Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. KIYAMETE BİR KALA

@esmatonguc

Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.

ON YEDİ EYLÜL

2. BÖLÜM: "KIYAMETE BİR KALA"

⚖️

"Kıyametten önce herkes mutludur."

18 EYLÜL 2026, 19.25, GEBZE

Dünden sonra kendime gelmeme fırsat kalmamıştı çünkü ailemin endişelenmemesi adına küçük ve beyaz yalanlar uydurarak ablamın düğün stresini hafifletmem gerekiyordu. Düğün, yarındı; yarın muhtemelen bu saatlerde düğünün yapılacağı mekânda olacaktık... Ki artık ablama hak da vermeye başlamıştım; dünün stresinden midir yoksa gerçekten ablam evden gideceği için mi bilmiyordum fakat hem heyecanlıydım hem de hüzünlüydüm. Korkmuyorum, demek doğru olmazdı bu ruh hâli için çünkü emniyetten dönerken Melek de ben de Mir Beyaz da deli gibi sorgulayıp durmuştuk.

Katil kim olabilirdi ve ne isterdi ki bizim gibi suçsuz ve günahsız insanlardan? Bunu anlamıyordum. Emniyetten çıkarken Korhan Amir'le bu konuyu münakaşa ettiğimizde kendisi söylemişti bunu: Suçsuz ve günahsız insanlardan ne isteyebilir ki? Ailemizle mi zoru vardı, sanmıyordum. Biz? Biz o gün yalnızca doğmuştuk. Bu gibi bir suçu işlemek için iyi derece bir manyak olmak gerekirdi ki eğer gerçekten öyleyse, manyağın tekiydi, tedavi olması gerekirdi.

Dile kolay, benimle aynı günde doğan, aynı kuvöz odasında kaldığım, aynı hastanede aynı nefesi soluduğum iki insan öldürülmüştü son bir senede. Hatta belki de beni öldürmeye de niyetlenilmişti, seneler önce, on sekiz yaşıma bastığımda. Olabilirdi, şaşırmazdım...

Bu işin peşine düşecektim ama önce ablamın düğün stresinin geçmesini beklemeliydim. Belki ailemle de paylaşırdım ama şu an olmazdı.

"Koray!" diye seslenen annemin gırtlağı kopmak üzereydi. Muhtemelen Koray'ın kulağında yine ve yine kulaklık olduğundan dolayı annemin sesini işitmiyordu. Odasına gidip kafasına bir tane patlatmama ramak kalmıştı. "Koray, oğlum!" Annemin sesini daha yakından işitince önümdeki belgeleri incelemekten vazgeçip arkama yaslandım. Bugün için bürodan erken çıkmıştım fakat salı günü duruşmam vardı ve hiç hazırlıklı değildim, araştırma yapıyordum, bu nedenle geldiğimden beri yalnızca ablamı sakinleştirmekle ve belgeleri incelemekle meşguldüm.

Annemin isyan yankıları sonunda kesilince sırtım ağrıdığı için sandalyemi ittirdim ve masadan yarım saatliğine de olsa uzaklaşmak için odamdan ayrıldım. Koray'la odalarımız yan yanaydı, bu nedenle çıkar çıkmaz annemle Koray'ın kavgasına şâhit oldum.

"Tamam anneciğim, tamam..." Somurttu Koray. "Biz niye gidiyoruz ya? Miray ablam gitsin!" Konuyu bilmediğimden dolayı kaşlarımı çatarak Koray'ın odasına girdim. "Miray abla," dedi Koray sandalyesinden kalkarak. Şu an oyundan kalktığına yemin edebilirdim, tam o sinir harbiyle kalkmıştı. "Annem, ablamın son günü diye sürpriz yapacakmış."

"Ne?" Anlamamıştım. "Ne sürprizi anne?"

Annemin yeşil gözleri esefle Koray'a dönünce daha da meraklandım. "Ya babanla dükkânda şirin bir vedalaşma yapalım, dedik. Buraya da akşam Teoman'la Varan Alp gelecekti ya... Şimdi ablan tek başına ikramdır falan fistan yapamaz, sen ablanın yanında kal." Kaşlarım havaya kalktığında zorla gülümsemeye çalışıyordum. "Koray da yardıma gelsin, diye şey ettim."

Koray, kollarını göğsünde bağladıktan sonra "Anne yani tamam da... Daha yeni üniversite kazandım, okul açılmadı, stresliyim... Biliyorsun, çok ağır olmasa da ankseyretim var benim." deyince şamarı ensesinde patlattım. "Ah!" diyerek öfkeyle bana döndü Koray. "Abla mal mısın? Ne vuruyorsun ya?"

"Ankseyret ne asıl? Git, doğrusunu öğren!" Bilgisayarı işaret ettim. "Bak Koray, yarın ablanın düğünü var! Sen hâlâ bilgisayar oyunu peşindesin. Üniversite diye itelediğin de iki senelik saçma sapan bir bölüm, o da düzgün çalışamadığından. Şimdi kalk, anneme yardıma git. Ankseyretmiş..." Koray'ın ruh hâli tamamen değişti, neredeyse ağlayacak gibi oldu. "Ablacığım, duymadın mı beni? Ayrıca bir daha özellikle bana ve ailene olmak üzere, kimseye mal deme. Tamam mıdır?" Küsüp zemine bakmaya başlayınca kulağına doğru eğildim. "Sözümü dinlersen istediğin kulaklığı alacağım."

Yüzünü kaldırıp gözlerimin içine baktığında şaşkınlık belirtisi göremedim. Anneme döndüğümde ise bıkkın bir bedenle karşılaştım, kadın kaç gündür ablamın derdiyle uğraşıp duruyordu. Bir de kız veriyordu, kolay mıydı... Bir de üstüne Koray!

"Koray, duydun mu?" diye yineledim. "Az önceki söylediğimi..." Sol gözümü kırpıp yalandan gülümsedim.

"Duymadım abla," Sesi titremişti. "Ya abla tamam, mal olmayabilirsin ama niye insanların yüzüne sürekli başarısızlıklarını vurup duruyorsun?" Koray'dan bu şekilde cümleler beklemediğim için kaskatı kesildim. "Tamam, anladık, avukatsın! Oha, ne büyük bir başarı!" Gözlerini devirdi. "Sen önce kardeşine nasıl davranman gerektiğini öğren. Bu ne ya? Annemden babamdan çok kızıyorsun bana. Herkes başarılı olmak zorunda değil, herkes uyumlu biri olmak zorunda da değil! Üniversite dediniz kazandık!" Öfkeyle ayağa kalktı ve boynuna doladığı kulaklığı masanın üstüne fırlattı. "Uslu durursan oyuncak veririm, der gibi kandırmayı kes artık. Senin parana kalmadım ben! Çalışıp da alabilirim istediğim şeyleri. Sal beni."

Koray, hiç beklemediğim bir çıkışla gerçekleri yüzüme vurunca hak versem de bir yandan kendimi aklamak için derin düşüncelere daldım. Yine de umursamamaya çalıştım.

"Kızım sen niye vuruyorsun çocuğa ya?" diyen annemin sesi savunmasız çıkmıştı. "Yani yirmi yaşında çocuk, belli ki derdi var kendine göre..."

