Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7. MEZARLIK

@esmatonguc

#kadınaveçocuğadokunma

 

 

Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.

Bu bölümdeki politikacılar ve yüksek mertebe parti üyeleri, Cumhurbaşkanı; günümüz Türkiyesi başkanlarını kastetmemektedir.

ON YEDİ EYLÜL

7. BÖLÜM: "MEZARLIK"

⚖️

"Bir insan ölünce önce hayalleri gömülür."

2 GÜN SONRA

YAZARIN ANLATIMIYLA

Masasının üstündeki zarfları karıştırırken bir yandan da kum saatini kontrol eden Beyhan Çakmak, oğlu Varan Alp onu bekliyor olmasına rağmen acele etmemişti. Oğlunun İstanbul'a geldiğini bile geldikten üç gün sonra öğrenen baba, hissizdi ancak içinde biriken hissizlik muhtemelen öfke olarak açığa çıkmak üzereydi.

Pazar günüydü; birkaç dakikaya kalmaz evlerinin pek yakınındaki mezarlığa doğru yol alacaklardı fakat Varan Alp ile babası, aylar sonra ilk kez karşı karşıya kaldığından evden çıkmaya hazır değillerdi.

Kum saatindeki kumların tümü döküldü; Beyhan Çakmak da elindeki zarfları bıraktı. Varan Alp, bu hareketi ezberlediğinden ötürü sadece babasının yorgun ve yaşlı simasını incelemekle yetindi.

Buruşmuş ellerini serbest bırakan Beyhan Çakmak'ın ilk sözü, "Eylül başında gelmişsin," oldu. "Bana haber verseydin evine yerleşmen için yardımcı olurdum."

Varan Alp'in içinden kahkahalarla dalga geçmek gelse de bunu daha önce yapmadığından ve yapacak bir karaktere sahip olmadığından ötürü dümdüz durmakla yetindi. Kısa bir süre sonra "Ben hallettim, sağ ol." diyerek başka bir yöne çevirdi yüzünü. Koyu kahve gözlerindeki öfke, kalbindeki eksiklikleri temsil ederken babasının yüzüne gülemezdi.

Beyhan Çakmak bir yandan oğluna özlem duyarken diğer yandan da bir nebze sinirliydi. Bu nedenle her zamanki gibi özlemini bir kenara bıraktı ve öfke yeleğini üstüne giyinip oğluna karşı soğuk davrandı.

"Niçin olay yerine müdahale ettin?" diye sordu Beyhan Çakmak. "Melek'in bulunduğu günden bahsediyorum... Olay yerine yanında vatandaşla girmişsin." Sanki Varan Alp'in bundan haberi yokmuş da ona bilgi veriyormuş gibiydi ses tonu ama Varan Alp tüm olanlardan fazlasıyla haberdardı neticesinde.

"Denk geldik." dedi Varan Alp de sıkıntılı bir nefes verdikten sonra. Oldukça kısa cümleler kurup bir an önce gitmek istiyordu.

"Melek'in arkadaşı olan avukat mıydı yanındaki? Adı neydi?" diyerek oğlunun aşk hayatını yoklayan Beyhan Çakmak, düğündeki anları düşünüp aralarında bir elektrik olup olmadığından şüpheleniyordu. "Ne yapıyordunuz onunla?"

Varan Alp'in babasıyla ya da babası fakat babalık yapmayan bu adamla dertleşecek ya da sohbet edecek ne hâli ne de zamanı vardı. "O Gebze'ye gidiyordu, ben İzmit'e. Ayrıca olay yerine müdahale etmedim, sadece başkomiserle konuştuk o kadar." demekle yetindi bu yüzden. Kol saatini kontrol eden Varan Alp ayaklandı. "Cenaze başlamak üzere."

"Daha yarım saat var." diyen Beyhan Çakmak, içten içe üzülse de oğluyla daha fazla vakit geçirmek istemişti. "Zaten yürüme mesafesiyle beş dakika. Gideriz hemen."

