@esaturk
|
Hoş geldinizzzz 💙 Satır arası yorumlarınızı ve oylarınızı beklerim 💙
8 - ADRENALİN Mabel Matiz - Karakol Eve gelip ılık bir duş aldım ancak bana her zaman iyi gelen su damlaları bile sakinleşmeme yardımcı olamadı. Sanki üzerime düşen her damla öfkemi harlıyor, kulağıma çarpan su sesi beni daha da agresifleştiriyordu. Çünkü maruz kaldığım ima ve o imanın bana hissettirdikleri kolayca silinip gidecek şeyler değildi. Agresifliğimi ve öfkemi yalnızca, beni o imaya ve hissettirdiklerine maruz bırakan şey söküp atabilirdi. Yalnızca Ferit rahatlatabilirdi içimi. Tıpkı bir yıl öncesinde, içimi yalnızca Melih'in rahatlatabileceği gibi. Gözlerimi sıkıca yumup başımı geri attım. Su damlaları yüzüme dökülüp duş teknesini boylarken başımdan aşağı akan şeyin kor alevler olduğunu hissediyordum. Beynimin verdiği silik cevaplara ve kalbimin hissettirdiklerine söz geçiremiyor olmak, bir kez daha, tepeden tırnağa titrememe sebep oluyordu. Kendi üzerimdeki hâkimiyetimi kaybettiğim gerçeği beni neredeyse bir sinir krizi noktasına sürüklüyordu. Kendimi zayıf, aciz ve depresif hissediyordum. Oysa içten içe böyle olmadığının bilincindeydim. Fakat esasen gerçek olmayan bu şeyi yine de sorguluyor, dahası buna açık bir cevap veriyor olmam, hak ettiğim bir şey değildi. Bu negatif duyguları hissetmeyi de, beynimi bunlarla meşgul etmeyi de hak etmiyordum. Melih de, Ferit de hesapta olmayan şeylerdi. Hesapta olmayan minicik birer tanışma bugün beni bu duygu seline sürüklemeye yetmişti. Bir kelebeğin minik bir kanat çırpmasının, dünyanın birçok yerini dolaşacak şiddetli bir kasırga yaratma ihtimali gibi; tek bir kelime, tek bir merhaba, küçük dünyamda bir kelebek etkisi yaratmıştı sanki. Hesapta olmayan bu minik birer selam, bugün kendime kızmama, kendimi tanıyamamama ve kendimle, kendi içimde bir savaş vermeme sebep oluyordu. Belki de gün sonunda kendimden nefret etmeme de sebep olacaktı. Bunu bilemezdim; tıpkı bugün, bu noktada, kendi üzerime bu kadar yükleniyor olmamı daha evvelinde bilemediğim gibi. Ferit de, tıpkı Melih'in halen zaman zaman yaptığı gibi bana psikolojik olarak bir şekilde zarar veriyordu. Sıkıca yumduğum gözlerimi açarken başımı önüme eğdim. Su damlaları saçlarıma bulanarak tekneye akmaya devam etti. Derin bir nefes aldım ancak su ılık olmasına rağmen buhar dolmuş banyodaki hava ciğerlerimi zorladı. Başımı çevirdiğimde tüm banyonun buharla kaplı olduğunu gördüm. Bu, banyoda ne kadar uzun süredir kaldığımı gösteriyordu. Bu kez de kendime bu sebeple kızarak hızla duştan çıktım. Öfkeli adımlarımı odama yönelttikten sonra üzerime hızla birkaç parça geçirip salona geçtim. Saçlarımı kurularken telefonuma göz gezdirdiğimde öğlen okulda Meryem'i çağırdığımı, gördüğüm mesajlarla hatırladım. Meryem Bağcı: Mesajı attığından beri neredeyse yirmi dakika geçmişti. Elimdeki baş havlusunu, saçlarımla bir husumetim varmış gibi kullandığımı fark ettiğimde saçlarımı kurulamaktan vazgeçtim. Akabinde yaptığım tek şey çay demlemek oldu. Meryem gelene kadar Türk kahvesine eşlik edecek bir sigara yaktım ve sokağın başında onu görene kadar balkonda oturdum. Elinde gördüğüm fırın poşetine, bu kadar ince düşünceli olmasının altında ezildiğim için yüzümü buruşturdum. Ancak içinde ekler olduğunu biliyor olmam, yüz buruşturmamın sahte bir mimik hâline gelmesine sebep oldu. Merdivenleri hızla tırmanırken kapıda onu bekliyordum. Son basamaklarda, ''Sebo!'' diyerek neşeli bir giriş yaptı. Gülümsedim. Ancak gülümseyişim, duyduğum hitap sebebiyle alaycıydı. ''Firuze kızım benim adım.'' diyerek elindeki poşeti aldım. Meryem ayakkabılarını çıkarıp söylenirken poşetteki kutuya göz gezdirdim. ''Ne gerek vardı?'' Şaşkın fakat neşeli bir ifadeyle başını kaldırdı. ''Ne demek ne gerek var kızım? Dedikodu yapacağız.'' dedi ve içeri girdi. ''Ayrıca ekler aldım!'' dedi abartılı bir övünme ile. Mutfak ve salonu ayıran masaya geçtiğinde kutuyu poşetten çıkarıp dolaba kaldırdım. ''Ee? Anlat, ne oldu?!'' Büyük bir merakla yönelttiği soruya cevaben, şaşkınlıkla yüzüne baktım. Soru sorar gibi başını salladı. ''Kızım bir soluklan, bir dur, yeni geldin.'' dedim hayretle. ''Ne durması ya?! Sıla şimdi görüntülü arayacak.'' dedi rahat bir tavırla. ''Ay ne gerek var Meryem?!'' diyerek sitem ettim. Yüzüne ters bir ifade yerleşirken yanaklarındaki çukurlardan eser yoktu. ''Ay Firuze, kız merak etmiş! Sen de bir şey anlatmamışsın, ne var arasa?!'' deyip başındaki şalı hızla çekti. ''Aman iyi,'' derken sesim oldukça kısık ve mağlup çıkmıştı. ''Çay demlenir on dakikaya, kahve ister misin?'' diye sorduğumda başındaki boneyi çıkarmaya yeltenmişti. ''Yok, çarpıntı yapmasın. Sabah da içtim.'' Başımı, sen bilirsin, dercesine savurduktan sonra birer soğuk çay alıp yanına yöneldim. Ona doğru döndüğüm an olduğum yerde duraksadım. ''Aa! N'aptın saçlarına?!'' diye sordum heyecanla. Saçlarını hafifçe savurarak gülümsedi. ''Boyattım. Nasıl?'' Birkaç