Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. KIRMIZI FULAR

@esmatonguc

 

Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.

 

ON YEDİ EYLÜL

 

3. BÖLÜM: "KIRMIZI FULAR"

 

⚖️

 

"Hiçbir canlı, hiçbir canlı tarafından öldürülmeyi hak etmez."

 

1 SENE SONRA

 

16 EYLÜL 2027, İSTANBUL

Bugün, masum olduğuna adım gibi emin olduğum müvekkilimi savunmak için duruşma salonundaydım ve cübbemi giyiniyordum.

Savunduğum kişi, Menderes'ti. Evet, aynı gün doğduğum, emniyette aynı odada kalınca didiştiğim ve ters düştüğüm Menderes İnegöl.

Doğum günümüzden sonra, 22 Eylül 2026'da, duruşmadan çıkar çıkmaz Menderes'le karşılaşmıştım. Gözlerimi devirip yoluma devam edecekken de beni durdurup avukatı olmamı rica etmişti.

Bir cinayet vardı ve suç, Menderes'in üstüne kalmıştı. Menderes, o gece öldürülen maktul Kutay Solmaz cinayetinde baş şüpheliydi; bunun en büyük nedeni daha önce Kutay Solmaz ile ettiği münakaşalardı. Diğer nedenler; suç mahallinde, maktulün ölüm saatinde, telefonunun paramparça edilmiş olmasıydı. Hiç sinyal alınamamıştı. Mobese görüntülerinde de Menderes'in, maktulün ölüm saati içerisinde, suç mahalli civarında gözükmesi, büyük şüphe uyandırmıştı. Bana anlattığına göre bu, komploydu. Bunu bilemezdim fakat onu savunmayı kabul etmiştim.

"Belirli gün ve saatte birinci celse açıldı. Sanık müdafi olarak görev alan Avukat Miray Hilde Lalezar'ın ve müşteki vekili Serdar Harat'ın geldikleri görüldü. İddianamenin kabullü kararı okundu. Hüviyet tespitine geçildi."

Hüviyet tespiti bittikten sonra bir iki dakika bekledik.

Savcı, önündeki dosyaya baktıktan sonra "Sanığın, maktulün ölüm saati olarak tahmin edilen 22.00-23.00 saatleri içerisinde, mobese görüntülerinde de görüldüğü üzere, suç mahalli yakınlarında görüntüsü bulunmuştur, Sayın Hakim. Maktul ile daha önce ettiği münakaşalar, çoğu şahsın tanıklığıyla ispatlanmıştır. Suça karışmış olma, suçu işlemiş olma ihtimali olduğundan, bulunan deliller ışığında sanık Menderes İnegöl'ün tutuklu yargılanmasını talep ediyorum."

Ayağa kalkıp müsaade istedim: "Sayın Hâkim, müvekkilim Menderes İnegöl, suçsuzdur. İfadesinde de belirttiği üzere, telefon sinyali, maktul Kutay Solmaz'ın ölüm saati içerisinde yok edilmiştir. Müvekkilim, bir komploya kurban gitmiştir. Maktul ile daha önce ettiği münakaşalar, seneler öncesinde kalması dolayısıyla eskiyip gitmiştir. Yine, müvekkilimin de belirttiği üzere, delillerimiz ışığında, müvekkilim Menderes İnegöl'ün kullandığı araç, ormanlık alanda, ağaca toslamıştır; müvekkilim Menderes İnegöl, yaptığı kazanın ardından tamamen kendisinde olmaması sebebiyle mobeselerde de görüldüğü gibi, sendeleyerek yürümüştür. Bırakın müvekkilim canavarca hisle bir insan öldürmeyi, o an kendisinde bile olamayacak kadar güçsüz kalmıştır. Yapılan suçlamalara tekrardan itiraz ediyoruz."

Savcı, itirazımı yok sayarak "Sayın Hâkim, itiraz ediyoruz." dedi yarı alayla. "Mobese görüntülerinde sanık Menderes İnegöl'ün sendeleyerek yürümüş olması, asılsız bir iddiadır. Görüntülerde görülen, Menderes İnegöl'ün hiç sekmeden, dümdüz yürüdüğüdür. Bir dayanağı olmayan savunmanın reddedilmesi ve baş şüpheli olan Menderes İnegöl'ün tutuklanma talebimi tekrardan bildiriyorum."

Sesli bir nefes verdim ve "Sayın Hâkim, az önce de belirttiğim gibi, mobese görüntüleri yalnızca beş saniyelik bir kısmı kapsamaktadır. Müvekkilim, araçtan indikten kısa bir süre sonra toparlanmıştır fakat yine de görüntülerde de gözükmektedir ki kambur ve ağır yürümektedir. Bu kadar cüsseli bir adamın, yani müvekkilim Menderes İnegöl'ün, bir adamı öldürmeye giderken bu şekilde yürümesi ne kadar gerçekçidir? Az önceki beyanımızı tekrarlıyoruz: Müvekkilim araç kazası geçirmiştir, ormanlık alanda yardım istemek için yürümüştür, bu zaman diliminde yaralandığından ötürü mobeselerde ağır ağır yürümüştür, suç mahalline yakın bir yerde durunca ise telefonu yok edilmiştir, tüm suç müvekkilimin üzerine kalmıştır." diyerek savcının gözlerinin en içine öfke dolu bir bakış attım.

Menderes zaten rutin olarak duruşmalara çıkıyordu, buna alışmıştım ama ilk defa bu kadar çıkmaza girmişti mesele. Bunu da halledecektim.

"Allah belanızı versin! Haysiyetsiz insanlar!" diye bağıran kadın, muhtemelen maktulün çok yakın bir akrabasıydı. Yüzümü hakime doğru tuttum, arkamı dönmedim.

"Sessizlik!" diye uyarısını yaptı hakim. "Eğer sakinleşmezseniz ve konuşmaya devam ederseniz dışarı atmak durumunda kalacağım." Hakim kısa bir süre sonra Menderes'e döndü. "Sen ne diyorsun Menderes İnegöl?"

Menderes ayağa kalktı, gayet sakin bir şekilde "Kutay Solmaz'ı ben öldürmedim. Ailem de arkadaşlarım da beni çok iyi bilir ki ben herhangi bir canlıyı canavarca bir hisle öldürmem, o denli bir zarar veremem. Kutay'la aramızdaki münakaşa seneler öncesinde kalmıştır, buna şâhit çok fazla adam vardır, Sayın Hakim. Ben kavgacıyımdır, lafımı sözümü de insanlardan esirgemem. Birini öldürdüysem de kalkıp itiraf ederim, asla saklamam. Hapse girmekten korkmam yani." dedikten sonra geriye çekildi.

O da kendince kendisini açıklamıştı işte fakat kısa kesseydi daha iyi olabilirdi.

Tanık yoktu, hakim de duruşmayı pek uzatmadı. Katibe, az önce Menderes'in söylediği cümleleri tek tek bildirdikten kısa bir süre sonra kararı açıkladı:

Hakim, "Karar." dedikten sonra herkes ayağa kalktı. "Sanık Menderes İnegöl'ün üzerine atılı, maktul Kutay Solmaz'a yönelik canavarca hisle veya eziyet çektirerek adam öldürmek suçunu işlediği, delil yetersizliği sebebiyle; dosyadaki eksikliklerin tamamlanması için gerekli tanıkların getirilmesine, duruşmanın 26 Ekim 2027, 10.15'e ertelenmesine ve bu süre zarfında, sanık Menderes İnegöl'ün tutuksuz yargılanmasına karar verilmiştir."

Hakimin bu kararından sonra gülümseyerek Menderes'e dönerken maktulün yakınları dehşet bir biçimde yüzüme baktıklarından sevincim kursağımda kalmıştı.

Duruşmadan çıktıktan kısa bir süre sonra Menderes ile vedalaşıp, tatsızlık çıkmaması adına başka bir duruşma salonunun kapısına doğru ilerleyip elimdeki belgeleri inceledim, o sırada da davanın savcısı ile yan yana gelmiş bulunduk.

Cübbesini kolunda tutan kadınla göz göze geldiğim an uzun saçlarını geriye atarak "Avukatlar hep böyledir." deyince öylece kalakaldım.

Gözlerimi kısıp az önce çıkardığım cübbemi sol elimle iyice sıktım. "Nasıldır?"

"Acımasız." diyen savcının acaba genelde savcıların ne kadar acımasız olduğundan haberi var mıydı? "Müvekkilin bir mafya, Avukat Hanım; buna rağmen kim bilir nerelerden akladığı para için savunup duruyorsun."

Yirmi dokuz yaşındaydım, stajımı tamamladığım andan itibaren 4 senedir ceza davalarına giriyordum ama hiç savcıyla bu şekilde bir münakaşam olmamıştı. Şaşkındım ama özellikle bu kadından beklerdim. Değişik bir yapısı vardı.

