@esmatonguc
|
Lüüütfeen ama lütfen, yorum yapmayı unutmayınn :') INSTAGRAM // esmatonguc TWITTER // esmatonguc
Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür. ON YEDİ EYLÜL 5. BÖLÜM: “GÜVENDİKLERİMİZ” ⚖️ “Güvendiklerin gücendirir zamanla; gücenmeden güvenmemeyi artık anla.” OLAY GÜNÜ (16 EYLÜL 2027) 20.30 Sırf yemek yiyecekleri için kapattığı mütevazı ve şirin restoranı son kez kontrol eden Mir Beyaz, biraz ilerideki parkta ablasının yaptığı hazırlıkları görmek için restoranın camının pervazına kafasını dayamış, dışarıyı izliyordu. Bir yandan heyecanlıyken öte yandan hüzünlü ve gergin olmasının sebebi, Melek’in babasının takındığı tavırlardı. Birkaç gün önce Ümit Haldun İnal’ın evini ziyaret edip Melek ile beraber ilişkilerini açıkladıklarında ve ciddi olduklarını söylediklerinde, Ümit Haldun İnal’ın söylediği cümlelerin tümü olumsuzdu. Mir Beyaz’ın gururuna dokunacak sözleri sarf etmesi, Melek ile Mir Beyaz’ın ilişkisini epey zedelese de birbirlerinden vazgeçemeyeceklerine inanan çift, birazdan yemek yiyeceklerdi. Mir Beyaz, kafasını cama dayamış, dışarıda ve hemen az ileride duran parkı gözetlerken parktan görünen denize dalmıştı; Melek’in geldiğini fark edemediğinden dolayı Melek birkaç saniye sadece senelerini beraber geçirdiği ve âşık olduğu sevgilisine bakarak zamanını geçirdikten sonra iki kez yavaşça öksürdü. Mir Beyaz, hızlı bir hareketle arkasını döndüğü an sevgilisinin geldiğini görünce ufak bir heyecan çarpıntısıyla baş başa kaldı. Yine de heyecanını yok sayıp gülümseyerek oldukça güzel ve zarif görünen sevgilisine doğru birkaç adım attı. Melek’in gözleri, Mir Beyaz’ın genelde kıvırcık olan saçlarının bu kez dümdüz olduğunu gördüğü an gülümsedi. “Jöle mi sürdün sen?” diye sorup beyaz gömleğin üstüne pek yakıştığı sevgilisinin yanına doğru bir adım atıp boynuna sarıldı. Makyajı gömleğine bulaşmasın diye çenesini omuzuna bastırdı, ardından “Çok yakışmış.” diye ekledi. Mir Beyaz, utanarak “Teşekkür ederim.” dediğinde birbirlerinden ayrıldılar. Melek’in elini tutan Mir Beyaz, masaya geçmeden önce “Sen de prenses gibi olmuşsun, dersem ayıp olur.” dedikten sonra sandalyesini çekip sevgilisinin oturmasını sağladı. Melek, hâlâ elini bırakmayan Mir Beyaz’a merakla bakıp az önceki cümlesinin ardından ne söyleyeceğini tahmin edemezken Mir Beyaz, Melek’in narin elini öptükten sonra “Zaten hep prensessin çünkü…” diye devam ettirdi. “Ne bu kibarlık ya?” diye soran Melek, sanki geçen gün tartışmamışlar gibi ölesiye gülmeye başlamıştı. “Kibarlıktan öleceksin.” Mir Beyaz, sandalyesine yerleşirken masaya göz gezdirdikten sonra “Ne kibarlığı aşkım? Ben direkt senin için ölüyorum.” deyip sevgilisinin güzel yüzünü inceledi. İkisi de birkaç saniye utançtan kıkırdadı. Melek, açık olan camdan dolayı ensesinin üşüdüğünü hissedince “Miray da fularımı getirip veremedi, İstanbul’da olduğu için. Keşke sana verseydi de getirseydin. Üşüdüm ya… O olmayınca da kendimi eksik hissediyorum.” dediği an Mir Beyaz, ceketinin cebinden Melek’in kırmızı fularını çıkardı. “Yok artık!” diyerek otuz iki diş gülmeye başlayan Melek’in koca gözleri daha da açıldı. “Siz arkamdan iş mi çevirdiniz?” “Yok, aslında Miray çevirdi, gibi bir şey oldu. Gerçi siz çok konuşamamışsınızdır, boş ver…” Melek kafasını bir aşağı bir yukarı sallarken sevgilisinin uzattığı kırmızı fuları aldı. “Hastaydım, görüşemedik. Telefon etti, konuştuk ama o da kısa sürdü yani…” “Olsun, seni düşünüyor o da…” Mir Beyaz, ayağa kalkıp açık olan camı kapattı. “Üşüme yine de…” Melek, elinde tuttuğu fulara bakarken “Teşekkür ederim.” diye mırıldandı. GÜNÜMÜZ Yalan mıydı? Yalan ifade mi veriyordu? Mir Beyaz neden Melek’i en son dün akşam gördüğünü söylemişti ki? Mir Beyaz’ın, camın arkasında kurduğu söze takılı kalıp bir yandan da Varan Alp’in odadan çıkmak için ısrarlarına maruz kalırken sağlıklı düşünemiyordum. “Az önce ne söyledi?” diye sorarken sesim titremişti. Başımı kaldırıp baktığımda Varan Alp’in camın ardındaki ifade odasına bakışı, burada hiç olmaması gerektiğinden dolayı telaşlıydı. “Dün akşam mı dedi?” Kafasını salladı ve “Demek ki hiç buluşmamışlar.” diye fısıldadı. “Melek’in ölüm saatini de gece saati olarak belirlemişlerdi ama… Bilmiyorum, belki de bana yanlış bilgi vermişlerdir.” Sanki düşüncelere daldıktan sonra aydınlanıp bana döndüğünde, “Burada ne yapıyoruz biz? Çıkalım, hadi. İstersen avukatı olarak ifadeye girersin ama burada olmamız yanlış.” diyerek beni tekrardan çekiştirmeye başladı. Hâlâ el eleydik. “Tamam, çıkalım.” derken kafamı kaşıyıp diğer yandan da Mir Beyaz’ın Melek’le buluşamadığı bir senaryoda fuların Melek’e nasıl ulaşacağını hesaplarken aklî dengemi kaybetmek üzereydim. Mir Beyaz’ı direkt olarak ifadeye çeken Erkin Savcı’nın haklı olabileceğine inancım sıfırdı, hâlâ sıfırdı. İnanamazdım. Mir Beyaz, Melek’in kılına zarar gelse dünyayı yakardı; o denli