Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1 - GİRİŞ

@esaturk

 

1 - Giriş

Sezen Aksu - Firuze

22 Kasım 2017 / Çarşamba

Sert Kasım rüzgarı, İstanbul Alsancak Üniversitesi'nin ağaçlarını sarsarken hafif atıştıran yağmur damlaları yüzüme çarpıyordu. Siyah şişme montumun cebinden çıkardığım telefonun ekranındaki mesaj balonuna bir kez daha göz gezdirdim.

Meryem Bağcı:
B-28 olması lazım
İkinci kat olduğundan eminim

Ekrana düşen minik yağmur damlalarını montun kol kısmının altıyla silip telefonu cebime sıkıştırdım. Başımdan geri düşmüş şapkamı bir kez daha başıma geçirdim ancak rüzgar tam karşıdan vuruyordu. Bu sebeple şapkam bir kez daha hızla geri kayarak saçlarımı yaladı. Ağzımın içinde öfkeyle mırıldanarak pes ettim. Hızlı adımlarla büyük avludan ve öğrenci kalabalığının içinden geçip soldaki binaya ilerlemeye koyuldum.

Birkaç büyük adım sonra, üzerinde büyük harflerle mühendislik fakültesi yazan binanın önündeydim. Binanın önündeki üç basamağı koşar adımlarla tırmanıp içeri girdim. Hiç durmadan merdivenlere ilerledim ve öfkeli adımlarımı üst kata doğru savurmaya başladım. Esasen, mühendislik fakültesi binasının, mimarlık fakültesi binası ile neredeyse aynı yapılara sahip olduğunu biliyordum. Ancak bu binaya ilk kez girdiğimden olsa gerek, iç yapısı bana oldukça karmaşık gelmişti.

İkinci kata çıktığımda etrafımda bir tur attım. İki kenara doğru iki ayrı koridor uzanıyordu. Öğle saati olması sebebiyle bina neredeyse boştu. Katta benden başka yalnızca iki öğrenci vardı. Biri önümden geçeceği sırada B-28 adlı dersliğin olduğu koridoru sordum. Beni sağ koridora yönlendirdi ve sağdan dördüncü kapı olduğunu söyledi.

Hızla söylediği tarafa yöneldim. Uzun koridorda ilerledikçe kulağıma bazı sesler çarpmaya başladı. Yaklaştıkça bir müzik melodisi olduğunu anladım. Biraz daha yaklaştığımda sözleri artık netlikle seçebiliyordum.

''Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu, üzüm buğusu gibisin sen Firuze.''

İçeriden erkek öğrencilerin sesleri geliyordu ve Muhammet de muhtemelen bu deliğe girmişti. Son iki adım daha savurdum.

''Kıskanır rengini baharda yeşiller''

Bir erkek sesi, gülerek bir şeyler söylüyordu ancak sesine boğuk kahkahalar karıştığı için söylediklerini anlamıyordum.

Kulak asmadığım cümlesinin henüz yarısında nezaketen kapıyı iki kez hızla tıklatıp içeri daldım. Kapıyı açtığım an gözlerim içerideki öğrencilerin üzerinde hızla dolaşırken o kişinin Ferit olduğunu anladım. Şaşkınlıkla dikleşirken onun şaşkınlığına, attığı kahkahalarını ansızın frenleyen Bora, Akın ve tanımadığım diğer iki çocuk da eşlik etti. Muhammet içlerinde yoktu. Omuzlarım düştü ancak gördüğüm simaların tanıdık olması iyiydi.

''Firuze?'' dedi Ferit sorar gibi. Müzik sesi kesildi. Ayağa kalkıp bana doğru ağır ağır adımlamaya başladı. ''Senin mühendislik binasında ne işin var?''

''Muhammet'i arıyorum ya! Gördünüz mü?'' diye sordum. ''Meryem, B-28'de dersi olduğunu söyledi. Kaçırdım mı?''

Ferit'in kaşları kalktı. ''Burası yirmi dokuz, yirmi sekiz yan derslik.'' dedi başıyla arka duvarı işaret ederek.

Hiç beklemeden teşekkür ettim ve geri dönüp yan dersliğin kapısına koşturdum. Onu bulamadıkça ona olan öfkem daha da harlanıyordu. Kapıyı tıklatıp içeri girdim ancak derslik bomboştu. Omuzlarım çökerken sol ayağımı öfkeyle yere çarptım. Bir süre sakin olmak için kendime telkinler verdim ancak nafileydi. Onu ilk gördüğüm yerde boğazına sarılmak istiyordum.

