@esmatonguc
|
Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür. BU BÖLÜMDE GEÇEN SİYASİ PARTİ VE SİYASETÇİ İSİMLERİ GERÇEĞİ ASLA YANSITMAMAKTADIR. GERÇEK KURULUŞLARLA HİÇBİR BAĞLANTISI YOKTUR. ON YEDİ EYLÜL 12. BÖLÜM: “SUÇ ALETİ” “Ve terazinin dengesini tek bir kurşun bozdu.” ⚖️ OLAY GÜNÜ, 21.30 Melek’in badem gözleri büyük gülüşlerle kısılırken Mir Beyaz, bugün yaşanan saçmalıkları anlatmasa heyecandan ölebilirdi; birazdan sevgilisini dışarıya çıkarıp ablasının hazırlıklarını tamamladığı sürprizin gerçekleşeceği küçük parka götüreceğinden ve evlenme teklifi edeceğinden dolayı Mir Beyaz’ın nabzı oldukça hızlanmıştı. Melek, içeceğini yudumladıktan sonra “Bugün çok güldürdün beni Mir Beyaz, inşallah yarın ağlatmazsın.” diyerek isyan etti. “Bir gün iyiyiz bir gün kötü… Bu ne kadar böyle gidecek ya? Hayat enerjim kalmadı resmen.” Mir Beyaz, sevgilisine kıyamasa da bazen bazı sözler çok ağırına gittiğinden sinirle yanlış hareketlerde bulunabiliyordu; doğasında vardı. Bu yüzden söz vermek istemedi ancak “Aramızı iyi tutmaya çalışacağım, fevri olmamaya çalışacağım…” deyip Melek’in elini tuttu. “Hem benim sana bir şey göstermem lazım,” diyerek ayağa kalktı. Melek, Mir Beyaz ayağa kalkınca el ele tutuştuklarından ötürü kaşlarını çatarak ayağa kalktı ve etrafı incelemeye başladı. Ne gösterecekti ki bu adam? “Dışarı çıkalım.” diye ekledi Mir Beyaz. “Niye?” diye sordu Melek, dışarısının soğuk olduğunu görünce. “Mir Beyaz dışarısı buz…” Fularını gösterdi. “Bununla üşüyorum ben…” “Üşürsen ceketimi veririm ama üşüyeceğini sanmıyorum.” Melek iyice işkillendi. “Niye lan?” diye sordu ve bön bön bakarak sırıttı. “Lan mı?” diye sorarken kahkaha atan Mir Beyaz, ilerlemeye devam ettikten sonra restoranın dışarıya açılan kapısını araladı. “Senin baban Cumhurbaşkanı olacak, yakışıyor mu sana şöyle kelimeler?” Melek gözlerini devirerek “Sanki daha yeni tanışıyoruz gibi konuşma Mir Beyaz,” dediğinde önünde beliren genci yeni fark etmişti. Mir Beyaz, Melek’e cevap vermeyerek önlerinde duran gence baktı. “Sen kimsin, hayırdır? Çalışan mısın?” Genç adam, Mir Beyaz’ın yüzünü inceledikten sonra dehşete kapıldı. “Şey…” Elinde tuttuğu buketi Mir Beyaz’a uzattı. “Abimizden bir hediye.” Mir Beyaz, restoran sahibinin incelik yaptığını düşünüp buketi eline aldığı an Melek hapşırmaya başladı. “Burada ne çiçeği…” Hapşırdı. Bir anda omuzu, boynu, burnu kaşınmaya başlayınca Mir Beyaz, buketin içerisinde ıtır çiçeği olduğunu fark etti. Genç, bir hışımla ortamı terk ederken Mir Beyaz “Laann…” diyerek buketi yere bıraktı. “Aşkım gel içeri, gel…” Melek devamlı hapşırmaya başladı. “İçeriye geçelim…” “Her yerim kaşınıyor ya…” diyen Melek’in durumu pek iyi değildi. “Itır çiçeği nereden çıktı?” Mir Beyaz endişeyle tekrardan bulundukları restoranın içine vardıklarında “Ya bu alerji nasıl geçiyor ki?” diye sorup masada duran su bardağının içine su doldurdu. “Al, iç.” Melek’in burnu kıpkırmızı olmuştu. GÜNÜMÜZ, 8 EKİM CUMA Sabahın köründe eski iş yerimde olmak kadar kötüsü yoktu. Duruşma gününden sonra Aykut’un galibiyet için vereceği çaba ve yapacağı oyunları az çok tahmin edebiliyordum, bunun da olacağının farkındaydım ama belki bir ihtimal yapmaz diye umutlanmıştım. Yapmıştı. Sözleşme dolayısıyla eğer istifa edilirsem iki hafta daha bu büroda çalışmak durumundaydım ve bir ay kadar başka bir büroda çalışamazdım; Aykut da muhtemelen beni arı gibi çalıştırıp davaya odaklanamamama neden olabilirdi. Çünkü tam bir Şam şeytanıydı, sevimli olmayanından. “Miray Hanım,” diyerek iş yerinde olmamın sevinciyle, elinde tuttuğu kahve bardağını havaya kaldıran Aykut Sayer, otuz iki diş sırıtarak muhtemelen kafasındaki hinlikleri uygulayacağı için pek mutluydu. “Günaydınlar efendim, nasılsınız?” Gözlerimi devirerek “Siz hapislerde sürünmemiş