Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13 - BOŞLUK

@esaturk

 

 

13 - BOŞLUK

 

 

Duman - Haberin Yok Ölüyorum

20 Aralık 2017 / Çarşamba

Beyaz tülün arasından sızan güneş ışınlarının göz kapaklarıma verdiği rahatsızlıkla gözlerimi araladım. Başımda tarifsiz bir ağrı kendini belli ettiğinde, gözlerimi tekrar kapatırken yatağın sağ tarafına doğru çevirdim başımı güneş ışınlarından kaçmak için. Gözlerim tekrar aralandığında koyu gri duvarlarla karşılaştılar. Hızla başımı kaldırdığımda karşımdaki gardrobu karıştıran sarışın, güzel fizikli bir kadın görmemle irkildim.

Yatakta doğrulurken refleks olarak attığım küçük çığlığa o da arkasını dönerek eşlik etti beni taklit eder gibi. "Sen kimsin?!" diye sorarken hızla sağa sola bakındım. Gözlerim büyümüş, kalp atışlarım hızlanmıştı.

Onun mavi gözlerinde de endişe gördüm. Üstelik gergindi de. Elinde tuttuğu şeyler kıyafetlerime benziyordu. Üzerime baktığımda siyah bir pijama takımı giydiğimi gördüm. Gözlerim bu kez daha da artan endişe ve korkuyla yeniden kıyafetlerime döndü.

Bakışları benim bakışlarımı takip ederek ellerini buldu ve tekrar bana dönüp "Chelsea," dedi. "Chelsea ben,"

Gözlerimi sağda solda gezdirirken ona değdirip odayı işaret ettim sorar gibi. Neresi burası, diye sormak o an zor gelmişti.

"Firuze Hanım," dediğinde kaşlarım çatıldı. Derin bir nefes aldı ve gülümsedi; rahatlamış gibiydi. Nasıl rahatlayabiliyordu ki? Ben de rahatlamak istiyordum onun gibi. Ben de derin bir nefes aldım onu taklit ederek fakat gülümseyemedim.

"İsterseniz giyinin, duş da alabilirsiniz, kahvaltı hazır." dediğinde gözlerimi kırpmadan ona bakıyordum. Asıl cevabı almamıştım.

Anlamış gibi tekrar gülümsedi, bu kez gülümsemesi daha içtendi. Üstelik daha da rahatlamış görünüyordu. "Ferit Bey sizi bekliyor kahvaltı için." dediğinde yüzümdeki şaşkınlık büyüdü.

Fakat o, bu mimiklerimle Ferit Bey'i tanımadığımı düşünmüştü sanırım. İçtenlik dolu mimiklerinin yerlerine şaşkınlık dolu mimikler yerleşti. Haklıydı aslında; Ferit Bey diye birini tanımıyordum. Ferit diye birini tanıyordum.

"Okuldan arkadaşıymışsınız," dedi sessizce.

"Değirmenci mi?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak.

Başını salladığında aklıma önceki gece geldi. Gözlerimi antrasit düz renk nevresim takımında gezdirip yeniden ona çevirdim. "Değirmenci?" dedim yeniden sorar gibi. Tekrar başını salladı, şaşkınlığı git gide büyüyordu.

"Bekliyor," dedi sessizce. Gözlerimi odada gezdirirken kurduğu bu cümle ile yeniden ona döndüm. Söylediklerime anlam verememiş ve garipsemiş gibi bakıyordu.

"Yesin o, ben duş alayım madem." dedim onun gibi mırıldanarak.

Kıyafetlerimi pufun üzerine koydu ve odadan kapıyı aralık bırakarak çıktı.

Ayağa kalkıp odayı incelemeye başladım. Duvarları gri, büyükçe bir odaydı. Bir yandan yutkunarak önceki gece olanları düşünüyordum. Chelsea ile konuşmak, bu andan biraz da olsa kaçmama yardımcı olmuştu. Ancak şimdi kendimi, hatırlayabildiğim anların tam ortasında bulmuştum. Bir yandan aklıma bir bir düşen anları anımsamaya çalışıyor, bir yandan odayı inceliyordum.

İlk olarak kendimi sokağa attığım an geldi aklıma.

Geniş yatak başlığının önünde asılı iki komodini vardı. Yatak çift kişilikti. Komodinler ceviz kaplama, yatak başlığı ise antrasit renkti. Odada soğuk ve koyu renkler hakimdi.

Hırsla içeri geri girdiğimi hatırladım, tekila içecektim. Ferit'e kızgındım. Neden kızgındım?

Yatağın sol kısmında büyük, boydan bir pencere; yatak ve pencere arasında ise uşak askılık vardı. Yatağın ayak kısmında geniş, yine antrasit renkte bir puf ve üzerinde az önce Chelsea'nin bıraktığı kıyafetlerim...

Melih gelmişti. O gelene kadar ben Ferit'e zaten mesafeliydim ancak gecenin ilerleyen saatlerinde o mesafem tuzla buz olmuştu. Melih geldiğinde aralarında tansiyon biraz yükselmişti.

Yatağın tam karşısında büyük, 10 kapaklı, duvardan duvara bir gardrop vardı, kapakları koyu camdan, ana kasası ise cevizdendi. Kapakların 50 santimetre standart genişlikte olduğunu düşündüğümde, duvar genişliği ortalama olarak 5 metre olmalıydı.

Kapıda sigara içerken Ferit'e siktir git diye bağırdığımı hatırladım. Avcumu hafifçe alnıma vurdum gözlerimi kapatırken. Önceki geceki hâlime tezat olarak inanılmaz bir utanç içindeydim.

Gözlerimi açıp sağıma döndüğümde iki adet beyaz kapı gördüm. Biri odanın kapısıydı. Bu durumda diğeri banyo olmalıydı. Banyonun duvarı yatak başlığının arkasındaki duvardı.