Pes ederek derslik kapısından çıktım. Koridordaki uzun camların arkasında, üzerine montunu da giymiş olan Ferit, elleri ceplerinde dışarıya bakıyordu. Ansızın bana dönerek, ''Gidiyor!'' dedi. Hızlı birkaç adımla yanına ilerledim. Bir süre avludaki öğrenci kalabalığına göz gezdirdim. İşaret parmağını kaldırıp cama yasladı. ''Bak, dışarı çıkıyor. Şu lacivert montlu değil mi?''

Söylediği noktaya doğru baktım. Ağır adımlarla çıkıyordu okuldan. ''Aptal ya! Evet o!'' Telefonu cebimden çıkarıp aramalara geldim ve Muhammet Bağcı ismine tıkladım. Telefon çalarken bir yandan yavaş yavaş küçülen bedenini izliyordum. Cebinden telefonu çıkardı, ekrana baktı ve kısa bir süre sonra çağrıyı yanıtladı.

''Efendim?'' Sesi oldukça sakindi. Bu ise beni daha da öfkelendiriyordu. ''Nereye gidiyorsun?!'' diye sorarak çıkıştım. ''Sana ne Firuze?'' dedi umarsızca.

Gözlerimi devirerek derin bir nefes aldım. Ferit camlara sırtını yaslamış, kollarını göğsünde bağlamış dikkatle beni izliyordu. ''Salak mısın sen Mami?! Gitme bir yere! Geç Espresso'ya, geliyorum!'' dedim bağırarak.

''Gelme Firuze! Gidiyorum ben!'' derken onun sesi de yüksek perdeden çıkmıştı.

''Ya oğlum aptal mısın sen?! Neyin tribindesin?! Delirtme beni! Gitme bir yere!'' diye bağırdım ancak son cümlemde telefonu kapatmıştı. Çağrının sonlandığını belirten sesi duyduğumda gözlerimi sıkıca kapatarak başımı geri attım. Derin bir nefes alırken çenemi sıkıyordum.

Ferit, merakla, ''Kavgalı mısınız?'' diye sordu. Ona doğru döndüğümde derin bir nefes daha çektim. Başımı salladım ve telefonu cebime soktum. Yeniden yüzüne döndüğümde şaşkınlıkla bakıyordu. ''Evet, ben de şaşırıyorum kavga ettiğimize." dedim öfkeyle gülümseyerek. Gülümsedi. Onun tersine, cama doğru döndüm. Kısa bir süre cama doğru bakarak sessiz kaldım.

Kendimizi devamlı olarak içinde bulduğumuz garip sessizlik anlarından birindeydik. Atıştıran yağmur damlaları sessizliğimize eşlik ediyordu. Bir şeyler söylediğini gördüğüm ancak ne olduğu kestiremediğim gözleri yine yüzümü aşındırıyordu. Ben yine görmezden geliyordum. Oysa gözlerim camın ardındaki avluyu değil, cama vuran yağmur damlalarının arasına sığınan yansımasını izliyordu.

Gözlerim sıra sıra; önünü kaldırdığı siyah saçlarına, sakallarına, siyah gözlerine, düz kaşlarına, belirgin ve esmer elmacık kemiklerine, aralık dudaklarına dokunuyordu. Yüz hatları oturmuştu ve çene hatları kesinlikle yüzünde en beğendiğim yerlerden biriydi. Siyah gözlerinin profilimde dolaştığını netlikle görüyordum. Aceleci olmayan göz bebekleri yavaş yavaş yalıyordu yüz hatlarımı.

Sükunetinin altından yine birçok kelime geçiyordu. Ancak ben yine birini bile okuyamıyordum. Kafasından geçenleri çözmek istiyordum ve dikkatli bakışlarım bu sebeptendi. Ancak onun bu bakışlarındaki ısrarın sebebini anlayamıyordum.

Uzun bir nefes çekerek ona dönerken gözlerini kaçırdı. "Dersin var mı?" diye sordum. "Yok, ikiye kadar boşum." dedi.