adımla yanına vardım. Mor renkli saçları parlıyordu. Tutamlarını incelerken gördüğüm görüntü beni memnun etmişti. Çünkü bu renk beyaz tenine oldukça yakışmıştı. ''Ay çok yakışmış! Güle güle kullan!'' dedim heyecanla. ''Sağol bebeğim. Sıkıldım hep kahve kahve! Biraz değişiklik istedim.'' Karşısına kurulduğumda soğuk çaydan ilk yudumumu aldım. Yudumu henüz yutmamışken telefon melodisi aramızda yankılandı. ''Sıla!'' dedi heyecanla. Hayretle, ''Yuh! Hemen mi?'' diye sordum. Sorumu duymazdan gelerek çağrıyı yanıtladı. Sağ eliyle, yanındaki bar taburesine birkaç kez vurarak beni de yanına çağırdı. Bıkkın bir nefes verip yanına ilerledim. Hande ile aramızda geçen son gerginlikten sonra, en yakınlarım olarak gördüğüm insanlara bile kendimi açmak konusunda rahatsızlık duyuyordum artık. İçimi kemiren şeyleri anlatacak olmak fikri yüzlerce iğneye bürünüp bedenime batıyordu sanki. Meryem'in yanına oturduğumda gördüğüm ekran ikiye değil, üçe bölünmüştü. Sağ üstte gördüğüm sarışın yüz Hande'ye aitti. Sıla ve Hande bize selam verirken yüzümü ekşitmemek ve gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutuyordum. Fakat yine de bu arada Meryem'e öfkeli bir kaçamak bakış atmayı ihmal etmedim. Selamlaşma sırasında ekranı yüzüme çevirip, kendisini kadraj dışı bırakıp, yüz ifadesi ile bundan haberi olmadığını söylemeye çalıştı. Umursamadım. ''Nasılsın Firuze?'' Bir-iki saniye ekrana düz bir şekilde baktım. ''İyiyim Hande. Sen?'' Başını salladı. ''Ben de iyiyim,'' derken ses tonu epey çekingendi. Keza olmalıydı da. Sıla hızla araya girdi. ''Ne oldu Ferit'le? Kavga etmişsiniz galiba. Yani Meryem öyle tahmin etmiş.'' Gözlerim Sıla'nın esmer yüzünden Hande'nin sarışın yüzüne döndü ve kaçamak bir bakıştan sonra yeniden Sıla'ya yöneldi. ''Boş ver ya, Ferit konuşmayalım şimdi.'' dedim memnuniyetsiz bir tavırla. ''Ne konuşmaması kızım? Onun için aradık seni, anlat!'' dedi Sıla heyecanla. "Yok Sıla, boşuna aramışsınız. Ben sürekli erkek muhabbeti yapan biri olmak istemiyorum." dedim soğuk bir sesle. Amacım Hande'yi iğnelemek değildi. Söylediğimde oldukça ciddiydim. Sıla ve Meryem sessiz kaldıkları an, Hande hiç beklemeden, "Özür dilerim." dedi. Sesi oldukça kısık ve yine çekingen işitiliyordu. Yanıtlamak istiyordum ama eğer dudaklarımı aralarsam muhtemelen bu kez ben onun kalbini kıracaktım. Gözlerimi ekrandan kaçırıp masada gezdirmeye başladım. "Firuze gerçekten özür dilerim. Ben elbette ki senin öyle biri olduğunu düşünmüyorum. Yıllarımız beraber geçti, seni iyi tanıyorum. O gün biraz gergindim ben. Sana çattım gibi oldu. Özür dilerim. Sonradan çok üzüldüm, çok pişman oldum." Başımı kaldırıp onunla göz teması kurdum. "Hande, birincisi; ben senin de kimsenin de dart tahtası değilim. Ben bugün sinirliyim, deyip kimseye çatamazsın. Bizim de gergin günlerimiz oluyor ama birbirimize bu şekilde yansıtmıyoruz." Başını yavaşça sallayarak söylediklerimi dinliyordu. "İkincisi; beni bu kadar iyi tanıyorsan bu özrünü hemen kabul etmeyeceğimi de biliyor olman gerek." Bir kez daha başını salladı. "Haklısın. Ne desen haklısın, ayıp ettim. Ama pişman olduğumu ve gerçekten üzüldüğümü bil. Gerçekten özür dilemek istediğimi de bilmeni istiyorum." Ağır ağır başımı sallarken Hande dudaklarını mahcubiyetle birbirine bastırıyordu. Sıla ve Meryem kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra bu sessizliği bozan Sıla oldu. "Ee? Ne oldu, anlat." Derin bir nefes alıp gözlerimi masada dolaştırmaya başladım. "Bir şey olmadı. Hande haklı; Ferit de Melih gibi davranıyor." dedim sıkıntıyla. "Ne dedi sana?" Başımı Meryem'e çevirdim. "Kafanda kurma, dedi." dediğimde hepsi şaşkınlıkla bağırdı. Bunu beklemedikleri açıktı. Dudak kenarlarım alayla kıvrılırken o gün benim de beklemediğim bu cümle ile ne kadar kötü hissettiğimi hatırladım. ''Nasıl yani?'' diye soran Sıla oldu. ''Basbayağı. Ben bir şeyleri ima ettim ona. O da kafamda kurmamam gerektiğini söyledi.'' Üçü de sessizce bana bakıyordu. Meryem telefonunu, soğuk çay doldurduğum büyük bardaklardan birine dayamış, sol dirseğini masaya yerleştirmiş ve başını yumruk yaptığı eline yaslamıştı. Başı tamamen bana dönmüştü ve yüz ifadesinde büyük bir hayret vardı diğerleri gibi. ''Ne iması yaptın? Bir anda kalktınız gittiniz zaten. Sen sinirliydin. N'oldu ya?'' diye sordu. ''Hani bizim maket meselesi vardı ya,'' derken gözlerim üçünde de hızla geziyordu. ''Elektrik-elektronik okuyan birinin yardımına ihtiyacım vardı. Tam derste bunu öğrendikten sonra kantine gitmiştim. Muhammet ile kantinde otururken Ferit geldi yanımıza. Anlattım durumu. Muhammet de elektrikte tanıdığı olup olmadığını sordu. Sonuçta mühendislik öğrencisi hani o da.'' Aynı anda başlarını sallarken büyük bir ciddiyetle beni dinliyorlardı. Hepsinin yüzünde saklamaya çalıştıkları bir hayal kırıklığı vardı. ''Ferit de, yok, dedi. Sonra kalktı gitti. Hemen arkasından kantinde Suat'la karşılaştım. Ve şans eseri