Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. KUVÖZ ARKADAŞLARI

@esmatonguc

 

Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.

 

ON YEDİ EYLÜL

 

1. BÖLÜM: "KUVÖZ ARKADAŞLARI"

 

⚖️

 

"Kader varsa şayet, kalp hisseder attığı kalbi elbet."

 

17 EYLÜL 2026, GEBZE

Bizler doğarken başkaları ölüyordu; bir kısır döngü içerisinde dünya dönüyordu. İnsan ölürken sessiz, doğarken çığlık çığlığaydı; çünkü ölüler sessizliğe gömülürken hiçbir şeyden haberi olmayan zavallı bebekler kıyamet misali adlandırdığımız bu dünyaya, yani çığlıkların içine doğuyordu.

Bugün, yirmi sekiz yaşıma girmiştim. Akşam saatlerinde dünyaya geldikten sonra, annemin bana layık gördüğü isimmiş Miray Hilde. Her doğum günümde de doğduğum günün anlatıldığı o ambiyansı yaşamak için tam doğduğum saatte uzanıp düşünürüm annemin ruh hâlini... O kadar büyük bir kıyametin ortasında dünyaya gelmiş ki zavallı minik bedenim, bana anlatıldığı gibiyse eğer, yıl dönümünde anmak iyi hissettiriyordu. Bir yandan bu duygusallık aşırı saçma ve absürt gelirken diğer yandan da o günkü kıyametin ortasında dünyaya geldiğim için bugünlük duygusal olmamın normal olduğunu düşünüyordum.

Tam bu saatte doğmuştum, İzmit'te, Seka Devlet Hastanesi'nde.

Doğum belgemi elimde tutup kıkırdayarak bakarken sesli bir şekilde okumaya başladım; neyse ki odamda benden başka kimse yoktu.

"İzmit Seka Devlet Hastanesi," Önce başlığı seslendirdim, ardından aşağıda yazanları okumaya başladım. "Hoş geldin Bebek Lalezar..." Dalga geçercesine kıkırdadım. "Sayın Bengü Lalezar ve Adem Lalezar'ın Sevgili Kızı: Miray Hilde Lalezar." Sanki Melek'in babası gibi Cumhurbaşkanı adayıydım... Ne yapıyordum ben ya? "Anne karnındaki günlerini başarıyla tamamlayıp 17/09/1998 tarihinde, saat 22.12'de dünyaya gözlerini açarak bu belgeyi almaya hak kazandın. Kilogram: 2.53, boy: 50 cm... Gerçi pek boy atmamışım, burada yazdığı gibi duruyor ama olsun..."

Doğum belgemi komodinimin üstüne bırakıp telefonumu elime aldım. Tüm gün Mir Beyaz'ı ve Melek'i arayıp bize gelmelerini söylemiştim fakat ikisinden de ses seda yoktu. Doğum günlerimiz hafta içine denk gelince çalışmaktan kutlayamamıştık ki... Daha yarım saat önce gelmiştim eve, ta İstanbullardan... Bana tavır yapmışlardı ki çok haksız sayılmazlardı, sonuçta en yakın iki arkadaşımın doğum gününü epey geç kutlamıştım da ne yapayım? Bugünkü duruşmam bir buçuk saat geç başlamıştı, adliyeden büroya koşturup durmuştum, zaten Sayer Hukuk başlı başına bir yorgunluk depolama aracıydı, bir de üstüne Marmaray'daki seferim yirmi beş dakika geç gelmişti... Eminim beni anlayacaklardı.

Melek'in numarasını tuşladım ve birkaç saniye kadar bekledim. "Alo?" dedim telefonu açtığında. "Melek? Orada mısın?"

"Orası sizin evse evet." Ses telefondan değil, aralık olan kapımın ardından gelince gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Geldim, buradayım!" Melek'i görür görmez telefonu kapattım.

"Ya," dedim telefonu yatağa bırakarak. "Bana yine kıyamadınız tabii de ne ara geldiniz siz ya?" Dalgalı ve uzun kumral saçlarımı geriye atarken Melek'in koca yanaklarını sıkasım gelmişti. "Mir Beyaz nerede? Geldi inşallah..."

"Geldi, aşağıda Bengü ablanın dizinin dibine oturmuş ve her zamanki gibi millete kendini sevdirmenin peşinde." diyerek sevgilisini kötüleyen Melek, şakasına gözlerini devirmişti.

Ablamın düğün hazırlıkları ve stresi bitmiyordu ki annem bize vakit ayırsın... Bir haftadır annemle en fazla bir saat konuşmuşumdur desem bile abartmış olmam...

Göz ucuyla doğum belgeme baktıktan sonra parmağımla komodinin üzerini işaret ettim. "Ben de eve geleli daha çok olmadı, kusura bakmayın. Gerçi siz kutlamışsınızdır doğum gününüzü..." Ayağa kalktım.

"Aman!" Melek, tek bir adımla aramızdaki mesafeyi kapatıp sıkıca sarıldı, neredeyse kemiklerim kırılacaktı. "Boş ver onu sen!" Bu sefer hâlâ sarılıyor olduğumuzdan bir o yana bir bu yana sallanınca beni de kendisiyle küçük bir yolculuğa çıkardı. "Ben tavır yapmam sana ve hayır, kutlamadık. Pasta getirdik, beraber üfler yeriz. Ayrıca benim bir saatim var kutlamak için, babamı biliyorsun. Eve gelmemi söyledi az önce... Zırt."

Sesi boğuk boğuk geldiğinden "Biliyorum," derken kendimi geriye çektim ve ondan ayrıldım. "Ama tavır yapsanız da kendinize göre haklısınız."

"Ya ta İstanbul'dan Gebze'ye geliyorsun sen, saatler sürüyor yolculuğun!" Yanaklarımı sıktı. "Mir Beyaz Bey de izinli diye çok havalara girdi..." diye söylendi kinayeyle. "Tüm gün kolunun ağrıdığını söylüyor ama yalan. Bugün tam pansuman yapacakken koltuğu ittirdiğini gördüm, hiç de canı yanmış gibi görünmüyordu." Kıkırdamaya başladık.

Geçen hafta omuzundan yaralandığı için iki hafta izin verilmişti Mir Beyaz'a. İlk defa yaralanmamıştı tabii ama biz sanki ilk defa yaralanmış gibi endişelenip günlerdir onu tek başına bırakamamıştık. Polis memuru olabilirdi ama benim de süt kardeşimdi sonuçta! Ailesinin yanında kalırken dahi Melek tüm gün onların yanındaydı, ben de fırsat buldukça gidiyordum.

"Sen kıyamıyorsundur ona," Yüzümle garip ve yersiz bir ima yaptığım an koluma vurdu. "Bir güzelim, diyordur, hemen yelkenler suya iniyordur." Pis bir kahkaha atarak odamdan çıktım ve koşa koşa merdivenlerden indim. Melek'in arkamdan attığı adım seslerini işiterek keyifle salona doğru ilerlediğim an "İmdat!" dedim yalandan.

Fakat salona girdiğim an gülüşümü solduran bir sahneyle karşılaşınca olduğum yerde kaskatı kesildim.

Ablam, annemin omuzuna kafasını koyup hüngür şakır ağlıyordu ve diğer yanında annemin öteki omuzuna kafasını dayayan Mir Beyaz kaşlarını bir indirip bir kaldırarak bana sessiz olmamı işaret ediyordu.

Boğazımı temizlemek için iki kez öksürüp arkamı döndüğüm an Melek'in de salona gelip kapının pervazında dikilmiş olduğunu gördüm, sonrasında ise yemek masasında oturan erkek kardeşim Koray'ın kahkahası salonu inletti.

Muhtemelen her şeyden habersizdi ve kulağına taktığı kulaklıkla komik videolar seyrediyordu; her zamanki hâliydi, biz alışmıştık. Klasik, yirmi yaşında bir ergendi işte...

