@esaturk
|
3 - KORU Feridun Düzağaç - Alev Alev 28 Kasım 2017 / Salı Sabah Muhammet'i okulda yakalamış, nihayet konuşmaya ve beni dinlemesine ikna etmiş, onunla konuşacağım saati bekliyordum. Öğleden önceki dersimde molaya çıkmadan modellemem gereken ürünün çizimini bitirmiştim ve bu sebeple dersten yaklaşık kırk dakika erken çıkmıştım. Avludaki ana kantinde tek başıma oturuyor, çay içiyor ve henüz önceki gece olanlarla ilgili düşünüyordum. Ferit'in son attığı mesaja cevap vermemiştim. Zaten mesajı attıktan sonra sızdığını ve cevap beklemediğini tahmin ediyordum. Okula geldiğim sabah saatinden beri ne onu, ne de Akın ve Bora'yı görmüştüm. Dersleri olup olmadığını bilmiyordum fakat geç uyuduklarından ve gece alkol aldıklarından dolayı, sabah dersleri olsa bile o derse girmeyeceklerini tahmin ediyordum. Kasvetli hava, sanki iç karışıklığıma daha da tuz biber oluyordu. Ferit'in gece söyledikleri, biraz da olsa üzerini açtığı kartları ve bana olan yaklaşımı kafamı git gide kurcalamaya başlamıştı. Oysa bana açtığı her kartın bir soru işaretini silmesi gerekmez miydi? Bahsettiği sınırlar, tebeşir, silgi, çabaladığını söylemesi ve son söyledikleri, belki de alkole dayandırabileceği unsurlardı. Bu sebeple üzeri açılan kartların aslında daha da kapandığını düşünüyordum. Tüm cevaplar ondaydı. Tepkileri, mimikleri ve gözlemleyebileceğim diğer tüm şeylerde gizliydi aradığım cevaplar. Aramızda geçen diyalogdan henüz kimseye bahsetmemiştim. Kızlara bahsettiğimde büyük bir reaksiyon alacağımı biliyordum. Ancak bunu daha önce de deneyimlediğimden ve hüsranla sonuçlandığından, bir süre de olsa bu olanları içimde tutmaya niyetliydim. En azından bir şeyleri önce kendim anlamam gerekirdi. Kendimi olumsuz olan seçeneğe hazırlıyor, beklentimi düşük tutuyordum. Çünkü yüksek beklenti, her zaman hayal kırıklığı ile sonuçlanırdı. Bu da daha önce kalbim parçalanarak deneyimlediğim bir şeydi. "Günaydın Firuze! N'aber?" Sağımdaki sandalyeyi çekip oturan Ferit'ti. Hemen yanında beliren Akın ise karşımdaki sandalyeyi ağır ağır çekti. Uykusuzluklarını yüzlerinden okusam da Ferit oldukça neşeli görünüyordu. Bu, kesinlikle beklediğim bir şey değildi. Akın da tam karşıma oturduğunda gözlerim Bora'yı aradı. "İyidir, sizden?" diye sordum etrafa bakınarak. Akın sessiz kalırken Ferit, "İyidir, biraz uykum var ama halledeceğim." dedi gülerek. "Bora yok mu?" diye sordum ortaya. Uykusuzluktan hafif şişmiş gözlerini öğrenciler üzerinde gezdirerek, "Yok, arabayı bakımdan alacakmış, gelirken bıraktım sanayiye ama gelir bir saate." dedi. Gözlerim Akın'a döndü. Kollarını masaya yatırmış, başını ise kollarına gömmüştü ve muhtemelen uyuyordu. "Bu nasıl derse girecek bu hâlde?" diye sordum gülerek. "Girmez muhtemelen. Çok içti dün." dedi yüzünü ekşiterek. "Eve neden gitmiyor?" diye sordum. "Arabası buradaki otoparkta. Dün tek araba gittik Suat'a, o yüzden okula getirdim. Gider muhtemelen." dedi. Bir anda bana döndü ve ima yüklü bir ses tonuyla, "Suat'a gittik dün." dedi. Yüz ifadesi de aynı imadan nasibini almıştı. Hiç beklemeden, "Biliyorum," dedim. Çenem hafif kalkmıştı. Kaşları belli belirsiz çatıldı. "Nereden biliyorsun?" diye sordu. Sorduğu