@esaturk
|
4 - TEL ÖRGÜLER
Mabel Matiz - Sarmaşık
1 Aralık 2017 / Cuma
Muhammet bir anda mutfağa girip, "N'aber bıcırık?" dedi ve yanağımdan makas aldı. "Off Muhammet!" diyerek yanağımı ovuşturdum.
"Ay ağabey neredesin Allah aşkına? Seni bekliyoruz iki saattir!" Meryem'in kaşları çatıktı. El jestleri sitemkar ve sesi öfkeliydi. Kollarını savurduğu için önüne düşen şalının ucunu hiddetle omzunun üzerinden geri attı.
"Ne var kızım ya? Tamam kıskanma, senden de alırız makas." Meryem'in yanağından da bir makas aldıktan sonra kıs kıs gülmeye başladı.
"Meryem sen çıkarsana şalını. Kim gelecek sanki? Biz bizeyiz." dedim. "Aynen kimse yok. Babam, ben, Firuze varız sadece. Ne kendini zora sokuyorsun?" diye şaşkınlıkla soru Muhammet.
Meryem, "Fotoğraf çektirir babam. Bir daha uğraşamam takmakla." diyerek kendini izah etti. Muhammet ile aynı anda kaşlarımızı kaldırıp indirdik.
Muhammet ve Meryem'in babası Mümtaz amcanın doğum günüydü. Meryem her yıl tam gününde itina ile kutlar, asla sektirmezdi. Ben de muhakkak her seferinde gelirdim. Genellikle akşam yemekten sonra çay servisi sırasında keserdik pastasını. Fakat bu kez Muhammet Handan'la buluştuğu için gecikmişti ve saat neredeyse on olmuştu. Meryem'in öfkesinin sebebi de buydu. Handan'dan hoşlanmıyordu.
Muhammet içeri geçerken beraber pastayı çıkarmaya ve hazırlamaya başladık. "Ferit'ten ses var mı?" diye sordu. Son olanları yalnızca Meryem ile paylaşmıştım. Mesajlaştığımızı, ses kayıtlarını ve koruda olanları biliyordu. Sıkıntılı bir nefes alıp verdim.
"Yok, o günden beri mesafeli. E hâliyle ben de öyle." dedim ve mumları pastaya dizmeye başladım. Yan durarak kalçasını tezgaha yaslamıştı. Dudaklarını birbirine bastırarak yüzümü inceliyordu. Gözlerim yüzüne dokundu. "Böylesi daha iyi Meryem. Mesafe en iyisi, boş ver." dedim. Başını onaylamaz gibi savurdu.
Mumları yaktık ve pastayı içeri götürdük. Mümtaz amca sakinlikle gülümsüyordu. Her sene tam doğum gününde kutlamamıza alışmıştı ama yine de çok değerliydi bu onun için, bunu her seferinde yüzünden okuyordum. Pastayı önüne koyduğumuzda içtenlikle teşekkür etti ve her sene olduğu gibi hiç beklemeden üfledi mumları. "Dilek dilemedin baba!" dedi Muhammet heyecanla. Her sene itina ile bunu dile getiriyordu.
Mümtaz amca gülümseyerek başını savurdu. "Ne dileği be? Duamı ediyorum ben her gün beş vakit." dediğinde bu cevabı vereceğini biliyordum. Çünkü Mümtaz amca da her sene itina ile bu cevabı veriyordu.
Çayları doldurup kırk dakika kadar sohbet ettik. Sohbet konumuz ülke gündemiydi. Konu konuyu açtıkça sohbet daha da derinleşiyordu. Mümtaz amcayla görüşlerimiz ayrı düşse de aslında çoğu zaman aynı noktada buluşuyorduk. Bu sebeple onunla sohbet etmeyi seviyordum.
Yaklaşık kırk dakika sonra Mümtaz amca yine yalnız yaşamamdan rahatsız olduğunu dile getiriyordu. "Kızım, sen böyle teksin bak, içim hiç rahat değil. Gel bizde kal sen, oda var." dedi içtenlikle.
"Hee, Handan da olay çıkarsın." diye kulağıma fısıldayan Meryem'in dizini dürttüm. "Yok Mümtaz amca, olur mu öyle şey? Ben size de zahmet vermek istemem." dedim. "Kızım ne zahmeti?!" diye çıkıştı. "Sen benim ikinci kızımsın. Aşk olsun, kırılırım bak."
Ben ağzımın içinde ne diyeceğimi bilmez bir hâlde mırıldanırken söze Muhammet karıştı. "Baba rahat bırak kızı. Ana baba derdi yok, tek başına yaşıyor işte gül gibi. Ne yapsın bizde kalıp? Neden üstüne gidiyorsun?"
"Bak bak bak! Lafa bak! Ana baba derdi yokmuş. Duyan da Allah korusun anasını babasını toprağa gömdük sanar. O nasıl laf oğlum?"
Muhammet omuzlarını silkti. "Ya Allah gecinden versin tabii de yani kız rahat tek başına. Israr etme işte."
