Yeni Üyelik
1.
Bölüm

GİRİŞ BÖLÜMÜ

@esmatonguc

 

İstanbul'a, adliyemize, emniyetimize, duruşmalarımıza, İzmitimize, güzel hikâyemize hepiniz hoş geldiniz. Bu hikâyede geçen kişi, olay ve kurumların tümü benim hayal gücümün ürünüdür ve asla gerçeği yansıtmamaktadır. Hiçbir davaya ya da hiçbir karara gönderme yapmadığımı belirterek başlamak istiyorum. Kitabımı, ismiyle de çok bağlantılı olduğundan 17 Eylül doğumlu tüm arkadaşlarımıza -üzülerek- ithaf ediyorum. Ve başlıyorum: 17.09.2024. Sizlerin de başladığınız tarihleri bu satırın altına yorum olarak göndermenizi istiyorum. Hadi, başlayalım.






 

Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.

 

Bu kitaptaki politikacılar gerçek hayattan esinlenilmemekle beraber hiçbir siyasi partiye ve siyasetçiye gönderme yapılmamıştır.

 

ON YEDİ EYLÜL

 

GİRİŞ BÖLÜMÜ

 

⚖️

 

17 EYLÜL 2026, ANKARA

 

"Hiçbir zaman tesadüf diye bir şey yoktur."

Bugün adliye koridorlarında yankılanan ayak sesleri, ne yazık ki insanların yüreğindeki yangını söndürememişti. Mahkeme salonunun içerisinde çıtını çıkarmasına müsaade edilmeyen insanlar, öfkelerini ne yazık ki yalnızca ağlayarak çıkarabilmişti.

Delil yetersizliği, suçu kabullenmeme gibi nedenler dolayısıyla bir caninin ceza almadığı akşamüstü saatlerinde kızlarını toprağa veren ailenin acısı çok büyüktü. Tek bir tesellileri olacaktı, bugün adliyeye umutla gelmişlerdi, günler sonra içleri soğuyacaktı sözde fakat durum buydu ya, hiçbir şey olmamıştı.

Zeliha daha on sekiz yaşındaydı, iki ay önce kaybolmuştu, bir buçuk ay önce de cesedi bulunmuştu. Bulunduğunda tanınacak durumda değildi; ailesinden alınan örneklerle yapılan testler sonucunda ise cesedin Zeliha'ya ait olduğu ortaya çıkmıştı.

Davanın savcısı Varan Alp Çakmak, gerek olay yerinde gerek adliyede gerek evinde var gücüyle kendisini davaya adasa da ne yazık ki şüphelendiği şahsın evde olmadığını kanıtlayamamıştı. Mesajlar, HTS ve PTS kayıtları, ailenin diğer üyelerinin ve Zeliha'nın sapığı olduğu düşünülen zanlının Zeliha'yla olan ortak arkadaşlarının ifadeleri; Cumhuriyet Savcısı Varan Alp Çakmak'ın bu davanın lehine işleyecek bir delil bulması için yeterli gelmemişti. Adı kadar emin olsa da kanun buydu; eğer olay yerinde zanlıdan bir iz yoksa, Zeliha'nın üstünde parmak izi çıkmadıysa, o gece telefonu ve arabası evdeyse, evdekiler zanlının evde olduğunu iddia ediyorsa yapılacak hiçbir şey kalmıyordu.

Hakim, zanlıyı bir sonraki mahkemeye kadar serbest bırakmıştı.

Ailenin merakla beklediği sonuç, hüsrana uğratınca Varan Alp Çakmak elinde tuttuğu belgelerle mahkeme salonunu terk edip üçüncü kattaki odasına doğru ilerlemişti. Bugünkü duruşmalar epey uzadığından yorgunluğu yüzünden anlaşılıyordu.

Bugün, doğum günüydü ve telefonları susmuyordu; fakülteden mezun olduktan sonra görüştüğü tek yakın arkadaşı, Cumhuriyet Savcısı Erkin Gümüşpala sabah saatlerinden beri arkadaşının telefonunu meşgul ediyordu.

Varan Alp, istemeyerek de olsa şakaklarını ovduktan sonra sesli bir nefes vererek telefonu eline aldı. Telefonu açar açmaz arkadaşının sesi kulağına yayıldı. "Ooo, Sayın Savcım... Sonunda telefonlarımı açabildiniz, hayretler içerisindeyim!"

Gözleri masadaki belgelere çarpan Varan Alp, "Duruşmanın ortasında açamadığım için çok üzgünüm dostum..." dedi kinayeyle. Sakin çıkan sesinin aksine pek sinirliydi, bu çatık kaşlarından da anlaşılırdı.

Kafasını geriye yatırdıktan sonra Erkin'in kıkırdama sesini işitti. "Ben de duruşmanın ortasında aramadığım için üzgünüm," Varan Alp gülümsedi. "Bak, ne diyeceğim? Uçağın kaçta inecek İstanbul'a? Seni havaalanından ben alayım, diyorum. Doğum günün bitmeden kutlayalım ya..."