soru kirpiklerimi istemsizce kırpıştırmama sebep oldu. Hatırlamıyordu. Benimle konuştukları bir kenara, benimle konuştuğunu hatırlamıyordu. Bozulmuş yüz ifademi gizlemeye çalışırken, "Ha, dün otururken lafı geçti burada. Bekliyorum, falan demişti Suat." diyerek kendi kendini cevapladı ve önüne dönerek montunun cebinden sigara paketi çıkardı. Sessiz kaldım. Yapabildiğim tek şey, içten içe, ona sert bir tokat atmak istemekti. Telefon melodisi kulaklarımıza dolduğu an çağrıyı yanıtladı ve kulağına götürdü. "Ne var?" diye sorduğu için Bora ile konuştuğunu tahmin ediyordum. Birbirlerinin telefonlarını bu şekilde açtıklarına birkaç kez şahit olmuştum. "Bakmadım hiç mesajlara, ne zaman attın?" diye sorup sigarasını yaktı. "Görmedim, diyorum Bora!" Telefonu kulağından uzaklaştırıp bir süre ekranı kurcaladı. Sessizce aksiyonlarını izliyordum. Bora'nın sesi ahizeden duyulurken, yeniden telefonu kulağına götürdü. "Atmışsın, şimdi gördüm. Tamam kapat, bakıyorum." dedi. İfadesiz bir yüzle ve sabırla sohbetlere gelip adımı görmesini bekledim. İlk etapta bir süre ekrana dikkatle baktı. Akabinde parmaklarını hızla ekranda gezdirdi. Muhtemelen Bora'yı yanıtlıyordu. Ekranı kilitleyip telefonu masaya bıraktı ve sigarasından bir duman çekti. Telefonun melodisi yeniden duyuldu. Bu kez mesaj gelmişti. Yeniden eline aldı telefonu. Hava kasvetli olduğu ve güneş olmadığı için telefonun ekranını netlikle görebiliyordum göz ucuyla da olsa. Whatsapp'a girip hiç durmadan Bora'nın adına tıkladı. Pencere açılır açılmaz aceleyle geri çıktı. Altında ismim yazılıydı. Bir süre ekrana baktı. Başımı hafifçe kaldırarak sağa-sola bakmaya başladım. Oysa karşımdaki kantin camlarının yansımasından yüzünün ansızın bana döndüğünü görebiliyordum. Aceleci ve telaşlı jestleri ile hayrete düşmüş mimiklerini de öyle. Başını yeniden telefona gömdü. Telefonu hafifçe sağına eğerek görüş alanımı engellemeye çalışıyordu. Halen olağan davranmak ve bozulmuş yüz ifademi gizlemek için çaba sarf ediyordum. Mesaj bildirimi sesi geliyordu ancak mesajlara bakmadığı aşikardı. Çatık kaşlarla ekrana bakıyordu. Muhtemelen mesajları en baştan hızla okuyordu. Telefon melodisi bir kez daha duyuldu. Bu kez zil sesiydi ve muhtemelen arayan Bora idi. Meşgule aldı. Kaçamak bakışları üzerime dokundu. Görmezden geldim. Telefonu bir kez daha çaldı. Bu kez burnundan soluyarak yanıtladı çağrıyı. "Ne var Bora?!" diye bağırdı. Sigara paketime uzanırken Akın Ferit'in sesine uyandı. Çekik olmasına rağmen uykusuzluktan daha da çekikleşmiş gözleri boş boş etrafına bakınıyordu. Ben ise sigaramı sakince ateşlemekle meşguldüm. "Tamam, dedim. Ne kadar sabırsızsın ya! Bekle beş dakika!" Ferit öfkeyle çağrıyı sonlandırırken Akın yüzünü ve sakalsız çenesini sıvazladı. Ağır ağır ayaklandığında Ferit'in gözleri yeniden telefonundaydı. "Ben gidiyorum," dedi ve selam verdi Akın. Ferit gözlerini telefondan kaldırmadı ve Akın'ı duymazdan geldi. Eliyle onu gösterip ne olduğunu sordu. Dudaklarımı büzerek omuzlarımı silktim. Başını iki yanına sallayarak yanımızdan uzaklaşırken Ferit sol bacağını sallıyor ve halen mesajları okuyordu. Akın gittikten yalnızca birkaç saniye sonra, "Ben," dedi