bir sevgiydi, o kadar çok seviyordu onu. Hem insan otuz yıllık kardeşini, dostunu tanımaz mıydı? Hiç mi tanımazdı? Melek’in ölümüyle Mir Beyaz’ın hiçbir ilgisi olamazdı. İmkânsızdı. Varan Alp, beni aynı hastanede aynı gün doğduğum kuvöz arkadaşlarımın yanına doğru yürütürken el ele tutuştuğumuz için huzursuzdum. Zaten boynuma sıcak havlu sarmıştı ve bunu hem Erkin Savcı hem de Sarp görmüştü, bir de neredeyse on kişi olduğumuz odaya bu şekilde girince insanlar bize tip tip bakmakta haklı gibiydi. İkimiz de aynı anda ellerimizi geri çektik. “Avukatım geldi, şükür…” diyen Menderes, boynumdaki havluya bakarken Varan Alp de dâhil olmak üzere odadaki herkesi tek tek incelemekle meşguldüm. “Yine ifadeye alınacakmışız.” Bekleme koltuğundaki boş kısma, yani adının Elif olduğunu hatırladığım kumral doktorun yanına oturur oturmaz “Son zamanlarda dikkatinizi çeken bir insan var mı, gibi sorular soracaklardır. Korkmayın.” deyip arkama yaslandım. “Siz pek iyi görünmüyorsunuz.” diyerek başını öne çıkarıp gözlerimin içine bakan ela gözlü Doktor Elif, çok haklıydı; hiç iyi değildim. “Boynunuza sıcak havlu sarmışsınız. Tutuldu mu?” Gözlerimi kapatıp açtım. “Bir anda ağrımaya başladı, tutuldu sanırım.” Önünde duran çantasının fermuarını açan Elif, beni dinlerken kafasını sallamıştı. “Bu ağrı kesiciyi içebilirsiniz ama öncesinde bir şeyler yemenizi öneririm. Renginiz pek iyi değil, muhtemelen saatlerdir açsınız.” Söylemese midemdeki açlığı fark edemeyecektim. Bana uzattığı ağrı kesiciyi aldıktan sonra “Teşekkür ederim. Pek bir şey yiyecek ya da içecek durumda değilim. Daha sonra kullanırım.” deyince kaşlarını havaya kaldırdı. “Ama ilk gün çok ağrır, boynunuz tutulduysa… Hareket edemeyebilirsiniz.” Menderes hemen birkaç metre öteden “Avukat Hanım, ne oldu ya?” diye sordu kaba sesiyle. Bir yandan Varan Alp’in karşımızda dikilen bedenine bakarken diğer yandan beni işaret etmişti. “Geldiğinden beri tartışıp duruyorsun, yas tutmaktan bahsediyorsun… Ben hiçbir şey anlamadım.” Açıklamaya mecalim kalmadığından “Sonra konuşalım.” diyerek kenara attım. “O tartıştığın ketum adam var ya, maviş…” diyen yabancı olan adam, hatırladığım kadarıyla Jack, konuşurken küpesini takıyordu. Bacak bacak üstüne atıp ağzını yaya yaya konuştuğu için bir yandan Varan Alp’i kontrol ettim. “Savcı mı, ne? Geçen sene bana bağırmıştı. İfademi alırken de çok sertti. Herkese öyle bağırıp çağırıyor zaten. Boş ver gitsin, ağlama.” Muhtemelen Erkin Savcı bana bağırdı diye ve konuşmalarımızın tamamı duyulmadı diye, bana bağırıldığından dolayı ağladığımı düşünmüşlerdi. Jack’in yanında oturan güzel giyimli kadın, adeta Barbie gibiydi. Geçen senekinden pek farksızdı. İkiziydi. Jack’e katılır gibi “Twin,” dedi ince bir sesle. “Ne zaman gelecek avukatımız? Bak, herkesin avukatı var.” Sıkıntılı bir nefes veren Jack, “Hayatım avukata gerek yokmuş, bir şeyler sorup göndereceklermiş alt tarafı.” deyip cebinden bir paket sakız çıkardı. “Sakız isteyen var mı?” Sıkıntılı bir nefes vererek az önceki kıyameti düşünmeye başladığımda Elif Hanım ile göz göze geldik. “Siz bence bir şeyler atıştırıp ilacı için.” diye fısıldadı kulağıma doğru. “Bir şey sormam gerek,” Hemen azıcık ilerimizde duran ve bizden ayrı bir gruptaymış gibi ayakta dikilen Varan Alp’i işaret etti gözleriyle. “Kendisi niçin burada? Erkek arkadaşınız mı?” “Değil.” derken aklım tekrardan Mir Beyaz’a gitti. “Kendisi de 17 Eylül 1998, Seka Devlet Hastanesi doğumlu.” Elif Hanım cevabımdan tatmin olamayıp “Ama bizimle hiç konuşmadı ve geçen sene bu odada değildi.” deyince sıkıldım ancak kırılmaması için oflamadım. Zorla gülümsemeye çalıştım. “Cumhuriyet Savcısı çünkü…” Elif gözlerini belerterek geriye yaslandıktan sonra “Peki kendisine sorabilir misiniz, ne zaman döneceğimizi. Benim titremelerim tekrardan başladı da…” deyip ellerini havaya kaldırdı. Kız tir tir titriyordu ve benimle konuşurken hep fısıldıyordu. “Bütün gün emniyette kalacaksınız.” dedim kısaca. “Yok artık…” diyen Menderes ayağa kalkıp önümde durdu. “Avukat ne diyorsun ya?” Bıkkın bir yüz ifadesiyle “Menderes, otur oturduğun yerde de bulaşma kimseye! Zaten birkaç hafta sonra duruşman var, başına bela açarsın. Söyleyeyim.” deyip elimle yüzümü kapattım. “Ya tamam, sıkıntı çıkarmam ama ben neden tüm gün burada bekliyorum ki?” Yüksek bir sesle oflayıp herkesin bana bakmasını sağladım. “Bugün aramızdan bir kişi daha öldü!” diye bağırdım. Sesim neredeyse tüm emniyette yankılanmıştı. Odanın içinde yankılanan sesimi es geçip “Ölen kadın benim en yakın arkadaşımdı,” diyerek Varan Alp’e döndüm. Parmağımı kaldırıp onu işaret ederken “Savcımızın da kuzeni! Lütfen artık soru sormayın ve sessiz olun!” deyip tekrardan oturdum. Düşüncelerimden her sıyrılmak istediğimde kalbim, göğsümün içinde adeta sıkışıyordu; boynumun acısını hissetmemeye başladığım bu dakikalarda düşüncelerimden sıyrılamaz