Mümtaz amca yeniden lafa gireceği sırada Meryem araya girdi. "Ağabey sen neden pasta yemiyorsun?" Ses tonu oldukça şaşkındı çünkü meyveli pasta Muhammet'in hayatta en sevdiği şeylerden biriydi.
Çayından bir yudum alıp, "Maça gideceğim ben." dedi. "Ne maçı bu saatte oğlum?" Muhammet çayından bir yudum daha aldı. "Baba halı sahaya hep bu saatte gidiyorum. Alış artık." dedi sitemle.
"Kaçta gideceksin ya? Yeni geldin daha!" diye çıkıştım. "On bir-on iki maçım var. Çıkacağım şimdi, saat geldi. Anca giderim." dedi ve bardağını alıp mutfağa götürmek için ayaklandı. "Bizim fakülteden takım kurduk, kendi aramızda yapacağız. Mühendislik öğrencileriyle yani," dedi imayla. İmasının sivri ucu Ferit ve arkadaşlarını mı gösteriyordu?
"Yani?" dedim umursamaz gibi. "Yanisi öyle işte." dedi ve ilk adımını atıp bir an duraksadı. Dudaklarını araladı ancak vazgeçmiş gibi kendini frenledi. "Ne?" diye sordum. "Yok bir şey," dedi ve mutfağa gitti.
"Kızım," Gözlerim Mümtaz amcaya döndü. "Sen bizde kal, tek kalma." Güldüm. "Mümtaz amca tek kalmam bu kadar içine sinmiyorsa Meryem bende kalsın o zaman?" dedim sorar gibi. Başını hafifçe çevirip kınar gibi bakmaya başladı. Mümtaz amca Meryem'i sıkan bir baba değildi ancak arkadaşlarının evlerinde kalması konusunda da oldukça hassastı. Konu ben olduğumda Meryem'e olan kurallarını oldukça esnetmesine rağmen yalnızca çok özel durumlar olmadığı sürece bende kalması da pek istediği bir şey değildi. "E yavrum Meryem'in evi var ama." dedi. "E benim de evim var Mümtaz amca." dedim gülerek. Gülümseyerek başını salladı. "Ama ciddiyim, Meryem bu gece bana gelsin. Kalsın, demiyorum bak. Muhammet dönüşte alır onu. Yarın okul da yok, laflarız. " dedim.
Mümtaz amca çayından aldığı yudumu yutarken, siz bilirsiniz, der gibi başını savurdu. "Of yeni çıkarmıştım şalımı ya!" diye sitem etti Meryem. Tam konuşacağım sırada Muhammet'in sesini duyduk. "Meryem sen Firuze'ye geçeceksen bu saatte tek yürümeyin. Ben sizi bırakayım arabayla." Meryem cevap bile vermeden kalktığında Muhammet saatine bakıyordu. "Ama çabuk! Çabuk! Çabuk! Çabuk!" dedi ellerini çırparak.
Çay bardaklarımızı ve tabaklarımızı mutfağa götürüp makineye yerleştirdim. Çantamı alarak salona geçip Mümtaz amcanın elini öptüm ve bir kez daha doğum gününü kutladım. "Bir şey lazım olursa hemen ara Firuze! Bak iki sokak aşağıdayız!" diye seslendi. "Tamam Mümtaz amca! Merak etme!"
Arabaya bindiğimizde Meryem ön koltuktaydı ben ise arka koltukta. Muhammet'in gözleri dikiz aynasından peş peşe iki kez yüzüme dokundu. "Ne var ya? Ne söyleyeceksin sen?" diye sordum. Başını iki yana salladı, bir şey yok, der gibi.
"Ferit'lerle mi maç yapacaksınız? Bunu mu söyleyecektin?" Başını yukarı aşağı salladı ancak bu cevabı beni tatmin etmiyordu. Kısa süre içinde oturduğum apartmanın önünde durduk. Araçtan inerken, "Çocuğa çok sert davranma Mami," dedim gülerek. "Aynı takımdayız canım," dedi. Gülümsüyordu ancak sesindeki iğnelerin bedenime battığını yine de hissediyordum.
***
Türk kahvelerinin pişmesini beklerken bir yandan Meryem'e laf yetiştirmeye çalışıyordum. "Salak mısın Firuze? Ya sen ağabeyime ne bakıyorsun? O sana ağabeylik taslıyor." Derin bir nefes aldım. "Meryem, çocuk haklı ama. Ağabeylik taslamakla alakası yok. Söylediklerinde yüzde yüz haklı."
Öfkeyle başındaki boneyi çekti. "Ya Firuze! Çocuk sana aşık aşık!" Başımı hafif çevirerek ters ters bakmaya başladım. "Ne bakıyorsun ya?! Sen gerçekten Ferit'in sana yaklaşımlarını normal mi karşılıyorsun?"