"Abla," Sesimi incelterek konuşmaya devam ettim ve evlilik arifesinde olan ablamın kızaran yüzüne bakakaldım. "Sen yine mi duygusallaştın ya?"

Ablam burnunu çekerek "Ağ," diye bir ses çıkarınca Mir Beyaz'ın gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdığına şâhit oldum. Annem, Mir Beyaz'ın yüz ifadesini fark ettiği an kolunu hafifçe cimcikledi ve o an ablam, "Miray ben İstanbul'a taşınacağım." diyerek ağlamaya devam etti. "Artık annemle babamı göremeyeceğim, odamda bir daha uyuyamayacağım, Koray'la kavga edemeyeceğim."

Kaşlarım havaya kalktığı an Koray tekrardan bizi dinlemediğini açıkça belli eden bir kahkahayla evi inletti. "Miray abla!" dedi çok yüksek bir sesle. Ablam burnunu çekince "Seray abla," diyerek telefonu kaldırdı. "Siz 'Götü boklu.' diyen kuşu izlemiş miydiniz? Sanki bana geçen gün biriniz atmıştı bu videoyu ya?" Ayaklanıp ablamı gördüğü gibi olduğu yerde kaldı. "Seray abla yine mi sümkürüyorsun?"

Yanımda durduğu an "Geri zekâlı," diyerek kolundan tutup masaya çevirdim. "Otur şurada insan gibi ablanı dinle! İki gün sonra artık daha az göreceksin."

Koray oflayarak sandalyeye yerleşti ve "Kendisi istedi evlenmeyi, bana ne ya?" diyerek ablamın daha gür bir sesle ağlamasına sebep oldu.

Birkaç saniye boyunca ablam dışında herkes ölüm sessizliğine büründü, ablam ise burnunu çeke çeke ağlamaya devam etti. Annem, saçlarını okşayarak kendince teselli ederken ne yapacağımı bilemeyen ben, Melek'in yanında ızbandut gibi dikildim.

"Tamam, ben istedim evlenmeyi ama bari Gebze'de olsaydık..."

Mir Beyaz anında devreye girdi. Beni işaret ederek "Yahu Gebze ile İstanbul arasında ne var ki? Miray işe gidip geliyor gün içinde, sen düşün. Marmaray gibi bir ulaşım aracı var, gidip gelirsin be ablam ya..." dediği an ablamın yanındaki dar alana doğru ilerleyip oturdum.

Sıkışınca ablam hafifçe kenara kaydı. "Abla, şimdi üzülüyorsun ama ileride alışacaksın. Hatta muhtemelen buraya gelmeye bile üşeneceksin, garanti!" Ne yazık ki tatmin olmadı ve ağlamaya devam etti. "Ha, eğer diyorsan ki ben korkuyorum, orası ayrı..." Arkama yaslanarak dünya üzerinde ablamı en iyi tanıyan insan bakışı attığımda ablam kaşlarını çattı.

"Ne korkacakmışım be? Korkmam!" Yarısını sarıya boyadığı kumral saçlarını geriye atarken tıpkı benimki gibi yeşil gözlerini üzerime dikti. "Sensin korkak."

"Kim?" diyerek öne çıkardım kendimi. Koltukta o kadar sıkışmıştık ki neredeyse ablamın kucağına oturacaktım. "Ben mi? Ben hiç korkak değilimdir."

Annem koltuktan kalkarak bizi büyük bir yükten kurtardığı gibi Melek'e döndü ve "Sen aç mısın kızım? Söylemedin." dedi sessizce. Ablam, bana takılmaya devam edince duymazdan gelmeye çalıştım. Annem de odadan çıkmadan önce sesimizi kesmemizi ve çay demleyeceğini söyledi.

"Koray," dedi ablam masanın üstünü işaret ederek. "Ablam orada iki yüzlük vardı, git de tuzlu kurabiyedir çekirdektir falan bakkaldan bir şeyler al. Çayın yanında yiyecek bir şey yok pasta dışında."

Koray bıkkın bir nefes vererek "Ben mi alayım?" diye sorunca Melek'le göz göze geldik. Kız ayakta kalmıştı.

"Evet canım, sen al!" diye çıkıştım sert bir sesle. Çok arada da olsa ben kızdığımda lafımı dinlerdi. "Bak, Melek ablan da ayakta kaldı. Kalk da o otursun. Hadi ablacığım, kalk." Koray, bir Melek'e bir bana bakarak tereddüt edince "Koray," diye tısladım dişlerimin arasından. "Kalk." Zorla gülümsedim.

Koray "Sanki başka sandalye yok." dedikten sonra oflasa da puflasa da sonunda sandalyeden kalktı ve masanın üstündeki paraya uzandı. O sırada Mir Beyaz'ın telefonu çaldı, aynı zamanda benim ve sanırım Melek'in de...

Ne oluyor be?

Ablam endişeyle doğrulunca hırkamın cebinden telefonumu çıkardım ve telefonumu açmak için odadan ayrıldım. Melek'e ya da Mir Beyaz'a bakmadan çalan telefonumu açtım.

"Alo, buyurun?" Koridora çıkınca mutfağın kapısından bana bakan annemle göz göze geldik.

"Miray Hilde Lalezar ile mi görüşüyorum?"

"Evet, buyurun."

"Miray Hanım, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü'nden aramaktayım. Cumhuriyet Savcısı Erkin Gümüşpala tarafından ifadeye çağırılıyorsunuz. Fakat durumun aciliyeti söz konusudur, Sayın Savcım acilen Emniyet Müdürlüğü'ne gelmenizi emretti."

Kaşlarım çatıldı, gözlerim kısıldı ve "Tabii gelirim de... Ne ifadesi?" diye sordum doğal olarak merak edince.

"Bilgi veremiyoruz, buraya gelince öğrenirsiniz."

"Bugün gelmek zorunda mıyım? Saat epey geç olur. Kocaeli'deyim de ben." Annem yanıma yürüdü, ardından salonun kapısından kafasını çıkardı. Sanırım Mir Beyaz'a ya da Melek'e de aynı telefon gelmişti fakat durumun üçümüzle ne gibi bir alakası olabilirdi, anlamış değildim. Umarım bir tanıdığımızın başına bir iş gelmemişti.

"Savcının acilen ifade alması gerekiyor. Bugün gelin." Sesi zaten kesik kesik geldiği için geçiştirerek telefonu kapattım ve koşar adımlarla salona ilerledim.

"Peki, tamamdır," deyip telefonunu kapattı Melek de. Beni gördüğü an "Seni de mi emniyetten aradılar?" diye sorunca istemsizce gerildim. Bu işlerin içinde olduğumdan dolayı bu durumu pek garipseyemesem de Melek'in ve Mir Beyaz'ın da çağırılıyor oluşu az çok korkutmuştu.

Ablam korkuyla "Hayrola, ne oluyor ya?" diye sorup ayaklandı.

"Evet, beni de emniyetten çağırdılar."

Mir Beyaz'a döndüm, kaşlarını çatarak telefonuna bakıyordu. Kafasını kaldırdığı an kıvırcık saçları gözünün önüne düştü. "Ya yine ortalık karışmış," Koltuğun koluna bıraktığı ceketini alıp giyinmeye başladı. "Bana da bilgi verilmiyor, çağırıldığımız dosyada gizlilik kararı var muhtemelen." Komiser olan Mir Beyaz'a da bilgi verilmiyorsa...

Kaşlarımı çattım ve konuşmaya başladım. "Ya onu ben de anladım ama neden üçümüzü de çağırdılar? Yoksa bir tanıdığımız falan mı öldürüldü?" Elimi ağzıma götürerek kapattığım an annem ağzına geleni söylemeye başladı:

"Ya Miray!" Cıkladı. "Kızım, kalkın gidin hadi, hadi..." Kolumdan tutarak kapıya doğru çevirdi beni. "Allah korusun Miray ya!" diye esefle kınar gibi sesli nefesler verdi. "Ağzını hayra aç, üçünüzün tanıdığını biz de tanıyoruz, bizi de ararlardı!" Peş peşe beş kez sabır çektikten sonra portmantoya asılı ceketimi alıp elime tutuşturdu. "Al, giy!"