Kol saatime baktım. Saat henüz yarımdı; dersine bir buçuk saat vardı. "Öğleden sonraki dersim iptal oldu. Espresso'ya geçeceğim. Bir kahve içer eve geçerim. İstiyorsan gel sen de." dedim. Hiç beklemeden kabul etti ve yaslandığı camdan doğruldu.

Henüz iki adım attığımızda baskın yapar gibi hızla girdiğim dersliğin kapısı açıldı. Akın, Bora ve diğer iki çocuk koridora çıktılar gülüşerek. Adımlarımızı durdurduk ve yanımıza gelmeleri için beklemeye başladık. Diğer iki çocuktan kızıla çalan saçları ve sakalları olan, ''Hadi, PES'e!'' diye seslendi henüz yanımıza gelmeden. Gözlerimi Ferit'e çevirdim. Onun siyah gözleri de benimkileri buldu. Yeniden onlara döndü. ''Yok, siz gidin.'' dediğinde dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırdım ve fark edilmemesi için başımı önüme eğdim.

''Nasıl siz gidin ya?'' Diğer beyaz tenli çocuk oldukça hiddetliydi. ''Oğlum dedik ya turnuva yapacağız diye!'' dediğinde yanımıza varmışlardı. Bora araya girdi. ''Tamam ağabey, gelmesin. Zaten beş kişiyiz. Ferit gelmezse dört oluruz, daha iyi olur. Zaten onun dersi var, geri dönecekti.''

Bora'nın yüzünde olan gözlerim gayriihtiyari olarak kızıl saçları olan çocuğa döndü. Yüzümde gezinen gözlerini kaçırdı. Diğer çocuk ısrar ediyordu. Bu kez Akın da araya girdi ve dört kişilik turnuvanın daha iyi olacağı konusunda çocuğu ikna etmeye çalışmaya başladılar.

Hep beraber yürümeye koyulduk. Ferit ve ben merdivenleri önden inerken diğerleri arkamızdan geliyordu. Çocuk ikna olmuş gibiydi ancak halen ağzının içinde kısık sesle söyleniyordu. İstemeye istemeye, ''Programın varsa gelme.'' dedim Ferit'e dönerek. Sesim fısıltı gibi çıkmıştı. Kaşlarını çatarak başını hızla arkaya doğru attı. ''Belki gideriz diye konuşmuştuk. Kesin değildi.'' diyerek geçiştirdi. Ancak çocuğun söylenmelerine bakılırsa kesin gibiydi. Yine de yanıtlamadım.

Hızlı adımlarla okulun çıkış kapısına kadar ilerledik aynı şekilde. Espresso Lab okulun tam karşısında, otopark ise sağ çaprazında kalıyordu. Ayrılacağımız noktaya geldiğimizde Akın ve Bora ile selamlaştım. Diğer iki çocuğa da başımla selam verdim. Ferit ise hepsine el selamı vermekle yetindi. Henüz iki adım atmıştık ki kızıl olan Ferit'e seslendi. Benden müsaade isteyerek onun yanına ilerledi. Diğerleri ise otoparka doğru yürüyordu.

Çocuk Ferit'e bir şeyler söylerken ben bir kenarda şapkamı başıma geçiriyordum. Gözlerinin bana dokunduğunu gördüğümde aynı anda Ferit'in gözleri de şaşkınlıkla beni bulmuştu. Akabinde çocuk birkaç şey daha sordu. Ferit'in şaşkınlığının yerini düz bir yüz ifadesi aldı onu yanıtlarken. Konuşurlarken çocuğun üzerime dokunan gözleri sebebiyle rahatsızca dikleştim. Gözlerimi o tarafa çevirmiyordum ancak çocuğun gözleri devamlı olarak bana dönüyordu.

Kısa bir süre sonra vedalaştılar. Çocuk otoparka doğru ilerlerken Ferit ağır adımlarla yanıma geldi. Hiç konuşmadan Espresso Lab'e doğru adımlamaya başladık. Rüzgarın şiddeti biraz da olsa azalmıştı ancak yağmur damlaları halen üzerimize dökülüyordu.

Yine o garip sessizliğin içindeydik. Yine rüzgarın üzerinden ödünç alarak yüzüme çarptığı parfüm kokusu burnuma doluyordu. Yine kafamın içinde sorular birbirini kovalıyordu ve biliyordum ki yine Ferit o soruların hiçbirini yanıtlamama yardımcı olmayacaktı. Başımı sağıma, hafifçe yukarı çevirdim. Esmer profilinde kısaca göz gezdirdim. Gözleri yerde, dudakları aralık, kaşları hafif çatıktı. Göz bebeklerim yanaklarına doğru yol aldı. Sakallarının altındaki gamzesi görünmüyordu.

