Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5 - TRAVMA

@esaturk

 

5 - TRAVMA

Hüsnü Arkan & Birsen Tezer - Hoşgeldin

Otoparka girdiğimizde Melih kısa bir süre arkadaşlarının yanına uğradı. Cebinden bir şey çıkarıp verdi ama siyah bir aracın arkasında kaldıkları için ne olduğunu göremedim. Yalnızca el kol hareketleri ve hareketlerini takip eden gözleri bunu anlamama sebep oldu. Şoför kapısını açmış onu bekliyordum. Yanıma gelirken gözlerim, arkasında, birkaç metre ileride kalan kırmızı araca takıldı. Aracı tanıyordum; Melih'in kendi aracıydı. Karanlık olduğu için aracı zorlukla seçebilmiştim. Arabasını tanıdığımda burnumdan nefes vererek kendi kendime güldüm.

Ne zaman arabaya bindik, ne zaman kemerlerimizi taktık, ne zaman otoparktan çıktık ve kendimizi asfalt yollarda bulduk, bilmiyordum. Aradan geçen beş dakika oldukça silikti çünkü koltuğa oturup kapıyı çektiğim an yan aynadan Ferit'in yüzünü gördüğümde gözlerimle siyah gözleri, pek yakın olmamasına rağmen çarpışmıştı. O andan sonra aklımda gezen tek şey bakışlarıydı. Otoparktan çıkışımız ve kendimizi yollara savuruşum ani olmuştu çünkü Ferit'in gözlerinden kaçıyordum. Melih sessizliği bozup konuşana kadar da aklımda yalnızca gözleri ve bakışları vardı.

''Benim arabam bakımdaydı da o yüzden rica ettim senden.'' dediğinde sesi sessizliği delip geçti. Derin bir nefes aldım. Gözlerimi yoldan ayırmadan, ''Nefesini yorma, arabanı otoparkta gördüm. Arkadaşlarına anahtarını verdiğini de anladım. Salak değilim." dedim.

Bir süre profilimi izledi. "Yani, bayağıdır oturamıyorduk birlikte," dediğinde devamını dinlemeden lafa karıştım. "Melih, neden böyle bir ricada bulunduğunun farkındayım. Beni artık salak yerine koymaktan vazgeç." derken gözlerim Melih'in kumral yüzü ve yol arasında gidip geliyordu.

Sessiz kaldığında açıklama yapar gibi, "Ferit'i sinirlendirmek istedin. Çünkü bizi duyuyordu. Eğer seni eve ben bırakırsam sinirleneceğini düşündün." dedim. Sesim onay bekliyordu ancak aynı zamanda öfkeliydi.

Uzun bir nefes çekip bıraktı. "Firuze sen de aynı sebepten kabul ettin!" dedi sitem eder bir sesle. "Ben de meraklı değilim seninle aynı havayı solumaya!" Sesi yükselmişti ve çıkışı çok gereksizdi.

Alayla gülerek, "Benim de meraklı olmadığımı bilmen güzel." dedim. "Ne var sizin aranızda o çocukla?" diye sordu. Son zamanlarda sürekli duyduğum bu soru artık canımı sıkmaya başlamıştı.

"Sana ne Melih?! Asıl siz neden kavga ettiniz?! Bence benim sana bunu sormam gerekiyor!" dedim hiddetle. "Bunun cevabını alacağını düşünmen komik." dediğinde güldüm. "Senin de sorduğun sorunun cevabını alacağını düşünmen komik."

Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nden geçene kadar sessiz kaldık. Yaklaşık olarak on dakika süren sessizliği yine o bozdu. ''Agresif oynuyor futbolu. Bana kendisi saldırdı maç boyunca.'' dedi sakin bir sesle.

''Kimse kimseye durduk yere saldırmaz.'' dedim mırıldanır gibi. Dönüp yeniden profilime baktığında gözlerim halen yoldaydı. ''Durduk yere saldırdığını düşünmüyorum zaten. Ne anlattıysan çocuğa, ne zaman karşı karşıya kalsak içimden geçmeye çalışıyordu. Ben de bir yere kadar sabredebildim Firuze.''

''Ne anlatacağım seni insanlara ya?!'' Gözlerim bir yüzüne, bir yola dokunmaya başladı. ''Sen ne zannediyorsun kendini?! Yemeyip içmeyip insanlara senden bahsettiğimi mi sanıyorsun?!''

''Aranızda ne var?" diye bir kez daha sordu. "Sana ne?!" diye bağırdım. Derin bir nefes alıp verdi. "Firuze, aranızda bir şey mi var?" Bıkkınlıkla bir nefes daha aldım. "Melih, çeneni kapat ki bu yolculuk zehir olmasın. Geldik sayılır." Gözleri yüzümde, benim gözlerim yoldaydı.