"On iki." Varan Alp'in kaşları havaya kalktıktan bir saniye sonra indi. "İşin yok mu senin?"

"Ya var..." Erkin'in sesi bu kez tedirgin gelmişti. "Seninle konuşmam gereken bir mevzu var. Hazır İstanbul'a gelmişken ilk beni görsen iyi olur Varan Alp."

Erkin, sert ve ciddi bir Cumhuriyet Savcısıydı fakat yakın arkadaşı Varan Alp ile konuşurken bambaşka bir insan olurdu; ciddiyetini kaybederdi, espriler yapardı, gülerdi... Ve ilk cümlelerinin aksine ses tonu bu şekilde gelince Varan Alp'in işkillenmemesi için bir sebep yoktu.

"Bir sıkıntı yoktur umarım," dedi Varan Alp, soru sorar gibi. "Sesin neden öyle senin?"

Erkin kıkırdadı fakat Varan Alp arkadaşını pek iyi tanıdığından ötürü bu kıkırdamaya aldırış etmedi. "Ya yok sıkıntı falan..." dedi rahatlatmak ister gibi. "Sen on ikide mi iniyorsun? Tamam, ben gelip alıyorum seni. Biricik ağabeyini de yarın görüver..."

Varan Alp "Tamam." diyerek kısa kesti. "İnince ararım."

Adliyedeki işleri bitince Başsavcı'nın yanına uğradıktan kısa bir süre sonra Ankara'daki evine doğru yol aldı, yarım saat içerisinde de evine vardı.

Bej rengi kapısındaki kilide giren anahtarın tıkırtı sesleri, evin içinde zıplayarak salya akıtan kahverengi benekli köpeğin pek hoşuna gitmişti. Varan Alp, eve girdiği an kapıya dayanıp içeri girmesini bekleyen Ziva adındaki heyecanlı köpek, Varan Alp'i görür görmez sevinçle ileriye doğru birkaç adım daha attı.

2+1, mütevazı bir evin salonuna açılan kapıyı açan Varan Alp, eve girmenin huzuruyla sesli bir nefes verdi. Ziva'ya bakmadan önce anahtarı kilitten çıkardı ve kapıyı örttü, sonra da kapının yamacında duran Kocaeli-41 yazılı anahtarlığını, yerine astı. Koyu yeşil renkli duvarının çizildiğini fark eden Varan Alp, sonunda ahşap parkenin üzerinde bir ileri bir geri giden Ziva'ya doğru dönüp gülümseyebilmişti.

"Kızım," diye sevgiyle mırıldanan Varan Alp'in kaşları çatıldı. Ziva birkaç kez havladıktan sonra tekrardan bir ileri bir geri koşmaya başladı. "Anladın tabii gideceğimi..." Hemen ileride duran fosfor yeşili minik topu alıp atacağı en uzak noktaya atan Varan Alp'in eli, daha sonra telefonuna uzandı; titreşim modunda olan telefonu saniyelerce titremişti.

Arayan Kamil Kavakcı'ydı. "Varan Alp Savcım," Kamil Kavakcı'nın sesi kesik kesik gelmişti telefondan. "Ziva'yı almak için geldim. Müsaitsin, değil mi?"

Varan Alp aceleyle dış kapıyı açmak için ileriye yürüdü ve cihazdan kapıyı açtı. "Savcım açtım kapıyı, asansörle dördüncü kata çıkacaksınız."

Kamil Kavakcı, Varan Alp'in Ankara Adliyesi'ndeki en yakını denilebilirdi. Ayda bir de olsa beraber spora giderlerdi, Ziva ile gece yürüyüşlerine çıkarlardı, beraberken denk geldikleri ortak davalarda da büyük bir zevkle çalışırlardı... Erkin'le olduğundan daha yakın asla göremezdi Kamil'i fakat yine de Ankara'daki yalnızlığına ilaç gibi geldiği söylenilebilirdi.

"Savcım hoş geldin, buyur."

Kamil, Ziva'yı gördüğü an otuz iki diş sırıttı.

"Vallahi ne yalan söyleyeyim Varan Alp Savcım, gideceğini ve Ziva'ya bakmam için rica ettiğini söyleyince üzüldüğümü söyleyemeyeceğim." İkisinin de yüzünde hafif bir gülümseme peyda oldu. "Ziva?" Ziva, akıttığı salyayla beraber ağzındaki topu Varan Alp'in önüne bıraktı.

Varan Alp, Ziva'ya doğru eğildikten sonra "Kızım," deyip köpeğinin yüzünü ellerinin arasına aldı ve birkaç saniye sevdi. "Üç gün sonra geleceğim, tamam mı?" Ziva, kafasını Varan Alp'in göğsüne yasladı.

Kamil Kavakcı "Hayda..." deyip ellerini birbirine çarptı. "Ziva Sultan, beni de sevdiğini düşünüyordum ya... Bak, gördün mü Varan Alp? Senin yanındayken yüz vermiyor..."