miydiniz en son?” diye sorunca yanında duran asistanına bakarak rahatsız bir öksürük sesiyle boğazını temizledi. “Varan Alp Savcım sizi nezarete attırmıştı, diye biliyordum. Sanırım duruşma salonunda alenen bir avukatı tehdit etmiştiniz. Doğru mudur?” “Hah,” diyerek kahvesini yanındaki asistanına uzattı. Güzel ve bakımlı bir kadındı, hemen kahveyi tuttu ve masasına doğru ilerledi. “Seni tehdit etmediğimi sen de biliyorsun, sadece açık konuştum. Bu arada,” Bedenini işaret etti. “Beni patakladı o savcı... Avukatlık haklarımı biliyorum, savcılığa suç duyurusunda bulunacağım ayrıca başsavcıya da şikâyet edeceğim…” Kaşlarım havaya kalktı. “Suç duyurunda bulunacaksın…” diye tekrar ettim söylediğini. Ona doğru iki adım atarken giydiğim topuklunun sesi yankılandı. Göz ucuyla topuklu ayakkabıma bakan Aykut, önünde durduğumda sevimsiz ve sahte bir gülümsemeyle kafasını salladı. “Kolay gelsin o zaman çünkü avukatı ben olacağım.” Aykut kahkaha atarken “Miray, sence neden şaşırmadım?” diyerek yüzünü işaret etti. “Yüz ifademe bak… Sence neden şaşırmadım?” Bir anda öfkelendi. “Çünkü nedense nerede gerzek insanlar var, avukatı sensin. Mafyaya yaparsın, katile yaparsın, şiddet faili yanlışlıkla savcı olmuş tecrübesiz herife yaparsın…” Varan Alp’e söylediklerinden dolayı sinirlenip, ellerimi yumruk yapıp sıktım. Hayretle, “Sen ne tür bir salaksın ya?” diye fısıldadım, kimsenin duymaması için. Aykut, bu dediğimle gözlerini kısıp bana küçümser bir bakış attı. “Hem suçlu hem güçlü… Sen duruşmada bana ne dediğini unuttun galiba? Bana bak, kimseye bulaşmıyorsun, canımı da sıkmıyorsun… Ha, benim canım ufacık sıkılırsa ne olur, biliyor musun? Sabrım tepeme kadar geldi, yarını düşünecek kadar yaşam sevincine de sahip değilim; buna seni pişman ederim.” Tam dudaklarını aralayıp konuşacaktı ki “Ha bir de beni patronculuk taslayarak on iki saat çalıştırmak için baban sayesinde Türkiye’de adı duyulmuş bu iş yerinde insafsızca debelenirsen şunu unutma, ben de haklarımı bilen bir avukatım!” diyerek dudaklarının kapanmasına sebep oldum. İşaret parmağımı tehdit pozisyonuna getirdikten sonra öylece kalakalmış Aykut’un sevimsiz yüzüne acıyarak baktım. “Beni ölümle tehdit ettin ya, dikkat et de sen yaşarken ölme.” Aykut “Öf…” diyerek bıkkınlıkla geriye doğru iki adım attı. “Ölümle tehdit falan etmedim, kork diye yaptık herhalde. Sanki ilk defa böyle bir cümleyle karşılaşıyorsun…” “Tabii ki böyle bir cümleyle ilk defa karşılaşıyorum çünkü ilk defa bu kadar pişkin ve anlama kıtlığı olan bir avukat ile karşı karşıyayım. Senin yüzünü bile görmek istemezken, suçlu olan taraf senken…” “Yahu kes ya,” diyerek odasına doğru yürüdü. “Sözleşmede ne yazıyorsa o. Davaların bitsin, defolup gidersin. Senin kadar çok konuşan ve hızlı konuşan, aynı zamanda da tüm kelimelerini net bir biçimde vurgulayan bir insan görmedim. Seni dinlerken beynim beş saniye geriden geliyor…” diye isyan edince çatık kaşlarım gevşedi. Sohbet çok saçma bir yere gidiyordu. “Bak, rica ediyorum benimle konuşurken…” Odasının kapısı açık kaldığından önce odanın içine sonra da koridorun ortasında kalan bana baktı. “Benimle konuşurken ve davalarda karşı karşıya geldiğimizde biraz daha yavaş konuş. Hakime Hanım’ın yüz ifadesini görmedin mi?” Düşündüm. “Ne alaka?” “Kadın seni dinlerken gözlerini belertti.” dedi dünyanın en garip olayını anlatıyormuş gibi. “Video izlerken 2X’e alıyorum ya, aynı öyle konuşuyorsun. Kadın da seni dinlerken sekiz cümle önce kurduğun kelimeyi çözmeye çalışıyordu muhtemelen. Zaten davayı o yüzden erteledi yoksa Mir Beyaz kardeşin mahkûmiyete doğru yol alıyordu…” “Bana bak Aykut, benimle laubali laubali konuşma.” diyerek sert bir biçimde uyardım. “Seninle sohbet etmeye gelmedim, toplantı odasına gireceğim.” Aykut önce bana, ardından kata