Varan Alp, yaşlı adamın bedenine göz gezdirdi. "Seninle yirmi dakika."

Hiç güleceği olmayan Beyhan Çakmak hem güldü hem de "O kıza âşık mısın yoksa?" diye sordu. Varan Alp'in gözleri devrildi. "Seray'ın kız kardeşiydi, eğer yanlış hatırlamıyorsam..." Evlilik süreci boyunca oğlu Teoman ile pek ilgilenemeyen Beyhan Çakmak, daha da meraklandı çünkü yaşlılıktan olacak, şimdi aklına gelmişti. "Gerçi dünürleri de pek tanımam etmem." Sesli bir nefes verdi. "Yine de Seray iyidir."

"Seray'ı gördüğün mü var?" diye sertçe soran Varan Alp, artık bu lanet evden çıkmak istiyordu. "Torunun oldu, görmeye bile gitmedin." Artık dil dökmenin bir manası yoktu. "Bari kuzenimin cenazesine gel." Masanın üstüne bıraktığı telefonunu alıp ceketinin cebine yerleştiren Varan Alp, bedenini kapıya doğru çevirdi. "Fazla oyalanmadan gel lütfen. Dayıma rezil olmak istemiyorum."

Cenazeye doğru yol alan Varan Alp, beş dakika içerisinde Fevziye Cami önündeydi; arkasından gelen ya da gelmeyen babasını pek umursayamıyordu çünkü Melek'in tabutunu ve tabutunun yamacındaki fotoğrafını gördüğü an başından aşağı kaynar sular dökülmüştü.

Adımları kesilen, kalabalığın içinde kaskatı duran Varan Alp hem tabuttaki bedeni düşündükçe hem de ardındaki kalabalık onu az çok ürkütünce derin bir nefes alıp verdi.

"Varan Alp," Abisi Teoman omuzuna dokunana kadar doğum gününün gecesinde gördüğü bedeni aklından çıkaramamıştı Varan Alp. "Ne zaman geldin? Görmedim seni."

Hafifçe omuzunu sıkıp elini geri çeken Teoman, daha sonrasında elinde tuttuğu fotoğrafı Varan Alp'in ceketine dayayıp iğneyle tutuşturdu; Melek'in fotoğrafıydı. O kadar derinden gülümsemişti ki sol yanağındaki derin gamzesi belirivermişti; badem gözleri pek ortadaydı.

"Seray nerede? Geldi mi o da?" diye soran Varan Alp, ağlamamak için konuyu değiştirmeye çalışıyordu.

Teoman gözlerini kısıp ileriyi işaret etti. "Miray'la beraber kapıda duruyorlar," Varan Alp, gözünü kısıp abisinin bahsettiği yöne döndü. "Rüzgar da onların evinde, yanında Biran teyze duruyor." Varan Alp tanıyamayınca Teoman açıklık getirdi: "Mir Beyaz'ın annesi Biran Hanım... Kadın utancından cenazeye gelemedi, yoksa çok severdi o da Melek'i. Ama gel gör ki..." Sıkıntılı bir nefesle gelen insanlara bakındı Teoman. "Oğlu baş şüpheli."

"Anladım." diyerek kısa kesen Varan Alp'in gözleri dolmaya başlayınca derin bir nefes aldı.

"Başka bir bilgi geldi mi Erkin'in eline?" diye soran Teoman, günlerdir bebeğiyle uğraştığından işin hukuki boyutu hakkında pek bilgi sahibi değildi.

Varan Alp başını olumsuz anlamda salladı. "Yok, zaten cuma günü el swapı raporu çıkınca direkt tutukluluk isteyip Sulh Ceza'ya sevk etti." Varan Alp'in aklına pek yatmasa da bıkkın bir nefes vererek tekrardan tabuta doğru döndü. "İşin içinden kim bilir neler çıkacak..."