Varan Alp ayaklandı, Kamil'e doğru döndü ve "Savcım eyvallah tekrardan," diyerek mahcubiyetle gülümsedi. "Vallahi senin hakkını ödeyemem."

Kamil anında gözlerini belertti. "Yahu yok!" Ziva bu kez Kamil'in önüne doğru attı topu. "Mühim değil, ağabeyin evleniyor sonuçta! Tabii ki gideceksin İstanbul'a ki Ziva pek gelebilecek gibi görünmüyor. Kim bakacak? Tabii ki Kamil Kavakcı bakacak! O değil de, diyorum ki acaba ben de mi bir köpek sahiplensem? Adını Zift koymak istiyorum, bu kez siyah bir köpek olsun. Ne dersin?"

"Olur mu olur..." diyen Varan Alp, Ziva'yla vedalaşmakta epey zorluk çekmişti.

"Savcım senin dosya da amma zorlamış, benim kalem söyledi." Zaten canı sıkkın olan Varan Alp'in yüzü bu kez daha da düştü. "Hiç mi bir şey çıkmadı ya? Suç mahalli falan?"

Varan Alp'in başı bir sağa bir sola savruldu, ardından doğruldu ve Kamil'le kısaca bakıştılar. "Maktulün arkadaşlarından bir şey çıkar diye umdum da olmadı, şüphelinin ailesi evde olduğunu iddia ediyor. Mobese görüntülerinde hiçbir iz yok. Kızı mahvetmiş, gömmüş, üstüne bir de pişkin pişkin sırıtıyor karşımda. Şeytan diyor ki, ağzını yüzünü patlat! Meslek etiği müsaade etmiyor..."

Kamil dişlerinin arasından "Şerefsiz..." diye fısıldadı. "Yine de devam ediyor, sen bir git gel, olmadı ben de dalarım." İkisi de sinir bozukluğuyla kıkırdadı. Kamil iyice öfkelendikten sonra "Kriminalden neler çıktı?" diye sordu. Varan Alp söyleyip söylememek konusunda kararsızdı. "Yani tabii söylemek istersen, savcım." Kamil Kavakcı yanlış anlaşılmaktan her daim ürkerdi, bu nedenle haddini aştığını düşünmüştü fakat Varan Alp pek de kaba davranmadı.

"Şimdi araştırdığım başka bir mekân var, kriminali oraya yönlendireceğim. Sonra bakacağız neler çıktığına..."

"Ölüm yeri orası olabilir mi diyorsun şimdi?"

Sesli bir nefes veren Varan Alp, "Olabilir..." derken yorgunluk çökmüştü. "Henüz bulamadım ama bulacağım. İfadelerin hepsinde aynı mekân geçiyor."

Kamil alt dudağını ısırdı. "O zaman büyük ihtimalle mekân iyice temizlenmiştir."

"Her kir geçmez, hele ki o yerde bir kadın öldürüldüyse mutlaka bir kir kalmıştır Kamil Savcım." diyen Varan Alp'in gözlerinden ateş fışkırıyordu. Stresten boynunu kaşıya kaşıya kıpkırmızı olmuştu, pek iyi değildi bu sıralar.

"Çok haklısın savcım." Elini omuzuna götürdü ve destek çıktı arkadaşına. "İnşallah hislerinde yanılmazsın. Bul ve tık o şerefsizi hapse. Ömrünün sonuna kadar sürünsün."

Birkaç saniye sonra "Ziva," diyerek tekrardan köpeğine doğru eğildi Varan Alp. "Kızım, gidiyor musun sen?" Ziva sessiz bir hırıltıyla karşılık verdi. "Kamil amcan iyi bakacakmış sana..."

Kamil Savcı anında "Çüş..." dedi sessizce. "Amca mı? Dede diyeydin, olmadı öyle amca falan..." Cıkladı.

Ziva'nın tasmasını takan Varan Alp istemsizce kıkırdarken "Amca iyi sana... Yaş kaçtı senin, Kamil Savcım?" diye sorunca Kamil Savcı isyan edercesine gülmeye devam ediyordu.

"Otuz beş, yolun yarısı, anlarsın..." Sol gözünü kırparak tasmayı eline aldı. "Dante gibi ortasındayız be ömrün..." Ziva, Kamil'e yanaşarak iki kez havladı. "Senin yaş kaçtı? Otuz olmuş muydun, ha?"

Varan Alp, dişlerini göstererek ve kaşlarını kaldırarak gülmeye devam etti. "Yirmi sekiz oldum bugün."

Kamil Savcı'nın yüzü anında düştü. "Hayda!" Ziva'ya döndü. "Hadi bu derdo sahibin haber etmiyor doğum günü olduğunu da sen niye sakladın be Ziva? Vallahi Savcım, kusura bakma. İşin şakasındayım ama doğum günleri önemli be..."

Varan Alp'in yutkunamamasına sebep olan detay, annesini aynı gün kaybetmesinden kaynaklanıyordu. "Ben pek kutlamam." diye açıkladı kısaca. "Çocukken hadi bir iki kez ablam ve abim toplasan üç dört kez mum üfletmiştir de... Şimdi dilek dileyecek yaşı da geçtik pasta yiyecek keyfi de kaybettik... Yok galiba bende o şevk..."