Bir yandan Ferit'e ne kadar ayıp ettiğimi düşünüyor, bir yandan duş almak istiyor, bir yandan utancımdan tabiri caizse yerin dibine girmek istiyordum. Başımın ağrısı ve uykusuzluk ise cabasıydı. Kendimi hızla banyoya attığımda, yatağın arkasında kalan banyonun da uzunluğunun oda kadar olduğunu fark ettim. Klozet, geniş bir lavabo ve büyük bir duşa kabin vardı.

Vücudumun sızladığını duyuyor, akşamdan kalma o korkunç his ise hiç bir şey yapmama izin vermiyordu. Duş almaktan vazgeçtim. Elimi yüzümü yıkamak için lavaboya yöneldiğim sırada aynadaki aksimle karşılaştım. Makyajım çıkarılmıştı. Üstelik giydirilmiştim, beni Chelsea giydirmiş olmalıydı. Akıttığım suyu yüzüme çarpmaya başladım.

Bardan çıkıp gitmiştim. Akabinde taksiyle geri gelmiş, Ferit'i aramıştım. Ferit yoktu.

Lavabonun iki yanına ellerimi dayamış, su giderine boş boş bakarak o anları hatırlamaya çalışıyor, hafızamı zorluyordum. Yüzümden akan su damlaları beyaz lavaboya damlarken aklıma düşen bir anda koridordaydım. Bora ise arkamdan geliyordu.

Melih'i hatırladım. Ferit Melih'i dövüyordu. Ferit, Melih'i öldürürcesine dövüyordu. Melih'in yüzü kan içindeydi ve üzerinde kırmızı bir oduncu gömlek vardı.

O gömlek üzerinde olmak zorunda mıydı?

Ferit'in bas bas bağıran, ancak ne söylediğine kulak asmadığım sesini dinlerken karın boşluğumda bir ağrı hissettiğimi hatırladım. O ağrı, tıpkı şu an aynı noktada hissettiğim ağrıydı.

Midem bulanmıştı önceki gece. Ve midem bulanıyordu o an.

Önceki gece Ferit'ten nefret etmiştim. Şu anda hissettiğim o nefret duygusu, önceki gece de oradaydı.

Başımı ansızın kaldırdım. Yüzümü kurulayacağım sırada paketli bir diş fırçası gördüm. Önceki gece hiç yaşanmamış olsaydı gülümserdim ancak gülümseyemedim. Derin bir nefes alarak lavabonun çevresin bakındım fakat diş macunu görememiştim. Aynanın iki yanındaki dolapları açtığımda, sağ dolapta diş macunu dururken sol dolapta parfüm şişesini gördüm ve yeniden içimde vuku bulan gülümseme hissine direndim.

O oda Ferit'in odası olmalıydı. Kendisi de başka bir odada uyumuş olmalıydı, tanıdığım Ferit öyle yapardı. Dişlerimi fırçalayarak hızla giyinmeye koyuldum.

Eteğimi giydikten sonra bluzumun tül kollarıyla mücadele ederken Ferit'in, "Firuze?" diye seslendiğini duydum. Sesi yakından geliyordu. Kafamı kaldırdığımda kapının aralık olduğunu hatırladım.

"Gelme!" diye bağırdım birden. Adım sesleri durdu. "Kapı aralık, gelme sakın!" dedim telaşla.

"Kapatsaydın o zaman! Gelmiyorum merak etme. Gel, desen de gelmem zaten!" dedi.

"Ferit Bey'miş!" diye mırıldandım gülerek.

Söylediğimi duyacağını tahmin etmemiştim ancak duydu. Gülerek, "Ay götüm, dedin gibi geldi ama neyse," dedi. Gülümsedim. "Bekliyorum aşağıda. Okul var, hadi. Açsın zaten, dün de bir şey yemedin!" Sakin bir tonla başlayan sesi git gide yükseliyordu.

Önceki geceyi hatırlattığında hareketlerim ansızın duraksadı. O da son cümlesinin doğurduğu sonucu farkında olacaktı ki; bana sitem eden sesi ansızın kesilmişti.

''Bekliyorum,'' dedi düz ve kısık bir sesle. ''Tamam,'' diyerek aynı tonda karşılık verdim.

Giyinme işlemimi bitirip hızla merdivenleri indiğimde açık mutfaklı büyük bir salon gördüm ve oraya doğru ilerledim. Ev büyük bir ev değildi fakat zevkli, modern ve minimal döşenmişti. Bar masasında hazırlanan küçük sofrada kahvaltı etmek için beni bekleyen Ferit'i buldu gözlerim, usulca yanına gidip karşısına oturdum. Kolları kıvrılmış beyaz bir gömlek, siyah bir kot pantolon giyiyordu. Kaşları çatıktı. Oysa dün geceyi hatırlatana kadar sesi gayet iyi geliyordu.

"Günaydın," dedi yüzüme bakmadan sert fakat aynı anda mahcup bir sesle.

Düz bir sesle, "Günaydın," diye karşılık verdim.

Birkaç dakika gergin bir şekilde oturup kahvaltı etmeye koyulduk fakat ben bir şey yiyemiyor, ağzımdaki lokmayı çevirip duruyordum. Akşamdan kalma hâli iştahımı kapatmıştı ve öyle garip gerginliklerden de hiç haz etmiyordum. Gözlerim sürekli ona değiyordu fakat o çatık kaşlarının altındaki siyah gözlerini masadan hiç kaldırmadı.

Bizi böyle gergin anların içinde bulmak hoşuma gitmiyordu.

"Chelsea'ye iyi maaş verin bence," dedim düz bir sesle.

Aynı ses tonuyla, "Nasıl yani?" diye sordu bana bakmadan fakat kaşları düzelmişti.

"Geceleri çalışıyorsa çift maaş vermeniz lazım bence." dedim.

