Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. SANIK MÜDAFİ

@esmatonguc

#kadınaveçocuğadokunma

#istanbulsözleşmesiyaşatır

 

 

Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.

ON YEDİ EYLÜL

8. BÖLÜM: "SANIK MÜDAFİ"

"Bizim dünyamızda cümleler, bütün vukuatı çözer."

⚖️

Bizim dünyamız karanlık... Belgeler, kanunlar, suçlular, suçlamalar; insanlar suç işler ya da teşebbüs eder, biz çözmek pahasına ya da çözmemek pahasına kendimizi feda ederiz.

Bizim dünyamız karanlık... Bizim dünyamızda, cümleler bütün vukuatı çözer. Karanlığın içindeki aydınlığı aramak gibi, detaylarda gizleneni bulmaya çalışır dururuz. Bu yüzden bazen kendimize vakit bile ayıramayız.

İstanbul trafiği yüzünden yirmi dakikada geleceğim semte neredeyse bir saat sonra ulaştığımdan dolayı mutsuz ve yorgundum. Bu İstanbul denilen şehir bazen kendini sevdirse de trafik yüzünden nefret ettiriyordu. Gerçekten bunalmıştım.

Sonunda ablamların apartmanının önüne gelmiştim.

Kaldırıma geçip çantamın içini kontrol ederken bunu her toplu taşımadan indikten sonra yaptığımı fark edip yüzümü ekşittim. "Lanet bir şehir..." diyerek yürümeye devam ettim ancak ablamın apartmanının hemen yanındaki apartmandan bir çığlık sesi işitmemle kaldırımın ortasında kalakalmam eş zamanlı oldu.

Yanımdan geçen adam, "Üf..." diyerek apartmanı işaret etti. "Şu kadının sesine tahammülüm kalmadı artık."

"Pardon," diyerek adamı durdurdum. Karşısına geçip "Neden sürekli çığlık atıyor? Ya da... Neye tahammülünüz kalmadı?" diyerek hem soru sordum hem de hesap. "Yardıma mı ihtiyacı var?"

"Ya kardeşim," diyen en az kırklı yaşlardaki adam somurtuk bir yüz ifadesine sahipti. Apartmanı işaret ederken "Bu kadın, elli küsur yaşında; kocasından mı ne boşanmış..." diye açıklamaya başladı. "Geçen gün kavga ettiler, eski eşi eve geldi. Ondan sonraki gün gece vakti bunun bir kızı mı ne var, o gelip kadınla kavga etti. Ya bıktık." Yakasını çekip bıraktı. "En son kadın gitmiş karakola, şikâyet etmiş. Eski kocam beni darp etti diye..."

Hayretle adamın tavırlarını incelerken "Eee?" diye sorup kollarımı göğsümde bağladım.

"Yahu ne olacak? Adamın ifadesini almışlar, sonra da geri salmışlar. Ulan bir huzur bırakmadılar... Benim beş yaşında çocuğum var, bazen geceleri bunların kavgasından, gürültüsünden uyuyamıyor. En az bir aydır durum bu şekilde."

Öfkeme hâkim olmaya çalıştım ancak başaramadım. "Beyefendi," Adamın yüzü üstümde gezindi, ne olduğunu anlamaya çalışır gibi bakakaldı. "Kadını darp etti, diyorsunuz. Sonra da bıktığınızı söylüyorsunuz. Yahu koskoca mahalle, nasıl buna seyirci kalabilirsiniz?" Ablamın evini işaret ettim. "Sadece size söylemiyorum! Ablam burada oturuyor, şimdi gidip ona da soracağım hesabını!"

Adam bir anlığına mahcubiyetle kafasını eğdi. "Çok haklısınız ama insan korkar yani... Eski karısını darp eden adam bana, çocuğuma, eşime tebelleş olursa ne yaparım? Bakın," Samimi olduğuna inanmaya başlayınca sesli bir nefes verdim. "Bizler vatandaşız, elbette kavga gürültüye tepkimizi gösteririz ancak bir yere kadar. Bu, polis memurlarının görevi. Yani size sorarım: Komiserlerin, amirlerin hatta savcıların saldığı bu şerefsiz herifleri biz mi terbiye edeceğiz?"

İçim burkuldu. "Bakın, ben size kartımı takdim edeyim." Çantamı karıştırdıktan bir süre sonra sonunda kartımı buldum. "Ben avukatım." İçeriyi işaret ettim. "Birazdan içeri gireceğim ama ne olur ne olmaz kartım sizde de bulunsun. Eğer benzeri bir kavga çıkarsa kameraya alıp bana gönderin, tabii polise de haber verin. Sizin ihbar ettiğinizi söylemem, isterseniz gidip sokağın öbür ucundan çekin. Görüntüler elime ulaştığı gibi elimden ne gelirse yaparım."

Kartı elimden alırken "Aklınız kalmasın. Görüşmek üzere." dedikten sonra kartı cebine koydu. Sonra da yürümeye devam etti.

Bahsettiği apartmanın kapısı açık olduğundan dolayı rahatlıkla içeri girdim, daha sonra giriş katının ziline bastım. Dört beş saniye beklememin ardından kapıyı ellili yaşlarda bir adam açtı.

"Buyurun." Sesi epey yüksek çıkmıştı.