"Ben de merak ediyorum ama Mir Beyaz'ın yapmış olma ihtimali benim gözümde sıfır." dedi Teoman, sonra da cenazeden ötürü susup konuyu değiştirme kararı aldı: "Babam gelmedi mi?" Teoman etrafına bakınmaya başladı. "Gelmemiş." Yüzünü kardeşine çevirince içinde kötü bir his peyda oldu. "Oğlum kavga mı ettiniz lan?"

Ceketinin iç cebinden gözlüğünü çıkaran Varan Alp, güneş gözlüğünü takarken "Etmedik." deyip Melek'in tabutuna döndü. "Yine aptal aptal... Neyse, cenazedeyiz diye susacağım. Artık sinirlenemiyorum bile abi."

"Babamı biliyorsun, boş ver..." Sırtına bir iki kez vurdu. "Gelmezse de onun bileceği iş, artık hiçbir şey demeyeceğim." Etrafını kontrol etmeye başladı. "Neyse Varanım, dayımın yanına gidelim. Adam tek başına kapının önünde duruyor."

Varan Alp, kafasını bir aşağı bir yukarı salladıktan sonra abisiyle beraber dayısı Ümit Haldun İnal'ın yanına doğru yürüdü. Arkasında tonlarca iş adamı olan Ümit Haldun İnal'ın ziyaretine, o sırada İstanbul Belediye Başkanı ve İçişleri Bakanı gelmişti.

Partinin diğer yüksek mertebe üyeleri, camide bulunmaya başlamışlardı; Fevziye Cami ilk defa bu kadar kalabalıktı.

En sonunda Cumhurbaşkanı da cenazeye katıldığında, cenazenin kalkmasına az vakit kalmıştı. Cenaze namazı kılmaya başlanılacaktı.

"Merhume Melek Hanım'a dünya ve ahirete taalluk olan haklarınızı helal eder misiniz?" diyen imamın sesi yankılandı.

"Helal olsun!" diye çok yüksek bir ses yükseldi topluluktan.

"Helal eder misiniz?"

"Helal olsun!"

"Allah rızası için tekrar helal eder misiniz?"

"Helal olsun!"

"Rabbim helalliğinizi kabul buyursun inşallah."

İmamın yüzü herkese dönükken herkesin kolu belinde bağlanmıştı. Varan Alp, Teoman ve enişteleri Behzat Ali Yücesoy; Ümit Haldun İnal'ın hemen yanında durmuşlardı. Siyahlara bürünen halk, en arkada dimdik durmaktaydı. Yüksekte sallanan Türk bayrağına bakarken gökyüzü, bu kez güneş açmamış bir sonbahar sabahı gibiydi.

Cenaze namazı kılındı ve erkekler tabutu sırtına alarak cenaze aracına taşıdılar.

Dakikalar sonra cenaze aracı, Bağçeşme Mezarlığı'nda durdu; tabutu erkekler tekrardan sırtladılar ve Melek'in gömüleceği alana doğru ilerlediler.

Miray Hilde, kendisini günlerdir ağlamamak için o kadar sıkmıştı ki cenazede ve defin anına kadar yürüdüğü yolda ağlamaktan helak olduğundan gözlerinde gözyaşı kalmamıştı. Yıllar sonra ilk kez saçlarını bile taramadan, yüzüne bir şey sürmeden, ne giydiğine bakmadan dışarı çıkmıştı; bunun olmayacağını düşünmüştü ama olmuştu işte.

Giden gidince alıştıra alıştıra gitmiyordu; bir anda gidiyordu.

Derin kazılmış toprağın içine, kefene sarılı beden konulduğunda kimsenin bakacak mecali kalmamıştı. Günlerdir otopside bir umut katili aranan Melek'in cansız bedeni, sonunda toprağın altına gömülmüştü ve şimdi de tahta parçalarını koyuyorlardı üzerine.

Miray'ın bakamadığı, sadece yüzünü toprağa çevirerek ağladığı bu manzara karşısında herkes pek güçsüz kalmıştı.