"Meryem normal karşılamıyorum tabii ki ama-" Cümlemi bitirmemi beklemeden araya girdi ve bir anda sesini yükseltti. "O zaman?!" Akabinde ses tonu düştü. "Salak mıyız bu kadar insan? Hadi ben salağım, Hande ve Sıla da mı öyle? Hepimiz mi hatalıyız? Ağabeyim ya da?" Derin bir nefes alıp bıraktım. "Ağabeyim Ferit'e neden kıl oluyor? Bakışları normal değilmişmiş! Neden normal gelmiyor ağabeyime? O da aynı şeyi düşünüyor çünkü!" Saçlarını tutan tokayı öfkeyle çekti ve saçlarının omuzlarına dökülmesine sebep oldu.
Pişen kahveleri fincanlara doldurmadan önce ona döndüm. "Meryem! Ağabeyin Melih için de aynı şeyleri söylüyordu! Melih de mi aşıktı bana?!"
"Allah'ım delireceğim!" Ellerini saçlarına daldırıp öfkeyle çıkıştıktan sonra devam etti. "Kızım ağabeyim Melih'le ilgili sana hep diyordu ki; bu çocuk tekin değil, seninle oynar, seni üzer, sana hisleri yok, seni kandırıyor." Cevap bekler gibi yüzüme bakmaya başladı.
Fincanlar dolduğunda kahve makinesinin cezvesini sudan geçirip damlalığa bıraktım. Evet, diye sorar gibi başımı savurdum. "Ama Ferit'le ilgili bunları söylemiyor. Bakışları hoşuma gitmiyor, diyor sadece. Seni üzer, seninle oynar, falan demiyor ki!"
Salonla mutfağı ayıran masaya oturup Meryem'in tam karşısına geçtim. Bıkkınlıkla gözlerimi kapatıp, "Meryem," dedim ve gözlerimi geri açtım. "Ferit için de benzerlerini söylüyor. Beni üzeceğini düşünüyor. Melih ve Ferit'in aksiyonlarını benzer görüyor Muhammet. Ben de öyle görüyorum, bu yüzden hak veriyorum. Lütfen sen de uzatma. Ben kafamın bulanmasını istemiyorum. Ferit ile mesafeli olmamız bence de en doğrusu. O yüzden boş ver."
Bıkkın ve uzun bir nefes verirken omuzlarını düşürdü. "Yani ne diyeyim ki sana Firuze, kusura bakma ama Melih ve Ferit arasında dağlar kadar fark var." dediğinde telefonu çalmaya başladı. "Bu dışarıdan bile çok belli. Ben aksiyonlarının benzer olduğunu falan da düşünmüyorum." dedi ve telefonunu eline aldı. "Ağabeyim arıyor,"
Gözlerimiz aynı anda saati buldu. Saat on bire altı vardı. "Maçı yok muydu bunun?" diye söylendi ve çağrıyı yanıtlayıp hoparlöre aldı. Bir yandan Muhammet ile konuşurken bir yandan saçlarını topluyordu. "Efendim ağabey?"
"Kızım niye açmıyorsun ya?"
"Ay açtım işte! Söyle," dedi gözlerini devirerek.
"Ben ehliyetimi bulamıyorum. Cüzdanda yok. Evde unuttum herhalde. Maçtan çıkışta lazım; çevirmeye takılmış bizim çocuklar, ben giderken yoktu."
Meryem büyümüş gözlerle ekrana bakıyordu. "Ee? Yani?! Ne yapmamı bekliyorsun?!"
"Evden ehliyetimi al, Firuze'yle getirin." Meryem burnundan solumaya başladığında ben kısık bir sesle gülüyordum.
"Ay getiremeyiz biz ehliyet falan! Firuze'de araba yokmuş!" dediğinde gözlerimle onu kınadım. "Varmış varmış, salak mıyım ben Meryem? Alın ehliyeti gelin diyorum ya! Zor durumda kalmasam aramam!" Meryem dirseğini masaya dayamış, alnını eline yaslamış, sıkıca gözlerini kapatmıştı ve öfkeyle soluyordu. "Sen Firuze'yi versene telefona!" dedi Muhammet Meryem'den cevap alamadığında.
Masaya doğru eğildim. "Dinliyorum kanki." diye seslendim. "Firuze, Allah aşkına benim ehliyeti getir. Var mı araç?"
"Var araç var da sen ehliyetsiz mi gittin gerizekalı?" diye söylendim. "Ya aceleyle çıktım zaten. Kontrol etmemişim. Cüzdanı değiştirmiştim. Ehliyet galiba diğer cüzdanda kaldı." Aceleyle konuştuğu için yeniden saate baktım. Maça iki dakika kalmıştı. Onu daha da öfkelendirmek için üzerine biraz daha gitmeye başladım. "E oğlum çevirmeye nasıl girmedin sen?"
"Ya Firuze, diyorum ya; ben gelirken çevirme yoktu. Bizim çocuklar beş dakika sonra geldiler, çevirmeye girmişler. Maç başlayacak hadi ya!" Telaşlı sesi gülmeme sebep oldu. Sarışın yüzünün kızardığından emindim.
