Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. MELEKLER DE ÖLÜNCE

@esmatonguc

Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.

Bölümün içerisinde geçen politikacı isimleri ve siyasi cümleler, asla gerçek hayatla bağlantılı değildir.

ON YEDİ EYLÜL

4. BÖLÜM: "MELEKLER DE ÖLÜNCE"

⚖️

"Melekler ölünce yeryüzünü şeytanlar kaplarmış."

Türkiye'de son birkaç yıldır kaç kadın öldürülmüştü, saymamıştık. O kadınlar o an ne çekti, hesaplayamamıştık. Canları ne denli yandı, anlayamamıştık. Üzülmüştük, belki ağlamıştık fakat o kadardı işte. O kadınların hayallerini bırakın, bedenlerini bile yaşatamamıştık. Mâni olamamıştık, mâni olamamışlardı... Korku salamamıştık bir türlü, cesaretlenip durmuşlardı. Güçsüzdü sözde kadınlar, savunmasızlardı; biz bu cümlenin verdiği yükün altından bile kalkamamıştık.

Kimimiz yakılmıştı, kimimizi dövülmüştü, kimimiz kim bilir kaç kez bıçaklanmıştı, kimimiz tecavüze uğramıştı, kimimiz vurulmuştu, kimimiz boğulmuştu... Onlar yoktu, bir daha olmayacaktı; yani biz yoktuk, artık olmayacaktık.

Bir yerde bir kadın öldürüldüyse o yerde yalnızca o kadın değil, insanlık da ölmüş oluyordu.

Adli tıbbın en alt katındaki koridorundaydım, zemine sürten bacaklarımın bir kısmı çıplaktı, üşüyordum fakat umurumda değildi. Yüzüm gözüm şişmişti, tüm vücudum korkudan zangır zangır titriyordu ve yalnızdım. Sırtım duvara yaslıydı, kafam bir sandalyenin koluna dayanmıştı ancak yerimde duramıyordum.

Yanımda beliren gölge Varan Alp'e aitti, en azından gerçeklik algımı yitirmemiştim. Elinde tuttuğu şeffaf bardağı uzatıp "Su iç Miray." dese de hiçbir şey söylemeyip gözlerimi yumdum. Sanki göğsümden alev çıkacaktı, içim o denli yanıyordu ki her yeri yakıp yıkasım geliyordu.

"Telefonuna ulaşılamıyor, tarihlerden 17 Eylül ve boynunda fuları..." Konuşamayıp nefes alamadığım an Varan Alp, elini boynuma dolayıp beni doğrulttu.

Onun da gözleri kıpkırmızıydı, mahvolmuş durumdaydı ve bana su içmemi söylüyordu. "Yine bayılacaksın, içer misin?"

Pes ederek elindeki suyu aldım, içerken beynim zonkladığı için ancak yarısını içebilsem de az çok iyi gelmişti.

"Varan Alp!" Başımı sola doğru çevirdiğim an, Erkin Savcı'nın geldiğini gördüm. İçimdeki öfkeyi dindirmek için ellerimi yumruk yapıp dişlerimi sıktım. "Var mı bir gelişme?" diye sordu birkaç metre ötemize vardığında.

Varan Alp ağır ağır ayağa kalktı ve "Kimliği belirsiz ama," deyip beni işaret etti. Konuşurken onun da sesi titremişti. "Üstündeki kıyafetler..."

"Tamam, otur şuraya." diyen Erkin, Varan Alp'in kolundan tuttu fakat Varan Alp onu geri çevirdi.

"Bakamadım Erkin, sen bakarsın artık." Varan Alp, yutkunarak bana dönünce ne söyleyeceğini anladım. "Yüzü pek seçilmiyor ama kolundaki doğum lekesi gözüküyordur... Eğer varsa..."

Dayanamayıp önümde duran sandalyeyi var gücümle itekleyip öyle bir çığlık attım ki koridorda yankılanan sesimden ben bile korktum. Sanki cesedi gördüğümde içime kaçan tüm sessiz çığlıkların acısını çıkarır gibi ayağa kalktım ve Erkin denilen savcıya doğru yürüyüp "Senin yüzünden!" diye bağırdım.

Ne olduğunu anlayamamıştım, saçlarım görüş açımı kapatsa da Erkin Savcı'nın bedenini yumrukluyordum fakat her tarafımdan başka bir insan çekiştiriyordu. "Doğru düzgün yapamadın işini! Bıraksanıza!" Etrafımda kim var, kim yok, hesap edemiyorken "Ya bırak!" diye bağırdım. En sonunda kucaklanarak Erkin Savcı'dan uzaklaştırılırken ağlamaya devam ettim.

Kendimi kesmek istiyordum, canım yansın istiyordum ama başaramıyordum. İçimdeki öfke, o kadar harlanmıştı ki alevlenip küle dönüşeceğim zannediyordum.

Bakış açım ağladığımdan ötürü bulanıktı, bu nedenle nereye oturtulduğumu bilmiyordum. "Miray, bana bak." Varan Alp'in sesi bile kulağımda yankı yaparken gözlerimi kapatıp saçlarımı çekiştirdiğimde az da olsa rahatlamıştım. Ellerimi geri çeken Varan Alp, "Dur artık!" diye bağırıp bedenimi salladı. "Daha kesin bir şey yok, dur artık."

"Var..." derken nefesim kesilir gibi oldu. Ağlamaktan helak olmuştum. "Var, fuları üstündeydi." Hıçkırdım, kafamı geriye sertçe yasladım ve duvara çarptım. "Onu kıyafetleriydi, gördüm. Onun saçıydı." Saçlarım öne düştüğü an derin bir nefes alıp verdim. Aklıma Mir Beyaz geldi, gözlerimi kıstım ve "Mir Beyaz nerede o zaman?" diye sorup telefonumu aramaya başladım. "Telefonum?"

Varan Alp, önümde çömeldiği için ayaklandı, daha sonra ceketinin cebine uzandı. "Arabada kaldı telefonun." Üstümü incelediğim an ceketimin olmadığını yeni fark ediyordum. Muhtemelen kendimi hırpalamıştım, avuç içimde bile tırnak izlerim vardı.

"Ya Mir Beyaz'ı da öldürdülerse?" Oturduğum yerden kalkarken başım döndü ancak aldırmayıp adli tıbbın çıkışına doğru koşar adımlarla yürüdüm.

Varan Alp'in arabasının önünde durunca hafifçe arkamı döndüm, o sırada arabanın kilidi açıldı, Varan Alp'in de buraya geldiğini gördüm. Kapıyı açıp ceketimi gördüğüm an elimi ceketin cebine daldırıp telefonumu aldım.

Ekranda beş cevapsız arama göründü; arayan ablamdı.

Rüzgâr enseme vurunca sağıma döndüm, Varan Alp yanıma gelip "Abime haber verdim, o yüzden aramışlardır belki." deyince ablamın neden aradığına anlam verebilmiştim. "Geliyorlar." Adli tıbbın tabelasını görünce kaşlarımı çatıp önüme döndüm.

"Mir Beyaz'ı aramam gerek." Rehberime girip Mir Beyaz'ın numarasını tuşladım ancak kulağıma götürüp çalmasını beklerken ulaşılamadı. "Bak işte," dedim gözlerim yeniden dolunca. "Onun telefonuna da ulaşılamıyor, onu da öldürdüler..." Boğazımı tutup ovmaya başladım, canım çok yanıyordu. "İkisini de öldürdüler."

Varan Alp'in kıpkırmızı gözlerine kısa bir süre baktıktan sonra Mir Beyaz'ın numarasını birkaç kez daha tuşladım ancak hiçbirinde ulaşılamadı.

