Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Bölüm 1 : Karşılaşma

@esmagul

Hayallerim, başkalarının hayatlarıyla birlikte harcanmış; umutlarım ise kaderin acımasız cenderesinde eriyip gitmişti. Yorgunluğum sadece bedensel değil, aynı zamanda ruhsal bir çöküşün içerisindeydim; ruhum, oltaya takılmış bir balık gibi çırpınıyor ve derin bir umutsuzluk içinde can çekişiyordu. Umut etmek güzel bir şey ama umut edilecek bir hayatın varsa.

 

Gece saatlerinde nöbetimi teslim ettikten sonra minibüsü beklemek üzere durağa gittim. Duraktakiler uykulu, yorgun ve sessiz bir şekilde duruyorlardı. Herkes belli bir amaç için toplanmış, görevlerini yerine getirdikten sonra evlerine dönmeye çalışıyordu. Kimilerinin evde bekleyen çocukları, annesi-babası ya da en azından evcil hayvanları vardı. Benimse beni bekleyen dertlerden başka hiçbir şey yoktu. Gözlerimi zor açıyordum, ayakta zor duruyordum. Derin düşünceler içinde her nefeste beni zehirleyen ama vazgeçemediğim kötü alışkanlığıma kapıldım. Cebimden çıkarıp çakmağımla yaktıktan sonra derin bir nefes aldım. Sanki herkes bunu bekliyormuş gibi, benden sonra birkaç kişi sigara içmeye başladı. Minibüsün o kulak tırmalayan sesi geliyordu.

 

Minibüsün o kulak tırmalayan sesi yaklaşırken, içimi saran umutsuzluk bir anlığına da olsa geride kaldı. Karanlıkta, yolcuların siluetleri netleşmeye başladı. Minibüs kapıları açıldığında, yorgunlukla dolu yüzler, ihtiyar gözler, gençlerin dertli bakışları içeri adım attı. Herkes kendi düşünceleriyle meşguldü, sesler kısık, hareketler ağırdı. Minibüsün içindeki sessizlik, dışarıdaki karanlıktan farksızdı.

 

Ben de kendime bir yer bulup oturduktan sonra gözlerimi pencereye doğru çevirdim. Dışarıda şehir ışıkları, bulanık birer yıldız gibi görünüyordu. Bu ışıklar, yaşadığım karanlık düşünceleri geçici olarak aydınlatıyormuş gibi hissettirdi. Minibüs hareket ettikçe, eski bir alışkanlıkla pencereden dışarı bakmaya devam ettim. Şehir, geceye gömülmüş, her şey sessiz ve derin bir uykuya dalmış gibiydi.

 

Düşüncelerim yine eski bir rüya gibi bir yoldaydı. Her gün tekrar eden, belki de bitmeyen bir döngüde takılı kalmış gibiydim. Sigara dumanı minibüsün içindeki havayı sarhoş etmişti, tıpkı ruhumu sarhoş eden karamsarlık gibi. Yorgunluğum ve umutsuzluğum, içimdeki boşlukla birleşmişti. Gece ilerledikçe, yaşamak için bir neden bulmanın zor olduğu bu anlarda, belki de kendimi biraz daha iyi hissettirmek için bir umut kırıntısı arıyordum.

 

Minibüsün hareketiyle birlikte gözlerim yeniden yorgunlukla kapandı. Geceyi ve kendimi bir kez daha sorgulayarak beklenen durağa doğru yola koyuldum. Yolda karanlık bir denizde kaybolmuş gibi hissettim, ama belki de bu yolculuk, kendimle yüzleşme fırsatıydı. Derin düşünceler içinde olduğum anlarda eve yaklaştığımı fark edip ayağa kalktım ve durakta indim. Saat gece yarısını geçmişti, tek dileğim eve gidip yatmaktı. Durak kenarında beni bekleyen sokak köpeği Hurşit ile beraber eve doğru yürüdük. "Günün nasıl geçti Hurşit, benimki bok gibiydi" dedim. Evin kapısının önünde bana bakıyordu. Ne kadar konuşamasada beni anladığını hissediyordum. "Ben kaçar Hurşit" dedim. Kafasını sevip apartmanın 5. katına kadar küfrede küfrede çıktım. Aptal müteahhit 5 katlı evi yaparken asansörü akıl edememiş. Evim küçük ama bana yetiyor. Zaten abimle yaşıyordum ama kredi borçlarını ödemek için Antalya’ya çalışmaya gitti. (Pek inanmasam da.) Daha dayanacak halim kalmamıştı. Hızla duş alıp yatağa yattım ve uykuya daldım.

 

Gözlerimi açmakta zorlansam da kulağımı kapı sesi tırmalıyordu. Zar zor gözlerimi açarak kapıya gittim. Kapıyı açtığımda PTT kuryesi vardı. Başta anlayamadım. "Erkan YILDIRIM burada mı yaşıyor?" diye sordu. "Buyurun, ben kardeşiyim, şu an burada değil. Sormak istediğiniz nedir?" diye sordum. "Erkan Bey'e ait bir tebligat var. Aldığınıza dair imza atar mısınız?" dedi. Bu şekilde uyanmak istemezdim fakat abim yine bir haltlar yemişti sanırım diye düşünüp imzayı atıp zarfı aldım. Abimi aradım fakat açmadı. Ne zaman açmıştı ki? Oturdum, zarfı açtım. Beni kefil ettiği krediden gelmişti. Mideme yumru oturmuştu. Bana ödediğini söylemişti, yine aynısını yapıyordu. Tekrar aradım, bu sefer meşgul olarak çaldı. Bilmiyorum neredeydi, ne halt yiyordu ama canımı çok sıkıyordu artık. Bıkmıştım, o borç yapıyor ben ödüyordum, maaşımın büyük bir kısmı onun kredilerini ödemekle geçiyordu, elime kalan ise evimin kirasını ödemeye anca yetiyordu.