gelen asansöre doğru kısa bakışlar attı. “Sanki ben seninle sohbet etmeye pek meraklıyım. Kahvem nerede ya?” Asansöre döndüğüm an Menderes’in geldiğini fark ettim. “Hah, geldin mi?” diye sordum, sonunda der gibi. Toplantı odasını işaret ettim. “Buraya geç.” Menderes “Günaydın herkese,” deyip bana doğru yürüdü. İşaret ettiğim toplantı odasına doğru bir adım atacakken Aykut lafa girdi: “Menderes Bey sizsiniz, değil mi?” “Benim.” diyen kaba ses, Menderes’e aitti. “Niye?” Aykut yanımıza doğru yürüdükten sonra bana küçümser bir bakış attı. “Menderes Bey, merhabalar, ben Aykut Sayer.” Sevimsiz elini Menderes’e sıkması için uzattı, ardından el sıkıştılar. Menderes neden bu adamla görüştüğünü sorgulayan bir bakışla bana döndü. “Ya sizin davanız uzayabilir… Ben diyorum ki, Miray Hanım’dan vekâletinizi aldırın, bana verin. Diğer avukatlarımız dolu ama benim henüz yalnızca bir davam var. Sizin davanıza ben bakayım…” Menderes sert bir üslupla “Ne münasebet ya?” diyerek bana döndü. Gururla gülümsedim. “Aykut Bey hani siz mafyaya avukatlık yaptığım için mutsuzdunuz?” Aykut iki kez öksürdü. “Ben öyle bir cümle kurmadım.” Menderes, “Bu kim ya? Ben hiç görmedim bunu…” diyerek Aykut’un sevimsiz suratını işaret etti. Kalkan elinde, parmaklarına asılı kalan kahverengi tesbih sallanınca Aykut yalnızca tesbihe bakmaya başladı. “Sen de mi avukatsın?” Aykut hem çekingen hem de komik bir hâlde “Yok, ben bankacıyım, hobi olarak davalara bakıyorum.” diyerek kendisi gibi sevimsiz bir tarizde bulundu. “Beyefendi görmüyor musunuz? Odamın kapısının yanında “Av. Aykut Sayer” yazıyor.” Menderes gözlerini kısarak “İsim en az boyunuz kadar küçük yazıldığından görememişim. Bende hafiften, yani 1.75 kadar bir miyopluk var da…” diyerek yanıma daha da yaklaştı. “Yani sizin boyunuz kadar.” Aykut’un yüzü düştü. “Yalnız benim boyum 1.80.” Cüsseli sandığı bedenini gösterdi. “Bir de ben mafya olmadığım için cüsseli bir bedene ihtiyacım yok, avukatım ben. Hukuk bitirdim, hem de yurt dışında…” Kendisini övmeye başlayınca kusacakmış gibi olduğumdan bıkkın bir nefes verdim. “Ülkenin en donanımlı avukatıyım. Üstelik kaybettiğim bir dava yok…” Keyifle kıkırdarken “Siz haftaya kaybedeceğinizi kaybedeceksiniz, Aykut Bey. Rica ediyorum artık bizi rahat bırakın.” diyerek konuşma hızımı daha da artırdım. Menderes gözlerini kocaman açarak yüzüme bakarken “Müvekkilimle görüşeceğim izin verirseniz.” diye ekledim. Aykut, “Ne yapıyorsanız yapın, avukat.” diye umursamaz bir tavır takındı. “Yalnız benim avukatla şu şekil konuşmasan mı patroncuk?” Menderes, Aykut’a yaklaştıktan sonra dibinde durdu. Boy farkları yüzünden sürahi ve bardak gibi durdukları aşikârdı. Komiğime gidince kollarımı göğsümde bağlayıp otuz iki diş sırıttım. “Kendisi tanıdığım en cevval avukat, senden daha iyi yani…” “Beni görmediğiniz içindir.” “Seni görmüyorum çünkü 1.75 boyun var.” diyerek kolundan ittirdi Aykut’u. İki adımla Menderes’in önünde durduktan sonra “Saçmalama!” deyip kolundan tuttum, sonra da onu geriye çekmeye çalıştım, tabii ne kadar çekebilirsem. “Menderes, kavga dövüş yasaktı!” Menderes dişlerini sıkarak “Sakinim.” derken bile sinirliydi. Aykut korkuyla asistanına dönüp “Bu ne ya?” diyerek isyan etti. “Üç gün önce savcı ittirdi, şimdi mafya… Avukat olmak çok zor.” “Mafya senin…” diyen Menderes, son anda kendisini dizginledi. “1.75 boyundur…” “1.80.” diye düzelten Aykut, son kez bana dönermiş gibi “Sen daha çok ölümle tehdit edilirsin Miray, haberin olsun.” deyince Menderes’e dönüp sesli bir nefes verdim. Çok sıkılmıştım bu kargaşadan. “Avukatım,” diyerek bana dönen Menderes, Aykut’u işaret etti. “Ne diyor bu tuzluk?” Evet, duruşma salonunda ben de tuzluğa benzetmiştim. “Kendisinden bahsediyor.” dedim kısaca. “Sen benim avukatımı tehdit mi ettin avukat?” diyerek