Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12 - KIRMIZI ODUNCU GÖMLEĞİ

@esaturk

 

 

 

12 - KIRMIZI ODUNCU GÖMLEĞİ

 

 

 

Teoman - İstanbul'da Sonbahar

''Günaydın Sebo'cum''

Göz kapaklarımı zorlukla araladığımda, üzerimdeki siyah kazağın kol kısmındaki yünleri kirpiklerime battı. Enseme saplanan ağrının arkasından sırtımda bir acı hissettim. Vücudum kaskatı kesilmiş, her yanım ağrıyordu. Başımı yavaşça masadan kaldırdığımda Sıla'nın mavi gözlerine değdi gözlerim. Gözlerini benden kaçırarak tebessümle soluma çevirdi.

''Günaydın Ferit''

Şaşkınlıkla soluma döndüğümde aynı yorgun ve uykusuz mimikler Ferit'in yüzünden de okunuyordu. Kaşlarım çatıldı; dün gece gidecekti, öyle söylemişti.

Ferit Sıla'ya kafa salladığında günaydın demeye bile mecali olmadığını fark ettim, tıpkı benim gibi. Arkasından gözlerim yine bir çift mavi gözle çarpıştı fakat o gözlerin maviliği daha koyuydu ve derin bir öfke seziyordum.

''Günaydın Muhammet,'' dedi Ferit toparlanırken, sesi toktu. Mimiklerinde ise mahcubiyet hâkimdi. Gözlerini ona değdirmeden başını önüne eğdi ve kazağını çekiştirmeye başladı düzeltir gibi.

Muhammet sessizliğini korurken kabalık ettiğini ima edercesine ters bir bakış attım. ''Günaydın!'' dedi yüksek bir sesle. Ses tonundaki sahte neşenin altında öfke gizliydi.

Ferit ayaklanıp kabanına uzandığında kimse bir şey sormadı, hâlen sessizlik hâkimdi atölyede. Gözlerini bana çevirip, ''Gidip bi' duş falan alayım, üzerimi değiştireyim.'' dedi. Mânâsız açıklamasına cevaben başımı yukarı aşağı salladım.

O atölyeden çıktığında Sıla dudak kenarlarını aşağı bükerek ima ile gülüyordu fakat Muhammet'te halen öfke hakimdi.

"Ben de gidip duş alayım, toparlanayım." dediğimde "Dur dur! Bi' kahve ısmarlayayım ben sana!" dedi Muhammet. Sıkıntılı bir nefes vererek başımı salladım. Muhammet'ten bir kez bile kaçışım olmamıştı, yine olmuyordu.

Binadan çıktığımızda Sıla Aytaç'ın yanına giderken biz Espresso Lab'e yöneldik. Kahvelerimiz gelene kadar konuşmadık fakat Muhammet'in gözleri yüzümdeki her bir mimiği tek tek incelemeye çalışıyordu. Birçok soruyu aynı anda soran gözleriyle yüzüme bakıyordu.

Kahvelerimizi alıp oturduğumuzda derin bir nefes aldım, ''Sor ne soracaksan Mami, uykum var, yorgunum.'' dedim. Uzun bir süre sessiz kaldığında, ne soracağını onun da bilmediğini düşündüm.

''Anlat Firuze ya! En başından, kaldığımız yerden, eskisi gibi.'' dedi öfkeyle. Ferit konusunda ona karşı kapalı olmamın zoruna gittiği belliydi. Çocukluğumuzdan beri her şeyimi ona anlatırdım çünkü; Melih dahil. Melih'le birlikteliğimi bile ilk kez ona bahsetmiştim. Beni yargılamamış fakat çok kızmıştı, pişman olacağımdan emindi. Haklıydı da; öyle oldu. Fakat Ferit konusunda Muhammet'e karşı çekingenlik hâkim oluyordu her zerreme. Onun aldığı gardın da bunda etkisi büyüktü elbet, bu konuda yalnızca beni suçlayamazdı.

Burnumdan sıkıntılı bir nefes verdim. Bir süre onu geçiştirmeye çalıştım ancak dominant tavrına daha fazla karşı koyamadım ve en son kaldığımız yerden anlatmaya koyuldum.

Sesimde buruk bir neşe vardı fakat neşe kesinlikle burukluğu bastırıyordu. Muhammet'in, gözlerimdeki sarı harelerin içine karışan beyaz parıltıları gördüğünden emindim. Keza ben etrafı çok daha net ve parıltılı görüyordum.

Kahvemden bir yudum alıp peşinden bir sigara yaktım. Muhammet ifadesiz bir yüzle anlattıklarımı dinliyor, gözünü dahi kırpmıyordu.

***

19 Aralık 2017 / Salı

Modelleme yapmaktan ağrıyan sırtımı sıvazlamaya çalışırken kahve makinesinin sesi ile irkildim. Hande'nin doğum gününe gitmek ve gitmemek arasında kararsızdım. Tüm gece gözlerime hücum eden bilgisayar monitörü ışığı gözlerimde dehşet bir ağrı bırakmıştı. Üstelik saba kadar yalnızca üç saat uyumuş olmam da cabasıydı. Türk kahvemi alıp balkona çıkarken bildirimlerime göz gezdirdim. Görmek istediğim şeyi görememiş olmanın verdiği hüzünle yürürken ayağımı çarpmış ve kahvenin tabağa akmasına sebep olmuştum. Kahveyi bu şekilde içmekten hiç keyif almıyordum fakat zaten keyif aldığım şeyleri yaparken keyifli olduğum günleri de geride bırakmıştım.

Pikemin altına girip üst üste üç tane sigara içtim boş midemin feryatlarını görmezden gelerek. Kahvenin son yudumu ve sigaranın son nefesini denk getirme takıntımı da bir kenara bırakmıştım çoktan. Saate baktım; 20:04. Bana yalvaran gözlerime daha fazla dayanamazdım normalde fakat uyumak istemiyordum. Kulağıma çöp kamyonunun çıkardığı rahatsız edici ses dolarken, aniden aldığım kararla sallanan bacağımı durdurup sigaramı söndürdüm. Bir anda ayağa kalktım ve hızla kendimi duşa attım.

Uzun bir duştan sonra, kurulanıp giyinmeye koyuldum. Siyah bir kelebek sütyen takıp, bileğime kadar inen uzun kolları tülden olan, sırtının ortası ve beli açık, boğazı kapalı siyah bluzumu üzerime geçirdim. İç çamaşırımın üzerine ise mini bir kışlık etek giydim. Rengi yine siyahtı.

Saçlarımı kurutmadan köpükleyip şekillendirdim hızlıca ve hafif dalgalı tutamları olması için çabaladım. Gür ve kısa saçlarım iyice dolgunlaşmıştı.