Kapının pervazına dayanan anneme somurtarak baktıktan sonra sesli bir nefes verdim. "Tembel insan görmeye dayanamıyorum, ne yapayım anne?" Dağılan saçlarımı sertçe toplarken "Biz nelerle uğraşıyoruz, evin en küçük ve erkek çocuğu diye bilgisayar oyunu oynayamaz. Hayatı böyle mi geçsin? Siz küçükken çok şımarttınız Koray'ı. Ondan böyle... Şimdi bize böyle yapıyor, ileride karısına aynısını yapacak." deyip odadan çıktım.

Annem "Ay yuh Miray, önce sen evlen, Koray'ı sonra düşünürüz!" deyip beni anlamayınca sinirle gülümseyip dolabıma yöneldim. "Kızım," Annem de benimle beraber odama girdi. "Neyse, o şimdi sinirlendi, dışarı çıktı. Dükkâna gider, babasının yanına..." Dolabımdan çıkardığım kıyafetleri yatağımın üstüne fırlattım. "Kızım!"

"Efendim anne?" Dolabımın kapağını sertçe kapattım.

"Şimdi Teoman'la Varan Alp gelecek ya, sen yarım saat ya da bir saat oyalarsın. Sonra da dükkâna gelirsiniz. Ben Melek'i, Mir Beyaz'ı da çağırdım. Ablana çaktırmayın."

Kafamı sallarken "Tamam, çaktırmam." deyip aynanın önünden nemlendirici kremimi aradım.

"Ben seni ararım, sen ablanı getirirsin."

"Anne tamam ya..." deyip kıkırdadım. "Ne dert ettin sen de... Ruhu duymaz onun, stresten tırnaklarını yedi dünden beri."

Annem en sonunda bana güvenip evden çıktı. O çıkar çıkmaz ayırdığım kıyafetleri giyindikten sonra aynanın karşısına geçip makyaj yaptım.

"Miray," Korkup geriye sıçradığım an ablamın geldiğini yeni anlamıştım. "Annemler nerede?"

Duştan yeni çıkan ablamın ıslak saçlarına bakarken "Şeydeler," deyip camı işaret ettim. Ablam, odamın camına manasız bir bakış attıktan sonra tekrardan bana döndü. Gözleri kısılmıştı. "Şey, babam lokantada çok yoğunmuş bugün. Annem yardıma gitti. Koray da siparişleri götürecekmiş motorla."

Ablamın yüzü düştü. "Of Miray ya," Odamın içine tamamen girdikten sonra yatağımın üstüne oturdu. "Kendimi çok kötü hissediyorum. Stresten karnım ağrıyor, dünden beri mideme kaç kez kramp girdi..." Titrek bir nefes verince yanına oturdum.

"Abla..." Kafamı omuzuna koyup "Ya siz senelerdir yarının hayalini kuruyorsunuz. Kaç senelik sevgilin! Benden bile yakınsın Teoman'la..." diyerek teselli etmeye çalıştım. "Şimdi niye stres oldun bu kadar? Ayrıca o kadar uzağa taşınmıyorsun ki... Ben bile gün içinde İstanbul'a gidip geliyorum. Kaç kere konuştuk bunu?"

Klasik Seray Lalezar... Oflayarak omuz silkti.

"Ben galiba annemden ayrılmak istemiyorum." Beni işaret etti. "Seninle odalarımız artık karşılıklı olmayacak... Ne bileyim ya? Ben pazar günleri on bire kadar uyuyup annemin beni döverek kaldırmasına alıştım. Şimdi yepyeni bir ev, yepyeni bir hayat... Bir de evlenince insanlar kilo alıyormuş."

Kaşlarımı çatarken aynı zamanda ablamın kurduğu son cümleye kahkaha attım. "Ya ne alaka abla? Saçma sapan laflar... Spor yap sen de."

"Neyse, tamam. Beni Teoman aradı, sanırım nikâhtan sonra çalacak müziklerin sırası karışmış. Son kez kontrol etmek için Varan Alp'le buraya geleceklermiş. Annem sana haber verdi mi?" derken konuşma hızı yavaşladı. Üstümü inceleyip elini ağzına götürdü. Neden bu tepkiyi verdiğini anlamayarak üzerimi kontrol ettim. Bir şey dökülmemişti ki üstüme... "Tabii ki var haberin."

Anlamamıştım. "Neyden haberim varmış?"

"Varan Alp gelecek ya, o yüzden süslendin." Gözlerimi fal taşı gibi açınca ağzım da beş karış açılmıştı aynı zamanda. Hızla ayağa kalkıp itiraz edecektim ki kahkaha atarak "Ya Miray, sizin aranızdaki bu ilişki beni çok kork..." deyip cümlesini yarıda bıraktı çünkü deli gibi kahkaha atıyordu.

"Abla hiç komik değil." Ciddiyetle bakmaya devam ettim, gülmedim bile. "Ben niye... Yani ben neden süsleneyim? Her zamanki hâlim. Bak, dün gece emniyete giderken bile süslenip öyle gittim. Misal..."

Dükkâna gideceğimiz için hazırlanmıştım, şu ablamın dediğine bak ya!

Ablamın kahkahası kesilince "Gerçeği sayende gördüm, teşekkür ederim..." diye mırıldanmaya başladı bu sefer.

"Bak ya!" diyerek yataktan yastık alıp üstüne fırlattım. "Yine başlamazsan olmaz! Söyleme şu şarkıyı!"

"İçi boş kalbini tattım, ne yazık ki sevgilim..." diyen ablam imalı imalı söylemeye devam ederken kapı çaldı. "Ooo! İyi insan lafının üstüne, derler Miraycığım..."

Gözlerimi devirdim. "Adam kininden benimle konuşmuyor bile, yaptığın çocukluğa bak..." Ablam, kapıyı açmak için aşağıya inerken peşine takıldım. "Bak, abla!" dedim sessiz bir çığlık atarak. "Sakın Teoman'la aptal salak imalar yapmayın. Rezil etmeyin beni."

Zaten dün rezil olmuştum, bir de üstüne bugünü kaldıramazdım.

"Hoş geldiniz!" diyen ablamın şen şakrak sesi, sanki az önce oflayıp puflayarak zırlayan şahsa ait değildi. Bu nasıl bir çelişkiydi... Sabır! "Varan Alp, nasılsın? Ay, çok teşekkür ederim ya... Niye zahmet ettiniz?" Varan Alp, elindeki çiçek demetini ablama uzattı, henüz Teoman da Varan Alp de beni görmemişti.

"Bu benden. Abimden değil, haberin olsun." diyen Varan Alp'in sesini işitir işitmez merdivenin bedenimi kapattığı kısımdan çıkıp kapının biraz önünde durdum.

Ablam kıkırdayarak "Teşekkür ederim..." dediği an Varan Alp beni de gördü.

Teoman içeri girdiği an "Aşkım bu ne hâl ya?" deyip ablamın saçlarına dokundu. "Hasta olacaksın, kurutsana saçlarını."

Ablam ve eniştem konuşurken Varan Alp'e somurtkan bir bakış atarak "Hoş geldiniz..." dedim oldukça uzatarak.

"Ya aşkım daha yeni çıktım duştan, kuruturum şimdi." diyen ablam içeriyi işaret etti. "Siz geçin içeriye, Miray, içeriye geçin." Beni ve Varan Alp'i işaret ederek sırıttı. "İçeriye geçin."

"Tamam abla." dedim yüz kere söyleyince. İyice delirmişti bu kadın.

Varan Alp'in yüzüne bile bakmadan salona geçtim, sonra da kanepenin en uç noktasına oturup telefonumla oynamaya başladım. Fakat neye baktığım sorulursa, hiç. Hiçbir şeye bakmıyordum, ekranı kaydırıp duruyordum.