"Miray!"

Gelen sese doğru başımı çevirince ablamın buraya doğru koştuğunu gördüm, arkasından da eniştem geliyordu.

Nefes nefese bana doğru koşan ablamın karnını tutarak geldiğini görünce yüzümü çevirip gözyaşlarımı sildim, ardından yanıma ulaşan ablama döndüm. Teoman, Varan Alp'in yanında durup biraz uzakta fısır fısır konuşurken ablamla ne söylemem gerektiğini bilmiyordum.

Zorla gülümsemeye çalışarak "Efendim abla?" derken ablamın kireç gibi gözüken yüzüne aldırmamaya çalıştım.

"Miray, iyi misin sen?" Saçlarıma dokundu, boynuma ve kollarıma baktıktan sonra kafasını olumsuz anlamda sallamaya başladı. "Bu nasıl bir şey ya?" dedi nefes nefese. "Ya bu nasıl bir psikopat da size dadandı? Neden?" Dudaklarım titrerken ona sakin olmasını gerektiğini söylemem lâzımdı fakat dilimden hiçbir kelime dökülemedi. "O mu?" diye sorup hâlâ saçlarımı okşamaya devam eden ablama cevap veremiyordum. Sesi daha da inceldi, daha kısık gelmeye başladı. "Sen nasıl anladın? Belki o değildir, ha?" Varan Alp'e dönüp "O mu, baktınız mı? Melek miymiş?" diye soran ablam delirmiş gibi konuşuyordu.

Teoman, ablamın onlara doğru yürüdüğünü görüp daha fazla yürümesine izin vermemek için onu tutup durdururken "İçeri girebiliyor muyuz?" diye sordu, kardeşine. "Ben bakabilirim Melek mi, diye. Dayımı ara sen."

Başıma keskin bir ağrı girince elimi şakaklarıma götürüp arkamda duran araca yaslandım. Yağmur hafifçe çiselediği için saçlarım ıslanmıştı.

Varan Alp, bana doğru dönüp "Girebiliriz ama önce teşhis edelim, daha sonra dayımı arayalım." deyince içeriye girmek zorunda olduğumun farkındaydım.

"Ben..." Hâlâ elimde tuttuğum telefonumla Mir Beyaz'ı aramakta ısrarcıydım. "Ben Mir Beyaz'ı birkaç kez daha arayayım."

Ablam başını bana doğru çevirdiği an "Mir Beyaz'la değil miydi zaten Melek?" diye sorup tekrardan bana doğru yürüdü. "Miray, Miray, baksana yüzüme bi'..." diye hevesle konuşan ablama bakamıyordum. Gözlerim her an doluyordu, başıma ağrı giriyordu ve ben şu an kendim dâhil herkesi hırpalamak istiyordum. "Belki sen benzetmişsindir."

"İçeri geçelim, tamam." diyerek ablamın koluna girdim, daha fazla üstelemeyen ya da üstelemeye hâli kalmayan ablamla beraber adli tıbba yürümeye başladık. Varan Alp ve Teoman arkamızdan geliyordu.

Ablamın sol eli karnını tutarken sağ eli kolumdaydı.

"Sen iyi misin?" diye sordum Erkin'in bulunduğu koridora girdiğimiz an. Erkin'i görünce kan beynime sıçramıştı.

Ablam gülümsemeye çalıştı. "Ben eminim, Melek değil. Melek şu an Mir Beyaz'ladır. Babasına küsmüştür, kapatmıştır telefonunu."

"Varan Alp," diyerek bize doğru yürüyen Cumhuriyet Savcısı Erkin Gümüşpala'nın yüz ifadesi, pek de iyi görünmüyordu. "Kim girip bakacaksa baksın, kardeşim. Emin olalım. Nöbetçi savcıyla görüşmem gerek, Başsavcı emretti." Daha kısık bir sesle durumu izah etti. "17 Eylül davasına giriyorsa savcı dosyayı bana devredecek."

Varan Alp, abisine kısaca baktıktan sonra "Tamam." dedi.

Titrek bir nefes alıp bekleme koltuğuna doğru yürüdüm, ardından önce ablamı oturttum sonra kendim oturdum. Teoman'ın ve Varan Alp'in bakışlarını üzerimde hissettiğimde ise "Artık içeriye girip teşhis eder misiniz? O mu yoksa değil mi?" diyerek elimle ileriyi gösterdim.

Teoman ablama kısa bir bakış attıktan sonra "Ben bakabilirim." deyip Erkin Savcı'ya doğru döndü. Erkin Savcı, Teoman'a ve Varan Alp'e birkaç saniye baktıktan sonra müsaade edercesine içeriyi gösterdi.

"Buyur."

Teoman ve Erkin koridorun karşısına geçtiklerinde ve gözden kaybolduklarında ablama döndüm. Gözlerini yummuş, fısıltılarla dua edip duruyordu. Telefonumu çıkardım, Mir Beyaz'ın numarasını tekrardan tuşladım ve telefonu kulağıma götürdüm ancak yine çalmadı, yani ulaşılamadı.

Varan Alp'in bedenini önümde gördüğüm an elimi kalbime götürüp "Mir Beyaz'ın telefonuna ulaşılamıyor." deyince koyu kahve gözleri benden sekip ablama döndü. Kafamı çevirip ablama baktığımda ise hâlâ dua okuduğunu görüp ayağa kalktım. "Nerede kaldı Teoman?"

Çenem titrerken sesli bir nefes verdiğimde Varan Alp ile karşı karşıya durduk, tam dudaklarını aralayarak muhtemelen konuşacakken telefonu çaldı ve elini ceketinin iç cebine götürdü. Ekrana bakarken telefonu açacak sandım fakat birkaç saniye bekledi.

"Kim arıyor? Açsana." dedim telefonun sesi kulağımda yankılanınca.

Varan Alp sesli bir nefes verdikten sonra karşı koridoru kontrol etti, iki adım geriye gittikten sonra ise "Dayım arıyor." deyip telefonu açtı.

Melek'in babası, Ümit Haldun İnal.

"Efendim dayı?" diye telefonu açan Varan Alp'in yanakları birkaç saniye sonra kızardı. Yüzünü eğdi, telefonu kapatmadan birkaç saniye donakaldı. "Konuşmadım, hayır." dedi sessizce. Ablama döndüğüm an, Varan Alp'e merakla bakakaldığını fark edip yanına yürüdüm.

"Abla, sen eve mi geçsen?" deyip karnına dokundum. Ablam fark etmiyor olabilirdi ancak birkaç dakikadır avuç içini sıkıyordu.

Huzursuzca kıpırdanarak ayağa kalktım ve Varan Alp'in yanına yürüdüm. "Dayı sen..." diyerek birkaç cümle geveledi Varan Alp. "En son ne zaman konuştun Melek'le? Sakin olur musun?" derken bile sesi sakin gelmiyordu Varan Alp'in; avuç içime bastırdığım telefonu kırmak üzereydim.

"Sol kolunda doğum lekesi var, Melek'inkinin aynısı. Daire şeklinde, büyük."

Teoman'ın sesini işittiğim an refleks olarak elimi dudaklarıma götürüp arkamı döndüm. Nefes nefese kalıp ağlamaya devam ederken az önce bile bu kadar emin olduğum hâlde canımın bu denli yanmadığını fark ettim.

Ben bugün, en yakın arkadaşımı kaybetmiştim.

Doğum günümde, doğum gününde.

Elimden düşürdüğüm telefona çarparak bir duvardan bir duvara yürürken nefes alamamaya başladım ancak gördüğüm başka bir sahne, ablamın karnını tutarak yere çömelmesiydi.