Siyah, gölgeli fakat hafif bir göz makyajı yapıp üzerine ince, uzun ve simetrik bir eyeliner çektim. Kirpiklerimi rimelle taçlandırırken ten rengi bir rujla renklendirdim dudaklarımı. Kahverengi ve pembe arası, kumral cildime çok yakışan renkte bir allıkla da yanaklarımı süsledim.

Takılarımı takıp, parfümümü sıktım. Kaşe siyah kabanımı giydim. Dizimin üzerine kadar çıkan siyah bir streç çizme giyip, çantamı aldım. Portmanto aynasında yine baştan aşağı siyahlara bürünmüş hâlime gülümsedim ve hızla evden çıkıp gruba gelen konuma gitmek için araç yerine 4. Levent metrosuna doğru ilerlemeye koyuldum. Beyoğlu'na gitmeyi sevmememin sebeplerinden biri de park sorunuydu.

40 dakikalık yol boyunca düşündüm, son günlerde hiç yapmadığım bir eylemmiş gibi. Aynı şeyleri tekrar tekrar süzgeçten geçirdim. Muhammet'in o sabah söyledikleri de beni bunları düşünmeye daha çok itiyordu. ''Firuze, ben Handan'a açık oldum, ona bir adım atıp iki adım geri gitmedim. Çünkü kendimden de, duygularımdan da emindim.'' demişti. ''Ben Handan'ı seviyorum, bu yüzden ona giden yollarda engel olamaz, varsa da kaldırır atarım.'' demişti.

Bu söylediklerini dinlerken bir kez daha yüzüme demir bir tokat gibi çarpıyordu o gerçek. Ferit'in bana gelen yollarında hep bir engel vardı ve o, o engeli kaldırıp atmak yerine arkasından izliyordu beni.

Farklı senaryolar kurup, o senaryoları canlandırdım kafamda. Bir sürü alternatif, bir sürü yol düşündüm çıkışı bulmak için. İki seçenek çıkıyordu karşıma her seferinde; Ferit'ten uzaklaşmak ve Ferit'ten uzaklaşmak.

Metronun Şişhane çıkışından İstiklal Caddesi'ne çıkarken soğuk yüzüme ve bacaklarıma tokat gibi çarptı. Verilen saati yirmi iki dakika geçirmiştim. Saat 21:52 idi; herkes gelmiş olmalıydı. Telefonumu açarak navigasyona girdim ve ara sokaklara daldım. Altı dakika sonra mekâna gelmiştim.

Toplandıkları mekân; salaş, çok büyük olmayan, kalabalık ve loş bir bardı. Canlı müzik olmamasına şaşırmıştım; Hande canlı müziğe bayılırdı. Barda biraz ilerlediğimde en arka köşedeki kalabalık masayı buldu gözlerim. Göz gezdirdiğim kadarıyla on yedi-on sekiz kişilerdi.

Hande beni gördüğünde koşup yanıma geldi ve boynuma atladı neşe ile. "Gelmeyeceksin sandım!" dedi müziğin sesini bastırmak ister gibi bağırarak. Halbuki müziğin sesi o kadar da yüksek değildi. "Geldim ama" deyip gülümsedim ve beraber masaya ilerledik. Ayakta gezinen erkek arkadaşı Arda'ya da sarıldım ve masanın baş kısmında oturan Meryem ve Sıla'nın, masanın başına çektikleri sandalyeye oturdum.

İkisi de geldiğime oldukça şaşırmıştı çünkü kesin bir dille gelmeyeceğimi belirtmiştim. Sağımdan peş peşe gelen sorularını aldırmayarak gözlerimi masadaki yüzler üzerinde gezdirdim. Uzun masada yalnızca Meryem, Hande, Sıla ve Arda tanıdıktı. Ne Sıla'nın erkek arkadaşı Aytaç, ne de Muhammet vardı. Kaşlarımı çatarak, "Mami yok mu?" diye sorduğumda Meryem, "Yok!" dedi hiddetle. Sorularını cevapsız bırakmama kızmışlardı fakat aldırmadım. ''Handan izin vermemiştir!'' dedim mırıldanarak. Akabinde, ''E bizden kimse yok mu başka?'' diye sordum şaşkınlıkla.

"Biz varız" diyen sesi duymamla yine burnuma şahane bir koku çalındı. Bora ve Ferit solumda kalan boş iki sandalyeye oturdular. Ferit soluma, yanıma otururken, Bora yerini Ferit'e vermiş gibiydi. Çünkü Ferit'in montu, Bora'nın sandalyesinin sırtında asılıydı. İkisine de baş selamı verdim. Aynı şekilde karşılık verdiler.

Ferit'in gözleri devamlı sağa sola çevriliyor fakat en sonunda yine beni buluyordu. Umursamayacaktım. Artık gerçekten mesafe zamanıydı çünkü yolunun üzerindeki o engel ya da engeller, canımı sıkıyordu. O yolda tek başıma önden yürüyerek sürekli Ferit'in gelip gelmediğini kontrol etmek için ardıma bakmak artık zoruma gidiyordu.

"Çorbacıya gideceğiz buradan." dedi Sıla.

"Çüş! Kaç saat kalacaksınız kızım ne çorbacısı?" dedim hayretle. "Ayrıca Aytaç yok mu?"

"Geç gelecek biraz."

Gözlerim Meryem'in beyaz yüzünü buldu. "Ben zaten o kadar kalmam, giderim." dedi Meryem, başımı salladım. Çünkü hep öyle olurdu. Bora ve Ferit ise ses çıkarmadılar.

Sipariş için masaya yaklaşan garsondan cin tonik rica ettim ve "Ben de fazla kalmam, bir iki bir şey içer, kalkarım." dedim. Fakat Meryem'den uzun kalacağım kesindi.

Mekânda çalan şarkılar çoğunlukla rock şarkılar olmasına rağmen burası pek de rock bara benzemiyordu. Bu düşünce ise sürekli gözlerimi mekanda gezdirmeme sebep oluyordu. "Burası rock bar değil aslında ama..." dedi Ferit, kolalı viskisinden bir yudum aldığında. Gülümsememek için kendini zorladığı belliydi. Benden bir yeşil ışık bekliyordu aramızdaki buzdan duvarların kırılması için.

Mesafeli tavrımı sormamıştı bile. Aldığım kararlara saygı duyuyor, ses çıkarmıyordu. Çünkü o her şeyin farkındaydı. Sinirlerimi en çok bozan da buydu.

"Öyle olsaydı gelmezdin." dedim ve gülümsedim.

