümde de, ısısı yükselmiş bedenimde de şimdi öfkenin değil kahkahanın izleri vardı.

Üstelik içten içe kendime kızmaya da başlamıştım bu kahkahanın tam ortasında. Toksik ilişkisini fırtınalı bir aşk zanneden bir aymaza nasıl laf anlatacaktım ki?

"Her şeyin merkezinde sen varsın sanıyorsun!"

Gülmeye devam ettim ancak gülüşüme dişlerimi sıkmam eşlik etti. Ben güldükçe o öfkelendi ve sesi yükseldi. Kahkaham hiç bitmeyecek gibiydi. Funda'nın canımı yakma çabası hiç bitmeyecek gibiydi.

"Kendini dünyanın merkezi sanıyorsun Ülkü! Ben merkezcisin! Her şeyin sebebi sensin sanıyorsun! Dünya senin için dönüyor, erkeklerin hepsi sana aşık, lider sensin, en güzel kız sensin ve herkes seni arzuluyor sanıyorsun! Sen kendini bu hayatın başrolü sanıyorsun! Sıkıldım artık! Bu kendini beğenmişliğin yüzünden şu kıza bile demediğin kalmadı!" derken Eylül'ü işaret ediyordu.

Kahkahamı ansızın frenledim. Gözlerimden bir anda yaşlar boşalmaya başladığında, "Yeter!" diye bağırdım, sesim çatladı. "Bıktım sizin ithamlarınızdan!" Yakalarımı silkerken gözyaşlarım yanaklarımdan aşağı akıyordu. Çünkü ben bunlarla suçlanmaktan bıkmıştım. Tüm sesimi dışarı iterek bağırmaya devam ederken delirmiş gibi dağıtmaya başladım ortalığı.

"Haklıydım!" diye hecelerken elime geçen kırlenti yere fırlattım. "Şu kız dediğin kız yüzünden ayrıldım ben sevgilimden! Sonra pişkin gibi geldi o tweetlerin senin ilişkinle alakası yoktu dedi! Beni salak yerine koymaya çalışmanızdan bıktım!" diye gürlerken önüme denk gelen, az önce elimin tersiyle ittiğim mumu tekmeledim, öfkem azalmadı.

En ilkel içgüdülerden olan şiddeti açığa çıkarma ve can yakma isteğim biraz bile dinmiyordu. Yine de öfkemi objelerden çıkarmaya çalıştım. Hiç susmadan bağırdım. Onlar söze karıştı mı bilmiyorum; tek bildiğim durmaksızın ağladığım, bağırdığım ve bir şeyleri sağa-sola savurduğumdu.

"Oraya yazdığı her şeyi ben zaten görmüştüm, fark etmiştim Funda! Bana şizofren muamelesi yapmaktan vazgeçin!" Elimin tersiyle Eylül'ü işaret ederken kelimelerim hıçkırıklarımın arasından zor dökülüyordu. "Bal gibi yazmıştı işte; arkadaşımın manitası çok hoşuma gidiyor, hastayım lavuğa diye! Neyi savunuyorsun bana kızım sen?! Yine de onu suçlamadım, bağırmadım, çağırmadım! Sadece sordum bu hesap sana mı aitti diye! Hayır dedi! Üstelemedim ama biliyordum onun olduğunu! Sonra da ağzından kaçırdı zaten!" Sesim evde peş peşe yankı yaparken ve dış kapı artık çalınmaya başlamışken orta sehpayı tekmeledim. "Neden sürekli beni suçluyorsunuz?! Bıktım artık! Sizinle aynı evi paylaşmaktan bıktım ben!"

Eylül suçlamaların hedefindeki kişi olarak güldü. "Ülkü biz de seninle aynı evde yaşamaktan memnun değiliz, merak etme." dedi, söylediklerimi inkar bile etmeden. Abartılı tavrım karşısında sakinliğini inanılmaz iyi bir şekilde koruyordu.

Nefes nefese, gözlerimden yaşlar boşalarak yüzüne bakarken fazlasıyla doğru bir şey söyledi ve bu şey bu evde ilk kez dile geliyordu. "İki kişi giderleri denkleştiremiyorduk, üçüncü kişi lazımdı. Dönem ortasıydı, kimseyi bulamıyorduk. Sen de hatırlarsan yurtta 'yine' birileriyle sorun yaşamıştın ve eve çıkmak istiyordun." Yine kelimesini söylerken elleriyle tırnak işareti yaptı.