ve gözlerini masada gezdirdi. Benim yüzüm ise tam olarak yüzüne dönüktü. Gözlerini masadan kaldırmıyordu. Çehresi talan olmuş, kaşları çatılmış, esmer yüzü netlikle kızarmıştı. Göz teması kurmadan, "Gitmem lazım." dedi ve hızla kalktı. Hızlı adımlarla mühendislik fakültesi binasına doğru ilerlerken ses kayıtlarını dinleyeceğini biliyordum. Derin bir iç çektiğim sırada gözlerim uzaklaşan sırtındaydı. Kadrajıma Muhammet girdi. Ayakta dikilmiş, Ferit'in arkasından bakıyordu. Bana doğru döndü. Mavi gözleri öfkeliydi. İki-üç adımla karşımda bitti. Sağ elini sandalyenin ardına yasladığında dik bakan gözleri halen gözlerimdeydi. Sandalyeyi ağır ağır geri doğru çekerken de öyle. Ayrıca çenesi de oldukça dikti. Bıkkın bir nefes verdim. "Bırak şovu da otur Muhammet." Elimle sandalyeyi işaret ettim. Otururken, "Neyin tribinde bu yine?" diye sordu kaşlarını çatarak. Kastettiği Ferit'ti. Gözlerim, Ferit'in uzaklaşarak kaybolduğu noktaya döndü. Dudaklarımı araladığımda söze karışan yine Muhammet oldu. "Bu çocuktan hiç hoşlanmıyorum Firuze." Öne doğru eğilmişti, kaşları halen çatıktı ve dik dik bakıyordu. "O da sana bayılmıyordur eminim ki." Kaşları alayla havalandı. "Daha bir yıldır tanıdığın bir insan için bana terso mu yapıyorsun şu an yoksa bana mı öyle geliyor?" "Kusura bakma Mami ama aynı tersoyu üç aydır hayatında olan kız için yapmadın mı daha geçen hafta bana?" Kaşları biraz daha kalktı. Sigaramdan nefes çekerken ağır ağır başını salladı. Öfkelendiğini görebiliyordum çünkü sarışın teni hafifçe kızarmaya başlamıştı. Öne doğru hafifçe kaydı. İşaret parmağını bana doğrulttu. "Birincisi; ben sana terso yapmadım. İkincisi; üç aydır hayatında olan, dediğin insan benim sevgilim. Bu lavuk senin neyin? Arkadaşın." Kısa bir es verdi. "Arkadaşın mı gerçekten?" diye sorarken imalı sesinden öfke de seçiliyordu. Sıkıntılı bir nefes aldım. "Arkadaşım," dedim. Alaylı bir ifade yerleşti yüzüne. Dudaklarını araladı, bir şey söyleyecek oldu ancak kendini frenledi. Ardına yaslanarak o da cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dal aldı ve hızla ateşledi. "Hoşlanmıyorum bu çocuktan Firuze!" derken bir yandan dumanı üfledi, bir yandan da sağ elindeki çakmağı masaya vurdu. Avucunun altında ezdiği çakmaktaki göz bebeklerimi yüzüne doğru çevirdim. Neden, diye sormak istiyordum ancak cevabını biliyordum. "Ne var sizin aranızda?" diye sordu. Ses tonu yüksek değildi ancak öfkesinin önüne geçmek için büyük bir çaba harcadığını görebiliyordum. "Hiçbir şey." dedim ve sigaradan son nefesi çektim. "Firuze!" diyerek sert bir tonla uyardı beni. Masaya doğru eğilmiş, küllüğe çevirdiğim gözlerimle gözlerini buluşturmaya çalışıyordu. "Bir şey yok aramızda Muhammet!" diyerek çıkıştım. Bir yandan sigara izmaritini küllüğe bastırıyordum. "Kızım bak, bu çocuğun bakışları normal değil." dedi sakin bir tonla. "Değilse değil Muhammet, ne olmuş?! Sen niye takıldın bu kadar bu konuya?" Kollarımı göğsümde bağladım. Kaşlarımın ortası havalanmıştı ve ses tonum yüksek perdeden dökülüyordu. "Ne demek niye bu kadar takıldın ya?! Kızım sen Melih denen orospu evladıyla da aynılarını yaşamadın mı?" Gözlerimi devirerek başımı savurdum. "O