Birkaç adım sonra içeri girdik. Öğle vakti olmasına rağmen uzun bir kuyruk yoktu. Ancak kuyrukta beklediğimiz süre boyunca yine aramızda o kadar can sıkıcı bir sessizlik vardı ki, beklediğimiz kısa süre bana günler geçiyor gibi hissettiriyordu. Gözlerim bir kez daha esmer yüzüne döndü. Başını kaldırmış kahve isimlerine boş bakışlar atıyor, gözlerini üzerlerinde dolaştırıyordu.

Ela harelerim yüzünü yalayıp dururken aramızda geçen garip şeyleri sorgulamadan ve düşünmeden edemiyordum. Nasıl böyle can sıkıcı sessizliklerde boğulurken bir anda sohbet etmeye başlıyor ve saatlerce susmuyorduk? Nasıl bana hem arkadaş gibi hissettiriyorken hem zaman zaman öyle olmadığından emindim? Bana karşı bazı zamanlar açık oynadığı kartlarına tezat olarak zaman zaman bir anda dostummuş gibi yaklaşması akıl alır gibi değildi. Bunu bilinçli mi yapıyordu yoksa bunun farkında olamayacak kadar aptal mıydı?

''Ne içeceksin?'' diye sordu. Gözlerimi kaçırırken onun gözleri yüzüme dokundu. Filtre kahve içeceğimi söyledim. İki adet filtre kahve sipariş etti. Kasaya geldiğimizde elinde yine kredi kartı olduğunu gördüm. Sol elimi elinin üzerine sıkıca bastırırken sağ elimle cüzdanımı çıkardım. ''Ferit hayır! Yeter artık!'' Kaşlarını çatıp yüzünü ekşitti. ''Firuze!'' diye söylendi öfkeyle. Ancak bu kez altta kalamazdım. ''Hayır, dedim! Ben ödeyeceğim bu sefer!''

Bıkkın ve yan bakışlarını bir süre yüzüme gönderdikten sonra, ''Tamam, bunu ben ödeyeyim, sonrakini sen ödersin.'' dedi ve kartı uzatmaya yeltendi. Elini bir kez daha ittim. ''Hep aynı şeyi yapıyorsun. Bir dahakine, diyorsun ama yine sen ödüyorsun!'' Gözleri kasiyer çocuğa döndü. Çocuk sabırla ödeme yapmamızı bekliyordu. Söylenmelerini duymazdan gelerek ödemeyi yaptım. Kahvelerimizi aldık ve nihayet terasa çıktık.

Yine kendimizi içinde bulduğumuz garip ve anlamsız sessizliğimiz, yaklaşık on dakika kadar sürdü. Bu on dakika içinde birer tane sigara içtik. Onun gözleri yine yüzümdeydi. Benim gözlerim yine masadaydı. Göz temasından yoksun bir şekilde öylece oturuyorduk. Oysa göz teması kurmayan, gözlerini karşısındaki yüzden başka yerlerde gezdiren bendim. Belki de garip sessizliklerimizin sebebi bendim. Bu fikir, başımı ansızın kaldırmama sebep oldu. Gözlerimiz hiç beklemeden buluştu.

Tebessüm ederek, ''Mutlu musun?'' diye sordu ve ardına yaslandı. Sesinde muzip bir ton vardı. Yine anlamsız ve ne demek istediğini sorduğumda cevap alamayacağım bir soru mu soruyordu yoksa ben mi kafayı artık kırmıştım ve anlamsızca kurcalıyordum? ''Anlamadım,'' dedim kaşlarımı hafifçe çatarak. Çenesiyle kahveleri işaret etti. ''Sen ödedin, mutlu musun?''

Gülümsedim ancak gülümseyişim dudaklarımı birbirine bastırma hâline döndü. Çünkü sorduğu basit bir soruyu bile bu denli irdeleyecek bir duruma gelmiş olmam beni utandırıyordu içten içe. Kaşlarımı çattım ve sesimi yükselttim fakat öfkemin sahte olduğu anlaşılıyordu. ''Mutluyum! Her defasında, bir dahakine Firuze, diyorsun. Bir dahaki sefer geliyor, yine aynı! Çocuk mu kandırıyorsun? Demek ki böyle çirkefleşmek lazım!'' dedim ve kahvemden bir yudum aldım.