"Anne delirdin mi ya? Bu hâlde mi çıkacağım dışarı?" Üstümde eşofman takımı vardı ve eskimiş, kalın bir hırka. "Giyinip öyle çıkacağım." Melek'e ve Mir Beyaz'a döndüm; Melek arkasını dönmüş telefonla konuşuyordu, Mir Beyaz ise merakla Melek'in konuşmasını dinliyordu. Bu görüntülerden anladığım kadarıyla Melek, babasıyla konuşuyordu, yani meşhur politikacımız Ümit Haldun İnal'la.

Giyinmek için koşa koşa yukarıya çıktım.

Tüm senaryoları kafamda tek tek değerlendirirken kendime gri bir etek, üzerine de etek ile uyumlu bir ceket çıkarıp giyindim. Saçlarımı toparlayıp makyaj yaptıktan sonra aşağıdakilerin seslenişlerine dayanamayarak aşağıya indim.

"Hadi Miray ya!" diyen annemin de üstüne kaban aldığını görünce kaşlarım havaya kalktı.

"Anne sen bu saatte nereye geliyorsun ya? Emniyete gidiyoruz ama kim bilir gecenin hangi saatinde ifadeye alacaklar? Bak, rahat edemezsin sen orada. Hem bacakların ağrımıyor muydu senin dün?"

Annem ısrarla "Yok, ben de geleceğim Miray." diyerek ayakkabılarını çıkardı.

Mir Beyaz, "Ya Bengü anne, Miray haklı, evde kal sen." deyip alnından öptü. "Bana emanet ikisi de, emin ol! Pişt," Sol gözünü kırpınca annem tereddüt ederek ablama ve Koray'a doğru döndü. "Sen Seray ablamı yalnız bırakma," diye fısıldadı Mir Beyaz anneme doğru. O sırada eğildim ve kombinime uygun bir ayakkabı bulmaya çalıştım. Camdan dışarıyı kontrol ettiğimde yağmurun hafifçe çiselediğini görünce topuklu bir bot çıkardım. "Koray'la kalırsa kafayı yer. Adem amca gelince de sen sakinleştirirsin onu."

"Aman, babam annem kadar dert etmez ki..." derken botumun takılan fermuarını çekmek için debeleniyordum. "Hem anne," Saçlarımı geriye savurdum. "Kaç kere daha böyle oldu, alışıksın sen ya..." Ayağa kalkıp iki yanağından da ıslak ıslak öptüm.

Annem sanki beni daha yeni görüyormuş gibi "Şuna bak," dedi yarı dalga yarı ciddiyetle. "Kızım, düğüne mi gidiyorsun sen?"

Koray, kahkahayı patlatınca ben dışında herkes gülmeye başladı. "Ne var ya?" dedim ben de üstümü inceleyerek. Siyah, ince bir çorap; gri etek; gri ve beyaz çizgili ceket; zincirli kolyem, kolumda iki bileklik... "Her zamanki kıyafetlerim?"

"Beş kilo da makyaj yapmışsın abla." diyen Koray'a elime geçen ilk terliği fırlattım.

"Miray!" diye cırladı annem terliğe bakarak. "Kızım kirli terliği neden halının üstüne atıyorsun?"

"Tamam, tamam, gittik biz, hadi, sağlıcakla..." Kapıyı araladığım gibi kendimi dışarıya attım. Melek ve Mir Beyaz hâlâ içerideki sohbetten çıkamayıp kapıdan çıktıklarında bile annemle konuşurlarken ben kendimi yola atmıştım bile. "E hadi!" diye seslendim ikisine.

Sonunda gelebildiler.

Mir Beyaz, caddenin ortasında durup bana bakarak "Pişt," deyip Melek'i gösterdi. "Siz bir şeylere karışmadınız, değil mi?"

"Hayır." dedik Melek'le aynı anda. Bu da delirmişti iyice! Neye bulaşabilirdik ki?

"Ya Allah Allah..." Mir Beyaz bile komiser olarak emniyetten bilgi alamadıysa çok gizli bir dava olmalıydı. "Kimsenin haberi yok neler döndüğünden, soruşturmayı da Erkin Savcı yürütüyormuş."

Gözlerimi devirdim. "Evet, telefonda bana da söylediler. En sert ve en gıcık savcıya denk geldik. Tanıyorum maalesef. Umarım ifadeyi Korhan Amir ya da Sarp alır. Başkasına tahammülüm yok." Tabii bir cinayet söz konusuysa...

"Kafama çok takıldı." diyen Melek'i ve Mir Beyaz'ı el ele görünce yanlarında kendimi beş yüzüncü defa sap gibi hissettim. Yürümeye başladık. "Hadi sen avukatsın," Beni gösterdi. "Sen de polissin." Kaşları çatıldı. "Ben ne alakayım?"

"Aşkım sen de mimarsın." diyen Mir Beyaz'ın zekâ seviyesi Koray'ınkinin bile altına inmişti.

"Onu mu diyorum ben aşkım?" diye soran Melek'in ses tonu o kadar komiğime gitmişti ki kahkaha atmamak için kendimi çok zor tutmuştum. "Hani sizin mesleklerinizin ortak bir noktası var ya... Suçlular, savcılar, hakimler... Ben çok alakasız duruyorum."

Mir Beyaz'ın verdiği nefes, soğuktan dolayı buhar gibi görününce kaşlarım çatıldı. "Üçümüzün ortak noktası..." diyerek arabanın yanında durdum. Mir Beyaz arabanın kapısını açıp beni dinlemeden binince Melek'le baş başa kaldık. "Doğum günümüz." diye fısıldadığımda Melek oflamaya başladı.

"Ya gerçekten bir mum üfleyemedik ya!" Ön koltuğa doğru yürüdü. Arka kapıyı açarken düşünmeye ve kurmaya başladım ama hiçbir senaryo mantıklı gelmedi. Muhtemelen basit bir davaydı.

⚖️

18 EYLÜL 2026, 00.50, İSTANBUL

Emniyete geldiğimizden beri bizi boş bir odaya tıkmışlardı; karşımda iyi giyimli ve elinde tesbih sallayan kirli sakallı, kalıplı bir adam oturuyordu. Etrafa öylesine öfkeli bakıyordu ki Melek de ben de garipseyerek birbirimize bakmaktan başka bir halt etmiyorduk. Odada şu an için üç kişiydik, muhtemelen daha gelmesi gerekenler ya da gelip ifade verecek olanlar vardı. Sürekli bir yönlendirme söz konusuydu ve emniyetin içinde çok fazla koşuşturma mevcuttu.

Cinayet bürodaydık. Boş bir odada, yan yana dizilmiş koltuklarda oturuyorduk ve gece saatlerindeydik.

Kim bilir ne olmuştu yine...

Kapı aralanınca gözlerim ileriye doğru döndü. Kot pantolonlu, beyaz tişörtlü bir kadın elindeki açık pembe ve kadife ceketini sıka sıka yanımıza doğru yürümeye başladı. Bembeyaz spor ayakkabılarını gördüğüm an bacaklarının titrediğine de şâhit olunca kadınla göz göze geldik. Sarıya boyadığı kumral ve düz saçlarını arkadan kabaca toplamıştı, belli ki çok hızlı hazırlanmıştı.

Acaba annem laf atmakta haklı mıydı? Ben çok mu süslüydüm?