Ben öfkenin açıkça görüldüğünü bildiğim kızarık ve yaşlı gözlerimi bir kez bile kırpmadan kalkıp inen göğsümle yüzüne bakarken kollarını bağlayıp sakin bir sesle devam etti. "Sen de eve çıkmak istediğin için mecburen seninle kesişti yollarımız. Bu eve gel diye sana yalvarmışız gibi davranma. Senin eve çıkmaya, bizim de ev arkadaşına ihtiyacımız vardı." Beni baştan aşağı süzdü. "Fazla dramatik davranıyorsun."

Kaşlarım kalkarken sol gözümden bir yaş düştü. "Dramatik davranıyorum?"

Dış kapı yeniden tıklatılırken Eylül başını salladı. Funda ise çoktan koltuğa geri oturmuştu. Aynı senaryoyu yaşamaktan sıkılmıştım. "Ailen yurtta yaşadığın sorunları biliyor mu?" diye sordu. "Babanla bu ev meselesi yüzünden papaz olduğundan haberdarız."

Kaşlarım biraz daha kalktı. Bu riyakarlık midemi bulandırıyordu. "Ne yapacaksın Eylül?" diye mırıldanırken ona doğru iki adım atıp tam önünde bittim. "Arayıp haber mi vereceksin? Yurtta bir hırsızlık yaşandığını ve suçun bana kaldığını mı söyleyeceksin? Ara." Yeniden yükselttim sesimi. "Ara! Sizden de bu beklenir zaten!"

Gitmek üzere kapıya doğru dönüp duraksadım. Yeniden onlara döndüm çünkü artık susmak istemiyordum. Bir kez daha var gücümle bağırmaya başladım. "Sizin bana, benim size ihtiyacım vardı! Eve geleyim diye bana yalvarmamış olabilirsiniz ama ben de kalmak için yalvarmadım!" Avucumu masaya çarparak, "Şimdi siktir olup gidiyorum!" diye bağırırken tüm sesimi ittim. "Siz de dönem ortasında ev arkadaşı mı bulursunuz, giderleri denkleştirmeye mi çalışırsınız, ev mi değiştirirsiniz, ne bok yerseniz yiyin!" diye delirmiş gibi bağırırken bu kez masada duran peçeteliği ve kablolu kulaklığı fırlattım. En sonunda işaret parmağımı onlara doğrultup sallarken, "Gelip eşyalarımı alacağım! O eşyaların tek bir parçasına zarar gelmiş olursa o zaman asıl Ülkü'yü görürsünüz, bu gördüğünüz daha hiçbir şey!" diye bağırarak sözlerimi bitirdim.

Masadaki telefonuma uzanıp hızlı adımlarla kapıya ilerlerken halen gözyaşı döküyordum. Dış kapıyı açtığım an Hüsna teyze ile karşılaştım. Endişe ile bakıyordu yüzüme. "Ne oldu kızım, iyi misiniz?"

Ayakkabılarımı giyerken içeriye göz gezdirdim. "Artık açıklarsınız ev sahibine alkol meselesini, kapıya dayanan serseri meselesini falan! İlla ki biri söyler!"

Eylül, yurtta olanları babama söyleme tehdidine karşın yaptığım misilleme sebebiyle yerinde rahatsızlıkla dikleşti. Funda bu esnada ayaklandı. Bu tehdit onu fazlasıyla öfkelendirmiş görünüyordu. "Ya defol git Ülkü!" diye bağırdı fakat ne bunun için beni suçlayabildi ne de bir karşılık verebildi.

Suçluluk psikolojisinin insan davranışları üzerindeki etkilerini fazlasıyla seviyordum.

***

Saat sabah iki buçuğu geçtiği için sığınacak tek bir yer bile bulamıyordum. Sağanak yağmurun altında sırılsıklam olmuş bir hâlde öylece yürüyor ve yürüyordum. Evden aceleyle çıktığım için üzerime bir şey almaya fırsatım olmamıştı. Hoş, fırsatım olsaydı da bunu o an zaten akıl edemezdim.