Cevap vermedi. "Umarım sarhoşluğumdan istifade etmedin." dedim alayla gülümseyerek. Bunu söylediğim anda pişman oldum. Ne Ferit böyle şakaları severdi, ne söylediğim bir şakaya malzeme olabilirdi, ne de biz bu tip şakalaşmaların içinde olabilecek bir konumdaydık. Nereden baksam ahmakça, nereden baksam yanlış bir şeydi dile getirdiğim. Ancak zamanı geri alamazdım.

İlk etapta hayretle başını kaldırıp büyüttüğü gözlerini gözlerime dikti. Bu tepkiyi bekliyordum; ne sebeple söylenmiş olursa olsun bunu ima etmemem gerektiğini düşünüyordu.

Birkaç saniye süren şaşkınlıktan sonra dudak kenarları kıvrılmamak için mücadele verdi. Esmer yüzüne kızarıklık yerleşmeye çalışırken gözlerini kaçırıp fincanını ağzına doğru götürdü. Yüzündeki kızarıklık artarken fincanı uzun süre o şekilde tuttu; yüzünü kapatmaya çalışıyor gibiydi. Bu tepkiyi ise beklemiyordum.

"Ne?!" dedim merakla. Fincanın üzerindeki gözlerinin kısıldığını gördüm, kızarıklığı arttı. Gülmemek için kendini tuttuğunu düşündüm. Ellerimi masadan çekip geriye doğru meyillendim refleks olarak. "Ne var Ferit?! Ne oldu?!" diye sordum. "Çek şunu ya!" diye sağ elimi kaldırarak çıkıştığımda fincanı indirdi. Yüzü kıpkırmızıydı ve dudaklarını birbirine bastırıyordu. Gözleri ise benden başka her noktaya değiyordu. Eğilerek yüzünü incelemeye koyuldum, gözlerim de artık büyümüştü.

"Ne oldu Ferit?" dedim yeniden. Gergin havayı dağıtmak için şaka maksatlı yaptığım imadan sonra böyle bir ifadeye bürünmesi ile aklıma gelen tüm ihtimalleri geri tepiyor, başka ihtimaller üzerinde durmaya çalışıyordum. "Ne yaptım? Üzerine falan mı kustum?" diyerek kendimi kandırmayı denedim.

Yüzünü ekşitti gülümserken. "Hayır Firuze! Konumuz o mu?" dedi ve birbirine bastırdığı dudaklarını ayırdığı için sırıtışını engelleyemiyordu artık. Fakat yine de bunun için mücadele verdiği belliydi.

Derin bir nefes alıp gözlerimi kapatırken kaşlarımın ortası yukarı kalktı. Alt dudağımı dişleyip "Beni sen mi giydirdin?" diye sordum sakin kalmaya çalışan öfkeli sesimle.

"Saçmalama Firuze!" dedi dişlerinin arasından. "Müsaadeni almadan öyle bir şey yapmam! Chelsea'yi çağırdım, o geldi!" dedi ve çayından bir yudum aldı. Çıkışı bittiğinde kızarıklık hâlâ yüzüne hakimden yeniden dudaklarını birbirine bastırdı.

"Ne oldu?" diye sordum sakince.

Sessizce, "Bir şey olmadı." dedi ve bakışlarını masaya çevirdi.

"Ferit yorma beni, anlat. Zaten yorgunum, hadi!"

"Bir şey olmadı Firuze,"

"Ferit ne yaptım? Öpmeye mi çalıştım seni?!" dedim hiddetle en sonunda. Bir kahkaha atıp kafasını yukarı aşağı sallaması ve evet demesi gerekiyordu.

Bakışları yeniden ansızın beni buldu. Artık konuya biraz daha girdiğimiz için utancı azalmış fakat kızarıklığı yerli yerindeydi. Gözlerini kaçırdı. Benim gözlerim ise daha da büyüdü. "Ne Ferit?!" diyerek sesimi yükselttim.

Cevap vermeyecekti, anlatmayacaktı. Bu durum ise daha da utanmama sebep oluyordu. Çünkü evet deyip konuyu kapatmamıştı.

Utanç dolu zor çıkan sesimle, "Daha mı fazla?" derken mırıldandım. Oturduğum bar taburesinde ufacık kaldığımı hissediyordum.

Gözleri masada gezerken kızarıklığı da gülmemek için verdiği mücadele de arttı ve çalan telefonu onu bu durumdan kurtardı. Beni de öyle. Telefonunu alıp büyük adımlarla uzaklaştı.

Önceki geceyi hatırlamak için hafızamı zorlamayı denedim ağrıyan başıma rağmen. Aklıma Hazal geldiğinde kaşlarım çatıldı ve göğsümün ağrıdığını hissettim fakat o an hatırlamam gereken şey o değildi. İşaret ve orta parmaklarımı şakaklarıma dayadım. Hatırlamayı denedim yeniden. Hafızamı zorladıkça gözümün önüne parça parça anlar geliyordu.

Ferit'i yatağın kenarında otururken hatırladım. Kolunu çekiştiriyordum. O an üşüdüğüm geldi aklıma. Beni o mu giydirmişti yoksa? Yalan mı söylüyordu? Ne işi vardı yanımda?

Aklıma gelen anlardan birinde, "Firuze saçmalama!" diyerek gülüyordu şaşkınlıkla.

Gözlerim büyüdü. Gerçekten onu öpmek mi istemiştim?

Yakasından çektiğim bir an belirdi gözümde. "Firuze olmaz! Alkollüsün!"

Kollarını ellerimden kurtarmaya çalıştığını hatırladım birden.

Bağırdığını hatırladım bir an. "Firuze yeter! Tecavüz bu! Kendinde değilsin! Saçmalama!"

Gözlerimi açabildiğim kadar açtım ve başımdaki ağrı şiddetlendi.