Hayretle ve alayla gülerken "Herkesin savunulmaya hakkı vardır, bunu tüm hukukçular bilir; ayrıca müvekkilimin bir yerlerden para aklayıp aklamamış olması davanın konusu değildir. Sizin bir bildiğiniz varsa, Cumhuriyet Savcısı olarak gerekeni yaparsınız. Tabii, bu sefer daha gerçekçi deliller ışığında olmak kaydıyla." deyip lafımı esirgemedim.

"Tabii..." Savcı, arkasını dönüp yürürken "Benim soruşturmalarımda herhangi bir suçlu, asla suçsuz kalmaz, cezasını çeker..." deyince gözlerimi devirip duruşma salonunun önünde durmaya devam ettim.

Savcı, gözden tamamen kayboldu.

Sabır çektikten sonra "Allah'ım lütfen... Lütfen elime bir bilgi geçsin de moraran suratını duruşmanın tam ortasında göreyim, âmin!" deyip cübbemi sol koluma geçirdim. Belgeleri ayıklamaya devam ederken ise arkamdan bir ses işittim:

"Miray, çıktın mı duruşmadan?" diye soran, fakülteden bir arkadaşımdı: İlkhan'dı. Sabah adliyeye girerken karşılaşmıştık.

"Çıktım." Zorla gülümsedim. "Menderes tutuksuz yargılanacak, tabii şimdilik."

"Zor dava..." diyerek elindeki belgeyi işaret etti. "Ben de az önce iki maymunu boşadım." Bekleme koltuğuna oturmak üzereydim ki bu cümleyi duyduğum an kahkaha atmaya başladım. "Daha doğrusu hâkim boşadı, yani bu daha doğru olur..." diyen İlkhan da kahkahama eşlik edince önünde durduğumuz duruşma salonunun kapısı açıldı.

İçeriden insanlar çıkmaya başlayınca hafifçe geriye çekildim ve "Kadın tarafın avukatı mıydın?" diye sordum.

Kafasını sallarken "İkisi de geri zekâlı, Miray." dedi ve gözlüğünü düzeltti. Gözlüğünün, burnunda çıkardığı ize odaklanırken "Küçücük de çocuklar var... Ya adamın durumu zaten pek yok, kadın nafaka aldı. Adam don atlet, bir şekilde geçinecek." deyince dudaklarımı büzdüm. "Ama böyle dediğime bakma, adam da geri zekâlı. Gitmiş, kadını dört ayrı kadınla aldatmış."

Anında iğrenerek yüzümü ekşittim ve "İğrençler." deyip belgelerimi toparlamaya devam ettim.

"Ben de diğer duruşmaya kadar ağır cezaya geleyim, duruşma izlerim, dedim. Sen çıktın şansıma... Sonra duruşma iptal oldu." dediğinde şaşırmamıştım. "Eve döneceğim."

"Neyse, İlkhan... Bu dedikoduları sonraya mı saklasak? Birazdan çıkacağım, ablamın yanına gideceğim." diyerek dosyaları çantama sıkıştırmaya çalıştım.

İlkhan kafasını sallayarak "Tabii, tabii..." diyerek eliyle müsaade etti.

"Telefonumu aldım mı ben ya?" diyerek çantamın içini karıştırdım. Telefonumu çantamın içinde görünce "Hah, tamam." deyip kafamı kaldırdım. Dosyalar daha da dağılmıştı çantamın içinde ama olsun.

Kafamı kaldırır kaldırmaz, duruşma salonunun kapısının önünde, Varan Alp'in bedenini gördüğüm an kaşlarım çatıldı. Üzerinde cübbesi vardı ve...

Burada cübbesiyle ne yapıyordu bu adam?

Geriye doğru bir adım attım, dosyayı tutan elim gevşedi ve bana doğru yürüyüp beni henüz görmemiş olan Varan Alp'in bedenine daha da dikkatli bakmaya devam ettim.

Ne işi vardı ki onun İstanbul Adliyesi'nde?

Yutkunduğum an göz göze geldik, yanımdan geçtiği için bakışmamız üç saniye sürmüştü. Yanımdan geçip gidince ise hafifçe arkamı dönüp ona baktığımda, arkasına bile bakmadan yürüyüp adliye çıkışına yöneldiğini fark etmiştim.

İlkhan, "Miray," diyerek omuzuma dokununca irkildim ve kaşlarımı çattım. "Kendinde misin sen ya?"

"Iıı," Arkamı işaret ettim. "Az önce duruşmadan çıkan savcıyı daha önce burada gördün mü?"

İlkhan kafasını sallayarak "Varan Alp Savcı, değil mi?" dediğinde gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Bir haftadır bu adliyede, yeni çıktı tayini. Hatta yarın bir dava için yanına uğramam gerek. Müvekkilimle ifade vereceğiz."

Kaskatı kesildim. "Buraya mı çıkmış tayini?"

"Evet. Tanıyor muydun?"

Yalan söylememek için "Ablamın eşinin kardeşi." diyerek gülümsedim. "Haberim yoktu da görünce şaşırdım sadece."

"Anladım, gidiyorum ben o zaman." deyip adliye çıkışını işaret etti.

"Tamam, sen git." İlkhan, arkasını dönüp yürürken "Ha, İlkhan!" diye seslenip yanına yürüdüm. "Odası kaçıncı katta, biliyor musun?"

"Savcının mı?" diye sorunca hafifçe kafamı salladım. "İkinci katta olması lazım."

"Tamamdır, teşekkür ederim." dediğim an İlkhan, gözlerini kırptıktan sonra adliyenin çıkışına doğru yürümeye devam etti.

Duruşma salonundan çıkan diğer şahısları izlerken bir yandan da bekleme koltuğuna oturup belgelerimi kontrol ettim. Az önce sinirlendiğim için, üstüne bir de şaşırdığım için ve gün boyu topuklularla ayakta durduğum için yorgun düşmüştüm.

Ceketimin cebinden telefonumu çıkarırken cübbemi kucağıma bıraktım. Melek'in numarasını tuşladım ve iki kez çaldıktan sonra "Alo..." dedim tatlı tatlı. "Daha iyi misin fare surat?"

Melek'in geçirdiği ağır grip yüzünden ona çok kibar davranmak zorundaydım.

"İyiyim, sesim düzeldi sanırım." diyen Melek'in sesi gerçekten düzelmişti. "Ayrıca kaç gündür yanıma gelmiyorsun Miray, unutmadım."

Vicdan azabım dilimi kenetledikten kısa bir süre sonra "Melek, şu sıralar işler o kadar yoğun ki... Eve döndüğüm an bayılıyorum." diyerek kendimi açıklamaya çalıştım. "Hem Menderes'i sormayacak mısın? Merak ediyordun."

"Aaa!" Aydınlanır gibi gülmeye başladı. "Tatlı tatlı konuştuğuna göre duruşma iyi geçti sanırım."

"Yani," derken kelimeyi olabildiğince uzattım. Kafamı duvara yasladıktan sonra "Duruşma ertelendi ama o zamana kadar serbest kalacak. Kaza yaptığı aşikârdı, savcı fazla sert tabii, söylemiştim..." deyip etrafı kontrol ettim.

"Yine de çok sevindim serbest kalmasına... Sonuçta kamerada beş saniye gözüküyor diye suçlu o mu olmak zorunda? Çok saçmaydı." diyen Melek'in sesi yorgun gelmişti. "Sen bana fularımı verecektin, yetiştirebilir misin akşama?"

Sırıtarak "Sürpriz, diyelim." dedikten sonra keyifle kıkırdadım.

"Nasıl yani? Yetiştirebilecek misin yoksa yetiştiremeyecek misin? Anlamadım Miray ya..." Oflamaya başladı. "Zaten kaç gündür moralim bozuk..."

Babası, Mir Beyaz'la görüşmesini istemediği için başta Melek ve Mir Beyaz olmak üzere herkes perişan olmuştu.

Ne diyeceğimi bilemeyerek birkaç saniye ofladım. "Boş ver, üzülme..." Bu akşam, Mir Beyaz'ın planladığı sürpriz geldi aklıma ve Melek'in moralini düzeltmek için lafa girdim: "Fuları diyorsan eğer halloldu bil... Sende olacak." Hemen konuyu değiştirdim: "Ayrıca sana bir konu hakkında soru sormam gerekiyor."

Melek, "Sor." derken sesi kesik kesik gelmişti. "Kötü bir şey mi oldu?"

"Ha yok, kötü bir şey olmadı." Birkaç saniye bekledim. "Ben bugün adliyede, duruşma çıkışı başka bir duruşma salonunun önünde bekliyordum. Hani bahsediyordum ya, fakültede İlkhan vardı diye, tiyatro kulübündeki." Melek sessiz kalınca devam ettim. "Onunla konuşurken şeyi gördüm..."

"Neyi?" diye soran Melek'in agresifliği yüzünden sesli bir nefes verdim. "Söylesene Miray, kimi gördün?"

"Varan Alp'i." deyip etrafımı kontrol ettim. Yanıma yaşlı bir kadın oturunca "Buraya tayini çıkmış, İlkhan söyledi." diye açıklamaya devam ettim. "Sen biliyor muydun?"