Ablam ve Teoman bir dakika kadar sonra salona girince telefonu anında koltuğun üstüne fırlattım.

"Miray, sen işten ne ara geldin ya?" diye soran enişteme bakarken sessizlik yemini eden kardeşi Varan Alp'e de kısa bir bakış atmayı da ihmal etmedim.

"Erken çıktım."

"Bıraktılar mı seni ya?" Teoman, ceketini koltuğun üstüne bırakıp Varan Alp'in yanına oturdu. "Bu kadar insaflı olduklarını bilmiyordum." Kardeşine dönüp "Ya Miray'ın bürosu var ya... Leş." deyince anında devreye girdim.

"Yok canım, leş falan değil."

"Yani leş değil tabii ama aşırı yoğun bir büro." diye açıkladı Varan Alp'e. "Neyse, iyi bir yer sonuçta. Yapacak bir şey yok."

"Tabii canım, Türkiye'nin en ünlüsü." diyerek havamı atmayı ihmal etmedim. "Kontenjan kısıtlı sadece enişte, biliyorsun sen ama..." Teoman bir bana bir Varan Alp'e baktıktan sonra sırıtarak göz kırptı.

Hayda! Teoman'ına da başlayacaktım şimdi, ablama da!

Çok değerli eniştem beni asla yanıltmayarak Varan Alp'in omuzuna kolunu attı ve "Ya ben de ne şanslıyım, değil mi?" diye sordu ciddiyetsiz bir sesle. "Etrafım hukukçu kaynıyor. Kardeşim savcı," İmayla Varan Alp'i işaret etti, birazdan gösterecektim ben ona savcıyı! "Baldızım avukat, hem de nasıl avukat yani..." Varan Alp'in omuzunu sıktı fakat pek Sayın Savcımız her zamanki gibi bana asla bakmıyordu ve olduğum ortamlarda pek konuşmuyordu.

Ablamın bedeni kapıda belirince "Teoman hadi," dediğini işittim. "Getirdim ben laptopu, ayarlayalım sırasını." Masanın üstüne bıraktığı laptopu görünce ofladım. "Miray," dedi ablam kapının olduğu yönü işaret ederek. Efendim, dercesine başımı sallayınca "Sen de kahve yapsana bize." dedi ablam.

Teoman aniden kahkaha patlatınca ayaklanacakken olduğum yerde heykel gibi durakladım. "Ne?" dedim sinirle.

"Miray kahve yapmasın ya..." dedi Teoman masaya doğru yürürken. "En son kahve yaptığında ailecek zehirleniyorduk, düğünden önce mide rahatsızlığı geçirmek istemem." Varan Alp'e döndüğüm an yüzünü eğerek sırıttığına şâhit oldum.

Nişandan önceki gün, tıpkı şu anki gibi evde toplanmıştık. Bu kez Varan Alp'in ve Teoman'ın ablası Leman ablayla eşi de bizimleydi, tabii bizimkiler de evdeydi. Ablamın stresten eli ayağı birbirine dolanınca kahveleri ben yapmıştım fakat biraz katı olmuştu.

Varan Alp, kahvenin çimentoya benzediğini söylemişti.

Bana bakmadan.

"Doğru," dedim gözlerimi devirerek. "Çimento gibi yaparım ben şimdi kahveleri."

Ablamla eniştem sanki yarın evlenecek onlar değilmiş gibi yayıla yayıla kahkaha atarken mutfağa doğru yürüdüm. Ben salondan çıkar çıkmaz Varan Alp konuşmaya başladı fakat ne dediğini tam duyamıyordum, her zamanki gibi.

Nefret ediyordum bu durumdan. Keşke Varan Alp, Teoman'ın kardeşi olmasaydı... Bu rezilliğe katlanmak zorunda kalmazdım!

Ama yine de benim suçumdu. Salaktım işte.

Cezveyi dolaptan çıkardığım an "Görürsün sen şimdi," diyerek mutfak kapısını sertçe kapattım. Kahveyi cezveye döküp karıştırdım, kaynadıktan sonra ise fincanlara boşalttım. Yaklaşık on dakika süren servis faslını geçtikten sonra mavi fincanın içine karabiber ve tuz döktüm. "İç de göreyim."

Varan Alp'in çocukluğunu az çok bilirdim, ortaokuldayken arkadaş sayılırdık ve aynı okuldaydık. Karabiberden nefret ederdi, kokladığı an midesi bulanırdı ve en az beş kez hapşırırdı.

Karabiberi fincana biraz daha boşalttım.

Mutfağın kapısını araladım, tepsiyi elime aldım ve salona doğru ilerledim. İçeri girdiğim an Teoman abartarak "Ooo Miray Hanım!" deyip beni işaret etti. Tepsiyi masaya koyduğum an "Bu sefer katı yapmamışsın, güzel olmuş..." diyen Teoman, sarı fincanı kendisine aldı.

"Ablacığım, sen de sakinleşirsin..." diyerek pembe fincanı ablamın önüne koydum. Varan Alp de masaya geçmişti, ablamın yanında oturuyordu. "Buyur." diyerek mavi fincanı önüne koydum. Mor fincanı da tepsiyle beraber önüme çektim. "Bakın isterseniz tadına, orta şekerli yaptım."

Teoman kahveyi yudumladı, höpürdetti ve "Oh, güzel olmuş. Eline sağlık." deyip laptopun ekranına daldı.

Ablam kahvesini yudumlarken "Hayır, bak, önce bu çalsın... Sonra 'Çakmak Çakmak' çalarsa daha iyi olur. En hareketlileri sona kalsın ayrıca dans müziğinden sonra bu saçma olur Teoman ya..." deyince arkama yaslanarak Varan Alp'e döndüm.

Gözünü üzerime dikmişti ve bir kahvesine bakıyordu bir bana. Gözlerinin en içine bakarak fincanımdan bir yudum aldım, ardından "Gerçekten çok iyi olmuş kahve..." deyip kendimi övdüm. "Sen?" dedim Varan Alp'e kahvesini işaret ederek. "İçsene."

"İç iç," dedi Teoman buraya bakmayarak. "Varanım iç, yarasın. Bu sefer güzel olmuş."

Varan Alp, fincanı eline aldı ve dudaklarına götürdü. Bir yudum aldıktan sonra gözlerini birkaç saniyeliğine yumdu.

"Güzel mi?" diye sordum kendi kahvemi zevkle içerken.

Kafasını sallamakla yetindi ve bir süre sadece masayla bakıştı.

Ablam sırıtarak "Ya Teo, bir şey diyeceğim..." dedi ve anında gülme krizine girdi. "Şimdi bizim yaşlı davetlilerimiz de olacak, bu şarkı oldu mu... Çıkar şunu ya!"

Teoman da ablama katılırcasına kafasını sallarken ben Varan Alp'e dönüp "Beğenmedin sanırım kahveyi?" diye sordum. "Beş dakikadır içmiyorsun." Biraz abartmıştım. Dudaklarımı büzdüm. "Alınırım ama Varan Alp. Hem dün hakkını yedim senin ya..."

Ablam merakla "Ne yaptın ki?" diye sorunca Teoman da kafasını bu yöne çevirdi.

Duyacaklarını hiç düşünmediğimden bir süre bön bön baktım suratlarına. Varan Alp benden önce davranarak "Dün emniyette kahve ikram ettiler bana," diye açıkladı ve önündeki kahveyi işaret etti. "Kendisi de neden savcıya kahve ikram ediliyor, deyip ortalığı ayağa kaldırdı. Neymiş, davanın savcısı dışında kimse kahve içemezmiş." Benzetmesi pek manidardı.