Bir kadının kendini kaybedecek derecede alkollü olduğu bir anda, bir erkekle sevişmesini, yıllardır, o erkeğin o kadına tecavüzü olarak yorumluyordum. Bunu birkaç kez konuşmuştuk arkadaş grubumuzda. Her seferinde, "Bir kadınla o hâldeyken sevişmek tecavüzdür." diyordum, istisnasız her seferinde. Ferit de buna defalarca kez şahit olmuştu.

Gözlerim gibi ağzım da şaşkınlıkla açıldı fakat akabinde bedenimi utanç esir aldı. Yüzümün kızardığını hissederken kendi kendime küfretmeye başlamıştım içten içe öfkeyle. Başım sağa sola çevriliyor, ellerimi koyacak yer bulamıyordum masada. Isısı yükselen yüzüme alev alan kulaklarım eşlik etti. Baştan aşağı yanıyordum sanki fakat aynı zamanda buz tutmuşum gibi hissediyordum.

Ferit'in adım seslerini duyduğumda gözlerimi sıkıca kapattım. Yeniden karşıma oturdu. Hiçbir şey söylemedi. Birkaç saniye sonra gözlerimi açtığımda tabağıyla ilgilendiğini gördüm. Ben utancıma rağmen gözlerimi onun üzerinden çekemezken, o kesinlikle bir bakış dahi atmıyordu bana. Yüzümün sıcaklığı beni terletmeye başlamıştı ve onun yüzüne yayılan kızarıklık da yok olmuş gibiydi. Gülümsememek için mücadele verdiği mimiklerinin de yerinde yeller esiyordu ve yüzüne ifadesizlik hâkim olmuştu.

Muhtemelen hiçbir şey hatırlayamayacağımı düşündü ve konu da öylece kapanacaktı. Fakat kızarıklığımı fark etmemesi için aptal olması gerekirdi. Hatırladığımın farkındaydı ve belli ki beni utandırmak da üzerime gelmek de istemiyordu. Bu sebeple de gördüğü manzara karşısında ciddiyete bürünüyordu artık.

"Bir şeyler ye." dedi konunun üzerinde durmayarak. Konu değiştirmek konusundaki başarısı Oscar'lık olmasına rağmen, o an pek de etki etmiyordu.

"Ben seninle sevişmeye mi çalıştım?" diye sordum bir anda.

Bunu beklemiyor gibiydi. Gözlerini kıpkırmızı yüzümdeki pişman bakışlarıma çevirdiğinde "Alkollüydün Firuze," dedi başını omzuna doğru eğerek. Kendime kızmamı istemiyordu. Fakat kızacağımı da biliyordu.

"Seni zor durumda bırakmak istemezdim. Özür dilerim." dediğimde gülümsedi. "Önemli değil, özür dilenecek bir şey yok." diyerek özrümü kabul etti.

"Çok utanıyorum." dedim kısık çıkan sesimle. Ağlamaklıydım, gerçekten çok utanıyordum. "Utanacak bir şey yok, unut gitsin. Ben unuttum." dedi gözlerini gözlerime dikerek, yüzündeki anlayışı net bir şekilde okuyabiliyordum.

Kısa bir süre sonra kendimi biraz daha toparlayarak, "Beni gerçekten Chelsea mi giydirdi?" diye sordum.

Kaşlarını çatıp ters bir bakış attı teessüf eder gibi. "Bir şeyler ye, açsın." dedi. Konuyu bir an önce kapatmak istiyordu.

"Sen neden yanıma geldin peki gece?"

"Kusma ihtimalin vardı, saat başı alarm kurup kontrole geliyordum çünkü." dedi sıkıntılı bir nefes vererek.

"Üşüyordum. Soyunuktum sanırım." Ses tonum soru soruyordu çünkü beni o giydirmediyse o zaman neden üşüyordum?

Bir anda başını kaldırıp tok ve net bir sesle, "Çünkü soyundun." dedi. Kaşları git gide çatılıyor, sesi sertleşiyor, bunu konuşmak istemediğini kesin bir şekilde belli etmeye çalışıyordu.

"Neden konuşmak istemiyorsun?" diye sordum merakla.

Derin ve bıkkın bir nefes aldı. Sesi yükselmişti bu kez. "Utandırmak istemiyorum seni çünkü!" Peş peşe sorduğum sorulardan rahatsızlık duyuyordu artık.

"Az önce gülmemek için kendini zor tutuyordun ama!" Benim de kaşlarım çatılmıştı.

Sesi bir anda kısıldı ve gözlerini kaçırdı. "Hoşuma gitti çünkü bunu istemen"

"Hoşuna gittiyse neden şimdi konuşmaktan kaçıyorsun?"

Hayretle yüzüme baktı. Üstelemem ona çok saçma geliyordu. Çok utanacağımdan ve uzun bir süre kendimi devamlı olarak suçlayacağımdan emindi; beni çok iyi tanıyordu ve ısrarımı anlamsız buluyordu. Haklıydı da.

Derin bir nefes aldı ve elindeki çatalla bıçağı tabağa gürültülü bir şekilde yaslayarak yüksek sesle konuştu. "Tamam Firuze, konuşalım. Anlatayım dün neler söyledin, nasıl ısrar ettin." Dirseklerini masaya yaslayarak bana doğru eğildi.

"Tamam sus!" dedim bir anda sağ elimi kaldırarak. Gözlerimi kaçırmıştım.

Güldü. Çatal ve bıçağını servis tabağından alırken yeniden "Bir şeyler ye, açsın." dedi.

"İştahım yok." dedim kısaca. Sesim titremişti. Vücudumu esir alan utançla yeniden ağlamaklı olmuştum. Kendimi iradesiz ve savunmasız hissediyorum. Üstelik buna hiç alışık değildim. Dün gece mal kabul kapısında gördüklerim de hâli hazırda zihnimin köşesinde bekliyordu. Hepsi üst üste geldiğinden altlarında ezilmiş gibi hissediyordum.