öğrendim ki Suat makine değil, elektrik okuyormuş.'' Meryem'in kaşları havalanırken Sıla araya girdi. ''Suat kimdi ya?'' ''Ya hani vardı ya Ferit'in bir arkadaşı, Ferit numaramı istediğini falan söylemişti.'' Sıla hatırladığını belli eden mırıldanmalar çıkarırken Meryem, ''Ha gizlemiş mi yani? Söylememiş mi?'' diye sordu öfkeyle. ''Ben böyle düşündüm ilk etapta.'' Sıla'nın sesi, kısık sesimi bastırdı. ''Çünkü çocuk senden hoşlanıyor, Ferit de yan yana bulunmanızı falan istemedi ağabey! Böyle düşüneceksin tabii. Kim olsa böyle düşünür.'' ''İşte ben de bunu ima ettim ona. O da, kafanda kurma, dedi.'' Bir süre hayal kırıklığının çökerttiği omuzlarımla sessiz kaldım. Gözlerim ekran ve Meryem'in yüzü arasında ağır ağır dolaşıyordu. Kısa süren sessizlikten sonra Sıla, ''Nasıl ima ettin peki? Nasıl oldu? Tam anlatsana Sebo ya!'' diye çıkıştı. Onun çıkışını da diğerleri takip etti. Meryem, ''Yarım yamalak anlatma Firuze!'' derken Hande, ''Tam olay örgüsü anlatsana!'' diyordu. Omuzlarım bir kez daha çökerken bıkkın bir nefes verdim. ''Ya zor geliyor işte tamamını anlatmak. Hatırlıyorum, kötü oluyorum.'' Üçü de sustu. Ancak bunu her hatırladığımda kötü hissedeceğimi de biliyordum, aklımdan hiç çıkaramayacağımı da. Bu sessizlik sırasında Meryem kalkıp birer çay doldurdu ve ekler kutusunu açıp masaya bıraktı. Tatlıları tabağa almak için bile zaman kaybetmek istemiyor gibiydi. Yalnızca açık mutfaktan yükselen sesler duyuluyordu. Yeniden yanıma oturduğunda çayımdan bir yudum alıp kuruyan dilimi ıslatmayı denedim. ''Suat'la konuştuktan sonra dersten çıktım öğlen. Kantine geldiğimde Meryem, Bora, Ferit ve Mami oturuyorlardı. Ferit bir anda elektrikten birini bulup bulmadığımı sordu. Zaten sinirliydim ona, iyice sinirlendim. Tersledim. O da bozuldu herkesin içinde tersledim diye. Kalk, falan dedi. Neyse gittik koruya, orada tartıştık.'' Yavaşça arkama yaslandım. ''Ben açık açık sordum; neden Suat'ın elektrik okuduğunu söylemedin, diye. Aklıma gelmedi, unutmuşum, falan dedi.'' ''Siktirsin oradan!'' Sıla'nın yükselişine Hande, ''İyice bokunu çıkardı artık!'' diyerek, Meryem ise, ''Ay! Ufak at da civcivler yesin ya! Salak mı sanıyor seni?!'' diyerek eşlik etti. Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım. ''Ben de içimden böyle dedim işte. Sonra tabii bayağı sinirlendim, zaten sinirliydim. Çıkıştım biraz. Bu kez, ben bilerek mi söylemedim, neden böyle bir şey yapayım, falan demeye başladı. Ama o da sinirlendi yani yüzü falan karıştı biraz. Ben de üzeri kapalı onayladım. Bence de mantıklı değil ama aklıma bazı sebepler geliyor, falan diyerek ima ettim işte.'' Üçü de kaşları havalanmış, sessizce dinliyordu üzgün ve kısık sesimi. ''Bu sefer o da sinirlendi iyice. Kafanda kurma, bir düşüncen varsa gel bana sor, dedi. Bağırıştık biraz. En son çektim gittim. Arkamdan bağırıyor, git Suat yardım etsin sana, zaten can atar, diye.'' Meryem elini masaya vurarak, ''Al işte! Ne alaka o zaman?! O zaman Suat hâlâ niye ilgilendiriyor onu ya?!'' dedi bağırarak. Sıla ve Hande de onunkinden aşağı kalır yanı olmayan tepkiler veriyordu. Histerik bir şekilde güldüm. ''Öğleden sonra dersteyken bir sürü mesaj atıyor. Firuze konuşalım, öyle demek istemedim, bilmem ne. Bir dünya mesaj atmış. Cevap vermedim.'' ''Ben de onu soracaktım. Bana okulda olup olmadığını falan sordu. Sen de bir şey demeyince cevap vermedim.'' dedi Meryem. ''E niye vermedin? Kendini ifade etseydi Sebo ya!'' Sıla'nın sitemine hiç beklemeden cevap verdim. ''Etmedi Sıla. Yüz yüze geldik. Ders çıkışı yakaladı beni.'' Sözlerimi devam ettiremeden Meryem araya girdi. ''E gitmişti ama okuldan. Bora arkasından bağırdı hatta, cevap vermedi. Gitmemiş mi?'' Gözlerimi devirdim. ''Ay ne bileyim, gitmemiş demek ki. Beklemiş fakülte binasının önünde, zaten mesajda da söylemişti bunu. Dinleyecek değildim, tersledim. Ama o da yani kendini izah etmedi. Ben konuşacak bir şeyim olmadığını söyledim. O da, silecek misin beni, silme beni, deyip durdu.'' ''Nasıl yani? Silecek misin peki gerçekten? Yani komple çıkaracak mısın hayatından? Hiç görüşmeyecek misin?'' Hande ilk kez hayret tepkileri vermek yerine soru soruyordu. ''Hande, ben Ferit'le görüşmek istemiyorum. Bana zarar veriyor mental olarak, psikolojik olarak. Bana açık olacaksa buyursun gelsin, yoksa siktir olsun gitsin artık. Ben sürekli bunları düşünmek zorunda değilim.'' Sıla, ''E peki sen, konuşacak bir şey yok, dediğinde ve onu sileceğini reddetmediğinde demedi mi, bu kadar çabuk mu, diye? Ya da böyle tek hatasında silecek olmanı hemen nasıl kabullendi, hiç sorgulamadı mı?'' diyerek yeni bir soru yöneltti. ''Sıla sorgulayacak bir şeyi yok. Melih'le olanları biliyor. Hem de tüm detaylarıyla. En az size verdiğim kadar detay verdim ona ben. Nasıl şeyler yaşadığımı ne hissettiğimi çok iyi biliyor Ferit. Aptal değil. Bu kadar hassas olduğum bir konuda, böyle bir tepki verdiğinde ipleri koparacağımı