Aykut’un yüzüne doğru eğildi Menderes. “Bana bak…” Kattaki kameraların varlığı beni huzursuz edince Menderes’in kolundan tutarak onu geri çektim. “Bu kızın canı sıkılırsa benim baba tarafı da senin canını sıkar. Akıllı ol, aklını alırım ha…” Menderes’i geriye çekerek “Yürü Menderes, yürü Mendo…” dedikten sonra toplantı odasına doğru yürümeye başladık. Aykut arkadan öksürerek “Nelerle sınanıyorum Tanrım ya…” deyip asistanına döndü. “Sabır!” Toplantı odasına girdiğimiz an kapıyı sertçe kapattım ve “Menderes,” dedim sinir harbiyle. “Ya biz seninle ne konuştuk? Hani insanlarla kavga etmeyecektin, hırpalamayacaktın? Bana söz verdin ya… Vallahi seni değil Miray Hilde Lalezar, Sokrates savunsa hapisten çıkamazsın, haberin olsun.” Bu uyarı biraz mübalağaydı ancak korkutmam gerekiyordu. “Avukat, ben bunu dövdürteceğim.” diyerek sandalyelerden birine geçti. “Ya sen kıt mısın Menderes?” Saçlarımı yolasım gelmişti. “Ne dövdürtmesi? Deli misin ya?” Parmaklarını kıtlatırken “Seni tehdit etmiş, yakışmaz…” deyince çantamı masanın üstüne sertçe bıraktım. Sandalyeye oturunca “Ben avukatım tehdit edilirse cezalarını keserim.” diyerek arkasına rahatça yaslandı. “Menderes sen sadece dur, tamam mı?” dedikten sonra çantamdan davanın dosyasını çıkardım. “Hakime ne söyleyeceğini anlatacağım sana, zaten bilirkişi raporları gelmiş…” Esnedikten sonra devam ettim. “Bu aralar benim işlerim yoğun, sadece bugün görüşeceğiz. Tamam mıdır?” “Tamamdır başkan,” dedi kaba ağzıyla. “Yolla gelsin.” “Bilirkişi raporunda mobeselerde görünen kısmın saatiyle oynandığı belirtildi, Menderes. Yani muhtemelen tutuksuz yargılanma gelecek ama yine de savcı, biraz kıl olduğu için senin görüntülerle oynadığını iddia edebilir. Mahkemenin uzamaması için şunları söyleyeceksin: ‘Sayın Başkanım, sizin vereceğiniz karara saygım sonsuzdur fakat hem görüntülerle oynanması hem kaza yapmam hem güçsüz bir şekilde yürümem sizce de komplo olduğunu açıkça belli etmiyor mu? Ben suçsuzum, bence yüce mahkemeyi meşgul etmeyelim. Siz en iyisini bilirsiniz lâkin önceden de belirttiğim gibi kimseye zarar vermem, veremem.’ Ha bir de, canavarca hisle, diye eklemeyi unutma. Yoksa bunu da kullanırlar… Derler ki önceden bu adam ne kavgalara girmiş, hey yavrum hey…” Elimi havada salladım. “Şimdi tekrar et bakalım.” Menderes masaya eğildi, kambur bir şekilde durdu. “Sayın Hakim, sizin karara benim saygı sonsuzdur, bilirsiniz.” deyince kaşlarım çatıldı. “Vallahi kaza yaptım, üstüne yaralandım, üstüne komplo kurmuşlar…” Cıkladı. “Allah belalarını versin. Neyse Hakim, sen en iyisini, pardon, siz en iyisini bilirsiniz ama mahkemeleri meşgul etmek çok saçma. O yüzden beni salarsanız makbule geçer.” “Menderes ne diyorsun sen ya?” deyince sırıtmaya başladı. “Dalga mı geçiyorsun benimle? Hakimle böyle mi konuşacaksın?” “Ne dedim ki ben?” Cıkladıktan sonra yazdığım cümleleri tekrar ettim. “Şimdi tekrardan söyle, hadi.” “Sayın Başkanım, sizin kararınıza saygım sonsuz ama görüntülerle biz oynamadık, oynamayız. Karşı tarafın oynadığı çok belli. Hem kaza yaptım hem güçsüz kaldım… Yani güçsüz kalmak değil, yaralanmak ama güçsüz kalmak pek benlik değil. Her daim güçlüyümdür ben… Neyse, Hakim Bey, bana komplo kurdukları çok açık, net. Siz de zaten raporda okumuşsunuzdur, biliyorsunuzdur. Ben kimseye canavarca hisle zarar vermem ya, veremem vallahi…” Dişlerimin arasından “Ya sen duruşmada ne güzel konuşmuştun…” dediğimde aynı zamanda gaza getirmeye çalışıyordum. “Al şu kâğıdı, ezberle. Yoksa seni savunmam. Al.” Kâğıdı eline tutuşturdum. “O tehdit biraz ağır oldu avukat…” Menderes boş boş konuşmaya devam ederken telefonuma bir mesaj geldi. Çantamdan çıkarana kadar geçen on beş yirmi saniye dünyada benim için neredeyse sekiz saate tekabül ederken öfkelenip ekranın kilidini açtım. VARAN ALP: Günaydın. Telefonuna ulaşılamıyor. Beni arayabilir misin?