hâle gelmiştim. Gerçeklik hissiyatı, gerçeklik algısı, her neyse, çığlığımın içime gömüldüğü ve hareket edemediğim her kâbusumdan uyanamamak gibi hissettiriyordu. Kenetleniyordum, kurtulmaya çalışıyordum fakat olmuyordu. Başka bir şey, diyordum, başka bir şey düşün Miray; olmuyordu. İfade odasının kapısının önünde Sarp belirince telaşla kafamı kaldırdım. Ayaklanmaya cesaret edemeyip oturduğum yerde kalakaldığım bu saniyelerde, yanımda oturan 17 Eylüllülerin başının da o yöne döndüğünü fark edebiliyordum; Varan Alp, bizden ayrı olarak Sarp’ın yanına yürümüştü. Sarp ve Varan Alp, birbirlerine kısa bir bakış attıktan sonra Sarp bana dönüp eliyle gelmemi işaret etti. Kalkıp kalkmamak konusunda tereddütteydim çünkü Mir Beyaz’ın ifade odasındaki o hâli beni epey korkutmuştu. Cesaret edemiyordum. Sıkıntıyla ayaklandım, birkaç adım attıktan sonra kapının önünde durdum. Sarp, kapının tam ortasında içeriye doğru bakarken “Gençler, iyi miyiz?” diye sormuş bulununca ben de Varan Alp’e dönüp onu kontrol ettim. Bir yıkıntıyı andırmıştı bana; daha önce dimdikti fakat öyle bir sarsılmıştı ki ayakta durmasına rağmen mecali yok gibiydi. Ben en yakın arkadaşımı kaybetmiştim ama o da kuzenini kaybetmişti. “Komiserim,” diyerek yanımıza yürüyen elbette Menderes’ti. “Benim avukatım, Miray Hanım. Şimdi şöyle ki ben zaten tutuklu gibiydim, ben daha bugün salındım gibi bir şey oldu ve birkaç hafta sonra da davamın ikinci celsesi var. Avukat Hanım da biliyor, sorabilirsiniz.” Sarp’la göz göze gelince kafamı ağır ağır salladım. Sarp tekrar Menderes’e dönünce, “Bütün gün burada kalacağımız söylendi, acaba çıkabilir miyiz? Ya da doğru mudur?” diye ekledi Menderes de. Sarp önce yan yana oturan Jack, Isabelle ve Elif’e baktıktan sonra bana döndü ve “Şimdi şöyle açıklayayım,” dedi Menderes’i işaret ederek. “Burada sizi nezarette tutmuyoruz, değil mi? Siz savcımızın emriyle bu odada korunuyorsunuz. Neden? Emniyetteyken size zarar gelemez. Dışarıda dolanan bir seri katil, doğum günlerinizde sizi öldürmeye kalkıyor ve siz gelmiş burada kaldığınız için bana şikâyet mi ediyorsunuz? Aksine, korkmanız ve buraya sığınmanız gerekirken bunları söylemeniz bana çok absürt geliyor.” “Estağfurullah komiserim.” Menderes göz ucuyla bekleme koltuğunda oturan diğer kuvöz arkadaşlarına göz gezdirdi. “Siz nasıl istiyorsanız yani savcımız, o şekilde olacak. Polisimize karşı çıkmam ben.” Bana dönüp göz kırpınca “Aynen,” diyerek saatler sonra ilk kez komiğime giden bir hadiseye gülümsedim. “Sarp, Mir Beyaz çıktı sanırım ifadeden.” diyerek lafa girince Varan Alp de Sarp da dışarıya doğru döndü. Sarp en son “Gençler bir sıkıntı olursa memur arkadaşlarımıza bildirirsiniz, ben ilgilenirim. Güvende olmak için buradasınız. Savcımızla da sabah saatlerinde görüşürsünüz, kısaca ifadeleriniz alınır. Yarın, 17 Eylül biter bitmez çıkabilirsiniz.” diye çabucak bir açıklama yaptı. Saniyeler içinde koridora çıktık. Sarp, az önce çıktığımız odanın kapısını tamamen açık bıraktıktan sonra odasını işaret etti. Hemen az ötemizde olan odasına doğru ilerledik. Tam da tahmin edildiği üzere, Erkin Savcı da odadaydı; Sarp’ın sandalyesinde oturuyordu. İçeriye girdik. Masanın ilerisindeki sandalyelerden birine geçip arkama yaslandığım an elimde kalan ilaca bakakaldım, ardından cebime attım. “Evet,” Erkin Savcı, önündeki dosyalardan iki tanesinin kapağını kapattı. “Mir Beyaz, bu akşam Melek’le hiç buluşmadığını ve senin bahsettiğin üzere, evlilik teklifinin gerçekleşmediğini söyledi. Kanıt olarak da ceketinin cebinden bir tektaş yüzük çıkardı.” Hani bazı anlar olurdu, insan bulunduğu mekândan ve andan soyutlanıp geçmişteki anılarını bir bir düşünürdü; kafasının içinden çıkamazdı, kalbi ağrırdı, içi acırdı; ağlamak isterdi, şoktan çıkamadığı için ağlayamazdı… Şu an, öyle bir andı işte. “Nezarete attım.” diyen Erkin Savcı’ya döndüğümde gözlerinden ateş fışkırdığını fark ettim. “Çünkü yalan beyanları var. Bu ne ya böyle?” Sesini hafifçe yükselterek Varan Alp’e döndü. “Bu adam yalan söylüyor, Varan Alp. Telefon sinyallerine baktırdım; bak, eğer ki sinyali Melek’in öldürüldüğü yerde, Melek’in telefon sinyalleriyle eşleşirse hayatını yakarım.” Kaskatı kesildiğim bu dakikalarda Erkin Savcı bana dönünce “Ben…” dedim titreyen sesimle. “Avukatı olarak görüşmek istiyorum.” Varan Alp, “Belki korkuyordur, Sayın Savcım.” dedi Erkin’e bakarak. “Hemen peşin hükümlülük yapmayalım. Belki buluştular… Sonra korktu, olabilir bunlar…” Beni işaret etti. “Miray onunla da Melek’le de çok yakın arkadaş, izin verin konuşsunlar.” “Arkadaşlar siz aklınızı mı yitirdiniz?” diye patlayan Erkin Savcı’ya hem öfkeliydim hem de bir yandan hak vermekteydim. Evet, inanamıyordum ama Mir Beyaz neden yalan söylüyordu ki? Üstelik ispat etmek adına cebinden çıkardığı yüzük de neyin nesiydi? “Bu adam bir şeyler saklıyor!” Öfkelendiğini belli ederek