Sıkıntılı bir nefes verip yerinden kalktı ve yanıma geldi. Kendimi aç bırakırken onun da bir şeyler yemesine müsaade etmediğimi düşündüm ve bu beni daha da üzdü o an. Ağlama isteğim şiddetlendi ve onun karşısında ağlamak istemiyordum. Birinin karşısında ağlamaktan nefret ediyordum.

Yanımdaki sandalyeye oturdu bana doğru dönük bir şekilde. Başını, yere eğdiğim başımla hizaladı; önüme doğru eğildi. Elleriyle yüzümü tuttu. Kısık bir sesle, "Firuze lütfen, sakın ağlama. Çünkü ağlamanı gerektirecek bir durum yok." dedi.

"Sanane ya?!" diye çıkıştım ansızın başımı kaldırarak.

Tebessüm etti. Utandığım zamanlarda saldırgan olduğuma defalarca kez şahit olmuştu daha önce. Bir de çaresiz olduğum zamanlarda... Bunu fark etmek aklıma alkollüyken de agresif oluşumu getirdi ve yeniden önceki akşama gittim. Kendi kendime bir anda öfkelendim.

"Alkollü olduğum zaman agresif olduğumu biliyorsun! Neden beni sinirlendiriyorsun? Üzerime neden geliyorsun ısrarla yemek ye diye?!" dedim öfkeyle onu suçlayarak.

Kaşları hayretle kalkarken gözleri büyüdü. "Ben mi senin üzerine geldim? Ben mi seni sinirlendirdim?"

"Evet! Ayrıca o gördüğüm manzarayı unuttuğumu sanma Ferit!'' derken sesim bu kez titriyordu. Çünkü o tablo bir kez daha gözümün önündeydi ve bir kez daha karnıma kramp girmişti.

Bu cümle ile Ferit'in omuzları düştü. Dudaklarını ıslattı ve ortası kalkmış kaşlarıyla öylece yüzüme bakmaya başladı.

Ferit, şahit olduğum o tablodan sonra ne hissedeceğimi de, ne şekilde karar alacağımı da çok iyi biliyordu.

Dudakları aralandığında, "Ben," dedi ancak devamını getiremedi. Konuşamamak, bir şeyleri açıklayamamak onu agresifleştiriyordu. İçinde hatlanan öfkeyi anbean izledim.

Öfkeli bir nefesle kalkıp adımlamaya başladı. Salonun ortasından geçerken sağ elini öfkeyle saçlarının arasından geçirdi. Salondaki L koltuğa oturduğunda esmer yüzü; kendini izah edemediği için çaresizlikten mi kızarmıştı yoksa öfkeden mi, kestiremiyordum.

Yavaşça gidip soluna oturdum. Yüzüme değil yere bakıyordu öfke ve hüzün ifadesi ile. Gelmek için çırpınan gözyaşlarım sanki geri gideceklermiş gibi başımı yukarı kaldırıp tavana diktim. Susarak uzun bir süre yüzüme baktı. "Ben kendimi izah etsem beni dinler misin?" diye sordu.

Derin bir nefes alıp kendimi toparladım ve ona doğru döndüm. "Seni kırmak istemiyorum." dedim. Çünkü bu konuşma nereye varırsa varsın, bir noktada onu kıracağımı biliyordum.

"Ben de seni kırmak istemiyorum." diyerek karşılık verdi benimki gibi yumuşak bir sesle. Çünkü Ferit hiçbir şartta beni kırmak istemezdi zaten.

''Ferit, konuşmasak daha iyi gibi.'' dedim yumuşak bir sesle.

''Önce beni bi' dinlesen.'' dediğinde ansızın cümlesini frenledi. Oysa ses tonu devam etmek ister gibi dökülmüştü. Belki de sonrasından bahsedecekti ve sonrasında ne olacağını gayet iyi kestiriyordu.

''Sonra?'' dedim sorar gibi. Sesim yorgun çıkıyordu.

''Sonra ne istiyorsan o.'' dedi mağlubiyetle.

Sessiz kaldığımda onay almış gibi anlatmaya koyuldu. Ancak anlattığı şey Melih ile olanlar değildi. O da benim gibi bu konuyu konuşmak istemiyordu, bu belliydi. Ancak konuşmak istediğini de biliyordum. Yine de ilk etapta o konudan kaçışımız kaçınılmaz oldu.

"Dün herkes gittikten sonra tekilaları atarken iyiden iyiye sarhoş oldun hızla. Zaten iyi değildin, çarpmıştı. Bana söylendin, bağırdın, kızdın..." Tebessüm ederek derin bir nefes aldı. "Bora getirdi arabayı. Onu göndermedim ben, kapıdaydı. Yalnız bırakmak istedi bizi. Sonra seni arabaya bindirdik. Eve getirdim"

"Beni neden buraya getirdin?" dedim merakla. "Eve götürseydin ya. Kusmamdan korktuysan kalırdın."

Şaşkınlıkla "Annenler?" diye sordu. "Gelecekler, demiştin. Aradın mı bu arada annenleri? Merak etmişlerdir."

"Annemler gelmedi ki."

Doğrularak bana doğru eğildi hafifçe. "Nasıl gelmediler? Geleceklerdi ama."

''Gelmediler işte,'' dedim omuzlarımı silkerek.

"E neden söylemedin?" diye sordu.

"Sormadın ki! Gelmedi aklıma, bilmiyorum." Bir süre sustuk. Ters ters bakarak kısık bir sesle, "Aramadınız inşallah kızlarda kalacağım diye?" dedim sorar gibi.

"Yok aramadık. Sen dün otururken bi' ara telefonu eline almıştın uzun süre. Ben de annenlere kızlarda kalacağını haber verdiğini düşündüm. O yüzden aratmadım Sıla'ya falan." dediğinde derin bir oh çektim. Gecenin kalanını sordum tekrar. "Sonra?"