 

Gündüz vakti, güneş pencereden içeriye sıcak ışıklarını gönderirken, ben de abimi tekrar aradım. Telefonu açtı. “Neredesin?” diye sordum, sesimdeki öfkeyi gizlemekte zorlanıyordum.

 

“Bir iş görüşmesindeyim, sonra konuşalım,” dedi, kısık ve telaşlı bir sesle.

“Sürekli iş görüşmeleri mi var? Kredi ödemeleriyle ilgili ne yapmayı planlıyorsun?” diye sordum.

“Bir şeyler yapıyorum, halledeceğim. Şimdi işim var, sonra detaylı konuşuruz,” dedi ve telefonu kapattı.

 

O anda içimdeki huzursuzluk giderek büyüyordu. Borçların verdiği stres, abimin sorumsuzluğu ve kendi maddi zorluklarım bir araya gelince, güneşin parlak ışıkları bile içimi aydınlatmakta yetersiz kalıyordu. Yine de bir çözüm bulmak zorundaydım. Ancak herhangi bir yol aklıma gelmiyordu. Duvarlara boş boş bakarak düşünüyordum. Karnımdan gelen gurultu sesine kulak vererek oturduğum koltuktan kalkıp içi pek bir şey bulunmayan dolaba gittim. Birkaç salatalık, biraz peynir, reçel ve dünden kalan ekmek buldum. Karnımı doyuracak kadar yedikten sonra bir kahve yaptım ve dertleşmek için Esra’yı aradım.

 

"Napıyorsun Esra?"

"Napayım, nöbetten çıktım, eve gidiyorum."

"Gündüz de misin?"

"Evet."

"Hmm."

"Noldu, sesin kötü geliyor."

"Yok bir şey."

"Sen beni öylesine aramazsın, anlat hadi."

"Ya abim."

"Yine mi abin? Bu sefer ne yaptı?"

"Tebligat geldi, kredi borcu yüzünden."

"Kredi borcu yüzünden tebligat mı geldi? Ne yapmayı düşünüyorsunuz?"

"Henüz bir şey yapamadım, abim ortalıkta yok."

"Ee şimdi ne olacak?"

"Bilmiyorum. Neyse Esra, dur, telefonum çalıyor , Mehtap Abla arıyor. Ararım yine."

"Tamam, hadi öptüm."

"Efendim Mehtap Abla?" Gözlerimi kapatmış, cevabını bekliyordum.

"Gaye, fazla mesai var mı diye soruyordun. Acilde açık varmış. Biri rahatsızlanmış, gider misin?" Bu teklife hayır demek gibi şansım yoktu. "Tamam abla, hazırlanıp çıkıyorum" dedim.

Sonra söylenerek hazırlanıp hastaneye doğru gitmek için durağa geçtim. Hurşit yine dışarıda beni bekliyordu

 

Allahtan otobüs hemen gelmişti. Bindim ve hastaneye gittim. Önce servise gidip Mehtap Abla’yla görüştüm, sonra acile geçtim. Oradaki sorumlu Yıldız Abla'ya geldiğimi bildirip nöbeti teslim aldım. "Lütfen sakin bir nöbet olsun, çünkü benim dayanacak gücüm kalmadı" dedim. Sonra aniden 112, bizimle iletişime geçip kırmızı alanı hazırlamamızı söyledi. Biz kırmızı alanda beklerken 112 ekibi geldi. Hastayı sedyeye alıp anamnezini almak için 112 personelinden bilgi aldım. Hasta 25-30 yaş aralığında, kafa travması, senkop ve batın bölgesinde yaralanma mevcut. Tansiyon 6/8. Doktor, "Yanında kimsesi yok mu?" diye sordu. Yanında gelen kişi sadece 112'yi arayan biriydi ve yakını değildi. "Tamam, arkadaşlar, gerisi bizde" dedi ve 112 personelleri hastaneden ayrıldı. Doktor, hastaya hemen batın röntgeni, EKG, acil kan tetkikleri ve beyin tomografisi çekilmesini belirtti. Bu tetkiklerin sonuçlarına göre hastanın durumu hakkında daha detaylı bilgi edinilecekti. Tıbbi ekip, gerekli tüm testleri gerçekleştirmek için harekete geçti. O sırada hastanın kanını alırken, gözlerini hafif aralayıp bir şeyler söylemeye çalıştığını fark ettim. Hemen yanına gidip, ne söylediğini anlamak için dikkatle dinledim. "Onu… durdurun… hemen…" dedi. Sözleri, bir uyarı veya tehdit gibi tınıyordu. Bir anda kolumu sıkmaya başladı, şok haliyle ne yaptığını bilmiyordu. O sırada ekranlardaki veriler aniden değişmeye, sistemler titremeye başladı. Hastanın gözleri kapandı ama eli hâla kolumdaydı.

Loading...
0%