Melek, "Ha, evet, biliyordum." deyince kaşlarım çatıldı. "Şu son olanlardan sonra söylemeye fırsatım olmadı." Bana söylemediği için içten içe darılsam da bu hissin saçma olduğunu düşünüp susmakla yetindim. "Varan Alp İstanbul'a taşındı, ailesi artık burada ya... En son konuştuğumuzda bana herkes burada olduğu için İstanbul'a gelmek istediğini söylemişti."

"Anladım, kararının değişmesine şaşırdım. Ankara âşığı olduğundan..."

"Bilmiyorum artık ya... Belki Seray abla hamile diyedir. Yeni doğacak bir yeğeni var sonuçta..." Ablamın hamileliği yüzünden zaten yarı İstanbul'daydım yarı Gebze'de. Genelde hafta içi çoğunlukla ablamlarda kalıyordum. "İnsan kendisini ne kadar uzak tutabilir ki sevdiklerinden?"

Melek iyice hüzünlü konuşmaya başlayınca "Melek," dedim ciddiyetle. "Çık şu depresyon modundan artık! Kalk, dizi film bir şeyler izle akşama kadar. Delirtme beni ya..."

"Tamam, kalkacağım şimdi. Sen aradığında uyuyordum zaten." Esnemeye başladı. "Hadi, görüşürüz."

Gözlerimi devirerek "Görüşürüz." deyip bekleme koltuğundan kalktım.

Mir Beyaz'a sesli bir mesaj gönderdim: "Mir Beyaz, fuları sakın unutma, Melek sorup duruyor! Buluşunca hemen ver."

Bu akşam Mir Beyaz, Melek'e evlenme teklifi edecekti.

Melek'in annesi vefat ettiğinden beri Ümit Haldun İnal, kendisini siyasete ve tek kızına, tek çocuğuna adamıştı. Kızının her hareketini kontrol ediyordu, bizdeyken bile sürekli mesaj atıp iyi olup olmadığını sorup onu sıkboğaz ediyordu. Hatta bu bana çoğunlukla çok garip geliyordu çünkü dört beş gün ablamlarda kalsam bile babamın beni bir kez aradığı yoktu. Babamla aram iyiydi ama bunu istemsizce karşılaştırıp duruyordum. Neyse ki yaşım neredeyse otuz olacaktı, artık çok normal geliyordu.

Melek'ten aldığım fuları geri vermeyi unuttuğum için emniyete uğrayıp Mir Beyaz'a vermiştim. O kırmızı fuları Melek öyle delicesine seviyordu ki hava estiği zamanlarda dışarı çıkacakken takmadığı neredeyse hiçbir gün yoktu. Fular, bir haftadır bendeydi. Bir ablamlarda bir Gebze'deki evde kaldığımdan dolayı Melek'le buluşma fırsatım olmamıştı, o yüzden fuları ona verememiştim.

Bugün, Mir Beyaz'la buluşacağı için fularını istemişti, ben de olur da yetişemezsem diye fuları Mir Beyaz'a vermiştim.

Tam adliye çıkışına doğru yürümeye başlamıştım ki telefonum titremeye başladı, kaşlarımı çatarak ekrana bakınca ise ablamın aradığını gördüm.

"Efendim abla?" Adliyeden çıkmıştım.

"Miray," diyen ablamın sesi kötü geliyordu. "Neredesin?"

Korkuyla olduğum yerde kalakalınca "Abla, duruşmadan çıktım şimdi de... Kötü bir şey mi oldu? İyi misin?" diye sorup etrafıma bakındım. "Abla!" dedim cevap vermeyince.

"Sırtım ağrıyordu, sanki kaynar su dökülüyormuş gibi hissediyordum ama hastaneye gitsem mi, bilemedim. Sonra çıktım, hastaneye geldim. İyiymişiz, bir şeyimiz yokmuş. Miray, korkuyorum ya... Bize mi gelsen?"

Rahat bir nefes verdikten sonra "Ödümü kopardın abla, tamam, gelirim..." dedim peş peşe. Zaten oraya gidecektim. "Daha yeni çıktım..." Kol saatimden saati kontrol edecekken başımı hafifçe kaldırdığımda, yanımda durup gözlerini kısarak bana bakan Erkin Savcı'yı görünce kaşlarımı çattım. "Geleceğim, eve geç sen." deyip telefonu kapattım.

Erkin Savcı telefonu kapattığım an "Hayırdır?" diyerek telefonumu işaret etti. "Öyle yolun ortasında donakalınca kulak misafiri oldum. İyi mi Seray?"

Erkin Savcı'yı düğünden sonra sadece iki kez görmüştüm, o da duruşma salonlarında. "İyi." diyerek gözlerimi devirdim. "İlginiz için teşekkürler, eksik olmayın." Çok gıcık bir adamdı, aynı arkadaşı gibi.

Tam yürüyüp adliyenin bahçesinden çıkacaktım ki "Varan Alp!" diye seslenerek beni durdurmayı başardı, Erkin Savcı. Başım sola doğru döndüğü an Varan Alp'i, siyah bir araca sırtını dayayıp bizi izlerken gördüm. Erkin Savcı, bize çok uzak olmayan Varan Alp'e "Miray abinlere geçiyormuş, Seray kötüleşmiş..." deyince ağzım beş karış açık kaldı.

Manyak mıydı bu adam ya? Ortalığı karıştırmıştı beş saniyede!

Varan Alp bize doğru hızlı adımlarla yürüdükten sonra yanımıza ulaşır ulaşmaz gözlerini üstüme dikip "Ne olmuş?" diye sordu. Durduk yere endişelenmişti işte...

Erkin Savcı konuşmama müsaade etmeden "Ya Avukat Hanım telefonla konuşurken duydum da ablası biraz rahatsızmış, hem..." deyip sırıtmaya başladı. "Aynı yere gidiyorsunuz, beraber geçin. Seray yalnız kalmasın, arabayla hızlı ulaşmış olursunuz."

Erkin Savcı'nın sert hâlinden eser kalmayınca kısık gözlerimi üstüne dikerek sırıtan yüz ifadesine bakakaldım. O sırada Varan Alp "Ne olmuş Seray'a?" diye sordu gözlerimin içine bakarak.

Bu adam benimle konuşabiliyor muydu ya?

"Sırtına sancı girmiş, sonra hastaneye gitmiş." dedim kısaca. Elimde tuttuğum cübbeme ve dosyalara bakan Varan Alp daha fazla endişelenmesin diye "Bir şeyi yokmuş, eve gidiyor şu an ya da evde, bilmiyorum. Bana gelmemi söyledi." deyip Erkin Savcı'ya döndüm. "Savcım sizin de bugün ağzınızda bakla ıslanmıyor bakıyorum..." Üçümüz de duraksadık. "İyi misiniz?" diye sordum sonra da. Onun bu halleri doğal olarak tuhafıma gitmişti.

"Niye canım? Gayet iyiyim. Varan Alp? Bir şey mi var yüzümde?" diyerek dış görünüşünü kastettiğimi düşünen Erkin Savcı'ya bakarak pis pis sırıttım.

"Dış görünüşten bahsetmemiştim..." dediğimde bile Erkin Savcı, neyden bahsettiğimi anlamamış gibi bir bana bir Varan Alp'e bakıp durmuştu.

Muhtemelen salağa yatıyordu.

Varan Alp iki saniye kadar gözlerimin içine baktıktan sonra "Ben de abimlere gidiyordum, benimle gel istersen." deyince şaşırarak Erkin Savcı'ya döndüm.

Gelişme var... En azından dilini yutmuş gibi davranmıyor...

"Olur." deyip Erkin Savcı'ya teşekkür edercesine gözlerimi kırptım.

Varan Alp'in aracına doğru ilerlerken dosyalarım elimden kayar gibi oldu ama arabaya bindiğimde koltuğun yanındaki boşluğa yerleştirince dağılmadı. Sanırım fazla stresten ellerim terlemişti.

Telefonumu da boşluğa yerleştirince Varan Alp, kendi kapısını açıp koltuğuna oturdu; ben hâlâ yerleşememiştim. Koltuğa geçip cübbemi kucağıma aldım, sonra kapıyı kapattım ve emniyet kemerimi bağladım.

Varan Alp arabayı çalıştırdı.

Adliyeden çıkarken, bekleme koltuğunda otururken yanımda oturan yaşlı kadını gördüm, ardından sesli bir nefes vererek kafamı koltuğa yasladım. Kadının elinde ponponlu bir toka vardı ve buna gülmemek için epey direnmiştim.

Sonuçta senelerdir benimle konuşmayan adamla aynı arabadaydım ve yol uzundu.

Parfümünün kokusu arabaya yayılınca kafamı çevirmeden Varan Alp'e bakmaya başladım. Saçları geçen sene geldiğindeki gibi uzun değildi, bayağı bir kısaltmıştı. Sakalları yoktu, üstünde de takım elbise vardı.

Klasik savcı kombini.