"Sonrası yok. Eve geldik, seni yatırdım. Chelsea geldi, seni giydirdi. Ben geldim, makyajını temizledim. Sonra da saat başı kontrole geldim."

"Sen neden temizledin?" diye sordum kaşlarımı havalandırarak.

Tebessüm etti. "Ben temizlemek istedim."

"Başka bir şey olmadı mı?" diye sordum Hazal'ı hatırlatmak ister gibi. Yoksa halüsinasyon falan mı görmüştüm?

Gözlerini kıstı düşünür gibi yüzüme bakarak. Birkaç saniye bakıştık o şekilde. Gülümseyerek gözlerini kapatıp açtı. "Hazal buradaydı geldiğimizde, kapıda bekliyordu." dedi ve derin bir nefes aldı. "Ara sıra geliyor, içeri almıyor Chelsea. Kapıda bekliyor. Konuşmuyorum ve gidiyor."

"Kabaca," dedim ifadesiz bir sesle.

Kaşlarını kaldırdı. "Değil. Onun yaptığı kabaca. Ben onunla görüşmek istemiyorum ama o benim özel alanlarıma müdahale ediyor." dedi. Haklıydı aslında.

"Evinin yerini bile bilmiyordum ben." dedim. "Oysa sen defalarca kez kapıma geldin. Geçenlerde de geldi aklıma bu."

Gülümsedi ve imalı bir sesle konuştu. "Çünkü sen hiç benim gibi, konum at geliyorum, demedin." İkimiz de arkamıza yaslandık. O, taş rengi halıya gözlerini dikmiş bakarken ben onun yüzünü inceliyordum.

Yavaşça doğruldum. Daha fazla kaçamazdık bundan. Ferit'in o noktaya geleceği yoktu. Belli ki dillendirmek istemiyordu. Benim de dinlemeye niyetim yoktu. Ancak biliyordum ki kendini de bir şekilde ifade etmek istiyordu. Ayrıca aralarında geçen şeyi de merak ediyordum.

"Melih'le neden kavga ettiniz?" diye sordum. Bıkkın bir nefes vererek kafasını çevirdi sağına doğru.

Dişlerinin arasından fakat sesini yükselterek, "Sikeceğim Melih'i yeter ya!'' derken bir anda ayaklandı ve pencereye doğru yürüdü. Akabinde ellerini cebine soktu. Bu tepkisini beklememiştim. Hayretle sırtını izliyordum.

Belli ki adını duymak dahi onu sinirlendiriyordu.

"Ferit?" dedim sessizce.

"Ne var?!" diye bağırarak bana doğru döndü. Neden bağırdığını anlayamıyordum. Ayrıca bağırmasına da biraz bozulmuştum fakat belli etmek istemedim o an.

"Melih'e de gidip bunları söylüyor musun? Ona da kızıyor musun Firuze?" diye sordu bir anda. Başımı iki yana salladım. Melih'le görüşmüyordum. ''Hani evine falan bırakıyorsun ya Melih'i... Soracak fırsatın var gibi! Neden sürekli beni suçlayıp yalnızca bana kızıyorsun?! Onun ne özelliği var?!" dedi hiddetle.

Gözlerim dolduğunda sessiz kaldım. Bu şekilde bağırmaya hakkı yoktu bana. Ve beklemediğim bir anda geldiği için yersiz yere etkileniyordum bu durumdan.

Sağ eliyle yüzünü sıvazlayıp en sonunda saçlarının arasına geçirdi parmaklarını. Gözleri kapalıyken derin bir nefes aldı. Peş peşe ve ağır ağır iki kez daha. Sakin kalmaya çalışıyordu ve Ferit'i ilk kez bu kadar öfkeli görüyordum.

Birden, "Hak etti!" dedi dişlerinin arasından ve gözlerini açmadan. Yeniden arkasını döndü.

"Ne demek hak etti ya?!" diye bağırdım ayağa kalkarak. Bu kadar kolay mıydı? "Hak edene cezasını sen mi kesiyorsun?!"

Bu kez o benim bağırmama şaşırmıştı. Hayret ve öfkeyle bana doğru döndü. "Firuze bak!" Tepkili olmasına rağmen sesini sakin ve alçak perdeden çıkarıyordu. "Melih'le anılarını iyi olarak, onu iyi olarak hatırlamak istiyorsun, biliyorum. Bırak öyle kalsın! Sorma!"

"Benimle alakalı mı?!" Şaşkınlık ve hiddetle sorduğum bu soru karşısında hayrete düştü bir an.

Sakin bir sesle ve şaşkınlıkla, "Dalga mı geçiyorsun?" dedi. Bana doğru bir adım atarak ellerini ceplerinden çıkardı ve iki yana açtı. Gözlerini büyüterek tekrar bağırmaya başladı. "Ne olacak başka? Benim Melih'le, Melih'in benimle ne derdi olabilir Firuze?! Sevgili sanmış bizi!"

"Bağırma bana!" diyerek ben de onun sesini taklit ettim. Gözlerini yumup derin bir nefes aldı. "Anlat!" dediğimde gözlerimden çıkan alev toplarını görmüş gibiydi.

Yüzüne ifadesizlik bürünürken sesini kıstı ve dudaklarını araladı; "Yeniden denk geldik Firuze. Barda... Sen yoktun; gitmiştin. Biraz ileri-geri konuştu.''

''Sonra?'' dedim sakin bir sesle.

Derin bir nefes aldı; gerçekten anlatmak istemiyordu. O an pişman olacağımı anladım ısrarla sorduğum için. Bir süre gözleri zeminde kaldı düşünür gibi. Akabinde bana doğru döndü ve dişlerinin arasından konuştu. Ancak sesini sakin tutmaya çalışıyordu.