Sokaklarda bir asalak gibi dolaşırken ve kalacak bir yer ararken ilk yaptığım Leyla'yı aramak olmuştu. Saat geç olduğu için çekinsem de telefonu hemen açmıştı. Önce hâlini hatırını sordum. Bir süre lafladık. İyi de oldu; kalacak yere ihtiyacım olduğunu söylemem için cesaretimi toplayacak zamana ihtiyacım vardı. Tam kendimi hazır hissedip söze gireceğim sırada arkadan annesinin sesi geldi. Kadın gecenin bu saatinde bas bas bağırıyordu. Babasının sesini duymam da uzun sürmedi.

Leyla telefonu apar topar kapatırken gayet olağan ve neşeli bir sesle annesinin kendine seslendiğini söyledi. Muhtemelen evde dönen kavgayı duymadığımı sanıyordu. Bunu bana her zamanki gibi yansıtmamaya çalışırken her zamanki gibi kendince fazlasıyla haklıydı.

Üstelememiş, iyi geceler dileyip telefonu kapatmıştım.

Leyla'nın telefonunu kapatalı dakikalar olmuş, belki yarım saat geçmişti aradan. Bu süreçte Burak ve Ayla'yı aramayı düşündüm. Fakat ikisi de aileleriyle yaşıyordu. Vazgeçmem kaçınılmaz oldu.

Sokak lambalarının aydınlattığı karanlık sokaklardan geçerken artık düşündüğüm tek bir şey vardı. Annemi aramak ve evime gitmek istiyordum ancak bir yandan da tükürdüğümü yalamak ve babamı haklı çıkarmak da istemiyordum.

Ev meselesi, açıkça sürdürmeye çalıştığım bir savaştı ve ben bu savaşta bu kadar yol kat etmişken başa saramazdım. Birkaç kulaç daha atsam karaya dokunacaktım, okyanusun ortasına geri dönemezdim.

Fakat kendime yaptığım bu hatırlatmaları neredeyse yarım saattir kafamdan geçirirken ellerim yağmurdan ve serin havadan uyuşmuştu. Çoraplarıma ve iç çamaşırlarıma kadar ıslanmıştım. Üşüyordum. Oysa benim tercihim her zaman yaz değil, kış olmuştu. Yağmurdan saklanmak istiyordum, oysa ben yağmurun altında kalmayı hep çok sevmiştim. Yürümekten ayaklarım, baldırlarım ve kaslarım ağrımıştı, oysa bu hayatta yapmayı en sevdiğim şey önce çizim yapmak, sonra da yürümekti.

O kadar rezil bir hâldeydim ki ezberlerim bozulmuştu.

Geçtiğim sokağın ortasında ansızın duraksadım. Başımı yukarı kaldırıp derin bir nefes alıp verdim. Verdiğim tüm savaşa rağmen evime gitmek istiyordum. Gözlerimi kapatmış, damlaların yüzüme düşmesine izin verirken eve nasıl gideceğimi düşünüyordum. Arabayla bu saatte bile bir saat sürerdi. Üstelik yanımda cüzdanım yoktu. Belki taksiye biner, parayı eve gittiğimde babamdan öderdim.

Peki babam ne tepki verecekti?

Ben sana söylemiştim Ülkü, der miydi? Biz seni şımarık yetiştirdik, yapamazsın tek başına demişti. Bunları yüzüme vurur muydu? Derin bir soluk daha teneffüs ettiğimde yeniden ağlamak üzereydim. Çünkü okyanusun ortasına geri dönmeye hazır değildim.

Yine de telefonu arka cebimden çıkardım. Bir binanın kapısına ilerlerken omuzlarım düşmüş, başım önüme eğilmişti.

Çaresizdim. Hayat belki de tükürdüğünü yalamaktan ibaretti. Belki de tükürdüğümü yalamanın tam zamanıydı. Ve belki de benim yüzümün şimdi eğilmesi gerekiyordu. Okyanus benim evim olabilir miydi? Belki de karaya ulaşmak kaderimde hiç yoktu.

Sığındığım kapı eşiğinde üzerime yağmur damlaları düşmese de fazlasıyla üşüyordum. Bu durum yerimde sallanmama sebep oluyordu. Sıkıntıyla soluklanırken annem telefonu üçüncü çalışta açtı. Telaşlı sesi kısık çıkıyor ve, "Ülkü! Anneciğim iyi geceler! Hayırdır bu saatte, iyi misin?!" diyordu.