Ülkedeki televizyonların tümünde gösterilen cenazeyi tekrar tekrar izleyen halk, belki de bir süre sonra Cumhurbaşkanları olacak Ümit Haldun İnal için gözyaşı döküyordu. Tüm Türkiye, gözyaşlarına boğulmuştu.

Toprağı tahtaların üstüne atan erkekler nöbetleşe nöbetleşe sonunda işlerini bitirdiler. Defin işlemi tamamlandığı sırada, arkada Bakara suresi okunuyordu.

Miray, ablasına sarılırken "Onun..." dedi titreyen dudaklarına rağmen konuşmaya çalışarak. "Üstüne tahta koydular." Nefesi tıkandı. Miray'ın annesi Bengü Hanım, kızına yeterince destek olamadığını düşünüp üzülürken aynı zamanda Melek için kahroluyordu. Üstelik Mir Beyaz cezaevindeydi, cenazeye bile katılamamıştı... Bu insanlar hangi birine üzüleceklerdi artık?

"Kızım," diyen Bengü Lalezar, Miray'ın saçlarını geriye attı. Terden yanaklarına yapışan saçlarını görünce güçlü durmaya çalıştı. "Kaç gündür ağlamaktan helak olduk, artık güçlü durmak gerekmez mi?" Saçlarını okşamaya devam etti. Annesi meraklanarak "Bugün eve dön, hatta gidelim mi kızım?" dediği an Fatiha okunacağı söylendi. "İstanbul'da işin var mı?"

"Anne benim büroya uğramam lazım." diyen Miray, burnunu çekerek Melek'in gömüldüğü alana doğru kısa bir bakış attı. "Melek'in avukatı olmak istiyorum, söylemiştim sana."

Bir dakika boyunca sustular, dua ettiler ve Fatiha okudular.

Miray'ın yeşil gözleri annesinin solgun yüzüne değince "İstanbul'a döneceğim." dedi üstünden zaman geçtiği için. "Muhtemelen üç hafta sonra Mir Beyaz'ın duruşması olacak muhtemelen. Hem daha ben otopsi raporunu incelemedim, olay yeri incelemenin belgelerini incelemedim. Kaç gündür işe yaramaz, tembel ve salak gibi yatıp ağlıyorum." Toparlanmaya çalıştığında eş zamanlı olarak öfkesi o kadar harlanmıştı ki buna dayanamayıp ayağa kalkmıştı. Kafasındaki siyah örtüyü indirdikten sonra arkasını döndü. "Eve uğrayıp birkaç eşya almam lazım. Sonra gideceğim."

"Miray, dursana kızım iki dakika..." Bengü Hanım sonunda pes etti ve sesli bir nefes verdi. "İyi tamam, git."

Miray, arkasını dönüp gidecekken Ümit Haldun İnal'ı görünce olduğu yerde kalakaldı. Cenaze alayının iki adım ilerisindeydi, herkesin arkası dönüktü.

Bengü Hanım ve Seray, Ümit Haldun İnal'ı gördüklerinde şaşırdılar ancak ses etmediler.

Ümit Haldun İnal, Miray'ın tam karşısına dikildi ve hüzünlü gözlerini Miray'ın üstüne dikti.

"Buyurun." diyen Miray'ın kaşları çatıktı çünkü Ümit Haldun İnal, Miray'a onun düşmanıymış gibi öfkeli bakışlar savuruyordu.

"Kardeşin cezaevine girdi diye gidip onu savunmayacaksın, öyle değil mi?" diye soran adamın sesi tıpkı yüzü gibi solgundu. "Ola ki bir kez savun o caniyi..." İşaret parmağını havaya kaldırıp kısaca salladı. "Bir daha avukatlık yaptırmam sana."

Miray dalga geçer gibi güldükten sonra "Birincisi, bu kanıya nereden vardınız?" diye sordu. "İkincisi," İleriyi işaret etti, Melek'in gömüldüğü alanı. "Cenazede konuşulacak şey mi bu?"