ofladı, ardından ayağa kalkıp Sarp’a beni işaret etti. “Neyse, görüş bakalım Miray Hanım… Sarp, şüpheliyi müsait bir odaya alalım, görüşsün bakalım avukatı.” Sarp’ın olduğu yöne doğru döndüğümde ve boynum tekrardan zonkladığında ayaklandığını fark edip alelacele sandalyeden kalktım. “Savcım, merak etmeyin.” dedim zorla da olsa. Erkin Savcı merakla söyleyeceğimi beklerken “İfadesini aldığınız kişinin avukatı ve yakinen tanıdığı da olsam, maktulün de en yakın dostuydum.” deyip odadan çıkmak için kapıya yöneldim. Tepkisini ya da cevabını beklemeden odadan çıktıktan sonra Sarp’la beraber ifade odasına doğru yürüdük. Bir yandan tek elimle havluyu boynuma bastırırken diğer yandan tekrardan gözyaşlarımı silmek için yanaklarıma dokunup duruyordum. İfade odasına girdik. “Miray bekle burada,” diyen Sarp odanın dışına yöneldi. Kapıyı kapatırken “Getireceğim.” diye ekledikten sonra kapıyı kapatıp beni odada yalnız bıraktı. “Allah’ım…” diyerek sesli bir şekilde konuşmaya başladım. “Allah’ım, sana yalvarıyorum Mir Beyaz gerçekten Melek’le buluşmamış olsun.” Kendi söylediğime bile inanmıyordum. “Buluşmuşsa bile Varan Alp’in dediği gibi korktuğundan dolayı bizden saklıyor olsun.” Çok emin olduğum bir durum söz konusuydu: Kardeşim, kardeşimi öldürmezdi. Mir Beyaz, Melek’e kıyamazdı; Mir Beyaz hiç kimseye kıyamazdı. Fakat ne saklıyordu? Delirmek üzereyken ve ifade odasının ortasında, ayakta beklerken bir anda kapı açıldı. Sarp’ın koluna giren ve başı yere eğik bir şekilde ağır adımlarla yürüyen Mir Beyaz’ı görünce bir anlığına nefesim tıkanır gibi oldu. Mir Beyaz başını eğerek ifade odasına girdi, Sarp’ın odadan çıkıp kapıyı kapatmasının ardından “Mir Beyaz,” dedim titreyen sesimle. Adımları yavaşladı, kesilir gibi oldu, daha sonra sandalyeye geçti ve ellerini masanın üstüne yerleştirdi. Ağlamam daha da şiddetlenirken pek anlaşılmasa da “Melek’i öldürmüşler, biliyor musun?” diye sorup masanın yakınına yürüdüm. Başı eğikti, öylece masanın üstüne bakıyordu. “Sen…” dedim ve omuzuna dokundum. “Sen onu en son ne zaman gördün?” Hiçbir şey söylemedi. “Evlenme teklifi edemeden…” Elimi göğsüme götürdüm ve burnumu çektim. “O hayallerine kavuşamadan, daha mesleğini bile yapamadan, anne olamadan…” Ağlamaktan konuşamazken Mir Beyaz’ın hâlâ kafasını kaldırıp gözlerimin içine bakamaması zoruma gidiyordu. “Gitti.” dedim zorla da olsa. “Öldü Melek.” Omuzunda duran elimle, siyah deri ceketini sıkmaya başladım. İçine giydiği siyah tişörte bakıp “Onu dün akşam gördün mü Mir Beyaz?” deyip ceketini daha da sıkmaya başladım. Sustu. Bir dakika boyunca sadece ceketini sıktım, konuşmadı. Yaşadıklarıma inanamayıp kısa bir süre öylece ayakta dikildiğim süreçte de ellerimi üstünden çekip sert bir hareketle karşısındaki sandalyeye geçtim. “Kafanı kaldırıp gözlerimin içine baksana!” diye bağırdım masaya yumruğumu vurduktan sonra. İrkildiği an, gözlerinden masaya bir damla yaş döküldü. “Bana bak Mir Beyaz,” Zorla da olsa elini tuttuktan sonra gülümsedim. Sesimi kısarak “Onu en son ne zaman gördün? Bana doğruyu söyle. Bak, savcı…” diyerek onu uyarmaya başladım. “Erkin Savcı, Varan Alp’in yakın arkadaşı. Eğer baş şüpheli sen olursan ve bana bile yalan yanlış konuşursan seni süründürür. Biliyorsun. Bana baksana Mir Beyaz…” Delirmek üzereydim. “Ya bana baksana!” diye bağırıp elimi elinden çektim. “Geri zekâlı!” diye bağırıp sandalyeden kalktım. “Nerede gördün en son Melek’i?” Mir Beyaz sonunda kafasını kaldırıp başında dikilen bana bakarken “Sen en iyisi karşı tarafın avukatı ol Miray.” dedi titreyen sesiyle. “Hem sanığın hem de maktulün avukatı olamazsın.” Başını eğmeden pişkin pişkin bana bakmaya devam ederken beynime kan gitmedi, sanki ifade odasına çivilenmiş gibi hissettim. Elim ayağım buz kesti. “Sen sanık değilsin.” diyerek gülümsemeye çalıştım. “Sen mağdursun. Sen…” Yutkundum ve kendimi işaret ettim. “Benim gibi, maktulün yakınısın. Sen ne şüphelisin ne de sanıksın.” Kendimi inandırmaya çalışıyormuş gibi hissetmeme neden olan bir bakış attı. Başını bir sağa bir sola sallarken kendimi tutamadım ve yakasına yapışıp “Ya benimle dalga mı geçiyorsun aptal?” diye bağırdım. Sesim bu kez daha yüksek çıkmıştı, bundan sonra da. “Niye onu görmediğini söyleyip yalan söylüyorsun ya? Sana kırmızı fuları ben getirdim, ben! Emniyete geldim, sana uzattım, fuları aldın, Allah’ın cezası!” Yakasını bıraktıktan sonra “Beni ele vereceksin.” diye fısıldadı. “Ele vermek mi?” diye sordum kaşlarını çatarak. Korku dolu bakışlarını savurduğu yüzüne bakarken “Ele vermek ne demek Mir Beyaz? Ele vermek, demek, satmak demek değil mi? Zaten yaptığın bir suçu ortaya çıkarmak, değil mi? Melek’i sen mi öldürdün?” diye sordum peş peşe. Kendi söylediğime bile inanamadım. “Aptal mıyım ben? Hayır, hayır, bir dakika…” İfade odasının içinde dolanırken boynumdaki havluyu çıkarıp yere attım. Bir ileri bir geri