Elimi kalbime götürdükten sonra “Ay ne oluyor be?” dedim sessiz bir fısıltıyla. “Menderes, beş dakika beklesene.” Toplantı odasından çıkar çıkmaz cam kenarında duran bekleme koltuklarına ilerledim, sonra da Varan Alp’i aradım. İki kez çaldıktan sonra telefonu açtı. “Günaydın. Hayırdır sabah sabah?” diyerek telefonu açtığımda bile kalbim küt küt atıyordu. “Yani, bir gelişme mi oldu?” Varan Alp çok beklemeden “Maalesef,” dediği an endişelerimde haklı çıktığım için üzgündüm. “Kötü olandan mı başlayayım yoksa az kötü olandan mı?” “İki gelişme bir de…” diyerek kendimi hazırlamaya çalıştım. “Az kötüyü söyle.” “Sakarya’daki evden uzun bir saç teli çıkmış, küçük bir tokanın arasına sıkışmış bir şekilde.” Bir yandan oflarken diğer yandan Aykut’un manken kılıklı asistanıyla göz göze gelmiştim. “Mir Beyaz’ın yeğenine ait sanırım, Erkin öyle söyledi. Ama evi terk etmiş gibi görünüyorlar, Mir Beyaz’ın babasının telefonu da evde. Nasıl gittikleri meçhul, komşuların ifadesi de alınmış… Yani, arabaları da yok. Zor.” Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra içim titrediğinden dolayı titrek çıkan sesimle “Umarım bu işin altından Pembe ya da eşi çıkmaz, Varan Alp.” deyip arkama yaslandım. “Diğeri ne? Yani daha kötü olanı ne?” “Daha kötü olanı çok tatsız, adliyeye geleceksen yüz yüze konuşuruz.” “Adliyeye gelmeyeceğim, cezaevine gideceğim. Söylemiş miydim sana, hatırlamıyorum… Mir Beyaz’la görüşeceğim.” “Dün Nedim Bey buraya gelirken arabası şarampole yuvarlanmış. Ölmüş.” “Ne?” diye bir çığlık attığımda sesim koridorda yankılandı. “Nasıl ya?” Duyduğum cümleleri sindirmem en az bir dakikamı aldı. “Ya bunu katil yapmış olabilir mi? Hani kamera görüntülerine baktık ya, belki haberleri olmuştur.” “Telefon arabada yoktu, muhtemelen söylediğin gibi fark ettiler.” “İyi ama nasıl? Bizi kimse takip etmedi ki… Biz gittikten sonra bunun yaşanması… İnanamıyorum ya! Adam suçsuz yere gitti resmen! Keşke en başta ekipler gitseydi! Of, adam bir de demans hastası, oğluyla kalıyor… Vicdanım sızlıyor resmen.” Varan Alp’in ofladığını işittim. “Sen dikkat et. Ben delili Erkin’e ulaştırdım.” Gözlerim dolmuştu. “Ne olur ne olmaz diye delil Erkin’de var ama sen gidip kendin konuşursan ve ifade verirsen daha iyi olur.” “Ben de bugün içinde adliyeye uğramaya çalışırım o zaman, tamam.” ⚖️ Cezaevine birkaç kez daha gelmiştim, müvekkillerimle görüşmek için fakat ilk defa bu kadar gerilmiştim. İlk girdiğimde bile garipsemediğim cezaevi, şu an gözümde cehennemden farksızdı. Görüşme odasında beklerken sol bacağımı sürekli salladığımı, kımıldayan kalitesiz masadan dolayı fark etmiştim. Sabah aldığım haberlerden dolayı sürekli gözlerim dolup duruyordu ama en azından kanıtlar yok olmadığı için bir nebze iyi hissediyordum. Mir Beyaz’ı kurtarabilirdim. Kapı açılır açılmaz önce gardiyan, arkasından da Mir Beyaz girdi. Gardiyan, Mir Beyaz içeri girdikten sonra kapıyı kapatınca ayağa kalktım ve Mir Beyaz’ın solgun yüzüne baka baka yanına ilerledim. Gözüme bakmaya cesaret mi edemiyordu yoksa hüznünden mi bakmıyordu, emin olamamıştım. Sesimizi çıkaramıyorduk, ağlayamıyorduk, birbirimize bakamıyorduk… Bize ne olmuştu böyle? Zaten ruhen yorgun ve hüzünlüydüm, bir de üstüne Mir Beyaz’ı bu şekilde solgun görünce dayanamadım ve ağlamaya başladım. Burnumu çekip koluna dokunduğum an hızlı bir hareketle bana doğru bir adım atıp tek hamleyle sarıldı. Belki saniyeler sonra belki de birkaç dakika, anlayamamıştım, birbirimizden ayrıldık ve gözlerimizin arkasındaki beyaz, zar tabakadaki kızarıklığı fark ettik. “Niye?” diye sorduğumda bana bakmadan sandalyeye doğru yürüyüp oturdu. “Mir Beyaz niye susuyorsun?” Arkası dönük olduğundan bir müddet gözlerindeki gerçekleri