Sarı saçlı kadın düşüncelerimden sıyrılmamı sağlayarak bana bakıp gülümsedi ve tesbih sallayan, kambur bir şekilde oturan adamın koltuğunun en uzak köşesine geçti. Kalıplı ve tesbih tutan adam, kapıya yakın bir yerde oturduğundan dolayı sarı saçlı kadın benim epey yakınımdaydı.

Melek öksürerek "Affedersiniz, siz neden geldiniz?" diye sordu benim dışımdaki iki vatandaşa bakarak. "Sizi de mi emniyete çağırdılar? Pardon... Biraz saçma oldu soru. Sizi de mi Erkin Gümüşpala adındaki savcı buraya çağırdı?"

Sarı saçlı kadının ela gözleri bana dönünce "Şey," dedi korkarak. "Beni polis memuru bir arkadaş arayıp ifade vermem gerektiğini söyledi. Apar topar geldim."

Melek'le birbirimize bakarken iyice işkillenmeye başladım. "Adınız ne peki?" diye sordum, tanıyıp tanımadığımı öğrenmek için. "Ve avukat mısınız?" Hiç avukata benzemiyordu fakat yine de Melek'in dediği gibi mesleklerimizin birbirine benzeyip benzemediğini anlamak için sormuştum bu soruyu.

Kadın hızlıca kafasını sallayarak "Hayır, ben doktorum..." dedi titreyen sesiyle. "Ve hayatımda ilk defa emniyete geliyorum. Adım Elif, memnun oldum." Elini uzatınca sıkmak için elimi uzattım. Doktor olması iyice işleri karıştırınca elimi geri çekerek arkama yaslandım. "Peki siz?" Aynı zamanda bizimle asla muhatap olmayan kaba saba adama da dönüp sormuştu bunu. "Siz de mi o şekilde geldiniz?"

"Ben ve arkadaşım da aynı şekilde çağrıldık ama nedenini bilmiyoruz. Önemsiz bir mevzu olduğunu düşünüyorum." Gülümsedim. "Korkmayın yani... Bizim arkadaşımız bu büroda polis memuru, adı Mir Beyaz. Ona da bilgi verilmedi, o da çağırıldı... Anlamadım."

Tesbih sallayan ve kalıplı vücudunu bu sefer doğrulmak için kullanan adam, "Pardon, Mir Beyaz mı dedin?" diye sordu kaşlarını çatarak. Sesi de görünümü gibi kaba çıkmıştı. Kafamı sallayınca "Ben o ismi bir yerden duydum ama nereden?" diyerek ayağa kalktı. Ayağa kalkınca ben, Elif Hanım ve Melek geriye doğru yaslandık.

Mir Beyaz'ın adı başkasında olamaz mıydı yani? Ne yaşıyordu bu adam?

"Peki siz kimsiniz?" diye sordum kolumu sıkan çantamı kucağıma atarak.

"Ben Menderes İnegöl, memnun oldum ama iş karışık bir şeye benziyor, yani memnun olmadım da aynı zamanda." Melek'i işaret etti. "Ayrıca gözüm seni bir yerden ısırıyor. Ne oluyor ya?" Kafasına hafifçe vurdu. "Deja vu yaşıyormuşum gibi hissettim." Bana döndü. "Senin adın neydi?"

"Miray Hilde Lalezar." dedikten sonra Melek'i işaret ettim. "Kendisini televizyonda görmüşsündür."

"Ben televizyon seyretmem." diyen adamın tok sesi, bu sefer yüksek çıkmıştı. Tesbihini ceketinin içine koyup tekrardan bekleme koltuğuna oturdu. "Beni de gece gece Bursa'dan alıp buraya getirdiler, rezillik. Hayır yani, annemgil endişelendi, olan bize oldu."

Az önce doktor olduğunu öğrendiğim Elif, merakla Melek'i izleyince Melek'i işaret ettim ve "Kendisi Ümit Haldun İnal'ın kızı, Melek İnal." deyip Menderes denen kaba adama diktim gözlerimi.

Menderes Bey anında Melek'e döndü ve "Yok artık..." diye fısıldadı. "Güzel Rabbim, emniyetin de iyisini nasip etmedin, değil mi? Gerçi emniyetin iyisi mi olur... Millet bizimle dalga geçiyor ya..."

Bu adamı pek anlayamıyordum ama sanırım sıkıntı benim antenlerde değildi.

Elif Hanım gözlerini fal taşı gibi açıp gülümsedi. "Annem Ümit Haldun İnal'ı destekliyor ama ben pek siyasetle ilgilenmem, o yüzden görmedim daha önce sizi."

Melek, ne diyeceğini bilemeyerek bir süre kadının yüzüne baktı. "Anladım." dedi en son.

Odanın içinde dört kişiydik ve o kadar alakasızdık ki sohbet bile edemiyorduk. Elif Hanım ve en yakın arkadaşım Melek neyse de Menderes Bey hiç benlik bir tip değildi. Ayrıca tesbihini de öyle iman için yanında bulundurduğunu hiç zannetmiyordum, adam resmen sadece sallıyordu. Muhtemelen serserinin tekiydi.

"Aynen, benim babam da Obama." Menderes Bey, yersiz esprisini yaptıktan sonra kahkaha atıp kendisini kapıya doğru çevirdi.

Kaşlarımı çattım ve "Pardon, yersiz esprilerinizi kendinize saklarsanız çok mutlu oluruz." diyerek Elif Hanım'a döndüm. Kadın korkudan tir tir titremek bir yana dursun kendisini o kadar sıkıyordu ki hayretle bakakalmıştım. "Elif Hanım, siz de rahat olun. Birazdan gelirler."

"Hı hı," diyen Menderes Bey, yüzünü hafifçe bana çevirdi. "Ben daha önce sekiz kez ifadeye çağrıldım, beş tanesinde beni evden aldılar ta İstanbullara... Anamgil perişan... En az yirmi dört saat emniyetteyiz."

Yutkunduğum an Melek, "Sekiz kez mi?" diye sordu yüzünü ekşiterek.

Gözlerim kısılınca Melek'e doğru "Zaten serseri olduğu üstünden başından belli değil mi?" diye fısıldadım. Elif Hanım da Menderes Bey de duymamıştı.

Elif Hanım, "Ben neden buradayım acaba?" diye sordu kendi kendine. "Ben hiç suça bulaşmadım. Buraya çağırıldığımda hastalarımdan birisi hakkında bilgi alınacak zannettim ama ifade için bekletilince belki hastalarımdan birisi suç işlemiştir, diye düşündüm. Ben... Silah bile görmedim hayatımda." İspatlamak ister gibi kafasını salladı. "Kusura bakmayın, biraz korktuğum için boş konuşmuş bulundum ancak ben gerçekten ilk defa böyle bir şey yaşıyorum. Siz sanırım arkadaşsınız, yan yana olduğunuz için pek korkmuyor olabilirsiniz ama benim kafamdan neler geçiyor, bir bilseniz..."

Menderes Bey bıkkınlıkla "Öf..." diyerek ayağa kalktı. "Komiser!" Kapının pervazına çıkınca ben, Melek ve Elif Hanım birbirimizle bakıştık. "Ne zaman alınacak bu ifade? Hey!"

Elif Hanım'a dönerek "Ya siz neden bu kadar korktunuz ki? İsterseniz ifade boyunca yanınızda olabilirim, avukatım ben." deyip ellerini tuttum. Buz gibiydi.

Elif Hanım'ın titremesi bir türlü geçmedi. "Yani ben..." Dudakları da titremeye başladı. "Biliyor musunuz, annem benim doktor olacağıma hep inandı ama aklında hep bir tereddüt vardı." Menderes Bey de bu tarafa dönüp Elif Hanım'a bıkkınlıkla baktı fakat Elif Hanım onun bakışını görmedi. "Ben titrermişim, hatta fakültede bana elin neşter tutamaz senin, derlerdi. Ama Allah'ın mucizesi... Hiçbir ameliyatımda ellerim titremedi. Ben korktuğumda hep titrerim, heyecanlandığımda da... Hatta biliyor musunuz..."