anlamaması için aptal olması gerekir. Zaten o kadar mesajı da o yüzden attı bence peş peşe. Evdeysen evine gelirimler, Meryem'e sormalar falan... Bunlar Ferit'in yapacağı şeyler değil pek.'' ''Ne zaman?! Ne zaman anlattın?!'' Sıla gözleri büyürken yerinde dikleşti. ''Aa doğru, siz bilmiyorsunuz. Hande ile grupta o muhabbetin geçtiği gün neredeyse on iki saat boyunca mesajlaştık aralıksız. bayağı sohbet ettik. Melih'i yarım yamalak biliyordu zaten ama o gün tam olarak öğrendi tüm detaylarla.'' Hande mahcubiyetle gözlerini kaçırırken Sıla kaşlarını kaldırmış, öylece duruyordu. Bir süre sessizlik olduğunda bu kez Meryem söze karıştı. ''Peki biz arkadaşız, iması yapmadı mı? Yani, neden bu kadar tepki veriyorsun ya da bunu böyle adlandırman çok saçma, falan demedi mi?'' Histerik bir şekilde güldüm. ''Demedi, diyemez de çünkü fakülte kapısında konuşurken bana dedi ki; üstemden gelemiyormuş.'' ''Ne?!'' Hepsi aynı anda bağırıp dikleşti. Kendimi tutamayarak güldüm. ''Aynen. Aşamıyormuş, üstemden gelemiyormuş. Öyle bir şeyler zırvaladı. Hatta ben kırılınca kahroluyormuş, hele ki beni kıran kendisiyse kendinden nefret ediyormuş. Üstelik onun kalbi bana kırılmıyormuş da.'' ''Ne alaka?'' Meryem'in başı öne doğru meyil almıştı. ''İnsan kendini kıramazmış.'' dedim gülerek. Yine aynı anda, farklı cümlelerle, aynı reaksyionları vermeye başladılar. Fakat bu kez üçü de tıpkı benim gibi gülmemek için kendilerini dizginlemeye çalışıyordu. ''Ya salak mı bu çocuk?! Aa! Yeter ama! Ne alakası var?!'' Sıla elindeki telefonu sarsarak bağırıyordu. Aynı abartılı tepkiyi Meryem de, ''Gerçekten delireceğim artık! Neyin peşinde?! Bir sana aşığım, demediği kaldı! Hâlâ nasıl kafanda kurma diyebiliyor ya?!'' diye bağırarak veriyordu. Hande'nin ses tonu onlardan bir iki ton daha düşüktü ancak onun da hem öfkeli hem şaşkın olduğu çok belliydi. ''Alacaksın tokat manyağı yapacaksın yemin ediyorum!'' diye kendi kendine söyleniyordu. ''Hayır, anlamıyorum; bu çocuk MİT ajanı falan mı? İlişki yapmak mı istemiyor?!'' Sıla'nın sorusunu, ''Aynen, yirmi altı yaşında MİT ajanı olmuş Sıla.'' diye dalgaya aldığımda Meryem cümlemi duymazdan gelerek yeni bir teori attı ortaya. ''Bence bunun çocuğu falan var. Evli bu çocuk.'' ''Ay ne alaka Meryem? Aldatırdı o zaman karısını, karısının da ruhu duymazdı, biz de evli olduğunu anlamazdık.'' dedi Hande. ''Aşkım çocuk belli ki karısını seviyor, aldatmak istemiyor. Ee?'' Aralarında geçen, gerçekliğine kendilerini bu kadar kaptırdıkları teori üretme ve çürütme sohbetini hayretle izliyordum. Sıla Meryem'i yanıtladı. ''Pardon da, karısına aşık olan adam başkasından hoşlanır mı hiç Meryem? Firuze'ye yanık bu çocuk, demek ki öyle bir şey yok.'' Hande, ''Belki de çocuğuna ihanet etmek istemiyor.'' dedi. ''Ay ne alaka ya?! Bunun çocukla ne ilgisi var? Bence evli falan değil, MİT ajanı ve ilişki yapmaktan korkuyor.'' dedi Sıla bir kez daha. Kendinden oldukça emin görünüyordu. ''Ya kızım salak mısın? Ne MİT'i? Çocuk daha yirmi altı yaşında bebe. Ne işi var MİT'te?!'' diye gülerek çıkıştı Meryem. Bir süre düşünen Hande, ''Peki eşcinsel olabilir mi?'' diye sordu ciddiyetle. Üçümüz de aynı anda ona baktık. ''Ne var ağabey? Olamaz mı?'' ''Hayatım olabilir tabii ki de o zaman Firuze'den nasıl hoşlanacak?'' diye sordu Meryem. Hande ise, ''Belki de biseksüel.'' diyerek yanıtladı. ''Olabilir. Ama biseksüel olması da bana karşı açık olmasına engel değil.'' dedim. Mırıldanarak onayladılar. Nihayetinde en mantıklı fikri ortaya atan ben oldum. ''Bence eski sevgilisini unutamadı. Ya da unutup unutmadığından emin değil ve yanlış bir karar almak istemiyor.'' Meryem, ''Yani, bilmiyorum Sebo. Sana kalkıp da üzeri kapalı bir şekilde, sen benim kalbimsin, diyebiliyorsa, başkasına bir şey hissetme ihtimali imkansız bence. Çünkü bu, bu kadar kolay kurulabilecek bir cümle değil.'' dedi. Ben ciğerlerimi derin bir nefesle doldururken Sıla, ''Yoo, bence gayet de basitçe kurulabilecek bir cümle. Çünkü erkek bu. Erkekler kalpsiz oldukları için, birini severken başkasına da kalbimsin diyebiliyorlar.'' dedi sert bir ses tonuyla. ''Ama yani biz Arda'yla sevgili olmak üzereyiz, Arda bir kez bile böyle bir şey söylemedi bana. Bence hafife alınacak bir şey değil Sıla.'' dedi Hande. ''Aşkım ne diyorum burada? Normalde evet, hafife alınacak bir cümle değil ama erkekler için normal şeyler. O ırkına sıçtıklarım bir şey söylerken düşünmüyorlar ki! Benciller çünkü.'' Meryem gülerek, ''Sıla yine erkek nefretini konuşturdu.'' dedi. Hande ve ben kıkırdarken Sıla abartılı bir şekilde başını salladı. Meryem başını merakla bana çevirdi. ''Neyse ya! Neymiş eski sevgili olayı?'' ''Önceleri bir kız arkadaşı varmış. Çok aşıkmış kıza. Üniversiteyi okumaya İngiltere'ye gitmiş Ferit. O dönem kızla bayağı kopmuşlar ama o evlenmek istiyormuş. Kız da sürekli böyle aşağılar gibi davranıyormuş çocuğa. O da evlilik teklifi etmeye İstanbul'a gelmiş çünkü