"Tamam tamam! Kaçta bitiyor?" diye sorup kahveden bir yudum aldım. "Ne yapacaksın bitişini? Getir işte şimdi." dedi aceleyle. "Oğlum hava soğuk, Aralık ayındayız. Maç başlamadan yetişemeyiz, bitmesini beklememiz lazım. Ne yapacağız orada?" dediğimde Meryem, "Ferit'i izlerdin bebeğim," diye alayla mırıldandı. Ancak ben gözlerimi devirerek cümlelerime devam ediyordum; "Bitimine yakın getiririz. Kaçta bitiyor?"
"On ikide bitecek. Kaçta getirirseniz getirin, ben maça giriyorum. Ama geç kalmayın, terli terli hasta oluruz vallahi beklerken. Konum gönderiyorum." dedi hızla.
"İyi tamam," dememe kalmadan telefonu kapattı. Gözlerim ekrandaki saate dokunduğunda saatin on biri iki geçtiğini gördüm. Gülümsedim. "İki dakikasını bilerek yedin." dedi Meryem onay beklercesine. "İyi yaptım, unutmasaydı ehliyetini. Ehliyet kızım bu! Unutulur mu?!"
İkimiz de aynı anda gülüştük ve ardından derin bir nefes aldık. "Ee? Ne yapacaksın peki Ferit konusunda?" Kahvesinden henüz bir yudum bile almamıştı. "Ne yapacağım? Yapacağım bir şey yok. Mesafeli arkadaşlık devam." dedim omuz silkerek. Başını, onaylamaz gibi iki yana salladı.
"Ne yapayım Meryem? Beklentimi düşük tutacağım. Melih'te büyük beklentiye girmiştim. Hayal kırıklığı yaşıyorum sonra." dedim ve ortadaki çerez tabağından bir fındık attım ağzıma.
"Beklentini düşük tutacaksın?" Gözleri kısılmış, imayla bakıyordu. "Evet?" dedim umarsızca. "Ha beklentin var yani?" dedi ve gülümsemeye başladı. Beyaz tenindeki kıskandığım gamzeleri gün yüzüne çıkmıştı. Kınar bakışlar atmaya başladım.
Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. "Açıkçası, beklenti içinde değilim, diyemem. Ama beklentide olmadığım da bir gerçek. Bilmiyorum, kafam karışık işte. Yani Ferit'e karşı hislerim yok, diyorum ya sürekli." Başını salladı. "Gerçekten yok. Yani yoktu."
"Var mı artık?" Gözleri hafifçe büyürken öne doğru eğilip dirseklerini masaya yasladı. "Onu da bilmiyorum ki. Yani kalbimin çarptığını tecrübe ettim. Ama yalnızca bir kez. Bilmiyorum, aslında Ferit hoşlanabileceğim bir insan. Kibar, nazik, zaman zaman komik, yakışıklı da ayrıca, bana yaklaşımı da aslında güzel. Bakma sen, normalde benim Ferit'e abayı yakmış olmam lazımdı. Ama işte Melih'ten sonra çektiğim duvarlar var." dedim dürüstlükle.
"Temkinlisin," diyerek kahvesinden ilk yudumunu aldı. Başımı salladım. "Dizginliyorsun kendini," Başımı bir kez daha salladım. "Buna rağmen attırdı ama kalbini?" Başımı yeniden sallarken sıkıntılı bir nefes verdim. "Ne zaman?" diye sordu merakla.
"Hani o son attığı mesaj vardı ya, ses kayıtlarını attığı gece..." derken gülümsememin önüne geçemiyordum. Meryem de benimle birlikte gülümsediğinde gülümsemenin bulaşıcı olduğuna bir kez daha şahitlik ediyordum. "O an," dedim halen gülümseyerek.
"Neden attı kalbin mesela Firuze? Demek ki, seninle uyuyabilir miyim, demesi hoşuna gitti." Sesi kadife gibi yumuşaktı. "Tabii ki hoşuma gitti. Bunu inkar etmiyorum ki. Benim hislerimi reddettiğimi ne zaman gördün? Ben ne zaman kendimi kandırdım?" Başını yukarı aşağı salladı. "O mesajı beklemiyordum. Bir anda görünce heyecanlandım işte."
"Çünkü beklentin yok kanki." dedi ısrar eden bir sesle. "Bak beklentini düşürdüğünde de heyecanlanıyorsun. Beklemediğin anlarda kalbinin atmasını başka türlü izah edemezsin."
Bu söylediği bir süre düşünmeme sebep oldu. Hak veriyordum ona. Ancak elimden gelebilecek pek bir şey de yoktu. "Ne yapayım Meryem? İki ucu boklu değnek işte. Beklentimi düşürsem bir dert, yükseltsem bir dert. Ben yine de düşük tutacağım. Gardımı indirmeyi düşünmüyorum." dedim.
"Ya gerçekten hisleri varsa sana? Ya gerçekten seviyorsa seni?" dedi sorar gibi peş peşe.
