@esmatonguc
|
Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür. ON YEDİ EYLÜL 10. BÖLÜM: “YARANIN MERHEMİ” ⚖️ “Yaranın merhemi yârdır.” Bir insanı kaybettikten sonra başkasını kaybetmezsiniz, diye düşünüyordunuz. Bu kadar acı yeterdi çünkü… Fakat hayat beklenenden ziyade beklenmeyenle vururdu insanı; bir kurşunun beyne saplanması misali. Yükleri kaldıramayacağınızı her düşündüğünüzde sırtınıza daha ağır yükler bindirirdi, siz de taşımak zorunda kalırdınız çünkü hayatın kuralı buydu: Ağladıktan sonra gülmek, boğulduktan sonra nefes almak… Sağ bacağına ateş edilen adama bakarken diğer yandan da telefonumu yerden alıp ambulansı aramaya çalıştım, bir yandan da Varan Alp’in baygın bedenini kontrol ediyordum. Evde benim dışımda herkes baygındı. Varan Alp’in yaralı bedenine bakarken iyice dehşete kapıldım. O da ölmemeliydi. O da ölürse delirirdim, kafayı yerdim! Ayağa kalktım ve ambulans gelene kadar kan kaybetmemesi için önce Varan Alp’in yarasına ardından gerzek adamın bacağındaki kurşun bölgesine evde ne bulursam dayadım. Tabii ki Varan Alp’in yarası karın bölgesinde olduğundan onun yanında durdum ve yarasına olabildiğince baskı yaptım. On dakika olmadan ambulans geldi, zaten kapılar açık olduğundan hemen bizi gördüler ve Varan Alp’i sedyeye yerleştirdiler; Varan Alp ambulansa taşınırken polis memurları geldi. Varan Alp’in hemen ardından bir sedye daha geldi, bacağından vurulan şiddet faili herifi de o sedyeye yatırdılar ve ambulansa taşıdılar. Polis memurları bana ne olduğunu sorarken karşımda Teoman’ı görünce afalladım, o henüz beni görmemişti. “Beyler, ben Komiser Teoman Çakmak.” derken kapının önünde duran polis memurlarıyla konuşuyordu. “Silah sesi duydum, iki tane. İçerideki kadını mı vurmuş herif?” Polis memurunun “Hayır komiserim, bir savcının silahından çıkmış kurşun.” demesiyle Teoman’ın gözü, acıyan kolumu gerginlikle sıkan bana döndü. “Adı, Varan Alp Çakmak.” Beni gördüğü an “Miray!” dedi dehşetle. Yanıma hızla yürüdükten sona omuzuma dokundu. “Ne oluyor? Varan Alp kime sıktı? İçeride mi?” O içeriye bakarken “Enişte,” dedim titreyerek. Yüzü bana döndüğü an “Hayır ya,” dedi ve geriye sendeledi. “Ambulanstaki o mu?” “Komiserim evet, Sayın Savcımız karın boşluğundan bıçaklanmış.” diye açıkladığında Teoman, ensesini ellerinin arasına almıştı ve yüzü kireç gibiydi. “Hayati tehlikesi yoktur, değil mi?” Bir anda gözleri doldu ve ağlamaya başladı. “Miray, ne zaman bayıldı?” “Enişte korkma,” dedikten sonra omuzuna dokunup ileriyi işaret ettim. “Hiçbir şey olmayacak. Sakin ol.” ⚖️ Gün doğumuna yaklaşık bir saat varken Varan Alp’in yeni taşındığı evin içinde bulunduğu siteye girmiştik. Dışarıdaki güvenliklerin ve Teoman’ın kollarının arasına girip ağır ağır yürüyen Varan Alp, eve dönmek için ısrar etmişti. Önden yürüdüğüm için kapıyı ben açmıştım, anahtarlar elimdeydi ve içeriye ilk ben girmiştim. Güvenlik, Varan Alp’in kolundan ayrıldı ve asansöre bindi; Teoman da kardeşini eve soktuktan sonra elimde anahtarlarla holün ortasında emanet gibi duran bedenime bakakaldı. Varan Alp’in gözleri sadece zemindeydi ve karın boşluğunu tutuyordu. “Bari tekerlekli sandalyeyle getirseydik, onu bile kabul etmedin Varan Alp.” Teoman kızmaya başlarken dışarıdan gelen ışık söndü ve ev karanlık olduğundan buradaki ışığı aradım bir süre. Tam arkamdaydı. Işığı açar açmaz karşımda kocaman bir köpek belirdi ve anahtarlar elimde düştü. Teoman, “Oğlum bu köpek domuz gibi olmuş ya…” dediğinde elim kalbimdeydi. Şükürler olsun ki köpek beni tanımadığından Varan Alp’e doğru yürüdü ve ben de korkumu yutkunarak azalttım. Kocamandı gerçekten. “Abi, tamam. Gidin siz. İyiyim ben, hallediyorum. Sıkıntı