"O ne lan öyle?" diye soran Teoman, kurduğu cümleden sonra ablama dönerek kıkırdamaya başladı. Ablamın bana attığı bakış, "Geri zekâlı mısın?" der gibiydi. Umursamadım. Gerçeklik payı yoktu neticesinde.

Varan Alp'in koyu kahve gözlerine bakarken "Evet, evet..." deyip ablama kahvesini işaret ettim. "Şimdi sanırım kahvesini içemedi. Ne zamandan beri savcılar avukatlardan korkar oldu ya?" Keyifle arkama yaslandım.

Kurduğum cümleden sonra Varan Alp, fincanı kaldırdı ve "Ben soğuk kahve seviyorum." diyerek tüm fincanı kafasına dikti.

Çığlık atmamak için kendimi zor tutarken yapabildiğim tek tepki, kaşlarımı çatmaktı.

"Evet ya, Varanım çayı da kahveyi de çok sıcakken içmez pek." diyen Teoman'ı dinleyemedim bile. Sadece Varan Alp'in bitirdiği kahveye odaklandım.

Tükürüğüm boğazıma kaçtı ve birkaç kez öksürdüm. "Güzel miydi bari?" diye sordum boş fincanını tepsiye alıp. Teoman da hem kendi fincanını hem de ablamın fincanını tepsiye doğru uzattı, ikisini de tepsiye yerleştirdim.

Varan Alp, birkaç saniye gözlerimin en içine baktıktan sonra "Güzeldi." dedi.

Hayret, bu sefer benimle konuşmuştu!

Tepsiyi mutfağa bıraktım, fincanları yıkayıp kuruladım, tezgâhın üstüne bıraktıktan kısa bir süre sonra da annemleri aradım. Annem, henüz hazır olmadıklarını, en az yarım saat sonra çıkmamız gerektiğini söyleyince oyalanmak için beş karışlık mutfakta küçük küçük adımlar atarak yürümeye başladım.

Birkaç dakika sonra da sıkılıp içeriye geçtim, elimde de bir bardak su vardı. Ablamla eniştem hâlâ aynı yerindeydi ve içeriye girdiğimi bile görmemişlerdi. Varan Alp, telefonuna dalmıştı ve o da beni görmemişti.

Masaya sandalye çekince Teoman göz ucuyla bana baktı fakat arka planda sürekli değişik değişik müzikler çaldığından laptoptan kafasını kaldıramadı. Ablamın oflamaları eşliğinde masaya oturduktan sonra tam karşımda duran ve telefonuna bakan Varan Alp'in önüne su bardağını bıraktım.

Önce su bardağına sonra bana kısa bir bakış attıktan sonra "Seray," dedi ablama doğru. Bari bir teşekkür etseydi, o kadar su getirmiştim ona!

"Efendim?" diyen ablam, keşke ben onu her çağırdığımda da bu kadar hızlı cevap verseydi. "Bir şey mi oldu?"

Varan Alp, önündeki bardağı kaldırarak "Al iç istersen, sakinleşirsin. Ayrıca müzik halledilir ya..." deyip suyu ablama uzattı.

Suyu, evet. Ona getirdiğim suyu ablama uzattı.

Hayretle bana dönmesini beklerken ablam su bardağını eline alıp teşekkür eder etmez Varan Alp tekrardan telefonuna döndü.

Delirecektim.

Tamam, yaptığım hoş bir hareket değildi fakat bu adamın artık on beş senelik kininin de bitmesi gerekiyordu! Bu neydi ya?

"Bakayım müziklere," diyerek sandalyemden kalktım ve ablamların yanına yürüdüm. Oturmadan ablamın omuzuna çenemi dayayıp laptopa odaklandım. "Bu ne?" deyip isimsiz müziği işaret ettim.

"O isimsiz olanlar halay. Adem amca ayarlamıştı." diye açıkladı Teoman. "Biz bir de arada pop çalsın, çocuklar pistte enerjilerini tüketsin de biz dans ederken yorulup uyusunlar, istiyoruz."

Dudaklarımı büzerek "Ben pop müzik dinlemem." deyip doğruldum. "Öneremeyeceğim."

"Aşkım şuna ne dersin?" diyen ablamın sesi ciddiyetsiz gelince kaşlarım çatıldı. "Tam çocuklar için bence... Daha doğrusu ergenler... Gibi..."

Şimdi bitmiştim, tam anlamıyla.

Rezillikti.

Tam bir rezillikti.

Gözlerimi kısarak arkamı döndüğüm an Emre Kaya'nın "Teşekkür Ederim" şarkısı çalmaya başladı ve gözlerimi kapatarak kanepeye yürüdüm. Teoman deli gibi kahkaha atarken Varan Alp'in yüzüne bakamıyordum bile! Masaya ters düşen kanepeye oturup sadece halıya bakmıştım.

Ablam "Tamam, yeter, kapat..." dedi gülmesinin arasında. "Ya dalga geçiyoruz, alınmayın..."

"Hiç hoş değil." diyerek Varan Alp'e bakmadan ikisine döndüm. "Dava edeceğim sizi."

"Ooo!" diyen Teoman daha büyük bir kahkaha patlattı. "Varanım, bu tür davalara ne deniyor? Sen bilirsin." Birkaç saniye sessizlik oluştu, sonrasında da Teoman, "Tamam, kızma." diyerek yanıma oturdu. "Kız sen ne ara bu kadar alıngan oldun ya?"

"Alıngan mı oldum?" diye patlayınca şaşırarak arkasına yaslandı. "Komik değildi, ben de gülmedim. Bu kadar. Ve hiç hoş bir hareket değil." Kollarımı göğsümde bağlayarak koltuğa yaslandım. "Yarın düğününüz var, müzik ayarlıyorsunuz, hâlâ şaklabanlık peşindesiniz."

Ablam da diğer yanıma oturunca "Biz eğlenceli bir çiftiz hayatım, ondan olmasın?" diye sorup omuzuma kafasını dayadı.

"Kalkalım mı?" Tepemizde dikilen Varan Alp, sadece abisine bakarak böyle bir cümle kurmuştu.

Hayatımda Varan Alp kadar kinci, umursamaz ve aynı zamanda sakin fakat içten içe öfkeli bir adam görmemiştim. Küçükken dengesizin tekiydi, şimdiyse umursamaz tavırlarla tam bir ruhsuz gibi görünüyordu. Sinirli değildim ama böyle insanlardan hiç hazzetmezdim. Dümdüz duruyordu işte!

Teoman ayaklanarak "Aşkım bir babana da mı uğrasak ya?" deyince cebimden telefonumu çıkarıp kontrol ettim. Annem gelmemiz için mesaj atmıştı.

"Evet abla, babam yoğundu zaten bugün. Dükkâna gidelim." Ben de ayaklandım.

Ablam kaşlarını çatarak "Onlar şimdi dükkânı kapatıp gelir, saat epey geç oldu." deyip kolundaki saati kontrol etti. "Yani... İsterseniz on dakika daha oturun, onlar gelir. Olur mu Varan Alp?"

"Hayır." dedim ablamın kolundan tutarak. "Hava al sen de biraz abla. Beş dakika yürümüş olursun. Hadi, kalk."