Gülümseyerek yüzüme bakıyordu. ''Taktik bunlar, taktik!'' dedi kaşlarını kaldırarak. ''Ben ısmarlıyorum ki sen bana hep borçlu kal. Ismarlamak iste, yine ben ısmarlayayım, yine borçlu kal ve hep kahve içelim.'' dedi ve genişçe gülümseyerek kahve bardağını dudaklarına götürdü. Çekikleşmiş gözlerine bakarken bir kez daha söylediklerini içten içe sorguluyordum. Benimle flört edip etmediğini anlamaya çalıştığım bir noktadaydım. Yine ve yine.

Dudaklarımı ıslattım. Tek kaşımı kaldırdım ve ''Benimle kahve içmek için taktik geliştirmene gerek var mı?'' diye sordum gülümseyerek. ''Gelip, Firuze seninle kahve içmek istiyorum, diyebilirsin.''

Güldü. Sakallarının altındaki gamzeleri yüzüme adeta göz kırpıyordu. Geniş gülümsemesini dağıtmadan, ''Her gün gelmem lazım o zaman yanına." dedi.

Tek kaşımı kaldırarak, "Bak sen," dedim. Başını abartılı bir şekilde gülümseyerek salladı. Akabinde ne diyeceğimi kestiremedim. Çünkü bana olan yaklaşımını anlayamıyordum. Bu tip cümleleri, yüzüme büyük bir gülümseme sürülmesine sebep oluyordu her seferinde. Ancak hemen akabinde aldığı tam aksi yöndeki aksiyonları da bu kez aynı gülümsememin yüzümde asılı kalmasına sebep oluyordu. Ferit beni her zaman karıştırmayı oldukça iyi başarıyordu.

Derin bir nefes aldım ve her zaman olduğu gibi konuyu değiştirmeye niyetlendim. ''Arkadaşların kızmasın sana?'' dedim sorar gibi. Burnundan nefes vererek güldü. ''Kızmazlar.'' dedi. Arkadaşının verdiği tepkileri düşününce bu söylediği komik geldi. "Emin misin? O söylenen çocuk bayağı sinirlendi. Bıraksak saldırırdı sana." dedim.

Alayla güldü. "En başından gitmeyeceğimi söyleseydim zorla götüremezdi ya Firuze? Ben zaten kesin bir cevap vermemiştim. Sen davet edince daha cazip geldi. Seninle kahve içmek varken neden PES oynayayım dört tane sapla?" diye sordu. Akabinde ise, "Zaten PlayStation her zaman oynadığımız şey. Seninle her zaman kahve içemiyoruz." dedi.

Tebessüm ettim. "Her gün gelip kahve içme isteğini dile getirirsen her zaman içebiliriz." Söylediğim açıkça bir davetti. Onu ancak onunla zaman geçirerek çözebilirdim. Kısıtlı zamanlarda aramızda geçen diyaloglar ve yaklaşımını gözlemleme şeklim yeterli olmuyordu. Kafamdakileri netleştirmem için buna kesinlikle ihtiyacım vardı.

Başını, hay hay, der gibi savurdu. "Darlamalarıma hazır ol o zaman." dedi ve paketinden bir sigara daha çıkardı. Ben de başımı, hay hay, der gibi savurdum.

Sigarasını yakarken telefonundan çıkan kısa melodi ile gözleri ekranına döndü. Kaşları varla yok arası çatılırken kaçamak bir bakış attı bana. Tam o sırada kahve yudumlamakla meşguldüm. "Pardon," dedi ve sigarasını küllüğe bırakıp dikleşerek telefonu aldı. Dirseklerini masaya dayayarak biriyle mesajlaşmaya başladı. Parfüm kokusu yine buram buram burnuma doluyor ve ciğerlerimi derin nefeslerle doldurmama sebep oluyordu.

Kaşları çatık, çenesi hafif gergindi. Siyah gözleri satırlar üzerinde hızla kayıyor, sigarası önünde kendi kendine azalıyordu. Tam o sırada benim telefonum da titredi. Meryem'in mesajını gördüğümde aklıma düşen Muhammet, bir kez daha öfkelenmeme sebep oldu. Öfkemi unuttuğum yarım saat için Ferit'e minnettardım.