yok.” Varan Alp, duvara tutuna tutuna içeriye geçerken beyaz renkli ve kahverengi benekli köpeği dizinin dibinden ayrılmadan Varan Alp’i takip etti. Teoman bıkkınlıkla “Benim zaten gitmem lazım, Seray sorup duruyor…” deyince onu uyardım. “Ablama sakın söyleme.” “Evet abi, yengemin ya da bir başkasının haberi olmasın. Ufacık bir sıyrık zaten.” diye ekledi Varan Alp de. Teoman gözlerini bana çevirip işaret parmağıyla sana emanet der gibi Varan Alp’i işaret etti. Kafamı sallamakla yetindim; zaten ne olduysa benim yüzümden olmuştu, onu yalnız bırakamazdım. Varan Alp, muhtemelen salona geçince eniştem de evden çıktı. Anahtarları yerden kaldırırken göz ucuyla yeni döşediği evini inceledim; bekâr bir erkek evi gibi renksiz değildi, bütün taşınma işlemi bitmiş gibiydi çünkü ev bayağı bir eşyaya sahipti, dopdoluydu ve açıkçası ruhu vardı. Kapının yanında gördüğüm anahtarlığa elimdeki anahtarı asarken anahtarlıkta asılı olan iki anahtar daha fark ettim. Biri, yedek anahtar gibi gözükürken diğeri sanki başka bir evin anahtarıydı. Belki de babasının evi falandı, fazla takılmadım. Anahtarlığın hemen üstünde Kocaeli plakası olan 41 sayısını görünce İzmitli damarım kabardı, gülümsedim. Fısıldayarak “Ben ne yapıyorum ya?” diye sordum kendi kendime. Birkaç saat önce saldırıya uğramıştık, çocukluk arkadaşım yaralanmıştı, emniyete gidip şikâyette bulunmuştum, hastaneye uğrayıp hasta ziyaretine gitmiştim ve şimdi de refakatçi olacaktım ama takıldığım detay Kocaeli’nin plakası mıydı? Memleket aşkı başlığı altında böylesi görülmemişti. Koşar adımlarla Varan Alp’in girdiği odaya girdiğimde, sanki sırf benim için döşenmiş bir salonu ziyarete gelmiş gibiydim. Koltuğun üstüne oturup köpeğinin başını okşayan Varan Alp beni henüz fark etmemişti. Yanlarına kadar yürüdükten sonra başını hafifçe bana doğru kaldırdı. Sol eli hâlâ karın boşluğundaydı ve yüzünde tarif edemediğim bir acı vardı. Köpeğinden az çok korksam da pek kımıldamadığı için Varan Alp’in sağına doğru ağır adımlarla yürüdüm, ardından kanepeye oturdum. Yumuşacıktı. Köpeğinin bal rengi gözleri beni bulunca gülümsedim ve “Merhaba,” diyerek elimi uzattım. Öylece elime baktı, ardından Varan Alp’e döndü. “Ben Miray, memnun oldum.” Başını okşamak isterken elim, Varan Alp’in eline değdi, hemen geri çektim. “Senin adın ne?” Gözlerimi Varan Alp’e çevirdim. “Ziva.” diye cevapladı sorumu. “Ziva mı? Ya…” Gülümseyerek başını okşamaya devam ettim. “Gerçekten de parlıyorsun, minnoş… Gerçi pek minnoş değilsin, Teoman amcan sana domuz dedi ama sakın alınma. Şakasına demiştir o.” Ziva, beni dikkatle dinledikten beş saniye sonra Varan Alp’i bırakıp kafasını kucağıma koydu. Gerildiğim gibi Varan Alp’e dönüp “Ziva’nın beni yem olarak algılama olasılığı yüzde kaç?” diye sorduğumda köpeğine aşkla bakan bir adamla karşılaştım. O aşkla bana döndü ve “Olasılıksız.” diye yanıtladı. Kafamı sallarken “Okudun mu?” diye sorduğumda televizyonun yanında duran koyu kahverengi kitaplığa bakıp beyaz kapaklı kitabı fark etmem pek zamanımı almadı. “Okumuşsun.” Kitaplığına genel olarak Agatha Cristie kitapları vardı. “Hepsini okudun mu?” “Çoğunu okumuşumdur. Ayrıca bu sorudan nefret ederim.” Hin bir gülümsemeyle “Zaten gıcık ol diye sormuştum.” derken onu keyiflendirmek istediğim doğruydu. “Gerçi sen zaten gıcık olmuşsundur,” Ziva’nın başını okşarken gözlerini kapattığını fark ettim. “Ziva bana âşık oldu da…” Varan Alp dudaklarını birbirine bastırırken muhtemelen gülmemek için sarf ettiği bu eyleme bir anlam yükleyemedim. “Ziva dişi bir köpek ve bana âşık.” dedi sonra da. Pufladığımda birkaç saç telim ileriye savrulduktan sonra yüzüme yapıştı. “Bu bana âşık