Oldukça pozitif görünmek için gülümsedim. Ardından girmem gereken role büründüm. "Merhaba, ben Miray." Adam sanki anlama kıtlığı yaşıyormuş gibi ben konuştuktan on saniye sonra ancak kafasını salladı. "Benim geçen gün köpeğim bu sokak civarında kayboldu." Adamın yüzü ekşir gibi olunca gülümsememi daha da abarttım. "Acaba görmüş olabilir misiniz? Siyah renkte bir kangaldı."

"Ney?" Bu sefer korkmuş gibiydi. "Kangal mı kayboldu?"

Kafamı salladım. "Sivas kangalı."

Yutkundu. "Yahu ben nereden bileyim? Görmedim!"

"Başka biri yaşıyor mu evde? Ona da sorsaydım?"

Adam hayretle ofladı. "Yok başka biri, görmedik kangalını!" Kapıyı yüzüme çarptı.

Az önce duyduğum çığlık sesi bir kadına aitti ve giriş katından geldiğine emindim, bu nedenle içeride karısını gizlediğinden iyice emin oldum.

Oflaya oflaya apartmandan çıktıktan sonra ablamların apartmanına doğru ilerledim. Binaya girdim, asansöre bindim ve kapıya tıklayana kadar sadece yan apartmandaki zavallı kadını düşünüp durdum.

Kapıyı eniştem açtı. "Miray gelmiş Seray!" İçeriye seslendiği an kapının önündeki ayakkabıları görünce endişeyle içeriyi işaret ettim.

"Misafiriniz mi var?"

"Misafir yok." Ayakkabıları gösterdi. "Varan Alp var."

Ayakkabımı çıkarırken dünkü hâlinden daha iyi göründüğü için sevinmiştim. "Varan Alp evin sahibi herhalde..." İçeriye girdim. "Misafir olmadığına göre..."

Teoman, çantamı portmantoya bırakırken "Evin sahibi değil ama belki ileride senin kalbinin sahibi olur." deyince ağzım beş karış açık kaldı.

"Ya yine başladın, helal olsun!" diye tısladım dişlerimin arasından. "Yapmayın sakın onun yanında, rezil ediyorsunuz beni ya..."

Kolunu kaldırarak kafamdan tuttu ve alnımdan öptü. "Şaka yapıyorum şaka..." Saçlarımı karıştırınca ellerini ittirdim. "Daha iyi misin?"

"Ya enişte iyiyim de... Yüz defa dedim dokunma saçıma diye!" Ablam mutfak kapısında belirince şikâyet eder gibi Teoman'ı gösterdim. "Şu kocana bir şey söyle."

Ablam sağ olsun, hiç umursamadan eliyle gelmemi işaret etti. "Miray," Aynı zamanda sırtını tutuyordu. "Annemle börek yaptık, daha fırından yeni çıktı. Çabuk... Dur! Önce elini yıka, sonra gel."

Bıkkınlıkla "Ay tamam! Zaten yıkayacaktım! Annem ne zaman döndü?" diyerek banyoya ilerledim.

"Sabah gitti Gebze'ye!"

Banyoya girer girmez ilk işim, aynadan kendime bakmaktı. Eniştemin maalesef buklelerimi bozduğu saçları tek tek toparladım. Ellerimi sabunladıktan sonra iyice yıkadım ve bu kez gömleğimi düzelttim.

Banyoda Varan Alp'in parfümünün kokusu iyice yayılmıştı, demek ki yeni gelmişti ve az önce o da banyodaydı.

Kendime söz vermek istediğim için "Bugün ağlamayacaksın, ağladıkça daha kötü oluyorsun." diyerek aynadan baktığım kendimi tehdit ettim. "Ağlarsan inşallah yüzünde seksen tane sivilce, beş yüz tane siyah nokta, dokuz yüz tane de gözenek çıkar!"

Dün, cenazeden sonra kendime bir söz vermiştim: Artık ağlamayacaktım.

Hafta sonu yeterince gözyaşı dökmüştüm.

Ağlamak çözüm değildi ve artık ağlamak istemiyordum.

Eğer içim soğusun istiyorsam artık duygusallığı bir kenara bırakıp katilin kim olduğuna odaklanmalıydım, bulur bulmaz hapse tıkılması için elimden ne geliyorsa yapmalıydım.

Kendime iyice çekidüzen verdiğimden emin olduğumda banyodan çıktım ve Varan Alp'in mutfaktan gelen sesini duyunca koridorun ortasında kalakaldım. Teoman, burada olduğunu söyleyince normalleştirip tepki veremesem de özellikle perşembeden cumaya yirmi dört saat boyunca onunla dip dibe olduğum için onu görecek olmak garip hissettirmişti.

Garipten kastım, gerilmiştim.

Cenazede de pek görememiştim zaten.

Kendime tekrardan sinirlendim. "Ve," diye ekledim bu kez aynaya bakmadan. "Varan Alp, sıradan bir insan. Tek ortak noktamız, Rüzgar." İşaret parmağımla şakağıma bir kez vurdum. "Normalleştir Miray. Normal..."

Ve sonunda mutfağa giriş yaptım.

Ablamların mutfak masası, duvara yapışıktı. Etrafındaki dört sandalyenin ikisi boştu çünkü eniştem tezgâhtaki tabakları hazırlıyordu.

Mutfağa girdiğim an göz göze geldiğim ilk kişi Varan Alp'ti. İleride, duvara yapışık sandalyede oturuyordu ve önündeki çay bardağı yarılanmıştı.