"Orada ebedi uykuya dalan benim kızım, biliyorum." diyen adamın çenesi titredi. Üzüntüden kalbine dokunurken "Ve sen kızımın katilini savunursan ben de az önce dediklerimi yaparım." dedi son kez.

Miray'ın ifadesi asla değişmedi. Soğuk bir sesle "Onu sizden bile daha iyi tanıyorum, bu çok acı ama toprağın altında yatan sizin kızınızsa benim de çocukluk arkadaşım." diyerek daha da yaklaştı adama. "Sizin arkanızdaki halk, size üzülüyor olabilir ve sizi çok seviyor olabilir ama benim korkum yok. Beni korkutamazsınız. Ucunda ölüm bile olsa Mir Beyaz'ı savunurum çünkü o suçsuz ve ben de avukatım."

Ümit Haldun İnal aptal bir adam değildi. Kızının katili dışarıda gezerken suçsuz bir insanın hapis yatmasını elbette istemezdi lâkin öfkesi, zekâsının önüne geçerek bir suçlu arayıp ona çatmak istediğinden bu gibi hadiseler yaşanıyordu.

"Sen ne dediğini zannediyorsun?" Ciddiyetini bozmadan tehditkâr bir bakış savuran siyasetçi adamın tüm İzmit'i yakıp yıkacak kadar yüksek bir sesle bağırması yakındı. İçindeki ateş sönmüyordu. "Onun annesi azıcık ileride, bari ona saygın olsun!" İkisinin de gözleri kıpkırmızı oldu.

Melek'in annesinin mezarına bakan Miray alt dudağını ısırdı. "Benim ona da size de saygım var ama sizin de bana saygınız olsun. Ben senelerimi Melek'le geçirdim, o da benimle geçirdi. Biz birbirimizin en yakınıydık." Elini kalbine götürdü. "Hayallerini biliyor musunuz siz onun?" Yanağındaki yaşları sildi. "Bir oğlu olsun çok isterdi mesela... Adını Umut koymak isterdi." Miray, söyledikleri içini parçalasa bile devam etti. "Babası da Mir Beyaz olsun isterdi çünkü âşıktı, ikisi de âşıktı birbirine..." Durmadı. "İstanbul'a taşınmak isterdi, sakin bir semte. Orada kendisine ofis açmak isterdi, mimardı ya Melek hani, mesleğini yapmak isterdi... Evinde küçük bir balkonu olsun, etrafta sarı ışıklar olsun, resim çizsin... Huzur isterdi ama hiçbiri olmadı." Kafasını olumsuz anlamda salladı. "Ve siz bunları ondan hiçbir zaman duymadınız. Neden?" Adamın yüzü düştü. "Çünkü sizin işiniz gücünüz, iktidar, başkanlık, siyaset... Etrafta bin tane koruma, İzmit'ten dışarı çıkma izni bile vermediniz Melek'e, mahkûmiyet..." Melek'in mezarını işaret etti Miray. "Orada bir beden gömüldü, cansız bir beden ama hayalleri canlı canlı gömüldü. Onu da ben gömdüm işte." Kafasını sallayıp durdu. "Şimdi karşıma geçip bana gerçekleri ortaya çıkarmak istediğim için meydan okuyamazsınız, izin vermem."

Etraftakiler, Ümit Haldun'u ararken bazıları Miray'la olan münakaşasına şâhit bile olmuştu; misal Varan Alp'in ve Teoman'ın ablası Leman Çakmak ile eşi Behzat Ali Yücesoy...

Leman, ikisine doğru yaklaştıktan sonra "Dayı," diyerek dayısının yanında durdu. "Hayırdır Miray? Adamı kızının cenazesinde azarlıyor musun?"

Miray'ın annesi ve ablası da ortam kalabalıklaşınca yanlarına doğru yürüdü. O sırada Miray arkasını dönüp gitmek üzereyken Leman'ın gergin anına denk gelmişti.

"Hayır ama dayınız tıpkı dediğiniz gibi beni azarlamaya gelmişti, arkadaşımın cenazesinde." Oldukça iğneleyici ve soğukkanlı tavrı sayesinde Leman yerle bir olunca bunu yedirememişti.