Meryem Bağcı:
Abimi buldun mu Firuze

Siz:
Abinin amk Meryem

Meryem Bağcı:
Konuşamadınız mı

Siz:
Gerçekten abin kadar kafasız çok az insan tanıdım
Konuşamadık tabii
Çıktı gitti okuldan
Dersi yok muydu

Meryem Bağcı:
Vardıı

Siz:
Gerizekalı ya

Meryem Bağcı:
Neredesin sen dersin var mı

Siz:
Yok
Espressodayım

Meryem Bağcı:
Vay bizsiz
İnsan bizi de çağırır alçak
Puşt

Gözlerim Ferit'e döndü. Yüzüme kaçamak bir bakış atıp yeniden telefon ekranına odaklandı. Yüz hatları halen gergindi.

Siz:
Feritleyim

Meryem Bağcı:
Awwwww

Siz:
Ajskddsk

Meryem Bağcı:
Var mı gelişme

Siz:
Bilmiyorum ki
Hala aynı

Meryem Bağcı:
Flört?

Siz:
Ediyor gibi

Meryem Bağcı:
Ediyor kızım işte
Diyoruz sana

Telefonunu gürültüyle masaya bıraktı. Meryem mesaj yazıyordu ancak 'Yazacağım,' yazıp hızla gönderdim ve ben de telefonumu masaya bıraktım.

Gözlerimi karşıma çevirdiğimde çehresinin halen biraz çatık olduğunu gördüm. Kendi kendine bitmeye yüz tutan sigarasından uzun bir nefes çekti ve hiddetle küllüğe bastırdı. "Bir şey mi oldu?" diye sordum. "Yoo," Başını iki yana sallayarak gülümsemeyi denedi. "Siz Muhammet'le neden kavga ettiniz? Kavga etmezdiniz siz pek."

Derin bir soluk teneffüs edip ağır ağır geri bıraktım. "Ben ona dürüstçe bazı fikirlerimi dile getirdim. O da sinirlendi." dedim kısaca.

Kaşları çatıldı. "Trip mi atıyor?" Başımı salladım. Gözlerini devirerek, "Erkeğin tribi de hiç çekilmez şimdi." dedi muzip bir tonla.

Kaşlarımı kaldırarak başımı savurdum. "Bunu bir erkekten duymak imkansıza yakın bir şeydir aslında." dedim.

Ellerini iki yana açtı. "Eee, böyle bir delikanlıyız biz de Firuze Avşar." derken gülümsüyordu. "Cidden, ne oldu da kızdı o kadar?"

İç geçirdim ve bir sigara da ben çıkardım paketten. "Bir kız arkadaşı var. Yeniler daha." deyip sigaramı ateşledim. "Ama evlenme teklifi etmek istiyormuş." Kaşları hayretle havalandı. "Henüz değil, dedi ama geç kalmayacak gibi. Okulu donduracakmış, askere gidecekmiş ve gelip evlenecekmiş."

"Kaç yaşında Muhammet?" diye sordu. Sigaradan derin bir nefes çekip üfledim.

"Yirmi dört," dedim. "Erken değil mi?" diye sordu. Yüz ifadesi şaşkındı. "Erken tabii!" diyerek çıkıştım. "Ama mesele o değil. Yani kız biraz şey, nasıl desem?" Bir süre düşünür gibi gözlerimi masada gezdirdim. "Patavatsız." Doğru kelimeyi bulduğumdan emin değilmişim gibi kaşlarımı çattım ve eş zamanlı olarak sigaramın külünü silktim.

"Ayrıca, bunu söylemem hoş değil belki ama Muhammet'i çok baskılamaya çalışıyor ve bunu gizlemiyor. Ve Eğitim Fakültesi'nde okuyor, eğitimci olacak yani! Öğretmen olacak! Yol bilmez, yordam bilmez! Sınırları yok! Muhammet'i çok bunaltıyor ve çok kıskanç!" derken ellerimi savuruyordum. Uzun ve öfkeli bir nefes daha çektim.

"Seni bayağı sinirlendirmiş." derken gülümsedi. "Çünkü Muhammet'i benden kıskanıyor!" Oldukça şaşırdığı belliydi. "Muhammet benim bebekliğimi biliyor! Beraber büyüdük. Ağabeyim gibi! Nasıl kıskanabilir benden?! Ki bizim Muhammet'le öyle sulu bir samimiyetimiz yok!"