Kekeleyerek "Abla," dedikten sonra yanına koştum ve yüzü kıpkırmızı olan ablamın çığlığı, ben yanına vardığım an tüm koridoru inletti. "Hastaneye gitmemiz lazım, enişte!"

Eniştem, ablamın çığlığıyla yanımıza doğru koşturduktan sonra öyle bir arbede yaşandı ki ne zaman ablamı taşıyıp yanımızdaki hastaneye götürmek için arabaya bindik, ablam ne zaman bayıldı, ne zaman hastaneye vardık, anlayamamıştım.

⚖️

HASTANE

"Bu nasıl bir gün ya?" diyerek saçlarımı arkadan tutup çekiştirdiğimde, acilin kapısında bekliyorduk. "Delireceğim, gerçekten delireceğim..." Nefesim tıkanır gibi oluyordu, sonra tekrar açılıyordu; başım o kadar ağrıyordu ki kafamı duvarlara vurmak istiyordum. "Daha doğuma iki hafta vardı..." diyerek yanağımdaki ıslaklığı sildim. "Ablama bir şey olur mu?" Varan Alp'e doğru yürüdüm. "Ablama bir şey olmaz, değil mi?" diye sordum.

Varan Alp önce abisine sonra bana baktıktan sonra "Olmaz." dediğinde, sesi güven vermemişti.

Teoman'a dönüp "Niye getirdin ya ablamı?" diye sordum ağlamaklı bir sesle. "Bilmiyor musun, sürekli sancısı oluyor... Allah'ım şimdi delireceğim ya! İkisine de bir şey olmasın." Arkamı dönüp bir oraya bir buraya yürürken "Allah'ım ne olur..." dedim neredeyse fısıldayarak. "Ne olur ikisi de ölmesin, lütfen..."

"Ablamı aradın mı?" diye soran Teoman'ın baktığı kişi, Varan Alp'ti.

"Aradım herkesi." Bana döndükten sonra "Sizinkilere de haber verdim." deyince gözlerimi yumup birkaç saniye öylece durdum. "Dayım adli tıbba geçecek, yanında olayım." Telefonunu ceketinin cebinden çıkarıp bana doğru yürüdü. Yanımda durduktan sonra "Sonra yine geleceğim, sakin ol." deyip abisini gösterdi. "Birbirinize destek olun."

Hiçbir şey söylemeyip yalnızca acilin kapısına doğru yürümekle yetindim. Varan Alp de hastaneden çıkıp muhtemelen adli tıbba gitti.

Yaklaşık beş dakika boyunca bir Teoman'ın yanına bir acilin kapısına doğru yürüdükten sonra dayanamayıp telefonumu çıkardım.

Mir Beyaz'ın numarasını tuşladım. Bu sefer çaldı fakat açmadı.

Peş peşe birkaç mesaj gönderdim fakat kafam o kadar allak bullaktı ki attığım mesajları anlayamıyordum bile. Delirmek üzereydim.

Acilin kapısı açılınca "Seray Hanım'ın yakını mısınız?" diye sordu bir doktor. Kafamı hızla sallayınca "Nesi oluyordunuz?" diye sordu.

"Kardeşiyim, eniştem de burada." dediğim an Teoman yanımızda belirdi. "Eşi." diyerek Teoman'ı gösterdim.

Doktor, bulunduğumuz yüz ifadesine şaşkınlıkla bakarken "Niye bu kadar endişelendiniz?" deyip gülümsemeye başladı. Teoman'a dönerek "Eşinizin durumu iyi, merak etmeyin. Sadece bebek biraz sabırsız... Erken doğuma alacağız." deyince rahat bir nefes verdim.

"Ne? Nasıl, erken doğum?" diye sordu eniştem.

"Bugün mü?" diye soran bana bakan doktor ise kafasını sallamıştı. "Doğuma mı alınacak şimdi?"

"Evet. Otuz altı haftalık gözüküyor. Biraz erken ama yapacak bir şey yok. Bu kadar yıpratmasaydınız kendinizi..."

Teoman'ın kolundan çıkıp en yakın bekleme koltuğuna doğru ilerledim.

Yalnızca oturup gözlerimi kapatmak ve bu kâbustan uyanmak istiyordum.

Sadece oturup gözlerimi yumarak geçirdiğim kısa bir süre sonra, annemin "Miray!" diye seslendiğini işittim. Bir anlığına da olsa hastanede değil de evde olmayı öylesine istedim ki annem yanıma gelene kadar sesimi çıkaramadım. Arkasından gelen babamı, Koray'ı ve Mir Beyaz'ın annesini görünce kendimi tutamadım ve ağlamaya başladım. "Miray, kızım ne oldu?" Annem, omuzlarımdan tutarak beni sarsınca sesli bir nefes verdim. "Ablan nerede? Ne oldu? Bebek mi?"

Görüş açıma babam da dâhil olunca yer yarılsa da içine girsem, kaybolsam, bir daha hiç ortaya çıkmasam diye düşünüp gözlerimi yumdum. "Ablam iyi, doğuma alacaklar."

"Kızım neden ağlıyorsun?" Babamın sesi yan koltuğumdan gelince başımı hafifçe o yöne çevirdim. "İnsanın yüreğini ağzına getiriyorsun Miray ya..." Birkaç kez esefle kınar gibi sesler çıkardı, hiçbir şey söyleyemedim. "Hayırlısıyla doğacak yavrumuz!"

Annem sesli bir nefes verdikten sonra Koray'la göz göze geldik. Annem o sırada "Ah Miray, öldürecektin beni kızım..." deyip diğer yanıma oturdu. "Korkmasaydın bu kadar! Enişten nerede?"

"Acilin önünde bekliyor." dedikten sonra burnumu çektim.

Babam birkaç kez ofladıktan sonra "Seray sekiz aylıkken doğdu, sen erken geldin, Koray erken geldi..." deyip sırtıma dokundu. "Kızım tamam, bebekler erken doğar! Bu kadar ne vardı dert edecek ya? Kalp krizi geçirmeme az kalmıştı..."

Yanaklarımı şişirerek içimdeki sıkıntının bitmesi adına ofladım. "Ablam için ağlamadım." deyip ayağa kalktım. Mir Beyaz'ın annesine dönerek "Mir Beyaz nerede, biliyor musun Biran teyze?" diye sordum ve yanına yürüdüm.

Annem kalbini tutarak "Ne olmuş Mir Beyaz'a?" diye sorunca yüzüne bakamadım. "Kızım, ne olmuş Mir Beyaz'a?" diye tekrar etti.

"Hayır kızım, görmedim..." diyen Biran teyze, anneme baktıktan sonra gözleri doldu. "Melek'le herhalde randevusu vardı." Yutkunamadım. "Oraya gitmiştir. Ablası da yardım ettiydi hatta... Bir şey olmadı değil mi kızım?"

Birkaç adım geriye çekilip herkesin yüzüne tek tek bakabileceğim bir pozisyondayken "Bir şey oldu." deyip avuç içlerimi sıktım. Artık gözümde gözyaşı kalmamıştı. "Melek öldü."

Babam, bu dediğimden sonra aniden ayağa kalkıp donuk gözlerle bana bakarken annem, "Melek mi öldü?" diye sordu kısık bir sesle. Ardından yüksek bir sesle "Melek mi öldü?" diye bağırınca sesi koridorda yankılandı.

Biran teyze elini kalbine götürüp kendini bekleme koltuğuna bırakıp öylece kalakaldı.