"Aranızda ne var bilmek istiyorum." derken oldukça sakindi. Ben ise öfke basamaklarını git gide daha da tırmanıyordum. "Ya seni ne ilgilendirir?! Aptal mısın sen?! Eski sevgilim bile değilsin amına koyayım! Sevgili bile olmadık seninle! Hangi hakla soruyorsun bunu bana?!" Kendimi bağırmaktan alıkoyamamıştım.

"Yattık ama," derken sesi halen sakinliğini koruyordu.

Bu cümlesi sabrımı taşıran son damla oldu. Sokakta aracı ansızın durdurdum. "Siktir git arabamdan!" diye bağırdım. "Daha iki kilometre var." dedi. Derin bir nefes daha alıp ses tellerime söz geçirmeyi denedim. Başarılı olmuştum. Sesim bu kez daha sakin çıkmıştı. "Zerre sikimde değilsin. Ricanı kabul eden kafamı sikeyim. Ara arkadaşlarını, gelip alsınlar. Ya da eşek gibi yürü bu yolu. Aşağı in."

Onun gözleri profilimdeyken benim gözlerim ön camlardaydı. Bir-iki saniye sessiz kalıp kahkaha atmaya başladı. Sabırla kahkahasının bitmesini bekledim. Uzun ve arsız kahkahası bittiğinde yüzü gülmekten kızarmıştı. "Söyle, aranızda ne var?" diye bir kez daha ısrar ederek sordu.

Ona doğru döndüm ve başımı iki yana salladım. "Kendine bu kadar güvenmen çok acınası." dedim kısık bir sesle. ''Utanmadan gülüyor musun Melih? Yüzünün kızarmasını bekledim. Bir yıldır yüzünün kızarmasını bekliyorum. Ama senin yüzün güldüğün için kızarıyor. Gerçekten bu kadar mı yüzsüzsün? Seninle yaşadığım her şey için köpek gibi pişmanım. Bugünkü aklım olsa, yanıma geldiğin ve tanışmak istediğin an suratına tükürürüm. Sırf birlikte olduk diye bana soru sorabilme hakkını kendinde görmen çok komik. Üstelik cevap almak için ısrarın ve kendine olan güvenin cabası. Gerçekten senden iğreniyorum. Koskoca iki yılımı nasıl hiç ettim, aklım almıyor."

Dudakları düz bir çizgi hâlini almıştı. Sessizce yüzüme bakıyordu. Ona doğru eğildim. "Ayağın taşa takılsa benden bil Melih. Bir damla gözyaşı döktüğünde bil ki sebebi benim. Firuze'nin ahı var üzerimde, de. Şimdi siktir git arabamdan!'' Dudaklarını ıslattı, dudaklarını ağzının içine yuvarladı. Başını aşağı yukarı ağır ağır sallayarak emniyet kemerini çıkardı ve hızla aşağı inip kapıyı sertçe çarptı. Hiç beklemeden gaza bastım ve hızla evimin yolunu tuttum.

Beykoz'dan köprüye girene kadar kırmızı gömleği, Ferit'i, Melih'i, Muhammet'in söylediklerini ve Melih'le yaşadıklarımı düşündüm. Zihnimin içinde büyük bir kaos hâkimdi. Melih'le olanları düşündükçe kendime öfkeleniyor, öfkeden ağlayacak bir noktaya geliyordum. Ferit aklıma her geldiğinde ise kokusunu, davranışlarını ve bakışlarını hatırlayıp sakinleşiyordum. Ancak hemen akabinde Muhammet'le aramızda geçen diyalog geliyordu aklıma. Bir kez daha Muhammet'e hak veriyor, yeniden ağlamanın eşiğine geliyordum. Yine de kendimi dizginlemeyi başarıyordum.

Köprüye girmek üzereyken telefonum titredi. Düşüncelerimi dağıtıp ekrana hızla göz gezdirdim. Gördüğüm mesajlarla derin bir iç çekmem kaçınılmaz oldu.

Ferit Değirmenci:
Firuze
Müsait misin?

Araç kullandığım için tuş kilidini bile açmadım. Gözlerim yeniden yola odaklandı. Kovuşturduğum düşünceler yeniden zihnime dolmaya başladı. Henüz iki dakika geçmişti ki telefonum yeniden titredi.

Ferit Değirmenci:
Firuze konuşmak istiyorum seninle
Bir şey söyle
Muhammet'le konuştum
Bir şeylerden bahsetti
Bilmiyordum

Köprüden çıkana kadar mesajlarına yanıt veremezdim çünkü araç kullanırken mesajlaşamıyordum. En kötü ihtimalle köprüden çıkıp sağ şeride geçerek hızımı azaltmam gerekirdi ve bunu yaptığımda bile ancak ve ancak araç kullandığımı yazabilirdim. Sıkıntıyla nefes verirken yeniden telefonum titredi.

