@esaturk
|
Hoş geldinizzz 💙 Oy ve satır arası yorumlarınıza talibim, keyifli okumalar 💙 *** 9 - NOTALAR Feridun Düzağaç - FD Kapıyı açtığım an, gözlerindeki gülümseme yine kalbimi titretmişti. Bu kadar güzel bakmak zorunda mıydı? Bu sefer bakışlarını anlıyordum. Ne söylemek istediği açıktı; sana geldim, diyordu mesajındaki gibi. Ben de benzer ifadeyi gözlerimde açık bir şekilde sergilemiştim; gitme, diyordu gözbebeklerimdeki gülümseme. Kahveleri yere bırakıp bana doğru hızlı bir adım attığında ne yapacağını anlamış gibi ona ayak uydurmuştum. Nefes almadan sarıldığımızda omzunun altında kalan burnuma yine kokusu dolmuştu. Bir elini saçlarıma geçirmiş, bir eliyle belimi kavramıştı. Belinden uzanan ellerimin, sımsıkı sırtını tutmalarına rağmen titremelerini engelleyememiştim. Dudaklarını saçlarımın arasında hissettiğimde saç diplerimin yandığını zannettim. Kalp atışları birbirini hızla takip ederken kulağımdan geçip kalbime dokunuyordu. Vücut ısımın yükseldiği sırada kokularımız havada iç içe geçiyordu. Yaklaşık olarak iki dakikadır sarıldığımızı fark ettim ve derin bir nefes alıp verdim. Açık kapıdan giren Aralık soğuğunu vücuduyla kesiyor, dudaklarını usulca saç diplerime değdirmeye devam ediyordu. Yine tüm ağrılarımın dindiği bir noktadaydık. Kalbimdeki tüm çatlakları Ferit'in sesi, kokusu, bakışı, ilgisi dolduruyordu. Bu kez bundan kaçmıyordum, bunu bilmek kalbime bu defa iyi geliyordu. Kalbimdeki tüm sızıyı Ferit dindiriyordu. Bambaşkaydı o gece. O gece de, Ferit de, ben de bambaşkaydık. Suat'ı ve koruda olanları bir kenara bırakıp sabaha kadar, saatlerce sohbet ettik. 12 saat boyunca aralıksız mesajlaştığımız gün bana gönderdiği tüm şarkıları tekrar tekrar dinledik bir yandan sohbet ederken. O şarkılardan bir çalma listesi oluşturduğunu fark etmem ise biraz zaman almıştı. Her zamanki koyu sohbetimizde, ara sıra daha önce konuştuğumuz şeyleri konuşsak da muhabbet asla tıkanmıyordu. Konuların daha öncekilerle benzer olmasına tezat olarak ikimizde de yersiz bir heyecan vardı. Konudan konuya geçerken, ara sıra sözü, defalarca yaptığı gibi tekrar bana getiriyordu. Ben ise ona... Gözlerini gözlerimden ayırmıyor, zaman zaman parmak uçlarıyla koluma, dizime dokunarak temasta bulunuyor ve her temasta, dokunduğu yerlerin bir süre için yandığını hissediyordum. Aramızdaki ten uyumu görmezden gelinemezdi. Ara ara derin ve titreyen bir nefes alıp veriyordu. Ara sıra kekeliyor, zaman zaman yine anlamadığım bir şeyler söyler gözlerle bakıyordu. Bense ilk kez karmakarışık olmuyor, düğümlenmiyordum. Konuştuklarımızın ve yükselttiğimiz seslerimizin tümünü bir süre için unutmuştum. Hepsi bir kuş olup zihnimden uçup gitmişti. Aklımda yalnızca son yazdıkları vardı. Bana geldiği, yine geldiği, gitmeyi düşünmüyor olması zihnime saplanmış, öylece duruyordu. Fakat zihnimden kanlar akmak yerine kelebekler karnımda kanat çırpıyordu. Sabaha dek kelebeklerin kanat çırpışlarını ve Ferit'in sesini dinledim yalnızca. Saati sabah altı ettiğimizde artık kahvaltı etmemiz gerektiğini düşünüyorduk. Rumeli Hisarı'na gittik ve eşsiz manzaraya nazır otururken sohbetimiz bir yandan devam ediyordu. Ferit ilk kez kendini bu denli açmış, ilk kez bu kadar uzun uzun kendinden bahsetmişti. ''Evlatsın sen Ferit, ne olursa olsun evladısın. Böyle düşünme.'' dedim burukça. Yüzünü ekşitti. ''Sen benimle o evde yaşamadın Firuze, kimse yaşamadı. Ben ne gördüğümü, ne hissettiğimi iyi biliyorum. O yüzden böyle söyleme.'' dedi geçiştirir gibi. Dudaklarımı birbirine bastırarak sessiz kaldım. ''Sadece anlamıyorum,'' dedi. ''Bir insan sevmediği biriyle neden evlenir?'' Masada gezdirdiği gözlerini yüzüme çıkardı. ''Neden böyle mutsuz bir evlilikte çocuk yapar? Hadi bir tane yaptı, çocuğuyla ilgilenmeyen bir ebeveynken neden ikinciyi yapar? Neden ilk çocuğuna böyle bir sorumluluk yükler? Düşünüyorum, düşünüyorum, çocukluğumdan beri bunu düşünüyorum ama bir cevap bulamıyorum.'' Başını onaylamaz bir şekilde iki yana sallayarak sıkıntıyla nefes verdi. ''Annen peki?'' diye sordum çekinerek. Bu soruyu sormak benim için oldukça zordu, Ferit'e ilk kez bu konuyla ilgili bir soru yöneltiyordum. Cüretim, onun samimiyetine dayamıştı sırtını. İletişime bu denli açık olması, beni biraz daha cesaretlendiriyordu. Fakat yine de çekingenliğimi gizleyememiştim. Histerik bir şekilde güldü. ''Annem,'' deyip es verdi ve kısa bir süre düşünüp devam etti. ''Annem iyi bir ebeveyndi. O da benimle ilgilenmiyordu aslında ama onun kendi problemleri çok daha büyüktü. Kocası tarafından sevilmiyordu.'' derken ses tonu, açık seçik ortada olan bir şeyi izah eder gibiydi. Ellerini de iki yana hafifçe açmıştı bunu dile getirirken. ''Şiddet görüyordu,'' derken sesini zor duydum. Gözlerim, âdem elmasının hareketine takıldı. ''Hor görülüyordu, sevilmiyordu, görmezden geliniyordu. İyi değildi yani annem. Yine de benimle elinden geldiğince ilgilendi. Ben