Yeşil ışığı aldığında gülümsememe kayıtsız kalmayarak o da kocaman gülümsedi ve "Gelirdim." dedi.

"Gelmezdin. Rock sevmiyorum ki Firuze, rock bar neden seveyim, demiştin." deyip bitmek üzere olan kokteyl bardağımı ileriye doğru itip bu kez bir mojito sipariş ettim.

Gülümseyerek yüzüme bakıyordu. "Evet. Sen de bunun üzerine, 'Tamam o zaman, seni bir yere götüreceğim, bayılacaksın' demiştin ve beni rock bara götürmüştün." dediğinde kahkaha attım.

"Rock bar sevmeliydin ama!" dedim gülerek.

"Artık seviyorum." dedi.

"O günden sonra hiç gittin mi ki?" diye sordum merakla.

Gülümsemesi devam ederken, ''Hayır, ilk ve son kez o zaman gittim ve rock bar seviyorum artık Firuze." dedi.

Başımı salladım ve derin bir nefes alarak önüme döndüm. Kendime bu gece defalarca kez hatırlatmam gerekecekti yolda düşündüklerimi.

Yeniden mekânı incelemeye koyuldum. Dans yoktu, canlı müzik yoktu, dansçılar yoktu. Sadece müzik, loş ışık ve sohbet vardı. Bayılmıştım bu doğum gününe, üstelik bir rock bara da gitmeyeli en az bir yıl oluyordu. Yeniden bir rock barda olmak iyi hissettirmişti. Orası her ne kadar rock bar olmasa da...

''Aa! Kanka n'aber ya?!'' Hepimizin gözleri aynı noktayı bulduğunda Melih ellerini iki yana şevkle açmış, ona seslenen tanımadığım çocuğa doğru ilerliyordu. Gözlerim Hande'ye döndü. Başını iki yana salladı.

Melih bize doğru adımlarken masadaki yüzler üzerinde kısaca göz gezdirdi. Gözlerimiz birbirini bulduğunda önüme döndüm. Diğer çocuk da ayaklanmış, Bora'nın arkasından geçerek Melih'in yanına doğru geliyordu. Tam arkamızda sarıldılar.

Yüzümü ekşitmemek için mücadele ederken gözlerim masada birçok noktaya dokunuyordu. Sıla ve Meryem'in gözleri yüzümdeydi. Bizim olduğumuz kısımda sessizlik hâkimken masanın diğer kısmında uğultu vardı.

"Sınavlar yaklaşıyor," dedi Ferit bana doğru dönerek. Bu rahatsız edici sessizliği bitirmek istiyor gibi bir hâli vardı. Başımı salladım. "Var mı yardıma ihtiyacın? Tekne konusunda yardımcı olamıyorum ama diğer projelerle ilgili yardım edebilirim sana." dedi.

"Sağ ol düşündüğün için, şimdilik bir ihtiyacım yok." dedim. Melih ve arkadaşının sesi bizimkini bastırıyordu. Paketimden bir sigara çıkarıp parmaklarımın arasına aldım.

Ferit dudaklarını araladığı sırada Melih aramıza doğru eğilerek masaya uzandı. Ferit'in siyah gözlerinin önüne kırmızı renk oduncu gömlek geçti. Derin bir nefes alarak gözlerimi bıkkınlıkla yumdum. Bir süre öyle kalıp geri açtım. Gözlerimin önünde hâlen kırmızı oduncu gömlek vardı. Göz ucuyla masaya baktım. Melih ellerini masanın üzerinde bir şey arar gibi gezdiriyordu. Dudaklarının arasındaki sigarayı gördüğümde Ferit masadaki çakmaklardan birini alıp ona uzattı.

"Yakayım istersen, sen beceremeyeceksin gibi." dedi sivri bir sesle.

Melih doğruldu. Ferit'in elindeki çakmağı tutup hızla çekti. İlk etapta bana döndü. Önümde abartılı ve itici bir reverans yaparak çakmağı uzattı. "Kendim yakarım." deyip sigara tuttuğum elimi masaya yerleştirdim. Melih bir kez daha doğruldu ve sigarasını ateşleyip çakmağı masaya fırlattı. "Tüh ben yakacaktım seninkini." dedi Ferit.

Melih Ferit'e dönerek, "İstemez, orospu yaktırır sigarasını başkasına." dedi ve sigarasından peş peşe nefesler çekmeye başladı.

Bu cümle ile Ferit'in gözleri, gözlerime kaçamak olarak dokundu. Yeniden Melih'e döndüğünde gülümsedi. Başımı kaldırdığımda ilk gördüğüm Melih'in çenesi oldu. Sigarasının yarısı yanmıştı ve tamamının yanması için peş peşe nefesler çekiyordu.

"Ben dedim sana yakayım diye," deyip ardına yaslandı Ferit. Kollarını göğsünde bağladığında gülümsüyordu. "Yandan yaktın, bak."

Melih gözlerini ansızın Ferit'e çevirdi. Ferit gülümserken omuz silkti. "Artistik hareketler yapıp çakmağı havalı tutacağım derken sigaranı yandan yaktın. Bak sen şu işe ya!" dedi yapay bir hayretle.

Melih çenesini kaldırarak dudaklarını araladı. Ancak konuşmadı. Önce bana kaçamak bir bakış attı. Ardından masada hızla göz gezdirdi. Yanındaki arkadaşı, "Gel hadi, ben de çocuklara bir selam vereyim." diyerek Melih'i kolundan çekti. Ağır ağır başını sallayarak uzaklaşmaya başladı. Ancak adımlamaya başladığında gözlerini Ferit'in yüzünden çekmek için acele etmedi.

Hande onlar gittiğinde hızla yanıma ilerleyip yere çöktü. "Firuze ben bu çocuğu tanımıyorum. Yani tanışmışlığımız var ama samimi değilim, iyi tanımıyorum. Arda'nın arkadaşı. Melih'le arkadaş olduğunu bilsem çağırmazdım. Ya da Melih'in burada olacağını tahmin etsem burada rezervasyon yaptırmazdım." dedi telaşla.

"Saçmalama Hande! Nereden bileceksin sanki? Sorun yok, rahat ol." dediğimde gülümsedi. "Emin misin bak? Bulaşmadı değil mi?" diye sorarken kaşları kalkmıştı. Başımı iki yana salladım. "Yok yok, merak etme." derken omzuna dostane bir tavırla iki kez yavaşça vurdum.

Gülümseyerek ayağa kalktı. Yanağıma bir öpücük kondurup, "Geleceğim birazdan ben." deyip yeniden masanın diğer tarafına ilerledi.