göremedim fakat artık gizlemesine müsaade edecek kadar sabırlı değildim. Yanına yürüyüp sözlerimi yineledim: “Niye anlatmıyorsun? Bak, biz bizeyiz, yan yanayız…” Karşısındaki sandalyeye geçtikten sonra “Annem ne yapıyor?” diye sorunca sıkıntılı bir nefes verdim. “Ne yapsın? Mutlu değil. Belki o da bir şeyler biliyor, saklıyor… Baban…” diyerek dikkatini üstüme çekmeyi başardım. Gözlerimiz sonunda tekrardan buluştu. “Sakarya’daki yazlığınızda gizlendiler, değil mi? Sonra da kaçtılar. Baban kimi saklıyor Mir Beyaz, niye saklıyor?” Mir Beyaz’ın yüzü masaya doğru eğilince kıvırcık saçlarıyla baş başa kaldım. “Miray, bak, sen benim kardeşimsin…” Hevesle kafamı olumlu anlamda salladım. “Ama ben… Sana bile anlatamam, olmaz.” Gözlerimi yumdum, öfkeyle soludum. “Annem iyi mi yani? Ne yapıyor? Sorsana, paraya ihtiyacı var mıymış?” “Annen kötü.” dedim tok bir sesle. “Tamam, soracağım, aklın kalmasın… Biz yanında oluruz.” Birkaç saniye ikimiz de sustuk. “Ama onun ihtiyacı olan biz değiliz, sensin. Belki kızı, torunu, damadı, eşi… Kimse yok ortada.” Mir Beyaz oflayarak ellerini ensesine bastırdı. “Ben buradayım.” deyince göz göze geldik. “Ömrümün sonuna kadar burada çürüyeceğim. Babam anneme döner zaten bir iki güne, hallolur.” “Babandan haberin yok mu gerçekten?” diye sordum bilerek. Mir Beyaz’ı sıkıştıracağıma, ona yalan söyleyeceğime birkaç gün önce ihtimal bile vermezken şimdi zorunda kalmıştım. Yüzü bozulunca sert bir ifadeyle “Babanın telefonu onda, HTS kaydının çıkması yakındır. Ortadan yok oldukları aşikâr ayrıca sizin yazlıkta, Buse’nin saç teli bulundu, tokasını orada bırakmış. Saç teli taze.” deyip arkama yaslandım. “Bulunduklarında da ablanı zorla öttürürler, o yüzden bana her şeyi anlat.” Mir Beyaz’ın kaşları havaya kalktı. “Anlatmayacağım.” “Anlatacaksın Mir Beyaz. Neden, biliyor musun?” Çantamdan çıkardığım fotoğrafı şak diye masaya yapıştırdım. Melek ve Mir Beyaz’ın ilk fotoğrafıydı… Tam beklediğim gibi, fotoğrafı gördüğü an başını başka bir yöne çevirdi. “Senin sevgilin öldü, benim en yakın arkadaşım. Tamam mı? Ümit Haldun amcanın kızı, Teoman’la Varan Alp’in kuzeni. Öldü. Yok artık.” Acımasızca sesimi yükselttim. “Ve herkes katilini sen zannediyor, neden? Çünkü sen ödlek gibi davranıyorsun. Sanki polis memuru değilmişsin gibi, namussuzun tekiymişsin gibi davranıyorsun. Herkes seni katil zannediyor, bütün ülke. Dün sokaklarda, duvardaki yazılarda intikam yeminleri yazarken onları ben okuyordum, ben! Sosyal medya peki? Hakkımızda neler neler diyorlar, bir bilsen…” Onu işaret ettim. “Sen ödlek misin?” “Miray yapma,” diyerek fotoğrafa döndü, ardından ters çevirdi. Ters çevirdiği an arkasına yazdığım yazıyla karşılaştı. Canım sevgilim. Mir Beyaz nefes alamayarak fotoğrafı çantama sıkıştırırken ayağa kalktı ve “İstemiyorum Miray, görüşmek istemiyorum.” diyerek kapıya yöneldi. “Ya geri zekâlı!” diye bağırdım, sabrının son sınırındaydım. “Sevgilin öldü senin! Öldürmediysen burada işin ne? Kimi koruyorsun sen ya?” Bir hışımla bana dönüp “Kızım ben kendimi öldürmek istiyorum, öldürmek!” diye bağırdığında sesi odada yankılandı. “Nasıl bir çıkmaza girdiğimden haberin yok! Ölsem ayrı bir dert ölmesem ayrı!” Sandalyeyi ittirdi. “Sen beni koruyarak mesleğini, kariyerini bok yoluna sokma durduk yere! Buradayım, tamam mı? Çıkmıyorum ya hapisten!” “Melek’in katili elini kolunu sallayarak sokaklarda gezsin o zaman Mir Beyaz…” deyip kolunu tuttum, istemsizce sıkıyordum onu ama kendime engel de olamıyordum. “Sen buradan çıkacaksın; ister sus ister konuş, seni çıkaracağım ama özgür kal diye değil, başkaları mahkûm olsun diye. Anladın mı? Bu saatten sonra senin avukatınsam eğer kardeşimsin diye değil, sustuğun için de değil çaresiz olduğun için de değil; sadece toprağın altında yatan zavallı arkadaşım