biraz büyüdüğümde işi kolaylaştı. Melis'e ben bakabilirdim çünkü. Sonra da vefat etti zaten.'' Kısa bir sessizlikten sonra siyah gözlerini yüzüme çıkardı. ''Melis'i ben yetiştirmek zorunda değildim. Hiçbir çocuk buna mecbur değil, bu çok büyük bir yük.'' derken kısık sesi yine de hayıflanıyordu. ''Haklısın,'' dedim uzun bir nefes vererek. ''Ben de çocuk olabilirdim diğerleri gibi. Ergenlik çağımda geceleri eve geç gelip arkadaşlarımla gezebilirdim. Bora, Murat, Ali, ne bileyim Hakan, gece beraber oturup uzun uzun sohbet ederlerken ben de yanlarında olabilirdim mesela. Ama ben koşa koşa eve gidiyordum. Çünkü ya babam alkol almışsa? Ya Melis bir şeyler için ağlıyorsa ve tahammülü olmazsa?'' Başını iki yana salladı. Kısa bir süre sessizlik oldu. Ben dudaklarımı aralayamıyordum çünkü benim için tüm kelimelerin anlamlarının yitip gittiği bir andı. Ferit ise yine durmuş, düşünüyordu. Masada bir noktaya dalmış gözlerinin önünden ne geçiyordu bilmiyordum. Bir görsel seli, anı seli izliyordu. Gördüğü şeylerden rahatsızlık duyduğu da çatık çehresine yansıyordu. ''Melis'e benim gibi davranmadı aslında. Bana daha uzaktı. Ben ona ne yaptım, bilmiyorum. Melis'le biraz daha ilgilendi bana göre. Ama yine de bir baba şefkati göstermedi, yani ben hiç görmedim. Sadece ilgileniyordu işte; bazen ödevlerini yaptırıyordu, bazen yemeğini yediriyordu küçükken ya da bisiklete binmeyi öğretmeye çalışıyordu.'' Dalmış gözlerini ansızın masadan kaldırdı. Yüzünde alaycı bir gülümseme vardı. ''Ama zaten bunları ben yapıyordum Firuze.'' dedi gülerek. ''Zaten Melis'in bir eksiği yoktu ki. Onun bu tip yardımlar görmeye değil sevgi görmeye ihtiyacı vardı babamdan. Bilmiyorum, belki vicdanını rahatlatmak istiyordu bazen. Ama bunu isteyen sevgi gösterir. O çocuğun her şeyi tamdı, sevgisi eksikti sadece.'' Uzanıp paketinden bir dal sigara çıkardı. Uzun bir nefes verip sigarayı dudaklarına götürdü ve ateşledi. Peş peşe üç uzun nefes çekti. Sessizce onu izliyordum. Üçüncü nefesi üflerken, ''Aslında ona bir şey yapar diye hiç korkmadım, yapmazdı çünkü. Melis'i seviyor muydu bilmiyorum ama en azından ona karşı nötrdü.'' Gözlerini bir kez daha masadan gözlerime çıkardı. ''Ama işte, ya alkol almışsa, düşüncesi... Ben bunu düşündüğüm an koşarak eve geliyordum her seferinde.'' Dört-beş saniye sessizce bakıştık. Söyleyecek tek bir kelimem bile yoktu. Hüznün süslediği çehresinde tebessüm belirdi. ''Ama yine de ona borçluyum,'' derken külünü silkti. Sigarasından bir duman daha çekti. ''Kötü bir baba nasıl olunur, bunu bana o kadar iyi öğretti ki Firuze,'' derken yeniden göz teması kurdu. Bu söylediği tüylerimi ürpertti çünkü ses tonundaki sahici yakarış ve yakarışa karışan çaresizlik kalbimde bir yerlere dokunmuştu. ''İleride nasıl bir baba olurum bilmiyorum. Ama babam gibi olmayacağımı biliyorum. Neyin doğru olduğunu bilmiyorum ama neyin yanlış olduğundan eminim. İleride çocuklarım benden nefret etmeyecek. Ne pahasına olursa olsun bu böyle olacak.'' Söylediklerinde kötü bir şey yoktu, hatta iyi bile denebilirdi. Ancak sesindeki hırs, rahatsızca dikleşmeme sebep oldu. Bir yıldır gözlemlediğim Ferit'in azimli biri olduğunu anlayalı çok olmuştu. Azim ve hırs farklı şeylerdi. Ve Ferit'in sesine işlenen hırs tonu bir an için beni ürkütmüştü. Bu ses tınısını, içinin yıllardır dolu olmasına bağlayıp, üstelemedim. Kısa ve can sıkıcı sessizliği konuyu değiştirerek bozmaya karar verdim. Ferit yanımızdan geçen personele birer sade Türk kahvesi sipariş ettiğinde kahveyi nasıl içtiğimi bildiğini sormaya tenezzül etmedim. ''Nerede okuyor? Okula hiç gelmedi galiba.'' dedim tebessümle. ''Melis mi?'' Kalkmış kaşlarının altından sorduğu soruyu kendi kendine cevapladı. ''Burada değil, İngiltere'de okuyor. Aslında ara sıra geliyor ama okula hiç gelmedi.'' ''Neden?'' diye sordum merakla. ''Okula gelse ne olacak ki?'' Omuzlarını silkti. ''Bir şey olmayacak. Gelmesine gerek yok sadece. Çünkü o geldiğinde geri gidene kadar okula gelmiyorum ben. Onunla zaman geçiriyorum.'' Gülümseyerek başımı salladım. ''Çok iyi bir ağabeysin. Ayrıca çok da şanslısın.'' derken ardıma yaslandım. Alt dudağını dişleyerek dinleyip, ''Sen tek çocuksun değil mi? O yüzden mi şanslıyım?'' diye sordu. Başımı salladım. ''Kardeş isterdim. Ya da abla, ağabey. Ama özellikle ağabeyim olsun isterdim.'' dedim özlemle. ''Neden ağabey?'' diye sordu tebessümle. Bu kez ben omuzlarımı silktim. ''Bilmem, seçme şansım olsaydı ağabeyim olmasını seçerdim. Ama yine de bir kardeşim olsaydı güzel olurdu, ne olduğu fark etmez.'' ''Melis geldiğinde tanıştırırım sizi. Sana da kardeş olur. Uzak biraz ama olsun.'' dedi gülümseyerek. Gülümseyerek karşılık verdim. Arta kalan zamanda doludizgin sohbet etmeye devam ettik. Türk kahvelerimizi de içip saat sekiz olduğunda okulun yolunu tuttuk. Arabanın içine dağılan şarkılar hala Ferit'in çalma listesinden karışık olarak