Aradan geçen uzun bir süre boyunca bolca sohbet edip gülüştük. Oturduğumuz kısma ara sıra Hande ve Arda gelip gidiyor, sohbet sohbeti açıyordu. Bora Meryem'i evine bırakıp geri gelmiş ve Aytaç gelip Meryem'in yerini almıştı. Saatin kaç olduğuna bakmak aklıma bile gelmemişken masadan bir kızın, "Ben artık gideyim," diyerek Hande'ye doğru adımladığımı gördüm. Kızın yeniden, "Aşkım saat on iki neredeyse," dediğini işittiğimde aklıma, ben de çok kalmam, dediğim an geldi. Gülümsedim. Sıla ve Aytaç ile olan sohbetime kaldığım yerden devam etmeye koyuldum.

Saat artık 02:35 olduğunda, masada bizim dışımızda üç kişi kalmıştı. Sıla ve Aytaç kulaktan kulağa konuşurken Bora arkasını dönmüş Arda'ya bir şeyler anlatıyordu. Hande diğer üç kişi ile hararetli bir sohbetin ortasındayken ben artık eve gitmem gerektiğini düşünerek ayaklanmış, başımın dönmediğine kendimi ikna etmeye çalışıyordum.

"İyi misin?" diye oran Ferit'in sesiyle irkildim. Başımı yukarı aşağı salladım. ''İyi misin Firuze?" diye sordu yeniden, bu kez daha tok bir sesle. ''Evet,'' diyerek karşılık verdim.

Kaşlarını çatarak baştan aşağı beni süzdü ve yavaşça ayaklanırken, "Çok içmedin aslında; iki kokteyl, bir bira içtin?" dedi sorar gibi. "Hiçbirinin alkol oranı yüksek değil pek." diyerek ekledi.

"Karnım açtı." dedim kaşlarımı kaldırarak. Öfkeyle, "Yuh yani Firuze ya! Çarpar aç karnına, atıştırma tabağı falan söyleyelim sana, öyle git!" dedi fakat kabul etmedim. Sandalyemin sırtındaki kabanıma uzanırken kollarımdan tutarak beni hafifçe kendine çevirdi. Göz teması kurmak için çabalamaya ve ısrar etmeye başladı, ben ise reddetmeye devam ettim.

Alkol aldığım zaman agresif oluyordum. Ferit ise bunu bilmesine rağmen ısrar etmeye devam ediyordu.

En sonunda, "İstemiyorum!" diye çıkıştım. "İştahım yok!" Ona zaten genel olarak öfkeliydim. Ayrıca ona karşı çekmek istediğim setlere zaman zaman yenildiğimi hissediyor oluşum ise beni daha da öfkeli bir hâle getiriyordu. Ayrıca alkolden dolayı daha da agresif bir hâl almıştım, bunu bilmesine rağmen ısrar etmesi anlamsızdı.

Ferit söylediklerime kulak asmadan garsona seslenirken ben sıkıntıyla nefes vererek kabanımı üzerime geçirdim. Garson yanımıza gelirken masadaki eşyalarımı çantama yerleştiriyordum. Ferit, gideceğimi umursamadan atıştırma tabağı söyledi. Garson gittikten sonra biraz daha ısrar etti. ''Bak Firuze kusarsın. Bir şeyler ye.''

''Ferit istemiyorum, gelme üstüme. Eve gideceğim.''

Sıkıntıyla başını salladı. ''Tamam o zaman ben bırakayım seni, eve geçerim oradan da.'' Diğerlerinin hepsi beni yolcu etmek için ayaklanmış, kendi aralarında konuşurken ben sıkıntıyla nefes vererek başımı iki yana salladım. ''Gerek yok, taksi çağırdım. Kendim giderim.''

Bu kez bunun için ısrar etmeye başladı. ''Hayır!'' dedi hiddetle. ''Tamam karnını doyurma, kendi tercihin. Ama o kadar da değil Firuze. Ben bırakacağım seni. Asmalı Mescit'teyiz. Saat üçe geliyor. Her yer sarhoş, keş, tacizci dolu.''

Uzun bir nefes verdim. ''Yürüyerek gitmeyeceğim eve Ferit. Taksi çağırdım, diyorum! Taksiyle gideceğim. Ayrıca, o kadar da değil, derken? Ne zamandan beri korumalığımı ya da bakıcılığımı yapıyorsun?'' Afallamış bir ifade ile yüzüme bakmaya başladı. ''Ne zamandan beri sevgilim gibi davranmaya karar verdin?'' diye sorarken bir gözümü kırpıp, başımı hafifçe savurdum. Sessizce ve şaşkınlıkla yüzüme bakıyordu. ''Ah, pardon, arkadaşız biz, doğru. Arkadaşsak bu kadar ısrar etmenin de, bu kadar dominant davranmanın da anlamı yok. Reddediyorum, bitti.'' dedim kısık bir sesle.

Hiçbir şey söylemeden siyah harelerini yüzümde gezdiriyordu. Diğerlerine dönüp hepsine tek tek sarıldım. Kendi ödememi yapıp kapıya yöneldim. Kapıya doğru ilerlerken Melih, elindeki bira şişesini kaldırıyordu bana ithafen. Elindeki şişe ile bana elam verip genişçe gülümsedi. Aldırmadan yürümeye devam ettim. Oldukça dar bir ara sokak olması sebebi ile, taksi beni yolun sonunda bekliyordu. Adımlarımı sağlam tutmaya çalışarak taksiye doğru ilerledim. Arka koltuğa oturup kapıyı çekerken gayriihtiyari bir bakış attım sokağa. Ferit, kapı eğişine yaslanmış, kollarını göğsünde bağlamış, dikkatle beni izliyordu. Zaman zaman dar sokakta göz gezdirmeyi de ihmal etmediğini, üzerine vuran tabela ışıklarından dolayı görebiliyordum.

Taksici bir-iki dakika sonra, navigasyondan yol tarifi sordu. Taksicilerin navigasyon kullanmasını asla yadırgamamış olsam da, müşterilerden yol tarifi istemeleri, üstelik bunu navigasyonda istemeleri bana hep garip gelmişti. ''Tabii, olur.'' dedim ve çantamı kurcalamaya başladım. ''Abla böyle turistik yerlerde genelde güvenmiyorlar, müşteriler kendileri tarif almak istiyor.'' derken onu bir yandan onaylıyor, bir yandan çantada telefonu arıyordum. Kısa bir süre sonra tüm çantayı kucağıma döktüm. Telefon yoktu. Gözlerimi devirerek sıkıntılı bir nefes verdim. ''Ağabey dön, geri dön. Telefon yok.'' dedim ve kucağımdakileri yeniden çantama doldurmaya başladım.