Beni görünce "Merhaba," dedim mesafeli bir sesle ve duvar tarafında oturup arkasına yaslanmış ablamın yanındaki sandalyeye geçtim. "Enişte, yardım edeyim mi?" diyerek kafamı kaldırsam da masaya dönen Teoman kafasını olumsuz anlamda sallamıştı. "Eee, Rüzgar uyuyor mu?"

Varan Alp "Sana da merhaba." deyince kısa bir bakışla onayladıktan sonra tekrardan ablama döndüm.

"Uyuyor." Çayının yüzde yetmiş beşini bitiren ablamı izlerken hâlâ moralinin bozuk olduğunu şişmiş gözlerinden anlayabiliyordum. Oğlunun doğduğuna sevinememişti. "Zaten sadece gündüz uyuyor, anlamadım ki..."

Eniştem çaydanlığı dibime kadar getirince hafifçe arkama yaslandım. Önümdeki çay bardağını doldurdu.

"Gece çok ağlıyor." diye devam etti eniştem.

Ablam gülümseyerek enişteme bakarken "Sen duyuyor musun be gece ağlamasını?" diye sordu. İsyankâr bir bakışla gözlerini devirdi. Varan Alp'e dönüp "Senin bu abin var ya..." diyerek somurttu. "Çok pislik."

Teoman bir anda "Ne alaka be?" tabiri caizse kişnedi. Eniştem yanımdaki sandalyeye oturunca gülmeden edemedim. "Ben sabah beşte beşiğini sallıyordum, sen horul horul uyuyorken, Seray Hanım..."

"Allah Allah! Çocuğu saatte bir emziriyorum," Hüzünle dudaklarını büzdü. "Zaten boğulacak diye korkuyorum..."

Kaşlarım çatıldı. "Abla niye boğulsun?"

Ablamın bir anda gözleri doldu. "Ya ani ölen bebekler var ya hani... SIDS." Ağlamaya başladı. "Ya Rüzgar da ölürse?"

"Miray kalk," diyen Teoman'a tuhaf bir bakış attım. "Yer değiş."

Ablama baktıktan sonra ayağa kalktım ve Teoman'la dünyanın en saçma hareketini yaparak yer değiştirdik.

Eniştem ablamı teselli ederken çayımı önüme aldım, eniştemin çayını da soluma doğru itekledim. Sağımda duran ve birbirimize dik açı şeklinde oturduğumuzdan dolayı dip dibe durduğumuz Varan Alp'e ne yazık ki bakamıyordum.

Hafta sonu ona bağırdığım ya da gereksiz çıkıştığım anlar gelince çok utanmıştım.

Varan Alp, "Yengeciğim," dediğinde yüzümü ona çevirdim. "Bu oran en düşük binde bir, diye biliyorum."

Ablam burnunu çekti. "Gerçekten mi?"

"Evet." diyerek gülümseyen Varan Alp'in gözlerine takılı kalmıştım. Bana dönünce göz göze geldik, ben de çayıma çevirdim yüzümü.

Teoman bize doğru döndü. "Varan Alp, daha soruyu okumadan çözen öğrencilere benziyorsun." deyince dudaklarımı birbirine bastırdım. İlkokuldayken zaten öyleydi ama sesimi çıkarmadım. "Beş saattir canımlı cicimli konuşup sakinleştirmeye çalışıyorum, tek cümlenle ağlaması durdu."

Ablam kafasını eniştemin omuzuna yasladı. "Ya sana kıyamam, özür dilerim. Ben bu aralar çok duygusalım... Gerçekten... İyi değilim."

"Aşkım sorun değil ama uyuyup Rüzgar'a bakmadığımı ima edince alınmadım değil." diyen eniştem, dünyanın en komik insanı olabilirdi. Çayımı kaldırıp içerken "Siz de öyle bön bön bakmayın, bir gün bebeğiniz olursa anlarsınız." dediği an çay boğazımda kaldı ve öksürmeye başladım.

Nefes alabilmek için ayağa kalkıp tezgâha döndüm ve sürahiyi elime aldım. Ablam ve eniştem elleriyle ağızlarını kapatıp gülerken Varan Alp bana bakarak "İyi misin?" diye sordu.

"İyiyim." diyerek çekmeceden kendime bardak çıkardım. "Bir şey olmadı... Çay şey oldu," Ablamla göz göze geldik, sırf kaç gündür moralleri bozuk diye üstelemedim. "Çay boğazımda şey oldu. Sıcaktı da." Bardağı masaya koydum, ardından kendime su doldurdum.

Ablam, ben suyu içerken, "Ablacığım, su içerken de nefes alma. Maazallah boğazında kalır." deyip ciddiyetini koruyabilmişti.

"Siz bana şeyi söyleyin," dedim bardağı masaya bıraktıktan sonra. "Yan apartmanda, giriş katında oturan orta yaşlı bir kadın varmış. Eşiyle kavgalıymış. Doğru mu?"

Ablam kaşlarını çattı. "Ben duymadım." diyerek iki elini havaya kaldırdı.

"Ben de duymadım vallahi..." diyen eniştem polis memuru olmasına rağmen haberi bile yoktu. "Sen nereden biliyorsun?"