çalıyordu. Şarkılar çok güzeldi fakat aynı şarkıları devamlı dinlemekten sıkıldığımı da itiraf etmeliydim. Göz ucuyla carplaye baktığımı fark etti ve "İstersen değiştir." deyip telefonunun şifresini tuşladı ve bana uzattı. Önümde açık duran Spotify'a bakışlarımı çevirdiğimde çalma listesinin adına çarptı gözlerim. Ekranın üstünde Üzüm Buğusu yazılıydı. Heyecanla, "Aa! Ama dur! Bir şarkı daha dinleteyim sana!" dedi ve telefonu elimden aldı. Hızlıca bir şeyler yazdı ve göz ucuyla şarkıyı çalma listesine eklediğini gördüm. Kendi kendime çalma listesini ve eklediği şarkıları sorgularken afallamış bakışlarımı anlamış gibi, "Bu şarkılar sana özel," dedi anlık bir bakış atarak. Gözleri yol ve gözlerim arasında mekik dokuyordu. Sesindeki şaşkınlık seçilirken bir yandan da bozulmuş gibi bir tını vardı. Merakla, "Nasıl yani?" diye sordum ve vücudumu ona doğru çevirdim. ''O gece bana attığın şarkılar hepsi, bana dinlettiklerini bir arada mı topluyorsun yani?'' Esasen olan biten oldukça basitti, anlaması güç değildi. Ancak benim iki yıldır düzenli olarak kendi içimde verdiğim savaş, yaşadığımız bu anı anlamlandırmamı güçleştiriyordu. Gözümün önünde büyük bir nokta vardı fakat ben kocaman soru işaretleri görüyordum. Bunu yapmayı kendim tercih etmemiştim. İki yıldır bu hep böyle olmuştu. Şaşkınlığı çoğalırken sorumu cevapladı. "Firuze, bu şarkıların hepsi benden sana," dedi. ''Bu şarkıları gönderirken boşuna demiyorum, benden sana gelsin, diye. Gerçi sen de bana şarkı gönderirken öyle söylemiştin daha evvel alma...'' Kırmızı ışıkta durduğumuzda; afallamış, soru soran gözlerime daha dikkatli bakarak konuyu biraz daha açtı; "Sen öyle yapmamışsın anlaşılan, fakat ben, bu şarkıları sana gönderirken sözlerine özellikle dikkat edersin diye düşünmüştüm. Çünkü o amaçla gönderdim Firuze. Özenle seçtim hepsini." Ses tonu bozulduğunu açıkça gösteriyordu. "Ben," dedim ve şaşkınlığımı üzerimden atmaya çalıştım. "Sevdiğim şarkıları gönderdim sana; sen de dinle diye." Dürüstçe kurduğum cümleyi düşünmemiş, içinde olduğum ve yaşanan anın gerçekliğini sorguluyordum beynimin içinde. Beynim zaten başka bir işlevle ilgileniyordu. Yavaşça kafasını salladı ve mırıldanır gibi "Anladım," dedi. "O zaman, Firuze..." Derin bir nefes aldı ve telefon ekranını kurcalayarak devam etti; "Bu da benden sana gelsin." Dudaklarım aralanmış, öylece boş bakışlarla izliyordum yaptıklarını. Belki de uyuyordum ve bu bir düştü. Bu an, Ferit'in bana bir şeyleri daha evvel üzeri kapalı bir şekilde bu denli itiraf etmiş olduğunu açıkça dile getirdiği an, bana hiçbir zaman yaşanacak gibi gelmemişti. Sanki o hep ne kadar uzansam da tutamayacağım bir noktadaydı. Sanki uzun kolları bana ne kadar uzanırsa uzansın parmaklarımız birbirine hiç dokunmayacaktı. Bir yıldır inandığım bu fikir, şu an olduğum anı sorgulamama ve afallamama yetiyordu. Ferit, bana söylemek istediklerini şarkılarla söylemişti ve ben donuk bakışlarla hareketsizce olan biteni izliyordum. Yeşil ışıkla hareket ettiğimiz sırada sabırsızlığını belli edercesine şarkıyı ileri sardı; söylemek istediği şey her ne idi ise bir an önce oraya gelmek istiyordu. Şarkı arabanın içinde dağılırken, kulaklarımı şarkının sözlerine kabarttım. ''...dinlenmeli kalbim doğrusu Kalp atışlarım yeniden hızla çarpmaya başladığında, utancımdan yerin dibine girmek istedim. Ferit yola bakıyor, yüzündeki gergin hatları gizlemiyordu. ''Gel tanışalım önce Arabanın içine dağılan tüm notalar kulaklarımdan geçerek bir bir kalbime dokunuyor ve kalp atışlarımı harlıyordu. Hızlanan kalp atışlarım, notalarla dans ediyordu göğüs kafesimde. "Ah ne az duydum, Bunu mu duymak istiyordu? Ya da bunu mu söylemek istiyordu? Ne değişmişti peki? Dünden bugüne uzanan noktada ne olmuştu da biz şimdi burada, bu andaydık ve ben tüm enstrümanların birer zarif kelebek olup kalbimde kanat çırptığını hissediyordum? Ferit'ten gelen bir adım, bir kez daha bedenimin çevresinde hissettiğim sicimi düğümlüyordu, açması gerektiği yerde. Tırnaklarım aşınmıştı o düğümlerin üzerinde. Ancak önemi yoktu; o eğer adım atacaksa, eğer zihnimdeki soru işaretleri dağılacaksa, on parmağımın onunun da aşınmasına izin verebilirdim. Çünkü Ferit'in açtığı her kart, elbet bir noktada o sicimi düz bir çizgi hâline getirmeme yardımcı olacaktı. İçinde bulunduğumuz an gözyaşlarımı acımasızca tetikliyordu. Oysa bu an geldiğinde böyle olacağını bir an için bile düşünmemiştim. Şimdi yutkunuşum ve gözlerime koşan damlalar neyin nesiydi? Gözlerime doğru koşturan damlaların hırsına isyan ediyordum fakat bir yandan da serbest bırakmak istiyordum onları. Çünkü ben hem ahmaklığıma, hem çarpan kalbimin hissettirdiklerine mutlulukla ağlamak istiyordum. Gözlerimi üzerinde gezdirdim. Bir cevap beklediği, bir şeyler söylememi ya da bir tepki vermemi beklediği barizdi. Fakat ben milyon tane hissi aynı anda yaşarken ne söyleyecektim ona? Sol elimle