da tutarsız, dengesiz davranıyordu. Yalan mı?" Göz temasından kaçınıyor, kendimi, güvenli hissettiğim parmaklıklar ardına sıkıştırıyordum kendimce. Bir süre sessiz kaldı. Gözlerim yer döşemesinde, masada, kucağımda, küllükte ve Muhammet'in yüzünden başka her yerde geziyordu. Sessizliğinin son demlerinde sigarasını söndürdü. Yavaşça kalkıp sağımdaki sandalyeye geçti. Bir elini omzuma yerleştirirken göz teması kurmak istediğini biliyordum. Ancak ona bakarsam muhtemelen kadrajım bulanıklaşacaktı. Ağlamak ise istediğim son şeydi. Çocukluğumdan beri kendimi tam anlamıyla açabildiğim tek insan Muhammet'ti. Muhammet benim için yıllardır ayna görevi görmüştü. Dobraydı, dürüsttü, açık ve netti bana her zaman. Bu sebeple de çevremde doğruları yüzüme vuran tek kişi oydu. İçten içe bildiğim ancak üzerini örttüğüm doğrularımdan ne zaman kaçsam, Muhammet ya onların üzerini açar ve beni yüzleştirirdi ya da beni bulup, saklandığım delikten çıkarıp o doğruların karşısına dikerdi. Bu sebeple, ne zaman kendimi Muhammet'ten bir şeyler saklarken bulsam içten içe hep yanlış yolda olduğumu düşünürdüm. Şu an olan da buydu. "Bak Firuze," dedi ve derin bir nefes aldı. "Senin üzülmene dayanamadığımı biliyorsun. Benim için Meryem neyse sen de osun. Melih hakkında seninle uzun uzun konuştum, hatırla. Bu çocuk tekin değil, üzülürsün, dedim." Gözlerim halen masada, fakat bu kez sabit bir noktadaydı. "Yok Muhammet, aslında iyi biri, dedin. Demedin mi?" Başımı salladım. "Şunu anlamıyorsun; çevrende herhangi birine, hayatındaki birinin iyi biri olduğunu açıklama çabasına girmişsen o kişi senin için doğru kişi değildir." Yutkundum. "Melih için bunu defalarca kez yaptın. Ben sizi sevgili sanıyordum mesela. Ama ne yaptı? Çıktı senin karşına, ben sana öyle yaklaşmadım Firuze, sen öyle algılamışsın, bu benim suçum değil, dedi. Demedi mi?" Başımı salladım bir kez daha. "Şimdi aynılarını Ferit için söylüyorum. Belki de yanılıyorum. Ama biliyorum ki avaz avaz bağırmak istiyorsun, aslında Ferit iyi biri, diye." İstiyordum. Sessiz kaldı. Sağ profilimden gördüğü yüz ifademi inceliyordu ve ben yüzümün karıştığını engelleyemediğimin bilincindeydim. "Bu yüzden sevmiyorsun onu değil mi?" diye sordum. "Ben Ferit'i sevmek zorunda değilim, Ferit benim babamın oğlu değil. Ama kimseye de durduk yere kim gütmem. Ne zaman uzaktan uzağa, uzun uzun seni izlemeyi bırakır, gelir elinden tutar, o zaman benim için her şey değişir. O zaman ona olan gardımı indiririm. O yüzden, Ferit'ten neden hoşlanmadığımı sorgulama." Derin bir nefes alıp yüzümü sıvazladım. Ansızın, "Sen ona karşı ne hissediyorsun?" diye sordu. Başımı hızla ona doğru çevirerek, "Bir şey hissetmiyorum." dedim tüm samimiyetimle. Doğruydu; ona karşı esasen bir şey hissetmiyordum. Yahut yoğun duygular içinde değildim. Yalnızca onu düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum çünkü yaptıkları, sürekli davranışlarını kurcalamama sebep oluyordu. Hâl böyle olunca aksiyonlarını devamlı olarak irdeliyor oluşum, elimde olmadan onu düşünmeye itiyordu beni. "Firuze yapma," dedi başını omzuna doğru eğerek. Açıkça kınıyordu beni. Bedenimi tamamen ona doğru çevirdim. "Gerçekten, Ferit'e karşı