olduğu gerçeğini değiştirmiyor, Sayın Savcım.” Ziva gerçekten kocaman bir köpekti ve istemsizce ürküyordum fakat bir o kadar da tatlı olduğunu inkâr edemezdim. Ziva, muhtemelen benden de sıkılıp çaprazımızda duran koyu yeşil kanepeye ilerledi ve orada uzanmaya başladı. Vicdan azabı çekerek “Ya şey,” dedim ve saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Göz teması kurduğumuzda da kalbim yine saçmalayarak bir tık hızlı çarpmaya başladı. “Galiba benim yüzümden…” Gözlerimle karın boşluğundaki bölgeyi işaret ettim. Üstündeki beyaz tişörte kan bulaşmıştı. “Bıçaklandın.” İnsan bir özür diler… Ne saçmalıyordum ben ya! Varan Alp’in kaşları çatıldı. “Seninle alakası yok. Hem varsa bile iyi bir duruma vesile oldun. Bir savcıyı yaraladı, kaç sene yatarı olacak kim bilir… Canıma kastetti.” Kafamı olumsuz anlamda salladım. “Hayır ya,” dedim sonra. “Ben çok fevri davrandım sanırım, adamı ittirdim, kadını korumaya çalıştım falan… Ama birkaç gündür bu meseleyi boşlayınca kadını öldürecek olma ihtimali gözlerimi kararttı. Ama yine de benim suçum, özür dilerim.” Dudakları iki yana kıvrıldı. “Senin bir suçun yok.” diye tekrarladı. “Hayatımı da sen kurtarmış oldun, ambulansı arayan sensin.” Arkama yaslandıktan sonra “Evet ama sayılmaz.” deyip kendimi suçlamaya devam ettim. “Yüz kere ama dedin.” Duyduğum cümleyle kaşlarımı kaldırarak ciddiyete büründüm, ardından gözlerimi kıstım. “Bu arada iyiyim ben, istiyorsan sen de git. Bütün gece uyumamışsın.” Gözlerimi işaret edince kaşlarım daha da çatıldı. “Mosmor olmuş, değil mi?” Kafasını olumlu anlamda salladı. “Çirkinim yani.” Önüme döndüm. “Direkt söyleseydin. Ayrıca gidemem,” Arkama yaslandım ve gözlerimi birkaç saniyeliğine kapattım. “Ablama arkadaşımda kalacağımı söyledim, annemler de beni ablamda zannediyor falan… Ayrıca sürekli şu karnındaki bandajın değişmesi gerekiyormuş, kendin de yapabilirsin ama belki canın yanar ve vazgeçersin.” Ofladım ve gözlerimi açtım. Tavan bile hoş gözüküyordu. “Ayrıca bu ev… Yani senden siyah beyaz bir ev bekliyordum ama hiç beklediğim gibi bir evle karşılaşmadım. Anahtarlığının üstündeki plakaya da takılı kaldım.” Öcü görmüş gibi bakakalan Varan Alp’e mahcubiyetle baktım. “Ya özür dilerim, gerçekten. Ben anahtarlık bende olduğu için koyacak yer aradım, duvara çivilediğin anahtarlığı gördüm, gerçi sen çivilememiş de olabilirsin, neyse oraya asarken de Kocaeli plakasını görünce İzmitli damarım tuttu.” Gülümsedim. “Yoksa evini karıştırmadım, vallahi. Kitaplığı da Olasılıksız kitabından dolayı…” “Değilsin.” dediğinde susmama neden olduğu için anlayamamıştım. “En son ne dediğimi unuttum.” Kafasını koltuğun arkasına yaslayıp gözlerini kapattı. “Ben ikinci cümlene cevap vermiştim.” İkinci cümlemi düşünürken “Ay son cümlemi hatırlamıyorum, ikincisini nasıl hatırlayayım?” deyip ciddiyetimi kaybettim ve kıkırdadım. “Ben bazen gereksiz yerlerde çok hızlı konuşuyorum, o yüzden oluyor. Ne değilim? Ha şeyi mi diyorsun? Evi karıştıran bir insan mı değilim?” Gözlerini açtı fakat bana bakmadı. “Çirkinim, dedin.” Aklıma bile gelmeyen cümleyi söylediği an kaşlarım çatıldı. Beklemediğim için aptal aptal sırıttım. “Anladım.” dedim ve tıpkı onun gibi koltuğun arkasına kafamı yasladım. “Kitaplığı da Olasılıksız kitabını aradığım için gördüm, yoksa onlara da bakmazdım. Gerçi yalan söylemeyeyim, gözüm illaki çarpardı ama karıştırmış gibi hissettim. Evin kapısını da ben açtım.” Sinirim bozulduğu için gülerek gözlerimi açtım ve tekrardan duruşumu dikleştirdim. Ona döndüğümde beni izlediğini fark etmem kısa sürmüştü. “Çok saçma, değil mi?” Yaralanan bölgesini işaret ettim. “Ya sen savcısın, adam seni nasıl bıçakladı