Sesimi olağan tutmaya çalıştım. "İyi geceler!" dedim neşeyle. "İyiyim anne, öyle bir arayayım dedim." Sıkıntılı bir nefes verdim. Yalan söylemeyi sevmiyordum. Üstelik birazdan gerçekleri itiraf edeceksem şimdi neşeli ve normal davranmanın ne anlamı vardı ki?

Annem derin bir oh çekti. "Korktum kızım gece gece." Duraksadı. "Dışarıda mısın sen?"

Sağa-sola baktım. Yağmur dışında duyabileceği bir ses yoktu. "Yoo, balkondayım. Uyku tutmadı, öylesine aradım sesini duymak için."

"Aman kızım! Bak gece gece çıkma bir yere ne olur? Gözümüz arkada kalmasın."

"Yok anne, merak etme." dedim kısık bir sesle. Bir yandan yeniden sallanmaya başladım. Bir-iki saniye sessizlik oldu. Bir şeyleri dile getireceksem tam sırasıydı.

Ancak cesaret edemiyordum. Bunca kulacı yok sayamıyordum.

Annem sıkıntılı sessizliğimi sezmiş gibi, "Ülkü bir sorun mu var?" diye sordu. Sesi az evvelki gibi kısık değil, toktu. Muhtemelen yataktan kalkıp içeri geçmişti.

"Yoo, neden olsun?"

Duraksadı. "Bilmiyorum sesin bir değişik geliyor. Sıkıntılı gibisin. Bir şey mi oldu? Olduysa anlat."

"Hayır anne!" diye çıkıştım. Bu cevabım gözlerimi sıkıca yummama sebep oldu çünkü kendime araladığım kapıyı kendim kapatıyordum. "İlla bir şey mi olması lazım aramam için?"

"Ne bileyim, saat geç bayağı."

"Dedim ya uyku tutmadı diye! Bilsem aramazdım."

"Aşk olsun kızım, olur mu öyle şey? Ne demek bilsem aramazdım? Her vakit arayabilirsin. Korktum sadece."

Uzun bir nefes bıraktım. Bu gece ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu ve geçen her dakika, saat biraz daha geç oluyordu. "Yok anne, korkacak bir şey yok. İyiyim, evdeyim. Uyuyamadım sadece, sesini duyayım dedim. Üç gündür konuşmuyorduk."

"Tamam annecim. Öyle diyorsan öyledir."

"Neyse ben seni uyandırdım galiba. Tutmayayım seni, biraz kitap okur yatarım. İyi geceler. Korkuttuğum için kusura bakma." dedim sıkıntıyla.

Sıkıntılarımın sebebi fazlasıyla belliydi fakat annem onu korkuttuğum için sıkıntılı olduğumu düşünmüştü. "Ah annecim ne kusuru ya? İyi geceler, madem uyuyacaksın. Uyuyamazsan ara yine, konuşuruz."

Gülümsedim. "Tamam, ararım."

Telefonu kapatacağım esnada çekingen bir şekilde, "Ülkü!" diye seslendi.

"Efendim?"

"Bak kızım evde sorun falan yok değil mi?" Başımı gökyüzüne kaldırırken gözlerim bir kez daha kapandı ve bu aksiyonuma çektiğim fazlasıyla sıkıntılı nefes eşlik etti. Annem bu esnada sözlerine devam ediyordu. "Bak babanı zar zor ikna ettin. Dünya kadar laf etti dönem ortasında yurttan ayrıldın diye."

"Böyle bir şey olsa bile babamın tavrından dolayı zaten bunu size itiraf edemem ki." dedim dürüstlükle. Kısık sesimin yağmur sesiyle birlikte hiçliğe karışmamış olmasını umuyordum.

Sıkıntılı bir nefes çekip bıraktı. "Ne demek edemem Ülkü?" diye sorarken telaşlıydı. "Ne yapacak, kapıya mı atacak seni? İki söylenir, sonra da susar."

"Yüzüme vurur tüm söylediklerini. Beni uyarmıştı." Sesim git gide kısılıyordu.

"Vursun. Ne olacak?"

Bu yanıt, göğsümün uzun bir nefesle şişip geri inmesine sebep oldu. Söyleyebileceğim her şey ağzımın içine hapsoldu. Annem belki aksini iddia eder diye umut etmiştim. Fakat görüyordum ki annem de benimle aynı fikirdeydi. Tükürdüğümü yalamamaya niyetliydim.

"Neyse ki öyle bir şey yok. Her şey yolunda."