Ferit Değirmenci:
*Ses*

Ses kaydını görünce hiç beklemeden mesajı açtım ve sesi oynattım. Sesi arabanın içine hoparlörlerden dağılmaya başladı. Sesi sıkıntılıydı ve kelime aralarında sıkıntılı nefeslerle uzun esler veriyordu.

''Firuze, araba mı sürüyorsun bilmiyorum. Neredesin, kimlesin onu da bilmiyorum. Umarım yalnızsındır. Ben özür dilemek istiyorum senden. Muhammet'le konuştum, eve yeni geçtim. Biraz anlattı bana. Ben senin bununla alakalı kötü bir anın olduğunu bilmiyordum. Muhammet açık açık travma olarak dile getirdi ama benim dilim travma demeye varmıyor. Merak ediyorum seni. Lütfen bana dön.''

Kayıt bittiğinde iç geçirdim. Hızımı yükselttim. Esasen eve on beş dakika kalmıştı çünkü yollar gece vakti olduğundan boştu. Ancak on beş dakika bana oldukça uzun geliyordu. Bir an önce eve gidip onunla konuşmak istiyordum. Titreşim sesiyle gözlerim bir kez daha telefon ekranına döndü.

Ferit Değirmenci:
*Ses*

''Firuze neden bana anlatmadın ki?'' Sesi bu kez yüksek perdeden dökülüyordu. ''O kadar sohbet ediyoruz. Saatlerce aralıksız konuşup mesajlaşıyoruz. Bunu niye söylemedin anlamıyorum! En azından bilseydim...'' Bir süre sessiz kaldı çünkü bilseydi de bir şey değişmeyecekti. ''Yani bilsem de şahit olurdun, maça geleceğini bilmiyordum çünkü. Ama en azından bir şeyler söylerdim, kendimi açıklamaya çalışırdım. Ya da en azından adam gibi bir özür dilerdim. Karşında kazma gibi dikilmezdim Firuze! Ara beni, lütfen. Ben arayamıyorum çünkü yalnız olup olmadığından emin değilim.''

Kayıt bittiğinde alnımı sıvazladım. Gaza biraz daha asıldım. Her geçen saniye eve daha da yaklaşıyordum fakat yol sanki bitmek tükenmek bilmiyordu. Kalan yolu katetmem, yarım saat gibi hissettiren sekiz dakikamı almıştı. Sekiz dakika boyunca yalnızca Ferit'i düşünmüştüm. Maçtan sonraki bakışlarını, hafifçe titreyen sesini, kuşkusunu, Melih'le arabaya bindiğimizde yan aynadan gördüğüm ifadesini, attığı kayıtlardaki sesine işlenen sıkıntıyı ve gülümsemesini düşünüp durmuştum. Oysa ona karşı çektiğim setler ve mesafe konusunda aldığım karar yeniydi. Yine de sekiz dakika boyunca tek istediğim onunla konuşmak olmuştu.

Yine ördüğüm duvarlar tek bir mesajıyla infilak etmişti ve ben bu durumun yine önüne geçemiyordum.

Binanın önüne gelip aracı park ederken hareketlerim aceleciydi. El frenini çektiğim sırada telefon ekranım aydınlandı. Ekranda yazan bir kez daha onun adıydı ve yeniden ses kaydı atmıştı. Okuduğum harfler ve sesini duyacak olmam, bir kez daha dudaklarıma sıcak bir gülümsemenin peyda olmasına sebep oldu.

Ferit Değirmenci:
Bu da sana gelsin :)
*Ses*

''Sen bana yangın ol, efendim, ben sana rüzgâr.
Tutuşsun gün, yansın geceler, zamanımız dar.
Sen bana geç geldin, ben sana erken,
Tutuşsun gün, yansın geceler, vaktimiz varken.''

Birsen Tezer'in yatıştırıcı sesini dinlerken başımı koltuğa yaslamış gülümsüyordum. Bu tarz müzikler dinleyen biri olmamama rağmen bu çok sevdiğim bir şarkıydı. Ferit beni bu kadar iyi mi tanıyordu? Kayıt bittiğinde derin bir nefes aldım. Araçtan hızla indim ve koşar adımlarla yukarı çıktım.

İkinci kata çıkan merdivenlerin ortasında basamağa takıldım. Kata çıktığımda çantadan çıkardığım anahtarım yere düştü. Anahtarı deliğe sokarken ise ancak üçüncü denemede sokabilmiştim. En amiyane tabirle elimin ayağımın birbirine dolandığı anlardan geçiyordum. Nihayet ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim. Koltuğa oturduğumda nefes nefeseydim. Sık nefeslerimin sebebini aksiyonlarımı hızlı almış olmama yoruyordum, öyle olmalıydı.