ya?” Gözlerimle bedenini işaret ettim. “Yaşlı başlı adamın gücü nasıl yettiyse…” Bozularak duruşunu dikleştirirken karın boşluğunu tutmayı ihmal etmedi. “Senin yüzünden oldu o, yani sen dikkatimi dağıttın.” “Ben ne alaka çok pardon?” diye sordum ve kollarımı göğsümde bağladım. “Seni yere fırlattı, iki saniye de yüzün zeminden kalkmadı. Bir şey oldu zannettim, seni izlerken de boşluğuma geldi. Hem arkamda koca kadın var, zaten onu bıçaklayacaktı… Dikkatim dağıldı işte.” Elimi havada sallayarak “Aynen, ben de külaha bürünmüş Miray.” deyip dalga geçtim. “Koskoca savcısın, altı tane baklavan var karnında, kolunda kafam kadar kas var, sekiz metre boyun var… Üç santimlik adam seni bıçakladı, pes ya…” Hayretle beni izlerken gözlerinin içi güldüğü için sırıttım. “Sen baklavalarımı nerede gördün?” diye sorunca ise tabiri caizse mal gibi kaldım. “Hastanede.” dedim ki evet, hastanede yarasını dikerlerken yanındaydım. “Ayrıca ben de… Hey yavrum hey…” Arkama yaslandım. “Ambulans çağırmamı söyleyince böbreğine falan saplandı zannettim, meğer sıyırmış geçmiş.” Bacağımı bacağımın üstüne attım. “Benim kolum kırıldı, göstermedim bile.” Abartarak “Kolun kırıldı?” dedi soru sorar gibi. “Yok, kolun komple yerinden çıkmış.” Sağ koluma göz ucuyla baktı. “Sen bir hastaneye git de yeni kol diksinler.” Somurtarak “Hı,” dedim ve bize bön bön bakan Ziva’yla göz göze geldim. “Ziva Allah aşkına şuna bir şey söyle,” Ziva bir kez havlayınca kahkaha attım. “Bak,” dedim Varan Alp’e Ziva’yı işaret ederek. “Sana mübalağalarını kesip uyumanı öneriyor. Hatta ikimizi bu odada yalnız bırak.” Konuşurken fark etmemiştim fakat nabzım çok hızlanmıştı, bu iyiye işaret değildi. Sanırım fazla korkmuştum. “Sen de hayatımda gördüğüm en iyi refakatçisin.” diyerek tariziyle beni yerle bir etti. “Yaram kanıyor, bakmıyorsun. Eve geldiğimizden beri bir bardak su vermedin.” Yüzümdeki şaşkın ifadeyle ayağa kalktım, bir yandan da acıdığım için kalkmıştım tabii. Tişörtüne bulaşan kanı görünce ağzım beş karış açık kaldı. “Teoman mı getirmişti sargıyı?” diyerek koşa koşa hole doğru ilerledim, neredeyse takılıp düşecektim. Teoman’ın elindeki eczane poşetini ararken kapının hemen yanında, yerde olduğunu görüp “Salak ya, insan yere mi bırakır?” diye fısıldayarak poşete eğildim. Teoman işte… Beklenirdi ondan. Kol çantamı bir kez çöp kutusunun üstüne bırakmıştı mesela… Tekrardan salona doğru yürüdüm ve Varan Alp’in oturduğu koltuğa doğru ilerlerken ayağım takıldı, yine aynı yerde… “Ya bu ne biçim bir ev ya? Sürekli düşüyorum!” Koltuğun yanında dikildiğimden ötürü tişörtünü yarasına bastıran Varan Alp’in gözlerinin üstümde olduğunu görüp poşeti havaya kaldırdım. “Ben daha önce Mir Beyaz’ın kurşun yarasına pansuman yapmıştım, biliyorum yani yapmayı, korkma.” Koltuğun ilerisini işaret ettim. “Şey, yana kaysana.” Zar zor yana kayan ve her seferinde elini karın boşluğuna bastıran Varan Alp’in hâline bu kez daha da acıdım. Koltuğa oturur oturmaz “Gerçekten benim suçum ya,” dediğimde utanmasam ağlayacaktım. Eczane poşetini aramızdaki boşluğa boşalttım, daha sonra malzemelere bakıp Varan Alp’in tişörtünü işaret ettim. “Tişörtünü sıyır.” Varan Alp “Bıçak yarası ayrı, kurşun yarası ayrı.” derken beklemediğim bir hamleyle tişörtünü tamamen çıkardı. “Yapabilecek misin?” Bakmadan “Dikişli yaraya aynı pansuman yapılır işte,” derken kendimi tokatlayasım geldi. Beynim durmuştu sanki. “Önce şey yapacağız,” Batikonu görünce kaşlarım çatıldı. “Ha önce eski bandı sökmem lazım.” Kısa bir gülüşle muhtemelen vaziyetimle dalga geçen Varan Alp’in yüzüne bile bakamadan bedenine bakmamak için sarf ettiğim çaba boşa gitti. İki elimi de karın boşluğundaki