Kapının ardından bir gölge belirince o yöne döndüm. Saçı başı dağınık, üzerinde beyaz bir tişört ve renkli bir hırka olan, burnunda ve dudağında deşilmemiş yer kalmayan, beyaz tenli ve sportif giyimli bir adam gelmişti. Rahatlığından ödün vermiyordu; bu, koyu mavi kargo pantolonunun üst cebine soktuğu iki elinden belliydi.

"Merhaba," Sesi biraz inceydi. "Eee, siz polis misiniz?"

Menderes'le yan yana durduklarında Menderes, yeni gelen adamı dövecek diye korkmadım değil. Öldürecekmiş gibi bakıyordu.

"Polise benzer bir hâlimiz mi var kardeş?" diye soran Menderes'in kaba sesinden sonra Melek'e doğru döndüm. Melek kafasını olumsuz anlamda sallayarak Menderes'i işaret ediyordu.

"Miray," diye fısıldadı kulağıma doğru.

"Efendim?" deyince beni kendisine çekti fakat konuşmasına fırsat bile olmamıştı.

"Bu adam neyin kafasını yaşıyor?" diye fısıldadı, Menderes Bey'i gözleriyle işaret ederek ama konuyu tam anlayamadığım için sessiz kaldım.

"Pardon..." diye mırıldanan yeni gelen rahat adam, Elif'in yanına oturdu. Menderes ona hâlâ öldürecekmiş gibi bakıyordu. "Sizi de mi savcı çağırdı, ifade için? Beni direkt buraya fırlattılar, sanırım mevzu var..." Adam kahkaha attı. "Bir hapse girmediğim eksikti hanımlar, o da olursa şaşırmam!"

"Sizi de Erkin Gümüşpala mı çağırdı?" diye sordum odanın hâkimiyetine sahip olmak için. Hatta sırf bu yüzden ayağa kalktım ve Menderes Bey'in dibinde durdum.

Rahat adam, "Vallahi pek dinlemedim, hatta telefonu birkaç kez yüzlerine kapatınca kapıma dayandılar. Daha doğrusu barıma... Benim barım var, isterseniz çıkışta gelin, takılalım..." dediği an Menderes Bey ile aynı anda o yöne döndük.

"Bu ne diyor ya?" diye sordu Menderes Bey, elini havaya kaldırıp. "Sen kimsin kardeşim senin barına geleceğim?"

Koltuğa yayılan rahat adamın rahatlığı asla geçmezken "Jack Ogün Yılmaz ben, memnun oldum!" diyerek gözlerini kırptı. Renkli ceketinin cebinden güneş gözlüğünü çıkarıp dağınık saçlarına takan adam, bu kez bana dönüp "Arkadaş biraz..." deyip göz kırptı, Menderes Bey'i kastetmişti. "Sanırım sinirlisi. Ama ben anladım bir tek. Hiç belli etmiyorsunuz."

Menderes'in dişlerini sıktığını çenesinden anlarken "Menderes Bey, lütfen siz de oturur musunuz? Bakın, Doktor Hanım korkuyor, titriyor hâlâ..." diye söylendim. "Jack Ogün?" Rahat adam bizden yaşça küçük görünüyordu, boyu da pek uzun değildi, en azından az önce Menderes Bey'in yanında cüce gibi kalmıştı.

"Buyurun?" diye soran Jack ki muhtemelen takma adıydı, sırıtmaya devam etti.

"Siz yabancı mısınız?" diye sordum adını kastederek.

"Yok, yani hayır ama şey, evet." dediği an kıkırdamaya başladı. "Bakın, benim babam Türk ama babaannem İspanyol." Gözlerim kısılınca Melek'e ve Elif'e doğru döndü Jack. "Annem İngiliz ama annemin annesi Türk." Kahkaha attı. "Böyle söyleyince biraz garip durdu, değil mi? Bizde vatandaşlık çok var ama Türkiye'yi bırakamıyorum açıkçası. İkizim var hatta, Isabelle." Otuz iki diş sırıttı. "Biz İzmit'te doğmuşuz yanlışlıkla."

Kaşlarım çatıldı. "Aaa!" dedi Elif Hanım heyecanla. "Ben de İzmitliyim!"

Menderes Bey koluma hafifçe dokundu. "Ben de İzmit'te doğdum?"

Elif Hanım'a dönünce kafasını salladı hevesle. "Hepimiz İzmitli miyiz? Acaba bu İzmitli olmakla alakalı bir dava mı?"

Menderes Bey, "Tövbe estağfurullah... Hanımefendi ne alaka? Muhtemelen birisi benim üzerime yine bir cinayet suçu attı, sizi de süs olsun diye çağırdılar. Siz sabahtan beri buraya geldiğinizde bir işe yarayacağınızı mı düşündünüz?" diye patladığı an küçümser bir bakış attım.

"Siz kimsiniz de birileri sizin üzerinize cinayet suçu atsın Menderes Bey? Ayrıca emniyetteyiz, biraz sessiz mi konuşsanız? Lütfen kaba davranmayın artık. Saçmalıyorsunuz." Henüz kaldırdığımı yeni fark ettiğim işaret parmağımı indirdiğimde Menderes'in gözleri kısıldı. "Ne o? Beğenemedin mi cümlelerimi?"

Jack denilen rahat adam "İzmit ile nasıl bir bağlantısı var, bilemem. Gerçi ben pek karakolluk olmam ama arada barımda kavga çıktığında gitmek zorunda kalıyorum, bir de bazen gece geç saatlerde ses problemi oluyor..." dediği an sesli bir nefes verdim. "Sonra barın bulunduğu caddedeki komşularımız şikâyet ediyor." Söylediği cümlelerde çok fazla duraksayan Jack denen adam, çok büyük ihtimalle sarhoştu. Aksi takdirde bu kadar boş konuşmasını beynine bağlamak zorunda kalabilirdim.

"Bir saniye!" diye bağırdım dayanamayarak. "Buradaki herkes İzmit'te mi doğdu?" Herkes kafasını salladı, Menderes Bey hariç. "Siz de İzmit'te doğdunuz ama Bursalısınız, anladık." Düşünmeye başladım ve Menderes Bey'e koltuğu işaret ettim. "Lütfen oturur musunuz?"

Jack sırıtarak "Ne oluyor ya?" dediği an sinirden gözlerimi yumup geri açtım. "Eee yani? Ya bu İzmit'le alakalı bir durum olsa ikizim Isabelle'i de çağırırlardı, o yüzden siz eleyin bunu."

"Ha, ikizin vardı, doğru..." Kaşlarım çatıldı. "İkiniz de İzmit'te doğdunuz, mantıken..." diye sesli düşündüğüm an Menderes Bey'in kısık gözleriyle göz göze geldim. "Ne var? Hem oturur musunuz artık? Bakın, bekleme koltuğu var."

"Yok, ikizlerden biri İzmit'te, diğeri Mardin'de doğdu..." diyerek sözde dalga geçtiğini zannetti ama kendi topuğuna sıktı. "Ayrıca madem bekleme koltuğu var, o hâlde sen otur avukat. Fazla da boş yapma."

Hayretle dudaklarımı aralarken kapının arkasında beliren Mir Beyaz'ı ve hemen arkasında da kırk yılda bir gördüğüm o kişiyi görünce kalbim ağzıma geldi. İstemsizce iki adım geriye attım ve Melek'e döndüm.

Varan Alp buradaydı.

Melek ayaklandığı gibi "Varan Alp? Sen de mi geldin?" diyerek kuzenine doğru yürüdü ve yanında durup koluna sarıldı. Varan Alp bile geldiyse muhtemelen ya doğduğumuz hastaneyle alakalı bir durumdu ya da yangınla. Aklım hayalim almıyordu bu saçmalığı! Bizi neden toplamışlardı buraya ya?