Arabaya binmek beni çoğu zaman korkuturdu fakat şoför koltuğunda olmadığım sürece pek sıkıntı yoktu. Gerilirdim, yola bakmamaya çalışırdım ve araba hızlı sürüldüğünde ufak çaplı krizler geçirirdim. Bu, seneler öncesinde daha aktif bir problemdi benim için fakat yaşım ilerledikçe travmalarımı otomatikman atlatmaya başlamıştım.

Lakin yine de araba kullanamazdım, imkânsıza pek yakındı.

Her gaza bastığımda üstüme gelen ve canımın yanmasına sebep olan araç geliyordu aklıma, sonra o koca kamyon...

İstanbul'a gelirken de genelde Marmaray, metro ve metrobüs kullanırdım. Zaten Gebze ve İstanbul bir gibiydi, özellikle benim için.

Birkaç dakika sonra konuşup konuşmamak konusunda kararsız kaldım ve çok bunalıp terlediğim için üstümdeki ceketi de çıkarıp cübbemin yanına yerleştirdim. Kucağımda ve Varan Alp'le aramızdaki boşlukta o kadar eşyam vardı ki şimdiden bindiğime pişman olmuştum.

"Ben bunları buradan alayım, rahatsız olursun şimdi." deyip dosyalarımı kaldırdım fakat kapağı açıldığı için dosyanın içindeki iki sayfa Varan Alp'in kucağına düştü.

Zaten benim rezil olmadığım bir anın, günün, saatin, dakikanın yaşanma ihtimali sıfırdı, sıfır!

"Pardon," deyip dosyayı kucağıma bıraktım. Şansıma, kırmızı ışıkta durunca Varan Alp de kucağına düşen iki sayfayı toparlayıp bana uzattı.

Zaten ben de bacaklarının üstündeki kâğıtları almak istemezdim.

"Menderes İnegöl mü?" diye sorarken kâğıttaki yazıları okuduğu için kaşlarımı çattım. "Mafyaya avukatlık mı yapıyorsun sen?"

Öfkelenerek kâğıdı elinden çekiştirince "Dosyalarımı karıştırmazsan sevinirim." deyip kâğıdı dosyanın içine sıkıştırdım. "Ayrıca mafya olduğunu kim söylemiş? Ay siz savcılar zaten bir yerde zengin ve kavgacı bir insan gördünüz mü mafya sıfatını yapıştırıp duruyorsunuz." Birkaç kez cıkladım.

"Kucağıma atmasaydın görmezdim." derken pek sinirli konuşmasa da bu kadar üstten bir tavırla benimle iletişimde olması sinirlenmeme yetmişti.

"Bilerek mi attım kucağına? Bunu mu demek istiyorsun? Pardon da ne münasebet? Erkin Savcı görüp telefon konuşmamı dinlemese ve seni çağırmasa seni görmezdim bile ya! Ne alakası var?" Saçlarımı geriye attım, iyice terlemiştim ve tüm vücudum zangır zangır titremişti. Hiçbir şey söylemeyip arabayı sürmeye devam edince ve yüzüme bile bakmayınca sinirden avucumu sıkmaya başladım. "Ne oldu?" dedim zafer elde etmiş gibi. "Sessizlik yeminini mi bozdun? Niye İstanbul'a taşındın? Hani bir daha gelmezdin?"

Birkaç saniye bekledikten sonra tekrardan gözlerimin içine bakıp "Öyle cümleler kurduğumu hatırlamıyorum." deyip yola bakmaya devam etti.

Gözlerimi devirerek kafamı başka bir yöne çevirdim. Neredeyse fısıldar gibi "Aynen." deyince bana döndü, hareketlendi ama muhtemelen gördüğü tek şey, saçlarımdı. Kafamı tamamen çevirmiştim.

Bazen onun hakkında o kadar fazla şey merak ediyordum ki... Gerçi bu ayda bir geliyordu, hatta kırk yılda bir. Mesela neden savcı olmuştu? Gerçi dersleri iyiydi, belki de puanına göre seçmişti.

Vicdan azabım tekrardan beni rahatsız edince yüzümü çevirip kucağıma bakmaya başladım. Dosya kapağındaki Sayer Hukuk logosunu inceledim, ardından Varan Alp'e ara sıra baka baka yolculuğun bitmesi için içimden dua ettim.

Ablamların evi bir tık uzaktı.

"Ne hatırlıyorsun?" diye sordum neredeyse beş dakika sonra. Yüzüme bakmamıştı ama kaşları çatılmıştı. "Öyle cümleler kurduğunu hatırlamıyormuşsun ya," diyerek az önceki cümlesini hatırlattım. "Ne hatırlıyorsun o zaman?"

"Hiçbir şey." deyip kısa kesince tabiri caizse mal gibi kaldım. Neyse ki saniyeler sonra "Ne dememi istiyorsun ki? Anlamadım. Neyi hatırlamam lazım?" diye sorunca konuşmaya zevkle devam ettim.

"Hiçbir şey." Pis pis sırıttım ve dosyamın kapağını açtım. "Menderes suçsuz, ayrıca mafya da değil." Konuyu değiştirdiğim için göz ucuyla dosyaya baktı. "Ha, işlediği başka suçlar var mıdır, bilemem ama Kutay denilen adamı Menderes'in öldürmediği kesin."

Varan Alp, dalga geçer gibi "Nereden biliyorsun? Çok mu tanıyorsun onu?" diye sorunca gözlerimi devirdim.

"Bir insanın bir suçu işleyip işlemediğini gözlerinden anlarım." diyerek havamı attım. "Hem defalarca eğer suçu işlediyse bana itiraf etmesini söyledim ama gayet samimi bir dille yapmadığını söyledi. Bir de kaza geçirmiş... Kaza geçirdikten sonra o hâlde nasıl vahşice bir adam öldürebilir ki?"

"Neden öldüremesin?"

Yüzümü ekşittim. "Dalga mı geçiyorsun?" İyice sinir olmuştum. "Ayrıca ben sordum..." Saçlarımla oynamaya başladım. "Bu bilgiyi kullanmamı istemiyor, zaten kanıt niteliği de taşımaz çünkü sağlık raporunda gözükmez." Bilgi ne, diye sormadı bile. "Kan tutuyor onu."

Varan Alp'in meşhur, bıyık altından gülüşü beni iyice öfkelendirirken "Yalana bak ya..." deyip direksiyonu sola kırdı.

Elimi kalbime götürdüm, aniden hızlanmaya başlayınca "Biraz yavaş sürer misin?" diye sordum kısık bir sesle.

Bana kısa bir bakış attıktan sonra "Zaten yavaş sürüyorum." dedi ters ters. "Daha yavaş kullanırsam akşam anca orada olursun. Trafik çok yoğun."

"Ne yapayım o zaman, öleyim mi korkudan?" Elim hâlâ kalbimdeydi. "Olsun, yavaş kullan." Dediğimi yapıp daha yavaş kullandı, sağ şeride geçti fakat bana tip tip bakmayı da ihmal etmedi. "Ayrıca yalan değil. Maalesef Erkin Savcı'yla kapıştığım davadan çıktıktan sonra kendisiyle karşılaştığımda ellerim kan içindeydi. Menderes kanı görüp bayılm..." Kaşlarım çatıldı. "Bunun kamera kaydı olabilir! Ya ben ne kadar salağım ya!" Kafama vurdum bir kez.

Telefonumu cebimden çıkarır çıkarmaz benimle beraber Menderes'in davasına bakan avukat arkadaşımı aradım. "Alo?"

"Efendim Miray? Çıktın mı duruşmadan?" diye sordu avukat arkadaşım.

"Çıktım, çıktım. Savcı duvar gibiydi ama hakim tabii ki serbest bıraktı." Varan Alp, gözlerini telefonuma dikince ona bakmamak için cam tarafına döndüm. "Aklıma bir bilgi geldi, onu senin araştırman lazım. Ofise gelemeyeceğim."

"Tamam, bakarım ben. Ne buldun?"

"Şey, şu tarihine bak sen..." Kaşlarımı çatıp düşündüm. "23 Eylül 2026, ofis odasının kamera görüntülerine. Hani elimi kesmiştim ya ben, Menderes de ofise görüşmeye gelmişti. Beni görünce bayılmıştı. Toplantı 14.00'teydi galiba, baksana sana zahmet."

"Ama Menderes bu bilgiyi kullanmamızı istemiyordu. Savcıya mı ulaştıracağız?"

Gözlerimi devirdim. "Savcı takmış zaten davaya, hapse tıkacağım deyip duruyor. Duruşma çıkışı bir baktım, yanımda..." Kusacak gibi oldum. "Yani anlayacağın, bu bilgiyi kullanmamız gerekebilir."

"E tamam, peki..." diyen arkadaşıma veda ettikten sonra telefonu kapattım.

Varan Alp, ben telefonu kapatır kapatmaz "Siz devletin savcılarının arkasından bu şekilde mi konuşuyorsunuz?" diye sorunca keyifle gülümsedim.

"Evet. Tam olarak böyle konuşuyoruz. Arkanızdan konuşmak da mı yasak?"