"Sen arkadaşının katilini savunuyorsun demek ki..." diyen Leman'ı susturan kişi, eşiydi.

"Hayatım gelir misin?" Omuzundan tutarak geriye çekmeye çalıştı. "Cenazede yapmayalım, dayın da üzülür." diye eşinin kulağına fısıldayan Behzat Ali, eşini uzaklaştırmak için iki adım geriye gitti. En sonunda sertçe "Leman, zamanı değil, ağlıyorlar zaten, karışma." diye uyardı karısını. Son zamanlarda Leman'ın gerginliği herkese dert olmuştu zaten.

Ortalık iyice karışmadan eşini uzaklaştırmayı başaran Behzat Bey, eşini arabaya bindirir bindirmez Varan Alp'in yanına yürüdü.

"Varan Alp," Omuzuna dokundu kayınçosunun. "Bak ablan çok gergindi, Miray'a sataştı." Varan Alp'in kaşları çatıldı. "Kızın gözleri de kıpkırmızıydı. Sen ilgilenir misin? Özür de dilemedi zaten kızdan..." İleriyi işaret etti. "Dayınla tartıştılar sanırım."

Varan Alp gözleriyle Miray'ı ararken "Ne dedi ki ablam?" diye sordu.

"Ya pek anlayamadım ama süt kardeş meselesi... Neyse, çok bekletmeyeyim ablanı. Tekrardan başınız sağ olsun."

Arkada Teoman belirdiği an, eniştesiyle selamlaşmıştı. Behzat, Teoman gelince gitmek üzere olduğundan kısaca selam verip arabasına doğru yürüdü.

"Ne oldu, ne diyor eniştem?" Teoman, cebinden telefonunu çıkarırken kardeşine döndü.

Varan Alp'in gözleri hâlâ Miray'ı ararken "Ablam Miray'a bulaşmış sanırım," demekle yetindi. "Seray nerede? Miray'ın yanındadır belki."

Teoman telefonunu havaya kaldırdı. "Ben de Seray'ı aradım ama ulaşılamıyor."

"Teo," Teoman'ın arkasındaki kalabalık grubun yanında bekleyen Seray, eşi ile kaynının yanına yürüdü ve nefes nefese ileriyi gösterdi. "Ya Miray'ı durdurun, bir şey yapın..." Çaresizce annesini işaret etti. "Ümit Haldun Bey ile sonra da Leman ablayla tartıştı."

"Ne oluyor ya?" diye soran Teoman'ın hiçbir olaydan haberi yoktu. "Dayım da mı Mir Beyaz yüzünden olay çıkarmış? Cenazede olacak iş mi?"

Varan Alp, yengesine bakıp "Nereye gitti?" diye sordu.

"İstanbul'a..." diye cevapladı Seray. "İstanbul'a gidip Melek'in katilini bulacağını söyledi."

ERTESİ GÜN

MİRAY HİLDE LALEZAR

Pazartesi sendromunu, çektiğim acıdan ve içime gömdüğüm gözyaşlarından ötürü çabucak atlatmıştım; daha doğrusu umurumda bile olmamıştı.

Sayer Hukuk'un en üst katında, Aykut Sayer'in odasının önündeki bekleme koltuklarından birindeydim. Hafta sonu araya girdiğinden ve henüz bugün ofise geldiğimden Aykut Sayer'i görememiştim.

Onu beklememin sebebi çok açıktı: Davaya ortak olmak istiyordum. Duruşmada savunamasam bile davaya ortak olursam bilgi edinip yardımcı olabilirdim.

Asistanı odasından çıkınca "Miray Hanım," dediğini işitip ayaklandım. "İçeri geçebilirsiniz."

Çok şükür... Dört saattir iş yerindeydim, yarım saattir de bu adamın meşguliyetinin sonlanmasını bekliyordum; yılmıştım.