Taksici güldü. ''abla dönelim ama sen o telefonu unut bence artık.'' dedi. ''Yok, arkadaşlarım orada, çalmamıştır başkası. Dön sen.'' dedim. Yaklaşık beş dakika sonra yeniden uzun masanın başına geldiğimde, masada son kalan üç kişi gitmişti. Bora, Aytaç, Arda, Sıla ve Hande yan yana oturmuş sohbet ediyorlardı. Ferit masada yoktu. Oturduğum sandalyenin önünde ise bir atıştırma tabağı vardı. Neden geri geldiğimi sorarlarken bir yandan durumu izah ediyor, bir yandan Ferit'e bakınıyordum. Nihayet dayanamayıp Ferit'in gidip gitmediğini sordum Bora'ya. Bora sessizce yüzüme bakarken diğerleri gayet doğal mimiklerle bilmediklerini dile getiriyorlardı. Bora biraz gergin gibiydi. Alkollü olmama rağmen bunu hissetmem, onun gerçekten gergin olduğunu ve hatta bir terslik olduğunu düşünmeme sebep oluyordu.

Sıla ve Aytaç da benimle çıkmak için ayaklandıklarında Hande ve Arda da birer sigara içip gideceklerini dile getirdi. İkisini de es geçerek Bora'ya doğru eğilip, ''Ferit nerede Bora?'' diye sordum dominant bir sesle. ''Bilmiyorum Firuze, tuvalete gitmiştir, ne bileyim.'' dedi. Ancak normalde oldukça fazla mimik kullanan Bora'nın yüzüne yerleşen tüm ifadeler eğreti duruyordu. Hepsi sahte geliyordu. Zaten beni, Ferit'in nerede olduğunu ısrarla sormaya iten de buydu. Barın içinde rastgele bakınmaya başladım. İlk geldiğim an kadar kalabalık olmayan barda yine de insan sayısı hafife alınmayacak kadardı.

Barın içinde göz gezdirirken Bora'nın siyah gözlerinin köşedeki bir koridora kaçamak olarak dokunduğunu yakaladım. Sıla, ''Sebo gelmiyor musun? Taksiyi gönder, biz seni bırakalım.'' derken gözlerim Bora'nın yüzü ve baktığı nokta arasında hızla gidip geliyordu. Bu kez de o barın içine bakınmaya başladı. Ancak yine ve yine yüz mimikleri bana oldukça sahte geliyordu. ''Yok, gidin siz. Taksiciye parasını ödeyin. Beni Ferit bırakacak.'' deyip Sıla'ya biraz banknot uzattım. Sıla ve diğerlerine, neden geri dönmeyeceğimle ilgili ne açıklama yapacağımı bilmeyerek bunu uydurabilmiştim ancak. Onlar giderken Hande ve Arda da onlara kapıya kadar eşlik ediyordu. Tüm bunlar olurken arka masada Melih'in de olmadığını fark ettim. Bu farkındalığımla, ikilemde kalmış kararsız adımlarım keskin bir hücumla köşedeki koridora doğru hareketlendi.

Bora ansızın yerinden fırlayarak kolumu kavradı. ''Nereye?'' Ona doğru döndüm. Gözleri yüzümü telaşla inceliyordu. ''Sana ne?'' Kolumu çekip hızla aynı noktaya ilerlemeye koyuldum. Bora da zaman kaybetmeden adımlamaya başladı arkamdan. Onun da benimkiler gibi uzun ve hızlı olan adımları, benimkilerin neredeyse koşmasına sebep oluyordu.

Köşedeki koridora girdim. Koridor tahminimden uzundu. Koridor boyunca sağda-solda kapılar kalıyordu; kimisi mutfakken, kimisi personel odasıydı. Hepsini hızla geçtim, Bora beni takip etti. Her adımında bir şeyler geveliyordu ağzında ancak hepsi bir kulağımdan girip diğerinden çıkıyordu.

Koridorun sonundaki kapalı kapının üzerinde 'MAL KABUL' yazılıydı. Kapının önünde durduğumda kilitli değil, sadece çekilmiş olduğunu fark ettim çünkü dışarıdaki sesler içeriye rahatlıkla girebiliyordu. Üstelik kapının önü oldukça soğuktu ve Aralık soğuğu içeri hücum ediyordu. ''Firuze, Allah aşkına nereye?'' Kulağımın dibinde bu soruyu soran Bora'nın sesi oldukça yüksek çıkmıştı. Tam anlamıyla bağırmış, sanki birilerine sesini duyurmak istiyor gibiydi.

Bunu fark ettiğim an, Bora'ya yönelttiğim şaşkın ifadelerin yerlerini öfkeli birer ifade aldı. Sağ elimi kapıya yasladım. Kapıyı iterken Bora bir kez daha kolumdan tuttu ancak bir şey söylemedi. ''Siktir git Bora!'' diyerek onu ittim ve kapıyı hızla açtım. Dışarıda keskin bir soğuk vardı. İnce ince kar yağıyordu; yılın ilk karı. Bora, kapıyı açtığım an adımı seslendi; yine duyurmak için. Fakat yandaki barın mal kabul kapısına yanaşmış ve hâlen çalışır vaziyette olan kamyonun sesi, Ferit'in Bora'yı duymasını engellemiş olmalıydı. Çünkü istifini bir an bile bozmadı. Benim tanıdığım Ferit, adımı duyduğu an bu manzaradan sıyrılır, ne yapıyorsa bırakır ve yanıma gelip bir şeyler gevelerdi.

Fakat doğrulmadı. Yerde yarı yatan-yarı oturan vaziyetteki Melih'in yakasına yapışmış bir hâlde, onu sarsmaya ve bağırmaya devam ediyordu. Melih'in neredeyse dağılmış yüzünde ise arsız bir gülümseme vardı. Melih'in yüzünü netlikle seçemiyordum. Bunda karanlığın da etkisi büyüktü elbette ancak görebildiğim kadarıyla yüzü siyahtı, karanlıktı. Gece, yüzünü yutmuş gibiydi. O karanlığın ortasında netlikle görebildiğim tek şey gülümserken görebildiğim dişleriydi. Bu durumda yüzünü de seçebilmem gerekmez miydi? Yüzünün karanlık görünmesinin sebebi karanlık değildi o hâlde? Çünkü karanlığın dişlerini de yutması gerekirdi.

Ferit onu sarsarak bağırırken alnından bir şey damladığını gördüm ancak ne olduğundan emin olamadım. Arkası dönüktü ve yüzü görünmüyordu. Melih'in kan içinde kalmış yüzü ise ortadaydı.