Onaylarcasına, abartılı bir şekilde başını salladı. "Neyse boş ver! Konuşmak istemiyorum bu konuyu, çok canım sıkkın." dedim sıkıntıyla. Kaşlarımın ortası havalanmıştı ve bu gece yine uyku uyuyamayacaktım. Yüzüme yayılan hüzünlü ifadeyi engelleyemiyordum.

"Sana neden kızdı peki?"

"Bazı şeyleri yüzüne vurdum da ondan! Handan kızın adı. Görüşmemizi istememiş. Muhammet bana söyledi. Ben de çok sinirlendim, çıkıştım bayağı. İki günlük sevgilin için yirmi iki yıllık arkadaşlığını bitireceksen karakterini sorgularım, dedim. O da öyle bir şey zaten yapmayacağını söyledi. Bu kez karaktersiz yakıştırmama kızdı. Bilip bilmeden konuşuyorsun, falan dedi, sinirlendi işte."

"Haklı ama." dedi Ferit. Başımı sallarken sigaradan bir nefes daha doldurdum ciğerlerime. "Haklı ama beni de dinlemesi gerek. Kız zaten sürekli beni iğneliyor. Ben onların arasına girecek bir insan değilim ki! Muhammet'in mutlu olmasını istememe ihtimalim var mı? Yaptığım hiçbir şey yok ama sürekli bana laf sokuyor. Doluydum ben de ne yapayım? Hâliyle direkt öyle düşündüm."

Yaklaşık bir dakika kadar bir sessizlik oldu. "Benden neden hoşlanmıyor?" diye sordu bir anda. Sigaramı küllüğe bastırırken gözlerim yüzüne döndü. Yüz ifadesi düzdü. Ardına yaslanmış, sağ dizini kaldırmış, ellerini dizi üzerinde kenetlemiş, öylece bakıyordu.

Gözlerimi yeniden izmarite çevirip, "Nereden çıkardın bunu?" diye sordum. Alayla güldü. "Aptal değilim Firuze, Muhammet benden hoşlanmıyor ama sebebini anlamıyorum. Benden çok rahatsız. Açıkça bir şey söylemedi ama bakışları bile gösteriyor bunu."

Tüm bunları fark edebilecek kadar zekiyken kendi dengesiz tavırlarının da farkında olmalıydı. İşte kafamı karıştıran tam olarak buydu. Muhammet'in ondan hoşlanmadığı bir gerçekti. Sebepleri ise oldukça açıktı. Muhammet de zeki bir çocuktu ve aramızda olan durumun farkındaydı. Ferit'in tutarsız davranışları onu da oldukça öfkelendiriyordu.

"Aptal değilsen sebebini de tahmin ediyor olman gerekir." dediğimde aslında söylemek istediğim bu değildi. Dürüst olmak için henüz erkendi ancak kelimeler dudaklarımdan öylece döküldü.

Kaşları çatıldı. Bir süre düşünür gibi yüzüme baktı fakat söylediklerimde yatan anlamı düşünmediğini yüzünden okuyabiliyordum. Açıkça, zekice bir cevap düşünüyordu ancak bulamıyor gibiydi. Çünkü dobra bir cümle beklemiyordu. Ferit'i ilk kez sıkıştırdığımı hissediyordum.

Dudakları aralandığında telefonundan bir kez daha mesaj melodisi dağıldı. Gözleri ekrana çevrildi. Kaşları yeniden hafifçe çatıldı. Eğilip ekrana kısa bir süre baktı. Siyah hareleri yeniden yüzüme döndü. Gözlerim, yüzü ve telefon ekranı arasında gidip geliyordu. Onun katran karası gözleri ise gözlerim arasında... Bakışları ve mimikleri çekingendi. Dudakları aralanır gibi oldu ancak geri kapandı.

Ne oldu, dercesine başımı merakla iki yana salladım. Sıkıntılı bir nefes vererek arkasına yaslandı ve sağ şakağını kaşıdı. "Ya bizim Suat diye bir arkadaşımız var, az önce yanımdaydı." dedi. Nefesine karışarak aramıza dökülen kısık ses tonunda neredeyse somut olarak gördüğüm bir çekingenlik ve sıkıntı vardı.