"Abla," diyen Koray, sırtıma dokunup zorla gülümsedi. "Melek ablayı sen nerede gördün, nereden biliyorsun? Kendinde misin ya?"

Babam, hâlâ kaşlarını çatarak bana bakarken "Kendimdeyim." dedikten sonra Koray'a döndüm. "Gebze yolunda gördük, adli tıbba geldik. Ablam da o yüzden fenalaştı. Öldü Melek."

"Ay başımıza gelenler, gitti kız..." diyen annem, üstündeki fularla kendisine hava yapmaya başladı. "Kızı öldürmüşler!" diye devam etti annem ve yere çömelip ağlamaya başladı. Koray, annemi sakinleştirmeye çalışırken birkaç hastane personeli yanımıza kadar geldi.

Biran teyze bir ileri bir geri sallanırken göz kapaklarını daima açık tuttuğundan şoka girdiğini anladım.

Babamın içinde kim bilir ne kıyametler kopuyordu, ne düşünüyordu ama sesini çıkarmıyordu.

Bir insanın acıya alışması ne kadar kısa sürüyormuş, baksanıza... Donakalmıştım. İçimde ne bir acı vardı artık ne de öfke. Sadece etrafa bakıyordum.

⚖️

Yarım saat içerisinde ablamı doğuma aldılar, anneme ve Biran teyzeye sakinleştirici vermek zorunda kaldılar; ben, babam, Koray, Varan Alp ve Teoman da ablamın çıkmasını bekliyorduk ve tabii Rüzgar'ın.

"Erkin haberin dışarı yayılmaması için gizlilik kararı koymuştu dosyaya. Malum, 17 Eylül'de doğanlar tümüyle üstüne alınırdı; bir de Ümit dayımın Türkiye'de ne kadar sevildiği malum." Varan Alp, babama durumu açıklarken babamın yüzüne bile bakamıyordum. "Bunlar geçen sene oldu tabii Adem amca, sonra baş şüpheli tutuklanınca geri planda kaldı dosya. Erkin arka planda hâlâ araştırmaya devam ediyordu, tetikçi olduğunu düşündüğümüz kadın ifadeye alınıyordu ama kadının psikolojik durumu pek iyi sayılmazdı."

Babam ofladıktan sonra aklaşmış ve hafif çıkmış sakallarını kaşırken göz göze geldik, gözlerimi kaçırdım. "Peki oğlum, sonra hiç mi önlem alınmamış? Yahu bu işler bu kadar basit mi? Gencecik kız gitti ya!" Beni işaret etti. "Ya benim kızıma zarar gelseydi? O zaman yüzüme bakarak böyle açıklayabilecek miydin? Dayına nasıl anlatacaksın? Vallahi kıyamet kopacak, benden söylemesi. Dışarıda millet ayaklanacak, adalet sorgulanacak! Tüm Türkiye yarın sokaklara dökülecek, oluşacak senaryo bu! Hele bir de bu seri katil olayını gizlerseniz bu iş siyasi olmaya başlayacak. Diğer partilerden bilecekler, neler neler uyduracaklar... Olan Melek'e oldu, olan gencecik kıza oldu! Ah yavrum daha el kadardı, Miray'la dükkânda koşturup duruyorlardı! Vallahi ciğerim yanıyor!"

Babamın bu kadar çıkışmasını beklemediğimden ötürü başımı hafifçe çaprazımdakilere çevirdim. Karşılıklı oturuyorduk. Teoman ve ben yalnızdık, karşımızda yani çaprazımızda da babam, Koray ve Varan Alp oturuyordu.

"Çok haklısın." diyen Varan Alp'in gözleri hâlâ kıpkırmızıydı. "Dayım da işte... Az önce teşhis ettik ama yüzü tanınmadığı için DNA testi yapılacak, hâlâ 'kesin' diyemiyoruz."

Sahi, Varan Alp geldiğinden beri sesi soluğu kesilmişti. İlk defa babamla konuşmuştu ve Ümit amcanın kızının ölümüne verdiği tepkiden haberim yoktu.

Ben bile kendimi kesip canıma zarar vermeyi düşündüysem bir babanın evlat acısını hesap edemiyordum.

"Adam ortalığı yakıp yıksa haklıdır... Evlat acısı var ya, ana baba olmadan anlayamaz kimse." diyen babam eğildi, burnunun kemerini sıkmaya başladı. Babamın stres olduğunda sıkça yaptığı bir hareketti. Babam, elini yüzünden çekip yüzüme baktığı an "Benim kızım arabanın altında kalınca öylece donakaldım bir hafta," dediği an titrek bir nefes verdim. "İnsanın eli ayağı buz kesiliyor, nefes alamıyor." Kaşlarını kaldırıp indirdi. "Allah sabır versin."

Hemen yanımda oturan, ellerinin arasına ensesini yerleştirip eğilerek zemine bakan Teoman'ın ruh hâlini babamın anlattıklarıyla bağdaştırınca içim acıdı. "Teo," dediğimde sesim çatallı çıkmıştı. Öksürüp "Enişte," dedim. Aniden kafasını kaldırıp bana bakınca tıpkı Varan Alp gibi gözlerinin kıpkırmızı olduğunu fark ettim. "İyi ol. Rüzgar da ablam da iyi olacak."

"Miray, ben şoktayım..." deyip içini dökmeye başladı. "Şu son iki saatte yaşadıklarımıza bak ya... Önce kuzenimin öldüğünü duydum, sonra karım erken doğuma girdi... Gerçekten ben şoktayım, anlayamıyorum, kavrayamıyorum. Çok ani olduğundan mıdır nedir, sanki bir saat öncesi bir sene öncesi gibiymiş geliyor. Ben gerçekten kafamı toparlayamıyorum, mantıklı düşünemiyorum."

Kafamı bir aşağı bir yukarı sallayarak "Aynısını hissediyorum." deyip babama döndüm. "Bir hayalin içinde ya da kâbusun içindeymişim gibi... Ablam ve Rüzgar sağ salim çıksın..."

Sağ tarafımda bir hareketlenme hissettiğim an kapının sesini işitmemle ayağa kalkmam bir oldu. Bir bebeğin ağlama sesi, tüm koridorda yankılandığı an gözüm beyazlar içinde kaybolan, kıpkırmızı gözüken küçük bir yüze ilişti. Gözlerini kırparak ve ağzını açıp kapayarak çıkardığı ağlama sesi rahat bir nefes almamı sağlayınca hiç kimseye bakmadan doktora doğru ilerledim.

Yeğenimin doğduğu günü hiç böyle hayal etmemiştim.

Minicik elleri yukarı kalkıp iniyordu, vücudu tamamen kıpkırmızıydı ve çıkardığı ses içimde çiçek bahçelerinin açmasına sebep olmuştu.

Ne olursa olsun bana iyi gelmişti, daha doğrusu bize.

"Bebeğimiz gayet iyi fakat şimdilik yaklaşmıyoruz." deyip, Rüzgar'ı bizden uzaklaştırıp götüren doktor, sevmemize izin vermemişti. Sanırım ona zarar verirdi.

"Baba," diyerek babama döndüğümde gözlerinin dolduğunu yeni fark etmiştim. "Niye yaklaşmamamız gerekiyor?" Teoman avucuyla dudaklarını kapatmış, doktorun arkasından bakıyordu; Varan Alp ve Koray daha geride kalmıştı, onlar da Rüzgar'ın çığlık seslerinin geldiği yöne bakıyorlardı. "Ne yapacaklar şimdi Rüzgar'a?"