Kapıya iki kez hızlıca tıkladıktan sonra içeriye girdim. Elinde tuttuğu beyaz fincanı dudaklarına götüren Aykut Sayer, diğer eliyle masasının önündeki sandalyeleri işaret etmişti. Çok beklemeden sandalyelere geçtim ve kahvesini yudumlamasını bekledim.

Kupayı dudaklarından ayırıp masaya bıraktı. "Buyurun. Miray'dı, değil mi?"

"Evet." Başımı sallayarak onayladım. "Zaten cuma günü emniyete geldiğinizde beni görmüştünüz." Hatırlar gibi olup sol gözünü kıstı ve düşünceli bir ifadeyle biraz daha baktı yüzüme. "Ümit Haldun İnal'ın yanındaydınız geldiğinizde, ben de Erkin Savcı'nın yanındaydım. Komiser odasına girmeden önce, hemen."

"Ha evet!" Sandalyesini masaya yaklaştırıp masanın üstüne koyduğu ellerini birleştirdi. "Melek'in davası için çalışmak mı istiyorsunuz?" Önünde duran laptopu açtıktan sonra yüzünü bana çevirdi, bir yandan klavyedeki tuşlara tıklıyordu. "Miray..." Yüzünü laptopa çevirdi. "Miray Hilde Lalezar. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2021." Muhtemelen CV incelemesi yapıyordu. "Biraz dosyalarınıza bakayım..." Bir süre gözleri ekranda gezindi. "Asiye Şensoy davasına siz mi baktınız?" Kaşları havaya kalktı. "Mesleğinizde iyisiniz."

Belli belirsiz bir ifadeyle kafamı sallarken "Evet, bundan daha önemli bir detay da var." diyerek gözlerini bana dikmesini sağladım. "Maktul Melek İnal'ın en yakın arkadaşı ve sanık Mir Beyaz Küfe'nin süt kardeşiyim."

Adamın gözleri fal taşı gibi açıldı, arkasına yaslandı. "Şimdi şöyle..." diyerek kaşlarını çattı. "Senin adını duymasam da Ümit Haldun Bey bu durumdan bahsetmişti. Ama burada çalıştığından haberim yoktu. Demek o bahtsız gariban sendin..."

"Pardon?" derken bu tür bir cevap beklemediğimden ötürü hem şaşkın hem de sinirliydim. "Bahtsız gariban, derken?"

Aykut Bey gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. "Miray Hanım, kabul edelim ki psikolojiniz pek yerinde değil. Zaten..." Laptopunun ekranını işaret etti. "Bir haftalık izin almışsınız, yarın izniniz başlıyor."

Oflarken "Toparlanmak adına dört gün izin talep ettim ki haklı dayanaklarım var fakat ben hâlâ neden bana bahtsız gariban dediğinizi anlayamadım. Bu nasıl bir sıfat tamlaması, anlamış değilim." dediğimde, çok hızlı konuştuğumdan etrafı göremez olmuştum. Hâliyle patronumun oğlunun tepkisini de görememiştim. "Neyse, psikolojimi toparlamak için izin aldım. Ayrıca tamam, duruşma için hazır olmayabilirim ama biliyorsunuz ki siz çalışırken ekip arkadaşınız olabilirim. Zaten kuvvetle muhtemel ertelenir ve ben de ikinci celsede tamamen odaklanırım, emin olabilirsiniz. Size en iyisi benim, demiyorum ama ikisinin de en yakın arkadaşıyım. Siz müşteki avukatı olabilirsiniz, evet, ben de Melek için çabalamak istiyorum ancak davanın içinde olmadan çabalayamam ve..." Bunu söyleyip söylememek konusunda kararsızdım. "Melek'in katilinin, Mir Beyaz Küfe olduğunu düşünmüyorum."