Tuş kilidini açıp yeniden sohbet penceresine girdim. Önce derin bir nefes aldım. Nefesim tekledi. Akabinde parmaklarımı ekranda gezdirmeden önce Ferit'ten yeni bir mesaj düştü.

Ferit Değirmenci:
O çocukla aranda bir şey mi var?

Bir süre mesajla bakıştım. Bundan bir yıl önce olsaydı okuduğum bu mesaj ile mutluluktan ağlayabilirdim. Dışarıdan öyle görünüyor olması bile yeterdi sevinç çığlıkları atmama. Nasıl bu kadar kör olabilmiştim? Fakat bugün, bulunduğum noktada, bu satırlar yalnızca midemi bulandırıyordu. Yalnızca kendime kızmama ve kendimden zaman zaman nefret etmeme sebep oluyordu. İçine hapsolduğum karmaşık duygular, kadrajımın bulanıklaşmasına sebep oldu. Bir yıla yakın bir süredir tek bir gözyaşı bile dökmemiştim. Duygularımın üzerini bastırmış, içime hapsetmiştim. Bastırdığım tüm duygular belki de artık dışarı taşmak istiyordu. Mesajla bakışırken yeni bir mesaj daha düştü ekranıma. Okuyabilmek için refleks olarak gözlerimi büyüttüm.

Ferit Değirmenci:
Anladım
Kusura bakma kurcaladığım için
Sormamalıydım

Okuduğum satırlar kaşlarımı çatmama sebep oldu. Görüşüm biraz daha bulanıklaştı. Artık telefon ekranını tamamen bulanık görüyordum. Elimin tersini gözlerime sürerek kadrajımı netleştirdim ve çatık kaşlarımla mesaj yazmaya koyuldum.

Siz:
Neyi anladın

Çevrimiçiydi ancak yanıtlamıyordu.

Siz:
Feritt

Ferit Değirmenci:
Efendim

Siz:
Neyi anladın??

Ferit Değirmenci:
Sessizlik bazen çok şey anlatır Firuze

Siz:
Sessizlik her zaman her şeyi anlatmaz ama
Senin sessizliğin de mesela, bana hiçbir zaman hiçbir şey anlatmıyor

Büyük bir merakla ekrana mıhlanmıştı gözlerim. Sabırsızlıkla yanıp tutuşan harelerim baloncuklar arasında gezinirken söylediğimi bir süre yanıtlamadı. İnkar etmesini bekliyordum. Aslında sessizliğinin altında herhangi bir şey yatmadığını söylemesini bekliyordum.

Oysa her seferinde büyük bir sükunetle gözlerine yüzümü aşındırırken hareket etmeyen dudaklarının altında birçok kelime olduğundan emindim, görüyordum. Birbirine dikiş attırdığı dudakları altında ıslanmış kelimelerin dilinin etrafında döndüğünü de, zihninin içinde koşturduğunu da görebiliyordum. Öyle ki, gözlerim tüm bu anlarda anlamsızca etrafta dolaşırken bile katran karası harelerinde zaman zaman silik kelimeler görüyor ancak seçemiyor ve onları cümleye çeviremiyordum.

Ferit Değirmenci:
Günü gelir anlatır

Kaşlarımı hafifçe çatarak attığı mesajı peş peşe okumaya başladım. Üç kelimeyi, defalarca kez, artık devamlı olarak tekrarlandığı zihnime bir anlam ifadeye etmeyene kadar okudum. İnkar etmiyordu ancak yine itiraf da etmiyordu bir şeyleri. Yine bir kart itmiş, yarısına kadar açmış ve geri kapatmıştı o kartı. Kartlarının üzerlerinin sonsuza denk kapalı olacağını düşünürken bir mesaj daha düştü. Aynı itinayla, defalarca kez okudum o kelimeleri de. Pes ederek derin bir nefes verdim ve ne kadar infilak etmişlerse etsinler, duvarlarımı kendime bir kez daha hatırlattım. Duvarlarımla birlikte kendime hatırlattığım bir noktada öz saygımdı da.

Ferit Değirmenci:
Belki de anlatmaz
Haklısın

Siz:
Aramızda bir şey yok onunla
Geçmişte kaldı

Ferit Değirmenci:
Anladım
Kusura bakma

Siz:
Ne için?