Babam "Öyle hemen göremeyiz bebeği, birazdan babasını çağırırlar, sadece o görür. Bir de erken doğum, minicik..." diye açıklayınca kafamı sallamakla yetindim. "Ablanı da odaya alırlar, meraklanma." Babam yanıma yaklaşıp "Kızım ben bir annenin yanına gidiyorum, sen ablanla ilgilenirsin. Koray da burada kalsın." dedi.

"Tamam, tamam baba."

Koray şaşkınlıkla "Abla," deyip yanıma yaklaşırken babam koridorun sonuna doğru yürüdü. "Abla bebek kıpkırmızıydı, gördün mü?"

Sinir bozukluğuyla gülümserken "Gördüm." dediğimde Koray'ın şaşkın bakışları Teoman'a ve Varan Alp'e döndü.

"Bir şey olmaz, değil mi? Allah korusun ama biraz siyah gibiydi ya..." diyen Koray'ın kolundan tutup bekleme koltuğuna yürüdüm.

"Olmaz ablacığım, gel." İkimiz de bekleme koltuğuna geçince Varan Alp de abisinin yanına yürüdü. Onlar kendi arasında konuşurken "Sen iyisin, değil mi?" diye sordum Koray'a.

"Asıl sen iyi misin?" Koray kafamdan tutup beni omuzuna yatırdı. "Abla sakın ağlama daha fazla," derken kaşlarım çatıldı. "Sen psikolojini koruyamazsan, sürekli ağlayıp durursan kimin öldürdüğünü bulamazsınız. Bak, sakın..." derken bile gözlerim dolmuştu, dudaklarım büzülmüştü. "Allah rahmet eylesin." İkimiz de aynı anda burnumuzu çektik. "Ama sakin kalmaya çalış, sonra da toparlan ki savun onu."

Kafamı Koray'ın omuzundan çekip "Koray, ben de insanım. Ağlayacağım tabii ki..." deyince Koray'ın da gözlerinin dolduğunu görüp ağlamaya devam ettim. "Ama toparlandığım an..." Saçlarımı geriye attım. "Toparlandığım an söylediğin her şeyi tek tek yapacağım."

"Mir Beyaz abiye ulaştın mı peki? Ona nasıl söyleyeceğiz?" diye sordu Koray merakla.

Kafamı olumsuz anlamda sallarken aynı şeyi düşündüm. "Hiçbir fikrim yok." Nefes alamayacak gibi oldum ve telefonumu çıkarıp Koray'a gösterdim. "Ben Mir Beyaz'ı arayayım ama nefes alamıyorum burada. Eğer ablam çıkarsa yanında ol, tamam mı? Bahçeye çıkıp geleceğim."

"Tamam abla, çık sen."

Olabildiğince büyük adımlarla hastanenin çıkışına doğru yürüdüm. Aşağıya inerken aklımda olan tek şey, Mir Beyaz'ın da zarar görmüş olma ihtimaliydi. Az önce telefonu açılmıştı, mesajlarım da gitmişti ancak görmemişti. Hangi cehenneme gitmişti de Melek'ten bu denli haberi olmazdı?

En mantıklı gelen senaryo, Melek'in evlenme teklifini reddetmiş olma ihtimaliydi ve bu yüzden küsüp birbirlerinden farklı bölgelere gitmiş olabilirlerdi.

"Allah'ım ne olur..." deyip Mir Beyaz'ı çaldırdım. Telefonu çaldı, çaldı ancak açmadı. Hastaneden çıkıp tekrar aradığımda ise ulaşılamıyordu telefonuna. Delirmek üzereydim. "Niye kapattın telefonunu Mir Beyaz ya niye?" Sağ ayağımı asfalta sertçe vurunca topukluların üstünde durduğum için bileğim acıdı ancak umurumda bile olmadı.

Tam banka doğru yürüyeceğim sırada yanımdaki gölgeyi fark edip korkuyla arkamı döndüm. "Korkma," diyen kişi, Erkin Savcı'ydı. "Miray, ben..." Ellerini cebine yerleştirdi. "Özür dilerim." Gözlerimi yumup banka tutundum, zar zor ayakta duruyordum. "Eğer beceremediysem benim suçumdur, bulamadıysam benim sorumluluğumdadır... Ama ben akşamdan beri Mir Beyaz'a ve Melek'e ulaşmaya çalışıyorum. Sen, Varan Alp ile olduğun için ikinizi emniyete çağırmadım. Evdeydiniz, güvendeydiniz... Yine de apartmanın önüne sivil polis yolladım, ne olur ne olmaz... Varan Alp de yanından ayrılmayacağını söyledi, seni aramadım ama inan, Melek başta olmak üzere o gün doğan herkesi emniyete çağırdım. Melek'i aramışlar, ulaşamamışlar. Üstüne bastıra bastıra herkes emniyette olsun, dememe rağmen Melek telefonlarına bakmamış. Ben önlemimi almak için elimden ne geliyorsa yaptım, Miray ama olmadı, olmamış..."

"Emniyete mi topladın herkesi?" diye sordum gözlerimi kısarak. Mahcubiyetle başını salladı. "Saat kaçtan beri herkes emniyette?"

Düşündükten sonra "Saat yedi sekiz civarı sadece Menderes İnegöl yokmuş ama onun dışında herkes oradaymış, aradığımda bana verilen bilgi buydu. Sanırım pek korkacak bir tip değil, o yüzden başta gitmemiş emniyete ama o da tekrar aranıp emniyete çağırılınca on gibi orada olmuş. Ne olur ne olmaz 16 Eylül akşamından herkes emniyete toplandı. Hatta saat on bir gibi emniyete geçtim, sonra da yanınıza geldim." deyince bıkkınlıkla kafamı kaldırıp göğe baktım.

"O zaman biz kuvöz arkadaşları," deyip saçlarımı geriye attım, terlemiştim. "Yani o gün, o hastanede doğan biri cinayeti işlemiş olamaz, seri katil başkası."

Erkin Savcı birkaç saniye yüzüme dikkatle baktıktan sonra "Mir Beyaz Komiser gelmedi." deyince dalga geçer gibi sırıttım.

"Mir Beyaz," diyerek geriye çekildim. "Karıncayı bile incitmez, Sayın Savcım."

Erkin Savcı, "Bence kimseye bu kadar güvenme." dediği an inanamıyormuş gibi kıkırdamaya başladım. Sanırım delirmiştim. "Karıncayı bile incitmez, dediğin adam komiser. Şu ana kadar kim bilir kaç adam yaraladı, kaç adam tarafından yaralandı."

"Bence biz konuşmayalım." diye patladım öfkeyle. Kapıya doğru yürümeye başladım ve hastanenin girişinde, Varan Alp'in beni izlediğini gördüm. Arkamı döndüm, Erkin Savcı'nın mavi ve kısık gözlerine bakıp "Ortada bir şüpheli varsa önce şüphesinin olması gerekir." dedim tok bir sesle. Mir Beyaz'ı suçladığına inanamıyordum!

Hastanenin giriş kapısına doğru yürürken Varan Alp yanımda durup "Ne oluyor?" diye sorunca çekilmesi için koluna çarpıp yürümeye çalıştım ancak müsaade etmedi, önümde durdu. "Bir gelişme mi var?"

"Arkadaşına sorabilirsin." diyerek birkaç adım ilerimizde duran Erkin Savcı'yı işaret ettim. "Kendisinin şüphelendiği bir isim var da..." Tekrardan yürümek için bir adım attım.

"Miray, durur musun?" deyip kolumdan tutan Varan Alp yüzünden olduğum yerde kalakaldım. Biraz bekledikten sonra "Mir Beyaz'a ulaşabildin mi?" diye sordu meraklı bir sesle.