Aykut Sayer, gülüşünü gizleyemedi. "Adamın silahından çıkan kurşun, Melek'in ölümüne sebep olan kurşun ve..." Tiksinerek yüzünü buruşturdu. "Yahu silah bulunamadı, demek ki saklamış... Yüzükten alınan parmak izlerinde Melek'in ve Mir Beyaz'ın parmak izi var... Bu kadar delil yeterli mi Avukat Hanım? Aklını peynir ekmekle yemeyen her hâkim, bir bilemedin ikinci celsede ağırlaştırılmış müebbet verir. Ki otopsi raporunda da..." Kaşları çatıldı. "Neyse..."

Kafamı allak bullak etmişti. "Bir bilemedin ikinci celsede mi?" Kafamı olumsuz anlamda salladım. "Suçunu kabul etmiyor, yani etmeyecek."

"Ama susuyor..." diyen patronumun kahverengi gözleri rahatsız edici bir biçimde gözlerime dikildi. Yüzündeki kısa sakal ve bıyık, yaşından olgun gösterirken kaç senedir avukat olduğunu sorguladım. "Ve..." dedi birkaç saniye sonra. "Avukatı da yok gibi bir şey."

Sıkıntılı bir nefes eşliğinde "Barodan talep edilmiştir." diye mırıldandım.

"Onunla konuştuk biz," Arkasına yaslandı. "Duruşmaya gelecek ama savunmayacak."

"Nasıl yani?" diye sorunca hin gülümsemesinin ardından gözlerini kırpıştırdı. İyice mallaşmıştı bu adam da... "Tehdit mi ettiniz?"

Cıkladı. "Ümit Haldun İnal rica etti."

"Rüşvet..." Duyduklarıma inanamıyordum. "Bakın, gerçekten göründüğü gibi olduğunu düşünmüyorum, bu yüzden izin verin asıl katili bulalım... Benimle otopsi raporunu paylaşırsanız, gelişmeleri paylaşırsanız size savunmada yardımcı olurum."

"Avukat Hanım, kendinizle çelişiyorsunuz. Mir Beyaz Küfe'yi savunuyorsunuz ve bunu bana..." diyerek hayretle göz devirdi. "Patronunuza yapıyorsunuz. Üstelik az önce müşteki avukatı olmayı teklif ettiniz. Bu ne yaman çelişki? Rica ediyorum gidin dinlenin ya..."

Haklı olma payı da vardı.

"Davanın içinde olmak için, gelişmelerden haberdar olmak için bir tarafın avukatı olmak istiyorum ki davayı çözüp asıl katilin cezalanmasında yardımcı olabileyim..." diyerek niyetimi belli ettim. "Ve gerçekten azıcık güveniyorsanız şu laptoptaki CV'ye, beni davaya dâhil edin."

"Avukat Hanımcığım," Gülümsedi. "Yarın tutuklu yargılanma, bir iki aya da ağırlaştırılmış müebbeti, Sayer Hukuk farkıyla aldıracağım. Bunu da keyifle ve tek başıma yapacağım." Gururla arkasına yaslandı. "Ayrıca Ümit Haldun İnal, kendisiyle bizzat benim ilgilenmemi uygun gördü. Başka bir avukatı davaya dâhil etmeyeceğim."

Hiç tepki vermeden ayağa kalktım. "O zaman size iyi günler."

"Size de iyi tatiller... Maşallah," deyince tam kapıya yönelecekken Aykut Bey'e döndüm. Kaşlarımı çatılı görünce laptopu işaret etti. "Ortalamana söyledim onu... 3,45 gayet iyi. Yemedin içmedin ders mi çalıştın?" Gözlerimi dikip öfkeyle baktığımda ise yüzü bozuldu. "Yani ben, İstanbul Hukuk olduğundan dolayı..."

Kafamı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, ben bir işe kafayı koyunca yapmadan duramıyorum; bu yüzden 3,45." Gözdağı vermek için iki kez öksürüp "Bu dava için de geçerli." deyince adam kıkırdamaya başladı. "İyi günler."

Anlaşılan ortalık karışacaktı.

-

INSTAGRAM // esmatonguc

TWITTER // esmatonguc

Loading...
0%