"O zaman çıkacak karşıma açık açık söyleyecek Meryem. Böyle olmaz. Bir öyle, bir böyle, benim kafamı kurcalayarak olmaz bu iş. Zaten Muhammet'e hak verdiğim nokta da bu. Gerçekten hisleri varsa neden önüne geçsin? Neden bir gün var gibi, bir gün yok gibi davransın? Mantıksız bu. Demek ki bir pürüz var. O pürüze rağmen ufacık bir ihtimale tutunup o ihtimalin peşinden gidemem ben. Melih'te yaptım, nasıl sonuçlandığını gördük. Aynı şeyi nasıl bir daha yapabilirim?" Sesim anlayışa, anlaşılmaya muhtaçtı. Söylediklerimle yüzleşmek canımı çok acıtıyordu. Fakat elimden de bir şey gelmiyordu.
"Haklısın," derken sıkıntılı bir nefes bıraktı.
Kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra saat on bir buçuk olana kadar sohbet ettik. Önce okuldan ve derslerden konuşmaya başladık. Akabinde uzun bir süre Handan hakkında konuştuk. Handan'a olan kızgınlığıma rağmen, Meryem ona her öfkelendiğinde onu sakinleştirmeye çalışıyordum. Neticede akraba olacaklardı ve Meryem'in Handan'la iyi anlaşması Muhammet'i oldukça rahatlatırdı.
Saat on bir buçuk olduğunda ise yeniden Mümtaz amcalara gittik. Mümtaz amca, Muhammet'in dışarı ehliyetsiz çıktığını öğrendiğinde çok öfkelenmişti. Onu sakinleştirmek de bana düşmüştü çünkü Meryem Muhammet'in odasında cüzdanlarını karıştırarak ehliyetini arıyordu.
Ehliyeti aldıktan sonra kapıdaki araca geçtik. Muhammet'in attığı konuma gitmemiz ise yollar boş olması sebebiyle hepi topu on dakika sürdü. Aracı otoparkta park ettiğimde saat on ikiye çeyrek vardı.
Araçtan inip ağır adımlarla halı sahaya doğru ilerlemeye başladık. Sahanın dışındaki kafenin sandalyelerinde başka bir grup erkek oturuyordu. Muhammet'lerden sonraki maçın oyuncuları olduğunu düşünüyordum. Uzakta olmalarına rağmen görebildiğim kadarıyla hepsinin gözü sahadaydı. Sırtlarını gördüğüm bedenler hareketsizdi ve konuşmadan halı sahaya bakıyorlardı.
Sahadan bağrışma sesleri geliyordu. "Neden erken geldik ya? Maçın bitmesini mi bekleyeceğiz şimdi?" diye söylendim öfkeyle. "Ay ay ay triplere gel! Oturur maçı izleriz bebeğim, ne olacak?" diye sordu manidar bir sesle. Yan bakışımdan kaçamadı ancak umursamadı da. "Beklemek zorunda mıyız ki?" diye sordu akabinde. "Kime vereceğiz ehliyeti kanki? Herhalde bekleyeceğiz."
Meryem kıkırdayarak, "Doğru," dedi. Birlikte kıkırdarken adımlarımız bizi sahaya daha da yaklaştırıyor ve bağrışma sesleri daha da artıyordu. Ancak sesler maç yapan gençlerin heyecanlı seslerine benzemiyordu pek. Birbirlerine karışmış bağırma ve küfür sesleri işitiliyordu. Kaşlarım çatılırken Meryem ile göz göze geldik. Onun da yüz ifadesi benimki gibi meraklı ve çatıktı.
Adımlarımız hızlandığında yaklaşık on-on beş adım sonra sahanın hemen gerisinde, diğer grubun yanındaydık. İlk gördüğüm Ferit oldu. Boyu uzun olduğu için daha rahat seçiliyordu. Karşısında arkası dönük, yine uzun boyu olduğu için rahatlıkla gözüme çarpan başka biri vardı. Kalabalık grup sahanın ortasında toplanmıştı ve tansiyonun yükseldiği oldukça açıktı. Kısılmış gözlerim, Akın, Bora ve Muhammet'i hızla seçti. Diğer çocukları tanımıyordum.
Ferit, arkası bize dönük olan çocuğu göğsünden ittirdi. Çocuk ise altta kalmayarak Ferit'in yakasına yapıştı. Diğerlerinin hepsi araya girmeye çalışıyordu ancak bağrışmaktan da geri durmuyorlardı. Bora ve Akın'ın öfkesini de olduğum noktadan netlikle seçebiliyordum.
Araya giren çocuklardan biri yüzünü bize doğru döndü. Buğra'ydı. Kaşlarım merakla çatıldı. Buğra, Melih'in yakın olduğu bir arkadaşıydı. Aramız her zaman çok iyi olmuştu. Birbirlerinin yakalarına yapışmış Ferit ve arkası dönük olan çocuğun, birbirlerini hiddetle sarsıyor ve üstünlük kurmaya çalışıyor olmaları, hafifçe savrulmalarına sebep oldu. Çocuğun yüzünü yan profilinden gördüğüm an tanıdım. Melih'ti.