Göz ucuyla Varan Alp'e baktığımda göz göze geldik. "Şey," dedim ve ne diyeceğimi unuttum. Ablam ve enişteme dönerken "Buraya gelirken yan binadan kadın çığlığı duyunca kaldırımdan geçen adamı durdurup sordum. Kadın eşinden boşanmış, eşi de rahatsız edip duruyormuş. Sürekli bağırıp çağırıyorlarmış. Nasıl duymadınız ya?" diyerek isyan ettim.

"En üst kattayız, ondandır belki." diyen ablamın yüzü düştü. "Eee? Başka ne öğrendin?"

"Binaya girdim."

Eniştemin gözleri fal taşı gibi açıldı. "İnşallah gidip adama saldırmamışsındır Miray."

"Yok, kadının içeride olduğunu saklayıp saklamayacağını öğrenmek için bir şeyler uydurdum. Tabii ki sakladı. Neyse, ilgileneceğim."

Varan Alp, konu ilgisini çekince "Çıkarken bana gösterir misin daireyi?" diye sorunca birkaç saniye cümlesini sorguladım.

"Beraber çıkacağımızı nereden çıkardın?"

"Öyle bir şey söylemedim." deyince somurttum. "Ben çıkarken göster işte."

"Daha yeni geldiğin için hemen çıkmazsın, diye düşünmüştüm."

Eniştem "Yeni geldiğini nereden biliyorsun?" diye sorunca birkaç saniye düşündüm.

Çayını işaret ettim. "Çaydan anladım."

"Ne diyorsun ya?" diyen enişteme döndüğümde ablamın gamzesinin belirdiğini de gördüm. "Miray, çayından nasıl yeni geldiğini anladın. Açıklar mısın?"

Hepsi pürdikkat beni dinlerken "Çayının yarısını içmiş." deyince Varan Alp'in gözleri kısıldı. "Soğuk içiyormuş ya çayını." Eniştemi işaret ettim. "Sen söylemiştin."

Ablamı günlerdir ilk defa bu kadar mutlu görüyordum. "Belki ikinci bardağı?" diyerek göz kırptı.

"Arıtmanın hepsi dolu, hem çaydanlığında hepsi doluydu." diyerek tezgâhı işaret ettim. "Demek ki çaydanlığı ikinci defa demlememişsiniz. Eniştem doldururken çok dolu olduğu fark ediliyordu. Bardakların da hacmi epey büyük. Çayın soğuması için en az beş dakika geçmesi gerekiyor. Sen de börekler pişmeden çayı erken demlemezsin abla. Adliyeden de o kadar erken çıkamaz. Ayrıca şey..." Kafamı kaşıdım. Banyoda parfümünün kokusunu duyduğumu söyleyemezdim. "Öyle işte."

"Yok devenin nalı..." diyen eniştem devam etmem için buyurdu.

Öksürerek "Niye bu kadar sorguladınız ve açıklattırdınız?" diye isyan ettim. Varan Alp'e döndüm. "Tatmin olmuşsundur herhalde."

Çayımdan bir yudum aldığım an Varan Alp, "Ben sormadım ki..." dedi rahatlıkla. "Abim sordu." Yüzündeki ciddiyetsiz ifadeyi görmezden gelirken üstündeki lacivert tişörtü süzdüm. "Abiciğim, tatmin oldun mu?"

Teoman, "Hem de nasıl..." dedi bıkkın bir sesle.

Ablam, "Hazır lafı geçmişken çayını doldurayım ben senin..." diyerek ayağa kalkınca ayağı takıldı. Teoman, ablamın ayağı takılınca korkudan ayaklandı, muhtemelen ağrı girdiğini zannetti.

"Ödümü kopardın Seray ya... Sen otur." diyerek sandalyeye oturttu. "Aklım çıktı." Elini alnına götürdü. "Kimin çayı yok şimdi?"

Ablam sandalyeye geçerken "Âşık bana, anlamadık sanki..." deyip sırıtmaya başladı.

"Siz cicim aylarını geçmediniz mi ya?" diye takıldım. "Yeter, midem bulanıyor."

Ablam, "Kıskanma, senin de olur." deyince gözlerimi devirdim.

Eniştem ablamın çayını doldururken "Onu mu dedik sanki?" diyerek tavır yaptım.

Bu yakıştırmaları artık bitirmezlerse Varan Alp'le beraber oldukları ortamlara girmemeye başlayacaktım. Çok rezil hissediyordum.

"Neyse, neyli bu börek?" diye sorunca eniştem bir anda kıkırdamaya başladı, Varan Alp de sessiz bir şekilde güldü. Manasız bir bakış attıktan sonra kaşlarımı çattım. "Neye gülüyorsunuz ya?" Böreği tabaktan alıp önümdeki servis tabağına koydum. "Nesi komik?"

Ablam çayını masaya bıraktıktan sonra "Böööörek, diyorsun ya Miray. Ona güldüler." diye açıkladı. "Ben deyince de gülüyorlar, şahsi algılama kuzum."

Gözlerimi devirerek "Doğrusunu kimse açıklayamaz." deyip börekten bir ısırık aldım. Patatesliydi.

Varan Alp, lokmamı ağzıma aldığım andan itibaren gözlerini üzerime dikince dayanamayıp ben de onun üstüne diktim gözlerimi. Lokmamı yuttuktan sonra "Doğrusu börek." deyip ö harfini uzatmadı.

"Ay aman, ne önemli!" Börekten bir ısırık daha aldım.