bandı çıkarmak için bedenine götürdüğümde tüm vücudum titriyordu. Ağır hareketlerle bandı çıkardım, ardından yarasını görünce dudaklarımı büzdüm. “Gerzek adam ya, deşmiş resmen vücudunu.” Göz göze gelince elime batikonu alıp kapağını açtım. Yaranın tam orta kısmına çok az batikon dökünce aynı zamanda yüz ifadesini de kontrol ettim, yüzü biraz ekşimişti. “Etraf beyinsiz kaynıyor, ülkenin hâline bak ya… Devletin savcısıyla aklı olan göz göze bile gelmez… Herif bıçakladı seni ya!” Dikişlerin etrafını iyice sildim, steril gazlı bezi açıp parmaklarımın ucuyla tuttum ve temiz olan kısmını yarasına temas ettirdim. Yapışkanla yapıştırdıktan sonra da elimi geri çektim. “Neyse ki bitti.” “Çok acıtmadın.” dediğinde eczane poşetini ve ilaçları toparlıyordum. “Bu ağrı kesici galiba, bunu da iç.” Hapı Varan Alp’e uzattım. Ağzına attı ve yuttu. “Yuh, bari su içseydin.” Birkaç saniye bekledikten sonra “Getirmedin ki içeyim.” deyip iki gözünü birden kırptı. “Onu da getiririz.” Eczane poşetini tüm çöplerle beraber toparladıktan sonra hole ilerledim. “Mutfağı bulana kadar başka odalara girebilirim!” diye seslendim. Bir şey söylemedi. Göz ucuyla odaların içine baktıktan sonra sonunda mutfağı buldum. Mutfaktaki buzdolabı amma büyüktü, tek başına yaşayan bir adama göre hem de bir savcıya göre! Nefes alıp eve gelmesini geçip bir de yemek mi yapıyordu kendine? Tezgâhın üstündeki sürahiyi gördükten sonra çekmeceleri ve dolapları karıştırdım. Hayatımda bu kadar düzenli bir mutfak görmemiştim! Gerçi başak burcuydu, beklenirdi. Sonunda bir bardak bulup sürahideki suyu içine boşalttım, ardından mutfağın ışığını kapatarak salona doğru ilerledim. Varan Alp bıraktığım gibiydi, öylece koltuğun üstünde oturuyordu. “İçebilirsin artık.” diyerek suyu uzattığımda bardağı elimden alırken parmakları parmaklarıma değdi. “Hayır yani, isteklerin bitmek tükenmek bilmediğinden suyu sana içirmemi teklif edeceğini düşündüm.” Sudan birkaç yudum aldı. “Ne istemişim?” Yarasını gösterdi. “Karnımdaki bandajı değiştirdin sadece.” Doğru. “Su istedin.” dedim ve gülümsedim. “Bayağı bir şey istemişim gerçekten.” Yarı dolu bardağı bana uzattığında gülümsemişti. “Malum, uzanamıyorum orta sehpaya; bardağı oraya koyarsan sevinirim. Muhtemelen tekrar ihtiyacım olacak.” “Çay kahve?” diye sorduğumda aslında ciddi değildim, sadece takılıyordum. Ortamı yumuşatmaya çalışıyordum çünkü onun da tuhaf hissettiğine emindim. Biz baş başa kalınca bile konuşmuyorduk, şimdi baş başaydık ve dikişlerini temizlemiştim! Kafasını olumsuz anlamda sallarken “Çimento içmek ya da adını söylemek istemediğim biberi tatmak istemiyorum.” deyince gözlerimi devirdim. “Gerçi evimde o biberden yok.” “Karabiber mi?” diye sorarken benden keyiflisi KYOK itirazı olumlu neticelenmiş ceza avukatıydı. Yanına tekrardan oturdum, bu kez daha yakındık. “O gün bana neden o rezil kahveyi içirdin?” diye sorunca hiçbir cevabım olmadığından ötürü zemine bakarak birkaç saniye düşündüm. “Önceden kahvemin çimentoya benzediğini söylediğin için ve benimle konuşmadığın için.” Bu kez meydan okur gibi yüzüne baktım. “Sen neden benimle konuşmuyordun?” “Canım istemiyordu.” “Sayaç mı kurmuştun?” diyerek kolumu koltuğun sırtına dayadım. Hâlâ pişkin pişkin bakıyordu gözlerimin içine. “Ve sayaç bu sene mi doldu?” Biraz düşündüm. “On iki senelik bir sayaç kurmuş olman lazım.” Ellerim titreyince yumruk yapıp sıkmaya başladım. Dengem bozulmuştu resmen! “Yo, denk geldi. Daha doğrusu zaten bunun için çaba sarf etmiyordum. İçimden ne zaman gelirse o zaman konuştum.” Merakıma yenik düştüm. “Yoksa sevgilin mi var?” Yüzündeki ciddiyetsiz ifade bir anda gitti, sanırım fazla özele girmiştim. “Şeyden