Suratındaki ciddiyetsizlik, güldüğü için kaybolmazken "Pek hoş durmuyor." deyip tekrardan kırmızı ışıkta durdu.

"Ha sizin bize çektirdikleriniz çok normalmiş gibi... Biz sadece savunucuyuz. Delil yok etmiyoruz, kanun dışı bir mesleğimiz yok. Siz, bulamadığınız delillerin sinirini bizden çıkarıyorsunuz. Yani en azından çoğunlukla bu şekilde ilerliyor. Sonra avukata da müvekkile de suçlamalar ve çoğu da asılsız suçlamalar... Kime ne benim kimi savunduğumdan? Benim mesleğim bu ya..." O kadar hızlı konuşmuştum ki nefes nefese kalmıştım. "Sen de az önce aynısını yaptın, o duvar kılıklı savcı gibi... Mafyaysa mafya, savunulmaya hakkı yok mu adamın?"

Varan Alp katılmıyormuş gibi kafasını olumsuz anlamda salladı. "Bazı avukatlar haddini çok aşıyor, o gibi durumlarda biz de yerini bildirmek zorunda kalıyoruz. Bir kadın cinayeti davasında baş şüpheliyi savunur muydun mesela?"

"Bilmem. Suçlu olup olmadığına inancıma göre değişir."

"Az önce suçluların da savunulması gerektiğini söyledin ama şimdi bilemiyorsun. İşinize geleni savunuyorsunuz işte..."

Suratına bir tane patlatmama az kalmıştı. "Evet, işime geleni savunurum. Suçsuz olduğu için savunurum veya suçluysa ve pişmansa savunurum. Bunu mesleğim olduğu için yaparım. Yoksa bir kadını kasten öldüren bir adam gelip bana 'Beni savun.' derse, şamarı suratına patlatırım."

"Ama savunduğun adam, bir insanı öldürmüş olabilir."

Burnumdan sesli bir nefes verdim. "Savunduğum adamı kan tutuyor, zaten bunu görüştüğümüz ilk gün anladığım için bir sene sonrasında tereddüt etmeden savundum. Ki zaten çok yetersiz deliller varken mahkûmiyet de imkânsız. Anlatabiliyor muyum?"

"Savunduğun adam mafya."

Ağzım beş karış açık kaldı. "Pardon da sen nereden biliyorsun?"

"Farkındaysan hâlâ kapanmayan bir '17 Eylül Davası' var, katili de meçhul."

"Ne?" derken gözlerim kısılmıştı. Korkuyla "O dava kapanmadı mı?" diye sorup tamamen Varan Alp'e döndüm. "Hani yaşlı bir kadın öldürmüştü o iki adamı? Doğduğumuz gün hastanede doğum yapan ama çocuğu ölen kadın. O değil mi?

"Evet, yakalandı da... Ama soruşturma hâlâ devam ediyor. Neredeyse altmış yaşında olan, kimsesi olmayan bir kadın... Hem suçunu itiraf da etmedi. Yargılanıyor olsa da kesin hüküm gelmedi."

Çok normal bir bilgi veriyormuş gibi konuşunca kafamda şalterler attı. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun ya?" Sesim yükselince göz göze geldik, bu çıkışımı pek beklemiyordu anlaşılan. "Bizim bundan neden haberimiz yok? Biz de o gün doğmadık mı o hastanede? İnsan bir arayıp bilgi verir! Madem şüphelerin devam ediyor, arkadaşına söyleseydin de bir senede bulamadığının haberini verseydi bize! Kendimizce önlem alırdık!"

"Sadece soruşturmanın sonlanmadığını söyledim, sakin ol." deyince bu sükunetine anlam veremeyip dudaklarımı dişlemeye başladım.

"Saçmalık." dedim öfkeyle. "Gizli soruşturmaymış... Ne gizlisi ya?"

"Sence bu haber yayılırsa 17 Eylül'de doğan herkes kafayı yemez miydi?" diye konuşmaya başlarken ablamların sokağına giriş yaptı. Yolculuk bittiği için içimden şükrederken Varan Alp'i umursamamaya başladım. "Sadece biz tehlikedeydik, davayı da gizledi. Hem neden gizlediğini de anlamışsındır. Bir siyasetçinin kızı tehlikede... Türkiye ayağa kalkardı."

"Şurada duracaksın," deyip konuyu değiştirmeye çalıştım. Ablamların apartmanını gösterdim. Varan Alp, arabayı oldukça yavaş sürerken yan tarafımızdan, ters yönden gelen araçtan yükselen müziğin sesi, donakalmama sebep oldu:

"Gerçeği sayende gördüm, teşekkür ederim.

İçi boş kalbini tattım, ne yazık ki sevgilim..."

"Yok artık..." dedim, Varan Alp arabayı park ederken. "Kamera şakası falan mı yapıyorsunuz Teoman'la?"

Varan Alp'in allaşan yanaklarını gördüğüm an arabayı park etme merasimi sonunda bitmişti. "Ben de aynısını sorguladım." dedi sessizce. Anahtarı arabadan alıp "Bu şarkıyı da 2027'de hâlâ kim dinliyorsa..." deyince kahkaha atmamak için kendimi çok zor tuttum.

Dosyaları ve cübbemi kollarımın arasına alıp arabadan çıktım. Varan Alp, apartmana doğru yürüyünce kaldırıma çıktıktan sonra yanına doğru yürüdüm. Topukluyla bile aramızda en az 20 santim vardı.

"Ben sen dinliyorsundur diye düşünüyordum." dediğim sırada dış kapının önündeydik.

Apartmanın içine girdim, asansörün önüne kadar yürüdüm ve yanına vardıktan sonra asansörü çağırdım.

Bir iki saniye sonra yanımda beliren Varan Alp'in bozulan suratı beni iyice keyiflendirirken "Ki yüz ifadene bakılırsa hâlâ dinliyorsun..." deyip kıkırdamaya başladım.

"Sen de hâlâ çok pişkinsin." dedi dümdüz bir ifadeyle.

Arsızdım ve bunu kabul ediliyordum, bundan utanmıyordum da çünkü adı üstünde, arsızdım.

Bu yüzden keyfimi pek bozamadı.

"Öyleyim. Ama şarkı seçimin o dönem de çok yanlıştı," Kafamı duvara dayadım, gözlerinin en içine baktım ki biraz da o rezil olsun. "Biz sevgili miydik?" Cıkladım. "Değildik."

Varan Alp önce asansör kapısının tepesine baktı, ardından yaslandığım duvara doğru bir adım atıp, bedenimle kolumun arasındaki boşluğa elini uzatıp beni dumura uğrattı. Gözlerimiz hâlâ birbirine kenetliyken zar zor yutkundum.

Ardından asansör düğmesine bastığını anlamam, hemen dibimdeki cihazdan ses gelinceye kadar sürdü.

Az önce şok olmuştum, gerçi saniyelerdir şoktaydım.

En sonunda kolunu çekti fakat bedeni hâlâ az çok yakınımdaydı.

Eve çıkana kadar da konuşmadık.

Varan Alp ablamların kapısına tıkladı, birkaç saniye sonra da karnı burnunda kapıyı açan ablam ikimizi yan yana görüp "Hoş," dedikten sonra sırıttı. "Geldiniz."

Ablam muhtemelen Varan Alp'in İstanbul'a taşındığını biliyordu fakat bana söylememişti. "Hoş bulduk. İyi misin?" diyen Varan Alp, içeriye geçmiş bile. "Hastaneye gitmişsin."

"İyiyim, iyiyim. Miray mı söyledi hastaneye gittiğimi?"

"Evet." diyen Varan Alp, içeriye geçince ben de geçtim.

"Abla," Cübbemi ve dosyaları portmantoya bıraktım. Ablamın şişmiş karnına dokunup "Pis yaramaz," dedim yalandan. Varan Alp salona geçtiği için daha rahattım. "Rahat bırak ablamı, içeriden çıktığında başına dert olurum senin."

Ablam kıkırdayıp "Miray, şu an daha iyiyim sanırım. Sabah kahvaltıyı toplarken bir an doğuracağım zannettim. Neyse, hadi, çocuk içeride tek kalmasın. Sen geç..." deyip salonu işaret etti. Doğrulup portmantonun yanında dikilince de "Geçsene içeri, ne bekliyorsun?" diyen ablama verecek mantıklı bir cevabım sanırım yoktu.

Az önce tartıştık? Hayır.

Az önce Varan Alp'in aşk acısı çekerken dinleyip bana gönderdiği müzik çaldı? Hayır.

Az önce asansörü çağırırken dibime girdi? Hayır.

"Az önce de benim karnıma kramp girdi. Ben en iyisi mutfağa geçip su içeyim." Koşa koşa mutfağa ilerleyince ablamın verdiği tepkiyi bile görmedim.

Ablam "Miray," deyip peşimden mutfağa geldiğinde bile zangır zangır titriyordum. "Senin betin benzin atmış, bembeyazsın."

"Mideme kramp girdi, dedim ya."