"Melih mi o?!" diye sordu Meryem hiddetle. Melih'in bilgisayar mühendisliği okuyor olduğunu hatırladığım an yanağıma bir tokat atılmış gibi hissettim. Muhtemelen Muhammet'in söylemek istediği ancak ansızın kendini frenlediği şey buydu.
Melih ve Ferit'in yüzü, boyları uzun olduğu için görüş açımdaydı ama vücutlarını göremiyordum. Muhammet, Buğra ve tanımadığım iki çocuğun, Ferit ve Melih'in aralarına girdiğini ve ikisini de göğüslerinden ittirdiğini gördüm. Akın ve Bora arkadan Ferit'i çekiyor, tanımadığım diğer iki çocuk ise Melih'i çekiyordu. Küfür ede ede zorlukla geri adımlıyorlardı. Ancak bedenlerinin öne atılmak için fırsat kolladığı da su götürmez bir gerçekti.
Birbirlerinden biraz uzaklaşmışlardı fakat halen birbirlerine ağza alınmayacak küfürler savuruyorlardı. Edilen her küfür ikisinin de öfkesini daha fazla harlarken diğerlerinin de git gide daha da gerildiğini görebiliyordum. İkisi de yavaş yavaş orta noktadan uzaklaştırılırken sinirler bir anda tekrar gerildi. Melih'in öfkeyle bağırdığını işittim ancak kelimelerini, gürültüye karıştıkları için tam seçemedim. Ferit Melih'e doğru, Melih ise Ferit'e doğru koşmaya çalışıyordu. Onlar hiddetlendikçe ise diğerleri de bu yükselen tansiyondan nasibini alıyordu. Onları ayırmaya çalışanlar da her an bu kavgaya dahil olabilir gibiydi.
Aralarındaki henüz açılan birkaç metreyi, ikisi de inatla birbirlerine koşmaya çalışarak zorlukla kapatmıştı. Arkadan çekiştirildiği için Ferit'in forması yırtılmıştı. Yeniden burun buruna duruyorlardı. Meryem ile ben çıt çıkarmadan bağırışları ve küfürleri dinleyip gergin ortamı izliyorduk. Solumda dikilen diğer erkek grubu da öyle. Birbirlerine söylediklerini tam olarak duyamıyordum ancak kulağıma çarpan küfürleri de netlikle seçebiliyordum.
Göğüs göğüse birbirlerini ittirirlerken bir anda Ferit'in Melih'e yumruk attığını gördüm. Melih sendeleyip yeniden karşısına dikildiğinde ise bu kez kafa atarak Melih'i yere düşürdü.
İçimin sızladığını hissettim. Bir an için Ferit'ten nefret ettim.
"Firuze istersen gidelim. Ağabeyim gelip arabadan alır ehliyetini." dedi Meryem telaşla. Yanıtlamadım. Midemin bulandığını hissediyordum ve aklıma düşen kırmızı gömlek tüylerimi diken diken etmişti. Fakat transa girmiş gibi sahadaki karmaşayı izliyordum.
Kollarından ve belinden tutularak çekiştirilen Ferit, bas bas bağırıyordu; Melih'in ona küfretmiş olduğu açıktı. Öfkesi de bu sebepten gibi görünüyordu. Oysa Ferit'in hayranlık duyduğum gür sesinden de defalarca kez küfür duymuştum geldiğimizden beri. Melih yerden kalkana kadar Buğra koştu ve Ferit'e sert bir yumruk attı.
Bu kez de sızlayan kalbimdi. Bedenimin verdiği bu reaksiyonların önüne geçemiyordum.
Bir anda bağrışmalar çoğaldı. Küfürlerin sayısı arttı. Ferit ile Melih'i çekiştirenlerin hepsi artık birbirlerine yumruk sallıyordu. Halı sahada tam bir kaos vardı.
Ferit'e saldıran Buğra'ya attığı yumrukla onu yere yığan Muhammet oldu. Akabinde, tanımadığım bir çocuk Muhammet'in boğazına sarılırken Bora'nın Melih'e tekme attığını gördüm. Hemen sonrasında ise kadrajıma giren Ferit, Muhammet'in boğazına sarılan çocuğu hızla çekerek tel örgülere dayadı.
Yere biri düştü. Karnına tekme atılıyordu. O kişinin Akın olduğunu fark ettim. Akın'ı tekmeleyen çocuğu yere seren ise tanımadığım başka birisiydi. Melih'in hızla koştuğunu gördüm. Ferit'in, yakasından tutarak tel örgülere yasladığı çocuğun kaşından kan akıyordu. Melih zıplayarak Ferit'in bacaklarına kramponlarının çivilerini geçirdi. Yere yığdığında ise karnına tekme atmaya başladı. Melih'in üzerine atlayarak onu yere düşüren kişi yine Muhammet oldu. Akabinde Ferit Melih'in üzerine çıktı ve yüzüne yumruklar savurmaya başladı.
Gözlerim o noktadan koparak sahada sağa-sola koşturmaya başladı. Mide bulantım artarken kırmızı gömlek beni daha da sıkıştırıyordu. "Firuze gidelim artık," dedi Meryem aceleyle. Ancak hareket edemiyordum.