koluna dokundum. "Bir şey söylemene gerek yok, önemli değil." dedi yüzünü yüzüme çevirirken. Utandım, çok utandım. O ise gülümsüyordu. Sağ yanağındaki gamzesini gözüme sokarak gülümsemişti. "Neler düşündüğünü, neleri sorguladığını tahmin edebiliyorum Firuze. Ben bunu biraz da hak ettim. Bir şey söyleme." dedi. Tebessüm ettim. Gözlerini ön cama çevirdiğinde elimdeki telefonu titredi. Ekranda Bora Öztürk yazılıydı. "Bora yazmış." deyip telefonu ona uzattım. "Ne diyor?" Spotify'dan çıkıp Whatsapp'a girdim. Bora Öztürk: Okuduğum mesaja, "Firuze ben, okula geliyoruz, yaz." dedi. Siz: Bora Öztürk: Bora mesajı atar atmaz çevrimdışı oldu. Gözlerim yukarıdaki anlamsız mesajlara takıldı ancak üstelemeden Spotify'a girdim ve Ferit'in çalma listeleri arasında gezinmeye başladım. Araç yavaşladığında gözlerim ön cama dokundu. Benzin istasyonuna giriyorduk. "Takıl sen, şarkı falan açabilirsin." dedi ve araçtan indi. "Bir şey istiyor musun?" diye sorarken kapıdan içeri eğilmişti. Başımı iki yana salladım. Ferit kapıyı kapatıp pompacı ile konuştu ve markete girdi. Ellerimde duran telefon ile bakışıyordum. Bora ile olan konuşmalarını okumam için bir yanım beni acımasızca dürtüyor, diğer yanım buna şiddetle karşı çıkıyordu. Gözlerim markete dokunduğunda alt dudağımı kemirmeye başlamıştım. İçimi kemiren ilk düşünce beni ikna etmek için büyük bir çaba veriyordu. Bir yıldır kafamı kurcalayan soru işaretlerinin cevabı elimde uzanan cihazda yatıyor olabilirdi. Ancak zamanım da azdı, Ferit kısa süre içinde geri gelebilirdi ve son konuşulanlarda kayda değer hiçbir şey göremeyebilirdim de. Yine de denemeye değer miydi? Kendime sorduğum soruyu acımasızca yanıtladım. Yanıtım olumluydu. Hızla sohbet penceresine girdim ve biraz yukarı çıkıp okumaya başladım. Bu yaptığımdan utanıyordum ve nedenini bilmediğim bir şekilde karnım ağrımaya başlamıştı. Bunu heyecana mı yoksa suçluluk psikolojisine mi yoracağımı bilmiyordum. Bunu düşünmek için zamanım yoktu. Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: Siz: Siz: Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Bora Öztürk: Bora Öztürk: Bora Öztürk: Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: "Ya gülme amına koyayım! Kafam allak bullak! Offf! Geri dönmemek için kendimi ikna etmeye çalışıyorum! Ya geri çevirirse beni?" Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: "Bora kes! Arabaya bindim, gidiyorum. Arama sakın, Firuze ararsa diye açamam. Aramız pek iyi değil. Telefonu kötü kapattık. Benimle bir daha görüşmeme ihtimali var. Sordum cevap vermedi. İkna etmeye gidiyorum. Elim ayağım titriyor." Bora Öztürk: Siz: "Bora, bitti artık. Artık bitti. Ben gidiyorum Firuze'ye. Geri adım atmayı düşünmüyorum. Artık mutlu olmak istiyorum. Hiçbir şey umurumda değil. Kararım kesin." Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: ''Bitti artık. Artık kendim için çabalayacağım. Artık mutlu olmak istiyorum. Yoruldum artık.'' Bora Öztürk: Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Siz: Bora Öztürk: Başımı ağır ağır kaldırırken henüz az önce doludizgin atan kalbim şimdi acımasızca sızlıyordu. Bedenimin çevresindeki sicimden bir tane de kalbime sarıldı. Bir ucu, kalbimin etrafından dolanarak kendi üzerinde bir düğüm atmışken, diğer ucunda ağır bir taş asılıydı. Gözlerim, uzun boylu bedenini yakaladığında kaşlarımı çatmamak için zorlu bir mücadele vermeye başladım kendimle. Ferit ağır ağır yaklaşırken ben aklıma düşen yeni soru işaretlerinden köşe bucak kaçmaya çalışıyordum. Ancak soru işaretlerinin sayısı o kadar fazlaydı ki, bana kaçacak bir alan tanımak bir yana dursun, hareket dahi edemiyordum geçen her saniye. Üst üste yığılırken beni tam anlamıyla mengeneye alıyorlardı. Kapıyı açıp içeri girdi. Elinde tuttuğu gofreti bana uzattı. Aracı çalıştırdı ve hareket ettirdi. Tüm bunlar olurken yalnızca otuz saniye geçmişti ancak o otuz saniye benim için otuz ömre bedeldi. Fizik kurallarını ihlal edercesine, neredeyse akmayan zaman, tüm bildiklerimi alt üst etti. Kalbimin taşıdığı taş git gide büyüyor, aldığım her nefes zorlaşıyordu. Bu his yeniydi, bu hissettiğim hesapta yoktu. Ve tüm bunların ağırlığı altında ezilirken aklıma üşüşen yeni bir soru işareti tüm dengemi alt üst etti. Neden böyle hissediyordum? Bu sorunun, benden icazet almadan kendine bulduğu yanıt ise yutkunmama sebep oldu. Tüm bunları yaşarken içimden geçenlerin hissettirdiklerini ona göstermemeye çalışmak ise en zoruydu. Bir kez daha Ferit'in yanındaydım, bir kez daha bir şeyleri gizlemeye çalışıyordum ve Ferit, bir kez daha görmezden gelse de ne olup bittiğini sezecekti. Ferit'le olmak da olmamak da bir sınav gibiydi. O benim en zor sınavımdı. Telefonumu elime aldım ve en iyi bildiğim şeyi yaptım. Dokunmatik ekran üzerinde gezen parmaklarım, bir kez daha içimdekileri dökmemin en iyi yolu oluyordu. Fakat bu kez yaptığım şuursuz bir hareketti; hesaplamamıştım. Mahşerin