Üstelik üzerindeki kırmızı renk oduncu gömleğe yüzünden dökülen kanlar cabasıydı, onları karanlıkta bile netlikle görebiliyordum. Ve gözlerimi kırmızı gömlekten çekemiyordum.

Bora bu süreçte birkaç kez Ferit'e seslendi ancak hem kendi içinde hapsolduğu adrenalinden, hem gürültüden, hem de aramızdaki mesafeden dolayı onu hiç duymadı. Ben ise donakalmış bir hâlde Melih'in üzerindeki gömleğe bakıyordum.

Midem bulanıyordu ona bakarken, yetişkin bir kadının kollarının altına giriyordum, büyüyordum o travma ile, küçülüyor ve Gazi Sinemaları'na gidiyordum yeniden, burnuma hastane kokusu doluyordu ve yetişkinlerin büyük bedenleri bir sağa-bir sola koşturuyordu.

Melih'in gözlerinin üzerime dokunduğunu hissettiğimde kadrajıma yüzünü aldım. Kırmızı gömlekten kopan gözlerim ana geri dönmeme yardımcı oldu. Melih'in yüzündeki alaylı tebessüm geniş bir gülümsemeye döndü. Onlara doğru adımlamaya başladım. Adımladıkça Ferit'in sesini daha net çözüyordum artık. ''Neye gülüyorsun?!'' diye öfkeyle bağırıyordu. Adımladıkça Melih'in yüzünü karanlığın değil, kanın yuttuğunu görüyordum.

Adımladıkça midem bulanıyordu ve Ferit'ten nefret ediyordum.

Titreyen sesimle, ''Ferit?'' derken aramızda yaklaşık bir metre kalmıştı artık. Sesimi duyduğunda duraksadı. Melih'in gözleri onun yüzüne döndü, gülümsemesi genişledi. Melih beni Ferit'ten daha iyi tanıyor olabilir miydi?

Ferit birkaç saniye hareketsiz kaldı. Elleri hâlen Melih'in yakasını kavrıyordu. Nihayet Melih'in yakasını bırakırken benim adımlarım artık iyice ağırlaşmıştı. Aramızda birkaç adım kala doğruldu. Yavaşça bana doğdu döndü.

Birkaç adım karşısında, yüzüme hayal kırıklığı ve dehşet ifadeleri harmanlanarak konuşlanmış, dudaklarım aralık bir hâlde hareketsizce dikiliyor ve ona bakıyordum.

Ne o bir şey söyledi ne de ben.

Hayatta bazı anlar vardı. Kelimelerin gerçekten kifâyetsiz kaldığı, söylemek istediklerimize hiçbir kelimenin aracı olamayacağı, kendimizi istediğimiz şekilde ifade edebilecek bir yol bulamayacağımız o anlar; iletişimden yoksun, aciz bir yaratık gibi hissettirirdi.

Tam olarak o anın içindeydim. Tam olarak o anın içindeydi.

Bir şey söyleyemeyeceğimi artık kabullendiğimde bir-iki adım geriledim. Gözlerim, bir Ferit'in karışmış ve dehşetle bakan yüzüne, bir de Melih'in acı içinde gülümsemesine dokunup duruyordu. Geri giden adımlarım biraz daha hızlandı. Topuklarımın üzerinde dönerek yeniden kapıya ilerlemeye başladım. Bora da karmakarışık olmuş bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu. Mimiklerini de, yüzümü takip eden gözlerini de karanlığa rağmen göz ucuyla görebiliyorken benim kadrajımda minik kar taneleri ile yavaş yavaş nemlenen siyah ve kirli asfalt vardı.

İçeri girdiğimde ilk birkaç saniye öylece durup nefeslendim. Başım dönüyordu ve mide bulantım artmıştı. Dudaklarımı ıslatmayı ve yutkunmayı denedim. Akabinde koridora doğru adımlamaya başladım. Gözlerimi yerden çekemiyordum. Bara yeniden girdiğimde masada yalnızca Arda ve Hande kalmıştı artık. Onlar da ayaklanmış, montlarını giyiyorlardı.

Onları gördüğümde ilk etapta duraksadım. Akabinde derin bir nefes alarak yanlarına ilerlemeye başladım. Hande, çantasını boynundan geçiriyor, Arda ise garsonun birine bir şeyler söylüyordu. ''Gidiyor musunuz?'' Olağan bir ses tonu ile sorduğum bu soru ikisinin de bana dönmesine sebep oldu. ''Sen çıkmıyor musun artık?'' Hande beni baştan aşağı hayretle süzdü. Başımla rastgele bir yeri işaret ettim. ''Ferit'le döneceğim. Gelsin, çıkarız.'' İkisi de başlarını salladılar. Hande ile bir kez daha sarılıp doğum gününü kutladım.

Gittiklerinde ise hiç beklemeden masaya oturdum. Gözlerimi masada gezdirirken bir alev topuna hapsolmuş gibi hissediyordum. Çantamı masaya bıraktım. Kabanımı çıkardım ve ellerimle kendimi yellemeye başladım. Gözlerimi sıkıca yummuş, öfkeli nefesler alıp veriyordum.

Solumdaki sandalyenin sesini işittiğimde göz kapaklarımı kaldırdım. Ferit sandalyeye oturmuş, dirseklerini masaya dayamış, öylece masaya bakıyordu hafif çatık kaşlarıyla. Bir süre profilini izledim sessizce. Konuşmadan, öylece oturuyorduk. İki bacağımı da sallıyor, git gide öfkeleniyordum. Ansızın ayaklandım. "Nereye?!" diyerek o da peşimden ayaklandı. "Sana ne Ferit?!" diyerek çıkışıp dış kapıya doğru ilerledim onun kaşlarının ortası havalanırken. Açık havaya ihtiyacım vardı.

Sıkıca gözlerimi yumdum kendimi kalabalık ve gürültülü sokağa attığımda. Derin nefesler alıp veriyor, vücut ısımın yükseldiğini hissediyordum. Öfkem ve hayal kırıklığım sanki bedenimin çevresinde bir kalkan oluşturmuş gibi, kan değerlerim düşük olmasına rağmen soğuk hava vücuduma işlemiyordu sanki.

Omuzlarımda bir çift el hissettim. Eller omuzlarımı serbest bıraktığında ise üzerimde az önce hissetmediğim bir ağırlık...

Şaşkınlıkla omuzlarıma bırakılan kabana bakarken, "Hava soğuk, kan değerlerin düşük," dedi önüme geçerek. Söylediklerine tezat olarak üzerinde yalnızca kolları kıvrılmış gömlek varken ellerini ceplerine soktu. Şaşkınlıkla yüzüne baktım.