için. Sen de ödleğin tekisin Mir Beyaz…” Kolunu ittirdikten sonra bıraktım. “Sana tek bir soru soracağım… Bunu cevaplamak zorundasın.” Yutkundu, gözlerimin içine çaresizce baktı. “Sor.” “Silahın sende miydi?” Dudaklarını ıslattıktan sonra gayet sakin bir şekilde “Hayır.” diye fısıldadı. “Silah sevm…” Konuşamadı ve elini kalbine götürdü. “Silah sevmediği için, ben,” Kafasını olumsuz anlamda sallarken gözlerinden yaşlar süzüldü. “Silahımı yanıma almadım.” “Peki nasıl senin silahınla vuruldu, Mir Beyaz?” diye sorarken kendimi zar zor tutuyordum. Eğer bir kez ağlarsam buradan çıkamazdım. Güçlü durmak zorundaydım. “Sence kim aldı silahını? Nerede bıraktın?” Mir Beyaz kafasını olumsuz anlamda salladı. “Emniyette bıraktım, arabaya bindim ve eve gittim.” “Arabayı senden kim aldı?” diye sorunca dişlerini sıkmaya başladı, muhtemelen öfkelenmişti. “Kim aldı senden arabanı?” “Gardiyan kapıyı aç!” diyerek kapıyı yumruklamaya başladı fakat o kadar sert yumruklar attı ki kapı neredeyse kırılmak üzereyken açıldı. Gardiyanın sert simasını görür görmez “Götür beni.” diye devam etti Mir Beyaz. Ve bir başıma kaldım. ⚖️ Cezaevinden çıktıktan sonra adliyeye gidecekken Mir Beyaz’ın söylediklerinden hareketle rotamı değiştirip emniyete doğru yol almıştım, giderken yolda Erkin’e haber vermesi için Varan Alp’e Mir Beyaz’ın söylediklerini yazmıştım. Bir yandan da Aykut arayıp beni dava edeceğini, derhâl ofise gelmemi söyleyip duruyordu; ben nelerle uğraşıyordum, bu adam nelerle… Artık delirecektim, az kalmıştı. Cinayet büroya çıktıktan sonra ilk iş, Sarp’ın odasına doğru ilerledim fakat içeride kimseyi göremeyince etrafa bakınmaya başladım; Teoman yoktu, Sarp yoktu, Korhan Amir yoktu… Sadece geçen hafta emniyetteyken kriminal uzmanı olarak tanıdığım Umay’ı görmüştüm, onunla da aram pek yoktu. Göz göze geldik, yanına yürüdüm ve “Sarp nerede, biliyor musun?” diye sordum. Üstümü dikkatle inceledikten sonra “Sarp Komiser olay yerine gitti,” diyerek ileriyi gösterdi. “Ama Teoman Komiser ileride, orada. Belki onun yanına uğrarsınız. Erkin Savcı ile beraberler.” Arkamı döndüğüm an başka bir komiserin odasında Erkin’i ve Teoman’ı yan yana görmem bir olmuştu. Umay’a dönüp “Sağ ol.” dedikten sonra ağır adımlarla istemeyerek de olsa Erkin’in yanına yürüdüm. Kapıyı tıklattım, cam kapıdan beni gördükleri an içeriye girip “Savcım, görüntülere bakmak için geldim.” diye bir açıklama yaptım. “İzniniz olursa tabii…” Teoman, “Ne görüntüsü, hayırdır?” diye sordu bana yaklaşarak. “Sen Mir Beyaz’la görüştün mü?” “Görüştüm.” Erkin sorumu cevapsız bırakarak masanın arkasından dolanıp sandalyeye oturdu. O sırada Teoman, “Bulaşma, bugün tersinden kalkmış.” diye fısıldadı kulağıma doğru. “Savcım ben çıkıyorum, istediğiniz bir şey yoksa.” Erkin “İkiniz de çıkın.” deyince hayretle kalakaldım. “Onun tersi aslında düz.” dediğim an Teoman gözlerini kısarken Erkin tam tersi, gözlerini belertip yüzünü bana doğru kaldırmıştı. “Sayın Savcım, müvekkilim suç aletinin kendisinde olmadığını kabul etti. Kamera kayıtlarını incelemek istiyorum çünkü kendisi, silahın en son emniyette olduğunu söyledi. Ve…” Çantamdan telefonumu çıkardım. “Çiçekçide, bildiğiniz üzere, delil buldum. Onları da huzurunuza sunmak isterim.” Erkin dosyanın kapağını kapattıktan sonra “Talebiniz alındı, kamera kayıtları incelenecek.” deyip kapıyı işaret etti. “UYAP’tan takip edersiniz.” “Allah’ım sabır ver… Peki Sayın Savcım, delilleri sunabilir miyim huzurunuza?” diyerek telefonumu havaya kaldırdım. Cam kapı tekrardan açılınca içeriye önce Varan Alp, ardından da Korhan Amir girdi. “Sayın Savcım,” diyen Korhan Amir kapıyı kapattı. “Kamera kayıtlarına bakacak mısınız?” Varan Alp, “Bakacağız.” deyince Erkin ayağa kalktı ve Varan Alp’i onaylayarak odadan çıktı. Korhan Amir