evlenirlerse düzeleceğini düşünmüş. Ama kızın onu aldattığını öğrenmiş. Sonra ayrılıp okulu bırakmış ve askere gitmiş. Gelince de bizim okula başlamış.'' Hızlı özetime üçü de bir süre sessiz kaldı. Hande, ''O kadar aşağılamaya evlenmek mi istemiş bir de?'' diye sorarken Sıla, ''Kendisini aldatan birini hâlâ unutamıyorsa da büyük enayilik bu arada.'' dedi. Meryem ise, ''Kaç yıl geçmiş kızım, unutmuştur be.'' dedi. Düz bir ses tonuyla yanıtlamaya başladım. ''Zaten bana da artık nefret dahil hiçbir şey hissetmediğini söyledi. Ama kız bizim okulda, farklı kampüste okuyormuş." Üçü de şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Çok pişmanmış, ara sıra Ferit'i görmeye falan geliyormuş. Yani gözden ırak olan gönülden de ırak olur ama gözden ırak değilse?'' ''Yani, sürekli görmek tetikleyebilir içinde kalan minik hisleri.'' diyen Meryem'di. ''Yine de seni aldatan birine nasıl his besleyebilirsin ki ya?'' diye sordu Sıla hiddetle. ''Ay Sıla duygusuz musun, öküz müsün? Hiç aşık olmadığın çok belli. Öyle kolay mı silip atmak? Hele ki aldatılmışsın, darbe yemişsin; aşka nefret de eklendiğinde ikisi birlikte bambaşka bir boyuta ulaşabilir.'' dedi Meryem. ''Sen hiç aynı anda sevip aynı anda nefret etmedin mi birinden?'' diye sordum. Sıla'nın vereceği cevap da, benim bunu ne hissederek sorduğum da belliydi. Sıla ile bir süre ekrandan birbirimize bakarak tebessüm ettik. Melih'te hissettiğim tam olarak buydu. Bana en çok kızan ise hep Sıla olmuştu. ''Yani özetle; kızı unutamadı, mı diyorsun Sebo?'' Meryem bir kez daha yüzünü bana dönmüştü. Derin bir nefes aldım. ''Bence öyle. En azından sizin MİT ajanı ve hem evli hem çocuklu olduğu fikrinizden daha gerçekçi.'' Gülüştüler. ''Ne yapacaksın?'' Gözlerim Hande'nin beyaz yüzüne dokundu. ''Görüşmeyeceğim.'' dedim tek nefeste. ''Emin misin?'' diye sordu bu kez. ''Eminim. Bana iyi gelmiyor. Böyle olmaz. Yani daha önce bir başkasıyla da aynılarını yaşamamış olsam bu kadar hızlı karar vermezdim belki, biraz daha sabreder, gözlemlerdim. Ama artık belirsizliğe gücüm yok.'' dedim. Meryem, ''Bu kadar hızlı, dediğin de o kadar hızlı değil aslında. Bir yıl az bir zaman değil.'' dedi. Başımı olumlu anlamda savurdum. ''Orası öyle, bizim hep bir acabamız vardı ama Ferit son iki haftadır bu kadar açık. Yani ben bu kararı iki haftada aldım aslında. Beni yoran sadece son yaptıkları oldu. Ayrıca Melih'te iki yıl bekledim. Ferit en başından beri kartlarını bu kadar açık oynasaydı bile bu bir yıllık süre Melih'inkinin yarısı kadar olurdu. Yani yine ben kendi potansiyelime göre daha erken pes etmiş oluyorum bu senaryoda.'' ''Haklısın ama,'' dedi Hande iç geçirerek. ''Peki neden şimdi? Dediğin gibi bizim en başından beri acabalarımız hep vardı.'' Ben de ümitsizce iç geçirdim. ''Çünkü ben, Ferit bana açık bir şekilde geldiği ilk anda, kendi acabalarının üstünü çizmiş olacağını düşünüyordum hep. Yani, bu kadar büyük adımlar attığı günler geldiğinde, artık geri vites yapmaz, açık olur diye düşünüyordum. Ama olmadı. İki hafta boyunca geri gidiyorsa eğer adımları, üstelik bana bir adım atmışken iki adım geri gidiyorsa o acabalar halen yerli yerinde demektir. Benim buna harcayacak gücüm yok şu an.'' Kısa bir süre sessizlik oldu. Meryem, ''Belirsizlik çok can sıkıcı.'' dedi. Aynı anda başımızı salladık. ''En olumsuz sonuç bile belirsizlikten iyidir.'' dedim ve ekledim; ''Bana karşı hisleri olmadığından emin olsam belki de bu kadar üzülmem. Çünkü kafa yormam.'' ''Belirsiz erkeği anası sevsin.'' diyen Sıla'ydı. Hep birlikte gülüştük. Sıla'nın sesi bir anda yükseldi. Aklına bir şey gelmiş gibi, ''Sebo! Sen o maket işini ne yapacaksın peki?!'' diye sordu heyecanla. Yüzümü ekşittim. ''Bilmiyorum ya! Suat var işte. Aslında ondan yardım istemek istiyorum ama kararszım.'' dedim. Düşüncesini açıkça dile getirerek, ''Kararsız kalma, Suat'tan yardım iste. Ferit de kudursun.'' dedi. Bunu söylerken ses tonu ve yüz ifadesi oldukça fesattı ve bunu gizlemiyordu. Başımı omzuma doğru eğdim. ''Saçmalama Sıla ya! Ne zaman insanların hislerini kullandım ben?!'' diye çıkıştım. ''Kızım Ferit seni kıskanırsa eğer gerçekten sana olan hislerinden emin oluruz. Saçmalama.'' dedi. Başımı iki yana salladım. ''Ferit bu saatten sonra kıskançlıktan kafayı da yese, bana olan kapıları sonuna kadar açmadığı sürece umurumda değil. Suat'ın hislerini de Ferit'e karşı bu amaçla asla kullanmam. Benim yardım isteme konusunda endişem bundan dolayı değil. Suat aptal değilse bana olan ilgisinin farkında olduğumu biliyordur. Bunu yanlış anlamasından korkuyorum.'' ''Bence yanlış anlar da. Çünkü erkekler, nezaketi bile flört sanan canlılar oldukları için senin yardım talebini de flört zannedebilir yani, inanırım.'' ''E o zaman neden Ferit kıskansın diye Suat'ı kullan diyorsun Sıla?'' dedim hiddetle. ''E Sebocum ama merak ediyorum ne tepki verecek.'' Ters bakışlar atarken Sıla hâlinden hiç de utanıyor gibi