"Ne var Firuze?" dedi dirseklerini havalandırarak.

Bu kez ben sessiz kaldım ve derin bir nefes çektim. "Anlatmayacak mısın? İlla sorayım mı?" diye sordum sakince, üzerimdeki kaban o an ağır geliyordu ve bunun sebebini anlayamıyordum.

Cevap vermedi ve gözlerini taştan zemine dikti. ''O gördüğüm neydi öyle? Kimdi o? Oradaki Ferit'i tanımıyorum ben, kimdi o?'' Sessizce taş döşemeyi izlemeye devam etti. "Ferit!" dedim dişlerimin arasından ve akabinde kelimeleri dudaklarımdan tane tane döktüm; "Neden yaşandı o?''

"Firuze konuşmak istem-" dediği anda cümlesinin bitmesine müsaade etmedim.

Artık bu cümleyi duymaktan sıkılmıştım. Hiddetle, "Siktir git Ferit!" diye çıkışıp kabanımı omuzlarımdan yere attım ve hızla arkamı dönüp koşar adımlarla içeriye girdim. Yalpalamamaya çalışıyor, öfkeden burun deliklerimin büyüdüğünü hissediyordum.

Uzun masanın başına hızla çökerken öfkeden derin nefesler alıp veriyordum. Ayrıca midem hâlen biraz bulanıyordu ve kırmızı rengini zihnimden silemiyordum. Gördüğüm ilk garsona beş adet tekila söyledim. Neden beş adet söylediğimi bilmiyordum. İlk aklıma gelen sayı bu olmuştu. Önümde duran atıştırma tabağını elimin tersiyle ittim. Sol bacağımı sallayarak beklemeye koyuldum. Tekilaları değil, Ferit'i bekliyordum. Çünkü henüz yanıma gelmemişti.

Ferit gelsin ve kavga edelim istiyordum. Bağırmak, çağırmak istiyordum ona, kinimi kusmak istiyordum fakat o gelmiyordu. Belki de gitmişti.

Önüme koyulan shot bardaklarına gözlerimi dikmiş hâlde bunları düşünürken kaç dakika geçtiğini bilmiyordum. Ancak dakikalar birbirini takip etmişti ve Ferit yanımda yoktu.

Masada tektim, 5 shot bardağı, atıştırma tabağı ve Ferit'e ve bana ait olan sigara paketleri ile öylece oturuyordum. Geçen dakikalar boyunca öfkem dinmesi gerekirken aynı seyrinde ilerliyordu.

Gömlek aklımdan çıkmıyordu.

Bir kaç dakika daha bekledim ve en sonunda bardaklardan birini elime aldım. Kaldıracağım sırada arkamdan bir el uzandı sağ elime. Başımı sağ arkama doğru çevirdiğimde, esmer bir ten ve siyah gözler görmeyi beklerken, kumral bir ten ve kahverengi gözler gördüm. Gözlerimi, temizlenmiş ancak yaraların açıkça görüldüğü, hâlen yer yer kanların olduğu yüzünden çektim. Önüme dönsem de gömleği kadrajıma girmek için ısrar ediyordu.

Melih, "İyi misin Firuze?" diye sorarken etrafa bakınıyordu. Gözlerini uzun ve boş masada gezdirdi. "Yalnız mısın?" diye sordu şaşkınlıkla. Ferit'in beni bu saatte, burada yalnız bırakmış olma ihtimali ona bile şaşırtıcı gelmiş gibiydi. Elindeki montu sırtına attı.

Yalnızdım, ağlamaklı olduğumu hissettiğimde dudaklarımı araladım fakat, "Değil!" diyen sesi duydum. Başımı soluma doğru kaldırdığımda ise, az önce uzunca beklediğim, esmer bir ten ve kapkara gözleri gördüm bu kez, üstelik yakından tanıdığım ve çok sevdiğim o şahane koku da burnuma dolmuştu. İfadesiz yüzüne tezat olarak kaşları çatıktı ve direkt karşısındaki bedene bakıyordu.

Tok bir sesle Melih'e döndüm ve "Yalnız değilim, sen arkadaşlarının yanına dön istersen.'' dedim onu bir an önce göndermek için. Oysa arkadaşlarının olduğu masa boştu.

Kafasını aşağı yukarı salladı ve Ferit'le kısa bir süre göz teması kurdu. Bir şey söylemeden arkasını döndü ve gitti. "Otur Ferit!" dedim otoriter bir sesle.

Ağır ağır otururken dik bakışlarımı yüzüne gönderiyordum. Gözlerini masaya dikmiş, ifadesiz bir yüzle öylece oturuyordu. Loş ışıklardan seçebildiğim kadarıyla kaşının üzerinde bir yara vardı. Ancak üzerinde durmadım. ''Melih'le neden kavga ettin Ferit?'' diye sorarken sesim tahminimden sakin çıkmıştı.

Bir süre cevap vermesi için zaman tanıdım ancak sorumu yanıtlamayacağını biliyordum. "Sen maganda mısın Ferit?!" diyerek çıkıştım bir anda. Sesim yüksek perdeden çıkmış, neredeyse bağırıyordum.

"Ses tonuna dikkat et Firuze!" dedi dişlerinin arasından.

Kaşlarım alayla havalandı. ''Ferit taşak mı geçiyorsun benimle?!" diye sorarken ben de dişlerimin arasından konuşmuş, yüzüne doğru eğilmiştim.

"Firuze bak, çok küfür etmeye başladın! Canımı sıkıyorsun!" Onun sesi ise bana nazaran daha alçaktı fakat öfke olmadığı da söylenemezdi.

"Ettirme o zaman! Ona göre davran o zaman!"

"Bana kapıda siktir çektin az önce!" Sesi kaya gibi sert çıkarken sol elinin işaret parmağını doğrulttu yüzüme doğru, yüzündeki öfkeye hayal kırıklığı da eklenmişti.

"Özür mü bekliyorsun?" diye sordum kaşlarımı alayla kaldırarak.

Gözlerini sıkıca yumarken derin ve uzun bir nefes aldı. Geri açtığında ise dudaklarımdan boş bir shot bardağı çekiyordum. Bardağı hızla elimden aldı. "Firuze yeter! Açsın! Çarpacak bak!" dedi nefes almadan.

Yanıtlamadım.

İkinci bardağa uzandığımda bardağı hızla geri çekti. Üçüncüyü de, dördüncüyü ve beşinciyi de. Gözlerimi kapatarak derin bir nefes alıp verdim, bir kez daha ve bir kez daha... "Böyle giderse kalbini kıracağım Ferit! Bırak!" dedim sakince gözlerimi açarken.