sordum: Hani artık niye tavır yapıyorum, diye sormuşsundur kendine. Sonuçta biriyle ilişkin varsa... İnsan gibi konuşursun, on sene olmuş, üstünden zaman geçmiş gitmiş…” Birkaç saniye birbirimize bakakaldığımızdan dolayı gerilip kolumu koltuğun arkasından çektim ve önüme döndüm. Gerildiğim için taramalı tüfek gibi konuşmaya başladım: “Bir de ev hiç bekâr erkek evi gibi değil.” Konuşurken çenem titremeye başlamıştı. “Buzdolabın aşırı büyük, üstündeki magnetler hele… Ondan sordum ben. Yoksa gerçekten sıfır, sonuçta özel bir mesele. Beni ilgilendirmez. Gerçi en başta konu benimle alakalıydı,” Göz ucuyla Varan Alp’i kontrol ettiğimde hâlâ bana aynı ifadeyle baktığını görüp korkmaya başladım. “Ben çok mu saçmaladım? Evine aldığın için pişmansın, değil mi? Ama söz,” Ağzıma fermuar çeker gibi yaptım. “Sıfır. Daha soru sormayacağım. Ama şu televizyonun yanında duran plak hariç. O ne plağı? Şu, şey…” Pikabı işaret ettim. “Pikabın üstündeki.” Ağır ağır kendisini kaldırıp duruşunu dikleştirdi. “Gerçekten çok hızlı konuşuyorsun.” Böyle söyleyince bir rahatlama geldi, gerçekten rahatsız oldu sanmıştım, ödüm kopmuştu. “Yok.” “Ne yok?” Plağı işaret ettim. “Plak var işte Varan Alp.” İleriyi gösterdim. “Ha tabii göstermek istemiyorsan sen bilirsin. Peki.” Elini alnına götürürken sinir bozukluğuyla güldü. “Plak var zaten… Sevgilim yok.” Dudaklarım aralandı ve ben de sırıttım. “Zaten ben anlamıştım.” “Neyi?” “Sevgilinin olmadığını.” Yüzündeki ifade bozulurken “Nereden anladın?” diye sordu. “Yoksa hâlâ beni çirkin mi buluyorsun?” Rezillik. Oflayarak arkama yaslandıktan sonra kollarımı göğsümde bağladım. Rezil olduğum ret konuşması tam olarak buydu. “Of!” dedim bir kez daha. “Ben de konuyu ne zaman açacağını merak ediyordum.” Yüzümü yüzüne çevirdim. “O zaman çok farklıydı,” diye açıklamaya çalıştım. “Yani ağzımızdan her çıkana dikkat etmiyorduk. Bir insan geliyordu, dalga geçiyorduk. Ergenlik, hatta çocukluk... Bir de herkes herkese özendiği için… Bir kız bir oğlana ‘Tipsizin teki.’ deyince ona benzeyen herkes tipsiz oluyordu. Bir de her şeye ağlayana ‘Ana kuzusu.’ diyorlardı.” Ağlamamak için kendimi çok zor tuttum. “İkisi de benim ağzımdan kaçtı, hem sadece kızlara söylüyordum…” Sırtımı dayadığım yerden çekince onun da bu konunun açıldığından rahatsız olduğunu anlamıştım. “Senin yüzüne asla söylemezdim. Hatta Melek bana ‘Varan Alp sana âşık.’ dediğinde heyecanlanmıştım. Neden seni üzmek isteyeyim ki? Saçma.” Kaşlarını çattı. “Yalan.” demekle yetindi. “Ya yemin ederim!” dediğimde dudakları iki yana kıvrıldı. “Ama sınıftaki kızlar sana öyle söyleyince onların dediğinin doğru olduğunu düşündüm. Zaten sen bana âşıkken benim konuştuğum başka bir çocuk vardı.” Yüzünü bana çevirdiği sırada tebessümünün silindiğini fark ettim. “Yok artık.” dedi kısık bir sesle. Tekrardan önüne döndü. Çok rahatsız olmuş gibi görünmese de zoruna gitmişti, ben anlardım. “Aslında iki de olabilir ama yemin ederim bile isteye yapmıyordum. Zaten herkes benimle konuşmaya çalışıyordu.” diyerek ortaokul zamanlarını anımsayıp sırıttım. “Çok güzeldin çünkü.” Daha fazla kelime sarf edemeden Varan Alp’in cümlesiyle yalnızca yutkunmuştum. “Bir de saçlarını iki yandan örüp geliyordun ya, kırmızı tokalar takıyordun. Bir gün saçların örülüydü, diğer gün kıvır kıvırdı. Kesin annesi örgülerini açmıştır, diyordum.” Bana bakmadan konuştuğu için tepkimi göremiyordu ama yüzümün kızardığından çok emindim. “Bir kere önümdeki sırada oturmuştun, dersi dinleyememiştim.” İstemsizce kıkırdadım. “Saçların ipinceydi, herkesin saçlarından daha güzeldi. Bir de o zamanlar daha kumraldın, arada sarı teller de vardı.” Hayretle