Dört Atı Siz: ''İyi misin?'' Başımı kaldırıp olağan davranmaya çalıştım. Mırıldanırcasına onayladım sorusunu. Mırıldanışıma neşeli bir ses tonu işlemeyi denedim. Kendi telefonumu kucağıma bırakmış, Ferit'inkinden şarkı değiştiriyordum. Gözlerim, telefonuna boş bakışlar atsa da siyah gözlerinin bir bana, bir yola dokunduğunun bilincindeydim. ''Firuze?'' diye seslendi tereddütle. ''Efendim?'' Olağan bir yüz ifadesi ve ses tonu takınmayı denedim yüzüne dönerken. Ön camda gezinen kara hareleri birkaç kez tereddütle yüzüme dokundu. ''İyi misin? Bir şey mi oldu?'' diye sordu yeniden. ''İyiyim Ferit,'' Omuzlarımı silktim. ''Neden?'' Telaşlı hareketlerle tepedeki makyaj aynasını açarken, ''Kötü mü görünüyorum?!'' diye sordum. Aynadan kendi yüzümü incelerken kırmızı ışıkta durduk. ''Niye öyle söyledin? Makyaj da yapmadım evden çıkarken ama vardı zaten. Yapsa mıydım ki?!'' diye sorarak ansızın ona döndüm. Siyah gözleri hafifçe kısılmış, hareketlerimi inceliyordu. Başını varla yok arası iki yana salladı. Bunu yaparken gözleri kucağımdaki telefonuna dokundu. Ardından bir kez daha yüzüme kaçamak bir bakış atıp yeniden telefonunu buldu. Kadrajına bir kez daha yüzümü aldığında gözlerini geri çekmek için acele etmedi. Bakışlarındaki tereddüdün arttığını açıkça görüyordum. Soru soracağım sırada dudaklarını ıslatıp başını iki yana sallayarak telaşla konuştu. ''Yok, bir şey olmadı. Kötü görünmüyorsun, çok güzelsin.'' Kalbim artık vermesi gereken reaksiyonları kestiremiyordu. Ucuna bağlanmış taşa ve ağırlığının verdiği yorgunluğa rağmen yeniden doludizgin çarpmak için canhıraş bir mücadele içindeydi. ''Durgun gibiydin sadece. Sormak istedim.'' Gözleri merakla bedenimi ve yüzümü aşındırırken yeşil ışık yandı. Ferit önüne döndü, araç hareket etti. Nazik tutmaya çalıştığım ses tonumla teşekkür ettim ve okula gidene kadar hiç konuşmadık. Oysa ben hiç susmadım. Zihnim bir an olsun bana rahat vermedi, kalbim de öyle. Karmakarışıktım. Geçen her saniyede daha da düğümlendiğimi hissediyordum üstelik. Otoparktan okula sessizce yürürken sakin yağmur damlaları üzerimizi örtüyordu. Ferit'in sessizliğinin de altında tıpkı benimki gibi bir rahatsızlık vardı. O da benim gibi diken üzerinde görünüyordu ve bu bana çok garip hissettiriyordu. Avluya vardığımızda adımları yavaşladı. Mühendislik fakültesi solda, mimarlık fakültesi ise karşıda kalıyordu. Yavaşlayan adımlarımı durdurmadan, ''Görüşürüz, iyi dersler,'' dedim neşeli bir sesle. Koluma uzanan eli, adımlarımın önüne görünmez bir set çekti. ''Firuze,'' dedi tereddütle. Yüzüne döndüğümde ses tonumun olağan çıkması ve mimiklerimin normal görünmesi için çabalıyordum. ''Efendim?'' Bir süre yüzümü inceledi. Mimiklerimin her bir milimini zihninde tartıyor gibiydi. Umuyordum ki Ferit beden dili analizleri konusunda iyi değildi. Kısık ve tereddütlü bir sesle, ''Ben sana geldim, dedim.'' dedi ve es verip, ''Gitmeyi düşünmüyorum, dedim.'' diyerek ekledi. Söylediklerini başımı sallayarak dinledim. ''Biliyorum Ferit. Evet, böyle söyledin.'' dedim. Bakışlarında alenen çaresizlik görüyordum. Sevdiğim ses tonu da tereddüdüne rağmen bir şeyleri izah etmek ister gibiydi. Ancak sanki yasaklı kelimeleri vardı ve onları kullansa dili yanacaktı. Sınırlı kelimelerinin içinden bazılarını özenle seçmeyi çalıştığını açıkça görebiliyordum. ''Sadece bunu bil. Bunun böyle olduğunu bil. Başka bir şey düşünme.'' ''Neden böyle söylüyorsun? Düşünmem gereken farklı alternatifler mi var?'' ''Hayır, sadece bana güven.'' dedi kendinden emin bir sesle. *** Derse girmemiş, kütüphanede müzik dinleyerek kızlarla mesajlaşıyordum. Meryem evde, Sıla dersteydi. Hande'den ise ses yoktu. Mahşerin Dört Atı Sıla Topal: Siz: Meryem Bağcı: Siz: Sıla Topal: Siz: Meryem Bağcı: Siz: Sıla Topal: Siz: Meryem Bağcı: Siz: Sıla Topal: Siz: Meryem Bağcı: Sıla Topal: Siz: Meryem Bağcı: Siz: Meryem Bağcı: Siz: Sıla Topal: Siz: Sıla Topal: Siz: Ferit Değirmenci: Meryem Bağcı: Sıla Topal: Siz: Sıla Topal: Siz: Meryem Bağcı: Siz: Sıla Topal: Kızların sohbet penceresinden çıkıp Ferit'inkine girdim. Alt dudağımı gergince kemirirken bir yandan kalp atışlarımı hissediyordum bedenimin her zerresinde. Siz: Ferit Değirmenci: Siz: Ferit Değirmenci: Siz: Ferit Değirmenci: Hızlanan kalp atışlarım yerimde hafifçe dikleşmeme sebep oldu. Ne söyleyeceğimi, nasıl tepki vereceğimi kestiremiyordum. Belki de mesajları okuduğumu anlamıştı ve kendince bir şeyleri izah etmeye çalışıyordu. Ekran görüntüsü alarak kızlara gönderdim. Siz: Sıla Topal: Meryem Bağcı: Siz: Sıla Topal: Siz: Ferit Değirmenci: Telaş içinde yeniden Ferit'in sohbet penceresine girdim. Siz: Ferit Değirmenci: Siz: Ferit Değirmenci: Siz: Ferit Değirmenci: Siz: Ani bir kararla yerimden kalktım. Adımlarımın hızı kalp atışlarımı taklit ediyordu. Gruptan gelen bildirimleri aldırmadım. Artık düşünmek istemiyordum. Ben düşünmekten çok