"Savcım siz tam bir derdosunuz, orası kesin ama geldiğinizde bir pasta kesmezsem de benim ayıbım. Şimdi acelen var, ona sayıyorum, haberin olsun."

Varan Alp üstelemeyerek kafasını olumlu anlamda salladı. Kamil Savcı, Ziva'nın tasmasını kaldırıp kapıya doğru dönünce "O zaman görüşürüz Kamil Savcım, tekrardan teşekkürler." deyip kapıyı açtı.

Kamil Savcı, Ziva'nın tasmasını tutmanın sevinciyle "Asıl ben teşekkür ederim Varan Alp Savcım, sağlıcakla..." deyip çıkacakken gözü, Kocaeli-41 yazılı ahşap retro tabloya çarptı. "Memleket sevgisi de başka oluyor..."

Kıkırdayan Varan Alp, "Özlüyor insan memleketini." diye cevapladı.

"Ankara'da da yaşasan özlersin memleketini." diyen Kamil Savcı, Ziva iyice heyecanlanıp ileriye doğru koşuşturunca tasmayla beraber dışarıya çıktı. "Hadi görüşürüz savcım."

"Hoşça kalın."

Varan Alp, kapıyı kapatıp son hazırlıklarını tamamladıktan sonra evden ayrıldı ve uçağına bindi.

⚖️

18 EYLÜL 2026, GECE 00.15, İSTANBUL

"Kardeşim..." Herkesin karşısında tir tir titrediği Cumhuriyet Savcısı Erkin Gümüşpala, çok değer verdiği Varan Alp'in karşısında yumuşacık olmuştu. "Bu sefer arayı çok açtın..." Birbirlerine sarılıp sırtlarını sıvazladılar, ardından Erkin sertçe koluna vurup Varan Alp'e olan özlemini kendi dilinde ifade etti. Daha sonra bavulunu arabasının bagajına yerleştirdi.

Varan Alp, yorgun bir tınıyla "Bu ara işler çok yoğun." diyerek arabaya doğru ilerledi, kapıyı araladıktan sonra içeriye geçti. Erkin, şoför koltuğuna yerleştiği an emniyet kemerlerini bağladılar.

"Burada da pek fark yok gibi be Varan Alp," Arabayı çalıştırdı ve evine doğru bir rota aldı. "Bu gece konuştuğumuz gibi bende kal, seninle paylaşmam gereken bir durum var."

Varan Alp huzursuz bir nefes verdikten sonra camdan dışarıya bakarak "Sana sordum ama pas vermedin Sayın Savcım..." dedi kinayeyle. Sol gözünü kırpmıştı sorgulayarak. "Burada söyle."

"Abinin evine bırakmayacağım seni," diyen Erkin oldukça sertti. "Orada bir anlaşalım. En yakın arkadaşımı aylardır görmüyorum ya! Bahsedeceğim konuyu da kendi evimde anlatırım." dedi bastıra bastıra. "Aylardır görüşmüyoruz, hebele hübele kabul etmiyorum kardeşim."

"Kaş'a tatile gidip dönmediğin içindir. İki hafta abimin yanında kaldım, üç gün de ablamlarda. Gelseydin İstanbul'a görürdün." diye yanıtladı Varan Alp.

Erkin, hin bir kahkahayla ortamın gerginliğini alınca Varan Alp de gülmeye başladı. Eliyle yüzünü kapatan Varan Alp gülmemek için oldukça çaba sarf ederken Erkin'in yanında ciddiyetini pek de koruyamayacağının farkındaydı.

"Bak dostum," Erkin direksiyonu sağa kırdı. "Önce sen bana bir hesap ver. Şimdi, ilk izlenimim şu yönde: Sen sadece bir hanımefendiyle görüştüğünde saçlarını bu kadar uzatırsın."

Varan Alp, olayın alakasızlık seviyesini hesaplarken "Abimin düğünü var Erkin, berbere onunla gideceğim herhalde." deyince Erkin kafasını olumsuz anlamda salladı. "Hem sen konuyu değiştirme çabanı at bir kenara da ne olduğunu söyle. Benim de ilk izlenimim şu yönde: Sen sadece huzursuzsan ve bir şeyler gizliyorsan sahte bir şekilde kıkırdarsın." Erkin itiraz edecekken Varan Alp işaret parmağını kaldırdı. "Az önceki kahkahaydı, tamam, biliyorum ama şimdi kıkırdadın."

Erkin burnundan sesli bir nefes verdi. "Sana zaten anlatmayacağım, demiyorum ki... Eve gittiğimde anlatacağım. Mühim bir mevzu daha doğrusu mühim bir dava."

Varan Alp'in kaşları bir hayli çatıldı, geriye yaslanarak birkaç saniye düşündü. "Ne davası? Bana niye gösteriyorsun ki? Bana bak," Erkin, kırmızı ışıkta durduğu gibi Varan Alp'e döndü. "Bizden birine bir şey oldu da söylemiyorsan aramı bozarım Erkin. Ne oldu?"