Öfkesi bir anda kayboldu. "Kırık zaten."

Alaylı bir gülüş koyuverdim. Gülüş düşündüğümden uzun sürdü. Ferit düz bakışlarla yüzümü incelerken anlamsızca gülüyordum. İçimdeki öfkenin de bunda etkisi büyüktü.

''Boş yapıyorsun!'' dedim ansızın gülüşümü frenleyerek.

Gözlerini tekrar kapattı ve tekrar derin bir nefes daha alıp sesli bir şekilde geri verdi. Öfkemi dizginlemeye çalışıyor fakat başarılı olamıyordum. Aklıma gelmek için çırpınan kırmızı gömleğe direniyor, kirpik diplerime dizilmek için sıralanan tuzlu damlaları bir şekilde def ediyor, Ferit'e bas bas bağırmak isterken bir yandan buna tezat olarak dudaklarının tadını merak ediyordum. Tüm bu uç duygularımı daha da harlayan alkol, şu an ihtiyacım olan son şeydi. Ancak kalan dört adet tekilayı da mideme indirmek için sabırsızlanıyordum.

Bedenimin esiri olduğu alev topuna yeniden yenik düştüm ve avuç içlerimi masaya vurdum hızla. Hiddetle gözlerini açtı. Başım dönüyordu ama dört tekilaya da ihtiyacım varmış gibi hissediyordum. Tüm gece uyumadığım için gözlerim kapanmak istiyorlardı fakat Ferit'le de halen kavga etmek istiyordum.

"Ver şunları Ferit!" dedim sinirle.

Başını iki yana salladı. Bir yandan da, ''Bak, açsın. Çarpacak; sek tekila içmeye çalışıyorsun. Shot zaten küçük, daha hızlı etki eder. Gel sana bira söyleyelim çok içmek istiyorsan." dedi sakince ve tane tane.

"Çocuk muyum ben be?! İçine de su koydur istersen Ferit!" diye bağırdım. Gözlerini mekanda gezdirdi ve öfkeyle gözlerime dikti. Ses tonumu düşürdüm ve ona doğru eğilip çıkarabileceğim en sakin sesi çıkardım.

"Ferit, şurada anlaşalım; sen bana söz geçirebilecek bir insan değilsin." Kaşları yavaşça havalanırken gözleri büyüdü. Öyle bir niyette değilim, demek istediği bir noktadaydık fakat benim söyleyeceklerim henüz bitmemişti. "Ben sana öyle bir yetki vermiyorum! Öyle bir hak da tanımıyorum!"

Başım iyiden iyiye dönmeye başlamıştı artık fakat kalan dört tekilaya çok ihtiyacım varmış gibi hissediyordum hâlâ.

"Çünkü, sen benim için etkisiz elemansın!"

Bakışlarındaki hayret yok oldu. İfadesiz bir yüze büründü.

"Sen benim herhangi bir şeyim değilsin!"

Çenesinin gerildiğini gördüm. Fakat devam ettim.

"Sen benim arkadaşım değilsin; arkadaşlar birbirlerine senin gönderdiğin şarkıları gönderip o tip imalarda bulunmaz!"

Gözlerindeki siyah hareler kara delik gibi içine çekiyordu beni.

"Sen benim sevgilim de değilsin; ıssız orman kuytusunda üzüm salkımı yetişmez çünkü!"

Adem elması yukarı ve aşağı hareket ederken kaşları çatıldı. Çenesindeki gerginlik ise artık açık ve net önümdeydi.

"Şimdi, o bardakları önüme koyuyorsun, ben içiyorum, sen izliyorsun."

Kısa bir süre sessiz kalıp zorlukla yeniden yutkundu. "O anı gördüğün için özür dilerim." dedi titreyen bir sesle. Birkaç saniye profilini izledim. Gözleri yeniden yüzüme döndü. Bir süre gözleri ile gözlerimi aşındırıp, ''Melih ile kavga ettiğim için de...'' dedi.

Alayla gülümsedim; "Bu konuyu bilahare konuşacağız. Benden değil Melih'ten özür dile." Sol elimle iki kez yavaşça koluna vurdum ve gözlerimle bardakları işaret ettim.

Yüzündeki gergin hatların yerini hüzün almıştı. Gözleri uzun uzun gözlerimi izledi önce ve uzanıp bardakları sıra sıra önüme dizdi. Önümde duran dört bardak bir an için bana altı adet gibi göründü. Gerçekten çarpmış olmalıydı beni alkol. Fakat durmadım.

İlk bardağı kafama diktim. Gözlerim çatık kaşlı fakat ifadesiz bir yüzle beni izleyen Ferit'i buldu.

İkinci bardağı kafama diktim. Gözlerim sigara paketimi buldu ve içinden sigara çıkarıp bir tane yaktım. Ferit başımın üzerinden ileriyi izliyordu. Bir an yüzündeki yaralar birbirine karıştı ve gözlerimi kapattım.

Gözlerimi geri açtığımda masada dört bardak gördüm sanki bir an için.

Üçüncü bardağı kafama diktim. Müzik kulağımda yankılanıyor gibiydi. Sol elimin işaret parmağını ona doğru salladım sanki.

Dördüncü bardağı kafama diktim. Başım geriye doğru düştü.

Bacak bacak üzerine atmak istemiştim akabinde.

Sigaram yerdeydi.

Ferit'in gözleri gözlerime değmişti fakat yüzü çok yakındı.

Başım masadaydı.

"Sigara," dedim a'yı uzatarak.

"Geri zekalı!" diye çıkışmıştım bir an.

Seslerin boğuklaştığı bir anda müzik sesi yankılanıyordu kulaklarımda.

Vücuduma soğuk hava vurdu bir süre. Ayaklarım yerden kesilmişti.

"Siktir git!" dedim sessizce fakat üşümüyordum.

Midem bulandığında kırmızı gömleği gördüm karşımda. Başımı çevirdim, yeniden gördüm. Her yerde görüyordum kırmızı gömleği.

Bulanık bir görüşle genç bir kadını buldu gözlerim. Sessizdi olduğum yer.

Başımı bir süre tutamadım sanki.

Kadın çok güzeldi, kantinde Ferit'le gördüğüm kadına benziyordu.

Midem yeniden bulandı bir an ve ben merkezdeyken her şey sıra sıra dönüyordu.

Hazal mıydı o?

Kırmızı gömlek göründü tekrar burnuma mükemmel koku çarparken.

Hazal'dı o.

***

 

 

 

Yorum satırı.

 

 

 

Twitter: esaturk07
Insta: esaturk_07
Wattpad: esaturk

 

Loading...
0%