peşinden yürüyünce “Sen ne yaptın?” diye sordu Varan Alp, telefonumu işaret ederek. “İfade verdin mi?” Üçümüz odada yalnız kalmıştık. Teoman benden önce araya girdi. “Erkin ateş topu gibi Varan Alp. Bunu kim sinir ediyor ya? Bir de emniyete geliyor, tüm emniyet dışarı çıkıyor, adam bana kalıyor. Miray gelmeseydi işimden olacaktım.” “Abart istersen abi,” diyerek arkadaşını savunan Varan Alp’e kaşlarımı kaldırarak baktım. Yüz ifademi görür görmez “Ne? O kadar da değildir…” deyip bir sandalyeye oturdu. “UYAP’tan takip edermişim gelişmeleri, öyle söylüyor.” Varan Alp bıyık altından güldükten sonra “Senin UYAP’ın benim, benden öğreneceğini bilip de öyle söylemiştir.” diye açıkladı. Teoman, “Yuh…” diye fısıldayınca Varan Alp’in cümlesini sindiremeden bir de onu anlamaya çalıştım. “Sayın Savcım,” diyen Teoman, kapının kenarına kadar iki adım attı. “Bir de ilan-ı UYAP mı etsen?” “Komiser,” diyerek abisini uyaran Varan Alp’i ve eniştemi hâlâ anlamamıştım. “Sen işine baksana.” Teoman, kapının hemen arkasından polis memurları geçtiğinden dolayı çok konuşmadan yanımızdan geçip giderken ben de Varan Alp’in oturduğu sandalyenin karşısına oturdum. Çantamı kucağıma bıraktıktan sonra “Ben anlamadım…” diye mırıldandım. “UYAP ilanı derken?” “Saçmalıyor o, boş ver.” dedikten sonra telefonuna mesaj geldi, ona baktı. “Erkin mi? O mu atmış?” diye sorunca kafasını olumsuz anlamda salladı. “Kim peki?” Gözlerini kaldırıp bana baktığı an yine rezil olduğumu hissettim. Bana neydi ya, ben ne saçmalıyordum? “Yani Korhan Amir de yazmış olabilir…” diyerek toparlamaya çalıştım ancak beceremedim. “Gerçi Korhan Amir sana neden mesaj atsın?” diyerek zorla gülümsedim. “Boş ver.” “Senin gözlerin şişmiş sanki,” diyerek telefonunu ceketinin iç cebine attı. “Ağladın mı?” Yalan söylemek için hiçbir nedenim yoktu. “Biraz.” “Mir Beyaz başka bir şey söylemedi, değil mi?” diye sorduğunda bana olan güveninin aslında pek de olmadığını anladım ve gülümsedim. “Bana güvenmiyor musun?” Kaşları çok hafif çatıldı. “Güveniyorum. Neden güvenmeyeyim? Anlamadım.” “Mir Beyaz bana o geceyi anlatırsa sana anlatmayacağımı düşünmüşsündür ama,” diyerek az önceki sorusunu hatırlattım. “O yüzden sordun. Başka bir şey söyleyip söylemediğini sordun ya…” Dudakları aralandı, birkaç saniye sessiz kaldı. “Seni üzecek bir şey söyleyip söylemediğini anlamak için sordum onu.” Beklemediğim bir cevap aldığımdan ben de birkaç saniye sessiz kaldım. “Ben onu görünce otomatikman üzülüyorum zaten,” Çantamı sıktığımı tırnağım elimi acıtınca fark ettim ve çantamı tutmayı bıraktım. “Zaten sabah verdiğin haberler de pek iç açıcı değildi, ona da bir tur ağladım.” “Sayın Savcım,” diyerek kapıyı tıklatan polis memuru, hızlıca odaya girdi. “Erkin Savcım sizi ve Avukat Hanım’ı çağırıyor. Gelirseniz iyi olur.” İkimiz de apar topar ayağa kalktık, polis memuruyla beraber kamera kayıtlarının bulunduğu odaya doğru ilerledik. İçeriye girdiğimiz an Korhan Amir’in yüz ifadesinden anladığım kadarıyla pek de iyi haberler yoktu. “Ne çıktı?” diye sorduğum an Erkin geldiğimizi fark edip ayağa kalktı. Önce Varan Alp’e sonra bana dehşet bir ifadeyle baktıktan sonra iki elini birbirine çarptı. “Mir Beyaz silahını masasının üstüne bırakmış.” “Evet.” dedim merakla. “Sonra?” Korhan Amir sandalyelerden birine oturduktan sonra sesli bir şekilde ofladı. Erkin, “Sarp almış silahı.” deyince başımdan aşağı kaynar sular döküldü. “Sarp Komiser.” - Selam :') Kitabım hakkında daha fazla detaylı bilgiye ulaşmak için Whatsapp kanalıma katılmayı unutmayın. Kanalda numaranız, profiliniz, isminiz GÖZÜKMÜYOR. Anonimsiniz. Kanalıma ulaşmak için, Instagram: esmatonguc , buradan öne çıkarılanlarımda WHATSAPP KANAL kısmına basıp, oradaki bağlantıya tıklayabilirsiniz. Katılımınız önemli <3 Sizi seviyorumm. |
0% |