değildi. ''Saçmalıyorsun şu an!'' Meryem ve Hande sessizlerdi ancak bana hak verdiklerini biliyordum. ''E ne yapacaksın peki? O zaman başka birini bulalım elektrikten, parasıyla yapsınlar maketi.'' dedi Hande. ''Of! Bilmiyorum! Ferit ve Muhammet'in tanıdığı yoksa nereden bulacağız?!'' diye çaresizce sitem ederken parmaklarımı saçlarımdan geçirmiş, dirseklerimi masaya yaslamıştım. ''Ağabey zaten mühendislikte tanıdığımız bir ağabeyim bir de Ferit var. İkisinin de başka tanıdığı olsa söylerdi. Hele ki Ferit! Suat'a kalma diye didik didik ederdi hafızasını. Demek ki yok.'' Meryem'in söylediklerine yalnızca başımı salladım. ''Ya sen Suat'tan destek istesen ama amacının o olmadığını en başından belli etsen olmaz mı Sebo?'' ''Nasıl yapacağım onu Hande?'' Ellerimi masaya indirdim. ''Suat ben şu konuda yardımını istiyorum ama sana hislerim yok ve sen de flört ettiğimi sanma sakın, mı diyeyim çocuğa?'' ''Ya tabii öyle diyemezsin de... Ne bileyim ben, hâlinden tavrından anlar zaten.'' dedi yumuşak bir sesle. ''Erkekler maldır, anlamazlar. Anlayanın da işine gelmez. Ama bence de Suat'tan destek iste.'' Masada gezinen bakışlarımı Sıla'ya yönlendirdim. Ters bakışlarıma aldırmıyordu. ''Sanırım yine Suat'tan isteyeceğim, bilmiyorum. Bora'dan numarasını aldım kantinde. Belki akşam mesaj atarım.'' dedim mağlubiyetle. ''Peki Ferit'ten nasıl uzak durmayı düşünüyorsun?'' Meryem'e döndüm. ''Neden duramayayım? Benim Ferit'e çok yoğun duygularım yok ki. Sadece bu kadar dengesiz davranması beni tetikliyor ve bundan rahatsız olup kafaya takıyorum, o kadar.'' dedim. ''O anlamda sormadım. Okulda falan nasıl uzak duracaksın?'' Kaşlarım çatıldı. ''Neden duramayayım Meryem? Zaten onu sileceğimi düşünüyor ve bunu da açıkça dile getiren ilk o oldu. Her şeyin farkında yani. Zorlanacağımı düşünmüyorum.'' ''Haklı. Ama yine de çok değil, birkaç saate Ferit'le yine uzun uzun sohbet edersin gibi be Sebo! Kandırmayalım birbirimizi.'' Sıla'nın kıvrılmış dudak kenarlarına Meryem ve Hande de eşlik etti. ''Ya bak işte! Neden böyle düşünüyorsunuz?! Asıl siz böyle yaptıkça ben manipüle edilmiş oluyorum ve kararlarıma bir şekilde yön veriyor bu sözler, farkında değil misiniz?'' Hande ve Sıla aynı anda yüksek perdeden konuşmaya başladığında ikisinin cümleleri de birbirine karıştı. Meryem elini omzuma yaslayıp, ''En doğrusunu sen bilirsin Sebo, kimseye bakma. Ama bu kararı da ilk kez almıyorsun, bunu da görmezden gelme.'' dedi. ''E tamam işte, deniyorum demek ki!'' diyerek sitem ettim. Sitemim kimseye değil, kendime söz geçiremeyen kendimeydi. ''Sebo, bak atladığın bir detay var. Evet, deniyorsun belki. Ama sen, bu kararı her alıp akabinde vazgeçtiğinde yavaş yavaş ciddiyeti kayboluyor. Aslında kendine bir noktada kötülük ediyorsun.'' dedi Meryem yumuşak bir sesle. ''Bu kararını ne kadar çok çiğnersen, senin için o kadar normalleşecek. Ve bu kararı bir kez daha aldığında aslında içten içe, zaten bu karardan vazgeçeceğini biliyor olacaksın. Eğer gerçekten yapabileceğine inanıyorsan böyle bir karar al.'' Derin bir nefes aldım. Nefeste bir kez daha mağlubiyet vardı. ''Haklısın,'' dedim fısıltıyla. ''Eğer gerçekten şu an Ferit'i hayatından tamamen çıkarabileceğine inanıyorsan al bu kararı.'' dedi. Bir süre gözlerimi masada gezdirerek düşündüm. Bu kısa sürede zihnimden birçok alternatif senaryo geçti. Peş peşe akıp giden hikayelerin çoğunda mağlubiyetimi görüyordum. Çünkü bunu daha önce deneyimlemiştim. Daha önce mağlup olmuştum ona. Ona da, Melih'e de. Ferit'i kestirip attıktan sonra kurtlar bir süre daha zihnimi kemirmeye devam edebilirdi. Biraz daha uzun süre gözlemlemem gerektiğini düşünebilirdim ancak geç olabilirdi. Yahut belki de Ferit pes edecek, kabullenecekti ve her şey yoluna girecekti. Belki de bu kez o sırtını döndüğünde ben kendimi ona tamamen kaptıracaktım. Ya da belki, bu kararım onun gözünde bir son şans olacaktı ve bizi olumlu ya da olumsuz net bir noktaya getirecekti. Ama bir süre geceleri yatağa yattığımda iki haftanın kısa bir süre olduğunu da sorgulayabilirdim. Belki de bu kararı gerçekten alabilmem için iki haftadan fazlasına ihtiyacım vardı. Gözlerimi masadan kaldırdığımda kızlar sessizce bana bakıyordu ve hepsinin yüzünde merak vardı. ''Bilmiyorum.'' dedim. ''Belki erken, belki tam zamanı ya da belki başarırım, belki de çuvallarım, bilmiyorum. Bence spontane gelişmesi en doğrusu.'' dedim. Sıla güldü. Meryem gülümserken Hande, ''Ya başaramazsam, diye düşünüyorsun değil mi?'' diye sordu. Yalnızca, burukça gülümsedim. *** Kızlarla olan görüşmeyi sonlandırdığımızda Meryem ile saat dokuza kadar birlikte oturup sohbet ettik. Handan'dan, derslerden, gündem konulardan ve filmlerden konuştuğumuz bu sürede, dakikalar ilerledikçe benim içimi kurtlar kemirmeye başlıyordu. Çünkü Suat'a mesaj atmaya karar vermiştim. Meryem gittiğinde bir süre evde oyalandım. Ev toplamak, makyaj fırçalarını temizlemek, çamaşır makinesine kirli