Ablam birkaç saniye duraksadıktan sonra "Tamam o zaman, gidelim." dedi ve birkaç dakika içinde evden ayrıldık.

Dakikalar sonra evden ayrılmamızın ardından beş on dakika yürüme mesafesinde olan lokantaya doğru yol almaya başladık. Büyük çoğunlukla önden yürüyüp Teoman'la ya da ablamla bile muhatap olmayan ben, Varan Alp'e bakmıyordum bile. Ki kendisi en arkadan yürümeyi tercih etmişti.

Babam böyle sürprizlere alışık değildi, muhtemelen sürpriz veda partisi annemin başının altından çıkmıştı çünkü böyle bir düşüncenin babamın kafasının içinde oluşmasına imkân yoktu. Ablam evleniyor diye stres olurdu, üzülürdü de ama bu tür bir sosyal aktiviteyi planlayacak kadar da yakın değildi bizimle, yani çocuklarıyla.

Babamın minik lokantasının ışıklarının kapalı olduğunu gördüğüm an hafifçe arkamı döndüm; ablam, eniştemle konuşup gülümsemekten başka hiçbir şey yapamadığından önünü bile görmüyordu. Neyse ki bugünlük, sürpriz olması adına ablamın ruh hâli işimize gelmişti.

Dükkânın önüne kadar geldik, hatta ben daha önce gelip arkamı döndüm, ablamlar birkaç saniye sonra geldiler. Gelir gelmez de ablamın kurduğu ilk cümle "E dükkânı kapatmışlar..." oldu.

"Tüh," deyip kapıya doğru yürüdüm. "Kapı açık ama? Hırsız girmiş olmasın..."

Ablamın gözleri fal taşı gibi açıldı. "Ay, Allah korusun Miray!" Koşar adımlarla kapıyı aralayıp kapının pervazından içeriye bakmaya çalışan ablamı hafifçe ittirdim. "Ne yapıyorsun?" diye fısıldadı bana doğru. "Teo, buraya gelsene! Hem polis olacak, bir de beni tek başına karanlık yere yolluyor ya!"

"Aşkım geldim..." diyen zavallı eniştem gülmemek için kendini zor tutuyordu.

"Geldin de..." diyen ablamın sözünü kesecek kadar büyük bir gürültü işittik. Koray, ışıklar açıldığı an ablamın üstüne konfeti patlattı ve küçücük lokantamıza sığabilecek kadar sığdırılan kalabalık alkış tuttu. "Ay yok artık ya!" Ablam bu sefer hayret ve sevinç karışımı bir ifadeyle konuşmuştu. Otuz iki diş sırıtan ablam, bu gece Kocaeli'ye veda edecekti.

Dakikalar birbirini kovalarken ablama düzenlediğimiz veda yemeği tarzı çay sofrası uzadıkça uzamıştı. Mir Beyaz'ın ailesi de buradaydı; annesi, babası, ablası ve yeğeni. Küçücük lokantaya zar zor sığışmıştık.

Saat ona yaklaşınca uykum gelmeye başladı ve yanımda oturup kafasını kısıra daldıran Melek'e dönüp koluna iki kez vurdum.

Esnediğim an "Efendim?" diye sordu.

Esnemem geçince "Dün konuşamadık tam." diyerek mutfak kısmını işaret ettim. "Gelsene iki dakika." Sandalyemi geriye itekleyerek ayaklandığım an tavla oynayan tayfaya yani babama, enişteme, Varan Alp'e, Mir Beyaz'a ve Mir Beyaz'ın babası Emrah amcaya kısa bir bakış attım. Neyse ki ortam çok kalabalıktı, şu an için iyi bir durumdu.

Melek'le beraber mutfağa geçtiğimiz an "Ne oldu?" diye sorup elinde getirdiği su bardağını kafasına dikti. Suyu içmesini beklerken yaşlandığım doğruydu. Bardağı tezgâha koyduğu an "Belli, dün sende emniyetten çıkarken de bir hâller vardı ama işe gittiğin için konuşamadık. Dökül." deyip ciddiyetle kollarını göğsünde bağladı.

"Ben dün sanırım Varan Alp'e yine rezil oldum Melek ya... Hatta yetmedi, bugün de rezil oldum." Melek, muhtemelen ona kızmamam için dudaklarını birbirine bastırıp gülmemeye çalışırken sesli bir nefes verdim. "Sakın gülme. Yani gülmezsen anlatacağım."

Öksürdü, ellerini yanaklarına bastırdı ve "Bu şekilde gülmem." dedi boğuk bir sesle.

Ofladıktan kısa bir süre sonra ellerini yanaklarından çekip "Tamam, gül ama azıcık gül." deyince beklemeden kıkırdamaya başladı. "Ya Melek, daha anlatmadan niye gülüyorsun ki?" diye patladım. "Zaten dünyanın en bozuk insanı! O kadar dümdüz ki! Gülünecek pek bir şey yok bu yüzden. Neyse. Anlatıyorum."

"Tamam, söz, artık gülmeyeceğim. Anlat bakalım."

Bu sefer ciddi gibi görünüyordu. "Şu mavi gözlü, deccal kılıklı, sert suratlı savcı vardı ya, ifademizi alan..." Melek kafasını sallayınca anlatmaya devam ettim. "İfademi aldıktan sonra Varan Alp'le konuştuğunu gördüm, sanırım yakın arkadaşlar." Melek kafasını olumlu anlamda salladı. "Öyleler, değil mi?"

"Ben de tam bilmiyorum. Eee?" diyen Melek sırıtmaya başladı ama görmezden geldim.

"Ben de Varan Alp, sırf savcı diye ifademi dinledi zannettim. Hani, yakın arkadaşlar ya... Hem dava hakkında bilgi de alabilir, diye düşündüm. Yani işin özeti, Varan Alp ile Erkin Savcı konuşurken yanlarına yürüyüp had bildirmeye kalkıştım."

"Ne yaptın, ne yaptın?" diye soran Melek bu sefer kahkaha attı ve sesi mutfakta yayıldı. "Miray sana inanamıyorum! İki savcının yanına gidip Varan Alp'e torpilli savcı iması mı yaptın? Bir dakika..." Ağzı beş karış açık kaldı. "Bugün de rezil oldum, dedin. Sizin eve gelmişler, Bengü abla söyledi. Beraber geldiniz buraya falan... Bugün ne yaptın? Yine sen bir şey yaptın, değil mi?"

"Maalesef." dedim kısık bir sesle. "Kahvesine tuz ve karabiber döktüm."

Melek donakaldı. On saniye kadar öylece bana baktıktan sonra "İsteme kahvesi gibi mi?" diye sorup elini ağzına götürdü. "Miray sana inanamıyorum." Elini ağzından çekti.

"Hiç de isteme kahvesi falan değil. Hani, karabiber sevmiyor ya Varan Alp. O yüzden, sinir olsun da bana laf etsin diye kahvesine karabiber koydum ama önce içmedi, sonra da soğuduğunda kahveyi kafasına dikti. Benimle de sadece bir kez diyaloğa girdi. Nasıl bir yemin ettiyse, sessizlik yemini yani, konuşmuyor ya benimle! Zehir koysam kahveye, içer zehirlenirdi. Hastaneye götürürdük, uyandığında beni şikâyet bile etmezdi!" Cıklayıp kollarımı göğsümde bağladım. "Ne pis bir kini var ya? Abisiyle ablam evleniyor, ileride çocukları olursa ben teyzesi olacağım, o amcası olacak, düşün!" Hayretle bir ileri bir geri yürüdüm. "Adam gözümün içine bile zar zor bakıyor."