yürürken “Sen neden Melek’i öldüresin ki bir kere? Bu, mantıksız. Bu, saçmalık. Sen neden doğduğun gün doğan bebekleri öldüresin? Bu çok gereksiz ve saçma bir durum olurdu.” diyerek kendi içimde aklamaya çalıştım. “Benden ne saklıyorsun?” Mir Beyaz, tıpkı az önceki gibi yüzünü eğerek masaya bakmaya başladı. Kafayı yemek üzereydim. “Cezaevine mi girmek istiyorsun Mir Beyaz?” diye patladım tekrardan. Gırtlağım sökülene kadar “Ya sen Melek kolunu kırdığında bile özel şoförü gibi iki hafta boyunca nereye gidecekse oraya bıraktın kızı! Ben bunu yer miyim? Aptal mıyım ben? Cevap ver bana!” dedikten sonra masaya birkaç kez daha vurdum. “Bana artık geçerli bir neden söyle. Bana bak,” Çenesini tutarak yüzünü kendime çevirdim, göz göze geldik. “Eğer bana gerçekleri anlatmazsan ömür boyu cezaevinden çıkamazsın ve Melek’i kim öldürdüyse dışarıda elini kolunu sallayarak gezer, hatta üstüne üstlük belki de seneye beni de gebertir.” Gözlerini kaçırdıktan sonra “Miray,” deyip kafasını geri çekti. Elim havada kaldı. “Buradan git. Avukatım olmanı istemiyorum.” İki saniye geçtikten sonra havada kalan elimle yanağını buluşturarak okkalı bir tokat attım. Tokadın sesi, ifade odasında yankılanınca sesli bir şekilde ağlayıp kapıya yöneldim. “Komiser!” diye bağırıp odadan ayrıldım. O kadar kesik kesik nefes alıyordum ki bir an öleceğim zannettim. Bir polis memuru koridorda belirdiği an “Şüpheliyi nezarete götürebilir misin? Görüşmem bitti.” deyip koşar adımlarla daracık koridordan çıkıp kendimi dışarı atmak için emniyetin merdivenlerine doğru yöneldim. Polis memurlarının arasından hızlı hızlı geçerek merdivenlere doğru gidecekken Erkin’i ve Varan Alp’i görüp olduğum yerde kalakaldım fakat bana soru sormalarına müsaade bile etmeyip tekrardan hareketlendim; merdivenlere doğru yürüdüm. Merdivenleri ikişer ikişer inerken birkaç memura ya da vatandaşa çarptım ancak tek istediğim, dışarı çıkıp derin bir nefes alabilmekti. Boğuluyormuş gibi hissediyordum, elim devamlı olarak ya kalbimdeydi ya da boynumda. Bahçeye çıktım, gördüğüm ilk banka doğru sendeleye sendeleye ilerledim ve en sonunda banka oturup nefes almaya çalıştım. Üstümdeki gömleğin iki düğmesini daha açıp elimi göğüs kafesi bölgeme iyice bastırdım. Olmuyordu, iyi değildim, düzgün düşünemiyordum, kafamı toparlayamıyordum. Yüzümü ellerimin arasına alıp yalnızca asfalta baktım hatta bu yaklaşık on dakika sürmüş olabilirdi. Zaman kavramı zihnimde yok gibi bir şeydi, hayal âleminde gibiydim; daha doğrusu sarhoş gibiydim. “Erkin, Mir Beyaz’ı Sulh Ceza’ya göndereceğini söyledi, hemen.” Geldiğini bu cümleyi duyar duymaz kafamı kaldırdığımda anladığım Varan Alp, yüzüme kısa bir bakış attıktan sonra yanıma oturdu. Bedenimi ona çevirdim. “Bu kadar çabuk karar vermesini ben de beklemiyordum ama Erkin, Melek’i öldürenin Mir Beyaz olduğunu düşünüyor. HTS kayıtları çıkınca serbest bırakır zaten, şu an biraz fevri karar veriyor. Merak etme…” Ona hiçbir cevap verememek, beni mahvetti. “Peki ne söyledi sana?” diye sorduğunda gözlerimin içine o kadar masum baktı ki ona haksızlık ettiğimi düşündüm. Bu bilgiyi ifade odasında Mir Beyaz’ı dinlerken Varan Alp’e söylemem gerekirdi. “Tabii bir şey söyleyememiştir…” deyip iç çekti Varan Alp. Biraz bekledikten sonra “Neden?” diye sordum kısık sesimle. Az önce o kadar bağırmıştım ki sesim kısılmıştı, her kelimemde boğazım acıyordu. “Adam şoktadır muhtemelen. Biz bile zar zor konuşuyoruz.” Önüne dönüp etrafı izlemeye başladı. “Dayım da konuşamadı zaten.” deyince kalbim paramparça oldu. “Adamın yüzü kıpkırmızı oldu, inanamadı, konuşamadı…” Varan Alp’in gözleri dolunca tüm vücudum zangır zangır titredi. “En büyük acı çekme göstergesi sessizlik.” Yüzünü bana çevirdi. “Bu yüzden doğduğumda ağlamamışım.” Çünkü Varan Alp doğar doğmaz annesi ölmüştü. Kendimi mahcup ve çok pislik bir insanmışım gibi hissederek Varan Alp’e bakarken içimden geçenleri söylemek istiyordum hatta sessiz bir şekilde değil, bağırarak. Ben Melek’in üstündeki kırmızı fuları Mir Beyaz’a verdiğimi söylersem Mir Beyaz çok büyük ihtimalle Sulh Ceza’ya çıkacaktı, sonra da tutuklu bir şekilde yargılanacaktı. Zaten Varan Alp’in söylediği gibi HTS kayıtları çıkarsa suçsuz olduğu değil, yalan söylediği ortaya çıkacaktı. En iyisi şu an söylemekti. Konuşmaya başladım: “Mir Beyaz doğduğunda annesinin sütü gelmiyormuş hatta yangından sonra o kadar psikolojik sıkıntılar çekmiş ki bir süre Mir Beyaz’ın varlığını bile anımsayamamış. Mir Beyaz’ın babası,” dedim zorla da olsa. “Kucağında bebekle hastane koridorunda ağlarken babam görmüş onu. Sonra annemin yanına getirmişler, annem de Mir Beyaz’a süt vermiş.” Varan Alp’in koluna dokunduğumda gözleri, koluna giden elimi buldu. “Normalde ismini sadece ‘Beyaz’ koyacaklarmış ama biz süt kardeşi olunca isimlerimiz uyumlu olsun diye başına ‘Mir’ eklemişler.” Bu anlattıklarımdan bir