Kendime bardak alırken "Varan Alp'i nerede gördün, kapıda mı?" diye sordu. Cevapsız bırakarak su doldurmaya başladım. "Ay!" dedi ve dudağını ısırdı. "Adliyede gördün ve beraber mi geldiniz yoksa?" Bu sefer fısıldayarak konuşuyordu. "Benimle gel, mi dedi?"

Suyu masanın üstüne bıraktım. "Hayır abla, ben gökten zembille indim, o arabayla geldi." Ablamı gerimde bırakıp mutfaktan çıktım.

Ablamın yanı Varan Alp'in yanından daha gergindi!

En mantıklısı bu gece Gebze'ye dönmekti. Hem İstanbul'dan uzaklaşırdım hem de Melek'i görmüş olurdum.

Salondaki koltuğa oturup telefonuna bakan Varan Alp'i görür görmez diğer koltuğa geçip telefonumu karıştırmaya başladım.

Tek sıkıntı, ablamın ayak seslerinin duyulmasıydı. Tam da tahmin ettiğim gibi yanımıza geldi ve "Siz aç mısınız? Teoman bir iki saate anca gelir." deyip Varan Alp'in oturduğu koltuğa geçti.

Otururken bile karnını tutup öyle oturuyordu, kıyamıyordum ablama ya...

"Abimi bekleriz." diyen Varan Alp'ten sonra gülümsedim. "Kaç gün kaldı şimdi doğuma?" deyip ablamın karnını işaret etti.

"Sekizinci ay doldu işte, iki haftaya doğurmam gerek normalde." diye cevapladı ablam. "Yanlışlıkla yarın doğurmayayım da..." Kıkırdamaya başladı. "Zaten etrafımdaki herkes 17 Eylül doğumlu, bir de Rüzgar'ı kaldıramam."

"Rüzgar'da kararlısınız..." diyen Varan Alp, ablamla gayet samimi konuştuğu için gözlerimi devirdim. Ne kadar sevecendi öyle... "Ben illaki başka bir isim düşünürsünüz, diye düşünüyordum."

Ablam kafasını olumsuz anlamda salladı. "Hayır, Rüzgar'da netiz!" Karnına götürdüğü ellerine bakarken pek mutluydu. "Ama korkuyorum ya... Ya bir şey olursa? Çok ağrım oluyor. Bakın, bugün bile erken gelecek diye ödüm koptu."

"Abla... Hastaneye gitmişsin, normal demişler. Daha ne duymak istiyorsun? Biraz rahat ol." dedim sinirle.

Ablam ben konuştuğum an sırıtarak "Doğru." dedikten sonra koltuktaki yastıklardan birini eline alıp oturduğum koltuğa attı. "Al, yastık koy sırtına. Yorulmuşsundur sen de..." Ablamın bu ses tonunun tek bir açıklaması vardı: Varan Alp ile beni yakıştırdığı o sinir bozucu cümleleri söyleyecek olması. "Siz?" deyip ikimizi işaret etti tam da tahmin ettiğim gibi. Bu sefer Varan Alp'e dönerek sormuştu. "Kapıda mı karşılaştınız?"

"Hayır." diyen Varan Alp benden daha sakindi. "Adliyeden beraber geldik."

Ablam dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra "Aynı duruşmaya mı denk geldiniz yoksa?" diye sorup iyice ağzını arayınca ofladım. İkisi de oflamamı duyup bu yöne döndü.

"Hayır, adliyenin bahçesinde karşılaştık. Erkin, seninle konuşurken duymuş. Ben de..."

"Sen de ne?" diye soran ablam, savcıyı sorguya tutmuştu resmen. "Sen de yorulmasın diye seninle gelsin istedin. E haklısın... Baksana şuna," Beni işaret edince Varan Alp bana döndü. "Bu kız var ya... Sabah ofis, öğlen adliye, akşam ofis, gece yolculuk... Ömrünü verdi mesleğine." Kafasını olumsuz anlamda salladı. "Canım kardeşim ya..." Ablam bana öpücük atınca "Bekle sen!" isimli bakışımı atmayı unutmadım. Varan Alp konuşacakken lafını kesip "Miray'ı geçenlerde birisi istemeye kalktı, biliyor musun?" diyen ablam artık fazla konuşmaya başlamıştı.

"Abla!" diye uyarıp bana fırlattığı yastığı üstüne attım.

"Kızım tüm gün evde tek başıma sıkılıyorum, azıcık dedikodu yapmama müsaade et." Yastığı üstüme fırlattı. Hayretle ablama odaklanırken bir bana bir ablama hiçbir şey anlamayarak dümdüz bakakalan Varan Alp'e bile acıdım. "Neyse Varan Alp, geçenlerde birisi görmüş kızı." Beni işaret etti. "Gebze'de, mahalleye yeni taşınan doktor. Doktor dediğim, cerrah. Sizden böyle 5-6 yaş büyük..." Oflayarak ablamın bana fırlattığı yastığı sıktım. "Miray'ı bir beğenmiş, bir beğenmiş... Bir aydır kızın peşinde dolanıyor. Annesi, annemle konuştu, Miray'da tık yok. İşim de işim... De ama nereye kadar yani?"

Utancımdan yerin dibine girmeme ramak kalmıştı.

"Ablacığım, saçma sapan hikâyeler anlatmasan mı? Sıkılır Varan Alp."

Ablam yüzünü Varan Alp'e çevirdi. "Ha bunu şeyden anlattım ben... Sadece dedikodu olsun diye değil. Rahatsız ederse falan sen hani savcısın... Bir konuşursun. Adam takmış çünkü Miray da Miray..." Cıklamaya başladı. "Miray Gebze'ye gittiğinde korkuyorum vallahi tebelleş oldu durdu. Zaten pek Miray'ın tipi de değil, oluru yok yani." Ablam sırıttı. "Miray'ın tipi daha çok böyle..." Varan Alp'i süzmeye başladı ablam. "Hukuk adamı, kesinlikle."

"Ablacığım, ben acıktım." Ayağa kalkıp yanına yürürken ablam kıkırdamaya başladı. "Hadi, kalk." Varan Alp'in yüzüne bakamıyordum bile.

"Sen kahve yap Miray, Teoman'ı bekleyelim. Ben Varan Alp'e bir şey anlatıyorum ya..."

Dişlerimin arasından "Sen kahve içemezsin, hamilesin." diye fısıldadım.

"Siz ikiniz içersiniz." deyip gözlerini kırptı. "Ben sonra mutfaktaki işlerimi hallederim."

"Sonra tek başına halletme işte, beraber halledelim çünkü sırtın ağrımış ya sabah." Ablam hamile olduğu için cimcikleyemiyordum da... Varan Alp burada diye bağıramıyordum da... "Hadi ablacığım."

"O zaman sen git Miray, ben kaynımla konuşmak istiyorum." Sonunda pes edip mutfağa doğru yürürken "Eee Varan Alp, taşındın mı?" diye sorduğunu duydum ablamın.

Delirmek üzereydim!

Her şeyden önce gerçekten çok ayıptı! Dümdüz ayıptı yani!

 

⚖️

Eniştem geldikten sonra konuşmaya pek fırsatımız olmamıştı çünkü yemek hazırlayıp yemiştik. Sonra da ablam mutfağı toparlarken yardım etmiştim, çay demlemiştik ve içmiştik. Sohbet daha çok Melek ve Mir Beyaz üzerinden ilerlediği için şükürler olsun ki bize fırsat gelmemişti.

"Ben kalkayım geç olmadan." diyerek telefonumdaki saate bakakaldım.

"Ne? Sen gidecek misin?" diye sordu ablam korkuyla. "Miray, kalsan olmaz mı?"

Ablamın ellerini tuttuktan sonra "Yarın hafta sonu abla, eniştem de evde. Hafta içi kalırım yanında ama eve gideyim artık." dedim.

Ablam oflayıp pufladıktan sonra "Tamam. Dikkat et o zaman." deyince kafamı sallamakla yetindim.

Varan Alp "Ben de kalkayım, Ziva evde çok yalnız kaldı." deyince göz ucuyla benden sonra ayağa kalkan Varan Alp'e bakıp portmantoya yürüdüm.

"Miray'ı Marmaray'a bırak o zaman." diyen Teoman'ı duyduğum an koşa koşa içeriye yürüdüm.

"Ne gerek var? Yirmi dakikada yürürüm işte!" Telefonumdan saati kontrol edince 22.10 olduğunu görüp zorla yutkundum.

Ablam "Saat 11'de değil mi son sefer?" diye sorup kolumdan tuttu. Bu sefer imalı konuşmadığı için şanslıydım. "Bıraksın seni işte."

Varan Alp, "Bırakırım." deyip kapıya doğru yürüyünce Teoman'la göz göze geldik, pis pis gülmeye başladı.

"Sen de pisliksin, bunun gibi." diye sessizce söylenip ablamı işaret ettim.

"Kızım biz bir şey mi ima ettik?" Ablamla kıkırdamaya başladıklarında somurtarak kapıya doğru ilerledim. Eniştem "Miray!" diye arkamdan seslense de bakmadan portmantoya yürüyüp cübbemi ve dosyalarımı aldım.