"Bana dedi ki;" Bir süre duraksadı ve dudaklarını ıslattı gözlerini kapatıp. ''Devam et,'' dedim kısık bir sesle. "Bana dedi ki Firuze; ağzının tadını iyi biliyorsun ama kaymağını ben yedim." Sakin bir sesle fakat dişlerinin arasından konuştu. Sesindeki dalgalanmalar, ses telleriyle mücadele ettiğini gösteriyordu.

Arkasını döndü yeniden. Pişman olmuştum. Israr ettiğim için pişman olmuştum bile. Ferit'e olan öfkemin yanına bir de Melih'e olan kurulmuştu şimdi. Bir yandan Ferit'in bu kadar şiddet yanlısı bir insan olmasını istemiyordum çünkü bu beni korkutuyordu, bir yandan Melih'in hakkımda bunları söylemiş olması kalbimin sızlamasına sebep oluyordu çünkü bu sözleri hak etmemiştim. Bacağımı sallamaya başladım.

''Yine de o gördüklerim,'' dediğimde hırsla bana doğru döndü. Siyah gözlerine öfke konuşlanmış, alnının ortasında bir damar belirmişti. Kaşları çatılmış, gözleri epey büyümüş, başı ise öne doğru meyil almıştı. ''Böyle bir şey yapmamalıydın Ferit.'' diyerek bitirdim sözlerimi.

"Dalga mı geçiyorsun yoksa bana mı öyle geliyor?" diye sordu kısık çıkan öfkeli sesiyle. Akabinde ise bağırdı. "Dalga mı geçiyorsun benimle?!"

İkidir bana bağırdığı için öfkem giderek şiddetlendi. "Bana bağırma Ferit!" diyerek haykırdım.

Ferit bunu duymazdan geldi. Vücudunu tamamen bana doğru çevirerek bir adım yaklaştı ve bağırmaya devam etti. "Firuze dalga mı geçiyorsun?!"

Yüzünün yavaşça kızardığını fark ettim. Alnının ortasındaki damar sanki daha da belirginleşmişti. Derin nefesler alıp vermeye başlamıştı. "Seninle sevgili olduğumu düşünmesine rağmen bana bunu söyleyen orospu çocuğu başkalarına neler diyor kim bilir! Dalga mı geçiyorsun?!"

"Sana ne Ferit?! Sana ne?!" diye bağırdım çıkan tüm sesimle. "Sana mı kaldı bunun hesabını sormak?!"

Nefes almadan peş peşe bağırıyordum. Yüzündeki öfkenin yerini hayal kırıklığına bırakmasını anbean izledim. Onu o şekilde görmek beni kahretti. Ama artık ona dur demeliydim. Ve Ferit yapma, demek etkili olmuyordu.

"Sen kimsin?! Sana mı düşer?! Ne sanıyorsun kendini?!"

Sesimin titremesi git gide artıyor, Ferit bunun öfkeden olduğunu düşünüyordu. Halbuki ben onu bu şekilde tersleyip, değersizleştirip, bağırırken onunkiyle beraber kırılan kalbimin çıkardığı sesleri duyuyordum her zerremde. Bu canımı daha çok yakıyordu. Üstelik onun şiddet yanlısı bir insan olması ihtimali de, hepsinin üzerine tuz biber oluyordu.

Ben bunu kabullenemiyordum.

Yüzüne hayal kırıklığı tümüyle peyda olduğunda öfkesinden eser kalmamıştı. Yutkunamadım. Bir süre sustu. Gözlerini kaçırdı. "Haklısın," dedi zor çıkardığı bir sesle. Kalbim sanki az önce parçalanmamış gibi hızla atmaya başladı.

Haklıydım ve haklı olmak istemiyordum.

"Sen bana böyle tavizler de vermiyorsun, böyle haklar da tanımıyorsun." Önceki gece söylediklerimi bana hatırlatırken sesi git gide azalıyordu.

"Evet!" Onun sesi epey kısılmış olmasına rağmen benimki hâlen yüksek perdeden çıkıyordu. Eğer ses tonumu düşürürsem, acı tüm tınısına yayılacak ve tüm konuşma çöpe gidecekti çünkü. Devam ettim o şekilde, üstelik söylemem gereken, anlaması gereken şeyler bitmemişti; "Vermiyorum! Tanımıyorum! Sen mi keseceksin cezasını?! Hangi hakla?!"

Susuyordu. Zorlukla yutkunurken kaşlarının ortası havalandı. Çenesine bir gerginlik peyda oldu ve akabinde giderek arttı. Fakat yine de ifadesiz bir yüz takınmaya çalışıyordu ve gözleri hâlen benden başka her yere değiyordu. Kafasını yukarı ve aşağı salladı yavaşça. Mırıldanır gibi konuşmaya başladı. "Ben etkisiz elemanım senin için; haklısın," Sesi o kadar az çıkmıştı ki, bir iki kelime seçebildim aradan. Eğer önceki gece bu cümleyi ben kurmamış olsaydım ne söylediğini anlamazdım bile.

"Melih bizi sevgili sanmış olabilir! Ama değiliz!" Yüzüne vurur gibi haykırdım fakat bunu yalnızca kendi yüzüme vurmuştum aslında.

"Söyledim," dedi mırıldanır gibi. Gözlerini gözlerime çevirdi. Daha da öfkelendim çünkü artık canım daha fazla yanıyordu bunu hatırladığım için.

"Evet! Çünkü orman kuytusunda üzüm salkımı yetişmez değil mi?!"

"Firuze," dedi ve dudaklarını ıslatıp yutkundu. Sesi titriyordu. ''Bunu nasıl telafi edebileceksem,''

"İstemiyorum!" dedim. "Edemezsin de zaten. Bana karışma, o bana yeter Ferit!"

Uzunca bir süre, belki birkaç dakika sessiz kaldı. "Tamam," dedi en sonunda. Sesini zar zor duymuştum.