Ferit'in ilk yumruğu attığı andan beri bir dakikadan kısa bir süre geçmişti. Bu hengame başladığında onlardan sonraki maçın oyuncuları hızla sahaya girmişti bile. Biz, nefes almadan, ekşimiş yüzlerimizle olan biteni izlerken, kalabalıklaşan sahada, yeni giren oyuncuların çabasıyla herkes tek tek birbirinden ayrıldı. Uzaklaşan iki takım birbirlerine bas bas bağırıp küfür ediyor, halen ara sıra birbirlerinin üzerlerine koşmaya çalışıyordu.
Sahaya giren yabancılar nihayet Melih, Buğra ve birkaç çocuğu sahadan çıkarıp soyunma odasına sokarken Ferit, Bora, Muhammet, Akın ve iki kişiyi sahanın dışına çıkardılar. Kafeye doğru küfür ede ede geliyordu tüm takım. Yakından çok daha netti; Ferit'in burun kemerinin üzerinden akan kan, alt dudağının sağ kenarındaki patlak, sol kasığından bacağına doğru, şortunun altından akarak dizlerine doğru uzanan kan ve sağ kaşındaki yarık. Sendeleyerek yürüyordu.
Akabinde gözlerim Muhammet'e ve diğerlerine dokundu. Muhammet'in sol kaşı hafif açılmıştı. Akın'ın burnundan kan akarken karnını tutuyordu ve Bora'nın da ağzından kan geliyordu. Hepsinin başı önünde eğikti ve oldukça agresif görünüyorlardı. Muhammet ve Ferit önde, Bora ve Akın arkalarında, diğer çocuklar ise en arkadaydı. Kısa bir süre sonra arkadakilerden birinin PlayStation'a gitmek için ısrar eden çocuk, diğerinin ise birkaç kez Muhammet'in yanında gördüğüm bir arkadaşı olduğunu fark ettim.
Yaklaştıkça yaralarını ve akan kanları daha netlikle görüyordum. Onlar yaklaştıkça kırmızı gömlek beni daha çok hapsediyordu içine. Gömlekteki kan lekesi çoğalıyordu ve mide bulantım artıyordu. Kusmak üzereydim.
Öfkeyle bakan gözlerim Ferit'in üzerindeydi. Çünkü bu kavganın sebebinin ondan kaynaklandığını düşünüyordum. İlk yumruğu onun attığına ise zaten şahitlik etmiştim.
Aralarında öfkeyle konuşurken Muhammet refleks olarak başını kaldırdı. Bizi gördüğünde ilk etapta afalladı. "Firuze?" Muhammet'in dudaklarından dökülen ismimle Ferit'in başı da ansızın kalktı. Gözlerim onun üzerinde olduğundan direkt olarak göz göze geldik. "Sen, gelmeseydin." dedi Muhammet kekeleyerek. Oysa bizi çağıran kendisiydi. Bunu hatırlamış gibi ansızın sustu.
Gözlerim Muhammet'e döndü. "Sen çağırdın ya Muhammet," dedim. Sesimdeki öfkeyi gizlemeye çalışıyordum ancak başarıp başaramadığım hakkında fikrim yoktu. "Yani, görmeseydin," dedi ve es verip ekledi; "Keşke,"
Onlar yanımıza ilerlerken Ferit olduğu yerde kalmıştı. Gözleri Muhammet ve bana dokunuyordu peş peşe. Aramızda geçen diyaloğun garipliğini sorguluyor gibiydi. Ne düşündüğünü bilmiyordum ancak tedirgin görünüyordu. Belki de gözlerimdeki öfkeyi okuyordu.
Muhammet Meryem'den ehliyetini aldı. Bora, Akın ve diğerleri sandalyelere oturdu. Ferit halen aynı noktadaydı. Sabit duruyor, bana bakıyordu. Derin bir nefes alarak iki adım attım ona doğru. Kolumu bükerek dirseğimi ona uzattım. Bir elini dirseğimden geçirdi. Sekerek ve benden destek alarak yürümeye başladı. Oysa bu yaptığımız, kısacık bir süre içinde çok saçma gelmişti. Çünkü bizi görmeden önce zaten kendisi bir şekilde yürüyebiliyordu.
Ancak yine de kolumu ona uzatmadan edemedim, onun da itirazı olmadı.
Ferit'i de boş sandalyelerden birine oturttuğumda bir kez daha derin bir nefes aldım. Hepsinde tek tek göz gezdirip, "Ben gidiyorum." dedim sıkıntılı bir sesle. Ferit'in başı yukarıda, gözleri yüzümdeydi. Yüz ifadesi şüpheci ve karmaşıktı. Bir şeylerin ters gittiğini anlamış gibiydi.
"Bekle, iki araba gidelim istersen." dedi Muhammet. Ona ters bir bakış attım çünkü bu teklifini kabul etmeyeceğimin bilincindeydi. "Yok, gideyim ben. Midem bulanıyor biraz." dedim.