yorulmuştum. Her şey olacağına varırdı ve şimdi olması gereken Ferit'in yanında olmamdı. Ferit bana anlamadığım bir şekilde güven veriyordu. Bu his, bildiğim her şeyi, tüm deneyimlerimi unutturuyordu. Onu üç saat içinde çok özlemiştim. Henüz mimarlık fakültesi binasından çıkmışken kantinin yanından geçen Ferit'i gördüm, o da mimarlık fakültesi binasına doğru yürüyordu. Hafif yağan yağmura inat başımı kaldırarak bakışlarımı ona doğru diktim. Başını kaldırıp beni görünce gülümsedi. Ben de aynı şekilde karşılık verdim. O adımlarını hızlandırdığında ben koşmayı tercih ettim. Üzerine atlarcasına sarıldığımda, üzerimizde montlarımızın olmasına küfrettim içimden. Ellerimi boynundan çektiğimde avuçlarıyla yüzümü tutup gözlerime baktı. "Parfümüne bayılıyorum!" dedim. Gülümsedi. "Yanına geliyordum. Dersin var mı? Espresso'ya gidelim?" dedi. "Fark eder mi?" diye sordum yan bakarak. Bunu yaparken gülümsüyordum. Kaşları çatılırken, "Fark eder tabii ki Firuze, dersin varsa derse gir!" dedi. Güldüm ve kolundan çekiştirmeye başladım okulun dışına doğru. "O şarkılardan bir çalma listesi de ben oluşturacağım." dedim gülümseyerek. Dişlerini göstererek gülümsedi. "Adını ne koyacaksın?" diye sordu alayla. Düşünür gibi yüzümü buruşturdum. "Sana henüz bir mahlas bulmadım, bulursam onu koyarım." dedim. Kıkırdadı. Sesim ansızın yükseldi. "Aa! Damat Ferit koyarım belki adını!" dedim heyecanla. Bu kez başını hafifçe geri atarak kahkaha attı. "Onu çocuklar diyor. Kendine yeni bir lakap bul. Sana özel olsun." dedi. Düşünür gibi, "Mesela," dedi a harfini uzatarak. İkimiz de büyük adımlarımızla tempolu bir şekilde ve gülümseyerek yürürken sağ eli omzuma atılmak üzere havada kaldı. Cümlesi ise dudakları arasında yarım... Bir adım arkada kaldığını fark ettiğimde omzumun üzerinden bir bakış attım yüzüne. Karşıya bakıyordu. Yüzünde hayret vardı. Hayretin yanına bir şey daha yerleşmişti ancak ne olduğunu anlayamadım. "Murat!" diye seslendi heyecanla. Heyecanı sesine biraz daha sonra peyda olmuştu. Murat, son zamanlarda yeni ancak sıklıkla duyduğum bir isimdi. Hatta henüz sabah okuduğum Bora ile olan mesajlarında da adı geçmişti. Bora'nın hoşlanmadığı ve Ferit'e yük olarak gördüğü isimdi. Bir süre, Murat'la yan yana gelene kadar bunu kendi içimde sorguladım. İsmi yanlış hatırlıyor da olabilirdim. Murat ile ortada buluştuğumuzda sarıldılar. Ayrıldıklarında Ferit'in gözleri gözlerime değdi ve hızlıca bizi tanıştırdı. Murat, "Sürpriz yapayım, dedim kardeşim. Bir kere de böyle geleyim, dedim. Bayağıdır gelmiyordum." dediğinde Espresso'ya doğru yürümeye başlamıştık bile. Kahve siparişi vereceğimiz sırada Ferit bana dönerek, "Sen geç, otur, bekleme, biz alır geliriz. Sade filtre söylüyorum sana?" dedi sorar gibi. Başımla onay verip arkamı dönerken Murat'ın bakışlarına döndü ve ben uzaklaştıkça azalan sesini işittim; "Değer verdiğim, sevdiğim biri; iyi arkadaş olduk." diyordu. Kastettiği bendim ve sesini duyduğumu biliyor olmalıydı. Kaşlarımın çatılmasını beklemiyordum fakat çatıldı. Ellerimin titremesini beklemiyordum fakat titredi. Adımlarım bir anda yavaşlamıştı, arkamı dönmeyi beklemiyordum fakat döndüm. Ferit sağ elini Murat'ın omzuna koymuş, bir şeyler anlatıyordu. Sarsak adımlarla terasa çıktım. İlk bulduğum boş masaya oturdum. Oturduğumda donuk bakışlarım önümdeki boş masadan bir süre ayrılmadı. Ferit ve Murat gelene kadar öylece kaldım. Geldiklerinde ise en iyi bildiğim şeyi yaptım; mimiklerimin önüne bir maske çektim. Henüz akmaya başlamış sohbet esnasında, "Murat başkadır Firuze," dedi Ferit. Bir süre Murat'tan minnetle bahsettikten sonra konuşmayı Murat devraldı ve uzun sürecek sohbetimizin çoğunda da kendisi konuştu. Ferit sohbetin büyük bir kısmını gülümseyerek dinledi. Ara sıra konuya dahil olurken, ara sıra bakışlarını yüzüme çevirmeyi ihmal etmiyordu. Murat ise içten bir gülümseme ile bir sürü şey anlatıyordu ve aralarındaki dostluk beni imrendiriyordu. "Ferit'e çok şey borçluyum Firuze." dedi Murat gülümseyerek. "Asıl ben sana borçluyum." "Ferit beni ilkokulda çok korudu, kolladı!" Murat'ın sesi hem minnet dolu, hem de heyecanlıydı. Murat'ın cümlesi, anılarımın arasında yüzünü aramama sebep oldu. İlkokulda kısa bir dönem Bora ve Ferit'le aynı okulda okuduğumuzu daha önce konuşmuştuk. İkisini de zorlukla hatırlıyordum ancak Murat o anların kıyısında, köşesinde bile yoktu. Ferit kaşlarını kaldırarak, "Sen de beni askerde," dedi. Tebessüm ediyordu. Araya girmeden edemedim. "Nasıl yani? Bir dakika! Biz aynı okulda mıydık? Ben Ferit'i hayal meyal hatırlıyorum ama seni hiç hatırlamıyorum, fotoğrafın var mı ilkokuldan? Ayrıca askerde, derken? Siz askerliği de mi beraber yaptınız? Ayrıca siz askerliğinizi yaptınız mı ki?!" diye sordum şaşkınlıkla ve heyecanla. İkisi de içten bir kahkaha attı. Ferit sessizliğini korurken Murat dudaklarını araladı. "İlkokulda beni hatırlamaman çok