çamaşır atmak ve toz almak, akşam saatinde kendime bahane olarak uydurduğum şeylerdi yalnızca. Oysa yaptığım ahmakçaydı ancak zaten kaçış da bir noktada ahmaklıktan başka bir şey değildi. Sığındığım tüm bahaneler bittiğinde ise telefonumu elime almış, Suat'ın sohbet penceresine bakmaya başlamıştım. Tırnak kenarımdaki etleri dişliyor, boş sohbet ekranında göz gezdiriyordum. Suat'tan isteyeceğim bu rica, onun bana olan ilgisini kullanmak olur muydu? Karşılığında ücret ödemeyi teklif edecektim ve kabul etmesi için uzun uzadıya çabalayacaktım. Bu durumda yaptığım kullanmak olmazdı. Peki Ferit'e karşı olan öfkemle ya da Sıla'nın teklifiyle bir alakası var mıydı bunun? Hayır, olamazdı çünkü yardıma gerçekten ihtiyacım vardı. Kafamın içinde birbirini kovalayan soru işaretlerini hızla yanıtlıyor, ekrana boş boş bakıyordum. Derin bir nefes alarak parmaklarımı ekranda gezdirmeye başladım. Siz: Bir-iki saniye konuşma balonuna bakıp telefonu koltuğa bıraktım ve kahve yapmak için ayaklanmaya yeltendim. Ancak Suat mesajımı hızla yanıtladı. Henüz kalkamadan telefonu bir kez daha aldım ve onunla konuşmaya başladım. Suat EEM: Siz: Suat EEM: Siz: Suat EEM: Siz: Suat EEM: Bir süre ekrana baktım. Ona olan öfkem git gide artıyordu. Bu sebeple dişlerimi sıkmaya başlamıştım. Suat EEM: Siz: Suat EEM: Attığı mesajlarla kısa bir süre bir kez daha bakıştım. Suat açıkça benimle flört ediyordu, bu okuldaki karşılaşmamızda saklamadığı bir şeydi. Açıkçası Ferit'in aksine, bu denli açık olması çok hoşuma gidiyordu çünkü olması gereken tam da buydu ancak ona karşı bir şey hissetmiyordum ve onun kalbini kırmak da asla istediğim bir şey değildi. Bu sebeple, Suat'a ulaşma sebebimi açık açık, en başından dile getirmeli ve aramızda kurduğumuz iletişim konusunda dikkatli, seçtiğim kelimeler ve ona olan yaklaşımım konusunda ise titiz olmalıydım. Sırtıma bindiğini hissettiğim bu yük omuzlarımın düşmesine sebep oldu. Siz: Suat EEM: Siz: Suat EEM: Siz: Suat EEM: Suat'ın bana karşı bu denli açtığı kapılar işimi oldukça zorlaştırıyordu. Başımı geri atarak sıkıntılı bir nefes aldım. Siz: Ferit Değirmenci: Gelen ani bildirim bedenimin reaksiyon göstermesine sebep oldu. Kalp atışlarım hızlanmıştı ve açıkça bedenimin adrenalinle çalkalandığını hissediyordum. Bunun sebebini ise Ferit'e öfkelenmeme yoruyordum. Ferit'in bildirimini geri itip Suat'ın sohbet penceresinde kaldım. Suat EEM: Siz: Suat EEM: Siz: Suat EEM: Siz: Suat EEM: Siz: Suat EEM: Siz: Ferit Değirmenci: Düşen bildirimle derin bir nefes aldım. Kalp atışlarım arasına sıkışan nefesim dudaklarımdan titrek bir şekilde geri döküldü. Suat EEM: Siz: Suat EEM: Sol elimi kaldırarak yüzüme götürdüm. Eş zamanlı olarak derin bir nefes alıp verdim. Belki de Suat'tan yardım istemek iyi bir fikir değildi. Çünkü kahve ısmarlamak konusu oldukça kritik bir konuydu ve karşılığında bunu isteyeceği aklımın ucundan dahi geçmemişti. Oysa ilk etapta bu ihtimali düşünmeliydim. Fakat bundan kaçmamı da yanlış anlayabilirdi ve böyle bir durumda ona oldukça ayıp etmiş olacaktım. Siz: Suat EEM: Siz: Suat EEM: Sohbet penceresinden çıkıp üç mesaj bildiriminin göründüğü sohbete bakmaya başladım. Sıkıntılı bir nefes vererek pencereyi açarken adrenalin bir kez daha kanıma karışıp damarlarımın içinde koşturmaya başlamıştı. Siz: Ferit Değirmenci: Siz: Ferit Değirmenci: Siz: Ferit Değirmenci: Siz: Ferit Değirmenci: Siz: Ferit Değirmenci: Siz: Ferit Değirmenci: Siz: Ferit Değirmenci: Siz: Ferit Değirmenci: Siz: Ferit Değirmenci: Siz: Ferit Değirmenci: Siz: Çevrimiçi görünüyordu ancak mesajım mavi tik olmadı. Bir süre mesajı okumasını bekledim. Yaklaşık bir dakika boyunca okumadı. Bir dakika, çevrimiçi kalıp mesajımı okumaması için uzun bir süreydi. Bir kez daha adını yazarak mesaj attım ancak soluk renk çift tik yerli yerinde duruyordu. Pes ederek kalkıp kahve yapmaya koyuldum. Yaklaşık on dakika sonra kahveyi fincana doldururken telefonum titredi. Ferit Değirmenci: Siz: Balkona çıkmak yerine yeniden koltuğa oturdum. Çünkü Suat'a numaramı neden vermediğini soracaktım ve tartışacaktık. Saat gecenin on bir buçuğunda sesimin sokakta yankı yapmasını istemiyordum. Gelen çağrıyı görür görmez yanıtladım. "Efendim?!" diye sordum hiddetle. "Telefon bir çalsaydı önce." dedi. Sıkıntılı bir nefes bıraktım. "Suat'a numaramı neden vermedin?!" diye sorarken ses desibelimin düşük olması için çaba harcamıştım ancak acınası bir çaba olmuştu. "Unuttum," dedi. Alaylı bir kahkaha attım. "Yani Ferit kusura bakma da ben şimdi buna nasıl inanayım? Bana, kafanda kurma, diyorsun ama tam da bunu yapmama olanak tanıyorsun!" Sesim beklediğimden erken yükselmişti. "Haklısın," dedi düşünmeden. "Gerçekten şu an çok haklısın. Ama yemin ederim unuttum Firuze." Onun sesi benimkinin aksine sakin çıkıyordu. Öfkeyle soluduğum sırada yeniden söze o girdi. "Firuze özür dilerim. Koruda sana çok çıkıştım. Benim de kendimce haklı sebeplerim