bir şey hissetmiyorum aslında. Bir yıldır arkadaşız." dedim. "Aslında?" dedi sorar gibi. "Ama kafanı karıştırıyor?" derken başını yukarı aşağı ağır ağır sallıyordu. "Evet," dedim sıkıntılı bir nefes vererek. Verdiğim nefesle omuzlarım da düştü. "İşte bundan bahsediyorum Firuze." Sesi anlayışı tamamıyla sırtlanmıştı. Kadife gibi yumuşacık çıkıyor, içten içe öfkelenen her zerremi yatıştırıyordu. "Eğer kafanı karıştırıyorsa sana karşı açık değil demektir. Sana karşı açık değilse de doğru kişi değil demektir güzelim." Uzunca iç çektim. "Haklısın," dedim çünkü üzerine söyleyecek pek bir şeyim yoktu. "Yine de senin hayatın, senin kararın ve senin tercihlerin. Ben senin üzerinde söz sahibi değilim, kimse değil. Ben sadece üzülmemen için bazı şeyleri sana açıkça dile getirebilirim. Bunu da ancak bu şekilde yapabiliyorum. Bana kızma." dedi. "Muhammet sana kızmıyorum. Sen benim yirmi iki yıllık kardeşimsin. Ben de biliyorum benim iyiliğimi istediğini. Ben sana nasıl kızabilirim? Sadece," Bir süre gözlerimi yüzünde gezdirdim doğru kelimeleri bulmak için. Bulduğum doğru kelimeler yutkunmama sebep oldu. "Sadece senin söylediklerin benim gözlerimi açıyor ve ben gözlerim açıldığında mutsuz bir kız oluyorum. Hepsi bu." Dudaklarını birbirine bastırarak kısa süre yüzümü taradı. Akabinde beni hafifçe kendine çekip uzun uzun sarıldı ve böyle bir tarza sahip olduğu için, düşüncelerini ancak bu şekilde sertçe dile getirebildiği için özür diledi. Ona sahip olduğum için şanslıydım. "Seni kimse üzemez. Biri üzmeye yeltenirse karşısında beni bulur. Adamın götünden kan alırım Firuze." dedi fısıltıyla gülerek. Bu tip söylemleri sevmediğimi bildiği için bu kelimeleri tercih etmesine gülüştük. Hayır, ona sahip olduğum için çok şanslıydım. "Gelelim Handan meselesine." Kendini geri çekerken sesi yüksek çıkmıştı. "Muhammet Handan konusunda haklıyım!" diyerek işaret parmağımı ona doğrulttum. İşaret parmağıma bakarak alayla gülümsedi. "Ulan şu bana öttürdüğün borunu diğer erkeklere de öttürsen ne derdin kalacak ne tasan." dediğinde gülmeyi beklemiyordum ancak kendimi tutamayarak kısaca kıkırdadım. "Olsun be güzelim, senden gelsin. Ee?" dedi alayla. "Makaraya vurma. Ciddiyim. Handan konusunda haklıyım. Sürekli bana imalar yapıyor, laf sokuyor. Bir yaptı, iki yaptı, sabrettim. Ama kalkıp senden benimle görüşmeni istememesi çok büyük alçaklık, kusura bakma." "Haklısın," dedi beklemeden. "Zaten buna itirazım yok ki Firuze. Yani, itirazım var. Ama sana değil, Handan'a. Sen bana neden bu kadar çıkıştın, ben onu anlamıyorum. Yediremiyorum da. Yani sence söylediklerini hak ettim mi ben?" "Kanki doluyum dolu! Kız suçsuz yere sürekli üzerime geliyor. En başından beri en büyük korkum; seni bana karşı doldurmasıydı. Ne zaman Handan söz konusu olsa ben hep bu ihtimali düşünüp üzülüyordum, sinirleniyordum kendi kendime. Sen de gelip, Handan seninle görüşmemi istemiyor, deyince küplere bindim. Ne yapayım? Zaten dolmuşum, sende de var kabahat. Madem benimle görüşmemek gibi bir niyetin zaten yok, o zaman gelip bana söyleme. Neden suyu bulandırıyorsun?" "Ben mi suçlu oldum şimdi?" Elleri ile kendini işaret ediyordu. Kaşları neredeyse saç diplerine