"Ulaşamadım." deyince o da sıkıntıyla bir bana bir etrafa bakmaya başladı. Hâlâ kolumu tutarken "Peki annesi ne söyledi? Görmüş mü onu?" diye sorunca kafamı olumsuz anlamda salladım. "Sence nerede olabilir?"

Birkaç saniye düşündükten sonra kolumu geri çektim ve "Bir dakika, bir dakika..." dedim şüpheyle. "Yoksa sen de mi Mir Beyaz'ı suçlayacaksın?"

"Suçlamam için gerekli sebeplerim olmadan suçlamam ben kimseyi." deyince Erkin Savcı'ya döndüm, yanımıza gelmek için fazla cesareti yoktu anlaşılan; gerçi bana hâlâ öfkeyle baktığı için ikileme düşmüştüm. Varan Alp, dikkatimi üstüne çekmeyi başararak "Ona ulaşmadan Melek'i kimin öldürdüğünü bulamayız." deyince gözlerimi kapatıp açtım.

"Biliyorum ama ulaşamıyorum. Sana söylemiştim, evlenme teklifi edecekti. Bildiğim tek şey, Mir Beyaz'ın ablası organize edecekti ama mekânı bilmiyorum. Ablasına ulaşmayı da beş saattir akıl edemedim. Aptalım." Telefonumu çıkardım. "Sen beni bekle, konuşup geleceğim."

Varan Alp, Erkin'in yanına gideceğini tahmin etmeme rağmen beni şaşırtıp yanımda kaldı. Ses etmeyip telefonumdan Mir Beyaz'ın ablası Pembe ablanın numarasını tuşladım, birkaç kez çaldı ancak açmadı.

"Açmıyor mu?" diye soran Varan Alp'i bekletip bir kez daha aradım.

Yine açmadı. "Hayır, açmıyor." Saati kontrol ettiğimde 03.35 olduğunu görüp kaşlarımı havaya kaldırdım. "Ama saat epey geç, kadın yatmıştır. Küçücük çocuğu var."

Varan Alp de bana katılır gibi kafasını salladıktan sonra Erkin'e doğru döndü ve hiç beklemediğim bir hamlede bulunarak kolumdan tuttu, yürürken onunla yürümemi sağladı.

"Savcım," diyen Varan Alp, Erkin bize döndüğü an beni işaret etti. "Melek'in beraber görüldüğünü tahmin ettiğimiz son kişi, Mir Beyaz Komiser." Erkin Savcı, Varan Alp'i dikkatle dinlemeye başladı. Varan Alp kafasını bana çevirip "Ablasının organize ettiği bir mekân mıydı?" diye sorunca konuşmaya başladım:

"Ablası, Melek ve Mir Beyaz yemekten dönünce açık bir alanda evlenme teklifi için organizasyondan sorumluydu. Ablası Pembe'nin telefonu çalıyor fakat açmıyor, Mir Beyaz'ın da telefonu bir açılıp bir kapanıyor. Ulaşamıyorum." diye açıkladım.

"Emniyete gidelim," diyen Erkin Savcı'ya dalga geçip geçmediğini anlamak için dikkatle baktım. "Çok sürmez, ifade verip çıkarsın." dedi bana doğru.

Öfkeyle Varan Alp'e dönünce o da "Ben de gelirim, sabah döneriz hastaneye." deyip aracını işaret etti. Varan Alp de Erkin Savcı'ya katılıyordu, inanamıyordum.

"Ablam doğum yaptı, en yakın arkadaşım öldü. Ciddi misin sen?" diye Erkin Savcı'ya patladım.

"Az önce söylediklerini ifade olarak vermen gerekiyor, bunu biliyorsun." Erkin Savcı iyice öfkelenip Varan Alp'e döndü. "Avukatı hemen emniyete alalım yoksa kolluğu gönderip almak zorunda kalacağım."

Erkin Savcı gözden kaybolana kadar olduğum yerde kalakalıp hiçbir söz edemedim, ardından kendimi tutamadım ve ağlamaya başladım. Önümdeki banka oturup elimi kalbime götürdüm. Koray'ın dedikleri aklıma gelince ise sakinleşmeye çalıştım ama beceremedim.

Varan Alp'in bedenini yanımda gördüğüm an ona doğru dönüp "Sence ben çok mu abarttım?" diye sorunca elinde tuttuğu küçük peçeteyi bana uzattı. Elime alıp yüzümü silerken "Tamam, anladık, savcısınız ama yakını ölen birine de böyle davranamazsınız ya..." diye ekledim.

"Abartmadın." dedi Varan Alp kısaca. "Ama emniyete gitmemiz şart. Her kimse hemen bulmamız gerekiyor. Bunun için de önce sana, sonra Mir Beyaz'a ihtiyacımız var." Sesli bir nefes verdikten sonra kafamı salladım. Tam kalkacakken Varan Alp, elinde tuttuğu küçük peçetelerden birini yüzüme doğru uzattı. Göz altıma değdirdiği peçete yüzünden gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. "Makyajın çok akmış." dedi sessizce. Diğer gözümün altına da değdirdi peçeteyi.

Peçeteyi yüzümden çeker çekmez gözlerimi açtım ve çok yakınımda duran Varan Alp'in koyu kahve gözlerine bakıp birkaç saniye öylece bekledim.

"Tamam o zaman," deyip yüzümü başka bir yöne çevirdim. "Gidelim."

İkimiz de banktan kalkıp araca doğru yürüdük; saat neredeyse dört olacağı için etrafta hiç kimse yoktu. Zifiri karanlıkta hiçliğe doğru yürüyormuş gibi hissetmiştim.

Araca biner binmez Koray'a olup biteni özetleyen bir mesaj attım, daha sonra Varan Alp'e dönüp "İşimiz ne zaman biter?" diye sordum. "Hemen biter mi?"

"Erkin ifadeni alsın, sonra diğer 17 Eylüllülerin ifadesini alsın; döneriz." diyen Varan Alp, arabayı çalıştırmıştı bile. "Herkes orada zaten, korkacak bir şey yok."

"Nerede?" diye sordum kafam karışınca. "Hastaneden mi bahsediyorsun yoksa emniyetten mi?"

"Hastaneden."

"Korkmuyorum zaten." dedim kısaca. "Olmak istediğim yer emniyet değil, yas tutmak istiyorum, ablamın yanında olmak istiyorum. Bunlar çok insancıl duygular ama Erkin Savcı'da pek yok o duygu galiba."

Varan Alp kısa bir süre sessiz kaldı. "Erkin duygularını pek ifade edemez. En azından konuşarak anlaşamaz. Aslında gayet samimi biri ama mesleği gereği öfkeli ve sert. Ki sana sertçe konuşması pek gelecek gibi durmadığındandır."

"Anladım," Sanırım boynum tutulmuştu, aksi takdirde bu kadar canımın yanmasının başka bir açıklaması olamazdı. Elimi boynuma götürüp yüzümü ekşitince Varan Alp bana döndü, göz göze geldik. Anlamaya çalışır gibi yüzüme bakınca "Boynum tutuldu sanırım," diye açıkladım. "Hareket ettiremiyorum şu an."

Soluma dönmeye çalıştığım an omurgama doğru bir ağrı girdi. Ablamlardan döndüğümüzden beri ayaktaydım ve sürekli ağlıyordum, üstelik her ne kadar dün olduğuna şaşırsam da duruşmam vardı ve bir saniye bile oturamamıştım.