Ferit Değirmenci:
Üst üste bir sürü mesaj attım
Normalde yapmam
Tutamadım kendimi
Hödüklük ettim
Gerçekten özür dilerim

Siz:
Rahatsız etmedin beni
Etmiyorsun
Özür dileme

Bir süre çevrimiçi kaldı. Tek bir kelime bile yazmadı. Gözlerim telefon ekranında, öylece beklerken görüş açım devamlı olarak bulanıklaşıyordu. İki dakikanın sonunda çevrimdışı oldu. Bir şeyleri yanlış anladığı çok açıktı. Öyle sanmakta haklıydı da; buna biraz da ben sebep olmuştum.

Siz:
Ferit

Ferit Değirmenci:
Efendim

Siz:
Bu şarkıyı çok seviyorum

Ferit Değirmenci:
:)
Dinliyordum sen geldin aklıma

Elimin tersiyle bir kez daha gözyaşlarımı sildim. Hafifçe akan burnumu çektim.

Siz:
Yeni geldim eve

Ferit Değirmenci:
Arayabilir miyim seni?

Burnumu bir kez daha çekip sağ gözümden çeneme doğru akan yaşı sildim. Neden ağladığımdan emin değildim. Kendimi dizginlemeye çalıştıkça gözyaşlarım hızlanıyordu. Böyle olmaması gerekirdi. Çünkü Ferit'e, evet, yazdığım an nefesime hıçkırık karıştı. Mesajı geri sildim. Çünkü bir yıl önce kendime bir söz vermiştim. Kimse bir daha ağladığıma şahit olmayacaktı; bir ömre yetecek kadar şahitlik etmişlerdi buna. Fakat bu sözü, henüz bir saat içinde çiğneyeceğimi bilmiyordum.

Siz:
Mesajlaşsak olur mu?

Ferit Değirmenci:
Sesini duymak istiyorum
Lütfen

Siz:
Kayıt atsam?

Bir süre çevrimiçi kaldı. Israrına rağmen reddedişimi sorguladığını varsayıyordum. Belki de halen yalnız olmadığımı düşünüyordu. Düşünse yeriydi.

Ferit Değirmenci:
Hayır tamam, bunu yapmak zorunda değilsin
Müsait değilsin sanırım
Sonra konuşabiliriz
Ben bu gece için bir kez daha özür dilerim

Siz:
Günlerdir uzağız

Ferit Değirmenci:
Anlamadım?

Başımı geri atarak uzun bir nefes verdim. Gözyaşlarım boynuma doğru uzandı. Ne için ağlıyordum? Neden şimdi oluyordu bu? Neden durduramıyordum? İçten içe sorduğum bu sorulara tek bir cevap bile bulamıyordum ve gözyaşlarımın önüne geçemiyordum. Göğsüm üst üste iki kez tekledi. Üzerini bastırmaya çalıştığım hıçkırıklarımı görmezden gelerek kadrajıma yeniden telefonumu aldım. Ne cevap verecektim? Parmaklarımı klavye üzerinde serbest bıraktım. Kendilerine bir rota belirlediler. Rotaya yön veren beynim değildi.

Siz:
3 gün oldu
Uzağız seninle

Ferit Değirmenci:
Bu da benim yüzümden sanırım

Siz:
Müsaitim
Yalnızca telefon görüşmesi için pek müsait değilim
Yalnızım ama
Yanımda kimse yok
Evdeyim

Ferit Değirmenci:
Bu akşam için çok üzgünüm
Bir saat oldu
Başka bir şey düşünemiyorum

Siz:
Üzülme
Bilemezdin

Ferit Değirmenci:
Yine de seni öyle görmek beni kahretti

Siz:
Nasıl

Ferit Değirmenci:
Yabancı gibi
Yani beni yabancıladın
Gözlerinde bunu gördüm
Yerin dibine girdim Firuze
Bir daha bana öyle bakma
Dayanamam

Kısacık bir süre içinde yanaklarım kurumaya yüz tutmuştu ve hıçkırıklarım kesilmişti. Göğsüme dolan nefesler düzene girmişti. Parmaklarımın oluşturduğu harf rotası bana iyi gelmişti belki de.

Siz:
Özledim seni

Mesajı gönderdikten sonra telefonu kucağıma bıraktım ve derin bir nefes alarak ellerimle yüzümü kapadım. Buz kesmiş avuçlarım, cayır cayır yanan yüzüme henüz temas etmişti ki telefon titredi.

Ferit Değirmenci:
Aşağı in
Seni görmeye geldim

Telefonu ansızın koltuğa bıraktım. Büyümüş gözlerim camlara dokunurken koltuktan hızla kalktım. Bir süre ayakta sabit durdum. O esnada ellerimi sallıyordum çünkü parmaklarım uyuşmuş gibiydi. Yine beklemediğim bir anda, beklemediğim minicik bir şey kalp atışlarımı hızlandırmıştı. Belki de Meryem'in dediği gibi beklentileri düşük tutmak iyi bir fikir değildi.