Varan Alp evin dış kapısını açınca "Yemekler çok güzeldi ablacığım, eline sağlık tekrardan." deyip kendimi anında dışarı attım. "Çay da çok güzeldi. Hadi, görüşürüz."

Varan Alp, aceleme ve telaşıma manasızca bakarken çok beklemeden kapıyı kapattım. "Hadi," deyip bu kez asansörün tuşuna birkaç kez bastım ki çalışsın. "Bu arada bırakmana gerek yok, son sefere kırk dakika var. Yürürsem daha iyi olur."

"Gerek var." diyen Varan Alp, ona dönünce kapıyı işaret etti. "Bence bu gece burada kal."

"Niye?" diye sorarken asansör geldi.

"Niyesi mi var?" Asansöre doğru yürüdü. "Arabada konuştuk, soruşturma hâlâ kapanmadı." İtiraz etmeye üşendiğim için asansöre binip zemin katı tuşladım. "Gebze'ye gideceksen de yanında biri olsun."

"İstemiyorum." dedim ve gülümsedim. "Sağ ol."

Varan Alp sesli bir nefes verdikten sonra "Ama gece saatlerinde dışarıda olman tehlikeli olur. Abimlerin yanında söylemedim ama bence yol yakınken vazgeçtiğini söyleyip burada kal." dedi.

"İstemiyorum Varan Alp, eve dönmek istiyorum."

"Daha önce seni öldürmeyi denemiş." Asansörden inerken kurduğu ilk cümle buydu. "Niye inat ediyorsun ki? Canından olmak falan mı istiyorsun?"

Bıkkınlıkla yürümeye devam ederken "Bak, kendince haklı olabilirsin ama ben korkmuyorum. Ayrıca Marmaray benim evimin dibinde. Yürüme mesafesi pek kalmıyor. Bu katil salağı nerede olduğumu nereden bilebilir ki böyle bir şeyin kesinliği bile yok." diye söyleyip arabasını da geçerek yürümeye devam ettim.

Topuklu ayakkabımın sesi caddede yayılırken "Miray," dedi kulağımın dibinde. Arkamdan geldiğini duymamıştım bile. "Gel, tamam, hadi." Kolumdan hafifçe tutunca anlam veremedim. "Gitmek istiyorsan ben götürürüm. Yalnız kalma."

Şaşırarak "Gebze'ye mi bırakacaksın beni?" diye sorunca kafasını salladı.

"Dayıma giderim ben de." dedi sıradan bir şey söylüyormuş gibi.

"Gebze senin yolunun üstü mü Varan Alp?" diye sordum yarı ciddiyetsiz bir üslupla. "Ayrıca kusura bakma, kırmış gibi olacağım ama seninle iki saat aynı araçta kalmak istemiyorum." Kolumu geri çektim. "Teşekkürler."

Varan Alp, bıkkın bir nefes verdikten sonra "Bekle o zaman," deyip telefonunu çıkardı.

"Efendim?" Tekrardan kolumdan tutunca etraftaki apartmanlara göz gezdirdim. Saat on buçuk olmak üzereydi, ben bağırıp çağırıyordum. Sesimi kısıp "Kiminle konuşacaksın?" diye sorduğum an bir adım daha yaklaştı.

"Sen buralarda mısın hâlâ?" diye telefonu açan Varan Alp'in suratına şamarı patlatmama ramak kala, "Yolda bir kadın bana bulaştı," deyince ağzım beş karış açık kaldı. "Gelip alın."

"Ne?" diyerek telefonu elinden almaya çalışırken yüzündeki gülümsemeye o kadar sinir olmuştum ki anlatamazdım. "Tamam, dur, kapat telefonu!" deyince telefonu kulağından çekti.

Herhangi bir arama yoktu, zaten aramazdı da ama yine de ne olur ne olmaz bıkkınlıkla ve ölümcül gözlerle gözlerine bakmaya başladım.

Kısmen tehditti bu.

"Ablana mı gidiyorsun, Gebze'ye mi gidiyoruz?" diye sorunca hâlâ açık olan telefona kısa bir bakış attıktan sonra burnumdan soludum.

Sırf yorulsun diye "Gebze'ye gidelim." diyerek kolundan çıktım. "Hatta sonra sen de evine geri dön. Artık beş saat yol gidersin."

"Tamam."

"Dokunulmazlığını böyle mi kullanıyorsun sen?" diye sorup arabanın kapısını açtım. "Rezillik ya, gerçekten rezillik!" Arabaya binip kapıyı sertçe kapattım. Varan Alp arabaya biner binmez "Senin derdin ne peki?" diye sorup dosyalarla cübbemi arka koltuğa bıraktım.

"Ölmemen." dedi kısaca. "İnadından ölüp diğer dünyaya mı göçseydin? Gebze seçeneği daha makul geliyor. Doğmamış yeğenimin teyzesi ölsün istemem."

Tüm vücudum kaynar kazan gibiydi. "Ama amcası her an yaralanabilir."

"O zaman teyzesinin hapsi boylaması kuvvetle muhtemel olur." Arabayı çalıştırdı ve sürmeye başladı. "Bu arada önce eve uğramam lazım, Ziva'ya yemeğini koyup öyle gideriz."

"Bana ne?" deyip önüme döndüm. "Ziva kedi mi köpek mi?" Gerçekten çok tutarlıydım.

"Köpek."

"İyi."

⚖️

17 EYLÜL 2027, 00.00

Varan Alp evine uğramıştı, ben de o süreçte arabada beklemiştim. Muhtemelen köpeğine yemek verip kıyafetlerini değiştirdikten sonra, on dakika içerisinde geri gelmişti.

Şu an yoldaydık ve telefonuma peş peşe mesajlar gelmeye başlamıştı.

ABLAM: İYİ Kİ DOĞDUN MİRAYIM! SENİ ÇOK SEVİYORUM!

KORAY: Ablacığım 00.00'a alarm kurdum, çalar çalmaz da mesaj atıyorum, kıymetimi bil. İyi ki doğdun dünya güzeli ablam, bazen gıcık olsan da en sevdiğim ablam sensin.

İkisine de teker teker cevap yazarken Varan Alp'e dönüp "Doğum günün kutlu olsun." demeyi de ihmal etmedim. Sol kolunu kaldırıp saate bakan Varan Alp kafasını sallarken gülümsedi.

"Senin de doğum günün kutlu olsun."

"Seneye otuz olacak olmak bile kâbus gibi..." diyerek aynı gün doğduğum Varan Alp'le dertleşmeye çalıştım. "Daha dün üniversiteyi kazanmıştım, on sekiz yaşından sonra hayat o kadar hızlı geçiyor ki..." Sessiz kalınca "Hele ki pandemi sürecinden sonra..." dedim ve telefonumu elime alıp saati kontrol ettim. "Çok trafik var mı?" Sanırım yine çenem düşmüştü.

Varan Alp ne yazık ki kafasını salladıktan sonra "İleride kaza var sanırım..." dedi. "On dakika sonra trafiğe takılacağımız kesin. Gebze girişi yollar çok kötü, orada da trafik vardır."

Oflayarak telefonumu elime aldım ve sosyal medyayı karıştırmaya başladım. "Garip," dedim birkaç saniye sonra. "Mir Beyaz ve Melek'in şu an sosyal medyayı fotoğraflarla boğması gerekirdi." Kıkırdayarak Varan Alp'e döndüğümde, söylediklerime bir anlam vermeye çalışan yüz ifadesiyle karşılaştım. "Bugün, Mir Beyaz, Melek'e evlenme teklifi edecekti ama Melek'in bundan haberi yoktu."

Varan Alp kaşlarını çattı, araba trafiğe girince ise yavaşladığı an bana dönüp "Evlenme teklifi edecekti..." diye tekrar etti. "Hani dayım izin vermemişti? Melek'le son konuştuğumuzda çok umutsuzdu. Hiçbir şey anlamadım."

"Evet ama ne yapsın çocuk?" diyerek süt kardeşimi savunmaya başladım. Hüzünle "Ümit Bey amcanın Melek'i Mir Beyaz dâhil olmak üzere kimseye vermeyeceği de sugötürmez bir gerçek. E Melek ömür boyu bekar mı kalsın? Saçmalık. Yaşları otuz oldu neredeyse... Bir zahmet evlensinler. Beş senedir sevgililer." diyerek kafamı cama dayadım. "Ümit Bey amca da zamanla alışır."

Varan Alp sesli bir nefes verip trafiğe bakarken "Sanmıyorum ama bir şanslarını denesinler madem..." deyip bana döndü. "Ayrıca pişman oldum."

"Neye?" diye sordum gülerek. Neden pişman olduğunu gayet iyi biliyordum.

"Keşke seni tehdit edip abimlere yollasaydım. Niye iki seçenek sundum ki?" Somurtarak pişmanlık cümleleri kuran Varan Alp, kendi topuğuna sıkmıştı. "Hem senin yarın işin yok mu?"