Melek kolumdan tutup beni kendisine çevirdi. "Bir dakika ya," Yüzünde manasız bir sırıtma ifadesi peyda olunca gözlerimi kaçırıp mutfağın diğer bölgelerini incelemeye başladım. "Sen niye seni görmezden gelen birini bu kadar umursuyorsun ki? Hiç senlik bir hareket değil?"

Yalandan gülerek "Sence?" diye sorup kollarımı geri çektim. Melek'in yüzünde hâlâ imalı bir bakış mevcuttu. "Sinir oluyorum. Başka neyden olacak, neyden olabilir yani?"

"Ya Miray, yürü git... Yirmi sekiz senelik arkadaşınım, hâlâ bana yalan söylüyorsun ya..." Melek'in bu söylediğinden sonra yalnızca zemine baktım. "Sen küçükken bir halt yedin, üzdün çocuğu, sonra gittikten sonra da çektin vicdan azabını, köpek gibi de pişman oldun... Şimdi de kendini affettirmeye çalışıyorsun ama içten içe de hoşlanıyorsun. Yalan mı?"

"Ne?" diyerek yalanladım. "Hiç de öyle bir şey yok." Sesim titremişti.

Melek "Hı hı..." diyerek sol gözünü kırptı. "Az önce ne kadar hızlı konuştun, farkında mısın? Sen sadece çok heyecanlandığında hızlı konuşursun." Kendisini över gibi öne çıkardı. "Benden kaçmaz, bence Mir Beyaz'dan da kaçmaz hatta Seray abladan, artırıyorum Teoman abiden de kaçmaz."

"Sus Melek ya." Saçlarım açık olduğu için boynum terledi, ben de saçlarımı toparlayıp enseme hava yaptım. "Böyle cümleler kurup sadece eğleniyorsun. Tamam, rezil olduk işte, garip hissettiriyor ama..." Öylece kaldım.

"Ama ne?" diye soran Melek kıkırdamasına devam etti. "Ama değil, ve! Ve haklıyım!"

"Hoşlanma yok, geri kalanında azıcık da olsa haklılık payın var. Tebrik ederim," Yalandan alkış tuttum. "Yine harika bir karakter analizi yaptın. Mimar olacağına psikolog mu olsaydın sen? Çokbilmiş fare suratlı..."

Melek, "Sen de tavşan suratlısın!" diye çıkıştı bana doğru. "Ayrıca küçükken de dişlerin tavşan gibiydi, hah!"

"Çok komikti canım, o kadar komikti ki gülmekten yerlerdeyim şu an, bak!" Zemini işaret edince ikimiz de ciddiyetsiz ifadelerle zemine baktık. Melek konuşmadığı için de "Sen dedin ya," diyerek konuyu devam ettirmeye çalıştım. "İsteme kahvesi diye..."

"Eee?"

"O da mı öyle anladı acaba?" diyerek kendime yeni bir takıntı buldum. "Ya öyle anladıysa? Daha büyük bir rezillik!"

Melek elini havada sallayarak "Sen on küsur sene önce çocuğu öyle bir reddettin ki bir daha ona karşı bir duygu beslediğine imkân vermez." deyince kendimi çok daha kötü hissettim. Vicdan azabım, kalbimi acıtırken "Hem koskoca savcı..." diyerek beni sinir etmeye çalıştı. "Oho... Elini sallasa ellisi. Sana mı kaldı be benim kuzenim?"

"Döverim seni." diyerek ona doğru yürüyünce kahkaha atarak mutfaktan çıktı. Çıkarken pis pis gülmeyi de ihmal etmedi.

⚖️

20 EYLÜL 2026, İSTANBUL, GECE

YAZARIN ANLATIMIYLA

Yağmurlu başlayan eylül akşamının bitiminde düğünün verdiği yorgunlukla arkadaşının evine giren Varan Alp, kravatını çözerken peşinden gelen arkadaşı Erkin Gümüşpala uzun zamandır ilk defa bu kadar eğlendiğinden ötürü çok neşeliydi.

"Ne düğündü be Varan Alp!" Saat 03.56'ydı, neredeyse sabah olacaktı ve eve henüz yeni gelmişlerdi. Varan Alp, bavuluna yönelince Erkin, "Ablana mı geçeceksin şimdi?" diye sordu.

"Sabah geçerim herhalde," diyen Varan Alp, Erkin'in aksine bayağı yorgundu. Tüm gün düğünle meşgul olmuştu; fotoğraf çekimleri, düğünden önce davetliler için kapıda bekleme merasimi, düğün, düğün sonrası çorba içmeye gitme... "Sen tabii sadece düğüne geldin Erkin, bütün gün mahvolduk biz ya..."

Erkin, kendini koltuğa attığı an "Vallahi ben bile bu kadar yorulduysam seni düşünmek bile istemiyorum kardeşim." deyip takım elbisesinin ceketini çıkarıp koltuğun öbür ucuna attı. "Ama ne yalan söyleyeyim, son birkaç aydır hiç bu kadar eğlenmemiştim dostum ya..."

"Bırak şimdi düğünü..." Varan Alp, bavulunun içinden çıkardığı dosyayı Erkin'e uzattı. "Kısa bir araştırma yaptım, bak."

Erkin'in gözleri kısıldı, dosyaya bakarken "Ya Varan Alp..." deyip sesli bir nefes verdi. "Gözlerim bile zar zor görüyor şu an, dosya mı hazırladın sen bir de?"

"Erkin bu işin şakası mı var?" diye sertçe arkadaşını uyaran Varan Alp'in aklı, iki gündür dosyayla meşguldü. Abisine ve yengesine çaktırmamak için debelenirken psikolojisi bozulmak üzereydi, hiçbir şey olmamış gibi davranmak onu boğuyordu. Bu yüzden daha yüksek bir sesle "Bak, belli ki bir tetikçi var bir de azmettirici." diye konuşmaya başladı. "Eğer azmettiriciyi bulmazsak seneye yine biri ölecek ki bu ben de olabilirim."

Gözlerini devirerek Varan Alp'in uzattığı dosyayı açan Erkin, "Bu kim?" diye sordu. "Semiha Ertürk, 15 Ağustos 1972, İzmit." diye hızlı hızlı okumaya başladı. "Şu an hapiste miymiş?" Dosyayı iyice karıştırdı. "Kasten adam öldürme suçuyla... Eee? Bu ne alaka?"

"O gün hastanede doğup ölen tek bebeğin annesinin adı Semiha Ertürk." Erkin, büyük bir şokla doğrulup Varan Alp'in gözlerinin içine hayretle bakakaldı. "Bakma öyle, bizim eski çiftlik evine gidince annemin albümünün içini karıştırdım ve bu kadını buldum. Annemin tuttuğu günlükteki kadın Semiha Ertürk'müş. Bu kadın da sana anlattığım gece çıkan yangından sonra hastaneye kaldırılmış ama kayıtlarda bir çocuğu yok. Yani o gün ölen bebek, bu kadının bebeği."

Erkin dosyayı kapattıktan sonra "Vallahi helal olsun..." deyip sırıtmaya başladı.

Varan Alp devam etti: "Kadının ruh sağlığı yerinde değil gibi görünüyor. Kocasını beş kez bıçaklamış, sonra da polisi arayıp kendini ihbar etmiş." Erkin'in yüzü ekşidi. "Yirmi sene hapis yatmış, hapiste de intihara teşebbüs edince kadını yatırmışlar. Ama Semiha Ertürk, geçen sene hastaneden kaçmış. Hâlâ aranıyor."