kadar kalkmıştı ve mavi gözleri dehşetle bakıyordu. "Sen suçlusun demiyorum. Götünden anlama. Ben doluydum, sen de öyle söyleyince başka bir şey düşünemedim hâliyle, bu yüzden de patladım, diyorum." "Kızım daha şimdi dedin ya; sende de var kabahat, diye." dedi hayretle. "Gelip bana söylemekte suçlusun, evet. Senin zaten bunu dile getirmen direkt benimle muhatabı kesmene çıkmıyor mu? Yoksa söylemenin ne anlamı var?" diye sorarken benim de yüzüme hayret peyda olmuştu. Omuzları düşerken derin bir nefes aldı. Söylediklerime hak vermiş gibiydi. "Amına koyayım bu kadar detaylı düşünmeseniz ölürsünüz değil mi?" Kıkırdadım. "Yani ben buraya gelip sana esip gürleyecektim. Şu an öyle bir şey söyledin ki kilitlendim." Ben halen gülerken o gülümsüyordu. Devam etti; "Ama şunu gözden kaçırıyorsun. Ben bunu sana söylemeseydim bu kez Handan benden böyle bir şey istediğini muhakkak bir yerde dile getirecekti. Bu kez duyduğunda daha çok sinirlenmez miydin?" "Sinirlenirdim ama, Muhammet bana karşı bu durumu dile getirme tenezzülünde bile bulunmamış, diye düşünürdüm. Bu yüzden tam tersi hoşuma giderdi." dedim. Bir süre yüzüme baktı. Kısık bir sesle, "Doğru amına koyayım." derken dudakları neredeyse oynamadı. Bir kez daha kıkırdadım. "Handan'a çok kızdım." diyerek yeniden ciddiyete büründü. Derin bir nefes aldı ve bir sigara daha çıkardı. "Yani, bana kalkıp nasıl, Meryem'le görüşme, diyemezse, Firuze'yle görüşme, de diyemez. Zaten bayağı uzun konuştuk. Daha doğrusu tartıştık. O tartıştı, ben bir yandan onu sakinleştirmeye çalıştım bir yandan konuşmaya çalıştım ki haklı olmama rağmen." dedi ve sigarasını dudaklarına götürüp çakmağı ateşledi. "Hiç şaşırmadım." dedim. Burnundan nefes vererek alayla güldü. "En sonunda konuşabildik. Uzun uzun konuştum. Bizim seninle sulu bir samimiyetimiz olmadığını, benim için Meryem'den farkın olmadığını falan söyledim." Devam etmesi için bekledim ancak sigarasından peş peşe nefes çekmekle meşguldü. "Ee? Anladı mı bari?" Başını salladı. "Evet. Yani bilmiyorum; anlamadıysa da anlamış gibi yaptı." dedi sıkıntıyla. Bir süre sessizce profilini izledim. Muhammet'in üzülmesi hayatta istediğim son şeylerden biriydi. Ve Handan'la olan birlikteliğinden sonra üzüldüğüne çok kez şahit olmuştum. Benim Handan'a gard almamın sebebi de bu yüzdendi. Bu sebepten, Muhammet'in Ferit'e karşı set çekmesini anlıyordum aslında. "Handan zor biri. Ve bana kızma ama bence tehlikeli biri aynı zamanda." dedim. Belli belirsiz başını salladı. "Üzülüyorsun Muhammet. Seni çok zorluyor. Henüz üç ay oldu. Bu kadar sıkıştırması normal değil. Nasıl katlanıyorsun? Nasıl katlanacaksın? Evleneceğim, diyorsun. Koca bir ömür... Kolay mı?" diye sordum yakararak. Anında başını bana çevirdi. Yüz ifadesine hüzün yerleşmişti. İlk söylediği; "Seviyorum Firuze." oldu. "Ne yapayım? Seviyorum." diye devam etti. *** Saat akşam beş olmuştu. Muhammet'le konuştuktan sonra, öğleden sonraki proje dersine girmiştim ve saat ikiden dört buçuğa kadar eskiz çıkarmam gereken yerde Muhammet'in söylediklerini düşünmüştüm. Ona hak vermekten nefret ediyordum. Bu süreç boyunca bir kez bile molaya çıkmamış, bir sigara dahi içmemiştim. Ferit'ten