normal. İnanılmaz silik bir tiptim. Sünepeydim yani, bildiğin sümsüktüm." Ferit teessüf eder gibi bir bakış attı ona. Fakat Murat aldırmadı ve devam etti; "Dayak yiyordum sürekli. Aşağılanıyordum falan, zorbalığa çok maruz kaldım. Ferit çok destek oldu bana. Birlikte çok dayak yedik hatta." İkisi de o günleri anar gibi özlemle gülümsediler. Bense ikisinin tam karşısında, sol dirseğimi masaya, yüzümü de sol avucuma dayamış bir şekilde, masal dinleyen küçük bir kız çocuğu gibi merakla dinliyordum. Ben de gülümsemeden edememiştim. "Ferit o zaman da bizlere göre biraz daha yapılıydı. Bir, iki derken, bir gün geldi yanıma, ben yine itilip kakılıyorum. Çocukları itmeye başladı. Ben de ondan cesaret aldım tabii. Bir anda kavga etmeye başladık onlarla. Ama nasıl dayak yiyoruz! Ferit o gün bugündür dostum. Öncesinden de arkadaştık aslında, çünkü ailelerimiz görüşüyor ama samimiyetimiz yoktu. O gün dostum oldu tam anlamıyla. O günden sonra hiç yalnız bırakmadı beni." Ferit'in mahcubiyetle önünde eğik duran yüzüne gülümseyerek kısa bir bakış attıktan sonra önüne döndü. Kahvesinden bir yudum aldı ve ben o an, kavga anısı dinlememe rağmen rahatsızlık duymadığımı fark ettim. Ferit, kırmızı gömlek aklına gelmiş gibi başını ansızın kaldırdı ve meraklı bakışlarını yüzümde gezdirmeye başladı. Sorun yok, der gibi göz kırptım ve tüm bunların farkında olmayan Murat devam etti. "Sonra inanılmaz iyi dost olduk. Bora da var yanımızda. Ama Bora ile ben hiçbir zaman o kadar yakınlık kuramadık. Sonra, lisede de aynı okulda okuduk. Lisede de çok dayak yedik." dedi ve hayretle Ferit'e baktı; "Ferit biz birlikte çok dayak yedik ya!" Ferit kahkaha atarken başını sallayarak onayladı ve konuşmayı o devraldı. "Bir gün, lisede bir kızdan hoşlanıyorum. Tabii ergenlik hâli; kıza aslında çok bir şey hissettiğim yok ama aşık sanıyorum kendimi. Kız da biraz... Nasıl desem?" Düşünür gibi Murat'a baktı. Murat da doğru kelimeyi söyleyemeyecek gibiydi. İkisinin de yüzü tebessümle ekşimişti fakat bakışlarıyla birbirlerini onaylıyorlardı. Araya girdim ve "Şey bir kız mıydı?" dedim. "Yolun yolcusu mu?" Teessüf ederek baktım fakat gülümsüyordum. "Heh!" dedi Murat heyecanla. "Aynen. Yolun yolcusu diyelim." Ferit'in gülümsemesine rağmen beni kınayan bakışlarına omuz silktim. Konuşmayı kendi devraldı. "Ama tabii ben öyle görmüyorum onu; aşığım ya! Benim için o helal sütü emmiş bir kız. Bir gün Murat okulun bahçesinde gizli gizli sigara içerken bir kaç tane çocuğun konuşmasını duymuş. Benim hoşlandığım kız hakkında konuşuyorlarmış, adını bile hatırlamıyorum. Ama o dönem Murat'la küsüz. Kavgalıyız yani, konuşmuyoruz. Kız hakkında da biraz ileri geri konuşmuşlar. Bel altı şeyler söylemişler arkasından. Murat da tabii duyunca, terslemiş çocukları, neyine güveniyorsa..." Bakışlarını Murat'a doğru çevirdiğinde hep beraber kahkaha attık. "Çocuklar üç kişi, Murat tek. Ben de şans eseri Bora'yla ordan geçiyorum o sırada. Bir baktık ki Murat'ı itip kakıyorlar. Koştuk gittik. Üçe üç olduk; adil bir dövüş. Biz çocuklarla mücadele ederken iki kişi daha gelmesin mi?" Gözlerimi açarak alt dudağımı ısırdım. Murat da, Ferit de gülümseyerek başlarını aşağı yukarı salladılar. Ferit bir nefes aldı ve devam etti; "Onlar oldu beş kişi, biz kaldık üç. Firuze bizi bir dövdüler... Bizi bir dövdüler... Çocuklardan bir tanesi boksörmüş, yeni başlamış; lise öğrencisi ama biliyor yani bir şeyler. Yaşları da bizden büyük... Ama nasıl dövdüler bizi..." Kahkaha arasında, "Çok canın yanmış herhalde," dedim. Sesini yükselterek "Yanmaz mı? En acısı; Bora da ben de neden dayak yediğimizi bilmiyoruz." dedi. Bir kez daha iştahla güldük. "O dayağı unutamıyorum." derken ciddiyete büründü. "Kaç sene geçti, büyüdük, o çocuğu şimdi görsem gider döverim, yine de hıncımı alamam." Kahvesinden bir yudum alırken Murat bir kez daha kıkırdadı ve konuşmaya o devam etti. "Bir gün de babandan okkalı bi' tokat yemiştik hatırlıyor musun?" Ferit, "Hatırlıyorum, unutur muyum?" derken kafasını aşağı yukarı sallamış, alt dudağını dişlediği sırada ise muhteşem gülümsemesini yüzünden silmişti. "Hayatımda yediğim tek tokat," diye ekledi. Mırat'ın yeşil gözlerinin hedefinde ben vardım. "Daha on beş yaşında falanız Firuze, Haluk amcada bi' araba var; makina!" Ferit güldü. "Çok seviyordu o makinayı." dediğinde babasının ismini ilk kez öğrendiğimi fark ediyordum. "Sever tabii; Porsche. O zaman tabii Porsche böyle herkesin altında yok." dedi Murat, matah bir şeyden bahseder gibi. Herkesin altında Porsche mi var ki, diye düşündüm. Ferit ne düşündüğümü biliyor gibi bir bakış attı yüzüme tebessüm ederek. Murat devam etti. "Porsche'yi kaçırdık Ferit'le. İki tane kız var, onlara hava atacağız hesapta; havalıyız ya!" Murat gülerek elleriyle yüzünü kapatırken, Ferit başını yukarı kaldırarak kocaman bir kahkaha attı. Bu fikri yekten saçma gördükleri çok belliydi. Keza öyleydi de, ben