Eniştem sandalyesine yerleştikten sonra "Kelime telaffuzları bahane, annemin yaptığı börekler şahane!" deyip böreği tek lokmada ağzına attı.

"Oha Teoman!" diyen ablamın Teoman'ın öküz olduğu konusundaki cümlelerine hak vermeye başlamıştım. "Aşkım sen direkt tabağı ağzına at, hatta ben sana yardımcı olayım ama tabağı çiğneyip yutma. Olur mu?"

Varan Alp, ablamın bu dediğinden sonra sesli bir şekilde gülünce ilk kez sesli güldüğünü duyduğum için şaşkınlıkla başımı ona doğru çevirdim. Ama o da insandı işte... Kıkırdayabilirdi.

Ne saçmalıyordum ben ya? Benim kesinlikle dengem bozulmuştu!

Tabağımda duran börekten bir ısırık aldığım için eniştemle olan lokmamın arasındaki farklı hesaplarken benim de gülesim gelmişti.

Birkaç dakika boş laf dönmeden yemek yedik, çay içtik; genelde ablam ve eniştem Rüzgar'ın ileride nasıl bir tipi olacağını tartışmışlardı. Biz de dinlemiştik.

"Ama göz rengi sonradan değişebiliyor. Bizim bir akrabamız var. Çocuklarının gözleri küçükken koyu yeşilmiş. Sonradan elaya ya da açık kahveye dönebiliyor." diye açıkladı ablam.

Hastanede Rüzgar'ın gözlerinin yeşil olduğunu daha gözlerini açmadan söylediğim için gururla kafamı salladım. "Ama yeşil kalacak çünkü bana benziyor."

Eniştem "Sallama baldız, Varan Alp'in kopyası." diyerek kardeşini işaret etti.

Ablam lokmasını yuttuktan sonra "Ya kusura bakmayın ama ikinize de benzemiyor. Annesiyim ya ben... Benim de gözlerim yeşil, burnum fındık. Elbette bana benziyor." deyince sesli bir nefes verdim.

Eniştem tam lafa girecekken yüksek bir melodiyle mutfağa yayılan cep telefonu sesi işitmeye başlayıp hepimiz Varan Alp'e döndük.

Cebinden telefonunu çıkarıp ekrana baktıktan sonra ayağa kalktı ve mutfaktan çıktı.

"Az bak, az." diyen eniştemin ağzının ortasına şamarı patlatmama çok az kalmıştı.

Hazır Varan Alp yanımızda değilken "Ya siz tescillenmiş iki salaksınız." diyerek bir saat önce görüştüğüm Aykut Bey'e olan öfkemle beraber ikisine patladım. "Rahat bırakın ya beni..." Gayet ciddiydim. "Ayrıca size komik gelebilir ama bizi zor durumda bırakıyorsunuz. Otuz yaşındayız ya biz!"

Ablam elini havada salladı. "Asıl ikiniz salaksınız."

Eniştem "Katılıyore..." deyince sert bakışlarımla ikisine doğru döndüm. "Ne?" diye devam etti Teoman, çayından bir yudum aldıktan sonra. "Bir sene önce söylediğim detayı unutmamışsın?" Sol gözünü kırptı. "Bir de açıklıyor... Yok arıtma dolu, efendime söyleyeyim hava soğuk, buzullar eriyor falan fıstık..."

"Enişteciğim, sus." deyip tabağımdaki yarım böreği ağzıma tıktım.

"Varan Alp de aynı." diyen ablama aniden dönüp kaşlarımı çattım. "Miray gelmeden neler neler yaptı? Tabii bunun haberi yok."

Lokmamı olabildiğinde hızlı yutup "Ne yapmış?" diye sordum. Su bardağını kafama diktikten sonra lokmamı tamamen yuttum. "Ne dedi? Ne yaptı?" Fısıldayarak konuşuyordum.

Eniştem zevkle arkasına yaslandı. "Seni sordu."

"Dedi ki, Miray gelmedi mi?" diye devam etti ablam.

Eniştem devam etti: "İçeride, koltuğun kenarında cübbeni görünce iki saat uzaklara daldı."

"Âşık sana." dedi ablam fısıldayarak.

"Otuz senedir." diye devam etti eniştem. "Aşkım abarttık mı bu sefer?" diyerek ablama döndü.

Ne gerçek ne değil anlayamadığımdan dolayı sıkıntılı bir nefes verdim. "Ben gerçekten kafayı yiyeceğim ya..."

İçeriden Rüzgar'ın ağlama sesi gelince duyar duymaz üçümüz de ayaklandık. "Durun, ben bakarım." dedi ablam ve mutfaktan koşa koşa çıktı. Eniştem peşinden yürürken "Sen horul horul yat, Seraycığım... Ben bakarım yavruma!" deyip koridora çıktı. Mutfakta yalnız kalmıştım. "Bağrıma basarım onu!" diye devam eden eniştem, bugün dünyanın en boş konuşan insanı olabilirdi. Muhtemelen acısını bastırmak için şaka yapıp duruyordu.

Varan Alp'in oturduğu sandalyeye döndüm ve boşluğa bakarak dalıp gittim. Ablamın ve eniştemin söylediklerini kafamda canlandırınca iyice delirdim!

Sanırım artık Varan Alp'in gitmesi gerekiyordu çünkü bu gece burada kalacaktım.