Yolculuk yaklaşık yirmi dakika sürdü, emniyete kısa bir süre içerisinde vardık. Hâlâ boynumu hareket ettiremesem de hastaneye dönmek istediğimden ötürü bir şekilde dayanıyordum. Boynumu tuta tuta emniyete giriş yaptığımda, Varan Alp önümden yürüyordu. Birkaç polis memuru yüzünü dönerek ve garipseyerek yüzüme bakakalırken hâlimin ne kadar berbat olduğunu anlayıp daha hızlı yürüdüm.

Suratıma bir su çarpıp kendime gelmek istiyordum, bu nedenle Varan Alp'i durdurup "Yüzümü yıkamam gerek, herkes bana bakıyor." deyip müsaade istedim. Kafasını sallayarak ifade odasının karşısında duran lavaboyu işaret edince buradaki rezil anımı anımsadım.

Şu an umursayabilecek kadar iyi değildim.

Lavaboya girdim, yüzüme su çarparken boynumu pek hareket ettiremedim. Her hareket ettirdiğimde canım yanıyordu ve bir anda nasıl olmuştu, anlayamamıştım.

Yan tarafımda duran polis memuru "İyi misiniz?" diye sorunca cevap veremedim.

Aynaya baktığım an, gözlerimin şiştiğini fark ettim. Yanaklarım kıpkırmızıydı, gözlerim şişmişti ve her tarafım yamuk yumuk gözüküyordu. Saçlarım dağılmıştı, boynum zaten tutulmuştu...

"Teşekkürler." dedim kadına bakamayarak çünkü kafamı hareket ettiremiyordum.

Ardından lavabodan çıkıp ifade odasına doğru yürüdüm. Erkin Savcı'nın "Miray Hanım buraya!" diye seslendiğini duyunca kafamı sağa çevirdim ancak boynum tutulduğu için kaşlarımı çatmak zorunda kaldım. Uzakta olduğu için ne kadar boktan bir durumda olduğumu göremeyen Erkin Savcı, başkomiser yardımcısı Sarp'ın odasındaydı.

Sarp'ı az çok tanıyordum, gayet iyi ve vicdanlı bir polis memuruydu. Cinayet büronun göz bebeğiydi.

Odadan içeriye girdiğim an duruşuma bakakalan Erkin Savcı ve Sarp'a açıklama olarak "Boynum ağrıyor," diyerek kısa kestim. "Hemen ifade vereyim, siz de gerekeni yaparsınız, çıkmak istiyorum buradan." İfade almak için bekleyen polis memuruna döndüm.

Erkin Savcı başladı: "Melek İnal'la en son ne zaman görüştünüz?"

"Yüz yüze bir hafta önce, telefonla ise bugünkü duruşmamdan çıktıktan sonra. Saat beş gibi yani..."

"Ne konuştunuz? Biraz anlatır mısın?" diye sordu Sarp, arkasına yaslandıktan sonra.

Biraz düşündüm fakat beynim durmuştu, hatırlayamamıştım. Aklıma fular geldiği an gözlerim dolunca sesli bir nefes vererek "Fu..." diyecekken odanın kapısı açıldı. Dönemediğim için öylece kalakaldım fakat Erkin Savcı'nın gözleri kısılmıştı, Sarp Komiser ise öcü görmüş gibi bakakalmıştı.

"Böldüysem üzgünüm," diyen Varan Alp'in sesini duyunca hafifçe dönmeye çalıştım ancak ben dönmeden o önümde durdu, ardından bana doğru eğildi.

Bir anda önümde belirince gördüğüm ilk şey, ellerinde tuttuğu siyah havluydu. "Boynu tutulmuştu da, şunu bırakıp gideceğim." diyen Varan Alp, havluyu boynuma sarmak için saçlarımı kaldırdı, ardından havluyu boynuma sardı. Parmaklarını boynumda hissedince titreyip gözlerinin içine baktım, o sadece boynumdaki havluya bakıyordu.

Şaşkınlığımdan ve ani duygu değişimlerimden ne hissedeceğimi şaşırmıştım.

Varan Alp havluyu tamamen yerleştirdikten sonra "Siz devam edin Erkin Savcım." diyerek doğruldu. "Kolay gelsin."

Erkin'in gözü bir süre boynumdaki havluda gezindi, ardından "Devam edelim o hâlde." deyince ne söylediğimi unuttum. "Ne diyordunuz? Ha şey, görüşmenin detaylarını anlatıyordunuz."

"Pek hatırlamıyorum." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. "Hah, şey..." Aklıma şimdi gelmişti. "Babasıyla son zamanlarda arası pek iyi değildi, Mir Beyaz ile ilişkisini desteklemediğinden dolayı. Bunu konuştuk. Yeni uyandığını söyledi. Yani pek hatırlamıyorum..."

"Bu kadar mı?" diye soran Erkin Savcı'ya kafamı salladım ancak boynum acıdı. "Başka bir bilgi gelmiyor yani aklınıza?"

"Varan Alp'in İstanbul'a taşındığını söyledi. O kadar. Bunları konuştuk. Bir de başta davamın sonucunu söylemiştim, Menderes'in davasını... Daha da aklıma gelmiyor, savcım."

"Başka?" diye sorunca düşünmeye devam ettim.

"Mir Beyaz ile beraber bir restorana gideceklerdi, Mir Beyaz ona evlenme teklifi edecekti." diye açıkladım ne diyeceğimi bilemeyerek. "Sürprizdi, Melek'in haberi yoktu."

Erkin Savcı bıkkınlıkla "Komiser de teklif etmek için 16 Eylül'ü mü beklemiş?" diye sorunca gözlerimi kaçırıp başka bir yöne döndüm. Kafamı pek hareket ettiremiyordum.

"Bilmiyorum." dedim sıkıntılı bir sesle.

"Mir Beyaz Komiser ile en son ne zaman konuştunuz?" diye sordu bu kez de. "Buluşmuşlar mı? Bir mesaj ya da arama var mı?"

Ağrılarımdan ötürü duruşumu dikleştirmeye çalışırken yüzümü buruşturdum. "Mir Beyaz'a sms attım, mesajlar gitti ama dönmedi. Aradım, önce ulaşılamadı sonra da çalmaya başladı ama yine açmadı. En son... Duruşmadan sonra konuştum onunla."

Erkin Savcı, Sarp'a dönüp "Mir Beyaz'ın ve ablasının telefon sinyallerine bakılsın, yeri saptadıktan sonra da gidip kontrol edilsin." dedikten sonra bana döndü. "Avukat Hanım, siz de kalkabilirsiniz."

Ayağa zar zor kalkıp ağır ağır kapıya yönlendiğim an, kapı açıldı. İçeriye giren kişi, az önce lavaboda karşılaştığım polis memuruydu. "Sayın Savcım," diyerek Erkin Savcı'ya seslendi. "Mir Beyaz Küfe emniyete geldi."

"Ne?" diyerek hızlı adımlarla odadan çıkmaya çalıştım.

Odadakilerin peşimden gelen ayak seslerini duyarken gözlerim Mir Beyaz'ı aradı. İleride, ifade odasında gördüm.

"Mir Beyaz!" diye seslenerek odaya daldığım an, geçen sene bu oda sınırları içerisinde karşılaştığım tüm kuvöz arkadaşlarımı bu kez yan yana dizilip sessiz bir hâlde, bana bakarlarken görmüştüm. Onlara bakmayı bırakıp Mir Beyaz'a doğru eğildim. "Ya sen neredesin ya?" diye sordum ağlamaklı bir sesle.