Varan Alp önce bana, sonra odadaki diğer kişilere göz ucuyla baktıktan sonra Melek'e döndü. "Evet, bugün geldim." dedi sessizce.

"Ya Varan Alp, beni ve Miray'ı da çağırdılar... Anlamadık..." Varan Alp'le göz göze geldiğimiz an gözlerimi kaçırarak bekleme koltuğuna doğru yürüdüm. Kalbim hâlâ hızla çarpıyordu ve kendime sinir olmuştum. Bu adama karşı mahcubiyet mi deseydim, rezillik mi deseydim... Bu tür nahoş duygular muhtemelen ömrümün sonuna kadar geçmeyecekti.

Ve aslına bakarsanız yaptığım da hiçbir şey yoktu.

Bence.

Yani bazen öyle geliyordu.

Varan Alp odanın içine tamamen girince Melek, kolundan ayrıldı. Bekleme koltuğunun yanında, ayakta dikildim. "Biliyorum..." dedi Varan Alp, Melek'e doğru. Çok kısık konuştuğundan dolayı onlara bakmak istemiyordum, zemine bakıyordum yalnızca.

Mir Beyaz yanıma doğru yürüdü, bekleme koltuğuna oturdu ve "Miray," dedi yanını işaret ederek. "Otur istersen."

Kafamı olumsuz anlamda sallayarak oturmak istemediğimi belli ettim. Mir Beyaz önce Varan Alp'e sonra bana döndü, ardından tekrardan Melek'in olduğu yöne doğru baktı, kalkıp yanlarına yürüdü. Odanın diğer ucundalardı.

"Avukat," diyen Menderes Bey'in sesi o kadar yüksek ve kaba çıkmıştı ki odaya henüz yeni giren Varan Alp ile Mir Beyaz anında ona doğru dönüp kaşlarını çatarak kaba herife gözlerini dikmişti.

Pek konuşmak istemesem de bana bön bön baktıkları için "Efendim?" dedim dişlerimin arasından.

Jack, yani rahat olan adam "Sen hayırdır avukat ya? Dilini mi yuttun? Az önce esip gürlüyordun..." deyip sırıtınca Menderes ayağa kalktı.

"Sen de benimle ifadeye gir de çabuk çıkayım." Dışarıyı işaret etti. "Hadi. Benim avukat yurt dışına çıktı, vekâleti kestik." O kadar kaba konuşuyordu ki şok olmuştum.

Odadaki herkesin gözü benim üstümdeydi. "Başka emrin var mı?" dediğim an Mir Beyaz direkt bu tarafa doğru yürüdü, Menderes ile aramda durdu.

"Kardeşim sıran gelince seni çağıracaklar, istersen avukat çağırılır barodan. Hadi, otur şimdi yerine." deyip bekleme koltuğunu işaret etti.

Menderes olduğu yerde dikilip Mir Beyaz'ı incelerken "Sen komiser misin?" diye sordu.

Mir Beyaz, normalde olduğundan daha öfkeli bir şekilde "Otur kardeşim yerine, Allah için ya... Sorguda mıyız?" deyip Menderes'in karşısında durdu. "Bir dakika lan..." Kaşları çatıldı. "Ben seni nereden tanıyorum?"

Menderes'in gözleri kısıldı. "Bak, avukat..." Mir Beyaz'ı işaret etti. "Siz inanmadınız ama ben söyledim, adı tanıdık diye. Mir Beyaz'sın sen, değil mi?"

"Evet." dedi Mir Beyaz da tuhaf bir sesle.

Elif öksürdüğü an ona döndüm ve "Sen hâlâ titriyor musun ya?" diye sordum merakla. Az önceki sohbet sonlanmıştı.

Elif kafasını sallayarak "Benim ilk adım zaten Lerzan. Lerzan da 'titrek' demek." dediğinde sol kaşım havaya kalktı. "Adımı doktorum koymuş, sezaryen doğmuşum ve... Çok titriyormuşum doğduğumda." Odadaki herkes Elif'in titreyen sesine odaklanmıştı. "Ama beyaz önlüğe tutunmuşum, biliyor musun? Bu kız doktor olacak, demişler." Sanırım korktuğunda da saçmalıyordu.

Menderes kafasını kaşırken "Ulan bu hikâye de bana bir yerden tanıdık geliyor ama nereden?" deyince Mir Beyaz'la, Melek'le ve Varan Alp ile tek tek bakıştım.

"Lerzan..." diye mırıldandım ve gülümsedim. "Bir dakika ya..." Jack'e döndüm. "Sen ikizinin gelmeyeceğinden emin misin? Çünkü bariz belli ki biz hepimiz aynı hastanede, aynı gün doğan insanlarız. Lerzan'ın anlattığı hikâyeyi de annem bana hep anlatırdı hatta siz de biliyorsunuz muhtemelen..." Melek'i, Mir Beyaz'ı ve Varan Alp'i işaret ettim.

Jack umursamaz bir tavırla "Benim doğum günüm geçti vallahi, dündü." deyince kaşlarım çatıldı.

"Hepimizinki dündü, yani saatler önceydi zaten..." deyip odadaki diğer arkadaşları işaret ettim. Lerzan yani Elif, merakla doğrulup herkesi tek tek inceledi. "Ama asıl sıkıntı," Göz ucuyla Varan Alp'in olduğu yöne döndüm, muhtemelen neler döndüğünü biliyordu, sonuçta savcıydı. "Neden seneler sonra kuvöz arkadaşlarını yan yana topladılar? Sıkıntı burada..."

"Hayda..." dedi Menderes iki elini birbirine çarparak.

Kapandığını bile fark etmediğim kapı aniden açıldı ve davanın savcısı Erkin Gümüşpala sonunda yanımıza uğramayı akıl etti. Gözleri önce Varan Alp'i, ardından bizi buldu.

Hepimize tek tek baktıktan sonra "Merhaba," dedi sert bir sesle. "Öncelikle geçmiş doğum gününüzü kutlarım." Sinir bozukluğuyla gülümseyerek bekleme koltuğuna oturdum. Savcı, Jack'i işaret ederek "Senin kız kardeşin nerede? Haberleşerek gelmediniz mi?" diye sorunca Jack duruşunu dikleştirdi.

"Yo..." dedi kısaca.

Erkin Gümüşpala sertçe "Düzgün otur," deyince Jack gerildi ve daha da dikleştirdi duruşunu. "Ara kız kardeşini, gelsin."

"Savcım! Isabelle Yılmaz da geldi." Kapının ardından gelen sesle beraber kapı aralanınca sarışın, mavi gözlü, manken gibi bir kadın topuklu ayakkabılarını çarpa çarpa odaya girdi. Üstündeki beyaz kürk ve pembe elbisesiyle tam bir Barbie gibi görünürken Jack'i gördüğü an sırıtmaya başladı.

"Twin..." diyerek Jack'e sarılan Isabelle'i gördüğüm an Mir Beyaz'la göz göze geldik. Bizim gibilerdi fakat daha Avrupai görünüyorlardı. "Sen ne ara geldin?"

Gözlerim sonunda ikisinin giderdiği hasretten sekip Varan Alp ile Erkin Savcı'ya döndü, arkada dönen her neyse daha da meraklandım ve sessizce konuştuklarından ötürü dudaklarını okumaya çalıştım.

İki dakikanın sonunda da hiçbir şey anlamadım fakat yakın arkadaş gibilerdi.

"Sayın Savcım, ifadeye alabiliriz arkadaşları." diyen ses tanıdık gelince kafamı çevirdim. O sırada Mir Beyaz'la Menderes Bey'in konuştuğuna şâhit oldum ancak dikkatim dağıldığı için ayağa kalkıp savcıların yanına yürüdüm.

Oda epey kalabalıktı ve herkese bakamıyordum.