Huzursuzca etrafıma bakınırken kapının önünde Varan Alp belirdi, ablamları göremeyince de bir anlığına kapının önünde kalıp arkasını döndü.

"Neredeler?"

Arkamdan geçerek kendi sandalyesine otururken "Rüzgar ağladı." deyip dümdüz bir ifadeyle masaya bakakaldım. "Şey," diyerek Varan Alp'e döndüğümde kafasını salladı. Sonra da direkt sordum: "Ben cübbemi senin arabanda mı unuttum?"

"Yo," diyerek kısa kesti.

"Allah Allah..." Arkama yaslandım. "Ben buraya getirmiş miydim ya?"

Varan Alp, ona gözlerimi çevirir çevirmez "İçeride, koltuğun kenarında." dedi kısık bir sesle.

Dudaklarımı birbirine bastırarak nefesimi tuttum. "Ha, tamam o zaman..." dedim yalandan.

Ablam uydurmamış mıydı? Gerçi içeride telefonla konuşurken de görmüş olabilirdi. Saçmalık.

"Dayım cenazede bir şeyler demiş herhalde sana," deyince içimde bastırdığım öfke ve hüzün karmaşasını açığa çıkarmıştı Varan Alp. Ne güzel, iki gün hatta neredeyse üç gün sonra kendime ancak gelmiştim ama ne zaman Melek'in konusu geçse tekrardan aynı ruh haline bürünüp duruyordum. Aklımı toplamam gerekiyordu, duygularımı yok saymam gerekiyordu... "Onun adına özür dilerim."

Birkaç saniye cevap veremedim. "Önemli değil." Varan Alp, ne söylediğimi anlamamış gibi kısık gözlerle beni izleyince konuşmaya devam ettim: "Dayının tuttuğu avukat, benim çalıştığım yerin başında duruyor. Yanına gidip olayı anlattım ama benim bahtsız bir gariban olduğumu söyledi, davaya dâhil etmedi."

"Ne dedi?" diye hem şaşırıp hem de sinirlenen Varan Alp'e tekrarladım.

"Bahtsız gariban."

Kaşları iyice çatıldı. "Ona da çaktın mı bir tane?" diye sorunca ona anlattığım hikâyeyi kastettiğini düşünerek hafifçe gülümsedim.

"Hayır." Varan Alp'in dudakları da iki yana kıvrılınca "İşimden mi olayım? Patronumun oğlu." diye açıkladım. "Zaten dünyanın en garip insanı." Gözlerimi devirdim. "Neymiş, davayı tek başına yönetip bir, bilemedin iki celsede mahkûmiyeti sağlayacakmış."

Varan Alp de tıpkı benim gibi "Uzar o iş." deyince çokbilmiş bir hareketle arkama yaslandım.

"Ben de öyle söyledim ama üstten üstten konuştu..." Umursamamaya çalıştım. "Neyse ya, seni kim aradı?" diye aniden sorunca bu söylediğime ben bile inanamadım.

Bana neydi ya? Bilinçaltım kafasına göre takılma gününde miydi bugün? Şimdi kafayı yiyecektim!

Varan Alp yüzüme öylece bakıp "Pardon?" diye sorunca dilimi eşek arısı soksa da kurtulsam diye dua ettim.

"Erkin sıkıntılısı mı aman, şey, savcı mı aradı, diye soracaktım. Yanlış kurdum cümleyi." Dudağıma hafifçe vurdum. "Dava hakkında gelişme mi var, diye. Şey yani... Otopsi falan..."

Geri zekâlıydım ben.

Varan Alp ikna olmamış gibi hâlâ aynı yüz ifadesiyle bana bakınca nabzım hızlandı ve kendimden o kadar nefret ettim ki anlatamam!

"Erkin aramadı."

"Tamam." Nabzım daha da hızlanınca ayağa kalktım ve sandalyemi ittirdim. "Ben ablamlara bakayım."

Kendimi hızlı adımlarla koridora attığım an ellerimi yumruk yaptım ve duvara yaslandım. Birkaç kez nefes alıp verdikten sonra ise portmantodan çantamı alıp salona geçtim.

Normalde telefonu elime alınca yazacağım ya da arayacağım ilk iki kişi, şu an hayatımda değildi.

Melek ölmüştü, Mir Beyaz cezaevindeydi.

Bunun boşluğuyla birlikte koltuğa oturdum, kafamı arkaya doğru yasladım ve kalbimdeki dengesizliğin sebebini düşünmeye başladım.

"Saçmalıktan başka bir şey değil..." diye mırıldanarak telefonu elime aldım.

Peki ne yapacaktım?

Aykut denilen yeni patron, daha doğrusu yeni dert davaya dâhil etmediği için davanın tamamen içinde olmayacaktım. Benim yeni bir plana ihtiyacım vardı, sert ve işe yarar bir plana...

"Miray!" diyerek odanın kapısında duran ablam önce bana, ardından kucağımda duran koca kol çantama bakıp kaşlarını çattı. "Niye buraya geldin?"

Telefonumu kaldırdım. "Bir telefon görüşmesi yapmam gerek, şimdi ancak hatırlayabildim."

"Rüzgar'ı uyuttuk, mutfaktayız." diyen ablama kafamı sallamakla yetindim. Ablam da pek sorgulamadan salondan çıkıp mutfağa girdi.