"İyi bakalım, inşallah hep böyle gider." derken uzun bir nefes verdi.

"İyi geceler anne."

"İyi geceler yavrum."

Telefonu kapatıp yeniden arka cebime sıkıştırdım. Sağa-sola baktım. Karanlık sokakta tek bir hareketlilik bile yoktu. Eşikten çıktım. Yeniden yürümeye koyuldum.

Dakikalarca şuursuz adımlar attım. Gözlerimi karanlık ve ıslak zeminde gezdiriyor, sessizce yürüyordum sağanağın altında. Üşüyordum, soğuk neredeyse derimin altına kadar nüfuz etmişti. Susamıştım, fakat ne cebimde beş kuruş ne de olduğum çevrede açık bulabileceğim bir yer vardı. Nereye gideceğimi, kıyafetlerimi nerede kurutacağımı, nerede kurulanacağımı ve sabah okula nasıl gideceğimi bilmiyordum.

Sadece adımlarımın kendi oluşturdukları rotayı takip ediyor ve çaresizce bir yerlere sürükleniyordum.

Dakikalar sonra yoruldum. Yürümekten de, düşünmekten de. Adımlarımın beni bilinçli olarak bir yerlere getirdiğinden emindim. Sokaklar tanıdıktı. Başımı kaldırdım, karşımda yeni tanıştığım o bina vardı. Sol çaprazıma baktım, eski ve boş binanın kırmızı kırık merdivenleri birkaç adım ilerideydi. Yeniden diğer binaya döndüm. Işıkları sönüktü. Eski binaya yöneldim. Eski kırmızı merdivenler oturmam için biçilmiş kaftandı.

Önümdeki arabanın arkasına geçip merdivenlere çöktüm, dizlerimi karnıma çektim, kollarımı bacaklarıma sardım. Üzerimde duran eski balkon, üzerimi tam olarak kapatmaya yetmiyordu. Sağanak üzerime bardaktan boşalırcasına buz gibi dökülürken gözlerimden akmaya başlayanlar fazlasıyla sıcaktı. Cildim o kadar soğuktu ki, yanaklarımdan aşağı yuvarlanan yaşlar kaynayan birer damla gibiydi.

Burada ne işim olduğunu düşünmeden edemiyordum. Yeni öğrendiğim bu güzergah, buraya henüz bir defa gelmiş olmam sebebiyle tam olarak öğrenebildiğim bir rota bile değildi. Bu, bilinçaltımın bana oynadığı bir oyun muydu yoksa ben kendimi burada mı bulmak istemiştim, bilmiyordum.

Buradaydım işte. Gökdemir'in kapısındaydım. Yıllar sonra sığınacak bir liman gibi gelmişti bana. Ve bu kararı ben vermemiştim.

Kalkıp o binaya gidebilirdim, o kapıyı çalabilirdim. Biliyordum; Gökdemir ben aradığımda açardı. Ben gelmesini istediğimde koşa koşa gelirdi. Kal dersem kalır, kapısını çalarsam beni asla geri çevirmezdi. Biz onunla ne noktaya gelirsek gelelim, Gökdemir'in bana tanıyacağı imtiyazlar vardı.

Fakat ben onun için aynılarını yapar mıydım, bundan emin değildim.

Uzun bir süre oturdum orada. Saat belki de üçü geçmişti. Yağmur biraz bile azalmadı, damlaların şiddeti azıcık bile dinmedi. Ne üzerime yağanların, ne gözlerimden yağanların.

Hayatımda ilk kez kimsesiz hissediyordum. İlk kez bu kadar çaresizdim. Ne gidecek yerim, ne çalacak kapım vardı. Kelimenin tam anlamıyla sokakta kalmıştım. Ve bu geceyi atlatsam bile sabah ne olacağını asla kestiremiyordum.

Belirsizlik, omuzlarıma binen bu yeni yükün ismiydi.

Bu negatif düşüncelerle boğuşurken ve kafayı yemek üzereyken, "Ülkü, burada ne yapıyorsun bu saatte?" sorusu tüm tüylerimi ürpertti. Bu ürperişin soğuktan sebep olması için her şeyimi feda edebilirdim.

Başımı zorlukla kaldırıp yaşlı gözlerimi solumda dikilen bedene çevirdim. Hayret içinde ona bakıyordum. Gökdemir de hayret içinde beni izliyor ve ıslanıyordu.