"Korhan Amir?" diyerek tanıdık gelen sese seslendiğimde gerçekten de Korhan Amir'i görünce sevinip gülümsedim. Dışarıya adımımı atacaktım ki Erkin Savcı kolunu önüme doğru uzattı, yürümeme engel oldu ve kaşlarını çatarak konuşmaya başladı:

"Hayırdır, nereye?" Erkin Gümüşpala'nın yanında dikilen Varan Alp'e bakmayı ihmal etmeden gözlerimi diktim.

Kolumu geri çekip "Bu odadan çıkmak yasak değildir diye düşünmüştüm Sayın Savcım." diyerek geriye çekildim. "Nezarette olmadığımıza göre?" Gülümsedim.

Erkin Gümüşpala, Korhan Amir'e beni işaret etti. "İlk olarak avukatı alalım ifade için."

Yüzüm düşer düşmez arkamı döndüm, Mir Beyaz'ı aradı gözlerim. Mir Beyaz tam da tahmin ettiğim gibi "Amirim ben yabancı sayılmam, ilk beni alabilirsiniz." deyince sesli bir nefes vererek geriye çekildim. "Savcım, sizin de müsaadenizle..."

Erkin Gümüşpala, sert mizacıyla Mir Beyaz'a geriyi işaret etti. "Önce avukat, sonra sen." Demek o da beni hatırlamıştı.

Menderes itiraz ederek "Savcım ben de bir ifade verip çıksaydım hemen?" dediği an Erkin Savcı kapıyı Korhan Amir'in üzerine sertçe kapattı.

"Bakın!" Dibimden geçip odanın ortasına ilerleyince Varan Alp'le aramızda boşluk kaldığı için göz göze geldik, hemen gözlerimi kaçırdım. "Ya tehlikedesiniz ya da tehlikesiniz, hiçbir fikrim yok! İfade almadan bu odadan çıkmayacaksınız, ifade sırasını savcıya ya da komisere pazarlık teklifi yapar gibi öğretmeyeceksiniz ve sessizce bekleyeceksiniz!" Sertçe bana döndükten sonra "Avukat, dışarı çık ve amirle beraber ifade odasına yürü, rica ediyorum, hadi." deyince sinirden dişlerimi sıksam da ileride bana çatmaması için sesimi çıkarmadım.

Odadan çıkar çıkmaz Korhan Amir'i karşımda görünce "Bu ne ya?" diye fısıldayıp kapıyı kapattım.

Korhan Amir, esefle kınar gibi kapattığım kapıya bir süre bakakaldı. "Çok sinirli."

"Benmişim ilk kurban..." deyip ifade odasına doğru yürümeye başladım, Korhan Amir de benimle beraber yürüdü. "Artık sıra da ne fark ediyorsa?" Gözlerimi devirdim. "Adam iki dakikada taktı bana, ruh hastası..."

Korhan Amir, "Nedenini az sonra anlarsın bu sinirin." deyip ifade odasının kapısını açtı. İçeriye girdik, masaya oturdum ve Korhan Amir de karşıma geçti. Üç dört dakika kadar Erkin Gümüşpala'nın gelmesini bekledik.

Sonunda da geldi.

"Evet," deyip Korhan Amir'in yanına geçti Erkin Savcı. "Miray Hilde Lalezar. Avukat ister misin, diyeceğim ama garip olacak. Yine de hakkın var. İfade alacağım..." dedi zaten bildiğim şeyleri bana söyleyerek. "Söylediğim sorulara cevap verdikten sonra gidebilirsin."

Mavi gözlerindeki sert bakışlar aşırı irite etse de gözlerimi devirmemek için çok büyük bir çaba sarf ettim. "Gerek yok avukata." dedim kibar olmaya çalışarak. "Buyurun."

"Dün gece 01.00-02.00 arasında neredeydiniz?"

Aniden bu tür bir soruyla karşılaşınca kaşlarım çatıldı ve düşündüm. "Uyuyordum, evdeydim..." Kafamı kaşıdım. "Pardon, saat iki gibi uyudum sanırım. İkiye kadar da ablamla dertleştim, kendisi evlenecek de..."

Savcının yüz ifadesi anında değişti. "Evdeydin." diyerek kısa kesti. "17 Eylül 2016 yılında trafik kazası geçirmişsin. Doğru mudur?"

Ellerim titremeye, kalp atışlarım hızlanmaya başladı. "Doğrudur." dedim ve yutkunarak masaya bakmaya devam ettim.

"Biraz detaylı anlatır mısın?"

Birkaç saniye o anları düşündükten sonra dişlerimi sıkmaya başladım. "Bisiklet sürüyordum," Gözlerim doldu fakat ağlamamak için birkaç saniye direndim. "Bir kamyonun bana doğru hızla geldiğini görünce telaşla yolun diğer tarafına geçtim, sonra da araba çarptı. Daha doğrusu sağ bacağım oldukça ezildi."

"Geçmiş olsun." dedi Erkin Gümüşpala geçiştirerek. "Kamyonla sana son hız yaklaşan aracın sahibini o dönem şikâyet etmemişsiniz. Yolun diğer tarafına geçtiğinde sana çarpan araç, hatasızmış ama kamyon bariz bir şekilde hatalı. Niçin şikâyet etmediniz?"

Dudaklarım aralandı ve sesli bir nefes verdim. "Reşit olduğum gündü 17 Eylül 2016, aklım ermiyordu, zaten ne plakasını görmüştüm ne de süren kişiyi... O dönem kimseyle muhatap olacak bir ruh hâline sahip değildim, sonsuza kadar yürüyemeyeceğimi bile düşünmüştüm. Bu nedenle hiç ardına düşmedim... Eminim on sekiz yaşındaki bir kız çocuğunun ruh halini anlatabilmişimdir..." Kendimi serbest bıraktım ve gözlerimi savcıya diktim. "Ailem de ben de kötü bir dönem atlattık. Bu yüzden de peşine düşmedim. Kasti olduğunu da düşünmedim. Şimdiki aklım olsa evet, şikâyetçi olup peşine düşerdim... Ailem de o dönem çok yıpranmıştı, aslında kamyonun kime ait olduğunu ya da kimin kullandığını araştırmaya çalışmışlar ama elle tutulur bir sonuç çıkmamış. Biz de uğraşmadık."

Çok soğuk bir adamdı, bunu hiç değişmeyen yüz ifadesinden anlayabiliyordum.

"Tamamdır Miray." Önündeki dosyayı inceledi. "Turgay Işık'ın adını daha önce duydun mu, kendisini tanıyor musun?"

Düşündükten kısa bir süre sonra kafamı olumsuz anlamda salladım. "İlk defa sizden duydum."

"Peki ya İnan Erkoç? Tanıdık geliyor mu?"

Gözlerimi belerttim ve kafamı sallamakla yetindim. "Geçen sene öldürülen adam İnan Erkoç ise eğer evet, daha önce duydum adını ama kendisinin adını da ilk kez geçen sene duymuştum."

Birkaç saniye yüzümü inceleyen savcı, "Geçen sene doğum gününde öldürülen adamla doğum gününüzün aynı olmasının peşine düşmedin yani? Bu sende hiç mi merak uyandırmadı?" diye sorunca kaşlarım çatıldı.

"Doğum gününde öldürüldüğünü bilmiyordum, sadece öldürüldüğünü duydum." dedikten sonra sesli bir nefes verdim. "Savcım saydığınız isimleri tanımıyorum ve işinize karışmak gibi olmasın ama arkadaşlarım da tanımıyor... Bizim bir ilgimiz yok."

Erkin Gümüşpala sözümü keserek "Turgay Işık da sizinle aynı gün, aynı hastanede doğmuş." deyince elim ayağım boşalır gibi oldu. Stres altında olduğum için neden toplandığımızı unutmuştum; hem Varan Alp'i görünce yaşamıştım bu hissi hem de Erkin Savcı bana sert davranınca. Muhtemelen doğum günümüzde doğan kim varsa öldüren bir katil söz konusuydu.