Erkin gözlerini kaçırdı. "Ailen iyi."

"Babama mı bir şey oldu?"

Erkin tekrarladı: "Ailen iyi, Varan Alp."

"Aile demek kan bağı demek değil," diyen Varan Alp, İstanbul'un kasvetini ruhuna işlemeyi başarmış gibi görünüyordu. Bu şehri hiç sevmezdi, hem de hiç... "O adam da ailem değil."

Erkin, büyük bir halt yemiş gibi suçlu olduğunu düşünüp "Kardeşim çok özür dilerim, tanıdığın herhangi bir yakınının başına kötü bir şey gelse önce sana haber veririm, sonra da bizzat ilgilenirim. Bu konu, yakınlarını ilgilendirmiyor, sadece seni ilgilendiriyor." diye açıkladı kendisini. "Ayrıca ne kafa ütüledin be Varan Alp ya!"

Varan Alp on beş saniye kadar sessizce düşündükten sonra "Ceyda'ya mı bir şey oldu? Ona mı? Ama o İstanbul'da değildi bugün?" diye sordu peş peşe.

Erkin sırıttı. "Ne, Ceyda mı?" Bu kez samimi bir kahkahayla arabayı sürmeye devam etti. "Yoksa Varan Alp Savcı'nın aklı hâlâ Ceyda Savcı'da mı?" Erkin iyice geyiğe bağlarken Varan Alp, Ceyda'nın başına bir iş gelmediğini bu cümlelerden sonra anlayıp kafasını sallamakla yetindi. "Ha, Varan Alp? Doğru söyle bana!"

"Kapandı o mevzu." diyerek kısa kesti. "Arkadaşız biz."

"Tamam Varan Alp, tamam..." dedi Erkin bıkkınlıkla. "Bak, on dakikaya evdeyiz. Allah belamı versin ki tanıdığın hiçbir insanın başına kötü bir olay gelmedi. Kimse ölmedi Varan Alp, herkes yaşıyor. Yeter ama yahu!"

"Tamam."

"Ne tamam?"

"Tamam işte, evde anlatırsın."

Erkin, arabayı kullanırken içindeki huzursuzluğu geçirmek için Varan Alp'e takılıp duruyordu. Mavi gözlerinin ardında gizlediği korku, kalbini bir hayli yorarken Varan Alp'e korkusunu çaktırmamak için her yolu deniyordu. Arkadaşının başına bir iş gelmesinden oldukça endişeliydi çünkü Erkin'in gerçek dost olarak gördüğü tek adam, Varan Alp'ti. Ondan başka kimseye güvenmezdi hatta samimiyetle gülmezdi bile. Eğer arkadaşının başına bir iş gelirse, bu zarara neden olan her insanı tek tek süründürürdü.

Sonunda eve vardılar, Varan Alp evin içindeki eşya kıtlığından dolayı bayağı yakınmaya başladı. Evine eşya alması için arkadaşını birkaç kez uyardı ama başında bin tane dert ve dava olan Erkin pek de oralı olmadı. Birkaç dakika sonra Erkin, bavullarını taşırken isyan bayraklarını çekti ve biraz didiştiler. En sonunda ise masaya oturdular, Erkin davanın dosyasını Varan Alp'in önüne fırlattı.

Erkin Gümüşpala, anında mesleği olan savcılık rolüne büründü.

"Turgay Işık, yirmi sekiz yaşında, İzmit Seka Devlet Hastanesi doğumlu. Bugün, ıssız bir yol kenarında vahşice katledilmiş şekilde bulundu. Katili meçhul, üzerinde çalışıyoruz ancak o da tıpkı senin dosyada gördüğün gibi, seninle aynı gün, aynı hastanede doğmuş. 17 Eylül 1998, İzmit Seka Devlet Hastanesi." Varan Alp'in dudakları aralandı ama Erkin konuşmasına müsaade etmedi. Bir dosya daha uzattı.

Diğer dosyayı uzatan Erkin, oldukça huzursuzdu. Varan Alp, ikinci dosyayı da açtı.

Elini çenesine götürüp sakalını kaşıdı, Erkin'in sert ve biçimli yüzü iyice kasıldı. "İnan Erkoç, yirmi yedi yaşındaydı, İzmit Seka Devlet Hastanesi doğumluydu. Geçen sene, bir otel odasında boğularak öldürüldü. Ölüm nedeni boğulmak olsa da karın bölgesinde beş kurşun var, tıpkı Turgay gibi." dediği an Varan Alp'in dosyaya bakan gözleri kısıldı, içindeki korku öylesine büyüdü ki kalbi büyük bir hızla çarpmaya başladı. "İnan Erkoç, senin de gördüğün gibi, 17 Eylül 1998 doğumlu; yani işin özeti, aynı gün doğmuşsunuz Varan Alp. Hem İnan ile hem de Turgay ile, aynı gün ve aynı hastane..."