ses seda yoktu. Yanımdan hiddetle kalkıp gittiğinden beri onu ne görmüş ne de onunla konuşmuştum. Bana herhangi bir açıklama yapmamıştı. Saat dört buçukta proje hocalarımızın dağılmasıyla derslikten çıkmış ve okulun korusuna gelmiştim. Yarım saattir koruda oturuyordum. Yağmur yağmıyordu ancak hava halen kasvetliydi ve koru oldukça esiyordu. Yarım saat boyunca iki tane sigara içtim ve yalnızca yaprak seslerini dinleyerek düşündüm. Zaman zaman önümden geçen öğrenciler karşımdaki İstanbul manzarasına karşı olan görüşüme ket vuruyordu. Oksijen almak umuduyla derin bir nefes aldım. Oksijenin, kafamdaki soru işaretlerini duman gibi dağıtmasını umuyordum. Fakat ciğerlerime doldurduğum oksijene çok sevdiğim parfüm kokusu karıştı. Şaşkınlıkla sağa-sola döndüm. Bakışlarım sağıma doğru uzandığında oturduğum bankın arkasından çıkıp görüşüme giren beden, derin bir nefes daha almam için zorladı beni. Sessizce yanıma oturdu. İkimizin gözleri de İstanbul'daydı. Cebinden bir sigara çıkarıp yaktı. Sessizce sigarasını içti. Sigarasını bitirdi, söndürdü. Esen rüzgarın rotasında, inat gibi ben vardım. Esen her rüzgar, önce Ferit'e daha sonra bana vuruyordu. Aldığım her nefese kokusu karışıyordu. "Çok utanıyorum." dedi sessiz geçen yirmi dakikanın sonunda. Sesi fısıltı gibi çıkmıştı. Sessiz kaldım. Gözleri bana dönmedi, gözlerim ona dönmedi. "Gelmeyecektim yanına." dedi ve derin bir nefes aldı. "Biliyordum burada olduğunu," derken aynı nefesi sıkıntıyla geri bıraktı. "Gelmeyecektim ama geldim. Neden geldim bilmiyorum." dedi ve yüzünü bana çevirdi. "Ne söyleyeceğimi de bilmiyorum. Çok utanıyorum Firuze, sadece bunu biliyorum." dedi. Söyleyecek tek bir kelimem bile yoktu. "Alkollüydüm," dedi. Alayla gülmemek için kendimi dizginliyordum. "Bu bir bahane olamaz, biliyorum. Ama ben alkol aldığımda biraz duygusallaşıyorum. Hayatıma dram katmak istiyorum galiba öyle anlarda. Bunun da önüne geçemiyorum." "Ve en yakında ben mi vardım?" Yüzümü yüzüne döndüğüm an o da başını bana doğru çevirdi. Yüzümdeki alaylı gülümseyişin önüne geçmedim. "Firuze, çok utanıyorum, yapma." dedi başını omzuna eğerek. Siyah gözleri, direkt olarak ela gözlerimi hedef almıştı. "Bir şey yapmıyorum Ferit. Sana kendini ifade edecek bir alan açıyorum." dedim. "Hayatına dram katmak istedin ve Dağlar Kızı Reyhan çalınca aklına ben geldim." dedim onay bekler gibi. Başını geri atarak gözlerini kapattı ve uzun bir nefes çekti. Uzun bir süre öyle kaldı. Güldüm. "Anlıyorum," dediğimde başını indirdi ve gözlerini yüzüme çevirdi. Bakışları şüpheciydi. "Anlıyorum, insan alkollüyken farklı duygu durumlarına hapsolabiliyor. Mesela ben de çok agresifleşiyorum. Alkollüyken saldıracak birini arıyorum ve her şeyden, her sözden nem kapıyorum. Ben de bunun önüne geçemiyorum." dedim anlayışla. Anlayışım sahiciydi. Ona kendini ifade etmesi için alan tanıma çabam da öyle. Çünkü Muhammet'e hak veriyordum. Gözlerimi bir kez daha açmıştı ve gözlerimi geri yummak istemiyordum. Ferit kendini ifade etmeliydi. Aptalca da olsa, ahmakça da olsa, bir şekilde kendini ifade etmeliydi ve ben onu anlamalıydım. Bana doğru döndü. "Gerçekten mi? Gerçekten bana kızmıyor musun? Kızmayacak