"Var ama yarın doğum günüm, izinliyim." deyip sırıttım. "Asıl senin işin yok mu?"

"Var..."

Kıkırdayarak "Eee, kendin kaşındın..." derken ambulans sesi gelmeye başladı. Sağ tarafımızdan geçen ambulansa ve polis araçlarına bakarken Varan Alp'e döndüm. "Kaza yeni olmuş sanırım."

"Galiba." diyen Varan Alp kolundaki saate baktıktan sonra bana döndü. "Melek'le ne zaman konuştun?"

"Adliyedeyken."

"Sonra hiç konuşmadın mı? Mesaj da mı atmadın?" Kaşlarımı çatarak kafamı olumsuz anlamda salladım. "O da evden çıkmasaydı keşke..."

"Yanında polis memuru var, Varan Alp. Zaten Mir Beyaz onu evine bırakır, merak etme." Telefonumu elime alıp Mir Beyaz'ı çaldırdım fakat telefonuna ulaşılamadı. "Zaten, muhtemelen eve dönmüşlerdir. Yoksa senin despot dayın yerlerini bulup mekân basardı."

Söylediğim cümle Varan Alp'in hoşuna pek gitmemişti. "Dayım neden mekân bassın? Kızını merak ediyor sadece ki çok haklı merak etmekte."

"Peki." dedim ben de.

Arabasının içini az çok inceledikten sonra sesli bir nefes verdim.

"Ya acaba sen de mi emniyet şeridinden geçsen?" diye sordum birkaç dakikadır aklımdaki düşünceyi onunla paylaşarak. Varan Alp, ölümcül bakışlarını üstümden esirgemeden kafasını olumsuz anlamda bir sağa bir sola salladı. "Ama savcısın? Gösterirsin kimliğini, polis memurları saygıyla eğilir karşında. Trafikte beklemeyelim ya..."

"İşim acil değil ki..."

Oflayarak "Tamam da saat çok geç oldu." diyerek telefonumu kaldırdım. Varan Alp, saati görür görmez kendisini başka bir yöne çevirdi. "Beni boş yere tehdit ederken işin acil de emniyet şeridinden geçerken mi değil?" Midem bulanır gibi oldu. "Hem beni araba tutar. İleride kaza varmış, travmalarım tetiklenir." Varan Alp, yüzünü bana döndüğü an ekşimiş yüzüne gülmemek için kendimi çok zor tuttum. "Kriz geçiririm, ağlarım, kusarım..."

"Saçmalama."

"Ya burada böyle beklemek enayilik ama!" diye patladığımda kendimi dışarı atmamak için zor tutuyordum. "Ben savcı olsam yapacağım ilk iş emniyet şeridinden geçip tam polis memurlarından azar yerken kimliğimi çıkarıp hava atmak olurdu."

Varan Alp birkaç saniye sessiz bir biçimde güldükten sonra "Neyse ki ve çok şükür ki savcı değilsin o zaman." deyip beklemeye devam etti.

Neredeyse gaza gelecektim. "Aman kalsın zaten, hiç benlik bir meslek değil ama artık lütfen şu emniyet şeridine geçer misin?"

Varan Alp'i beş dakika daha ısrara boğduktan sonra pes etti ve emniyet şeridine geçti.

Yolculuk artık daha çekilir olunca gözlerimi kapattım ve biraz da olsa uyumaya çalıştım. En az bir saatlik mesafe vardı.

Uyku ile uyanıklık arasında geçirdiğim dakikalardan sonra araba durunca ve etrafımda belli belirsiz sesler duyunca, araba gerçekten de beni tuttuğu için mide bulantısıyla kalktım.

Kafamı kaldırdığım an, "Savcım durum bu..." diyordu bir polis memuru ve Varan Alp, arabada değildi. İnmişti, etrafında gördüğüm manzara da olay yeriydi. Bir ton polis vardı, sarı şeritler vardı ve Varan Alp, bir polis memuruyla görüşüyordu.

Arabadan inip Varan Alp'in yanına yürüdüğümde rüzgâr yüzüme çarptı ve saçlarımı geriye attım. Varan Alp, beni görür görmez eliyle "Dur." işareti yapınca olduğum yerde kalakaldım. Olay yerinin içindeydi ve sarı şeridi geçmemi istemiyordu.

"Bir görgü tanığı var, arabanın yanında." Gözlerimi kısıp ileriyi görmeye çalıştım. "Ama susuyor, konuşmuyor. Nöbetçi savcı henüz gelmedi, konuşturamıyoruz."

Varan Alp, "Şu kadın mı?" diye sorunca sarı şeridin önünde durdum.

"Ne yapıyorsun?" diye sorup olay yerini işaret ettim.

Varan Alp, şeridi çekip gelmemi sağlayınca polis memurunun yanında durdum. Orta yaşlı bir adamdı, başkomiser olmalıydı.

"Yani elle tutulur hiçbir delil yok, olay yeri inceleme işini bitirmek üzere. Savcımız gelince artık..." Oflayarak bana dönünce göz göze geldik. Adamın ela gözleri kısılıp bana baktı. "Eşiniz mi savcım?"

Varan Alp'e döndükten sonra gülerek "Yok, hayır. Kendisi benim dünürüm gibi bir şey..." diye açıkladım komisere. "Kadın cinayeti mi?" diye sordum sonra da tatsız bir sesle.

Az ilerimde duran bedene bakamıyordum, zaten etrafında hep memurlar vardı.

"Evet." diyen komiser, tereddüt edercesine bir bana bir Varan Alp'e baktı. "Siz... Savcı değilsiniz sanırım."

Kafamı olumsuz anlamda salladım. "Ha yok, avukatım ben."

"Savcım artık yavaştan, müsaadeniz olursa olay yerinin dışında beklerseniz daha makul olur." diyen ve kendince haklı olan başkomiser zor durumda kalmasın diye şeridin dışına doğru ilerledim.

Varan Alp'e dönüp gelip gelmediğini kontrol ederken olay yeri incelemeden birkaç memur ayağa kalkıp başkomiserin yanına yürüdü; cesedi görüp gözlerimi kıstım, yüzü pek tanınacak durumda değildi.

Varan Alp, gitmem için arabayı işaret edince cesede bakarak yüzümü ekşittim. Mahvolmuştu, kimliği belirlenemeyecek kadar... Yine, bir kadınımız, vahşice katledilmişti.

Gözlerimi kısarak bıkkın bir nefes verdim.

Başkomiserin yanına gelen kriminal uzmanı, "Komiserim, savcım," derken kendimi kötü hissederek olay yerinin dışına çıktım fakat ceset hâlâ görünürde idi. "Önce kurşunla vurulmuş, daha sonra üstünden araçla geçilmiş gibi görünüyor. Zaten trafiğe açık bir alan, hemen bildirilmiş. Ölüm saati... Çok büyük ihtimalle 00.00 civarı, belki daha sonra da olabilir..."

Sıkıntıyla bir nefes verip onları duyamayacağım bir noktaya doğru yürürken Varan Alp'in yanıma yürüdüğünü görüp olduğum yerde kalakaldım.

"Sen arabaya geç, ben de birazdan yanına geleceğim." deyip arabanın anahtarını verdi.

Kafamı sallarken cesede tekrardan bakmaya başladım. "Kim bilir kaç yaşında, belki de genceciktir..."

Gözlerimi üstünden çekecekken üstündeki bir aksesuar, çok tanıdık geldi.

İleride duran beyaz, topuklu ayakkabıya bakınca Varan Alp'e tutunarak ayakta durdum.

Varan Alp "Ne oldu?" diye sorunca gözlerim kararır gibi oldu. Nefes alamadım, elimi boynuma götürdüm ve çömeldim.

Ağlayamadım, nefesim tıkandı bir anlığına, bayılacak gibi oldum ve çığlık atmak isterken sesim çıkmadı bile.

Boynunda bir fular vardı, kırmızı bir fular... Kıyafetleri çok tanıdıktı, saçları çok tanıdıktı.

"Miray, bana bak," diyen Varan Alp'in varlığını yeni anımsıyordum. Çenemi kaldırarak yüzüme bakmaya devam ederken dişlerimi sıktım. "İyi misin?"

Birkaç kez kekeledikten sonra "Bu ceset," dedim Varan Alp'in kolunu sıkarak. "Üstündeki fular, Melek'in fularına..." Ayakkabılara doğru döndüğümde elimi boynuma götürdüm. "Ayakkabısı..." Nefesim kesilince gözlerim karardı, kendimi Varan Alp'e doğru bıraktım.

-

 

17 Eylül, her cuma saat 21.00'de Wattpad'de sizinle olacak.

Eğer bu hikâyeyi beğendiyseniz sevdiklerinizle paylaşabilirsiniz, paylaşacak arkadaşlarınız yoksa oy vererek bana ve 17 Eylül'e destek olabilirsiniz.

Seviliyorsunuuuuzz ^^

INSTAGRAM // esmatonguc

TWITTER // esmatonguc

 

Loading...
0%