Adımlarım pencereye uzandı. Ancak çekingen ayaklarım, odanın ortasında, kendi etrafımda bir tur attırdı bana. Telefonum yeniden titredi. Hafif eğilerek ekrana baktım.

Ferit Değirmenci:
On beş dakika oluyor geleli
Neden geldim bilmiyorum

Ben eve girdikten hemen sonra gelmiş olmalıydı. Neden gelmişti? Başımı kaldırarak derin nefesler çekmeye başladım. Ellerimi yanaklarıma kapatarak parmak uçlarımı göz altlarıma bastırdım. Parmaklarım buz kesmişti. Göz altlarım ise yanıyordu. İki büyük adımla pencereye vardım ve perdeyi hafif araladım. Siyah araba tam karşıdaydı. Farları yanıyordu ve dörtlüler aktifti. Ferit arabanın içinde, sol kolunu kapıya dayamış, başını eline yaslamış oturuyordu. Gözleri telefon ekranındaydı. Ekran parlaklığı yüzüne vuruyordu. İkinci katta olduğum için yüzünü netlikle seçebiliyordum. Ansızın gözlerini kaldırdı. Gözlerim, kırışmış alnının altından bakan gözleriyle çarpıştığında başını tamamen kaldırdı ve genişçe gülümsedi.

Yüzüme peyda olan gülümsemenin önüne geçemedim. Perdeyi kapatarak derin bir nefes daha aldım. Ardından bir nefes daha ve bir nefes daha. Çantamı ve telefonumu alarak kapıya yöneldim. Yalnızca birkaç saniye içinde kendimi sokakta buldum. Üzerime mont bile giymemiştim.

Hızlı adımlarla arabanın yanına varırken o da aşağı indi. Siyah bir pantolon ve siyah, ince bir balıkçı kazak vardı üzerinde. Adımlarım ön koltuğun kapısı yerine onun yanına götürdü beni. Karşı karşıya geldiğimizde bir an ikimiz de duraksadık. "İyi geceler," dedik aynı anda. Gözlerim, burun kemerindeki yaraya, açılmış kaşına ve alt dudağındaki açıklığa hızla dokundu ancak gözlerimi hızla yaralarından çekerek gözlerine çıkardım. Göz göze geldiğimizde gülümsedi. Gülümseyişi bana bulaştı. Akabinde ise benim kollarım boynuna uzanırken onunkiler belime doğru hareketlendi.

Duş jeli kokuyordu. Ferah kokuya yine de parfümü karışmıştı. Belki de parfüm olduğunu düşündüğüm koku kendi kokusuydu. Uzun sarılışımızı, yanımızdan hızla geçip giden motosikletin sesi sonlandırdı. İrkilerek birbirimizden ayrıldık. O şoför koltuğuna geçerken ben ön koltuğa ilerledim. Binip kapıyı kapattığımda ortamızda iki adet kahve vardı.

Gülümseyen gözlerim Ferit'e döndü. Genişçe gülümsedi. "Filtre, yine ben ısmarlıyorum; borçlusun." dedi ve dörtlüleri kapatarak sinyal verip aracı hareket ettirdi. Yolda in cin top oynamasına rağmen sinyal vermeyi ihmal etmiyordu. Onun en sevdiğim huylarından biri buydu; kuralcıydı.

Sol eli ile kemeri hafifçe çekti ve el değiştirdi. Sol avucu ile direksiyonu çevirerek sokaktan dönerken sağ eli ile kemerini takıyordu. Gözlerim; kollarında, parmaklarında, profilinde, emniyet kemerinin yerleştiği göğüslerinde ve hızla bedeninin her noktasında geziniyordu. Gülümseyerek, "Beni öyle incelersen utanırım," dediğinde önüme döndüm.

Dudaklarımı birbirine bastırıyordum ve vücut ısımın yükseldiğini hissediyordum. Güldü. Utandığımı anlamış olmalıydı. Bu beni biraz daha utandırdı. Oysa ben her zaman açık, hislerini ve aksiyonlarını saklamayan bir kadın olmuştum. Bu, uzun zamandır hissetmediğim bir şeydi.

Yarım saat sonunda bir tepeye çıkmıştık. Avrupa yakasındaydık, Anadolu'ya geçmemiştik fakat nerede olduğumuz hakkında ufacık bir fikrim yoktu. Çünkü yol boyunca gözlerim devamlı olarak profiline dokunmuştu ve etrafa bakınmak aklıma bile gelmemişti. Yalnızca gece karanlığına bulanan yollar ve Ferit vardı.