sonuç çıkarmaya çalışan Varan Alp, bedenini tamamen bana çevirdi. Dizi dizime değince kolunu daha sıkı tuttum. “Suçsuz olduğuna inandığım kişi kardeşim olabilir ama yemin ederim ki o, Melek’e zarar vermez. İstese de veremez…” “Ben aksini söylemedim zaten.” deyince başımı öne eğen taraf bu sefer bendim. Söylemeye cesaret edemiyordum. “Ayrıca suçsuz bir insan, arka planda kayırma mayırma yoksa ceza falan almaz, aldırmam.” Eli yüzüme doğru ilerledi, çenemi tutup başımı kaldırdı ve ona bakmamı sağladı. “Avukatı da sensin zaten.” Gülümsediği an çenemi geri çektim, kolunu tuttuğum elimi de serbest bıraktım. Anında bozulan Varan Alp daha fazla habersiz kalmasın diye “Avukatı değilim ben onun.” deyip yanağımdaki ıslaklığı sildim. “Daha doğrusu kendisi, avukatı olmamı istemiyor. Ve… Bana hiçbir şey anlatmadı.” “Çünkü bir şey bilmiyor mu? Anlamadım.” dediği an göz temasımızı kesip ayağa kalktım. “Çünkü bir şeyler biliyor.” dediğim an Varan Alp’in beti benzi attı. Önce gözleri kısıldı, ardından o da ayağa kalktı. “Melek’in üstündeki fular bir haftadır bendeydi, Varan Alp. Mir Beyaz’ın yanına götürdüm dün, emniyete.” Emniyeti işaret edince bu sefer gözleri fal taşı gibi açıldı. Anlamıştı fakat yine de sesini çıkarmıyordu. Konuşmamı bitirmemi bekliyordu. “Cesedi gördüğümde de o fuları gördükten sonra Melek olduğunu anladım zaten. Yani… Anlayacağın üzere Melek ve Mir Beyaz, Mir Beyaz’ın dediğinin aksine buluşmuşlar.” Kaşları iyice çatılan Varan Alp, “Emin misin?” diye sorarken dehşet bir ifadeyle bakıyordu gözlerimin içine. “Bunun geri dönüşü olmaz artık.” “Eminim, biliyorum da…” “Saklamayı düşünmüyorsun herhâlde.” dediğinde kafamı olumlu anlamda salladım. “Ben de öyle tahmin etmiştim,” diyerek emniyeti gösterdi eliyle. “O zaman bunu davanın savcısıyla paylaşman gerekir.” “Biliyorum.” Eli havada kaldı. “Söyleyeceğim.” Henüz toparlanamamıştım, hâlâ ara ara nefesim tıkanıyordu. Varan Alp, elini indirmedi. “Lütfen, şimdi.” Sesi daha soğuk gelmeye başlayınca bir yandan hak verirken diğer yandan bir ölüden farksız olduğumdan dolayı pek hareket edememiştim. Hâlâ eliyle emniyeti işaret eden ve içeriye girmemi isteyen kişi, az önceki Varan Alp değildi; öncelikle bir Cumhuriyet Savcısı, daha sonra da maktulün kuzeniydi. Üstelemedim, daha doğrusu üsteleyemedim. Belli belirsiz bir olayı saklamak güç değildi ancak delil niteliği taşıyan bir bilgiyi saklamak, çok güçtü. İnsan içinde olmadan tahmin edemezmiş, bunu anlamıştım. Birçok müvekkilimi ceza yemekten kurtarmıştım, tonla senaryo uydurmuştum, bazen yalan söylemiştim, bazen gerçeklerle zafer elde etmiştim; hiçbiri avukatlık kimliğim dışında, maktulün yakınıyken ve aynı zamanda şüphelinin de tanıdığıyken bulunduğum ruh hâline benzemiyordu. Bu kez ne senaryo uydurabiliyordum ne cezadan kurtarabiliyordum ne zafer elde edebiliyordum… Bu kez yalnızca yeniliyordum, yenilgiyle baş başa kalıp karanlıkta öylece bekliyordum. Bu karanlık aydınlığa erişemezdi. Bu defa, suçlu suçsuz düşünemeyecek durumdaydım çünkü avukat değildim; avukatların tarafları olurdu bir kere, benim tarafım belli değildi. Müşteki vekili mi, sanık müdafi mi? En yakın dostum mu, süt kardeşim mi? Ya da… Geçmişim mi yoksa geçmişim mi? Ardımda cansız bir beden bırakmışken önümdeki engelde de cansız bir ruh görüyordum. Mir Beyaz’ın ifade odasındaki bakışlarını zihnimden atamıyordum. Merdivenleri çıkıyorduk Varan Alp ile… Oldukça yavaş çıkmaya çalışıyordum, belki de gücüm yetmiyordu, bilmiyordum. Hayat buydu ya… On beş yirmi dakika kadar önce koşar adımlarla indiğiniz merdivenleri ağır ağır çıkartıyordu size. Kaçmak kolaydı fakat geri dönmek bu kadar zordu işte. Her şeyden. En çok da bir ölüden. “Erkin Savcım,” Sarp’ın odasının kapısı açılmıştı, Varan Alp ile kapıyı tıklayıp içeriye girmiştik. Ben lafa girmeden Varan Alp öylece dalmıştı. “Miray tekrardan ifade verecek.” Erkin Savcı, Varan Alp’in bu dediğinden sonra yorgun gözlerini şaşkınlıkla üzerime dikti. Gömleğinin kollarını sıvamış, uykulu gözlerle beni izleyedurmuştu birkaç saniye. “Miray,” diyen Varan Alp, bana bekleme koltuğunu işaret etti. “İfade alacak polis memuru nerede?” diyerek kapıya doğru seslendi. Erkin Savcı, “Hayırdır?” diye sordu bana doğru. “Aklıma bir şey geldi.” dediğimde ses tonum epey hâlsiz çıkmıştı. Hepimiz uykusuzduk. “Bunu söyledikten sonra emniyetten çıkacağım. Tabii… Sizin de izniniz olursa.” Polis memuru odaya girdi, Erkin Savcı’nın karşısındaki sandalyeye oturup bilgisayarını açtı. Herkes o kadar uykusuzdu ki… Gözlerinden anlaşılıyordu. “Varan Alp Savcım, siz çıkabilirsiniz.” diyen Erkin Savcı, Varan Alp’e kapıyı işaret etti. Dönüp baktığımda gördüm ki Varan Alp, odadan çıkmıştı. Kapının kapanma sesini işittiğim an polis memuruyla göz göze geldim. Erkin, “Aklınıza gelen detay nedir?” diye sorduktan sonra sandalyesini masaya daha da yaklaştırdı. “Ben…” Kekelerken