Varan Alp yutkunamadı, Erkin ile göz göze geldiği an dosyanın kapağını hızlıca kapattı.

"Tesadüf olamaz." diye mırıldandı korkuyla. "Doğum günlerinde öldürülmüşler, yetmemiş bir de ikisi de aynı gün ve aynı hastanede doğmuş..."

Erkin Gümüşpala dosyaları yanına çekti. "Kuzeninle de aynı gün doğmuştun, öyle değil mi? Adı Melek'ti." Varan Alp'in gözleri fal taşı gibi açıldı. "Korkma, korkma..." dedi Erkin hızlıca. "O iyi... Ben araştırdım. O gün İzmit Seka Devlet Hastanesi'nde on bir doğum gerçekleşmiş Varan Alp. Kiminiz peş peşe doğmuşsunuz, eğitimde çıkan yangından dolayı; kiminiz tüm bu olanlardan ayrı, sabah saatlerinde doğmuş..."

İkisi de saniyelerce sessiz kaldı, daha sonra Erkin öğrendiği her şeyi arkadaşına anlatmaya başladı:

"O gün doğan ve bu tarihte hayatta olmayan isimleri sayıyorum: Rahmetli İnan Erkoç, Rahmetli Turgay Işık ve sizinle aynı saatlerde doğan isimsiz bir bebek, maalesef o da rahmetli. Biz, bu işin peşine düştük. Tabii sene 1998, hastanedeki kamera görüntüleri mevcut değil. Yine de araştırmalarımız devam ediyor..."

Varan Alp ayağa kalkıp masanın etrafında volta atmaya başladı.

"Varan Alp..." diye seslendi Erkin. "Şu masaya otur ve sakin bir kafayla düşün. Belli ki 17 Eylül'de, iki senedir peş peşe doğum günlerinizde cinayet işlediyse bir sene boyunca işlemeyecek, demek. Bu yüzden sakin ol. Bulacağız." Bu söyledikleri onu bile sakinleştirmiyordu fakat bunları söylemekten başka da bir çözüm bulamıyordu.

"Erkin kim bu sence?" Varan Alp hayretle ellerini yumruk yapıp sıktı. "Annemi de o öldürmüş olabilir mi? Hani... Mümkün mü bu?" Burnu kıpkırmızı olan Varan Alp'in içinde biriktirdiği öfke onu yakıp yıkmıştı. "Annem de benim doğumumda ölmüştü, sözde... Belki annemin ölümüyle alakalıdır."

Erkin kafasını olumsuz anlamda salladı. "Bu kişi, o gün sizinle aynı hastanede doğanlardan biri olabilir Varan Alp. Bunca yıl beklemesinin sebebi ya büyümek ya hapisten çıkmak ya da iyileşmek. Yoksa onca sene geçmişken tüm bu olanlar tıpkı kamera kayıtları gibi eskir giderdi." İspatlanmayan teorisini arkadaşına sunan Erkin'e başka bir ihtimal söz konusu olamazmış gibi geliyordu. "Yani bu cinayetlerin kesinlikle yangınla bir bağlantısı var ama ne?"

Varan Alp, arkadaşına dikkatlice baktıktan sonra tereddütle mırıldandı. "Bir şey daha var." dedi kısık bir sesle.

"Neymiş?"

Varan Alp söyleyip olayları iyice karıştırmak istemezdi ama bu bilgiyi es geçemezdi. "Seray'ın, yani yengemin kardeşi Miray..." Erkin'in kaşları havaya kalktı. "O doğum gününde kötü bir kaza geçirmişti, tabii bu yıllar önce meydana gelen bir trafik kazası. Yoldan geçerken araba çarpmıştı, bu da doğum gününde... Yani..." Gerginliğinden ötürü pek konuşamıyordu. "O da benimle aynı gün doğmuştu, aynı hastanedeydik. Şu an avukat hatta, biliyorsundur belki. O da 17 Eylül doğumlu, onun geçirdiği kazayla bu cinayetler de bağlantılı olabilir. Bunu da araştır."

"Onu biliyorum, araştırmıştık." dedi Erkin hemen. "Sen şimdi beni dinle Varan Alp, bu isimlerden tanıdığın ettiğin bir kişi var mı? O gün hastanede doğup ölmeyen isimler: Sen, az önce söylediğin gibi Av. Miray Hilde Lalezar, kuzenin Melek İnal, Mir Beyaz Küfe, cinayet büroda komiser o hatta... Şu an Bursa'da ikamet eden ve ne idüğü belirsiz serseri Menderes İnegöl, İstanbul'da doktorluk yapan Lerzan Elif Kuşçu ve ikiz olarak dünyaya gelen Jack Ogün Yılmaz ile Isabelle Mahire Yılmaz."

Varan Alp isimleri sindirirken diğer yandan da bir iki kez öksürdü ve daha sonra kendisini toparladı. "Mir Beyaz'ı tanıyorum, Melek'le arkadaşlar."

"Tamam..." diyen Erkin arkasına yaslandı.