Kahvemden ilk yudumumu alarak boğaza göz gezdirdim. Bu kez onun gözleri yüzümdeydi. Ben ise açıkça gözlerinden kaçıyordum. "Firuze," dedi kısık bir sesle. Derin bir nefes alarak ona döndüm. Siyah harelerinde hüzün vardı. Bunu açıkça okuyabiliyordum. "Muhammet ne anlattı?" diye sordum beklemeden. Sorumu sorduktan sonra yutkunmadan edemedim. "Kuzenini kaybettiğini söyledi sadece. Çok bir şey anlatmadı. İyi de yaptı; ben senden dinlemeyi tercih ederim. Yani, eğer anlatmak istersen. Çünkü bu senin özelin." dedi.

Başımı salladım. Üst üste üç derin nefes çektim. Sağ elim siyah kazağımın boğazına gitti. Kazağın boğazını hafifçe çekiştirirken gözlerim klimaya dokundu. Kapalıydı. "Sıcak mı oldu?" diye sordu. "Klimayı açayım," dedi ve tuş takımına uzandı. Sol elimi uzatıp elini durdurdum. "Çıksak daha iyi olur." dedim. Olur, der gibi başını savurdu.

Arabadan inip kahvemi kaputun üzerine koydum. Kaputtan gelen benzer ses, birkaç saniye geciken Ferit'in de kahvesini benimkinin yanına bıraktığını gösteriyordu. Ellerini omuzlarımda hissettim. Elleriyle beraber omuzlarıma çöken ağırlığı da... Bakışlarım sol omzum üzerindeki eline döndüğünde montunu üzerime bırakıyordu. Sol eli, sol omzumdan düştü. Ancak sağ eli sağ omzum üzerinde sabit kaldı.

İtirazım olmadı. Oysa mesafeler hakkında yeni aldığım kararlar vardı fakat yine de itirazım olmadı.

Kısa bir süre sessiz kaldık. Derin bir nefes alıp dudaklarımı araladığımda, "Anlatma," dedi. Bakışlarımız ortada buluştu. "Anlatma, boş ver." Gözleri gözlerimde tur bindiriyordu. Gülümsedim.

Derin bir nefes alıp manzaraya döndüm. "Samet ağabey vardı. Amcamın oğlu, benden yaşça büyüktü. Küçüktüm o zamanlar, o da on sekiz yaşlarında falandı." Eli sağ omzumu sıktı. "Anlatmak zorunda değilsin. Anlatmanı isteyemem. Özür dilemek istedim sadece senden ve seni görmek istedim." dedi. Gülümseyerek ona döndüm ve, "Anlatacağım," dedim. Dudaklarını araladığında yüzünde hâlâ kuşku olduğunu görebiliyordum. "Anlatmak istiyorum Ferit," dedim. Pes ederek başını salladı.

Yeniden şehir manzarasına döndüm. "Bir çizgi film vizyona girmişti sinemalarda. Sanırım Tarzan'dı, hatırlamıyorum. Ona gitmek istiyordum ben. Samet ağabey de beni götürmek istedi." Gözlerim karşımda, manzaradaydı. Fakat baktığım noktada manzarayı görmüyordum. "Gazi Sineması'na gidecektik, Şişli'ye. Akşam saati; çok trafik var. Mecidiyeköy'den geçerken trafikte bir tartışma oldu. Samet ağabeyim birileriyle tartıştı."

Gözleri yüzümden bir an olsun ayrılmamıştı. Sessizce, dikkatle dinliyordu. "Tartışma büyüdü. Arabadaki adamlar inip bizim arabanın yanına geldi. Beş kişilerdi, hiç unutmuyorum. Bir araba dolusu adam yani," deyip histerik bir gülüş bıraktım. "Serseri, mafyatik tiplerdi. Yaşları da nereden baksan yirmi beş, yirmi altı civarı. Arabanın yanına gelip Samet ağabeye kendilerince racon falan kestiler. Ben de arka koltuktayım."

Derin bir nefes aldım. "Ben çok korktum tabii. Samet ağabey de yanındaki adama beni işaret etti. Adamlar beni görünce, kardeşim mardeşim muhabbeti yapmaya başladı ama tansiyon halen yüksek. Sonra biz Şişli'ye kadar gittik o trafikte. Tabii bende heves meves kalmadı. Moralim bozuk, modum düşmüş, korkuyorum hâlâ." Son cümlemi kurarken kaşlarımı kaldırarak ona döndüm. Kısa bir göz teması kurdum. Kaşlarının ortası hafifçe havalanmıştı.

Yeniden önüme döndüm uzun bir nefes çekerek. "Sinemaların oraya geldiğimizde tuvalete girdim ben." Yutkundum. "Samet ağabey kapıda bekliyordu. Çıktım, yok," derken sesim titredi.