vardı ama bağırmamalıydım. Gerçekten Suat'ın elektrik okuduğunu unutmuştum ben. Sen böyle ısrar edince yalancılıkla suçlanıyormuşum gibi hissettim. Yemin ederim unutmuştum." Bir süre sessiz kaldım. Onun sesinin dinginliği karşısında benim bağırmam çok anlamsız olacaktı ve ben ona bas bas bağırmak istiyordum. "Sen de bencil falan deyince sinirlendim biraz. Söylediklerimi kızgınlıkla söyledim. Öyle düşünmüyorum." "Ferit sana daha geçen gün bahsettim Melih'le aramda geçenlerden." dedim sakinlikle. "Anma o orospu evladının adını ya!" diye çıkıştı. Aldırmadan devam ettim. "Onun cümlelerini kurdun resmen bana. Neler hissettiğimi tahmin bile edemezsin. O kadar kırıldım ki söylediklerine. Zaten sinirliydim sana Suat meselesi yüzünden. Üzerine bir de kafamda kurduğumu söylediğinde yıkıldım. Senden bunları duyacağımı düşünmezdim. Beklemiyordum." "Haklısın. Çok haklısın. Özür dilerim. Söylediğim an pişman oldum zaten. Ama ben de sinirliydim ne yapayım? Yine de özür dilerim. O sözleri hak eden biri değilsin sen." Sakin sesi sanki öfkeyle çalkalanan tüm hücrelerimi sakinleştirmek için büyük mücadele veriyordu. "Bencil, deyince hazmedemedim işte. Çok zoruma gitti öyle söylemen. Gerçekten unutmuştum Firuze. Gelmedi aklıma Suat'ın okuduğu bölüm." Bir süre sessiz kaldık. Üst üste iki derin nefes çektim. "Kalbini kırdığım için özür dilerim. Seni kırmak, isteyeceğim son şey." Dudaklarımı birbirine bastırırken başımı geri attım. Ciğerlerim daha derin nefesler çekmek istiyordu. Ancak çektiğim nefesler genzimde asılı kalıyordu. Dudaklarım, birbirlerine mıhlanmış gibi sıkı sıkıya kapalıydı. Söylediklerini yanıtlamadım. "Firuze," diye seslendi fısıltıyla. "Efendim," dediğimde benim sesim de onunki gibi kısık, dahası zor çıkmıştı. "Söylediğinde ciddi miydin?" diye sordu. Sessiz kaldım. Sol elimin parmakları ile alnımı ovuşturuyor, ne yanıt vereceğimi düşünüyordum. "Görüşmeyecek misin benimle artık?" diye sorarken sesi yine kısıktı. Yanıtlamadım. Yapabildiğim tek şey yutkunmak oldu. Genzimden gelen ıslak ve tok sesin, tıpkı benim gibi onun kulaklarında yankılandığından da emindim. "Bir şey söyle, Firuze." dedi bu kez. Sıkıntılı ve uzun bir nefes vererek, "Ferit," dedim. Ses tonumdaki sıkıntılı tınıyı hissettiğinde, "Yapma Firuze," dedi yakarır gibi. "Haklısın, diyorum. Özür dilerim. Telafi etmek için elimden geleni yaparım. Bunu hak ettiğimi düşünüyorsun, haklısın belki. Bir kere yapan yine yapar diye düşünüyorsun, ama yapmam. Yapmayacağım. Kesme benimle görüşmeyi." dedi açık yüreklilikle. "Ferit yoruldum, biliyor musun?" diye sordum. Benim ses tonumda da onunkinde olduğu gibi yakarış vardı. "Biliyorum, haklısın." dedi beklemeden. Sormak istediğim, söylemek istediğim çok şey vardı. Neden bu denli ısrar ettiği, biliyorum demesine rağmen demek ki bir şeyleri bunu göze alarak yaptığı, aksiyonlarını alış şeklini ve daha nicesini duymak istiyordum ondan. Uzun uzun anlatsın istiyordum. Ancak cevabını alamayacağım soruları sormak istediğim bir şey değildi, bu soruları sormaya dilim varmıyordu. Sessizliğimden aldığı cevapla, "Anladım Firuze." dedi. Fısıltı gibi çıkan sesi, ardından, "Yenemiyorum, yapamıyorum. Bunu bil." dedi. Yanıtlamadım. "İyi geceler," deyip acele etmeden telefonu kapattı. Telefon kapandığında kaşlarım çatılmış, siyah ekrana bakıyordum. Oysa ben bunun kararını henüz kendim verememiştim. Ancak sessizliğim, kendi kendine bir cevap olmuştu ve ben o kararı Ferit'in gözünde artık almıştım. Kızlarla konuşurken kafamdan geçen senaryoların tümü yeniden aklıma doluştu. Zaten beni kararsızlığa iten bu ihtimaller seli, beni yaklaşık on dakika düşündürdü. Eğer kararsızsam halen, bunu Ferit'in de bilmesi en doğrusuydu. Parmaklarımı ekranda aceleyle gezdirip ondan yanıt beklemeye başladım. Siz: Siz: Aradan geçen iki dakika bile bana iki ömür gibi hissettiriyordu. Siz: Siz: Üst üste mesajlar atmaktan hoşlanmayan tiplerdendim. Ancak onun beni yanıtlamadığı her dakikada benim parmaklarım ekran üzerinde daha çok dolaşıyordu. Gönderdiğim mesajlar arasında sildiklerim cabasıydı. Siz: Ferit Değirmenci: Siz: Ferit Değirmenci: Bir kez daha kalp atışlarımın hızlandığına şahitlik ediyordum. Bu deneyimimin son zamanlarda artmış olması beni içten içe rahatsız ediyordu çünkü henüz bugün bir şeyleri kendi kendime yorumlamamam gerektiği konusunda Ferit'ten üstü kapalı bir telkin almıştım. Ancak yine ve yine söyledikleri ile aldığı aksiyonların ters düştüğü bir noktadaydık. Üstelik bunu gün boyu sürdürmüştü. Buna artık alışmıştım, zaten itirazım da bunaydı. Tek yapabileceğim şey; çaresizce kalp atışlarımı dinlemek yerine konuşmamızı bir sonuca bağlayarak konuyu değiştirmekti. Siz: Ferit Değirmenci: Siz: Sorduğum anlamsız ve yersiz sorular, avucumu alnıma vurmama sebep oldu. Henüz birkaç saat önce söylediklerimle şu an aldığım aksiyonlar açıkça ters düşüyordu. Ferit Değirmenci: *** Yorum satırı. Twitter: esaturk07
|
0% |