Yanıma çökerken karanlıkta bile rengini netlikle seçebildiğim gözleri beni baştan aşağı dikkatle tarıyordu. Yüzümü avuçları arasına aldı. "İyi misin?" diye sorarken gözbebekleri yüzümün her bir noktasına dokunuyordu. "Ülkü neyin var?" Bu sorusundaki telaş çok daha netti.

Saniyelerce sustum. Onu yanımda göreceğimi beklemiyordum. Saniyelerce cevap bekledi sabırla. Başımı savurdum. Gözlerimden halen yaşlar akarken, "Hiç," diye zorlukla mırıldandım. Ne konuşmaya hâlim vardı ne de kendimi izah edecek gücüm. Üstelik onu bu saatte bir anda karşımda bulmak da beni fazlasıyla afallatmıştı.

Sıkıntılı bir nefes verdi. Elleri saçlarımın uçlarını kavradı. "Sırılsıklam olmuşsun. Kalk hadi." dedi ve ayaklandı.

Bir süre kalkmamı bekledi. Ben ise başımı kaldırmış, asalak gibi yüzüne bakıyordum.

Eğildi. "Hadi Ülkü. Hasta olacaksın. İçeri geçelim." dedi ve kalkmama yardımcı oldu.

İkiletmedim, diretmedim de. Onunla birlikte binaya kadar yürüdüm. Yukarı çıkmam için bana destek verdi. Çünkü hem bacaklarım hem de bir anda sıcak bir ortama dalan bedenim uyuşmuştu. Hatta vücudumun bazı kısımlarının şok etkisiyle alev alev yandığını bile söyleyebilirdim.

Kata geldiğimizde kapıyı hızla açtı. İçeri girip ışıkları yaktı ve içeri girmem için bana yol açtı. Aksiyon almadığımda yüzümü buldu gözleri.

"Ben," Duraksadım. Daha birkaç saat önce karşılaşmamızın iyi bir fikir olmadığını yüzüne söylerken bu yaptığım da tükürdüğümü yalamak değil miydi? Onu görmek istemediğimi söylemişken şimdi kapısında dikilmem, babama karşı aldığım gardın burada yıkıldığı anlamına mı gelirdi?

"Ülkü hasta olacaksın! İçeri geç." dedi telaşla. Bir yandan koluma uzanıp beni nazikçe içeri çekmeye başladı.

Hareket etmedim. "Gidecek yerim yoktu." dedim mırıldanarak ve hatta kekelememek için mücadele vererek. Gözleri, ansızın kurduğum bu cümleyle yüzüme tırmandı. "Yoksa gelmezdim. Gidecek yerim yoktu." Sesim titriyordu. Bu titremenin sebebini kestiremiyordum.

Küçük bir adım atıp önümde bitti. Gök gözleri gözlerim arasında dikkatle gidip gelirken kısık bir sesle, "Neyden çekiniyorsun ki?" diye sordu. Ardından söylediği sözler, neredeyse fısıltı gibi dökülmüştü dudaklarından. "Hayatının hangi evresinde olursan ol, bu eşikten geçmekten çekinme. Biz ne yaşarsak yaşayalım, nereye savrulmuş olursak olalım bu kapı sana hep açık, Ülkü. Bunu sakın aklından çıkarma."

Gökdemir ben aradığımda açardı. Ben gelmesini istediğimde koşa koşa gelirdi. Kal dersem kalırdı. Biliyordum; kapısını çalarsam beni asla geri çevirmezdi.

Sanki zihnimden geçenleri gözlerimden bir bir okuyormuş gibi, "Gel dersen gelirim Ülkü." dedi. Sesi fısıltıdan hâlliceydi. "Biliyorsun; aradığında açarım. Kal dersen kalırım. Kapımdan çevirmem seni."

Kapı eşiğinde; o içeride, ben dışarıda birkaç saniye öylece birbirimize baktık. Göğsünü derin bir nefesle şişirirken beni baştan aşağı süzdü. Gözleri yeniden gözlerimi kıskıvrak kavradı. "Değişmeyen şeyler var. Bu değişmedi. Hiçbir zaman da değişmeyecek." dedi fısıltılı bir sesle.

***

Yorm satırı 💙

Twitter: esaturk07
Instagram: esaturk_07
Wattpad: esaturk

 

Loading...
0%