Birkaç saniye hareketsiz ve sessiz kaldık tekrar. Ben onu izlerken onun gözleri zemindeydi. Kendini toparlayıp masaya doğru yöneldi, "Bir şeyler ye, açsın."

"Gidiyorum ben." dedim zorlukla, adımları durdu. Kısık çıkan sesimle göğsüme ağrı girerken ekledim; "Bir süre görüşmeyelim."

Omzunun üzerinden bana doğru ağır bir şekilde döndüğünde hayal kırıklığına bir çok ifade eklenmişti. Fakat gözlerimi ve hızlı adımlarımı, izlemeyi çok sevdiğim yüzünden çekip antreye yönelttiğim için incelememiştim hiçbirini.

"Nasıl yani?" Sesi bu kez çok daha fazla titremişti ve ben bir şey söylemeyeceğinden emindim aslında. Çünkü Ferit zaten kararımın varacağı noktayı iyi biliyordu. Fakat görüyordum ki; demek o da bunu kabullenemiyordu.

Durdum, arkamı döndüm ona doğru. Yutkundu. Bunu kabullenemediği çok açıktı; şaşkındı ve çok üzgün görünüyordu. Sessiz geçen birkaç saniyede yalnızca yüzünü inceledim. ''Ferit, ben,'' Bir süre düşünür gibi gözlerimi zeminde gezdirdim. ''Biliyorsun; şiddet yanlısı biriyle,'' Bir an duraksadım. Çünkü; şiddet yanlısı biriyle yapamam, demek istemiştim ancak biz öyle bir noktada değildik. ''Arkadaş kalamam,'' dedim.

Bir anda kendini toparlayıp gözlerini yere çevirdi ve kafasını hafifçe yukarı aşağı salladı. Gözlerini tekrar bana değdirdiğinde derin bir nefes doldurdu ciğerlerine; "Tamam Firuze. Karşına çıkmamı istemezsen-"

"Böyle bir şey istemeyeceğimi biliyorsun." dedim başımı omzuma eğerek.

"Ben seni üzüyorum Firuze. Karşına çıkmayacağım. Her şey için özür dilerim, bir anlamı olmasa da..." dedi ve cevap beklemeden yanıma doğru ilerledi. Vücudumu sıyırarak geçip antreye çıktı, dresuardaki araba anahtarını aldı ve elini portmanto kapağına götürdü.

"Gerek yok. Taksiyle giderim. Okula da gelmeyeceğim." dediğimde eli kapaktaki gizli kulp üzerinde kalakaldı. Yutkunduğunu gördüm. Bu kadarını beklemiyordu sanırım.

İfadesiz bir şekilde yüzüme bakıp telefonunu çıkardı ve parmaklarını ekranda gezdirdi. Başını kaldırıp bana baktığında "Taksi geliyor. Gel, otur o gelene kadar." deyip antrenin devamına doğru bir adım attı.

Başımı iki yana sallayıp mırıldanır gibi, "Gerek yok. Beklerim burada." dedim. Adımlarını durdurdu ve birkaç saniye bekleyip sıkıntılı bir nefes verdi. Yüzüme bakmadan yanımdan geçti ve gitti.

Antrede tek kalmıştım. Sol gözümden bir yaş düştü. Arkasından onu sağ gözüm takip etti. Birkaç dakika sonra yaşları engelleyebildiğimde yeniden Ferit'in adım seslerini duydum, üst kattan iniyordu. Elinde çantam ve telefonum vardı. Onları unutmuş olmam bile umurumda olmadı o an. Çünkü ona sırtımı vererek yüzümü görmemesini umuyordum.

Olan biteni anlamış gibi bir hareketle önüme geçti. Telefonum ve çantamı sol eline alıp sağ elinin işaret ve baş parmağını çeneme hafifçe yerleştirip yüzümü kaldırdı. Fakat gözlerim yere bakıyordu.

"Yüzüme bakmayacak mısın?" dedi sessizce.

Yutkundum. Bir şey söylersem sesim titrerdi. Gözyaşlarım da onu takip ederdi. Bakışlarımı ona çevirirsem henüz ağlamış gözlerimi gözlerine dikerdim ve bunu istemiyordum. Hiçbir şey söylemezsem de yanlış anlayacaktı.

Gözlerimi yumarak başımı kaldırım yüzüne doğru. Birkaç saniye bekledi sabırla gözlerimi açmamı. Açmadım. Elinin çeneme verdiği destek kaybolduğunda sol yanağıma yerleştiğini hissettim. Tüylerim diken diken oldu. Baş parmağıyla yanağımdaki ıslak ince yolu sildi zarifçe. Avcunu öpmek istedim. Bu hareketi beni daha da ağlatacak gibiydi. Başımı sağıma doğru çevirip elinden kurtuldum. Birkaç saniye hareketsiz kaldı ve çantamla telefonumu dresuara bırakıp saçlarımın arasına yumuşak bir öpücük kondurdu. Akabinde merdivenlere doğru ilerledi.

Tek kalmıştım. Kalakalmıştım. O gitmişti ve ben antrede tek başıma dikiliyordum. Gözyaşlarım ise beni yalnız bırakmak istemez gibi eşlik ediyorlardı bana. Kaç dakika öylece kaldığımı bilmiyordum. Yine o nefret ettiğim, gözlerine benzeyen katran karası renk esir aldı beni. Karnımdaki kelebekler, yerlerini bir sülük gibi ruhumu emen garip hisse bıraktı. Ayaktaydım fakat seramik zemine yığılmış gibi hissediyordum. Kulağıma dolan uğultuları duyduğum korna sesi dağıttı ve yavaş adımlarla evden çıkıp taksiye yürüdüm.

***

 

 

Yorum satırı.

 

Twitter: esaturk07
Insta: esaturk_07
Wattpad: esaturk

 

Loading...
0%