Burnumun sızladığını hissediyordum. Sağ elimi kaldırıp burun kemerimi sıktım hafifçe. "Sonra sağa-sola bakındım onu göremeyince. Korktum tabii. Baktım, caddeden bağrışma sesleri geliyor." Sesim titremenin ötesine geçmiş, deprem etkisiyle sarsılıyordu. Başımı yukarı kaldırarak gözlerime koşan yaşları kovuşturmaya ve derin bir nefes almaya çalıştım.

"Ben de caddeye çıktım. Baktım büyük bir hengame var orada. Samet ağabeyi almışlar araya. Beşi de oradaydı Ferit." dedim.

"Kaç yaşındaydın?" diye sordu. "Altı," dedim beklemeden.

Kısa bir sessizlik oldu. "Ben caddeye çıkınca baktım kavga var, çok korktum tabii. Bir kadın vardı önümde. Benim yaşlarında bir çocuk vardı yanında. Kadın beni görünce hemen yanına aldı, kollarının altına. Koruma içgüdüsü; anneydi muhtemelen. Sağa-sola bakıyorum hâlâ ben korkuyla. Samet ağabeyi arıyorum. Tanımadım çünkü onu ben." Ona doğru döndüm. Titreyen sesimle, "Beş dakika," derken sağ elimle beş rakamını gösterdim. "Sadece beş dakika kaldım tuvalette. Kavgaya bakmama rağmen onu tanımadım çünkü beş dakika içinde yüzü dağılmıştı."

Yeniden önüme döndüm. "Kırmızı bir gömlek vardı üzerinde, kareliydi." dedim gülümseyerek. "O gömleğe yüzünden kanlar akıyordu, yer yer siyahlıklar vardı. Bu arada etrafta da insanlar var. Neticede Şişli'nin ortası, akşam vakti. İnsanlar müdahale etmek istiyor ama edemiyorlar. Onları da savuşturuyorlar çünkü. Polisi arayanlar bir yandan..."

"O kırmızı gömleğine kanlar damlayıp durdu yüzünden." Sesim tam anlamıyla sarsıldı, sesime hıçkırık karıştı. Akabinde yutkundum ve yanaklarımdan aşağı süzülen sıcak birer damla hissettim. "Yüzü tanınmıyordu, daha da beter ettiler. Sonra gömlek tamamen siyaha bulandı. Birinin bıçak çıkardığını gördüm. Sonra başka bir kadın beni sinemanın olduğu pasaja çekti. Gerisini görmedim." dediğimde hıçkırıklarımın önüne geçemiyordum. Göğsüm sarsılıp duruyordu. Gözyaşlarım ardı sıra dökülüyordu.

"Hastaneye kaldırıldı. Kaybettik." dedim burnumu çekerek. Sözlerimin arasına zaman zaman hıçkırıklarım karışıyordu. "Ben bıçaklandığı için öldüğünü sanıyordum. Bir akşam annemle babam konuşurken duydum; iç kanamadan ölmüş. Aldığı darbeler yüzünden öldü yani. O yüzden ne zaman bir şiddet anı görsem aklıma o geliyor. Midem bulanıyor, bacaklarım titriyor, tüylerim ürperiyor, yere yığılacak gibi oluyorum." Bir kez daha burnumu çekerek gözyaşlarımı sildim.

"O gömleği unutmuyorum. Lekelerin yerleri hâlâ aklımda. Zaman zaman o hâliyle rüyama giriyor. Nefret ediyorum o kırmızı gömlekten." dediğimde gözyaşlarım hızlanmış, hıçkırıklarım çoğalmıştı. "Kırmızıyı hiç sevmem." derken cümlemi zor tamamladım. Son kelimede kekelemiştim ve hıçkırıklarım heceleri dökmeme müsaade etmedi.

Beni yavaşça kendine doğru çekti. Başım göğsünün üzerine yaslanırken ellerim karnına dayandı. Bir eli sırtıma uzandı, bir eli saçlarıma karıştı. Gözyaşlarım kazağına dökülüyor, hıçkırıklarım göğsüne çarpıyordu. Kokusu burnuma dolarken kesik soluklarım göğsümün teklemesine sebep oluyordu. "Nefret ediyorum kırmızıdan." dedim zorlukla hıçkırarak.

Saçlarımın arasına küçük bir buse kondurdu. "Yalnız değilsin. Ben de nefret ediyorum." dedi. Başımı geri çektim. Islak gözlerimi siyah gözlerine dikip, "Kramponların kırmızıydı bugün," dedim alayla. Gülümsedi. Bir kez daha başımı göğsüne yaslarken yeniden konuştuğunda nefesi saç diplerime vuruyordu. "Artık değil, artık nefret ediyorum kırmızıdan." dedi fısıltıyla.

***

 

Twitter: esaturk07 / Instagram: esaturk_07 / Wattpad: esaturk

 

Loading...
0%