"Şu an düştü jeton." diyerek kafamı işaret ettim.

Korhan Amir sessizliğini bozarak "Savcım, Miray'ın tanığı da var o gece için... Seray Lalezar." deyince ona bakarak gülümsedim.

Erkin Savcı kafasını salladıktan sonra "Geçen sene doğum gününün gecesinde ne yapıyordun?" diye sorunca düşündüm. "İnan Erkoç öldürüldüğünde."

"17 Eylül 2025 gece saatlerinde evdeydim, aynı şekilde. Bu sefer uyuyor olmam kuvvetle muhtemel."

Erkin Savcı, "Peki, tamamdır avukat." dedi. "İfade sonlanmıştır, Korhan Amir. Bir sonraki ifadeye Mir Beyaz Komiser gelsin."

"Emir anlaşıldı Sayın Savcım." diyen Korhan Amir ayaklanınca ben de ayağa kalktım.

Üçümüz de ifade odasından çıktık, koridorda durunca Korhan Amir herkesin beklediği odaya doğru yürüdü ancak Erkin Savcı olduğu yerde kaldı.

"Savcım," diye seslenince bana döndü. "Dava için daha fazla bilgi almam mümkün mü?" diye sordum umutsuz bir tınıyla.

Erkin Savcı cevap vermeyince ifade odasının kapısı tekrardan açıldı, daha doğrusu izleme odası açılmıştı; içeriden Varan Alp çıktı. Sorum cevapsız kalınca öylece koridorun ortasında dikildim.

"Ha Varan Alp," diyen Erkin Savcı, umursamaz bakışlarını üzerimden çektikten sonra Varan Alp'in yanına yürüdü. "Burada mıydın?" dediğini duydum en son çünkü ikisi de benden uzak bir noktaya doğru yürüyüp durdular.

Varan Alp neden izleme odasındaydı ki?

Davanın savcısı olmamasına rağmen ve gizlilik kararı çıkarılmasına rağmen başka bir savcının davasının ifadelerini dinlemesi ne kadar etikti?

Kaşlarımı çatarak yanlarına yürüdüğümde Erkin Savcı'nın kuracağı cümle yarıda kalmıştı. "Pardon?" diyerek aralarına girdim. İkisi de bana bön bön bakıyordu ve bu hiç hoşuma gitmemişti. "Siz davanın savcılarından olmamanıza rağmen az önce benim ifademi mi dinlediniz?" diye sordum Varan Alp'e dik dik bakarak.

Erkin Savcı sırıtarak "Pardon, avukat... Bu kanıya nereden vardınız?" diye sorunca Varan Alp'in koyu kahve gözlerinin içine bakmaya devam ettim.

Sessizlik yemini mi ettin be?

Hep böyleydi. Ablamın istemesinde, nişanında hatta eniştem ve ablam çay içmeye gittiklerinde Varan Alp'le yan yana kalmamıza rağmen bir kelime olsun konuşmamıştı benimle. Abisiyle ablam evleniyordu, hâlâ düşmandı bana.

Sesli bir nefes vererek "Sayın Savcım, bu hiç etik değil." deyip zorla da olsa gülümsedim. "Kendisi davanın savcısı olmamakla beraber ifadesi alınacak bir şüphelidir." Bunu bir savcıya söylemek garip durduğundan düzelttim. "Yani şüpheli değildir, ifadesi alınacaktır ve benim ifademi dinlemeye de pek hakkı yoktur."

Erkin Savcı "Yok artık..." diye neredeyse fısıldadı. "Bizim buradaki nihai amacımız sizlerin ölmeyeceği bir doğum günü yaratmak, Avukat Hanım. Biliyorsunuz, değil mi?"

"Aksini iddia etmedim, Sayın Savcım." Varan Alp'i işaret ettim. "Kendisi de 17 Eylül 1998, İzmit Seka Devlet Hastanesi doğumlu olduğundan ifadesi alınacaktır. İfadesi alınacak olan şahıs, Cumhuriyet Savcısı olsa bile, ifade odasının dışında durmalıdır."

Erkin Savcı şakaklarını tuttu ve gözlerini üstümden çekip ileriye doğru çevirdi. "Komiser, içeri geç." Arkamı dönünce Mir Beyaz'ı ifade odasına aldıklarını gördüm, sanırım birazdan Mir Beyaz'ın ifadesine girecekti. Erkin Savcı'ya döndüğüm an "Varan Alp, sen de bir daha lavaboyu kullanma. Sonra ifade odası zannedip bize patlıyorlar." dediğinde iki adım geriye yürüdüm.

Gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Ne? Lavabo mu?"

Mir Beyaz yanımdan geçerken "Balım orası erkekler için, kadınlar için arka taraf..." diyerek beni yanlış anlayınca Varan Alp'in bıyık altından güldüğüne şâhit oldum.

Rezil olmuştum.

Seneler sonra yeniden.

Erkin Savcı da Korhan Amir de ve ne yazık ki Mir Beyaz da ifade odasına girince Varan Alp ile koridorda yalnız kaldık.

Pardon, bir de benim rezil rüsva olan yerin dibindeki yansımam mevcuttu.

"Kapılar dip dibe ya..." diyerek gülümsedim fakat o gülmüyordu. Saçları bir tık uzadığı için normal hâlinden daha genç görünüyordu. Üstündeki ceketi beğenmiştim. "Ben ifade odası zannettim. Hukukçu damarı işte, tutunca tutuyor. Ama..." Erkin Savcı'nın gittiği yönü işaret ettim. "Çok iyi bir arkadaş seçimi."

Daha fazla rezil olmamak için sustum ve duvara yaslandım.

O ise sadece "Görüşürüz." dedi. Daha sonra koridoru terk etti.

Öylece kalınca Varan Alp'i taklit ettim: "Gırışırız!" Neyse ki beni duymamıştı.

 

-

 

Bu sorular kafanızı meşgul etmiş olabilir.

 

⚖️

Varan Alp ismi çok garip geliyor.

Muhtemelen iki ismin aynı anda kullanılması çoğunuza tuhaf gelecektir. Varan, diye bir erkek ismi var ve sanırım henüz Türkiye'de 43 kişide bulunuyor. Alp, zaten bilindik bir isim, kimseye garip gelmeyecektir. Fakat VARAN isminin tek başına kullanılması bana sanki devamında bir kelime gelecekmiş gibi hissettiriyor. Sanırım varan 1, varan 2, varan 3 dediklerinden ötürü. İki ismi uyumlu buldum ve kitapta neredeyse herkes bu şekilde seslendiği için ben alıştım bile. Siz de alışırsınız. Ayrıca Varan ismi de YKS çalıştığım dönemde Nazım Hikmet'in eserlerini ezberlerken aklıma gelmişti. Bundan iyi erkek ismi olmaz mı, demiştim. Bence oldu. Siz de alışırsınız :')

 

Çok fazla karakter bir anda geldi, kimseyi hatırlamıyorum.

Merak etme, ifadeleri alındığı için onları bir odaya toplamak zorunda kaldım. Bir de paralel yaşansın diye. Miray'ın kuvöz arkadaşlarıyla aynı gün, aynı ortamda olması kitap aklıma düştüğünden beri planladığım bir sahneydi. Evet, isimler hafızanda pek kalmamış olabilir ama zaten herkes her bölüm kitaba dâhil olmayacak. Alışırsın :)

 

Miray ve Varan Alp geçmişte tanışıyor muydu? Anlamadım.

Miray'ın ablasıyla Varan Alp'in abisi evleniyor fakat henüz geçmişlerinde ne yaşandı, bilmiyoruz. İleride öğreneceğiz :)

INSTAGRAM // esmatonguc

TWITTER // esmatonguc

 

 

Loading...
0%