de büyük bir kahkaha atmıştım. Murat devam etti. "Neyse biz gittik, kızlara salak salak gösteriş yaptık. Bi' baktık ikisinin de sevgilisi varmış. Onlar da geldi, çocuklarla biraz sohbet ettik yalandan. Çocuklar tutturdu; bir tur atalım mı, diye. Ama nasıl ısrar ediyorlar. O kadar hava yapmışız, kızlara karşı forsumuz da sönsün istemiyoruz. Bi' de onları gezdirdik." Ferit ve Murat utançtan kıpkırmızı bir hâlde iştahla gülerken ben şaşkınlıktan gülemiyordum. Ferit devam etti; "Sonra götümüze baka baka geri döndük. Bi' geri geldik, babam kıpkırmızı olmuş sinirden. Yanında da Adem amca; Murat'ın babası. O da çok sinirli. Yanına gitmemizle bize bir tokat geçirdi babam. Bir bana, bir Murat'a. Seviyordu makinasını n'apsın?!" dedi ve kahvesinden büyük bir yudum aldı. Murat teessüf eder sesiyle, "Kanka adam haklı. Makinasını sevmekle alakası yok. Daha on beş yaşındayız, ehliyet yok, araba hız yapıyor, kanımız kaynıyor, araba kullanmayı babalarımızı izleye izleye öğrenmişiz. Tehlikeliydi yani. Ne yapacak adam? Korkmuş." diyerek haklı olduğunu düşündüğüm sebepleri sıraladı. Murat konuşurken başımı aşağı yukarı sallayarak yan yan Ferit'e bakıyordum. Bakışlarımdaki, babasına haksızlık ettiğini düşündüğüm fikrini gördü ama umursamadı. "Neyse Firuze, bizim anılarımız bitmez. Dile kolay on sekiz senelik arkadaşlığımız var. Birbirimizin kahrını çok çektik. Ağladık, güldük, yanlışlıkla aynı kıza aşık olduk." Anlık olarak birbirlerine baktıklarında aynı anda kıkırdıyorduk. "Sonra Ferit, İngiltere'ye gidince bağlarımız biraz koptu. Bir süre içine kapandı Ferit. O dönem hiç görüşmedik, konuşmadık; iki sene falan sürdü. Askere gittim sonra ben, yirmi yaşında falandık galiba, bi' baktım usta birliğinde; Ferit!" Ferit gözlerini bana çevirerek, "Askerde zor bir süreçten geçiyordum. O yardımcı oldu bana bu kez. Hatta, hayatımı kurtardı, desem yeridir." dedi ve bakışlarını tekrar Murat'a çevirdi. Meraklı ve ısrarlı gözlerimi ikisi üzerinde gezdirdim. Fakat sadece gülümseyerek bakıştılar. İkisi de ne olduğunu anlatmadı ve aynı anda derin bir nefes aldılar. Ben bu hikayeyi daha sonra mutlaka dinlemem gerektiğini aklıma not ederken Ferit tekrar dudaklarını araladı bana dönerek. "Babalarımız bir ara ortaklık yaptı. Ama sonra anlaşamadılar. Ortaklık bozuldu." dedi. "Anlaşamadılar mı?" diye sordu Murat alayla. "Düşman oldular, diyelim." dedi bana dönerek. İkisi de güldü fakat daha fazla detay vermediler. Arta kalan bir saatte de uzun uzun sohbet ettik. Bu kez Murat soru soruyor, ben cevaplıyordum. Zaman zaman Ferit refleks gibi araya girip yöneltilen soruları yanıtlıyordu ve aslında hakkımda ne kadar çok şey bildiğini ispatlıyordu bana farkında olmadan. Bir saatin sonunda Espresso'dan kalktık, Murat'la vedalaştık ve yeniden okula doğru adımlamaya başladık. "Murat çok eğlenceli, çok neşeli, komik biri. Keşke daha önce tanışsaydık!" dedim neşeyle. Gözlerini yüzüme dikti, yüzündeki ifadeyi yine anlayamamıştım. Önüne dönerken, "Pek değil aslında," dedi ve sıkıntılı bir nefes verdi. "Psikolojik sorunları var,'' diye eklediğinde şaşkın gözlerle yüzüne baktım. Yağan yağmuru umursamadan, yüzümü yukarı doğru kaldırarak bakışlarımı biçimli yüzüne dikmiştim. "Nasıl yani? Hiç öyle görünmüyor!" dedim hayretle. Kaşlarını kaldırdı ve "Evet. Ama öyle değil işte. Deliliğe vuruyor biraz. Yani o palyaço aslında Murat," dedi bakışlarını bana çevirerek ve tekrar önüne döndü. "İntihara mı yoksa şiddete mi meyilli, onu tam anlayamıyorum. Ama psikolojisi hiç iyi değil." Durumun ne kadar ciddi olduğunu anladığımda daha fazla soru sormamam gerektiğini düşündüm. Ferit'in üzüldüğü her hâlinden belliydi. Soru yönelterek Murat'ın özelini kurcalamaya da, Ferit'i üzmeye de hakkım yoktu. "Sen askere 20 yaşında mı gittin?" diye sordum konuyu değiştirmek için. "Evet," dedi ve derin bir nefes alıp sesini serbest bıraktı; "On sekizimde İngiltere'ye gittim okumaya. Mezuna falan kalmadım, direkt on sekiz yaşımda başladım üniversiteye. İki sene orda kaldım. Sonra işte," Duraksadı. Hazal için geri gelmişti. Bir nefes alıp devam etti; "Geri döndüm. Birkaç ay sonra askere gittim zaten. Gelince de buraya başladım, dört senedir de burada okuyorum," diyerek gözlerini fen-edebiyat fakültesi duvarlarında gezdirdi. Sözlerini bitirdiğinde avludaki süs havuzunun başına, ayrılmamız gereken noktaya gelmek üzereydik. Adımlarımı yavaşlattım. Neşeyle, "Görüşürüz," deyip ona doğru kollarımı kaldırarak hareketlendiğim sırada düz bir sesle, "Görüşürüz," dedi ve arkasını dönüp ağır adımlarla ilerledi. O mühendislik fakültesi binasına doğru yürürken, ben ona sarılmak için hareketlendirdiğim, havada asılı kalan kollarımla olduğum yere çivilenmiştim. Sabahın erken saatlerinde kalbimde tüy gibi uçuşan ve kalp atışlarımı azmettiren notalar aklıma düştü. Bu kez hepsi birer taş olmuş, üzerime yağıyordu. *** Yorum satırı. Twitter: esaturk07 |
0% |