mısın? Kızmadın mı?" diye sordu ancak sesi heyecandan yoksundu. Oysa heyecanlanması ve onu anlayarak işini kolaylaştırdığım için sevinmesi gerekmez miydi? Hafifçe ona döndüm. "Neden kızayım? Ne sandın ki Ferit? Bana karşı duygular beslediğini düşünüp buna kafa yoracağımı mı?" Gözleri gözlerim arasında mekik dokuyordu. "Biz arkadaşız. Yeni tanışmadık, bir yıldır arkadaşız." dedim. Bir süre yüzümü inceleyip başını varla yok arası yukarı aşağı salladı. "Arkadaşız," dediğinde sesini zar zor duydum. "Yaptığın hoş değildi. Evet, kafamı karıştırmama oldukça müsait bir davranıştı. Ama biz arkadaşız. Eğer kafam hemen karışacaksa, bir şeyleri hemen sorgulayacaksam arkadaşlığımızın ne anlamı var?" diye sordum. Düz bir ifadeyle yüzüme bakıyordu ancak o ifadeden yoksun yüzden bile afalladığını okuyabiliyordum. "Bora mesela, dün gece içerken böyle bir duygu durumuna girip bana bu tarz mesajlar atsaydı, bana karşı ilgisi olup olmadığını mı düşünecektim? Yani elbette, kendimce bir şeyleri sorgulardım ama buna hemen ikna olmazdım." Kaşları hafifçe çatıldı. "Bakış açını anlıyorum ama gerçekten bana hiç kızmayacak mısın? Yaptığım hoş değildi Firuze, farkındayım." Elbette kızmalıydım. Söylediklerim anlamsızdı oysa. Kim olsa bağırır, çağırır, esip gürlerdi. Keza olması gereken de buydu. Ancak kızmak istemiyordum. Kızarsam sorgulardım, sorgularsam aldığım cevaplar yeni soru işaretleri doğururdu ve ben bir kez daha kendimi bir çıkmazın içinde bulmak istemiyordum. Çünkü Muhammet haklıydı ve neresinden dönsem kârdı. Ancak Ferit'in sevinip içini rahatlatması ve ardına yaslanması gerekirken söylediklerimi irdeliyor olması işimi oldukça zorlaştırıyordu. "Kızmamı mı istiyorsun?" diye sordum alayla. "Kavga mı edelim?" Gülümsedi. "Hayır, kavga etmeyelim. Kızmanı da istemiyorum elbette ama yine de bu kadar anlayışla karşılaman beklediğim bir şey değildi. Şaşırdım sadece." dedi. Şaşırdığı açıktı. Yüz ifadesinden bunu okuyabiliyordum. Ancak neden halen hüzün vardı yüzünde, neden halen tatmin olmamış gibiydi, bunun sebebini kestiremiyordum. Cevaben omuzlarımı silktim. Kısa bir süre yüzüme baktı. Dudaklarını ıslattı ve "Teşekkür ederim." diyerek kollarını bana doğru uzattı. Kolları boynuma dolandığında bir eli sırtımda kalırken diğeri saçlarıma karıştı. Benim ellerim ise kollarının altından geçerek sırtında kavuştu. Yarım saattir aldığım nefeslere kokusu karışırken şimdi ciğerlerime dolan yalnızca Ferit'ti. "Teşekkür ederim, yemin ederim sana borçluyum. Kendimi nasıl izah edeceğimi düşünüyordum. Üzerimden büyük bir yük aldın Firuze." dedi. Hikayemizde açıklar vardı. Hayatına dram katmak istediği bir anda, annesini hatırlatan o şarkı çaldığında daha duygusal davrandığını ve aklına benim geldiğimi onaylıyordu ancak ona bu mazereti sunan bendim. Açıkça kendi izah etmesi için eline bir malzeme veriyordum ve ikna olmak istiyordum. Ferit ise kendisi çabalamak yerine benim sunduğum argümanlara sığınıyordu. Yine kafamda soru işaretleri dolaşıyordu. Ancak artık sorgulamayacaktım. Sorgulamayacaktım, fakat bir önceki gece atan kalbimin hissettirdiklerini de unutmayacaktım. ***
Twitter: esaturk07 / Instagram: esaturk_07 / Wattpad: esaturk |
0% |