Çantamı kucağımdan alıp sağ tarafıma bıraktım, daha sonra telefonumun kilidini açıp gelen mesajları kontrol ettim.

Melek'in attığı mesaj, en aşağıdaydı.

Ekranımı kaydırıp Melek'le olan mesajlaşmama girdim ve gönderdiği son fotoğrafın üstüne tıkladım. Bunu hafta sonu en az elli kez yapmıştım; fotoğrafa tıklayıp ağlamıştım.

Bu kez ağlamadım.

"Düşün Miray..." diyerek özçekimi büyük bir incelemeye aldım. Telefon sinyallerinden neresi olduğu anlaşılsa bile benim haberim olmazdı muhtemelen. Kimse gelişmelerden haberdar etmiyordu ki zaten hafta sonu sadece evde kalıp yasımı tutmuştum.

Fotoğrafı daha derinden incelerken bir detay fark ettim: Melek'in boynunda fular yoktu.

Koltuğa yaslanmayı bırakıp doğruldum ve fotoğrafa daha net bakmaya başladım.

"İkinci detay..." diye mırıldandım sessizce. Mir Beyaz ile ifade odasındaki görüşmemde üstündeki ceketi sıktığım anı hatırladıktan sonra yutkunamadım. "Mir Beyaz'ın kıyafetleri değişmiş." Bu daha olağan bir durumdu, detay mı yoksa değil mi bilemezdim.

Üstündeki kıyafetleri incelemeye başladıktan sonra daha da derin bir inceleme yapıp beş dakika boyunca fotoğrafa baktım.

"Yok..." dedim kafamı tutarken. İçeriden ablamın, eniştemin ve Varan Alp'in sesi gelirken pek odaklanamıyordum. En iyisi gece ev sessizken oturup incelemekti. Dosyayı, delilleri ve bu fotoğrafı...

Sonunda koltuktan kalkıp telefonu çantamın içine attığım an koltuğun üstünde duran siyah ceketi fark edip o yöne bakakaldım. Yaptıklarıma zaten mana veremezken kendime engel olamadım ve ceketin yanına doğru yürüdüm.

Koltuğa oturup ceketi elime aldığım an Varan Alp'in kokusu burnuma doldu. Ceketi hemen geri bıraktım.

Salak saçma hareketler yapıp duruyordum.

⚖️

Sabah güneşi gözlerimi açmama sebep olunca nerede olduğumu fark etmem pek uzun sürmedi. Dün akşamdan beri önümdeki kâğıtları inceliyor, yarın ne yapacağımı düşünüp duruyordum.

Seri katil söz konusuyken ve Mir Beyaz'ın bu durumla alakası neredeyse hiç yokken onun tutuklu yargılanmasını hiç istemezdim, en azından aylarca cezaevinde kalmasına göz yumamazdım.

Boş bir kâğıt çıkarıp aklıma ne gelirse yazdım, kısa bir savunma hazırladım; telefonumdan beş yüzüncü kez açtığım, muhtemelen Melek'in son fotoğrafı olan özçekime bakarken ise delirmemek için nefes egzersizi yaptım.

Telefonumu alıp dün gece araştırarak bulduğum numarayı tuşladım. Üç kez çaldıktan sonra uykulu bir ses "Buyurun?" deyip öksürdü.

"Züleyha Hanım, merhaba. Ben Av. Miray Hilde Lalezar."

Züleyha Hanım, Mir Beyaz'a baroca atanan avukattı. Dün gece Züleyha Hanım hakkında da birkaç bilgi edinmiştim.

"Bir saat içinde adliyede olabilir misiniz?" diye sordum.

Telefon başında oyalanan kadın "Niçin?" diye sordu.

"Bugün duruşmanız varmış ve iki saat sonraymış duyduğum kadarıyla." Dinç bir hareketle ayağa kalktım. "Neden gelmenizi rica ettiğime gelirsek... Mir Beyaz Küfe'den vekâletinizi çekeceksiniz, çekmeden önce de müvekkilinizle görüşüp vekâletini bana vermesini söyleyeceksiniz."

Kadın, "Dalga mı geçiyorsunuz? Neden?" diye sorunca zora başvurmak durumunda kaldım.

"Gelmezseniz rüşvet aldığınızı kamera kayıtlarınca mahkemeye sunmuş olacağım." Hatırlatmak için devam ettim: "TCK 252... 'Görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, bir kamu görevlisine veya göstereceği bir başka kişiye menfaat sağlayan kişi, dört yıldan on iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.'" Dün gece gözümün önünde durması adına bu maddeyi kâğıda yazmıştım, şimdi de okuyordum.

Kadın ağzında birkaç kelime geveledi. "Bunu yapamam."

"Öyle mi? Ben söylediklerimi yaparım ama..." Sert çıkıştığımı fark edip yumuşamak için sesli bir nefes verdim. "Bakın, Züleyha Hanım... Beni şüpheliyle görüştüreceklerini zannetmiyorum, bunun için size ihtiyacım var. Tamam, vekâletinizi çekmeyin. Sadece görüşüp adliyedeyken ona söyleyeceklerimi iletin, bana yeter."

Gerginliği anlaşılıyordu çünkü sesli nefesler verip duruyordu. "Peki."

Üstelemediği için "Bir saat sonra C blokta görüşelim." diyerek keyifle yineledim. "Sizi Themis'in önünde bekliyor olacağım."