Erkin, elini alnına götürdükten sonra "Çok büyük ihtimalle bu kadın ve kadını destekleyen bir akrabası işliyor cinayetleri. Niye, çünkü o gün kızı ya da oğlu öldü, suçu yangına ve diğer bebeklere atıyor. Psikolojisi de iyi değil. Tüm durumlar çok tutarlı." deyip dosyayı koltuğun üstüne attı. "Annenin günlüğü iyi bir fikirmiş..." Hâlâ kafası karışıktı. "Ve sağ ol, sayende belki de çözülecek."

"Annem sayesinde." diye mırıldandı Varan Alp, daha önce hiç görmediği annesinin özlemiyle. Kalbindeki ağrı, ruh hâlini oldukça zedelerken gözlerini kapatıp birkaç saniye bekledi.

Erkin, arkadaşının hüznüne canı sıkılınca "Tabii lan, annen sayesinde! Günlük olmasa bulamazdık. Mekânı cennet olsun inşallah." deyip omuzuna birkaç kez vurdu. "Hemen halledeceğim Varan Alp, hangi deliğe girdiyse bulacağım o kadını. Bu sefer hapse tıkacağım, çıkamayacak."

Varan Alp, gözlerini açtıktan kısa bir süre sonra kafasını sallamakla yetindi. "Yine de rayına oturmayan birkaç pürüz var. Altmış yaşına gelen bir kadın... Savunmasız, anlatabiliyor muyum?" Kaşları iyice çatıldı Varan Alp'in. Erkin'e dönüp göz teması kurduğu an "Tetikçi bu kadın olabilir çünkü azmettirecek kadar gücü yok. Parasız pulsuz, yaşlı bir kadın. Asıl sıkıntı da azmettirici..." diyerek dosyayı işaret etti. "Ya da tam tersi. Kafam karıştı."

Erkin, Varan Alp'in konuşmasına müsaade etmeyerek "Önce tetikçi, sonra azmettirici... Her şeyin bir sırası var kardeşim. Ayrıca bak, senin de kafana yattı, 17 Eylül 2027'ye kadar kimseyi öldürmez. Azmettirici de tetikçi de psikopatın teki. Zaman bol, delil de bol... Bulup tıkacağım, sakin..." deyip mutfağı işaret etti. "Benim beynim zonkluyor, ağrı kesici alacağım."

"Bana da getir." diyen Varan Alp'in başı, Erkin'inkinden daha çok ağrıyordu.

Ağrı kesici içtikten kısa bir süre sonra Erkin, sosyal medyaya girip Varan Alp'e tanıdıkların düğünle alakalı paylaşımlarını gösterdi. Varan Alp pek sosyal medya kullanmadığı için Erkin göstermese muhtemelen hiçbirini görmeyecekti.

Kahkaha atan Erkin, "Ya bu avukatın geçen günkü siniri beni hâlâ güldürüyor ya..." diyerek Miray Hilde'nin fotoğrafını gösterdi Varan Alp'e. Varan Alp, kısa bir bakış attıktan sonra önüne döndü, fotoğrafa bakmamayı tercih etti. "Ulan o gün bile ben ara ara aklıma gelince kahkaha attım, biliyor musun? Kendisi davanın savcısı olmamakla beraber ifadesi alınacak bir şüphelidir, deyişi..." diyerek Avukat Miray'ın taklidini yaptı Erkin Savcı.

"Saat kaç?" diye soran Varan Alp, konuyu değiştirmeye çalışıyordu. "Geç oldu, uyuyacağım."

"Hop," Erkin, Varan Alp'in kolundan tutarak sol gözünü kırptı. "Hayırdır? Sinirlendin mi sen?"

Varan Alp kafasını olumsuz anlamda salladı. "Niye sinirleneyim?" Kolunu geri çekti.

"Ne bileyim, artık resmî olarak akraban ya..." Erkin bunu söylediği an Varan Alp sesli bir nefes vererek ayağa kalktı. "Laf ettirmezsin, diye düşündüm."

"Akrabam değil Erkin. Ne alakası var?" Kravatını boynundan tamamen çıkardı. "Hem iki saattir dedikoducu teyzeler gibi niye sosyal medyadaki videoları gösteriyorsun bana ya? Kafam yerinde değil zaten..."

"Ulan abart!" diyen Erkin, deyim yerindeyse şok olmuştu. Varan Alp'in sohbetten kaçtığını anlayınca ayaklanıp öksürdü. "Bir şey soracağım ama dürüst olacaksın."

Varan Alp, arkadaşının ses tonundan ne soracağını anlayıp "Sorma Erkin. İyi geceler." dedi ve ağır ağır yürümeye başladı.

"Ya Alp, Allah belamı versin ki aramızda kalacak!" Erkin, neşesini gizleyemeyerek Varan Alp'in omuzuna dokundu. "Doğruyu söyle bak... Aranızda bir münasebet var da söylemiyorsan nikâh şâhidim sen olamazsın."

Varan Alp'in gözleri kısıldı. "Başkasını yap da göreyim." Hafif bir tokat attı arkadaşına. "Ayrıca öyle bir durum yok, tatsız bir şey ya..."

Tekrardan yürümeye çalıştı ancak Erkin müsaade etmedi. "Nasıl bir şey var kardeşim? Dostuna açıklamak ister misin? Güzel arkadaşın sana sert bir kahve yapsa, içindeki duyguları dökmek ister misin?" Artık yalnızca dalgaya vuruyordu. "Varan Alp, neşemizi bozma..." Gözünü kırptı ve mutfağı işaret etti.

Varan Alp, dayanamayıp sırıtarak "Senin bu hâlini adliyedekiler görse var ya..." deyince Erkin koca bir kahkaha patlattı. "Bipolar mısın, doğruyu söyle!"

Erkin yavaş yavaş mutfağa yürürken Varan Alp pes ederek kanepeye yayıldı. Boynu, sırtı adeta tutulmuş gibi canını acıtırken Erkin'in dilinden düşmeyeceğini bildiği için oflayıp puflamaya başladı.

Erkin birkaç dakika sonra kahve makinesinde demlediği Türk kahvesini Varan Alp'in önüne koydu. Varan Alp, yüzünü ekşiterek kafasını çevirince "İç, sevdiğin gibi sade kahve işte..." dedi Erkin, arkadaşının tepkisine mana veremeyerek. "Mis gibi kokuyor."

"Midem bulandı ya..." Varan Alp, ceketini çıkardı. "Geçen gün tuzlu kahve içtim, ondan oldu."

Erkin'in dudakları aralandı ve "Ne içtin, ne içtin?" diye sordu abarta abarta. "Tuzlu kahve mi içtin?" Demlediği kahveye bakarken burnundan güldü. "Peki niye kahvenin içine tuz koydun?"

"Ben koymadım işte," diyen Varan Alp, Erkin'in demlediği kahveden bir yudum alıp yüzünü ekşitti. "Miray koydu."

"Yuh!" diyen Erkin, bu kadarını beklemiyordu. "Kızı istemeye mi gittiniz?"

Varan Alp'in attığı ölümcül bakış, Erkin'i susturduktan kısa bir süre sonra "Hayır, muhtemelen bana sinir olduğu için kahvemin içine karabiberle..." deyip sustu. Karabiberin adını duymaya bile tahammülü yoktu. "Tuz koymuş."