nabzım hızlandı. “Melek’le son telefon görüşmemizde…” Derin bir nefes alıp verdikten sonra Erkin Savcı’nın gözlerinin içine bakıp “Üstündeki kırmızı fular bendeydi.” diye girdim konuya. “Evet?” diyerek bir bana bir de polis memuruna bakan Erkin Savcı’nın sesi çok sert çıkmıştı. “Sonra?” “Fuları Mir Beyaz’a verdim, Melek’e götürmesi için ve bildiğiniz gibi, Melek bulunduğunda üstünde o kırmızı fular vardı.” Erkin Savcı’nın kaşları havaya kalktı, yüzünde rahat bir ifade gördüm; sanki benden bu ifadeyi vermemi beklemiyormuş gibi kafasını sallayıp dudaklarını büzdü. Hayret edercesine polis memuruna baktıktan sonra “Başka bir detay hatırlıyor musunuz?” diye sordu. Kafamı olumsuz anlamda salladım. “Hatırlamıyorum.” “Peki.” dedikten sonra polis memuruna bilgisayarı işaret etti. “İfadeyi imzalatalım.” İfade sonlandığı an Erkin Savcı bana dönüp dudaklarını araladı ancak konuşmasına müsaade olmadan odanın kapısı tıklandı. Başımı hafifçe arkama çevirdiğim an, içeriye bir kadın girdi. “Savcım, kriminalden Umay ben; bilgi vermeye geldim.” Merakla Erkin Savcı’ya dönünce “Miray Hanım, siz çıkabilirsiniz.” deyip kriminalden gelen polis memuruna döndü. “Bir dakika bekleyin, geleceğim.” diyen Erkin Savcı, ben ayağa kalkar kalkmaz yanıma geldi ve benimle beraber odadan çıktı. Benimle konuşacağını düşünürken arkamdaki bir noktaya bakıp “Varan Alp, gelir misin?” dedi hafif yüksek bir sesle. “Müsaadenizle.” diyerek yanımdan ayrıldı, Varan Alp ile kuytu köşeye doğru yürüdüler. Savcı arkadaşı olmak… Erkin’in öğrendiği tüm bilgilerin Varan Alp’e ulaşması muhtemelen saniyeler sürüyordu. Fakat şu an bunu düşünebilecek ve sinirlenecek bir durumda değildim. Kriminalden gelen Umay adındaki polis memuru, içerideki polis memuruyla konuşurken göz göze geldik. Kapı, cam kapı olduğu için rahatça birbirimizi görebiliyorduk. Melek hakkında bilgi sahibi olabilmem için müşteki avukatı olmam gerekirdi çünkü davada gizlilik kararı vardı. Şimdi ben nasıl Ümit Haldun Bey amcayı arayıp avukatları olmak istediğimi söyleyecektim ki? Kızı ölen bir babaya ne söylenirdi? Dakikalar sonra emniyetteki en sakin bölgeyi birkaç dakika boyunca dolanarak bulmuştum. Çay ocağının yanındaki koridorun sonunda, yan bölgede bir pencere vardı; kapılara oldukça uzaktı, ben de oraya doğru ilerleyip camdan dışarıyı izlemeye başladım. Bir süre sonra içimdeki huzursuzluk, kalbimi yakıp yıkmaya başladı. Tüm yaşadıklarımı bir bir düşününce ne kadar ağır ve yorucu bir gün geçirdiğimi anımsayıp kafamı cama yasladım. Kabullenmesi çok zordu. Mir Beyaz, verdiğim ifadeyle beraber belki de Erkin Savcı’nın otopsi raporunu ve telefon sinyallerini de ekleyeceği iddianamesinden sonra, sanık olacaktı. Sanık. Benim verdiğim bilgiye ulaşmaları da kısa sürerdi; sonuçta Mir Beyaz’a fuları emniyette vermiştim. Kamera kayıtlarınca teyit edilebilecek bir bilgiydi. Kafamı cama yaslarken dışarıdaki ağaçlara baktım, banklara baktım, tek bir insanın bile olmadığı kaldırımlara baktım… Çok garipti. Dün sabah buradaydım, sakindim, olacaklardan habersizdim; şimdiki hâlimi anlatmama da pek gerek yoktu. Bitiktim işte. Arkama doğru döndüm, sırtımı duvara yaslayarak yere çömeldim. Gözlerimi kapattım, elimi kalbime götürdüm ve “Güzel uyu Melek’im…” dedim sessizce. “Çünkü sen toprağın altındayken toprağın üstündeki canileri karanlık gecelere hapsedeceğim.” ⚖️ Boynumda oldukça şiddetli bir ağrı hissettiğim an vücudum titredi ve sabah saatlerinde olduğumuzu kavramam saniyeler sürdü. Gözlerimi araladığım an, vücudumun titremesinin sebebinin arabada olduğumdan ötürü kaynaklandığını fark ettim ve boynumu tutarak sol tarafıma doğru döndüm. Varan Alp’in parfümünün kokusunu duydum, açmakta güç çektiğim gözlerimi ovuşturdum ve en sonunda nerede olduğumu kavrayabildim. Varan Alp’in arabasındaydım ve yoldaydık, yanımda da o vardı. “Ne zaman buraya geldim?” diye sordum uykulu bir sesle. Yüzünü bana çevirmeden “Gece seni kuytu köşede, yerde gözlerin kapalı görünce bayıldın zannettim. Arabaya getirdim seni ama sonra bayılmadığını fark ettim.” diye açıklayınca hiçbir şey anlamadım. “Kuytu köşe mi? Nerede? Anlamadım.” Saçlarımı geriye attım. Dün gece yaşananlar aklıma geldiği an nabzım hızlandı ve arabada gözüken ekrandan saati kontrol ettim. Sabah olmuştu, dokuz buçuktu. Varan Alp sesi bir nefes verdikten sonra “Çay ocağının karşısındaki koridorda uyuyakalmışsın.” dedi kısaca. Burnumdan sıkıntılı bir nefes verdim. “Tamam, hatırladım.” İstemsizce telefonuma ve ceketime bakmak için kafamı aniden arka koltuğa çevirdiğim gibi acılı ve tiz bir inlemeyle boynumu tuttum. “Birkaç dakikaya hastanede oluruz, baksınlar boynuna…” diyen Varan Alp’e acımdan cevap bile verememiştim. “Hastaneden sonra emniyete tekrardan döneceğiz, Erkin emniyette olmamızı istiyor. Hâlâ 17 Eylül.” İtiraz edebilecek kadar ruhum yorgun olmasaydı itiraz ederdim fakat ben bile