Ne söyleyeceğini tahmin ediyordum. Yüzümün ekşimemesi için mücadele veriyordum yüz hatlarımla. "Kızıl olan mı?" diye sordum beklemeden.

"Kızıl mı?"

"Değil mi?"

Düşünür gibi gözlerini tavana çıkarıp başını hafifçe iki yana savurdu. "Yani, çok kızıl sayılmaz."

Derin bir nefes aldım ancak nefes sıkıntı yüklüydü. "Her neyse, ne olmuş ona?"

Dudaklarını ağzının içine yuvarladı. Gözlerini telefonunun ekranına çevirip, "Seni beğenmiş biraz." dedi. Omuzlarımın düşmemesi, gözlerimin devrilmemesi ve yüzümün buruşmaması için müthiş bir çaba harcıyordum. "Seni sordu da bana."

Boğazını temizledi. Gözleri halen kapalı ekrandaydı. Benim gözlerim yüzünde olmasına rağmen göz teması kurmuyordu. "Az önce mesaj atmış. Numaranı istedi benden. Sana sormamı istedi." dedi ve gözlerini yüzümde gezdirmeye başladı. Siyah gözlerinin ela gözlerimle buluşmasını bekledim ancak bir kez olsun harelerime dokunmadılar.

"Numaramı istedi?" Kaşlarım yukarı doğru hareketlendi.

"Evet," Yüz ifadesi düzdü.

"Senden?" dedim sen kelimesini bastırarak.

"Evet," dedi bir kez daha.

Birkaç saniye, altından birçok ifadenin geçtiği ifadesiz bir yüzle yüzüne baktım. O da hareketsiz bana bakarken onun yüzü de ifadesizdi. Yutkunduğunu gördüm sabırla cevabımı beklerken.

"Tamam ver," dediğimde şaşkınlığını gizlemedi. Belki de gizlemek için gardını almamıştı. "Vereyim mi?" diye sordu şaşkınlıkla. Umarsızca, "Evet," dedim omuz silkerek. Kahve bardağını dudaklarıma götürdüm.

Siyah gözleri bir süre yüzümü aşındırdı. "Ama tanımıyorsun." dedi kısık ve çekingen bir sesle. "Tanıyacağım işte." Bir süre daha sessiz kaldı. "Belki iyi biri değil. Neden numaranı veriyorsun?"

Gözlerimi devirdim. "Kötü insanlarla arkadaşlık etmediğini var sayıyorum. Ediyor musun yoksa?"

Başını iki yana salladı. Derin bir nefes aldı. "Yoo, aksine Suat çok iyidir." dedi nefesi geri verirken. Ses tonu biraz gürleşmişti ancak jestleri halen normal seyrindeydi. Öne doğru eğilip dirseğini masaya yasladı. Yüzünü ise yumruk yaptığı eline yerleştirdi.

"E tamam işte. Arkadaş çevrene güveniyorum. Ver numaramı." derken sesimin sert çıkmasını engelleyemedim. Fakat neyse ki benim davranışlarım da oldukça olağandı. En azından öyle olmasını umuyordum.

Umursamaz bir şekilde kahve bardağını dudaklarıma götürdüm. Hafif çatık kaşlarının altından dik bakan katran karası gözleri gözlerimi hedef almış, öylece bakıyordu yüzüme.

Gözlerim gözleri arasında mekik dokumaya başladığında bir kez daha gözlerimi bir çift karadan çektim. Telefonumu elime alıp kısaca parmaklarımı ekranda gezdirdim. Bu benim için açıkça kaçıştı. Meryem'in mesaj attığını gördüm ve Ferit'in dik bakan gözleri halen yüzümdeyken mesaj baloncuklarına sığındım kısa bir süre.

Meryem Bağcı:
Ediyor kızım işte
Diyoruz sana
Abim de o yüzden kıl oluyor Ferit'e
Bir adım geliyor bir adım geri gidiyor belki
Ama ilgileniyor işte

Siz:
Güncelleme: Arkadaşız
Gerçekten masayı kafasına geçireceğim şimdi

"Muhammet haklı olabilir." dedi ve derin bir nefes alarak arkasına yaslandı. Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. Gerçekten bunu söyleyecek miydi? "Ne konuda?" diye sordum.

"Bana kızmak konusunda." dedi.

***

 

 

Twitter: esaturk07 / Instagram: esaturk_07 / Wattpad: esaturk

 

Loading...
0%