dinliyordum. “Sanki dünya üzerinde bir tek sen öyleymişsin gibi geliyordu.” Sırıttı. “Çocuk aklı.” Kaşlarımı çattım. “Çocuk aklı mı?” Göz ucuyla bana bakarken kafasını salladı. “Bence çocuk aklı değil, çocuk haklı.” “Nasıl yani? Dünya üzerinde bir tek sen mi öylesin?” Kafamı bir sağa bir sola salladım. “Hayır ama insan âşık olunca dünya üzerinde bir tek sevdiği kişi güzelmiş gibi hissedebilir.” “Tamam, his işte.” dedi kızar gibi. “Bana niye kızıyorsun ya?” diye patladım en son. “Gelmişsin, kızlarla konuşmamı dinlemişsin… Yüzüne söylemedim sonuçta o sıfatları ve zaten o şekilde düşünmüyordum.” “Madem heyecanlandın, o zaman neden benimle konuşmadın?” diye sorunca kafam karıştı. “Gerçi sen hatırlamıyorsundur o günleri, muhtemelen unutmuşsundur.” Haklıydı, hatırlamıyordum pek. “Ben unuttum, sen de unut.” “Ben de unuttum zaten.” “Ben daha önce unuttum.” dediğimde dalga geçer gibi güldü. “Senin unutacak bir acın yoktu ki…” Öylece durdum, düşündüm ve verecek bir cevabım olmadığı için kafamı başka bir yöne çevirdim. “Sekizinci sınıftaydık.” Kafamı sallamakla yetindim. “Tamam, çok küçüğüz ama…” Aklıma gelince “Ama seninki de takıntıydı, liseye geçtiğimizde bile bana gıcıklık olsun diye Facebook’tan şarkı atmıştın.” diyerek onun hatalarını da yüzüne vurdum. “Zaten biz pek konuşmadık ama iki sene geçtikten sonra gıcıklık olsun diye de şarkı sözü atmazsın ya…” Varan Alp, “Gıcıklık olsun diye atmadım.” diyerek kendini savundu. “Ya niye attın o zaman? Yanlışlıkla attım, deme. Hatırlıyorum, Facebook’ta arkadaş değildik. Arkadaşlıktan çıkarmıştın beni.” Kollarımı göğsümde bağladım. Varan Alp hayretle “Bak, işine geleni hatırlıyorsun.” dediğinde haklı olduğu için bir şey söylemedim. “Neden attığımı da anlatmam.” “Anlatmazsan fotoğrafını çekip sosyal medyaya salarım, tüm akrabalarımız bıçaklandığını görür.” dediğim an kaşları havaya kalktı. “Sen öyle telefonla beni tutuklattırmaya çalışırsan ben de böyle tehdit ederim.” Elimi boynumdan karnıma kadar sürükledim. “Miray, benim görüntülerimi yayınlaman yasak. Savcıyım ben.” diye hatırlattığında dudaklarımı büzdüm. “Tamam,” dedim ben de hemen kabullenerek. Dahiyane fikirlerim bitmek tükenmek bilmediğinden “Ablama özel olarak atarım ve… Leman Hanım’a!” diyerek onu sinirlendirmeyi başardım. “Sen ifade verdin, değil mi?” Gözlerimi yumdum. “Konuyu değiştirme. Merak ettim, anlat işte ya…” Gün doğmak üzereydi. Sesli bir nefes verdikten kısa bir süre sonra anlatmaya başladı. “Ben Ankara’ya gittim ya, yatılı okula.” Başımla onayladım. “Yazın bir aylık tatilimiz oluyordu, zorunlu; ben de ağustostan eylüle bir aylık tatil için İzmit’e gelmiştim.” Merakla dinlemeye devam ettim. “2014’te, o şarkının ilk çıktığı zamanlarda tabii… Sonra ablamlarla sahile indik, seni ve arkadaşlarını gördük.” Gözlerimi belerterek “Beni gördün yani iki sene sonra!” deyip arkama yaslandım. “İnanamıyorum ya, hiç hatırlamıyorum, demek ki fark edemedim seni…” “Beni hiç fark etmedin zaten.” deyip önüne döndü. Hiçbir şey söyleyemedim. “Ben seni gördüğüm an, unuttuğumu zannettim ama heyecandan kalbim böyle…” Canlandıramadı. “Çok hızlı atmaya başladı, tarif edemedim ama gerçekten çok heyecanlandım. Ablam ve eniştem de dondurma almak için sahilin ta ilerisine kadar gittiler. Başiskele’den bahsediyorum bu arada…” Kafamı salladım. “Dört beş kişiydiniz, yanında iki erkek iki de kız vardı yanlış hatırlamıyorsam. Saçlarını arkadan örmüştün, hararetli bir şekilde yanındaki çocuğa bir şeyler anlatıyordun. Sonra oturduğunuz bankın benim görmediğim köşesinden bir gitar çıktı.” Ağzımı beş karış açtım. “Şu an hatırladım…” Elimi ağzıma götürüp kapattım. Utanmasam büyüdüğüm için ağlayacaktım, o