Kıpkırmızı gözlerini bana çevirdiği an, oturduğu bekleme koltuğundan kalkıp "Miray," dedi sessizce. Bu adam benim süt kardeşimdi, öz kardeşimden ayırmazdım, her ruh hâlini ezbere bilirdim ve şu an karşımda duran Mir Beyaz, bana çok yabancı bakıyordu.

"Efendim?" dediğim an Erkin Savcı'nın sesini işittim.

"Mir Beyaz?" Varan Alp ve Sarp da içeriye girdi, Erkin Savcı merakla Mir Beyaz'ın yanında durup "Komiser, neredesin sen beş saattir?" diye sorunca kaşlarımı çatarak bakakaldım.

Sesli bir nefes verip "Savcım izin verseniz de acımızı mı yaşasak?" diye patlamayı ben de beklemiyordum. "Daha yeni gördüm kardeşimi, farkındaysanız." Erkin Savcı ile Mir Beyaz'ın arasına girip ağrıyan boynumu umursamadan Mir Beyaz'ı çekiştirip durdum. "Gel, dışarı çıkalım."

"Sarp, Avukat Hanım dışarıda beklesin." diyen Erkin Savcı, beni işaret ediyordu. Yüzündeki katı bakışa bir anlam vermeye çalışırken Varan Alp'in Erkin'e attığı şaşkın bakışı görüp kaşlarımı çattım. "Ya da," diyen savcı, Mir Beyaz'ı kolumdan ayırdı. "Komiseri ifadeye al."

Sarp, "Emir anlaşıldı savcım." diyerek Mir Beyaz'ı ifade odasına götürmek için koluna girip dışarı çıkarınca öylece donakaldım.

"Miray Hanım," Erkin Savcı iyice yanıma yaklaştı. Fısıldar gibi "Senin süt kardeşin midir, öz kardeşin midir, ne haltsa, bilemem ama ortada bir cinayet var, bekletmeden sorgulamak zorundayım. İşime burnunu sokma." deyip uyarısını yaptı.

"Avukatsız ifade mi alınır?" diye sorduğum an başım döndü, duvara tutundum.

Kimse duymadı beni.

Yutkunarak iki adım geriye çekildiğim an duyduğum öfke, hayatım boyunca duyduğum tüm öfkelerin toplamını bile ikiye katlardı.

Erkin Savcı, bulunduğum odayı terk edince odada sadece yan yana oturup kurbanlık koyun gibi bana doğru bakan 17 Eylül doğumlu kuvöz arkadaşlarımla doluydu.

Varan Alp de buradaydı, kapının pervazında bir içeriye bakıyordu bir dışarıya.

Bu kez Melek ve Mir Beyaz yoktu, geçen senekinden ayrı olarak.

Ve ikisi, benim en yakın iki arkadaşımdı.

"İnanamıyorum ya..." diyerek duvara yaslandım. "Ben inanamıyorum, gerçekten..." Gözümün önüne gelen saçlarımı geriye attım.

İçimdeki öfke harlanınca Varan Alp'in koluna girdim, hiç beklemeden odadan çıktım ve koridora çıkar çıkmaz "Beni ifade odasına götür." dedim sessizce. Koridorun ortasına gelene kadar sesini pek çıkarmayan Varan Alp, kolunu sıkıca tuttuğum ellerime bakmıştı bir süre.

Duyduklarına inanamıyormuş gibi "Bu kez benim girmem de yasak, biliyorsun." deyince öfkemden dolayı birkaç saniye gözlerimi yumdum. "Bak, Erkin sert bir savcı ama işini doğru yapar, emin ol."

Birkaç saniye sırıttım. "O yüzden mi Melek öldü Varan Alp?" diye sordum kolunu sıkarak. Boynumdaki ağrı omurgama vurunca acıdan çenemi sıktım. Toparlanır toparlanmaz "Dinlemek istiyorum." dedim tok bir sesle. "Hâlini gördün. Ayrıca bu ne usulsüzlük? Avukatı yanında olmadan ifadesini mi alacak? Avukatıyım ben Mir Beyaz'ın!"

"Tamam da ne yapabilirim?" dedi o da çaresiz bir tınıyla. "Davaya karışmam imkânsız. Akraba engeli de çıktı şimdi..." diye açıklamaya devam etti. "Sadece soru soracak muhtemelen, ifadesine girersin."

"Yanımda dur, yeter."

İzleme odasına doğru yürürken beni durdurdu.

"Ya iyi misin sen? Yasak."

"İyi, tamam!" dedim bu kez yüksek bir sesle. "Avukatsız ifadeye alması da sözde yasak ama alıyor!" Telaşlı yüz ifadesini umursamadan onu gerimde bırakıp izleme odasına yürüdüm, içeriye baktıktan sonra kimsenin olmadığını görür görmez camın arkasına geçtim ve ifadeyi dinlemeye başladım.

Arkamdan iki kez öksürük sesi gelince soluma döndüm ve anında boynum zonkladı. "Çık buradan Miray." diyen Varan Alp, yanıma yürüdü. Merakına engel olamayıp camın arkasında kalan ifadeyi görünce ise çıkmamak için kendimi çekiştirdim.

Erkin, "Melek'i en son ne zaman gördün?" diye sorunca Mir Beyaz'ın yüz ifadesine bakarken gözlerim doldu.

Yutkunamıyordu.

"Komiser!" diye bağırdı Erkin Savcı yüksek bir sesle. "Melek İnal'ı en son ne zaman gördün?"

Mir Beyaz'ın dolan gözlerinden dolayı benim de gözlerim doldu. "Allah'ım..." dedikten sonra gözlerimi kapatıp ağlamaya başladım. Ağlamam sesli bir şekilde devam ederken Mir Beyaz'ın yanına gidip sarılmak istiyordum.

Varan Alp, tekrardan kolumu tutup "Konuşamıyor zaten, susma hakkı da var." deyince kolumu geri çektim. "Gidelim, çıkalım buradan."

"Avukatı olarak ifadeye girmek istiyorum." dedikten sonra yanaklarımı sildim.

"Tamam, önce çıkalım ama buradan. Hadi." diyerek bu kez elimi tutan Varan Alp'e bakarak yenilgiyle kafamı olumlu anlamda salladım.

Mir Beyaz "Ben," dediği an yürüyecekken öylece kaldım. "Onu en son dün gördüm, dün akşam, 15 Eylül akşamı yani."

Mir Beyaz'ın kurduğu cümlenin gerçekliğini sorgularken beynime kan gitmedi. Bir an, gerçekten gözlerim karardı hatta bırakın bir çift gözü, dünyam karardı.

Bütün hayatım yalanmış, gibi hissettim.

Varan Alp, hiçbir şeyden haberi olmadığından dolayı gayet normal bir tepki verirken "Ne oldu?" diye sordu bana bakarak.

Nasıl anlatacaktım şimdi?

Mir Beyaz'a kırmızı fuları ben vermiştim, Melek'e götürmesi için ve işin kötüsü, o fular Melek'in cesedinin üstündeydi.

 

-

 

Merhabaa :') Nasılsınız? Bu bölüm itibariyle artık size sorular sorayım diyorum... Kitap nasıl gidiyor? Beğendiniz mii? ^^

İlk sorumuz vatana millete hayırlı olsun ^^ Sizce Mir Beyaz gerçekten katil mi? Değilse bile ne saklıyor olabilir? Tahminleri alalım bakalım, henüz katil tahmini için çok erken. Size katil tahminlerinizi yazacağınız bir satır bırakacağım ileride. Bakalım kimler tahmin edecek?

Haftaya görüşmek üzere, beni Wattpad'den ve diğer sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın, olur muu? ^^

INSTAGRAM // esmatonguc

TWITTER // esmatonguc

Loading...
0%