@esmayzc
|
Merhaba sevgili okur, Başlamadan önce lütfen oy vermeyi unutma. Bol bol yorum yap! Paragraf arası yorumlarını okumayı gerçekten çok isterim! Keyifli okumalar. Şarkı adı: Tamino - Persephone 10. BÖLÜM: YAŞAM İLE ÖLÜM ARASINDAKİ PERDE
Zamanın akıp geçmediği ve beni yalnız bırakmadığı tek yer, zihnimdi. Her zamankinden daha sessiz duran fakat gürültülü olan yerde, parçalarımdan oluşan ve tüm benliğimi dolduran odalarımın karşısındaydım. Zihnimde bir labirent oluşturmak, benim için zor olmadı ama labirentimin parçası olan odalarla karşılaşmam, bir neşterin boğazıma dayatılması gibiydi. O yüzden odalarla başa çıkabilmek için birini yarattım. Rahat etsin diye, en sevdiği renk olan altın rengini biraz anılarımla, biraz kendi parçamla süsleyip bir kılıfa benzettim ve ona bir taht oluşturdum. Tahta otururken kendinden emin görünüyordu. Elinde tuttuğu hançeri, sırtıma defalarca geçirip kanların boşalmasını sağlayan o aleti; tahtımla özdeşleşsin diye bir kadehe dönüştüren oydu. Bana hiçbir şeyden korkmamam gerektiğini öğreten de oydu. Fakat bu dersi, tıpkı ona soru sormasın diye öğretmenin gözüne dikkatli bakan bir öğrenci gibi seyrederek aldım. Maalesef, gün geçtikçe korktum ve korkunun en büyük boyutunu; dehşeti yaşadım. Küçüktüm ama küçük olmamla ilgilenmedi. Hiçbir zaman ilgilenmemişti. Tehlikeyle baş başa kaldığımızda beni koruyup kollayan taraf değil, o tehlikeyle başa çıkabilme kabiliyeti veren taraf olmuştu. Beni cesaretlendiren kişiydi. Beni hiç yanına çekmedi, arkasına almadı; sadece sırtımdan itti ve ben o an; parmakların baskısı hala sırtımda dağılırken o anla başa çıkmak zorunda kaldım. Ben böyle yetiştirildim. Anne sevgisi ya da bir babanın herkes tarafından kullanılan ‘’dağ’’ metaforunun ne olduğunu anlamadım, anlamadığım gibi de hiç yaşamadım. O duyguları tatmadığımdan neye benzediğini de bilemedim. Böyle düşünsem de bir başka anı zihnimi kemirdiğinde, yetimhanedeki yataklardan birinde; küçük ellerimi çeneme yaslamış ve kafama ufak bir zemin yaparak gözlerimi gecenin güzelliğine dikmiştim. Ay, toz zerreciklerine benzeyen yıldızların yanında koskocaman dururken dudaklarımı varla yok arası bir gülümseme dokundurmuştum. Toprak altı ruhların mezarlığı değildi, bedenlerin mezarlığıydı. Ruhlar gökyüzüne süzülürler, oralarda mesken edinirlerdi. Mesela, her bir yıldız yaşayan insanların sembolüydü. Bir yıldız kaydığında, küçücük bedenimdeki aklımla, ‘’Acaba kimin ailesi öldü?’’ diye düşünerek hüzne boğulurdum. İblis’se bana bakar ve buruk bir gülümsemeyle, ‘’Kimsenin,’’ derdi. Sesi o kadar korkunçtu ki irkildiğimi hatırlıyorum; her defasında o konuştuğunda ruhum içten içe irkilirdi. Bu gerçekten korkudan mıydı? ‘’Yıldızlar, gökyüzünde asılı kalan ruhlardır.’’ Ona merakla baktığımda ifadesizliği mesken edinmiş yüzüne ufak bir tebessüm bahşederek devam ederdi. ‘’O yüzden bir yıldız kaydı diye üzülme, kayan yıldızlarında gökyüzünde hala asılı kalacak zamanı vardır.’’ Öyleyse, benim de ailem yıldızların arasında olmalıydı. Büyüdükçe bu hayalin de, her terk edilmişliği yaşamış yetişkin gibi zihnimin tozlu raflarına karışmasına engel olamadım. Ben sadece sevilmedim, garip bulundum ve bir köşeye atıldım. Bu sefer, yalnızlığımın beden bulmuş hali bambaşkaydı. Bu sefer, korkumun yönü de farklı bir yöne doğru ilerlemişti. Mesela Asir’le karşılaştım ve onun evinde kalıyordum. Hayatının dönüm noktası neresi diye sorsalar, beni Naenia’ya ulaştıran mağara mı yoksa Asir’le karşılaşıp onunla konuşmam mı ikilemine düşerdim. Hiç göründüğü gibi ya da anlatıldığı gibi bir adam değildi. Ona kızıl gözler bahşedilmişti ve o gözlerin, içimi nasıl yaktığını da gecelerin kabusları doğurduğu o anlarda hissetmiştim. Şimdi o gözler tam karşımda duruyordu, onun derinlerine bakıyordum. Bazen, ruhunun aynasını görüyordum. Yağmur düştüğü cama vura vura aşağı kayarken sanki bir uçurumun üstüne doğru çıkıyormuşuz gibi yokuş yukarı çıkıyorduk. Arabanın içi dışarıdan daha kasvetliydi ve soğuk, ciğerlerime sızıp oradan ruhuma dadanıyordu. İblis bile gıkını bile çıkartmadan öylece ortamı okuyor ve sessizce kadehinden yudumluyordu. Şoför koltuğunda oturan Asir, arabayı yağmurun hakim olduğu çamurlu toprakta bile o kadar ustaca kullanıyordu ki içten içe ona güveniyordum. Akşamın karanlığında kenarlarda korkunç bir devi anımsatan, kara dağları geride bırakmıştık. Şimdi eve yaklaştığımızı gösteren Yaşayan Ölüler Tapınağı’nın üst kenarından geçiyorduk. Arka koltukta oturan Mehir’in kalp atışlarını duyuyor gibiydim, o kadar sessizdik ki sadece nefes alışveriş seslerimizi ve rüzgarın camları uğuldatan o görkemli sesini duyuyordum. Ön cama çarparak kayan yağmur damlaları giderek şiddetini arttırdığında Asir, silecekleri çalıştırdı. Sileceklerin cama sürten sesi arabanın içine doldu. Sonra sessizliği hiç beklemediğim biri, Asir bozdu. Yine de keşke bozmasaydı diye düşünmüştüm. ‘’Gelmeden önce ne söylediğim, tavrım; açık ve net değil mi Kami?’’ dedi onay beklercesine dikiz aynasına bakarken. Kızıl gözleri sabahtan beri, kız arabaya biner binmez onun üstündeydi ve sanki parlaklığıyla onu yakacakmış gibi sert bakıyordu. Dikiz aynasından habire dik dik bakıyor olmasına ben bile rahatsız olmuştum; arkada oturan Mehir’in de rahatsız olduğunu duruşundan kavrıyordum. ‘’Evet,’’ dedi kız ılımlı sesiyle, ‘’Senin bölgene girdiğim için daha dikkatli olacağım. Söz.’’ Asir kafasını sallasa da kalın sesiyle, ‘’Dikkatli olman yetmez.’’ dedi hemen sonra. ‘’Bana kalsa, seni asla evime sokmam.’’ İçimdeki sıkıntı büyüdükçe büyüdü ve sanki kalbimi avuçları arasında sıktı. Kasvet giderek büyüyordu, kafamdaki kişi haricinde bu kasveti seven yoktu değil mi? Zira İblis, ortamı okurken o kadar eğleniyordu ki kadehinden yudumlar alırken nefesini biraz sesli bırakıyordu dışarı. Bazen tehlikeli bir çocuğa dönüşüyordu. Mehir konusundaysa, o kızı yanıma almam konusunda iyi mi ettim yoksa kötü mü o ikileme düşmüştüm. Asir, kızdan hoşlanmadığını yeteri kadar belli etmişti. Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovalarken bu düşüncelerin arasında sıkışıp boğulacağımı sandım. Araba yolculuğu sandığımdan daha uzun sürüyordu. Ya da benim kuruntumdu çünkü arabanın içi, hiç olmadığı kadar kasvetliydi. Kimseden ses çıkmayınca Asir memnun bir halde konuşmaya devam etti. ‘’Fakat, sen Yağmur’un misafirisin. Sadece gözüme batma, saçma sapan rollerle beni kandırmaya çalışma. En ufak hatanda gözünün yaşına bakmam.’’ dedi kalın ve otoriter sesiyle. Bana karşı hiç böyle değildi. Kelimelerini yine özenle ve dikkatle seçmeye çalışsa da, sesi dışarıdaki yağmurun nefesinden daha soğuktu. Ona inanamayan gözlerle baktım fakat o, önünde uzanan yola bakmaya devam etti. Rüzgar arabanın içinde esiyormuş gibi sertçe uğuldadı; üşüdüğümü sandım ama arabanın içi sımsıcaktı. Omzumun üstünden arkaya baktığımda Mehir’in camdan dışarı seyrettiğini, sonra dikiz aynasına bakıp tekrar cama döndüğünü gördüm. Ondan çekiniyordu ya da korkuyordu. Yutkunup bir bana, bir de dikiz aynasına baktıktan sonra, ‘’Nasıl bir hata?’’ dedi Mehir, korkak ve çekingen bir tavırla. ‘’Artık arabadayız, bu ne demek oluyor?’’ dedi Asir alayla, dikiz aynasına bakarak. Kaşlarını yukarı kaldırmış, perçemleri gözünün üstüne doğru yaklaşmıştı. Profilden aşırı tatlı duruyordu böyle ama çok geçmeden tekrar önüne odaklandığında ifadesizliğe büründü. ‘’Eve gidiyoruz?’’ dedi Mehir soru sorar gibi. İblis dudaklarını birbirine bastırıp gülmemeye çalışsa da başarılı olamadı ve ufak bir kıkırtı çıkarttı. Asir ifadesizliğiyle devam etse de sesinde bariz bir alayın hakimiyeti vardı. ‘’Ve bu da, artık saf ve korkak rolünden çıkma vaktin olduğunu gösteriyor. Çoktan Yağmur’u tavladın.’’ Kaşlarımı çatıp bir ona, bir de arkamda ürkekçe durmuş kıza baktım. İblis kafasını iki yana salladı, ‘’Bir kez de hatalı çıkayım, Tatarus. Lütfen, bir kez olsun bir konuda hatalı çıkayım.’’ dedi kendi kendine, yukarı bakıp yarım yamalak sırıtırken. Nefesim sebebini anlamadığım şekilde kesildi ve tekrar yumuşak bir şekilde nefes verdim. Arkaya baktığımda Mehir’in suratında korkak tavrından sıyrılıp kendinden emin bir şekilde çenesini kaldırışını ve gözlerindeki o korkusuzlukla Asir’e bakmaya başladığını görmemle nutkum tutuldu. Suratındaki ifade, ani değişmişti. Sanki şu an, ara sokakta gördüğüm ağlamaktan helak olmuş ve ne yapacağını bilmeyen kadından daha çok; seri bir katile bakıyor gibiydim. Bakışlarının keskinliği, kendine güvenişiyle harmanlanıp daha çekici bir hal alırken sadece yan tarafındaki camdan dışarı baktı. ‘’Ne demek oluyor bu?’’ dedim içimde büyümeye başlayan öfkeyi dizginleyerek. Arabanın sallandığını ve takırdadığını duydum; tekerlekler taşları eziyor olmalıydı. Patikadan yukarı çıkarken sırtım koltuğa yapıştı ama oralı olmadan hem arkama hem de yanımda bıyık altı gülümseyen Asir’e şaşkınlıkla bakmaya devam ediyordum. Israrla ve biraz da sesimin tonunu bastırarak, ‘’Bu ne demek…’’ dedim. Asir bana yandan keskin bir bakış attı, yine de dudaklarında çekici bir tebessüm vardı. Yan yan bana bakıyor olması, tek kaşını kaldırdığını anlamam için zaman aldırdı. ‘’Tilkiler böyledir,’’ dedi imalı bir sesle, ‘’Sadece gösterdikleri kadarını bilirsin.’’ ‘’Tilkiler böyledir…’’ dedi İblis kendi kendine mırıldandıktan hemen sonra, kadehinden yudumlayıp arkasına yaslanırken. İçimde büyüyen öfke, damarlarımı yakmaya başladığında gözlerimin de kızardığını fark ettim. Kaşlarım çatık bir şekilde arkama doğru bakış attığımda bile Mehir hala camdan dışarı seyrediyordu. Rahattı. ‘’Beni kandırdın mı?’’ dedim, kendimden bile beklemediğim şekilde sesim çok sert çıkmıştı. Ela gözleri şaşkınlıkla aralanıp bana doğru döndüğünde, kafasını yana doğru eğip, ‘’Hayır,’’ dedi ılımlı sesiyle. ‘’Sadece bana yardım etmen konusundaki süreci hızlandırdım.’’ Pişkinliğine mi şaşırayım, üstte çıkmaya çalışmasına mı bilememiş halde; kafam karışık ona bakmaya devam ettim. Ardından isterik şekilde gülerek önüme döndüğümde hayret dolu bakışlarım önümüzde saklanan puslu yolun üstündeydi. Yokuş yukarı çıkarken yanımızdan gelip geçen soluk, sade binaları arkada bırakıyorduk. Bu eve yaklaştığımızın göstergesiydi. ‘’Beni süreci hızlandırmak adı altında kandırmış olmasaydın da, sana yardım ederdim.’’ dedim keskin bir tavırla; hala önüme bakıyordum. Ardından ona doğru dönüp, ‘’Sadece bir gece.’’ dediğimde Asir nefes verircesine gülüp sırtını iyice koltuğa bastırdı. Ardından bacaklarını iyice yayıp, parmaklarını direksiyonda kaydırarak aşağı taraflara indirdi ve sadece parmaklarının uçlarıyla arabayı sürmeye devam etti. ‘’Ne?’’ dedi Mehir aniden, sırtını dikleştirip. Beyaz saçlarının tutamları önüne hışımla düşerken, aralarından görünen irice açılmış ela gözlerine soğuk bakışlarımdan yolladım. ‘’İyi niyetimi kullanıp suistimal ettiğin tek gece bu gece olacak. Kandırılmaktan herkes gibi hoşlanmıyorum.’’ Ardından önüme dönüp derin bir nefes verdim. Araba evin bahçesinde durmuştu, motor sustuğunda etrafa sadece yağmur damlalarının sesi ve rüzgarın uğultusu hakim oldu. Aniden durduğu için boşluğuma geldiğinden göğsüm öne doğru çekildi, sonra sırtım yumuşak şekilde tekrar geriye doğru gitti. Kimse arabadan inmiyordu, Asir bile sanki konuşmanın bitmediğini anlayıp keyifle arkasına yaslanmış vaziyette hem bana hem dikiz aynasından kıza bakıyordu. ‘’Lütfen…’’ dedi Mehir çaresiz sesiyle. Kalbim onun için bir anlığına olsun acırken, bunun da bir kandırmaca olduğunu düşünmeye başladığımda o his tuzla buz oldu. Bir güveni kazanmak, onu yıkmaktan daha zordu. Ona tamamıyla güvenmemiştim ama yardıma ihtiyacı olduğuna inanmıştım. ‘’Bir hafta. Sadece tek bir hafta.’’ İblis alayla kaşlarını yukarı kaldırarak, başını yana eğerken, ‘’Bununla sınırlı kalmayacak.’’ dedi net şekilde. Gözleri kadehinin dansının üstünde geziniyordu. ‘’Özür dilesem? Zaten sabah olacak birazdan!’’ dedi çaresizliğine devam ederken, sesi o kadar ağlamaklı çıkmıştı ki dayanamadım. Az sonra söyleyeceğim şey, saatler önce söylediğim tüm şeylere tezat düşecekti. Yine de söylemekten çekinmedim. Ağırlığımı koymak istemiştim. Beni kimse bu şekilde kandırıp salak yerine koyamazdı. ‘’Ev Asir’in,’’ dedim soğuk bir şekilde, parmaklarım kapı kulpunu tutup kavradıktan sonra, ‘’Son kararı o versin.’’ dedim ve kapıyı tok sesle açarak dışarı çıktım. Soğuk tenime işledi, esen rüzgar saçlarımı dalgalandırırken yağan yağmurun aniden üstüme çullanmasıyla adımlarımı hızlıca eve doğru yönelttim. İblis bana gururla bakarken, ona aldırmayarak ıslak toprağa basa basa hızlıca verandaya yaklaştım. Gökten intihar eden damlaların sertçe toprağa vuruşunu, esen rüzgarın gürleyen uğultusu çevremde dolanıyordu. Hava soğuk ve karanlıktı. Güven duymak… Güven duygusunu zor kazanıp kolay kaybeden insanlardan biriydim. Çevreme uyguladığım savunma mekanizmam da aynen bu şekilde işliyordu. Ben insanlara zor güvenen birine dönüşmüştüm, güvenimi kaybetmeleri de saniyelerimi alırdı. Tek bir hatalarında gözünün yaşına bakmadığım türlü insan hayatımdan geçip gitmişti. Hiçbirinin adını da şu an hatırlamıyordum. Güven duymak bir Tilki’ye yapılacak en son hareket bile değildi; bunu İblis bana önceden söylemişti. Otoparkta arabaya varmadan önce. Geçmiş ayaklarımın altına doğru serildiğinde gözlerimin önüne gelen görüntüyle verandaya çıkmayı bırakmış, kapının önünde duraksamıştım. Kadehinden her zamanki gibi yudumlarken bilmiş gözlerini, Mehir’in üstüne sabitlemiş; onu baştan aşağı gelişigüzel süzmüştü. ‘’Toprak, kıza fazla güveneyim deme. Sonuçta o bir Tilki.’’ demişti. Kafasında bir İblis taşıyıp bu kadar aptallaşan kaç insan vardı? Ben tek miydim? Beni düşüncelerimden arındırıp ana çekti, ‘’Kendine fazla yüklenme…’’ dedi İblis, gülümseyerek kaşlarını çatarken. ‘’Kıza gerekeni söyledin.’’ Arkamızdan gelen adım seslerini ve boğuk sohbetleri duyuyordum. Yağmur onların sesini bastırıyordu fakat sesler giderek bize yaklaşan adımlarla canlanmaya başladı. ‘’Asir… Lütfen…’’ diyordu Mehir, yalvarırcasına. İblis omzunun üstünden kıza bakarken dilini damağına sertçe vurup ritmik sesler çıkarttı. ‘’Yazık…’’ dedi sonra önüne dönüp kadehinden yudumlayıp. Sert bir şekilde, ‘’Hayır.’’ dedi o da verandanın basamaklarından çıkarken. Ona bakmıyordum ama tam arkamdan gelen sesini duymuştum. Yanımdan geçtiğinde dev cüssesinin sıcaklığını hissettim, bana dokunmamasına rağmen. Kalbim bir anlığına teklese de buna aldırış etmeden hareketlerini takip ettim. Kapının yuvasına anahtarı soktuğunda son kez bana yandan bir bakış attı; sonra kapıdan içeri girip kapıyı açık bıraktı. Bense hala dış kapının önünde duruyordum; Mehir’se tam arkamdaydı. ‘’Lütfen…’’ dedi acıklı sesiyle, arkamdan kedi gibi. ‘’Ona güven demiyorum Toprak fakat bir Tilki asla yalvarmaz. Bence gerçekten zor durumda.’’ dedi ama ilgisiz bakışları bir onda bir benim üstümde gidip geldi. Sadece beni uyarıyor ve kararı bana bırakıyordu. Kalbimin çevresi görünmeyen karabasanlarla dolup taşmıştı. Kandırılmış hissetmem normaldi ama düşününce kızın fıtratı buydu. Yalan söylemek, oyun oynamak… Karşısındaki insanın duygularını görmezden gelmek. Bunlar onu kendisi yapan kişilik özelliklerinden olmalıydı. Söylediği gibi bir hafta onu eve kabul etsem, yine beni kandırmaya çalışacaktı büyük ihtimalle ama ikinci defada ne İblis ne de ben buna müsaade gösterirdim. Arkama döndüğümde, boynunu bükmüş kaşları altından bana bakıyor olmasına, zor olsa da ilgisiz bir şekilde karşılık verdim. Yine de içimde büyüyen ve salak olduğumu bas bas bağıran merhameti görmezden gelemiyordum. ‘’Tamam,’’ dedim sakin şekilde, ‘’Bir hafta kalabilirsin. Yine de Asir konusunda sana yardım etmem.’’ dediğimde cam gibi parlayan ela gözleri heyecanla aralandı. ‘’Teşekkür ederim!’’ dedi saf rahatlamayla. Gözlerini yumup aralarken rahat bir nefes vermişti. Ona aldırmadan sırtımı dönüp eve girdim. Reha koltuktan atlayıp hızlıca bana doğru koşmaya başladı fakat adımları arkamdan gelen Mehir’e odaklandığında bir bıçak gibi kesildi. Zeytin gözlerini aniden kızıla dönüştürüp tüylerini kabarttığında şaşkınlıkla ona bakmaya başladım. Bana değil, arkamda kalan kıza bakıyor ve geri geri gidiyordu. Tüyden yaratılmış kuyruklarının ikisi de ayrık bir konumda dik şekilde duruyordu. Pençelerini çıkartmış ve diş etlerini gösterecek şekilde ufak yüzünü buruşturmuştu. Haline gülmekle şaşkınlık arasında kalarak bakakaldım. Geri geri gidişi birden Asir’in pantolonun paçasına dokunmasıyla duraksadı; yine de irkilmedi sadece Mehir’e odaklanmıştı. İblis, ‘’Fena korkuyor.’’ dedi hayvana bakarak. Salonun ışığı çoktan yanmıştı ve tam ortasında duran Asir’in bedeni olduğundan daha yapılı göründü. Saçlarının üstüne düşmüş ışığı ve parlayan kızıl gözlerini seyrettim. Ellerini pantolonun cebine atmış, bir ona bir bana bakan Asir’in suratı ifadesizdi. ‘’Demek tekrar kabul edildin.’’ Gözleri üstüme kilitlenmişti ve sanki, korkup düşünmekten çekindiğim bakışların vücut bulmuş hali gibi bana bakıyordu. Salak olduğumu bağırıyor gibiydi içten içe. Kalın sesiyle, ‘’O zaman…’’ dedi, dudaklarını birbirine bastırıp kafasını eğerken. Bir süre pantolonun paçasına yaslanmış Reha’ma baktı ve sessiz kalarak düşündü. Ardından bakışlarını kaldırıp direkt olarak Mehir’in gözlerine baktı. Keskin ve netti. ‘’Bir hafta içinde, ev mi buluyorsun yoksa in mi bilemem; elini çabuk tut. Çünkü zaman dolduğunda, sana vereceğim tek bir şansın bile olmayacak.’’ Mehir kafasını hırsla salladı ama o, kızıl harelerini kızın suratına dikip dudağının kenarını yukarı kaldırdı. İğreniyormuş gibi değil de hoşnutsuz bir tavrı vardı. ‘’Bu süreçte de, seni rahatsız etmek için elimden geleni yapacağım.’’ dedi sanki normal bir şeyden bahsediyormuş gibi kıza bakarak. Normal bir şeyden bahsediyormuş gibi onu önceden yapacakları konusunda uyarıyordu ve tebrik edilmeyi bekliyor gibi elinden geleni yapacağını söylüyordu. Bu İblis’in çok hoşuna gitmiş olmalı ki kısa ama boğuk şekilde kahkaha atıp kadehini dudaklarına götürmüştü. Oralı olmadım ve Reha’ya doğru ilerlemek üzereydim ama Asir, bana doğru yaklaşırken uğursuz sesini yine etrafa yaymıştı. Kızıl gözleri, benim kızıl, buz mavisi gözlerime tutunurken olacakları şimdiden görmem için kendi kendine savaş veriyor gibiydi. Öyle yoğun ve yakıcı bakmıştı ki ses tonunu bir süre algılayamadım. Bana doğru yürüdü ve gözlerini sonunda benden ayırıp kıza doğru döndü. Mehir’le ilgilenmiyordum, şu an ilgilendiğim tek şey oydu. Alayla parlayan gözlerini kıza dikerken, ‘’O kadar rahatsızlık verdin ki, benden korkan hayvan bile bana sığındı.’’ dedi kalın sesiyle ve ellerini cebine atarak yanımdan geçti. Sıcaklığı tekrar buram buram üstümde hissederken, ürpermeme engel olamadım. Arkamdan adım seslerini duyuyordum, yukarı çıkıyordu. Bu demek oluyor ki, Asir rahat ve sakin görünse de aslında onun gitmesi için elinden geleni yapacaktı. En kısa sürede. Bu da bir haftayı inanılmaz derecede çekilmez bir hale sokacaktı. Kaşlarını yukarı kaldırarak, ‘’Ring başlıyor,’’ dedi İblis, ortamı benden önce okuyup dalgalı şekilde. Kalbimi tokmakla eziyorlar gibi hissediyordum. Bir yandan Mehir’i tekrar kabul etmemin aptallığını tadarken diğer yandan Asir’in yoğun ve küçümseyici bakışları zihnimi talan ediyordu. Onun ağırlığını yaşıyordum. Kalbime çöreklenen ağırlıkla usul usul koltuğa doğru yaklaşırken, Mehir kapıyı yavaşça kapattı. Reha’yı kucağıma alıp kollarım arasında onu sakinleştirmeye çalıştım. Hırsını alamamış köpek gibi gözlerini bir an olsun Mehir’den ayırmıyor, tamamen savunmaya geçmiş halde duruyordu. Titriyordu ama bunu belli etmek istemiyordu. Mehir ona değil önüne baktı ve karşımda duran tekli koltuğa oturdu. Kendimi uzun koltuğa atmış, bacaklarımı uzatmıştım. Kaslarım olduğu gibi gevşerken sırtımı koltuğun sert dayanağına yaslamıştım. Aşırı yorgun hissediyordum. Koltuğun kenarında, ayak ucumda duran pikeye doğru uzandığımda Reha kucağımda küçücük kaldı kısa süreliğine. Sonra pikeyi hem onun hem kendi üstüme örterek tekrar yumuşak tüylerine dokundum. Bu sefer rahatlamış görünüyordu. Kendini bilinmezlikten korkutan küçük bir çocuk gibi yorganın altına sığınmış ve tüm korkusu gitmişti sanki; haline bakıp tebessüm ettim. Karnımın üstünde çırpınan kalbiyle, soluklarını yavaş yavaş vermeye başlayan Reha’nın tüylerini okşadım. ‘’Korkutmak istemedim.’’ dedi Mehir, yumuşak şekilde. ‘’Sadece auram onunkinden daha yoğun.’’ Başımı iki yana sallayıp, ‘’Sorun değil.’’ dedim bakışlarım hala kucağımdakinin üstündeyken. Küçük kafası pikenin üstünden çıkmıştı, çenesini bana doğru kaldırmış; göğüslerimin tam ortasına başını koymuştu. Kulakları geriye doğru yatmış, gözlerini kapatmıştı. Çok uyuyordu bu hayvan… Bebek gibiydi. Merhamet yine kalbimi sımsıcak ediyordu, birden korkunç bir surata bürünebilen tatlı yüzüne bakıp gülümsedim. Bembeyaz tüyleri, renkli kulakları ve ufak ağzı, burnuyla gerekenden fazla tatlı bir hayvandı. Sıcak nefesi boynuma doğru akın ediyordu. ‘’Tatlı…’’ dedim mırıldanarak, şefkatle. ‘’Kendini sana bağlayan herkesten ve her şeyden…’’ dedi İblis bakışlarını bir anlığına hayvana sonra bana dikerek. Sert ve keskin bakıyordu, kömür karası hareleri her zaman böyle bakıyordu ama canını sıkan bir şey olduğunda daha fazla kararıyor; daha yoğun bir hale bürünüyorlardı. ‘’Nefret ediyorum.’’ ‘’O zaman sıranın başında sen varsın.’’ dedim içimden, bakışlarımı ona doğrultarak. Kaşlarını yukarı kaldırıp indirdi ve kadehi dudaklarına götürmeden önce, ‘’Kendimi seviyorum demedim.’’ dedi karşılık vererek, kendine has mekanik sesiyle. Asla altta kalmıyordu. Elimi üstüme örttüğüm pikenin yumuşak hissi üzerinde gezdirip bakışlarımı Mehir’e çevirdim. Suratının önüne düşen beyaz dalgalı saçlarını geriye atmakta zorlanıyordu, çünkü elinin tersiyle onları kovalasa da saç tutamları asi bir şekilde tekrar önüne geliyordu. Halinden sıkılıp dudaklarını uzattı ve aralarından derin bir nefes üfledi. Karşımdaki surata bakıp dayanamayarak gülümsedim, ardından bileğimdeki siyah tokayı ona doğru uzattım. Başka yöne bakıyordu, ondan ona uzattığım elimi fark etmedi; sonra ‘’Al,’’ dediğimde ela gözleri yuvalarında dönerek aşağı kaydı. Kirpiklerini kırpıştırıp bir ona uzattığım tokaya sonra yüzüme bakıp çekingen bir tavırla tokayı elimden aldı. ‘’Bu bilmez şimdi…’’ demişti İblis alayla. Mehir eline aldığı tokayı evirir çevirdikten sonra aydınlanmış gibi kaşlarını yukarı kaldırıp sessizce tokaya, sonra tekrar bana baktı. İblis’le heyecanlanıp ne yapacağını bekledik, çünkü biliyormuş gibi bir hali vardı. Fakat Mehir, göğsümüzde dağılan tüm heyecanı yok edecek bir harekette bulundu. Saç tokasını tıpkı benim yaptığım gibi bileğine geçirip etrafa umursamaz bakışlar atmaya başladı. Benden görmüş olmalıydı; bahse varırım ki onun ne işe yaradığını bilmiyor, belki de aklında bilek süsü olarak nitelendiriyordu. Hata bendeydi, çünkü bileğime tokayı geçiren bendim ve ona saç tokası olduğunu belirtmeden uzatmıştım. İblis dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra alt dudağını dişleyip gülmemek için çabalarken; ben dümdüz bir suratla kirpiklerimi kırpıştırıp suratına aval aval bakmaya devam ettim. Mehir bakışlarımdan rahatsız olmuş olacak ki gözünün ucuyla yandan yandan bana baktı. ‘’Ne oldu?’’ dedi mırıldanıp, kaşlarını yukarı kaldırırken. Bileğine sardığı tokayı çenemle işaret edip, ‘’Saçına bağla.’’ dedim, normal bir şekilde. Ela gözler bileğindeki tokaya kaydıktan sonra onu diğer eliyle çekip oradan ayırdı ve saçlarını geriye atıp tokayı beceriksizce dağınık saçına geçirmeye çalıştı. Fakat başarılı olamadı, toka kayıp koltuğa düşse de Mehir arkaya atılmış ve önüne düşmeyen saçlarından memnun bir halde gülümseyip arkasına yaslandı. İblis dayanamıyordu; erkeksi bir şekilde kıkırdayıp, ‘’Saatler önce seni kandıran bir tilkiye göre oldukça saf…’’ dedi kendi kendine. ‘’Kalk da bağla şunun saçını.’’ dedi sırıtarak Mehir’e bakarken. Pikeyi üstümden çekip atarken Mehir’e baygın bakışlarımdan atıyordum. Kucağımdaki uyuklayan Reha’yı uyandırmamaya özen göstererek kenara, pikenin üstüne bıraktım. Pençelerini aralayıp tırnaklarını çıkarttı sonra tekrar onları bir araya getirip kapatırken uyumaya devam etti. Ayağa kalkıp ona doğru yaklaştığımda yüzündeki tebessümü silinmeye başlayan Mehir’e baktım. Şaşkındı. Arkasına doğru eğilip sırtının altına sıkışmış tokayı zoraki aldım ve tokayı gözlerinin önünde sallayıp ona gülümsedim. Eli refleks olarak saçına giderken şaşkın şaşkın bana bakmaya devam etti. Haline gülmeden edemedim, kıkırtım dudaklarımın arasından dökülür dökülmez yanaklarına sıcaklık binip oraları kızarttı. Beyaz teninde parlayan ateş, onu daha güzel gösterirken içten içe imrensem de oralı olmadan arkaya attığı saçlarını kavradım. ‘’Saçını bağlayacağım,’’ demeyi de ihmal etmemiştim dokunmadan önce. Sesini çıkartmadı ve bana izin verdi. Ellerim arasında dağılan saçları pamuk şekeri gibiydi; ağızda dağılan ve sanki yok olmuş hissi veren o dokuyu bilirsiniz, tıpkı o şekilde ellerim önce saçlarının hacmini kavrıyor sonra o kadar yumuşak bir şekilde avcumda dağılıyordu. Saçları kürkü olmalı, diye düşünmüştüm içten içe. O kadar yumuşak ve güzeldi. ‘’Saçların çok güzel,’’ dedim iltifat ederek. İblis kafasını yana doğru ve biraz aşağı eğip kızın suratına dikkatle baktı; ardından dudağının kenarı iyice kıvrılıp geriye yaslanırken, ‘’Kızardı,’’ dedi gülerken. ‘’Sus kızım, elinde bir Mehir değil patlıcan göreceksin yakında.’’ Tebessüm ederek saçlarını özenle topladım ve bileğime sardığım tokayı saçlarından canını acıtmayacak şekilde geçirip bıraktım. Salaş bir tarzda at kuyruğu yapmıştım, kaldı ki örgü örsem zamanım yetmeyecek; topuz yapsam kıvırdığımdan dolayı elimde olmadan canını yakacağımdan endişelenmiştim. O kadar uzun ve gür saçları vardı ki… ‘’Teşekkürler,’’ dedi narin sesiyle. Onu es geçip tekrar koltuğa uzanıp Reha’yı kucağıma aldım ve pikeyi üstüme çektim. Asir merdivenlerden aşağı iniyordu. Suratında ters bir ifade vardı; hiç memnun değildi Mehir’in burada kalışından. Aslında sesini çıkartır da benim nasıl davranacağımı çözemediğinden susuyordu. Zira az önce de Mehir’i kovan bendim; geri kabul eden de bendim. Benim de dengesiz hallerim vardı. Dudağının üst kısmı yukarı kalkmış, burnunun üstü hafifçe kırışırken Mehir’e yandan ama sert bir bakış atıp tam karşısındaki tekli koltuğa oturdu. Suratında öyle küçümseyici bir ifadeyle kızı baştan aşağı süzdü ki karşısında kusmuk olduğunu sanırdınız. Kabalığına karşılık gözlerimi devirdim. İblis bile böyle tepki vermezken, onun böyle tepki vermesine şaşırmıştım doğrusu. Mehir ona değil, bana ya da çevreye bakmaya özen gösteriyor; olmadı Asir’e bakmamak adına kafasını aşağı eğiyordu. Kızı da rahatsız ettiğinden dolayı kaşlarımı yukarı kaldırıp Asir’e döndüm, ‘’Neden geldin?’’ dediğimde kaşlarını çatarak ağır ağır bana doğru döndü. ‘’Burası benim salonum.’’ dedi sert bir ifadeyle, ‘’Neden hesap vereyim?’’ Yanlış anlamamasını umuyordum. ‘’Hesap için değil de…’’ dedim tek kaşımı kaldırarak, ‘’Madem Mehir’den hoşlanmıyorsun, neden odandan çıkıp buraya indin ve tam karşısına oturdun?’’ Dilini dudaklarının üstünde gezdirirken bana baygın baygın baktı, ‘’Dedim ya, onu rahatsız edeceğim.’’ dedi doğruyu söylemekten çekinmezken. İblis haline bakıp piç gibi sırıttı fakat bir şey söyleme gereği duymadan kadehinden zevk yudumları içti. ‘’Çok kabasın,’’ dedim ben de düşüncelerimi söylemekten çekinmeyerek. Tek omzunu silkerken ilgisizdi, ‘’O da biliyor.’’ Ardından başını çevirip yana doğru eğerken, yine küçümser bir tavırla Mehir’i baştan aşağı süzüp, ‘’Belki rahatsız olur da kendi iradesiyle çeker gider diye bekliyorum,’’ dedi erkeksi sesiyle, kızın suratından bir an olsun gözlerini ayırmadan. Mehir korkak bir tavırla bakışlarını yukarı kaldırıp ona baktı sonra bakışlarını tekrar kaçırıp yana doğru kaydırdı. Gerçekten korkuyor muydu yoksa yine oyun mu oynuyordu? Gerçi kızın gidecek bir yeri yoktu ki. Nereye gidecekti? ‘’Asir.’’ Sesim uyarı dolu bir tonlamayla yükselmişti. ‘’Bir süre benim misafirim, saygılı olur musun?’’ Derin bir iç çekip hala Mehir’e bakmaya devam etti. Göğsü inip kalktığında onu olduğundan daha kuvvetli ve cüsseli göstermişti. Sesini çıkarmaması kabul ettiği anlamına mı gelirdi? İblis’e baktığımda kaşlarını yukarı kaldırıp aynı anda omuzlarının ikisini de yukarı kaldırıp indirirken, ‘’Ne bileyim…’’ dedi düşüncelerimi görmüş gibi. ‘’Sen mi bilmiyorsun?’’ dedim karşılık vererek. İblis alayla gözlerini kapatıp aralarken, ‘’Toprak,’’ dedi dalgalı sesle. ‘’Bazen susup arkana yaslanman ve olacakları görmen gerekir… Zaten neden şu an bile susup köşeye çekildiğini bilmiyorum,’’ dedi imalı şekilde devam ederken. Kısık gözlerle bir ona bir bana kısaca bakış attı, sonra kadehinden yudumladı. ‘’Hiç onun karakterine yakışan bir hareket değil.’’ Gerçekten de öyleydi. Onun karşısına dikilip bazı şeyleri suratına çarpmaktan kendimi alamadığım zamanlar, yaşının verdiği olgunluğa yakışacak şekilde davranıp beni dinleyebiliyordu fakat bazı zamanlar, o anlarda sabrının taştığını ve bir gün fena patlayacağını da seziyordum. Dengesiz kişiliği onun da içinde yatıyordu. Ondan beklenmeyecek şekilde bana müsamaha gösterip beni alttan alması, böyle devam edeceği anlamına gelmiyordu. Bir gün fena patlayacaktı. Bu davranışları tuhaftı ama hoşuma da gidiyordu. İşime de geliyordu. Kahverengi saçlarının perçemleri alnına dökülmüş, onların altından diktiği gözlerini Mehir’e saplayan adama baktım. İstifini bile bozmadan baştan aşağı onu seyrediyordu. ‘’Neden ininden atıldın?’’ dedi birden. Duvardaki saat gece yarısı iki buçuğu gösteriyordu. Çapraz sorgulama başladı. ‘’Atılmadım, ayrıldım. Artık bağımsız olma vaktim gelmişti.’’ Atıldığını söylemişti. Kaşlarım istemsizce çatılmış halde kıza baktım. Pot kırdığını fark etse de umursamadı. İçimde büyüyen öfke, bir sis bulutu misali yüreğime yayılsa da konuşma devam ettikçe o sis dağılmaya başladı. Asir de oralı olmadı, sanki yalanlar onun kişiliğiymiş gibi davranıyor ve ağzından çıkanlara pek de aldırış etmiyordu. Kızıl gözleri kısıldı ve baştan aşağı Mehir’i süzdü; İblis’inse yüzünde kıza bakarken tuhaf bir gülümseme vardı. Alayla, küçümser bir tavırla gözlerini usulca kırpıyor, kıza usul usul gülümsüyordu. Erkeksi sesiyle, ‘’Ailenle mi yaşıyordun?’’ dedi Mehir’e. ‘’Hayır.’’ ‘’O zaman inin mi ayak bağındı? Kendi bölgen?’’ Asir kaşlarını yukarı kaldırmış, beklentiyle kızın gözlerine bakarken onun bakışlarını kaçırdığını gördüm. Yutkundu. ‘’Artık ormanda yaşayamazdım. Dış dünyayı merak ediyordum, bu yüzden inimden ayrıldım.’’ Asir devam etti, ‘’Kaç yaşındasın, Kami?’’ Mehir tekrar gözlerini Asir’e yönelttiğinde, ‘’Ne yapacaksın?’’ dedi hızlıca. İblis kafamda alayla sırıtırken, ‘’Bu çok sertti.’’ dedi mırıldanarak. Kadehini elinin içinde dans ettiriyor, bir yandan tek gözünü kısıp gülümseyerek kıza bakıyordu. Bakışları o kadar alay doluydu ki bana bile bu kadar uzun süre, bu bakışların etkisindeyken bakmamıştı. ‘’Bağımsız olmak istediğini söyledin,’’ dedi Asir gözlerini bir an olsun onun üstünden ayırmayarak. Tek elini koltuğun kenarına dayadığı yerden kaldırıp işaret parmağının ucunu, kızın bedeninde baştan aşağı sallayarak işaretledi. ‘’Cahilliğine bakılırsa, ininde çok fazla kalmışsın demektir. Eski zamanlarda Kami’leri sevmezlerdi.’’ dediğinde Mehir yutkunsa da tek kaşını kaldırmayı ihmal etmedi. ‘’Cahil?’’ dedi yarım ağız gülerek. Onun da öfkelendiğini seziyordum ama karşısında Asir vardı, hemen parlayamazdı. İblis de yana doğru dönüp gözünün ucuyla Asir’e bakarken, ortamı okumaktan aşırı keyif alıyordu. Kadehinden yudumlayıp dudaklarını birbirine bastırırken oldukça rahat görünüyordu. ‘’Bin yaşına yaklaştın mı?’’ dedi Asir, gözlerini bile kırpmadan Mehir’e bakarak. Beyaz yüzünde parçalanan ifadesizliğini gördüm, şaşkınlık bir hayalet misali o parçaların arasından sızarak kendini belli etti. Ela gözleri fark etmeden açılıp tekrar hızlıca eski konumuna döndüğünde bile Asir’in istediği cevaba eriştiğinin farkındaydım. Yine de emin olmak istiyordu. ‘’Yaklaşmışsam ne olmuş?’’ dedi Mehir, aynı şekilde karşılık vererek. İlgisiz görünmeye, ortamdan uzak durmaya çalışsa da bunda yetenekli değildi. Sanki giderek Asir’in istediği cevapları verecekmiş gibi hissediyordum. O cevaplara doğru ilerliyordu. ‘’Yaklaşmışsan,’’ dedi Asir gözlerinden bir parıltı geçerken. Dudağının kenarı belli belirsiz oynadı ama bunun sanrı olduğunu çok geçmeden fark ettim, zira dudakları düz bir çizgi halinde duruyordu. ‘’Tek bir amacın var demektir. İninden ayrıldığına göre, insan olmaya çalışan bir Kami’sin.’’ diye devam ettiğinde Mehir’in gergince yerinde kıpırdandığını gördüm. İblis kirpiklerini birbirine yaklaştırıp kızı süzerken, dudaklarındaki küçümser tebessüm kadehiyle gizlendi. Mehir cevap vermezken Asir, psikolojik baskı kurmaya devam etti. ‘’Çok sıradan…’’ Kızın ela gözleri kısıldı ve sesi, olduğundan daha gür yükseldi. Bu istemsizce olmuştu ama beni en çok sesinin tonu değil, cümlesi rahatsız etmişti. ‘’Ne saçmalıyorsun? Öyle aciz bir yaratık neden olacakmışım?’’ ‘’Sesinin ayarını…’’ diyen Asir’e hızlıca döndüm. Ona şaşkınlıkla bakarken, yarıda bıraktığı sözünü bana göz ucuyla baktıktan hemen sonra tamamladı. Tekrar kıza dönüp, ‘’Kıs.’’ dedi sakin bir şekilde ama o sakinliğin altında yatan gerçeği hepimiz biliyorduk. Mehir de cevabını almış gibi yerine sindi ve arkasına yaslandı. İblis bir ona bir kıza göz ucuyla bakıp gülümserken, ortamı okumuş da yumuşatmak ister gibi bana melül melül bakıp alayla sırıtırken, ‘’Sana demiyor, yavrum.’’ dedikten sonra dayanamayarak erkeksi şekilde kıkırdadı. Kömür gözleri gülüşünün etkisiyle kısılırken, alay kokan suratının tam ortasına kırlent yapıştırasım gelmişti. Ne yazık ki, ona dokunamayacağım mesafedeydi. Ben de İblis’in oyununa katılıp ortamı yumuşatmak için, ‘’Anlamadım?’’ dedim kafamı iki yana sallayarak, Mehir’e bakarken. Mehir telaşla gözlerini araladı. ‘’Üstüne alınma!’’ dedi aniden ama Asir bile erkeksi şekilde kıkırdayıp dirseğini koltuğun kenarına dayadı ve parmaklarını suratına götürüp yüzünün bir kısmını kapattı. Yine de gülüşünü alttan alta görüyordum. Saçlarını parmaklarıyla gergince tarayıp arkasına atarken, ‘’Ben güçlüyüm, tamam mı? Neden güçsüz birine dönüşme çabasına gireyim?’’ dedi, hem ona hem bana bakarken. Kaşlarını çatıp yarım ağız sırıtan İblis, ‘’Güçsüz…’’ dedi, damarıma basa basa. Kafasını iki yana sallarken tavanı seyrediyordu ama suratında da aynı zamanda güzel bir sırıtış vardı. ‘’Gerekenden uzun yaşıyorsun Tilki… Çok uzun.’’ ‘’Kafana yastık fırlatırım, sus.’’ dedim İblis’e ters ters bakıp. İşaret parmağını ters çevirip kendine yöneltirken, ‘’Bana?’’ dedi sessiz bir şekilde dudaklarını oynatarak; ardından işaret parmağını Mehir’e yöneltip, ‘’Ona?’’ dedi tekrar aynı şekilde dudaklarını kıpırdatıp. Kendi kendine eğleniyormuşçasına kafasını geriye yatırıp güldükten sonra sakince kadehinden yudumladı. Dışarıda dolanan kaosun ayak seslerine odaklanmaya çalıştım. ‘’İncin duruyor mu?’’ dedi Asir, kızın üstüne daha fazla giderek. Ardından bakışlarını karnına doğru indirip yarım ağız sırıttı. ‘’Hangi renk?’’ ‘’Damarımla oynama!’’ dedi Mehir öne doğru atılıp ama sadece sırtını koltuğundan ayırmış, öfkeli gözlerini karşısında hiç oralı olmadan onu seyreden adama kilitlemişti. Asir oyunbozan bir tavırla kaşlarını çatıp başını yana doğru eğdi, ‘’O ‘damarıma basma’ değil mi?’’ Mehir gözlerini asabice devirse de burnundan soluyup sesini çıkarmadı ve bunun üzerine, az önce sesinin ayarına neredeyse küfredecek olan Asir’se ‘’Mavi, kırmızı?’’ diye devam etti, kaşlarını çatıp yarım yamalak sırıtıp, ‘’Sarı?’’ dedi alayla. Mehir öfkeden deliye dönse de bunun faydasının olmayacağını anlayıp sırtını tekrar koltuğa yasladı. Yine de gerginliğini buradan okuyabiliyordum, sanki söylenmemesi gerekenler ortaya dökülüyordu. ‘’Öyle bir şey yok ama bu, seni ne ilgilendiriyor?’’ dedi aynı sertlikle. Hızlıca alaylı tavrından sıyrılıp ciddiyete bürünen Asir, ‘’İlgilendirmez tabii,’’ dedi erkeksi sesiyle tekdüze. ‘’Bu zamana kadar bin yaşına basan ve ininden ayrılan her Kami, insan olmak için uğraşıp durdu. Sonunda hepsi, gereksiz bir duygunun peşinden gidip, en değerlisini en gereksiz kişiye kaptırıp mahvoldu.’’ Kalbime batan iğnenin ucu, sanki Mehir’in kalbine batanla aynıydı. Onun hislerini hissediyormuş gibiydim, yine de boğazıma tırmanan ağrıyla kirpiklerimi anlam veremezcesine kırpıp pikenin üstüne doğru baktım. Asir’e göre aşk, gereksiz bir duyguydu. Boşuna ümitlenmemem gerektiğini bunu laf arasında söylerken, belki de kalbime batan sancının bu olduğunu hissetmiştim. Tekrar bakışlarımı kıza doğru kaldırdığımda, Mehir’in gözlerinin sulandığını gördüm fakat onları kısıp gölgeledi ve dik bir şekilde Asir’e baktı. Belki de umutlarını kırmıştı Asir; belki gerçekten insan olmaya çalışan bir tilkiydi. Hayal kırıklığı köşeli suratının her zerresine yayılırken, dalgın bakışlarımı ondan çevirip Asir’e doğru yönelttim. Başını yana doğru eğip kıstığı gözlerle Mehir’in suratını inceledi. ‘’Sen umurumda değilsin,’’ dedi aniden, ‘’Sadece türünün son örneğisin ve siz saçma sapan bir şekilde doğa için çok önemlisiniz.’’ Mehir kibirle çenesini kaldırıp Asir’e baksa da bu kısa sürmüştü. Asir parıldayan gözlerle ona bakarken aslında alay ediyordu ve o alayı, tilki için gurur meselesiydi. ‘’Bilirsin ki, gidenler asla geri dönmediler. Sen de dönemeyecek gibisin.’’ Acımasız kelimeleri özenle seçiyor gibi suratına çarpa çarpa, gözlerinin en derinlerine bakmaya devam etti. ‘’Öyle bir şey yok dedim!’’ dedi Mehir sertçe. İblis kafamda kıkırdayıp sırtını dikleştirirken, ‘’Evet,’’ dedi mekanik sesiyle alayla. ‘’İki kez söyledin ve ikincisinde, çok gereksiz sert çıkıştın… Bu da yalan söylediğini gösterir Tilki.’’ Ardından bana doğru bakarken alaylı tavrına hala devam ediyordu. ‘’Kendine inandıramadığını,’’ dedi bastıra bastıra gözlerimin içine bakarken. ‘’Bir başkasına asla inandıramazsın.’’ Asir sanki İblis’i duymuş gibi onu tasdikledi. Tasdiklerken bile karşısında kıpkırmızı suratla duran kıza karşı sakindi. ‘’İnandığımı söylemedim.’’ Kıpkırmızı olmuş suratla gözlerini kısan Mehir’in iyice öfkelendiğini düşünüyordum ama İblis, onu gelişigüzel süzerken yarım ağız sırıttı. ‘’Bak bak,’’ dedi kadehinden yudum almadan önce. Sakince kadehi yanına doğru düşürürken, kömür karası hareleri hala kızın üstüne kilitliydi. ‘’Nasıl da öfkeliymiş gibi davrandığına bir bak Toprak. Tilkiler… Çok başarılı oyuncular.’’ ‘’Öfkeli zaten.’’ dedim konuşma arasında ilk defa konuşarak. İblis kafasını iki yana sallarken, hala çapkın bir şekilde Mehir’i süzüyordu. Keskin bir tavırla, ‘’Hayır,’’ dedi bir analist gibi. ‘’Öfkeli gibi görünüyor ama hareketlerinde öfkeye dair bir iz yok. Sen bile nefesini ayarlayamadığında kolaylıkla kırmızıya dönüşüyorsun. Şu an sadece Asir’e karşı kaybetmek istemeyen bir Tilki’yi seyrediyoruz.’’ Mehir’i dikkatlice seyrettiğimde İblis’in haklı olduğunu gördüm. Sadece kıpkırmızı suratla, dik dik bakması dışında hareketlerinde hiçbir fevrilik yoktu. Sesini bile sadece Asir’e karşı üstünlük kurma çabasından yükseltmişti. İblis son noktayı koyarcasına gözlerini Asir’e doğru çevirdi, onun da bıyık altı gülümsediğini görüyordum. ‘’Ve o da bunu biliyor.’’ Rahat rahat koltukta oturup Mehir’i süzen Asir, erkeksi sesiyle, ‘’Neyse,’’ dedi sakin bir şekilde, her şeyi söyleyip köşeye çekilen kişi gibi. ‘’Sorguda değilsin sonuçta.’’ dedi kendi kendine mırıldanarak. İblis boğuk ama kısa bir kahkaha attı, ardından kadehi dudaklarına götürüp ikisi arasında mekik dokudu. Mehir dişleri arasından adeta tısladı, gerçekten öfkeli olduğunu düşünebilirdim… ama gerçek böyle değildi. ‘’Öyleymiş gibi hissettim.’’ dedi gizli bir alayla. Asir’se hızlıca karşılık verdi. Kelimeleri tekrar etmesi, onun savunma mekanizmasını kırabilirdi. O yüzden tekrar etmekten asla çekinmiyordu. ‘’Çünkü seni, sen gidene kadar rahatsız etmek istiyorum,’’ dedi ve küfredercesine yüzüne bakarak kelimenin üstüne bastırdı. ‘’Kami.’’ İblis hızlıca konuştu, ‘’Gözlerini doldurma sırası…’’ dediğinde Mehir’e dikkatlice baktım. Kirpiklerini kırpıştırıp Asir’e mahsun mahsun bakarken gözpınarlarının sulandığını ve kızıl bir ipliğe bulandığını gördüğümde şaşkınlık geçirdim. İblis sahne çeken yönetmen misali parmağını şaklatıp direkt Mehir’i gösterirken, ‘’Ve sahne!’’ dedi coşkuyla. Mehir’se mahzun sesiyle konuştuğunda gülmekle ona üzülmek arasında kalakaldım. ‘’Ne istiyorsun ya benden? Zaten dış dünya yeterince yorucu. Buraya istesen de istemesen de, zor şartlarla geliverdim. Biraz saygılı ol.’’ İblis bir süre kızın suratına dümdüz ifadeyle baktı, ardından başını aşağı eğip kıkır kıkır gülerken; bense kirpiklerimi kırpıştırıp şaşkınlıkla onu seyretmeye başladım. İblis olmasaydı, gerçekten bunlara kanabilirdim. Asir de etkilenmişe benzemiyordu ama derin bir iç çekti. Erkeksi ve kalın ses tonuyla, ‘’Bu kadın tarafından,’’ dedi parmağıyla beni işaret ederken; fakat gözleri Mehir’in üstündeydi ve ona alayla bakıyordu. ‘’Seni neredeyse ağlatacağım için gereksizce azarlanabilirim. O yüzden susma hakkımı kullanıyorum ve seni oyunculuğunu özgürce yapabileceğin köşene, yani onun odasına yönlendiriyorum.’’ dedi sonlara doğru beni göstermekten vazgeçen elini, usulca çevirip merdivenleri işaret ederken. İblis kafamda çıldırmışçasına kahkaha atarken, ben dudaklarımı birbirine bastırıp sessiz kaldım. ‘’Bu kadın?’’ dedim sonra, ona imayla bakarak. Bana bakmadan ilgisizce omzunu silktiğinde gözlerimi devirerek Mehir’e döndüm. ‘’Gel odaya çıkalım.’’ Göğsümde uyuklayan Reha’yı köşeye doğru kaldırıp koyarken pikeyi de yarım yamalak üstüne örttüm. Ayağa kalkıp Mehir’in de kalkmasını beklerken koltuğun yanına doğru ulaşıp durdum. Gözlerim Mehir’in üstündeydi. Mehir’se önce oralı olmadı, küçük çenesini dikleştirip tepeden onun ilgisiz duran suratına bakarak, ‘’Sen…’’ dedi duraksayıp. ‘’Fikrini sormadığım zaman sadece susmayı dene. Benim hakkımda ne düşündüğün ve aptal teorilerin umurumda değil.’’ Sırtını koltuktan ayırıp öne doğru eğilirken, korkusuz durmaya çalışan gözlerini ona doğru dikti. Tehditkar bir ses tonuyla, ‘’Bir hafta. Sadece bu şekilde rahatça yaşayabiliriz bu daracık evde.’’ Ölüm sessizliği. Birden etrafa kulakları uğuldatan, arkada cırcır böceklerini bile duyabileceğim bir sessizlik hakim oldu. Şaşkınlık ruhuma sızarken, tek şaşıran da ben değildim. İblis bile gözlerini kocaman aralamış bir ona bir de koltuğunda sakin bir şekilde otursa da aslında öfkeden deliye dönmüş Asir’e bakıp durdu. Koltuğun kenarına dayamış olan dirseğini kaldırıp elini ters çevirip iki yana sallarken, ‘’Sen ölmeyi bayılmak sanmak?’’ dedi sonra kafamın içinde kıza doğru dönüp, kaşlarının uçlarını alayla yukarı kaldırarak. Asir başını yana doğru eğip hafifçe boynunu kıtlattı, sesi ölümcül bir aura gibi etrafımızda yankılandı. Asir sadece çenesi kasılmış, gözleri kısılmış bir vaziyette öylece koltuğunda otururken Mehir arkasına dönüp benden önce merdivenlere doğru yöneldi. Belki de sadece az önce söyledikleri aklına dank etmişti ve buradan çabucak ayrılmak istiyordu. Ona hak verirdim. Kızıl hareler bir avcı gibi onu takip etti. Ardından şaşkınlıktan lal olmuş dilimle öylece karşısında kalakalan bana bakıp çenesiyle merdivenleri işaret etti. Sessizce öfkesini kabullenip ona sırtımı döndüm ve merdivenlerin başında durup beni bekleyen Mehir’in onun kadar öfkeli duran suratına baktım. Ve korkup kaçtığı düşüncesi, aklımda toz bulutu gibi dağıldı. Dudağının kenarı seğiriyor, gözleri öfkeden kısılmış bana ters ters bakıyordu. Sinirinin bana değil, arkamda hala bir şey yapmayan ve ona sözle bile olsun karşılık vermeyen adama olduğunu bilerek sustum. İblis kafamın içinde sebepsizce kıkırdayıp dururken, bir yandan da arkasına bakıp Asir’in suratına gülmeye başlamıştı. Arkama dönüp dönmemek arasında kalmıştım ama zaten, İblis’in Asir’den hoşlanmadığını biliyordum. O yüzden onu sinirlendiren ya da hoşuna gitmeyen her ne varsa, yüzünün aldıracağı şekle her an gülebilirdi. ‘’Şu durum çok komik,’’ dedi önüne dönerken, hala alayla sırıtan suratı dişleri nedeniyle parlıyordu. Kadehi bir yandan tek elinde sallarken diğer yandan konuşmaya devam etti. ‘’Her siktiğim güce sahipsin tamam mı, Toprak? Zamanı durdurabiliyorsun ve istediğin an pençeni çıkartıp tilkinin gırtlağını kesebilirsin. Yine de, ‘’senin misafirin’’ olduğu için hiçbir bok yapmadan, oturduğu yerde sessizce öfke krizi geçiriyor.’’ Kafasını geriye yatırıp kahkaha attıktan sonra derin bir iç çekip tavanı seyretti. Tavana azar azar ciddileşmiş suratıyla, kirpiklerini usul usul kırpıştırarak bakarken, ‘’Aslında düşündürüyor da…’’ dedi kendi kendine mırıldanırken. Merdivenlerden yukarı çıkarken bile konuşuyordu. Sonra ne düşündürdüğünü söylemeden başka bir konuya atlamış gibi davrandı, ‘’Bazen salak merhametine mi sahip yoksa saygıyı fazla mı abartıyor, emin olamıyorum…’’ dediğinde tekrar kendi kendine gülüp başını iki yana salladı, ardından kadehinden yudumladı. Mehir’in kalçasına doğru bakıp merdivenleri tırmanmayı bitirdik. Odama önce ben girdim. Kanlı Ay’ın ışığı odaya sızmıştı ve ortama loş bir ışık doldurmuştu. Yatağımın üstünde duran nevresimin üstü denizin dalgaları gibi parlıyordu. Yarım bir ay parçası gibi odanın köşesine doğru sızan ışığı takip ettikten sonra arkamda duran kızı hatırlayıp ışığı açtım ve etrafın aydınlanmasına izin verdim. Mehir arkamdan çekinerek girdi ve odayı gelişigüzel olsa da merakla süzdü. Sonra koltuğa oturmasını sessizce işaret ettiğimde, söylediğimi yapıp koltuğa doğru geçti. Yatağıma yaklaşıp yumuşak nevresimin üstüne oturduğumda, odanın içindeki sessiz gürültü zihnimde doğan düşünceleri art arda sıralıyordu. İblis’in son söylediklerini düşünüp duruyordum. Bir de Asir’in pasif öfkesini taşıdığı o surat ifadesi… Kızıl gözlerini kısıp Mehir’e öyle bir bakış atmıştı ki benim ruhum bile irkilmişti. En azılı cinayetler, sessizliğin kıyısında dolanırken işlenirdi. En azılı katiller de çoğunlukla sessiz insanların içinden çıkardı. Bu sebeple sessiz kaldığı zamanlar ondan daha çok çekiniyordum aslında. Çünkü o zamanlar, onu bana fısıldayan tüm sesler kesiliyordu. Sadece kulakları sağır eden o gürültünün arasında onunla bakışıyor, onun zihninin koridorlarına girmeye çalışıyordum çaresizce. Fakat onun koridorları yoktu. O sadece sessizdi. Sanki zamanının dolmasını bekleyen o saatli bomba gibiydi; bir gün patlayacaktı ve o zaman, kafamın içinde gülen İblis bile şaşkınlıktan küçük dilini yutacak ya da ne yapacağımızı düşünüp dururken nefes nefese kalacaktı. Asir’in sakladığı, beklettiği öfkesinden içten içe korkuyordum. Bir gün bana patlayacak olmasından da korkuyordum. Bazen karşımda bir canavar olduğunu unutuyordum çünkü benimle olabilecek en insani tavrıyla konuşuyordu. Benimle gülüyor, benimle yumuşak bir şekilde ondan beklenmeyecek sabrı göstererek sohbet ediyordu; benim üstüme gelmiyor, benimle çok tartışmıyordu bile. Ruhunun derinlerinde oluşturduğu kafeste yatırıp uyuttuğu canavarla dün gece sohbet etmiş olmama rağmen, o canavarı unutuyordum. Onun yatağında, o gece duyduğum o ses tonu bir canavarın sesiydi ve o ses tonuyla her şeyi yönetebilirdi. Bu sesinin çekiciliğinden çıkardığım bir sonuç da değildi; sesin gücü olur muydu? Bir sesin; karşısında duranlara diz çöktürecek, her istediğini yaptırabilecek ve hatta onları öldürebilecek gücü olur muydu? Öyle yoğun bir aura hissetmiştim ki ses tonunda, ruhumu görünmez ellerle boğan ve oracıkta öldürecek olan bir güç duymuştum sanki. O gücü saklayan birisinden bahsediyordum. Evet, o gücü istediği şekilde bastırıp istediği şekilde ortaya çıkartabiliyordu. Asir’e neden ‘’canavar’’ dediklerini anlayabiliyordum. Melez olduğundan değil, böyle bir güce sahip olduğundan ona bu lakabı takmışlardı ve o gücünü yönetebiliyor, yönlendirebiliyordu. ‘’Of…’’ dedi Mehir düşüncelerimi bölerken. Ahşap zeminden ayırdığım gözlerimi ona doğru çevirdim. Etrafı süzen meraklı bakışları son bulmuş, o da başını aşağı eğerek zemine doğru bakıyordu. ‘’Ne?’’ dedim soğuk bir şekilde. Hırsla, ‘’Ne saçmaladığını duymadın mı aşağıda?’’ dedi birden başını kaldırıp gözlerini üstüme dikerken. Sert bakıyordu ama kızıl gözler kadar etkilemiyordu beni. Dümdüz bir surat ifadesiyle ona bakmayı sürdürdüğümde göğsünü şişirip indiren bir nefes daha verdi. ‘’Üstüme gelmesi çok sinirlerimi bozdu!’’ ‘’O genelde saçmalamıyor.’’ dediğimde İblis’in bile tek kaşı kalkmış, başını yavaşça eğerek bana bakmaya başlamıştı. Mehir de aynı şekilde karşılık verdiğinde bir an için, benzerliklerinden dolayı afalladım. ‘’Yani… O benden daha bilgili.’’ diye devam ettiğimde aslında karşımdaki kıza değil, kafamın içinde yaşayan kişiye kendimi ispatlamaya çalışıyordum. İblis çenesini kaldırıp ‘’Ha…’’ dese de boğuk sesiyle; bakışlarının küçümser tavrı hala üstümdeydi. Bana tepeden bakıyor, hala ispatıma şüpheyle yaklaşıyordu. Öyleydi de. İlk baştaki cümlem benim için doğruydu. Asir şimdiye kadar hiç saçmalamamıştı. Bu bilgisizliğimden ya da bu evrene aşina olmadığımdan dolayı düşündüğüm bir sonuç değildi; onda yaşını gösteren bir olgunluk, farklı bir bilgelik seziyordum. Onun şimdiye kadar edindiği tecrübeler ve gördüğü olaylar; bin yaşına yaklaşan tilkide bile yoktu, emindim. ‘’Anladım.’’ dedi Mehir de, imalı bir sesle. ‘’Kurtarıcın falan mı?’’ Kurtarıcı. Burada bile bu kelime karşıma çıkmıştı ve hiç olmayacak birine etiketlenmişti. Yine de kabul edebilirdim, sonuçta evini bana açmış ve beni bir beladan kurtarmıştı. ‘’Sayılır.’’ dedim tek kaşımı kaldırarak ona bakarken. Tekrar kafasını sallarken, ela gözlerini kısmış üstümde dolandırıyordu. Ben de aynı şekilde karşılık verip gözlerimi kısarak onu süzdüm. Hala giydiği uzun kollu tişörtle duruyordu, ayakları ve bacakları çıplaktı. Süt beyazı teni o kadar güzel duruyordu ki, imrenmeden edemedim. Ben hayalete benziyordum. ‘’Kazak vereyim sana.’’ dediğimde aniden duraksadım. Gözlerimi usulca yumup iç çektiğimde İblis çoktan aklıma kazınan görüntüyü seslice söylemişti. ‘’Arabada unuttun değil mi?’’ Kafamı sallayıp kendi kendime ona cevap verirken, Mehir hala üst bekliyordu. ‘’Arabada unuttum.’’ dedim ve ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdüm. Kapıdan yükselen tok seslerle kapıyı şaşkınlıkla açtığımda, Asir elinde tuttuğu poşetleri bana doğru uzattı. Bir uzattığı poşetlere, bir ona bakarken dudaklarında belli belirsiz gülümseme görür gibi olmuştum ama bunun bir sanrı olduğunu, bir çizgiyi andıran dümdüz dudaklarına bakınca anlamıştım. ‘’Unutmuşsun,’’ dedi ifadesizlikle. ‘’Teşekkür ederim.’’ deyip elinden poşetleri aldığımda gitmedi, bir süre ellerini cebine atıp yüzüme baktı. Sert tavrı yok olmuş gibiydi, bana bakarken tıpkı benim Reha’ya baktığım gibi olan merhametli gözleri görür gibi hissediyordum. İblis gözlerini kısıp suratına bakarken, ‘’Ne bekliyorsun…’’ dedi kendi kendine mırıldanırken. Ağzının içinde bir süre homurdanmaya devam etti. Ilımlı surat ifadesini süsleyen kızıl gözleri bir süre beni inceledi, ardından arkamda koltukta duran tilkiye doğru kaydığında bakışları tekrar sertleşti. ‘’İyi geceler.’’ dedi buz gibi sesiyle. ‘’Fazla ses çıkartmayın.’’ İblis kafamın içinde bağırdı, ‘’Asıl sen çıkartma lan!’’ Kafamı salladığımı görmedi çünkü sözünü bitirir bitirmez arkasını dönüp kendi odasına gitti. Kapıdan içeri girince ben de kendi kapımı kapatıp tekrar Mehir’le baş başa kaldım. ‘’Fazla ses çıkartmayın,’’ dedi Mehir ağzını geveleyerek, ince ve tiz bir ses çıkartmış harfleri ezip büzmüştü. Ona bakıp sırıttım ve poşetlerin içinden bir kazak çıkartıp ona verdim. Altına da taytlarımdan birini verip giyinmesi için alan tanıdım. Yine de teşekkür edip lavaboya girince İblis de ben de rahatladık. Poşetin içinden aldığım kazaklardan birini çıkartıp üstümü değiştirdim. Altıma herhangi bir şey giymeden yatağın üstüne örtülmüş yorganı çekip içine girdim. Soğuk bacaklarımı ısırdı, yorganı üstüme çekerek bir süre yatağın içinde öylece titredim. Sonra ısıya alışmış bacaklarım titremeyi kesti, yine de görünmeyen tüylerim hala diken dikendi. Mehir de üstünü değiştirip koltuğa doğru gitmeden önce ışığı kapattı ve koltuğa uzandı. ‘’İyi geceler.’’ dedim gözlerim kapanırken. ‘’Teşekkürler.’’ dedi narin sesiyle. ‘’Her şey için.’’ Karanlığa teslim olmadan önce birbirimize söylediğimiz son sözler, bunlardı. Beynimin içinde bir yerlerde biri zemine vuruyormuş gibi takırtılar geliyordu. Kaşlarım istemsizce çatıldı ve huzursuzlukla yüzümü buruşturdum. Yastığa kafamı gömmüş olmamla birlikte yatakta güzel bir pozisyonda uyuyordum, rahattım ve yatağın sıcaklığı tam istediğim gibiydi. E, bu çıkan gürültü de neydi? İblis’e doğru baktığımda kapısının kapalı olduğunu gördüm. O kadar derin bir uykudaydı ki kapının altından siyah dumanlar yükseliyordu, sanki içeride bir yangın başlatmıştı. Kirpiklerim usulca kıpırdandığında görüş alanım usul usul bulanıklıktan berraklığa dönmeye başladı. Gürültü beynimin içinde tekrar takırdadı. Kaşlarımı çatıp sesin nereden geldiğini analiz etmeye çalışırken hala yatakta uzanıyordum, gözlerimse çevreyi kolaçan ediyordu. Koltukta uyuyan Mehir artık orada yoktu. Bir gürültü daha koptuğunda sesin, aşağıdan geldiğini ve boğuk boğuk seslerin de yükseldiğini duyup anlamam zaman aldı. Yatakta sırtımı aniden doğrulttum, belimdeki kasların gerildiğini hissetsem de şimdi yüreğimdeki o endişeyle hiçbir şeyi düşünemez haldeydim. Yataktan hışımla ayrılıp odadan alelacele çıktığımda salondan Mehir’in bağırışları geliyordu. Birden duraksadım. ‘’Seni mahvederim! Tüm Naenia o çukurdan çıktığını öğrenir duydun mu?!’’ Gerildiğim zamanlar, bir süre hiçbir şey düşünemez hale gelirdim. Beynim kıvamlı bir jölenin içine gömülmüş gibi hareket ederdi, kelimelerse çoktan o bataklığın en dibine gömülmüş olurlardı. O sırada İblis devreye girer ve beni kendime getirirdi. Şimdi de öyle oldu. ‘’Bu siktiğim sesi…’’ dedi kapıyı aralayıp kocaman esnerken, ‘’Nereden geliyor?’’ diye devam etti ağzını kapatarak. Yumuk yumuk gözlerini kırpıştırıp tekrar esnediğinde, kömür hareleri etrafı kolaçan etmekle meşguldü. ‘’Aşağıdan.’’ dedim korkuyla, yerimde durmaya devam ederek. Aşağı inmeye korkuyordum çünkü sesini yükselten insanlardan da, kavgalı ortamlardan da ve hiç gerçek yüzünü görmediğim insanların birden maskelerini düşürmelerinden de dehşete kapılırdım. Şimdi de öyle olacaktı. Asir’in gerçek yüzünü görmekten korkuyordum. Ondan herhangi bir ses gelmemişti ama Mehir, çileden çıkmış gibi bağırmaya devam ediyordu. ‘’Beni bırak! Seni…’’ Ellerim aniden kulaklarıma gidip sesleri bastırırken, başımı aşağı eğmiş öylece beklemiştim. Yüzüm korkuyla kasılmıştı, kalbim göğsümden çıkmak üzere çırpınıp duruyordu. Tüm sesleri bastırdığımı düşünürdüm, hala elimin arkasında boğuk seslerin yükseldiğini ve Mehir’in çileden çıktığını belli eden izleri duyuyordum. Şu anki durumumla ilgilenmeyen, beni yine her zamanki gibi sırtımdan iten bir İblis’im vardı. ‘’İyi in.’’ dedi, bacak bacak üstüne atıp, arkasına yaslanırken. ‘’Bir bakalım, dertleri neymiş?’’ Şarabından yudumladığında birden aydınlanmış gibi uyandı. Yüzü daha berrak, gözleri her zamanki gibi kartal gözlerinin keskinliğini aldı. O şarap neyse, bana da lazımdı. Kafamı iki yana sallayıp öylece bekledim ve korku dolu gözlerle suratına baktım. Keskin gözlerini merdivenlerden hırsla çevirip suratıma dikti; benim gözlerimle onun gözleri tutuştuğunda korkum iki kat daha arttı. İlk defa bu kadar korktuğumu hissediyordum ve ortada bir şey yoktu ama bu, buraya geldikten sonra bastırdığım duyguların da baş göstermesi olabilirdi. Her duyguyu İblis sayesinde toprak altına gömmeyi bilirdim ve o duygular, en zamansız yerde başlarını gömdüğüm yerden çıkartır ve beni böyle savunmasız bırakırdı. Keskin bakışları hala üstümde, hareketlerimi takip ederken ‘’İn.’’ dedi İblis mekanik sesi, bir çıngırağın kuyruğu gibi ses çıkartırken. İnemezdim ama merdivenlerin başına doğru gelip aşağı bakabilirdim. Bacaklarım korkuyla titrerken merdivene doğru yürüdüm. Kafamı eğip aşağı baktığımda ikisinin de bedenlerinin aşağı taraflarını görüyordum, yarım yamalaklardı. Yine de birbirlerine çok fazla yakınlardı, Asir Mehir’i kendine çekmiş olmalıydı. İblis halimden hiç hoşnut değildi, ‘’Görmek istediğimi ver bana,’’ dedi gözlerini önümüze dikerken. ‘’Ben hiçbir şey göremiyorum.’’ ‘’Elini de çek!’’ Ellerim kulaklarımdan iner inmez Asir’in fısıltısını net şekilde duydum. ‘’Anlıyorum. Sen ininde çok uzun kalmışsın ve beni tanımıyorsun,’’ dediğinde normal cümlesi bile nasıl bu kadar dehşet veriyordu, bilmiyordum ama kalbim kendini belli etmek için çırpınıyordu. İki merdiven aşağı doğru kayıp basamaklara oturdum. Bu sefer onları net bir şekilde görebiliyordum. Asir bir elini cebine koymuş, Mehir’in boynunu diğer eliyle kavrarken suratını kendisine yaklaştırmıştı. Karşısında bir insan değil de, bir kusmuk varmış gibi kıza bakarken elimi ağzıma götürüp onları seyretmeye devam ettim. Sesini giderek alçalttı ama onu hala duyuyordum. Çünkü İblis dudağını okuyup bana direkt tercüman ediyordu. Mekanik sesi sanki Asir’in sesiyle birleşti. ‘’Çünkü tanısaydın,’’ demişti Mehir’in boynunu sımsıkı kavrarken. Kız elinin üstüne kendi elini götürüp onu çekiştirmeye başladı ama bu imkansızdı. Asir ondan daha güçlüydü. ‘’Seni sadece, son iki nefesin kalacak kadar paramparça edeceğimi ve nefesinin birinde günlerce sana işkence edip son nefesinde de seni geri postalayacağımı bilmiş olurdun.’’ İblis de gördüklerini pür dikkat seyrediyor, kirpiğini bile kırpmıyordu. ‘’Vay be…’’ dedi sonra kaşlarını yukarı kaldırıp. Mehir kıstığı gözleriyle ona bakınmaktan çekinmiyordu. Çekici suratında apaçık bir meydan okuma görüyordum. Elini Asir’in yakasına götürüp orayı kavramış, her an ona vuracak gibi duruyordu ama buna cesaret edemediği aşikardı. Mehir’in boynunda duran eli sıkılaştığında kızın boğazından garip bir ses çıktı ve beyaz yüzü kırmızıya bürünmeye başladı. Asir’in elinin üstündeki damarları görüyordum, çenesini kasmış ve boynundaki damarlar bir yol çizmişti. Beynim durmuştu çünkü onu ilk defa böyle görüyordum. Beynim durmuştu çünkü ilk defa böyle bir manzara görüyordum. Birden salonun zemini sallanmaya başladığında Asir’in rahat görünüşü daha da arttı ve hiçbir şey olmamış gibi aşağı doğru baktı. Başını yana doğru çevirip zemini gözleriyle taradıktan sonra yan yan Mehir’in kırmızıdan artık mora geçiş yapan suratına alaycı bir tebessüm gönderdi. ‘’Seni geldiğin yere tekrar gömerim,’’ dedi Mehir zoraki konuşurken. ‘’Bırak.’’ Mehir’i gram takmadığını belli edecek şekilde alayla, ‘’Evimin düzenini bozuyorsun,’’ dedi Asir, sonra Mehir’in boynunu kavramaya devam ederken onu tek eliyle, bir hediye paketiymiş gibi taşıyarak koltuğa fırlattı. Mehir boğazını eliyle sarıp öksürük krizine girerken zeminin sarsılışı daha da arttı sanki. Merdivenlerin başında öylece durup sadece salonun titreyişini gördüğümde çığlığı basacağımı sanmıştım ama hiçbir şey olmadı. Sadece dehşetten küçük dilimi yutmuştum. Kalbim korkuyla atmaya devam ediyordu ve bu sefer, kesik bir nefes bırakıp İblis’e döndüğümde olaylardan gram etkilenmemiş olduğunu ve sadece Asir’e odaklanmış olduğunu gördüm. Suratı her zamanki gibi ciddi ve ifadesiz duruyordu. Onun kadar cesur olmayı dilerdim. Onun kadar soğukkanlı olmayı isterdim. ‘’Kes şu sarsıntıyı.’’ dedi Asir, tekli koltuğuna otururken. Hala Mehir’i gelişigüzel süzerken, ‘’Yağmur seyrediyor ve oldukça korkmuş durumda.’’ dedi sakin bir şekilde. Benim burada olduğumu bile bile dehşet veren bu gösterisini sergilemekten çekinmemişti. Bu, gelecekte bana yapacaklarına da bir işaret olabilir miydi? Bir tehdit? Bir uyarı? İblis söylemek istediğimi tek kelimeyle özet geçmişti. ‘’Manyak.’’ Ardından bana doğru baktığında, ‘’İşte bu yüzden seni öne atıyorum, kızım.’’ dedi ve elini kaldırıp koltukta rahat rahat otururken Mehir’in öksürük krizlerini seyreden Asir’i işaret etti. ‘’Eğer az önceki gibi yerinde dursaydın, bunu görmeyecek olurdun. İşte karşında, canavarın gerçek yüzü!’’ ‘’Siz…’’ dedim merdivenlerden inerken, hala titriyordum ve bu sesime de yansımıştı. Salon sarsılmayı bıraktı ama yürüdükçe zeminin ayağım altında hala titrediğini hisseder gibiydim. Asir çenesini yukarı kaldırmış halde, başını geriye yatırırken oldukça rahat bir tavırla bana tepeden bakarken; Mehir boynunu eliyle kavramış halde yan yan bana bakmıştı. Bakışlarında hala bir öfke, bir kin saklıydı. ‘’Bir hafta dayanabilecek misiniz gerçekten?’’ ‘’Bunu bana değil,’’ dedi Asir, kaşlarını çatarken. ‘’Asla susmak bilmeyen tilkiye soracaksın.’’ ‘’Ne oldu ya birden?’’ dedim korkumu saklamaya çalışarak, sesim azıcık yükselmişti ama bu titrekliğini daha da belli etti. Şaşkınlıkla bir Mehir’e, bir Asir’e bakıyordum ve Mehir çatlak sesiyle konuşmaya başladı. ‘’Beni burada istemediğini defalarca belli etti, sadece koltuğa oturacak ve seni bekleyecektim; ne olduğunu bile anlamadan bana sataştı!’’ Hışımla Asir’e döndüğümde rahat rahat beni seyrettiğini fark ettim. Bacak bacak üstüne atıp elini dizinin üstüne yerleştirip işaret parmağının ucuyla ritim tutmaya başlamıştı. Arkasındaki pencereden gelen güneşin ışığı, onu koltuğun üstünde daha da karanlıkta bırakmak ister gibi parlıyordu. ‘’Sence ben, sadece koltuğunda uslu uslu oturacak birine bu şekilde davranır mıyım Rea?’’ dedi sakince, kalın sesiyle. Ne düşüneceğimi bilmiyordum ama bana o kelimeyle hitap etmesi, beni onunla tanıştığımız ilk ana ve günlerce beraber kaldığım adama götürdü. Sanki karşımda o adam vardı, tepkisizliğini içten içe hüküm sürdüren ama gerektiğinde gülmesini iyi bilen adama. Bana sabırla bilmediklerimi açıklayan adama. Bana saygı duyduğunu ve anlayışlı olduğunu hissettiren adama. İblis başını aşağı yukarı sallayıp karşısında duran Asir’i güya takdir ederken, ‘’Kelimelerle gerçekten iyi anlaşıyor.’’ dedi. ‘’Nerede ne söylemesi gerektiğini gerçekten iyi biliyor.’’ ‘’Davrandın ya! Az önce!’’ dedi Mehir sesini yükseltirken. Boynunun üstünde, derisini kabartmış parmak izlerine bir bakış attım. Kırmızı ve pembe rengine dönmüşler, beyaz derisinin üstüne acımasızlığın rengini vermişlerdi. ‘’Bu kız… Benim misafirim. Bana saygı duyuyorsun değil mi? Gerçekten?’’ dedim ona doğru dönerek. Asir tepkisiz kalarak beni seyretti. Şu an az önce Mehir’i gırtlaklayan canavardan; azarlanan çocuğa geçiş yaptığını düşünmek beni deli ediyordu. Rol yapmaksa rolünü bir tilkiden daha iyi yapıyordu. Yutkundum ve hiçbir duygu belli etmeyen kızıl harelerine bakmaya devam ettim. Kalın sesiyle, ‘’Soracak mısın?’’ dedi rahat rahat ama bu rahatlığı bile gözüme oldukça korkunç gelmişti. Az önce kızı resmen boğarak öldürecekti ve şimdi koltukta hiçbir şey olmamış gibi oturuyordu. Onun rahat tavrını baştan aşağı süzdüm. ‘’Neyi?’’ diyebildim. Hoşnutsuz bir tavırla dudağının kenarını büzdü. ‘’Neden öyle davrandığımı.’’ İblis suratına baka baka isterik bir şekilde gülerken, ben sakin kalmaya çalışarak ‘’Neden öyle davrandın?’’ dedim kollarımı göğsümde kavuştururken. Bir süre gözlerimin içine bakarak sustu. Ben de devam etmesini beklerken gözümü bile kırpmadan bakışlarına karşılık verdim. Perçemleri alnına düşmüş, gözlerinin şeklini olduğundan daha çekici göstermişti. Erkeksi sesiyle, ‘’Çünkü durduk yere, ‘’dün son söylediklerimi iyi düşün,’’ dedi.’’ dedikten sonra tek kaşını kaldırıp kıza döndü. ‘’Ve bu hiç de uslu bir hareket değildi.’’ Bunda ne olduğunu ciddiyetle düşünmeye başlamıştım; kızıl hareleri tekrar benimle buluştuğunda bile Mehir’in söylediklerinde art niyet bile aramaya çalıştım ama normal bir cümle gibi gelmişti kulağıma. İblis’se farklı düşünüyordu. İşaret parmağını kaldırıp Asir’e tuttuktan sonra, ‘’Onun bunu ‘’ben kaşınıyorum ve beni kaşıya kaşıya öldür’’ şeklinde duyduğuna eminim.’’ dedi İblis, öte yandan elini indirerek alayla kıza doğru bakarken. ‘’Kadın harbi kaşınıyor.’’ ‘’Beni boğazladın! Sadece normal bir şekilde söylediğim cümlenin bedeli bu kadar ağır olmamalı!’’ Hızlıca, ‘’Olur.’’ dedi Asir keskin bir tavırla, hoşnutsuz gözlerini benden çekip ona sert sert baktı. Yetmedi tehditle parlayan gözlerini kız iyice görsün diye kaşlarını yukarı kaldıra kaldıra onun suratına dik dik baktı. ‘’Yaşamak istiyorsan ayağımın altında dolanma. Ben sana soru sormadığım müddetçe benimle muhatap olma.’’ Bu konuşma gerçekten yaşanıyor muydu? Sabahın erken saatlerinde güne böyle başlamak… Elimi sıkıntıyla alnıma götürüp parmaklarımın uçlarıyla tenimi okşarken sessiz kaldım. Hışımla ‘’Bana bak! Ben öyle sessiz kalan bir tip değilim anladın mı? Seni dinleyecek biri de değilim!’’ dedi Mehir gözlerini ona dikerek. Öfkesi kızarmasına yol açmıştı ve burnundan soluyordu; onları sakinleştirecek yol da bulamıyordum. Asir alayla kaşlarını kaldırıp başını yana eğerken, ‘’O zaman öleceksin.’’ dedi; aynı alaylı şekilde. Kemikli ve bir ölümü bile yakıştıran suratındaki gülümsemesine rağmen, sanki Mehir’in başka çaresi yokmuş ve söylediklerini yapacakmış imajını gayet acımasız bir dille belirtmişti. Ciddiyete bürünmesi zamanını almadı. ‘’Benim bölgemde, sadece Yağmur sebebiyle yaşıyorsun. O olmasaydı, seni az önce öldürürdüm ve etini yılanıma sunardım.’’ Kalın sesi oldukça gür bir tona büründü, alayla kaşlarını çatıp alçak sesle devam etti. ‘’Çok aç, biliyor musun?’’ Mehir yutkundu ve arkasına yaslandı. Tekrar yutkundu ve onun tehditle parlayan gözlerine bakmayı sürdürdü. Ardından bir şey demeden başını yana doğru çevirdi ve ela gözlerini bana doğru kaldırdı. Bir şey söylememi bekliyor gibiydi ama bu durumda, bir şey söyleyecek cesarete de sahip değildim. Asir söylediğini yapardı. Benden bir şey gelmeyeceğini anlayınca kollarını kavuşturup arkasına yaslandı ve gözlerini usulca yumdu. İşaret parmağımı kaldırıp bir ona bir kıza doğrulturken, ‘’Bir daha böyle bir şey görmek istemiyorum.’’ dedim hem ona hem kıza bakarak. Asir bir elime bir suratıma bakış attıktan sonra umursamazlıkla kafasını salladı ve kız gözleri kapalı halde derin bir nefes bırakarak cevap verdi. ‘’Anlaştığımıza sevindim.’’ deyip arkama döndüm ve nefes almak için dış kapıya yürüdüm. Asir arkamdan alay edercesine seslendi, ‘’Senin görmediğin yerlerde öldürebilir miyim?’’ Arkamı hırsla dönerek ona sert olduğunu düşündüğüm bir bakış attım ama gram etkilenmeyerek, sadece ellerini teslim olurcasına kaldırdı ve arkasına yaslandı. Mehir’se hala arkasına yaslanmış, kolları göğsündeyken yutkunarak ona yandan yandan ama sert bir şekilde bakıyordu. Hem korkup hem teslim olmaması takdire şayandı. Tekrar önüme döndüğümde İblis alt dudağını kemirip gülmemeye çalışırken sakin kalmaya çalışan bana yandan yandan baktı. İştahımı bile kesmişlerdi. Tam kapıdan çıkacakken kapının yanında duran askılığın hemen altında, korkudan tir tir titreyen Reha’yı gördüğümde sakin olmaya çalışarak onu kucağıma aldım ve dış kapıyı aralayıp dışarı çıktım. Yağmur hafif hafif çiseliyordu ve etrafı müthiş kokan orman havası sarmıştı. Altımda takırdayan tahtayı görmezden gelip yanda duran sallanan sandalyeye oturdum. Kucağımdaki Reha’yı kendime çekip kollarımı yumuşak bedenine sardım. Kucağımda hala titriyordu. Çiseleyen yağmurun seyrek olan ölü çimenlerin üstüne tutunmaya çalıştığını, toprağı çamura bulamasını seyrettim. Reha kucağımdaki titremesini bıraksa da onu okşamaya devam ettim. Olanlara rağmen huzurlu hissediyordum, çünkü yağmur yağıyordu. Karşı ki dağların tepelerinde yoğun bir sis vardı. Rüzgar usul usul esiyor, beni titretiyordu ama umursamamaya çalıştım. Güzel bir koku sarmıştı etrafı. Bana Asir’i anımsatıyordu. Kapı aralandığında bakışlarımı o tarafa yönelttim, düşündüğüm kızıl gözlerin sahibi belirdi. Önce yandan beni süzdü, ardından dümdüz ifadeyle yanıma doğru ilerleyip tam karşımda duran korkuluğun arkasına yaslandı. Bir süre sessizlik içerisinde birbirimize baktık. Ne düşündüğünü merak ediyordum, bazı zamanlar onun kafasına girmek istiyordum. İblis’in benim kafama girdiği gibi. Suratı her şeyi saklayan etten bir zırh gibiydi; o zırh o kadar parçalanmaya müsaitti ki bir yara olarak kaşının üstünde belirmişti. Acıyı ve hissettiği, hissedeceği duyguların imzası olan o yaraya bir gün dokunmak istiyordum. Hatta o yaraya dokunmaktan öteye geçmek istiyordum. Bana o yaranın hikayesini anlatmasını, o hikaye içinde beraber soluklanmayı ve gerekirse beraber acı çekmemizi istiyordum. Bu adama karşı ne zaman böyle düşünceler doğurmaya başlamıştım? Kalbim ne zamandan beri, onu her gördüğünde teklemeye başlamıştı? Henüz onu sevecek kadar güçlü bir bağımız yoktu ama istemsizce ondan hoşlanmaya başladığımı hissediyordum. Bana olan davranışlarını seviyordum. Özünde düşünceli olmasa da, düşünceli olmaya gayret gösteriyordu. Özünde sabırlı olmasa da, bana karşı sabırlı olmaya gayret gösteriyordu. Nedendir bilinmez, ilk tanıştığımızda bile bana karşı kaba davrandığını hatırlamıyordum. Bu böyle devam ediyordu. Ne zaman gerçek maskesini bana karşı gösterecekti? Onunla tanışmak istiyor muydum? Kızıl gözleri üstümde hükmünü sağlarken sessizdi; o kadar sessiz kalıyordu ki bazen düşüncelerinin ayak seslerini duyduğumu düşünüyordum. Bazı zamanlar da o kadar sessiz duruyordu ki, dışarıdaki sessizliğine güvenerek kafasının içinde dönen mekanik sesleri duyamaz oluyordum. Hatta onlardan bihaber oluyordum. Ansızın, az önce Mehir’e yaptığı davranışı bana yapsa, ne tepki verirdim diye düşünmeye başladım. Bu düşünce tüylerimi diken diken etti ve beni gerçekliğe bir an olsa da sürükledi. Karşımda ifadesizce durup benden bir an olsun gözlerini ayırmayan adamın, güzel ve kemikli duran ellerinin boynumu sarışını ve sıktığını hayal ettim. Kalbim bu sefer hafif gelen korkunun nefesiyle tekledi. O göründüğünden fazlasıydı, her zaman böyleydi; sadece ben, bana gösterdiği yanılsamalarla ona güzel bir kıyafet biçmiştim. O kıyafeti ona giydirmiş, karizmatik çehresine yakıştırdığım davranışlara aldanmıştım. O az önceki adamdı. Mehir’in boynunu sarıp sıkan adam. Teninde her zaman aç olan Ouroboros’u gezdiren adam. İçindeki canavarı yöneten hatta onu kafesleyecek kadar güçlü olan bir adam. Bana yansıttıklarıyla ona güvenebilir miydim? Beni dikkatlice süzdü, ‘’Ne düşünüyorsun Rea?’’ dedi kalın sesiyle, sakin bir tonlamayla. İşte bu ses tonuyla, hiçbir şey yapmamış gibi benimle konuşmasına her an aldanabilirdim. Beni kolaylıkla kandırabilirdi. Göstermek istediklerini görür, söylemek istediklerini dinlerdim. Zihnime sızan rüyalar gibi bana yaklaşmasını sağlayıp, sonra onun kabus olmasını görebilirdim. ‘’Seni.’’ dedim itiraf ederek. Gözümü bile kırpmadan ona baktığım zaman, tuttuğu zırhının altında sakladığı ifadeyi kısa sürede görebiliyordum. Şimdi de böyle oldu. Afalladı ama hemen toparlandı. Kaşlarını muziplikle çatıp ‘’Neyimi?’’ dedi piç gibi gülümseyip alay ederken. İblis derin bir nefes bırakıp, elini kaldırarak burnunun kemerini sıkarken sabırlı olmaya gayret etti. Ciddiyetle, ‘’Bana gösterdiklerini,’’ dedim ve çok geçmeden devam ettim. ‘’Ve gösterdiklerinin arkasına sakladıklarını.’’ İblis bile elini indirip alttan alta bana şaşkınlıkla bakarken; Asir’in şaşırmaması olası değildi. Öyle de oldu. Dudaklarındaki tebessüm azar azar silinip düz bir çizgi haline büründüğünde, yanan gözlerinde bir ateş kıvılcımı parladı. Kızıl gözler bir lazer gibi parlayıp geçti. Yağmur arkamızdaki narin sesini sürdürmeye devam etti ve rüzgar, aramızdan esip gürleyerek geçti. Alt dudağımı yalayıp zemine doğru baktım, ardından tekrar mavi, kırmızı harelerimi ona kaldırdığımda düşündüğüm gibi şaşkınlığını yine maskesinin arkasına sakladığını fark ettim. Bu sefer, bu uzun sürmüştü. Rahatça, ‘’Ben bir şey saklamıyorum.’’ dedi Asir, kibirle. ‘’O yüzden bende ne görüyorsan, ondan sorumlu değilim.’’ ‘’İnandık tamam,’’ dedi İblis, yüzündeki hoşnutsuzlukla ona bakarak. Ardından kadehini yudumlayıp beni dinlemeye başladı. ‘’Saklıyorsun,’’ dedim ve bu, buraya geldiğimden beri içimde söndüğünü düşündüğüm cesaretin kırıntılarıydı. Alt dudağını yalayıp dudakları arasından bir nefes çekti, kaşlarını çatıp bana tepeden bakarken susacağımı düşündüm ama öyle olmadı. Normal şartlarda susardım, çünkü bu onun dilinde bu demekti ama şimdi cesareti hissediyordum. ‘’Hem de o kadar güzel saklıyorsun ki, kendin dahil herkese içindeki o canavarı unutturmak istiyorsun. Çünkü o canavar yüzeye çıktığında ve o maskeni parçaladığında onu eskisi gibi kontrol edemeyeceksin.’’ Ellerini cebine atıp sırtını dikleştirdi, ardından tekrar eski yerine oturdu. Sakinliğini yavaşça kaybettiğini düşünmek üzereydim çünkü bana hiç bakmadığı bakışlarından birini atıyordu. Sert. Perçemlerinin süslediği gözleri öyle dik bir hal almıştı ki o bakışların bir bıçak olmasını bekledim. Kızıllığını üstüne biriktirmiş, kanlı bir bıçak. ‘’Rea, susmalısın.’’ dedi sakin olmaya çalışırken. Ceplerinin kabardığını fark ettim, ellerini içeride yumruk yapmış olmalıydı. Ama ses tonu, soft ve rahat yükseliyordu. Bakışlarıysa kalbimi delip geçiyordu. ‘’Çünkü şu an, hayatımda nefret ettiğim şeylerden birini yapıyorsun. Hakkımda bir bok bilmeyen insanların, benim hakkımda bir şeyler bildiğini düşünüp konuşması beni sandığından fazla öfkelendirir.’’ Kelimeleri kalbime hücum edip onları parçalasa da İblis hissettiklerimi gölgeleyen şeyler söyledi. ‘’Sana karşı bok demeye başladıysa,’’ dedi İblis kaşlarını kaldırıp, ‘’Doğru yoldasın Toprak.’’ Doğru yolda olmaktan korkuyordum. Doğru yolda olduğumu düşünürsem o yol beni kendine çekerdi ve sonunda, o yolun doğru olmadığını görmüş olurdum. O zaman yaşayacağım hayal kırıklığının boyutu, beni terk eden ailemden bile daha büyük olabilirdi. Bundan ölesiye korkuyordum. Kalbim onun sert bakışlarıyla kavrulurken ve midem, söylediklerimle kasılırken dilimde dönüp duran parazitleri atmaya devam ettim. ‘’Ben seninle burada yaşıyorum,’’ dedim kendimden emin bir sesle, yine de öyle hissetmiyordum. Cesaret yavaş yavaş yüreğimden sökülüp yok oluyordu. ‘’Ve ben, o gece onunla konuştum.’’ Kalın sesi sanki daha da gür çıktı, ‘’Sus!’’ dedi birden yaslandığı yerden ayrılıp dikleşirken. Korkup oturduğum yerde irkildim. Kalbim usulca hızlanmaya başlarken, hareketim Reha’nın uykusunu kaçırdı ve hayvan, elimden zıplayıp içeri kaçtı. Benimse korkuyla aralanan gözlerim çenesini kasmış suratında geziniyordu. Elleri hala cebinde kendine hakim olmaya çalışırken, kaşları çatık bir şekilde bana bakıyordu. Kızıl gözlerinin gerçekten kanlı ay kadar parladığını ve sönüp gittiğini düşündüm. ‘’İleri gidersen sınırı aşarsın,’’ dedi bastıra bastıra, boynundaki damarlarının kabardığını fark ettim ve aniden korkuyla yerime sindim. Bu hareket İblis’i çileden çıkarttı ve bana ters ters baktı ama elimde olan bir şey değildi. Az önce Mehir’e yaptıklarını gördükten sonra bunları söyleyecek kadar cesaretli olduğumu ama o cesaretin sonucuyla yüzleşemeyeceğimi fark etmem zamanımı almadı; yine de çok geçti. Bana ağır ağır yaklaşırken gergin bir şekilde yutkundum ve gözlerine bakmaya devam ettim. Onu takip ederken çenem yavaşça yukarı kalkıyordu. Yüzümün gerildiğini hissediyordum, boynum da nefesimi tuttuğum için gergindi. Bana doğru elleri cebinde eğildi ve tek gözünü kısarak suratıma doğru baktı. Benden uzakta duruyordu ama nefesini hissedebileceğim kadar yakınımdaydı. İblis’se aynı sertlikle onun suratını seyrediyordu. Bense korku içindeydim. ‘’Bu duyguyu,’’ dedi Asir, sıcak nefesi suratımda dağılırken. ‘’İleride de yaşamak istemiyorsan, sana şimdi nasıl davranıyorsam onunla yetin.’’ Gözlerime bakmaya devam etti ve orada ne gördüyse yutkunup sırtını dikleştirdi, bana tepeden bakarken onun baktığı yerde küçüldüğümü hissetmekten kendimi alamadım. İlk defa bana karşı böyle bir davranış sergiliyordu. Kötü değildi ama kötülüğün yansımasını yansıtıyordu. Bana tepeden bakmaya devam ederken rüzgarın aramızdan olduğundan daha sert geçtiğini hissedip titredim. Belki de titreyişim içimde raks eden korkumdandı. Dilini yanağının iç kısmında gezdirip, ‘’Sınırı aşma.’’ dedi tekrar keskin bir şekilde, ardından sırtını bana doğru dönüp tekrar korkuluğun önüne geldiğinde bir süre karşıdaki boşluğu seyretti; sonra derin bir nefes aldığında sırtının kabarıp alçaldığını fark ettim. Rahatlamaya çalışıyor gibiydi. Ardından tekrar bana doğru dönüp korkuluğa yaslandı ve tekrar ifadesizliğine, sessizliğine gömüldü. Kalbim hızından dolayı göğsümü parçalamaya devam ederken titreyen ellerim belli olmasın diye kollarımı göğsümde kavuşturup onları sakladım. Bana hala dik dik bakıyordu ama sessizdi. Bana ait bakışlarını ayırıp birden omzunun üstünden geriye doğru baktı. Gözlerinin yoğun ve acımasız etkisinden kurtulduğum için rahat bir nefes vermiştim. Yine de bu uzun sürmedi. Biçimli dudaklarından hiç de iyi anlaşamadığım ve eskide kaldığını düşündüğüm o çocuğun adını söyledi. ‘’Korkut,’’ dedi Asir kaşlarını çatarak, buraya gelen adamı süzerken. Yutkunarak başımı hafifçe eğdim ve görüş alanımın yarısını dolduran Asir’in bedeni yanında, buraya gelen adamın güçlü adımlarını seyrettim. Yağmur saçlarına tutunmuş, onu yarım yamalak ıslatmıştı. Esmer saçları dalgalı, çimenleri bile kıskandıracak yemyeşil gözlere sahip olan adamın bakışları her zamanki gibi çetin görünüyordu. Ellerini ceplerine atmış, sallana sallana Asir’in bahçesinde yürürken korkusuz görünüyordu. Asir kalın, imalı bir sesle, ‘’Hayırdır lan?’’ dedi aralarındaki samimiyetin verdiği rahatlıkla. Verandaya gelmeden önce beni görür görmez basamakta duran Korkut, gözlerini bir bana bir ona doğru çevirdi. İfadesiz gibi duran ifadesinin altında şaşırdığını, o maskenin çatlamaya yakın durduğunu görebiliyordum. ‘’Ben buraya sıklıkla gelirim,’’ dediğinde tek kaşımı kaldırarak ona bakan yalnızca ben değildim. ‘’Asıl onun burada ne işi var?’’ dedi çenesiyle beni gösterirken. Kaşlarını kaldırmış, dudağının kenarını yukarı kıvırmış bana bakıyordu. Yüz ifadesine neredeyse gülecektim. Neredeyse. İblis güldü, ‘’Dağdan gelip bağdakini kovmak…’’ Ona tuhaf tuhaf, yandan bakmaya başladığımda göz ucuyla bana bakıverdi. ‘’Ha…’’ dedi sonra dalgalı şekilde, ‘’Dağdan gelen bizdik.’’ diye tamamladı sözünü. Rahat rahat, ‘’Ev arkadaşım.’’ dedi Asir, kaba bir sesle. Sanki olması gereken buymuş gibi ve az önceki konuşmasını benim açımdan tasdikler gibi bir ses tonuyla söylemişti. Hafif bastırmış, hafif rahat ama kaba bir şekilde. Korkut güldü, gülerken verandanın basamağından çıkıp tamamen kapı önüne geldi. Gözleri üstümden bir an olsun ayrılmamıştı. ‘’Güzel şaka,’’ dedi sonra kendi kendine, yarım yamalak sırıtıp ona dönerken. Gözlerinin gerçekten alayla parıldadığına şahit oldum. Hiçbir şekilde istifimi bozmadan ciddiyete bürünmüş bir halde ona bakmaya devam ederken, o da Asir’in tepkisinin bozulmadığını fark edince sırıtışını azar azar bozmaya başladı. Onun da tıpkı Asir gibi kemikli bir çehresi vardı fakat onun suratı, Asir’den bir tık daha zayıftı. Yanakları içe doğru göçüyordu, yine de çirkin bir görüntüsü yoktu. Sessizliğin giderek büyüdüğünü görünce tek elini cebinden çıkartıp ters çevirdi ve Asir’e doğru yöneltti, ‘’Güldüm komikti,’’ dedi sonra ciddiyetle. Elini havada oval şekilde dans ettirirken, ‘’Şimdi gerçeği anlat.’’ Bu sefer sırıtma sırası, İblis’deydi. Hareketlerinden o kadar keyif almıştı ki her türlü onun bozulması, işine gelmiş görünüyordu. Çünkü tıpkı Asir’e hissettikleri gibi, Korkut’a da aynı şeyleri hissediyordu. Bense duvar kadar tepkisizdim. Asir onu umursamadan, ‘’Neden geldin?’’ dedi dümdüz bir şekilde. O sırada meraklı olan tilki, kapıda göründü. Tek omzunu kapının sağ köşesine yaslayıp Korkut’u gözleriyle temkinli bir şekilde süzerken; Korkut da aynısını kıza yaptı. ‘’Bir dakika,’’ dedi ve Asir’e doğru şaşkınlıkla dönüp, ‘’Bununla da mı…’’ diye sordu. Asir’in suratı buruşurken Mehir’in de ondan aşağı kalır yanı yoktu. ‘’Gerçekten bunun ihtimalini gördün mü?’’ dedi yüzü değişmezken Korkut’a bakarak. Korkut rahatlamışa benzedi, ellerini tekrar cebine atarken kıza yandan bir bakış atıp, ‘’Aslında yaşama ihtimalini de görmemiştim.’’ dediğinde Mehir gözlerini devirdi. ‘’O kolay olmaz.’’ dedikten sonra arkasına dönüp eve girmeden önce bana kısa bir bakış atıp, dudağının kenarı usulca kıvırdı. Sanki az önceki konuşmaları duymuş da beni rahatlatmak istiyor diye düşünmüştüm. Ona karşılık veremeden kapıyı arkasından kapatıp yok oldu. Korkut umursamadan geliş amacına başlarken bana bakmamak için farklı bir çaba gösteriyor gibiydi. ‘’Sürü çileden çıktı, Barlas artık yaşlanıyor.’’ dediğinde oldukça genç duran o adamı hatırladım. Hafızama düşen köşeli çene, sert yüz ifadesi ve bir çift kahverengi gözlerle kafamı iki yana sallayarak ondan kurtuldum. Bence yeterince genç görünüyordu. ‘’Bölge ayrımı konusunda yardıma ihtiyacı var, senden rica etti.’’ ‘’Kimle kim?’’ dedi Asir, derin bir nefesten sonra. Sanki bunlarla uğraşmak istemiyordu fakat Barlas’a da diğer yandan saygı duyuyor gibiydi. ‘’Mirlas’taki şu herif var ya,’’ dedi Korkut, Asir’in hareketlerini gözleriyle takip ederken. Kaşlarını çattı. ‘’Alberto. Geçmişteki bir dava yüzünden anlaştıkları bölgeleri alamadılar. Barlas’la o davada görüşmüşler. Barlas ona arka çıkmayınca bu sefer okların yönü ona kaydı. Şimdiye kadar bölgemizi koruyabiliyorduk, fakat Alberto kahpelik yapıp sürüsünün tamamını bizimkilere hücum ettirince…’’ dedi ama Asir elini kaldırarak onu susturdu. ‘’Yeterli.’’ ‘’Alberto’nun fişini çekmek gerek.’’ dedi Korkut, çocuksu bir heyecanla. ‘’Nasıl yapalım?’’ İblis güldü, ‘’Bu adamda tuhaflık olduğunu sezmiştim de birisinin canını kıyma konusunda bu kadar sevinçli olacağını tahmin etmezdim.’’ ‘’Siz…’’ dedim ilk defa araya girerek. Asir verandanın korkuluklarına kalçasını yaslamış, kollarını göğsünde birleştirmişti. Korkut’sa hala olduğu yerde dikiliyordu. İkisinin de bakışları bana kaydığında, Asir’in kaşları altından bana dikkatli bakışı üzerine heyecanlandım ama bunu görmezden gelmeye çalıştım. ‘’Kuyruğunu kaybedenler değil misiniz? Göçebe sürü. Sizin bölge konusunda sıkıntınız olmadığını düşünüyordum.’’ Korkut gözlerini devirdi, ‘’Bak,’’ dedi tepede bir yere baktıktan hemen sonra bakışlarını bana indirirken. Baygın bakışları umursamaz dolu olsa da bana açıklama yapacak kadar beni umursadığı gerçekti. Dikkatlice suratına bakıp onu dinlemeye başladım. Yandan esen rüzgar, siyah saçlarının üstünü dalgalandırıp yok olurken, ‘’Bizimde bize ait olan bölgelerimiz var, Kızıl Diyar gibi.’’ dedi üstüne basa basa. ‘’Hepsi bizim olmasa da konakladığımız yerler bize ait. Sınırlarımızın ötesine geçmeyiz. Göçebe sürü olmamız, başkalarına ait olan bölgeleri işgal edeceğimiz anlamına gelmez.’’ Anladığımı belirtircesine kafa salladım. ‘’Yani,’’ dedi tek kaşını kaldırarak, beni baştan aşağı süzerken. Bakışlarından rahatsızlık duysam da ona dik dik bakmaktan başka bir seçeneğim yoktu. Ben de öyle yaptım. ‘’Bırak da büyükler konuşsun.’’ dedi eliyle Asir’le kendi arasında hayali bir yol çizerken. Ben de bir şey diyecek sanıp dikkatlice dinliyordum. Boşluğuma geldiğinden gözlerimi devirsem de o da aynı şekilde karşılık vererek üstünde durmadı. Bu çocukla hiç anlaşamayacaktık belli. İblis kadehinden yudumlayıp bacak bacak üstüne atarken; ‘’O zaman ben hariç hepinizin susması gerekir.’’ dediğinde alay ediyordu. ‘’Alberto nasıl biri?’’ dedim susmak yerine, Asir’e dönerken. Sorum karşısında bir süre bekledi, elini daha yeni çıkmaya başlamış sakallarında aşağı yukarı gezdirip kaşırken; bir süre gözlerini benimkilerden ayırmadı. Az önceki biriken korkumu gömmeyi başarmıştım, bunun kısa sürüşü onu afallatmış olmalıydı. Yağmur arkasında şiddetini birden arttırdı ve etrafı rüzgarın uğultusu sardı. ‘’Onlar dönüşebilen kurtlar.’’ dedi, soğuk bir şekilde. Birden toprağın altına gömdüğüm korkunun farklı bir evrimle baş gösterdiğini sandım. Bu korkunun doğuşu, onunla aramızdaki ilişkinin değişeceği düşüncesindendi. Belki de az önceki konuşmayı başlatmasaydım iyi olacaktı. Ben böyle düşünüp dururken aynı sesle devam ediyordu. ‘’Kuyruğunu kaybedenlerin ruh hayvanları vardır. Hemen hemen hepsi kurt olsa da, dönüşebilen kurtlar gibi güçlü olamayabiliyorlar. Onlar için, bilekten daha çok zeka gücü gerekiyor.’’ dediğinde Korkut’un alayla, ‘’Dönüşebilen kurt mu?’’ deyişi üzerine ona döndüm. Asir istifini bozmadı ve kirpiklerini usulca kırpıştırarak bana bakmayı sürdürdü. Gözümün kenarından böyle görüyordum en azından. Hala bana bakarken, ‘’Öyle anlıyor.’’ demesi üzerine bakışlarımın odağı Korkut’tan ayrılıp ona kaydı. Beni ezmek ya da küçümsemek için söylenen bir cümle değildi; fakat Korkut’tan kıkırtı yükselince tekrar ona döndüm ama bu sefer bakışlarımın sertliğine ben bile şaşırmıştım. Alay konusu olmaktan nefret ederim. Tek kaşımı kaldırarak, ‘’Ne diyorsunuz onlara?’’ dedim imalı bir şekilde, ‘’Bilmek isterim.’’ ‘’Safkan.’’ dedi Korkut, alayla sırıtarak suratıma bastıra bastıra kelimeyi söylerken. ‘’Vampir’lerde Safkan olabilir. Onları ayıran özellik ne oluyor?’’ dediğimde bekletmeden cevap verdi, ‘’Onlara genelde ‘’kan emici’’ deriz.’’ Asir’in boğazından hırıltıya benzer bir parça koptuğunu düşünerek irkildim ama bu, Korkut’u bile irkiltmişti. İkimiz de afallayarak ona baktığımızda keskin bakışlarının hedefi, Korkut’un üstündeydi. Ben ne olduğunu anlayamazken Korkut boğazını temizleyip rahat bir görüntü vermeye çalışsa da aslında gerginliğinin kokusunu buradan alabiliyordum. ‘’Tabii, vampir gördüğünde onlara ‘’kan emici’’ deme.’’ dedi ve gözü kısa süreliğine Asir’e kaydı; ardından tekrar bana baktı. ‘’Bundan hoşlanmıyorlar.’’ Kafamı sallarken Asir’in keskin bakışları hala Korkut’un üstündeydi; bana bakarken genelde bu yüz ifadesini takınmıyordu. ‘’Eksik bilgi verme.’’ Korkut sadece sessiz kalarak kafasını salladı. İblis’se keyifle gülümsüyor, arada dönen kaosu sanki heyecanlı bir film seyrediyormuşçasına parlayan gözleriyle seyrediyordu. Bir adamın, simsiyah gözlerinde yıldızlar olur muydu? Kaosun olduğu her ortamda, kaos ona ve bana dokunmadığı sürece, tıpkı gözlerine yıldızlar düşmüş biri gibi parlayan gözlerle ortamı okur ve analiz ederdi. ‘’Ne diyorsunuz?’’ dedim fakat Korkut sıkılmış gibi bir nefes verse de Asir, ona yakışmayacak bir sabırla devam etti. ‘’Vampir.’’ Güldüm, ‘’Ne?’’ dediğimde Asir tepkisizliğini korudu fakat gözlerinden bir parıltı geçti sanki. Yumuşak bir şekilde, ‘’Vampir işte.’’ dedi tekrar. İblis bile gülmüştü, ‘’Geri zekalılar.’’ dedi gülüşlerinin arasından. Kaşlarımı çattım. ‘’Basitçe…’’ dedim, hala sırıtmama mani olamıyordum. Kaşlarını yukarı kaldırıp indirirken ilgilenmediğini belli etti. Korkut tekrar kendini hatırlattı, ‘’Konumuza dönsek?’’ dedi imalı şekilde, ‘’Ne yapacağız Asir? Sürüye gelmek ister misin yoksa burada konuşuruz, Barlas’a ben mi iletirim?’’ İblis araya girdi, ‘’Aslında Tilki’yle iyi anlaşsalar, komplo kurmada bunlara yardımcı olabilirdi.’’ dedi iğneleyici bir sesle. ‘’Sonuçta Tilki demek, entrika ve strateji demek.’’ Asir, Mehir’in içeride olmasına aldırmadan devam etti. Bu detayı kaçırmadığını biliyordum ama bunu umursamadı; bana göre Mehir’in bir şey bilmemesinden kaynaklanan bir rahatlığı vardı üstünde. ‘’Tartışmaya gerek yok,’’ dedi keskin bir dille. ‘’Fişini bizzat çekmeyeceğiz.’’ dediğinde Korkut’un suratından akan şey, hayal kırıklığıydı. Asir tekrar konuşana dek. ‘’Fişlerinin çekilmesini sağlayacağız. Tıpkı Salmon’a yakışacak şekilde.’’ ‘’Neden uğraşalım?’’ diyen sadece Korkut değildi, İblis bile zihnimden öyle söyledi. Asir’se farklı düşünüyordu, ‘’Çünkü ne ben ne Barlas, bazı kişilerin tepkisini ve dikkatini üstümüzde istemiyoruz. Ayrıca ben savaşırım,’’ dedi alayla, ‘’Ya siz?’’ dedi sonra eklercesine, tek kaşını kaldırarak ona bakarken. ‘’Onlara gücünüz yetmez. Barlas’ın bile gücü yetmez.’’ ‘’Ne yapacağız?’’ dedi Korkut tekrar. ‘’Alberto’nun sadece ona arka çıkmadığı için hedefi ona yönelttiği doğru değil. Barlas, Alberto’nun zayıf noktasını da biliyor ve neden bu şekilde davrandığını da.’’ dediğinde Korkut kaşlarını havaya kaldırıp onu dinlemeye devam etti. ‘’Demek ki o şey, açığa çıktı ki Alberto bunu fırsat bilip hem Barlas’ı hem zayıflığını ortadan kaldırmak istiyor.’’ Asir, gözlerini kırpmadan Korkut’a baktı. ‘’Bir taşla iki kuş.’’ ‘’Neymiş zayıflığı? Bir de neden bizim haberimiz yok?’’ ‘’Büyük ihtimalle, sürünüzdeki bazı kişilerin ‘’gerekeni yapmak’’ adı altında her şeyi mahvetmesinden endişelendi.’’ diye cevap verdi Asir, ‘’Üstelik bu Leva’nın da dikkatini çekecek bir zayıflık. Riske atamazdı.’’ ‘’Neymiş bu zayıflık?’’ dedi Korkut kaşlarını çatarak, ona bakarken. ‘’Moumar’ın yerini bilen, Tanrı’lar dışında iki kişi daha var. Biri Alberto, diğeri Barlas.’’ dedi Asir, gözleri parlayarak ona bakarken. Korkut kaşlarını çattı, ‘’Mou… ne?’’ dedi. Ben de aynı şeyi sormak üzereydim çünkü böyle bilgiyi hiç bilmiyordum. Ne Nilüfer söylemişti, ne de Ertha’dan duymuştum. ‘’Moumar.’’ dedi Asir istifini bozmayarak, tekdüze bir şekilde. ‘’Yeraltına gönderilen ruhların geçtiği geçit kapısı.’’ dedi Asir, her neyse der gibi kafasını iki yana sallarken. ‘’Fakat Alberto’ya bir nedenden ötürü Moumar’ın yeri unutturuldu. Şimdi, bir şekilde bunu hatırlamış olmalı. Alberto o yeri bulduğu için Barlas’ın üstüne gidiyor. Onu kışkırtmaya çalışıyor.’’ İblis gözlerini kocaman araladı, ‘’Bu geçit Kızıl Diyar’da mı?’’ dediğinde sanki Asir onu duymuş gibi cevapladı. ‘’Moumar, Kızıl Diyar’da.’’ Korkut gözlerini kocaman aralayarak, ‘’Siktir!’’ dedi. ‘’Kızıl Diyar önemli bir nokta deyip durmanız bundan mıydı?’’ dediğinde Asir kafasını rahatlıkla salladı, bir yandan da göz ucuyla Korkut’un tepkilerini seyrediyordu. ‘’Toprak hemen sor,’’ dedi İblis, acele ederek. Bir an aklım dağıldı ve ana odaklanmakta güçlük çektim, sonra dikkatimi hemen toparlayarak İblis’e baktım. ‘’Bu geçit, hem yer altına hem yer üstüne mi bağlı?’’ Niye böyle bir şey sorduğumu bilemeden dudaklarım aralandı. ‘’Asir,’’ dedim önce, bana bakmasını sağlayarak. Kısa sürede tepkisini üstüme çektiğimde bakır rengi gözlerinde anlamsızlık vardı. ‘’Bu geçit dediğin yer, hem yer altına hem yer üstüne mi bağlı?’’ dedim, soru sorarak. Asir sorumu cevaplamadan önce duraksadı, sonra tek kaşını kaldırıp indirirken, ‘’Evet.’’ dedi. ‘’İnanışa göre yer yüzünde ölür, yer altına gönderiliriz.’’ dediğinde kafamı salladım. Bana şüpheyle bakarak, ‘’Neden?’’ dedi, sessizliği uzatmayarak. İblis hızlı düşünüyordu, bir süre bekledi ve ben de Asir’i geciktirmemek istedim çünkü bir şeyler anlayabilirdi. ‘’Hiç, merak ettim.’’ Şüphesi kaybolmadı, bir süre suratıma dikkatlice baktı sessizlik içerisinde. Ardından başını yavaşça sallayıp Korkut’a doğru döndü. Kömür hareleri zemine bakıyor, yuvalarında oynuyordu. ‘’Görünenler aslında görünmeyenler kadardır…’’ dedi İblis mırıldanarak, ‘’Yaşam her zaman varla yok arası bir yerdedir…’’ diye devam etti. Asir hala şüpheleniyordu ama neyden şüphelendiğini bile bilmiyordum; sonuçta bir şey yapamayacağımdan emin olsa da benden şüpheleniyordu. Korkut onunla farklı bir şeyden konu açtı ama onları duymuyor, İblis’e odaklanıyordum. Onların ve rüzgarın uğultusu birbirine karışmış gibi zihnime akın etti. İblis gözlerini kocaman aralayarak hem bana hem karşıya bakarken şaşkınlık geçiriyordu. ‘’Toprak, Naenia’da sadece tek bir geçit yok.’’ dedi. ‘’Mağara görünen bir geçit fakat çoğu kişinin bilmediği bir geçit daha var. Yer altı geçidi.’’ Ne düşündüğünü anlayıp telaşın ruhuma doğru koşuşunu gördüm. Uzaktan pençelerini zemine vura vura bana doğru koşuyordu. ‘’Buradan ayrılma biletimizin o geçit olduğunu söyleme…’’ dedim kaşlarımı çatarak. ‘’Yer altına bir kez girdiğinde oradan çıkacağını sanmıyorum çünkü.’’ dedim devam ederek; saçmaladığını düşünmeye başlamıştım ama düşüncelerimi toz toprak etti. Kocaman araladığı gözlerle, ‘’Evet!’’ dedi heyecanlanarak, ‘’Biletimiz bu bizim! Belki buradan ayrılmayacağız fakat buradan ayrılmak için işleri hızlandıracağız.’’ Kafamı iki sallayarak ona acırcasına baktım, ‘’Ciddi misin ya?’’ dediğimde bana aldırmadan devam etti. ‘’Geçmiş her zaman geleceğin üstüne örtülüdür.’’ dediğinde bir şeylerin çağrıştırılması için gözlerimin içine baktı uzun bir süre. Hiçbir şey çağrıştırmadığını fark ettiğinde başını yukarı kaldırarak gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. ‘’Kızım…’’ dedi derin bir nefes vererek. Aklını kaçırmış bir kaçık gibi kocaman gülümseyerek, ‘’Hem Dünya’da hem Naenia’da olduğumuzu düşünüyorum.’’ dediğinde dudaklarımın arasından, ‘’Yuh.’’ döküldü. ‘’Bunu nereden çıkarttın ya?’’ dediğimde kollarını iki yana açarken kadehi avcunun içinde öyle bir sarsıldı ki birkaç siyah damla, zemine doğru düştü. Aldırmadı. ‘’Bu cümleden! Geçmiş Naenia ve Dünya gelecek oluyor. Kurtarıcı’nın geçmişi ve geleceği!’’ Bomboş gözlerle ona bakmayı sürdürdüm. Aklımın her zerresi donmuştu. Onun siyah gözleriyle bakışırken hiçbir şey diyemiyordum. Devam etti, eski heyecanını azar azar kaybetse de hala onu dimdik ayakta tutan bir meraka sahipti. ‘’Kurtarıcı hakkında bir bilgi ver dedin, değil mi Cin’e?’’ ‘’Evet.’’ Heyecanla, ‘’Vermiş işte!’’ dedi sesini yükselterek. ‘’Biz o gün anlayamadık, ki gerçekten saçma sapan bir şiirden ibaret gibi geliyordu kulağa…’’ dedi kaşlarını yukarı kaldırıp indirirken. Bir yandan da sırıtıyordu. ‘’Kurtarıcı yer altında da olabilir ya da Moumar’ın kapısı aralandığında yeryüzündeki Kurtarıcı’yı ortaya çıkaracak olan güç de orada olabilir, Toprak.’’ dedi gözlerimin içine bakarken. Ve gözlerindeki o yoğun kararlıkla, içimi titreten mekanik sesiyle devam etti. ‘’Buradan ayrılma biletimiz, evet, Moumar.’’
Merhaba tekrardan, Yine ve yine nasıl devam ettiğimi, kalemimin size nasıl yansıdığını merak ediyorum. Sessizliğinizi bozar mısınız lütfen? Kaç kişi okuyor ama tek bir yorum bile yok! Üzülüyorum ve gerçekten ilhamın gelmesi konusunda bunlar benim için önem kazanıyor. Onuncu bölümdeyiz ama tek bir tane bile yorum göremiyorum. Lütfen oy verip yorum yapın. Sınır koymak istemiyorum gerçekten ama emeğimin karşılığını göremediğimden başka bir çare de bulamıyorum. Bir dahaki bölüme kadar, oy verip yorum yapmayı unutmayın canlar. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Hatam varsa affola. Sizleri seviyorum.
|
0% |