korkar hâle gelmiştim. Bu nedenle aklıma gelen ilk soruyu sorarak konuyu değiştirdim: “Dayın nerede?” Bana dönüp baktıktan sonra yola odaklandı. “Bilmiyorum ki… Kim bilir nerede…” “DNA testinin sonucu çıkmış mıdır sence?” diye sorunca başını olumsuz anlamda salladı. “Öğlen, on iki gibi çıkar dediler.” deyince başımla onayladım. “Avukatları olmak istiyorum,” dedim tok bir sesle. Az kalsın Mir Beyaz’ın müdafisi olacakken şimdi mağdur tarafın avukatı olmak istiyor olmak biraz garip görünmüştü. “Dosyaya vekaletimi koyacağım. Yoksa Erkin Savcı bana bilgi vermeyecek, fasa fiso sözler, hiç uğraşamam. Tabii senin arkadaşın ya, sen bilgi alıyorsundur.” Boynumu tutarak gözlerimi ona çevirdiğimde bana bakmadan “Yanılıyorsun.” dedi yorgun bir sesle. “Onunla ifade aralarında konuşmamın tek sebebi, kuzenimi kaybetmiş olmam ve onun en yakın arkadaşım olması. Davanın savcısı o diye ve ben savcıyım diye bana torpil geçmiyor.” Sözlerimden pişman olup ofladıktan sonra “Kusura bakma,” dedim hızlıca. “Ne bileyim… Sürekli konuştuğunuz için her an sana bilgi veriyor diye düşünmüştüm ki daha zaten herhangi bir bilgi ulaşmamıştır. En fazla olay yerinde bulunan delillerin bilgisi verilmiştir.” Saçlarımı tutup baktığımda ne kadar yıprandığını görüp geriye attım. “İşte, mağdur avukatı olursam bilgi alabilirim.” “Hâlâ Mir Beyaz’ın yapmamış olma ihtimaline inanıyorsun, değil mi?” diye soran Varan Alp’in sesi pek katı çıkmıştı. “Bence inanıyorsun ona…” Hüzünle başımı hafifçe cama doğru çevirip dışarıdaki arabalara bakmaya başladım. “Neden bizi öldürmek istesin Mir Beyaz? Geçerli bir sebebin var mı Varan Alp? Üstüne yıkmışlardır suçu. Diğer cinayetlerden 17 Eylül’de doğan bir adamı sorumlu tutmak, gayet mantıklı bir davranış. Komplodur. Mir Beyaz, kimseye zarar vermez hele ki durduk yere hiç, hiç…” “Peki tesadüfse?” Araba, hastanenin bahçesine girince yavaşlamıştı. Park alanına girdi ve arabayı park ederken yeni bir senaryo ekledi zihnime. “Ya diğer cinayetlerle bağlantısı olmayan bir kadın cinayetiyse? O zaman da inanır mısın arkadaşına?” “Bir yılda 365 gün var Varan Alp, öldürecek olsa neden doğum günümüzde öldürsün? Akıl var, mantık var!” Öldürecek olsa, dediğim an ciğerim söküldü. Kendimi dışarıya atmak istedim. Varan Alp, arabayı park eder etmez anahtarı çekip kendisini tamamen bana çevirdi. “Evet, akıl var mantık var. Öldürmek için makul bir gün. Hazır, önceki iki senede 17 Eylül cinayetleri işlenmişken suçu seri katile atacak olmak bayağı makul görünüyor.” Yüzüne bakmak bile istemediğim için arabayı açmak için kapıya yöneldim ancak açamadım. “Kilitli mi araba?” diye sorup boynumdaki elimi kucağıma bıraktım. “Açar mısın?” Varan Alp, birkaç saniye sadece yüzüme kenetlenince gerilerek arabanın başka noktalarına bakmaya başladım. Arka koltukta çantamı, ceketimi, dosyalarımı ve cübbemi görünce ise beklemeden çantamı kavradım. İnat etmişti, konuşacaktı benimle ama ben konuşmak istemiyordum. Telefonu elime aldığım an oflayarak internetimi açtım ve ofise gitmediğim için arkadaşlarıma bilgi vermek adına mesaj kısmına tıkladım. Mesajlara girdiğim an gelen mesajla beraber gözlerime inanamayıp ekrana bakakaldım. “Bu ne ya?” diye sorduğum ellerim titremeye başladı. “Ne oldu?” Varan Alp peş peşe soru sormaya başladı. “Ne gördün?” Telefonu daha fazla tutamayıp aramızdaki boşluğa fırlattım, kafamı cama yasladım ve Varan Alp’in gözlerinin içine bakmakla yetindim. Telefonumu eline aldı, mesajlara bakarken kaşlarını çattı ve “Bu ne zaman gelmiş sana?” diye sordu telefonu kaldırıp. “Miray ne zaman gelmiş, bakar mısın? Bu nasıl mümkün olabilir ya?” Tir tir titreyen ellerimle telefonu kavradım ve mesajın içeriğine bakmak için tıkladım. Bir fotoğraf gelmişti bir de normal mesaj. Melek’tendi. “Dün gece…” diyerek elimi kalbime götürdüm. “00.39’da. Muhtemelen biz trafikteyken, ben uyuyorken…” Şiddetli ağlamam sürünce fotoğrafa bakması için telefonu ters çevirdim. “İnternetim kapalıydı ama ölüm saati 00.00 ya da daha öncesi tahmin edilen…” Konuşamıyordum. “Nasıl 01.00’e doğru bana mesaj atabilir?” “Onun da interneti kapalıdır ya da telefonu. Telefon çektiği an mesaj gelmiştir.” diyen Varan Alp dehşet bir ifadeyle telefona bakmaya devam etti. “Son sinyale bakarak anlarız. Yine ifade verirsin, Erkin de baktırır sinyalin geldiği konuma.” Melek ve Mir Beyaz, gayet mutlu gözüktükleri özçekimi bana göndermişlerdi. Melek’in parmağındaki yüzüğü görmek pek zor değildi, elini havada tutuyordu. Melek’in mesajında da şu yazıyordu: MELEK: EVET, DEDİM! EVET! Benden sakladığınıza inanamıyorum ya! Mir Beyaz beraber söyleriz dedi, kalkıp size geleceğiz. Uyumadın, değil mi? Sakın önce benim söylediğimi söyleme, üzüntüden ölür. Bu arada pasta kapıp geliyoruz, doğum günün kutlu olsun çiçeğim, tavşan suratlım!
-
Merhabaaa :') Bölüm hakkında neler düşünüyorsunuz? Sizce katil Mir Beyaz mı? |
0% |