zamanları çok özlemiştim. “Çocuk senin gözlerinin içine bakıp bir şeyler söyledi, sonra yanağını sıktı.” Anlatırken bile sinirliydi. “Hani diyorsun ya, ağzının üstüne bir tane çaktım, diye… Ha, işte o an benim de o çocuğun ağzına yüzüne çakasım geldi.” Boşluğuma gelince sessizce kıkırdadım. “En sevdiğin şarkı olduğunu söyledin, o şarkının. Yakından izliyordum ve az önce de dediğin gibi fark etmemiştin beni. Kalabalıktı zaten sahil, pazardı muhtemelen. Neyse… Çocuk bir anda gitarla beraber çalıp söylemeye başladı ama kıskançlıktan mıdır, güneş başıma vurduğundan mıdır, ablamla eniştem şarkının ortasında yanıma geldiğinden midir, nedir, eve döndüğümde şarkıyı bir türlü hatırlayamadım. Kafamda melodisi dönüyor ama şarkı yok, hiç yok. Azıcık sözlerini hatırlasam girip bulacağım ama bulamıyorum. Muhtemelen en sevdiğin şarkı olduğu için aradım durdum ama bulamadım. Pop müzik yayınlayan bir liste buldum internetten…” Sesli bir nefes verdi. “Galiba altı saat boyunca ve büyük ihtimalle gece saat ikiye üçe kadar o şarkıyı aradım ve en sonunda buldum.” Varan Alp, cümlesini bitirdiği andan itibaren sadece ağlayasım gelmişti. “Altı saat sırf en sevdiğim şarkı diye bulmak için mi uğraştın?” diye sordum silik bir tebessümle. “Ve çok sinirliydim.” diye açıklamaya çalıştı kendini. “Ergendim, şu an olsa yapmam.” “Tabii, şimdi koskoca savcı oldun.” diye takıldım. “Eee? Sonra da Miray ne yaşadığını sorgulasın diye gönderesin geldi herhalde…” “Belki bu kez reddetmezsin diye göndermiştim şarkının linkini ama yine ergen ergen konuşmuştuk, hatırladığım kadarıyla.” Konuşmaları bulacağımızı düşünerek “Şu an uğraşsak konuşmalarımızı bulur muyuz acaba? Gerçekten çok merak ettim.” dediğimde hevesimi kursağımda bıraktı: “Uğraşmasak daha iyi.” İstemeyerek de olsa “Doğru.” dedim tok bir sesle. “Rezil oluruz ikimiz de.” Gün doğduğu için kafamı pencereye doğru çevirdiğimde Varan Alp “Uykun geldiyse uyu.” deyip kapıyı işaret etti. “Benim odamda uyuyabilirsin. Zaten buradan kalkamıyorum.” “Yok ya, sen yat yatağında.” Kolunu tuttum. “Hadi.” “Uykum yok.” diyerek kolunu geri çekti. “İyi, zaten seni hayatta taşıyamazdım.” İkimiz de aynı anda esneyince kahkaha atasım geldi fakat sinirlendiğim için atmadım ve konuşmaya devam ettim: “Kaç kiloysan… Teoman’la güvenlikteki adam bile nefes nefese taşıdı…” Göz ucuyla bedenini süzerken diğer yandan da çaktırmamak için saçlarımla oynuyordum. Bir yandan gülümserken diğer yandan “Gayet fitim.” diye cevaplamayı da ihmal etmedi. “Sen…” dediği esnada esnemekle meşguldüm. “O çocuk sevgilin miydi?” “Değildi ya…” Biraz daha düşündüm. “Ben küçükken sevgilim olmadı zaten.” Kıkırdadım. “Etrafımda dolandıkları için sevgilim gibi gözüküyorlardı. Hem o yaşta ne sevgilisi…” Elimi sallarken tekrardan esnedim. “Âşık bile olmadım.” Merakla yüzümü Varan Alp’e çevirdim. “Ama liseden sonra iki üç kez âşık olmuşumdur. Hepsi de fos çıktı.” Yüz ifadesinde sertlik görmeyince gülümseyerek sordum. “Sen hiç âşık oldun mu? Yani lisede, üniversitede…” “Olmadım sanırım.” Uyuyakalmak üzereydi, gözleri kapanıyordu. “Hiç mi görüştüğün kadın olmadı? Olasılıksız.” diyerek espri yapmayı da ihmal etmedim. “Görüştüm, hoşlandım da ama âşık olamadım sanırım. Açıkçası pek vaktim de yoktu.” Savcıydı, öncesinde de Hukuk öğrencisi; yoğun olabilirdi. Bence yalan söylemiyordu. Gözlerini kapattıktan sonra “Peki bana olan aşkının bittiğini ne zaman anladın?” diye sorup gözlerimi yumdum. Merakla vereceği yanıtı beklerken, uykulu bir sesle gözlerini kapatarak iki kelimelik bir cümle kurdu: “Hiçbir zaman.” - INSTAGRAM : esmatonguc Kutucuk bıraktım story'ye, oraya düşüncelerinizi yazabilirsiniz. Hoçça galın.
|
0% |