Planım belliydi: Madem müşteki avukat olmama karşı çıkılıyordu, o hâlde sanık müdafi olacaktım.

Avukatların tarafı belli olur, demiştim; ya mağdurlardır ya da suçlanan taraf. Ben bu kez yalnızca adaletin tarafındaydım ancak adaletin tarafı olmazdı ki... Adalet bu kez bana, tarafsız olmamı söylüyordu çünkü hem sol taraftaydım hem de sağ tarafta.

Bunun için tüm gece düşünüp karar vermiştim.

Kardeşim suçsuzdu, emindim; onu, para için satacak bir avukat savunmayacaktı. Melek de böyle olsun isterdi, o kadar emindim ki... Bu yüzden ne pahasına olursa olsun gece beş yüz kez açıp her detayını ezberlediğim fotoğrafa bakarak telefonun ekranını okşadım.

İkisi de suçsuzdu ve bu sonsuza dek sürmeyecekti.

Bu kararımdaki kırılma noktası, Mir Beyaz'ı emniyette son gördüğüm anın içerdiği tek bir cümleydi:

"Anneme söyle, üzülmesin."

Cümle dümdüzdü, üç kelimeden oluşuyordu ve gayet normaldi ancak bir şeyler eksikti.

Mir Beyaz, ablasını ve yeğenini kendisinden çok severdi; Gebze'den her ayrıldığında babasıyla vedalaşırken "Anneme ve ablama sahip çık." derdi.

Geçen günlerde Pembe Hanım'ı -Mir Beyaz'ın ablası- aradığımda ona ulaşmamıştım. Ortadan yok olmuşlardı sanki, izleri kaybolmuştu. Emniyete gitmeye mecalim olmadığından Sarp'ı arayıp Pembe Hanım'ın gelip gelmediğini sormuştum.

Sarp, gelmediğini söylemişti. Detay veremeyeceğini fakat gelmediğini söylemişti.

Hepsi kafamda birleşince aklıma tek bir senaryo geliyordu, mahkemeye de Mir Beyaz konuşmamasına rağmen bunları aktarmak boynumun borcuydu.

Melek için, Mir Beyaz için...

-

Selam :') Bugün üstümde inanılmaz bir çöküntü vardı ve bölüm yayınlayacağımı unutmuşum... Şans eseri saatin dokuz olduğunu fark etmemle koşa koşa masama geçtim ve bölümü düzenledim, şimdi de buradayım.

Fark ettim ki bu kitapta genelde bölüm içerisinde sizinle konuşmamışım ya da dertleşmemişim, hiç de benlik değildir :') Muhtemelen arkada açık duran VPN dolayısıyla, hızlı hareket etmem gerektiğine inanıp o şekilde bölüm yayınladığımdan dertleşemiyorum ya da soru soramıyorum sizlere.

Wattpad yok, bizden aldılar. Bir şekilde, başka yollarla bu uygulamaya girip kitap yayınlamak o kadar zor ki... Ne olursa olsun hakkımı asla helal etmeyeceğim. Kararı veren mahkemeye, talep eden bakanlığa ya da şikâyet eden ebeveynlere... Çünkü özgürlüğümüzü kısıtladıklarında, hayallerimizin önünde koca bir engel olduklarında iyilikten ziyade koca bir kötülük etmiş oluyorlar. Bunun farkındalar, sanmayın ki değiller... Bile bile, göz göre göre bu kötülüğü yapıp bir de üstüne yapmış oldukları iyilikleri sosyal medya hesaplarında bir güzel paylaşıyorlar.

Hayatımın en güzel senelerinde, gençliğimin baharında, üniversite yıllarımda böylesine bir kilitle karşı karşıya kalmak bir yazar adayı olarak beni mahvetti. Aylardır büyük bir yıkıntı içerisindeyim, sanki her yerim yara bere. Bu yüzden hakkımı helal etmiyorum.

Adaletsizliğin içinde adaleti paylaşıyorum. Gülünç.

17 Eylül, en hasta zamanımda ilaç, en zor zamanımda dost, en karanlık zamanımda aydınlık olmuştu bana. Keşke başkalarına da olabilseydi fakat buna müsaade edilmiyor. Kitabım 1K oldu ama sevinemedim bile, kutlayamadım bile.

Bir yazar olarak değil, bir kadın olarak da bu ülkede özgürlüğüm çok kısıtlı. Hepimizin öyle. Suçlular serbest, dışarıda elini kolunu sallayarak gezen birçok serseri var ve kendimi özgür hissetmiyorum.

Kendi kendimize mahvettik kendimizi. Buna gerçekten inanamıyorum.

Bundan sonraki bölüm, ilk duruşma bölümümüz olacak, sevgili okurlarım. Miray'ı duruşma salonu içerisindeyken hayal ettiğimde, söyleyip isteyip söyleyemediklerimi söyleyen güçlü bir kadın gördüm her duruşmada. Bana çok iyi geldi, o her konuştuğunda içim soğudu çünkü... Dedim ya, adaletsizliğin içinde adaleti paylaşıyorum diye... Gücüm yeterse söz, sevgili okurlarım; bu kitabın içerisindeki tüm suçlular, cezasını alacak.

Karanlık günlerden aydınlık günlere geçebilmemiz dileğiyle...

Haftaya görüşmek üzere, hoşça kalın.

INSTAGRAM // esmatonguc

TWITTER // esmatonguc

Loading...
0%