"Bizim annelerimiz tanışıyormuş, bu hikâyeleri ben çok bilmem ama ablam hep anlatırdı. O gün gebeler için verilen eğitim sonlanmış, yani 17 Eylül 1998'de. Akşam saatlerine doğru eğitim sonlanınca da kutlama olmuş, en azından sekizinci aynı dolduran gebe kadınlar için. Daha sonra nereden çıktığı belli olmayan bir yangın çıkmış, tüm hamileler yakındaki devlet hastanesine acilen götürülmüş. Kimi doğum yapmış, kimi doğum yapmamış... Yani kısacası muhtemelen saydığın iki üç isim dışında annelerimiz tanışıyordu. Melek ve Miray da yakın arkadaş, Miray ile Mir Beyaz süt kardeşler. Bildiklerim bunlar."

Erkin'in kafası allak bullak oldu. "Sen komiseri, avukatı ve Melek'i tanıyorsun o zaman sadece. Diğerleri hakkında?"

"İsimlerini bile ilk kez duydum Erkin. Tanımıyorum."

"Siz dördünüz birbirinizi tanıyorsunuz..." Erkin not almaya başladı. "Avukat daha önce 17 Eylül'de kaza geçirdi. Tamam, ben bunları araştıracağım."

Varan Alp, dosyanın üstündeki boş kâğıtlara bakarken "Sence bu dosyanın sana gelmesi tesadüf mü Erkin?" diye sorunca Erkin kafasını olumsuz anlamda salladı.

"Vallahi kafam allak bullak Varan Alp, sana bu konuda bir cevap veremeyeceğim." Dudaklarını büzdü. "Bak, abinin düğününden önce sana böyle bir haber vermek istemezdim, özür dilerim ama söylemezsem eğer beni keseceğini(!) bildiğimden direkt seni aradım. Zaten dumura uğradım gördüğüm an, aklıma direkt geçen seneki cinayet geldi. İz de bırakmamış, belli ki seri katilcilik oynuyor. Neyse, geleceği varsa göreceği de var. Merak etme, bulacağım onu. İlk iş, o gün doğanları emniyete toplamak. Tek tek ifadelerini almak icap eder."

"Görgü tanığı da mı yok? Ormanda öldürüldüğünü söyledin." diye sordu Varan Alp.

"Turgay Işık için çalışmalarım henüz yeni başladı, bugün. Her an Korhan Amir'den haber gelebilir, beklemedeyim." Kafasını olumsuz anlamda salladı. "Turgay Işık'ın cesedinin bulunduğu ormanda görgü tanığı yok, hatta o kadar ıssız bir yer ki ceset seni aradıktan yaklaşık yarım saat önce bulundu, ortalık yerde. Ya insanlar görüp kaçtılar ve haber vermediler geri zekâlı gibi ya da bu cinayeti işleyen kimse rahmetliyi on iki saat ölü bekletip ormana attı. Hayır, cinayet mahalli orman mı değil mi onu da anlayamadık ki... Ormana giren yoldaki mobeselere bakıyoruz, yüz beş tane araba geçmiş. Hangi birini ifadeye alacağıma şaşırdım."

"Plaka takip?" diye soran Varan Alp'in kuşkulandığı herhangi biri yoktu. Hislerine göre o gün doğan herhangi biri işlemiş olamazdı.

"Yüz beş araç da o yoldan geçmiş, orman yoluna giren iki yüz araç var. Turgay Işık'ın öldürüldüğü saat gece saatleri, kriminal 01.00-02.00 arası olduğunu söyledi."

Varan Alp yüzünü ellerinin arasına aldıktan sonra "Bildiğim tek bir şey var, kesinlikle tesadüf değil ama gerisi hakkında ne biliyorsun, diye soracak olursan koca bir hiç. Tahmin yürüttüm ama olmayabilir de... Sonuçta neler gördük neler çıktı... Bilirsin." diyerek tekrardan Erkin'e döndü.

Erkin masanın üstündeki sürahiden bir bardak su doldurup arkadaşına uzattı. "Sen merak etme, kime çattığını bilmiyor katil kimse. Bulduğum an gün yüzü göstermem, aklın kalmasın." Varan Alp bardaktaki suyun yarısını içti. Erkin, dostunun sırtını sıvazlayarak "Sen Teoman'ın düğününe odaklan, abinin mutluluğuna ortak ol. Zaten belli, herif kimi öldürecekse 17 Eylül 2027'de öldürecek." dedi.

"Bunu kesinkes söyleyemeyiz ki Erkin. Bence o gün doğan, daha doğrusu o gün o hastanede doğan herkesi koruma altına almamız gerek."

Erkin geriye yaslandı. "Zaten sabah saatlerini bekleyemedim. Şehir dışındakileri İstanbul'a getirttim, diğerlerini de emniyete aldıracağım, ifadeleri için. Ama sana önce sakin bir kafayla evde haber vermek istedim."