Meryem'e başımla otoparkı işaret ettim. "Ağabeyimle döneyim ben artık kanki." dedi. Başımla onayladım. "Siz de gidin bir baktırın kendinize." deyip parmağımı Akın'a doğrulttum. "Bak sen karnına çok tekme yedin. Doktora görünün mutlaka." dedim. Başını salladı.
Otoparka doğru dönüp henüz bir-iki adım atmıştım ki Ferit adımı seslendi. Arkamı döndüğümde hafif sekerek hızla gelmeyi deniyordu. Canının yandığı yüzünden okunuyordu. Yanıma geldiğinde Muhammet'in gözleri üzerimizdeydi ancak bu kez önceki kadar öfkeli görünmüyordu.
"Firuze, ben," dedi ve beni baştan aşağı süzdü. "Ne olduğunu bilmiyorum." Tepkilerimin olağan olmadığını fark etmiş gibiydi. "Bir şey var, belli." Yutkundu. "Ama ne olduğunu bilmiyorum. Bir şeylere sebep olmuşum gibi hissediyorum ve bu beni çok rahatsız ediyor." derken sesi biraz titredi. Kaşlarının ortası havalanmıştı. Siyah gözleri gözlerim arasında mekik dokuyordu. Terli olmasına rağmen parfüm kokusu burnuma doluyordu.
"Bir şeylere sebep olabileceğine mi inanıyorsun gerçekten?" diye sordum kollarımı göğsümde bağlayarak. Afalladığını anbean izledim. "Özür dilerim," dedi kısık bir sesle. "Ne için diliyorsun?" Kısa bir süre sessiz kalıp yutkundu. "Özür dilerim yalnızca," dedi.
Bir süre karışmış yüzünü inceleyip "İyi geceler," dedim ve arkamı döndüm. Henüz iki adım atmıştım ki sol kısımda kalan soyunma odasından çıkan grupla karşılaştım. Melih beni gördüğünde bir an duraksadı. Ancak Muhammet ile olan yakınlığımızı hatırlamış olacak ki şaşkınlığını üzerinden hızla attı.
Buğra ile göz göze geldiğimizde aynı anda başımızı eğerek birbirimize selam verdik. Tüm takım duraksamadan yanımızdan geçip giderken, "İyi akşamlar Firuze," dedi Melih.
Ona doğru döndüm ve gözlerimi hızla yüzünde gezdirdim. Sağ elmacık kemiğinin kızardığını seçebiliyordum. Burnundan akan kanı silmesine rağmen halen yer yer bulanmış kan da kendini oldukça belli ediyordu. Alt dudağının kenarında bir patlak ve elmacık kemiğinin üzerinde minik bir yarık vardı.
"İyi geceler, kötü görünüyorsun." dedim onu kınayarak. Kırmızı gömleğin hikayesini bildiğinden olsa gerek, dudaklarını birbirine bastırdı. "Gördün mü sen?" diye sordu. "Ne yazık ki," dedim sivri bir sesle. "Kusura bakma," dedi içtenlikle. "Önemli değil." diyerek yanıtladım.
Gözleri otoparka giden arkadaşlarına döndü. "Senden bir şey isteyebilir miyim?" diye sordu. Başımı salladım. "Beni eve sen bırakır mısın?" Alayla kahkaha atmak için dudaklarımı aralayıp başımı hafif dikleştirdim. Arkasından bir tokat atmam da kaçınılmaz olurdu muhtemelen. Ancak gözleri Ferit'in olduğu kısma dokunur gibi oldu ve göz ucuyla gördüğüm, halen orada olduğunu fark ettiğim Ferit, düşüncelerime ket vurdu. İki-üç adım solumda dikilen Ferit, Melih'in benden istediği bu ricayı da anlamlandırmama sebep oldu.
Kısa bir süre Melih'in yüzünü inceledim. Yüzü ima yüklü ve beklenti doluydu. Alacağım bu minik karar, Ferit'e karşı aldığım mesafe ve çektiğim setlerin temelini güçlendirebilirdi. Kendimi Ferit'e karşı bir koruma kalkanı altına alma fikrinden kendimi alıkoyamıyordum. Ona karşı bir koruma kalkanı inşa etmeyi düşünecek bir noktaya gelmiş olmam ise bu kararımın temelini güçlendiriyor ve omuzlarımın düşmesine sebep oluyordu.
Düşen omuzlarım mağlubiyeti sırtlanmıştı. Ferit'e değil, bir yıl boyunca kendime mağlup oluyordum her seferinde. Çünkü ne yaparsam yapayım, onu kendime karşı tam anlamıyla haklı çıkaramıyordum.
Ferit'in, üzerimde hissettiğim sivri bakışlarına aldırmadan, "Yürü," dedim sert bir tonla.
Melih'le birlikte otoparka ilerlerken Ferit'in gözleri sırtımızdaydı.
***
Twitter: esaturk07 / Instagram: esaturk_07 / Wattpad: esaturk |
0% |