Erkin arkasına yaslandıktan sonra "Yani? Sen neden içtin o zaman oğlum?" diye sorup manasız bir bakış attı arkadaşına. "Hadi Miray kahvene tuz koydu ki bu hayatımda duyduğum en saçma cümlelerden biri, sen neden kahveyi içtin?"

Varan Alp birkaç saniye donakaldı. Ardından kısık bir sesle "Bilmiyorum." deyip arkadaşına döndü. "Sanırım korkak olduğumu düşündü, ben de korkak olmadığımı ispatlamak için kafama diktim."

"Yahu biz restorana gittiğimizde masadan karabiberleri kaldırtıyoruz sen hapşırıp zırlama diye, manyak mısın kızın karabiber koyduğu kahveyi içiyorsun?" Varan Alp'in yüzünü ekşittiğini görünce "Al işte..." diyerek sırıtmaya başladı. "İsmine bile tahammülün yok. Nasıl becerdin? Anlatsana... Hem ayrıca bu kız sırf o koridordaki mesele yüzünden kahvene tuz muz koymuş olamaz. Başka ne var?"

Varan Alp, sıkıntılı bir nefes verdikten sonra "Ben yaklaşık on senedir, hatta on seneyi aşkındır yüzüne bakmıyorum, o yüzden." deyince Erkin'in kafası iyice karıştı. "Çocukken arkadaştık."

"Ooo..." Erkin, kahvesinden keyifle yudum aldı. "Kaç yaşındayken?"

Varan Alp, düşündükten kısa bir süre sonra "Ortaokul bitmek üzereyken arkadaşlığımız da bitti." deyince Erkin pis pis sırıttı.

"Niye bitti?"

Erkin'in dalga geçeceğini bilmesine rağmen "Âşıktım ona." diyen Varan Alp, yürek yemiş gibiydi. Erkin, gözlerini kocaman açınca "Ama çocuktuk, bayağı küçüktük yani ve aynı okula gidiyorduk." diye açıkladı Varan Alp. "Çok güzeldi ama aşırı gıcıktı. Hani böyle dünya saçması bir duyguydu, aşk mı, bilmiyorum. O kadar sinir bozucu bir insandı ki..."

"Travma etkisi yaratmış kız sende... O yüzden üniversiteden beri sadece bir kadınla görüştün." Erkin, somurttu. "Ulan Miray... Eee? Açılmış mıydın?"

Varan Alp, gülmemek için oldukça büyük bir çaba sarf ettikten sonra "Melek söylemişti." deyip Erkin'e döndü. "Sonrası da çok tatsız zaten. Dediğin gibi, psikolojim bozulduğundan dolayı anlatmayı tercih etmiyorum. Kendisi o dönem okulun hatta şehrin en güzel kızı olduğu için peşinde kaç tane ergen dönüyordu, biliyor musun? Ben çok sönük kalıyordum yanlarında."

Erkin, dudaklarını ısırdıktan sonra "Kıyamam, acıdım şu an." deyip arkadaşının sırtını sıvazladı. "E hadi açıldın, reddetti, psikolojin bozuldu. Sonra?"

"Sonra ben lise için Ankara'ya gittim, üniversiteyi de orada okudum. O süreçte abimle Seray görüşmeye başladılar, Miray'dan az çok haberim oluyordu ama umursamıyordum. Hâlâ da aynı. Zaten İzmit'e ya da İstanbul'a uğradığım yoktu..." Sıkıntılı bir nefes verip kahvesinden bir yudum aldı. "Ama lisedeyken de çok özgüvensiz ve çalışkandım, sadece ders... Muhtemelen onun yüzünden."

"Hakikaten üzücü ya, Varan Alp..." Cıkladı. "Ama seneler sonra bu kadar yakın olmak, hatta neredeyse akrabasınız, yalan mı? Dünürün. Hiç mi böyle istemede ya da nişanda ya da dışarıda muhatap olmadın?"

Varan Alp kafasını olumsuz anlamda salladı. "Benden uzak olsun."

"Hadi lan oradan," deyip sırıttı Erkin. İstemsizce ikisini yakıştırmaya başlamıştı ve ona göre bu iş kaderin bir oyunuydu. "Kızla doğum gününüz bile aynı..." Dudaklarını ısırdı. "Aynı gün doğmuşsunuz. Şimdi seneler sonra karşılaşıyorsunuz, abinle ablası evleniyor. Yok, devenin nalı! Dizide çıksa karşıma, saçmalık, deyip kapatırım."

Varan Alp konudan sıkılıp "Yok kardeşim, imkânsız. Sen tüm anlattıklarımı aklından çıkar." dese de Erkin o ruh hâlinden çıkamadı. "Ayrıca tesadüf değil bu. Abimle yengem, Melek sayesinde tanışıyordu zaten eskiden de."

"Salı günü duruşma var, o da müdafi. Sert çıkışsam alınır mı acaba? Yengem olacak sonuçta." diyen Erkin, Varan Alp'in söylediklerini pek umursamamıştı.

Varan Alp, Erkin'i kendisine çevirerek "Kardeşim, Ankara'ya gidiyorum! Alo!" deyip arkadaşını aydınlatmaya çalıştı. "Ayrıca dünürler birbirlerini görmek zorunda falan değil. Bir daha da İstanbul'a zor gelirim."

Erkin hayal kırıklığıyla arkasına yaslanırken "Tüh be..." diye fısıldadı. "Bugün de 'Çakmak Çakmak' çalarken seni dikizlediğini fark etmiştim ama neyse..."

"Ney?" Varan Alp, sinir bozukluğuyla kıkırdadı. "Git işine Erkin."

"Yemin ederim gördüm!"

"Başka bir yere bakmıştır." Varan Alp ayaklanarak salonu terk etmek için harekete geçti. "Kahve için teşekkürler, içemedim ama..."

"Rüyanda avukat görürsen haber et." diyen Erkin yeni bir dalga konusu bulduğu için kendisini iyi hissediyordu. "Baş harfi Miray!" Varan Alp'ten ses gelmeyince arkasını dönüp baktı, arkadaşı misafir odasına geçmiş olmalıydı. "Sabah seni uyandıracağım müziği buldum Varan Alp." Telefonunu çıkarıp müzik listesinden 'Çakmak Çakmak' şarkısını açtı. "Varan Alp Çakmak, duydun mu?" Erkin, cevap gelmeyince müziği kapatıp sesli bir nefes verdi.

Bir Cumhuriyet Savcısı için eğlence, buraya kadardı. Şimdi kalkıp Varan Alp'in hazırladığı dosyayı incelemesi gerekiyordu, bunun farkındaydı.

Gözleri dosyaya iliştiği an "Kimsin sen?" deyip gözlerini yumdu, düşünmeye başladı.

Onu bulacaktı.

 

-

Bu soru kafanızı meşgul etmiş olabilir.

⚖️

Kitap romantik komedi gibi ilerliyor, oysa ben polisiye diye başlamıştım.

Bir kurgu tamamen dram olmamalı fikrimce çünkü gerçek hayatımızda bile zor zamanlarımızda gülmeyi bilmeliysek şayet kitaplarda da hem komedi hem dram hem korku... tümü olmalı. Bu kitapta da üçüncü bölüm itibariyle asıl konusunu ve hukuk maceramızı okuyabileceksiniz. Bu nedenle girişi ve ilk üç bölümü aynı anda yayımladım. Gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz.

INSTAGRAM // esmatonguc

TWITTER // esmatonguc

 

Loading...
0%