"O zaman biz de geçelim, niye buradayız?" diye soran Varan Alp ayaklandı. "Melek?" Kaşları çatıldı. "Melek'i aldırırken biraz sıkıntı çıkabilir?"

Varan Alp'in dayısı, onunla aynı gün aynı hastanede doğan kuzeni Melek İnal'ın babası Ümit Haldun İnal, 2028'de Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyacak çok büyük bir partinin genel başkanıydı. Türkiye'nin yarısı hatta belki de daha fazlası, son iki senedir Ümit Haldun İnal'a çok bağlıydı.

"Dayın için gizlilik kararı da aldırdım, sıkıntı yok." dedi Erkin iki gözünü de kırparak.

"Bu olay duyulursa Türkiye ayağa kalkar, Erkin."

Erkin, Ümit Haldun İnal'ın ne kadar çok seveni olduğunun farkındaydı. Bu nedenle kafasını sallamakla yetindi. "Yine de..." dedi titreyen sesiyle. "Kesin bir şey söyleyemeyiz Varan Alp, dayının da haberi olmayacak. Melek avukatıyla gelir, ifadesi alınır; avukata dava hakkında gerekli bilgiler verilir ve sonra paylaşılması gerekirse Ümit Haldun İnal ile de paylaşılır."

Varan Alp sandalyeye astığı ceketini giydi. "Erkin ben böyle elim kolum bağlı duramam, imkânsız. Kimi topluyorsan topla da Allah aşkına şu emniyete bir gidelim."

Erkin Gümüşpala'nın telefonunun melodisi eve yayılınca Varan Alp de Erkin de birkaç saniye göz göze kalmakla yetindiler. Erkin, sonunda telefonu açtı. Arayan, Cinayet Büro Amiri Korhan Akkaş'tı.

"Buyur amir?" dedi Erkin ayağa kalkarak.

"Sayın Savcım, Menderes İnegöl'e ulaştık. Bursa'dan İstanbul'a getiriliyor. Sıkıntı çıkarmadı."

"Başka?" diye sordu Erkin, davayı ima ederek.

"Kriminalden yeni bir bilgi geldi. Turgay Işık'ın kıyafetinde barut izi bulundu, yakın mesafeden vurulmuş gibi görünüyor. Diğer kurşunlar uzak mesafeden diye tahmin ediliyor. Zaten belli, sizin de söylediğiniz gibi boğuşmuşlardır, üstünde toprak var. Fakat toprak örneklerinde görüldüğü üzere o ormanda öldürülmüş olması neredeyse imkânsızdır. Örtüşmüyor Sayın Savcım."

Erkin birkaç saniye bekledi. "Mobeselere bakılsın, geçen araçların HTS kayıtları tekrardan kontrol edilsin. Cinayet saatinde, başka bir alanda, daha doğrusu toprak alanında park hâlinde olan tüm araç sahipleri emniyete alınsın. Menderes İnegöl geldiğine göre söylediğim gibi Varan Alp Savcı dışında tüm 17 Eylül 1998, İzmit Seka Devlet Hastanesi doğumlular emniyete getirilsin. Oraya geldiğimde herkesi tek tek ifadeye alacağım."

Korhan Amir, "Emir anlaşıldı Sayın Savcım." dedikten sonra telefonunu kapattı.

Varan Alp, Erkin'in ona direkt olarak dosyayı uzatmasının verdiği cesaretle "Başka bir yerde öldürülmüş." diyerek duymadığı telefon görüşmesinin detaylarını dinlemek için küçük bir adım attı.

Erkin iki kez öksürdü. "Toprak örneği başka bir alana ait. Hadi, gidelim biz de."

"Tamam." diyen Varan Alp telefonunu masanın üzerinden alıp cebine yerleştirdi. "Gidelim."

 

-

Kitabın adı neden 17 Eylül? Niye başka bir tarih değil?

Neden 17 Eylül? Muhtemelen herkes kitaba başlarken niçin bu tarih, diye düşünmüştür. Kurgu, aklıma tam olarak 17 Eylül tarihinde geldi, ben de kitabımın adını 17 Eylül koymak istedim :)

Kitap hep bu şekilde mi anlatılacak? Yazarın bakış açısından mı?

Kitap, hâkim bakış açısıyla anlatılmayacak; kitabın yüzde sekseni, doksanı bölüm içerisinde ismi geçen Avukat Miray Hilde Lalezar'ın bakış açısıyla anlatılmaktadır. Tahmin ettiğiniz gibi, diğer yandan da avukat & savcı kurgusu diyebiliriz ama bununla sınırlandırmak pek istemem :)

Doğum günüm 17 Eylül ve endişelendim.

Bakın, yaşınız küçük olabilir ve istemsizce endişelenmiş olabilirsiniz ama bu bir kurgu. Sadece tarihle bağlantılı değil zaten, hem sene 1998'de doğan hem de İzmit Seka'da doğan ve gece, yangından sonra şans eseri doğan bebekleri öldürüyor bu katil. Endişelenmenize gerek yok :)

INSTAGRAM // esmatonguc

TWITTER // esmatonguc

 

Loading...
0%