Yeni Üyelik
15.
Bölüm

14. BÖLÜM: KUZGUNLARIN VAHŞİ SESİ

@esmayzc

Merhaba sevgili okur,

Görüşmeyeli nasılsın?

Emeğimin karşılığını vermeyi unutma, oy ve yorumlarını bekliyorum.

Keyifli okumalar!

Bölüm şarkısı: I can see the danger

14. BÖLÜM: KUZGUNLARIN VAHŞİ SESİ

 

Kuzgunlar hakkında bir sürü efsane vardır.

Bazısı, Tanrı'nın geldiğini haber etmek için kuzgunların kötü havayı getirdiğini; bazısı savaş tanrılarının düşmanları alt etmek için kuzgun kılığına girdiğini; bazısı Viking Tanrı'sı Odin'in bile dünyanın her yerinden haberdar olmak için kullandığı iki kuzgunu olduğunu söyler.

Biri, düşünceleri ele geçiren ve sadece bilgi arayışında olan Hugin; diğeri ise sadece zihni temsil eden Mugin. Mugin'i Ay'a benzetirlerdi çünkü eski zamanlarda inanışlara göre Ay'da tıpkı kuzgun gibi gölge, denge ve yenileme olarak bilinirdi. Ayrıca kuzgunlar, şeytan kılığına girmiş olan hayvan olarak da bilinirdi.

Türlü efsanelere konuk olmuş bu kuş, İblis'im tarafından ''Lanetin Habercisi'' olarak damgalanırdı.

Benim tarafımdansa, sadece tehlike ve korkudan ibaretti.

Tüm bu düşünceler aklımdan hızlıca gelip geçerken Asir şaşkınlıktan belimdeki elini sıkılaştırdığında dağıldılar; parmakları tenime batarken kaslarımın ağrısından dolayı dudaklarımdan kısık bir inilti koptu. Parmakları aniden gevşedi ama ona değil, hala bahçedeki sürüye bakıyordum. Hepsi bir olmuş, gözlerimin tam içine bakarken dilimi ısırıp hareket etmesini engelleyen dehşeti hissediyordum.

Sert ve geniş duran omzundan elim kaydı, şaşkınlıkla kuş sürüsüne bakıyordum. Tüm kuzgunlar kafalarını ritmik hareketlerle oynatıp bana doğru bakıyordu. Karanlık çukuru andıran gözleri sanki ruhumu bedenimden ayırıyor ve onların her bir gözüne hapsediyordu. İçim çekiliyormuş gibi hissediyordum. Karanlığa.

''İblis.''

Dudaklarımdan korkuyla dökülen mırıltı, Asir'in dikkatini çekti ve hala beni kucağında tutuyorken bana kısa çaplı bakış attı. Safi dumandan oluşan gözleri, karşısında duran kuş sürüsüne takılmış İblis'imin toparlanması uzun sürmedi. Başını iki yana salladığında etrafına dağılarak kaybolan dumanlar, yine ondan kopmak istemiyormuş gibi kendine doğru çekildi.

''Sakin.'' dedi İblis, dik dik kuzgun sürüsüne bakarken. Hem beni sakinleştiriyor hem de kendini dizginlemeye çalışıyordu, öyle bir tonlamayla söylemişti ki sakinleşmek bir yana bu korkumu daha da arttırdı. Bana yandan keskin bir bakış attığında dolan gözlerimle onun suratına baktım, ''Sakin.'' dedi otoriter bir sesle.

''Şimdiye kadar bir şey yapmadılar,'' dedi çenesini dikleştirerek, onlara bakarken. ''Hepsi sana bakıyor Toprak.'' Sesindeki sakinleştiren ve bir yandan da emir vaat eden ses tonuna kulak kabartarak duygularımı dizginlemeye çalıştım. Yana doğru düşen elimi tekrar Asir'in omzuna götürüp birkaç kez parmaklarımın ucuyla vurdum. Kumaşına çarptığımda yükselen ses kulağımı tırmaladı.

''Rea,'' dedi sadece. Ona sadece tek bir bakış attım, gözlerimin içine derin derin baktıktan sonra göğsü bir nefesle şişip indi. Sonra pes edercesine belime gömülen parmaklarını gevşetti ve önce ayaklarım usulca zemine doğru inip yere bastı. Ardından onun omzuna doladığım kolumu ondan çektim ve salona doğru ilerledim.

Bacaklarımı yakan kaslar beni kendime getiriyordu; acı, damarlarımda dolanırken beynimi berraklaştırıyordu. Salona tamamen giriş yaptığımda yanımda duran Mehir'e döndüm. Endişeli şekilde ince kaşlarını çatarak bana bakıyordu. Porselen misali parlayan beyaz boynu yumuşak şekilde hareket etti.

Sonra önüme dönerek kuzgun sürüsüne baktığımda ne yapacağımı bilemiyordum, sanki hepsi benden bir emir bekliyormuş gibi bana bakıyordu. Kafalarını yana yatırıp duruyor, sonra tekrar dikleştiriyorlardı ve gözlerini benden bir an olsun ayırmıyorlardı.

Her bir kafadan ayrı ötüş sesi duyuyordum. Tekrar kıza döndüm, ''Bunlar...'' dedim ve kelimeler bir bariyer oluşturmuş gibi dilime gelmedi.

Mehir ''Bilmiyorum.'' dedi fısıldayarak. ''Bu...''

Büyük bir çığlık koptuğunda öyle hızla önüme döndüm ki ensemdeki kas sızladı. Tüm kuzgunlar tünediği yerlerden göğe doğru yükselmeye başlamıştı; kanat sesleri havayı yararak çoğaldı. Feryatları gagalarının arasından kopup semayı doldururken hepsinin havalanışını ama oldukları yerde kanat çırpışını seyrettik.

Sanki onlara emir vermekte geç kalmıştım ve bana kızmışlardı. Sanki onlara emir vermediğim için şimdi akıllarına göre hareket edeceklerini söylüyorlardı. Bir kartalın gözlerinden daha keskin bakan kuzgunların bakışları ruhumda acı dolu çentikler atmaya başladı. Korkuyla geriye adım attım, Mehir de geriye çekilmişti.

''Kendini koru.'' dedi İblis, komut vererek.

Havalandıkları yerden aniden bize doğru uçmaya başladıklarında gözlerim irice açıldı ve boğazımdan büyük bir çığlık koptu. Kendimden kopan çığlığım kulağımı uğuldatırken geriye kalan seslerin silindiğini sandım. Birden bir el bileğimi sardı ve beni yarım ay çizer gibi kendine doğru çekti. Saçlarım yüzüme doğru çarptı ve sırtım birinin sert göğsüne dayandı.

Gözlerimi hırsla kapattım, İblis hala gergin şekilde geriye doğru bakıyordu. Cama çarpan tok sesleri duydum, kalbim boğazımda atmaya başlamıştı; nabzım öyle hızlanmıştı ki kulaklarım uğulduyordu. Hafifçe eğilmiştik; Asir üstüme gök gibi serilmişti, sırtım eğildiğimden dolayı tamamen onun göğsüne yaslıydı. Beni kuvvetlice tutuyordu, o yüzden hareket edemiyordum.

Göğü yaran kuşların feryatları bir anda uzaklaşıp kaybolmaya başladı, zamanda silindi ve biz bir süre daha hareketsizce salonun ortasında saplanıp kaldık. Sık aldığı nefesler boynumdan aşağı doğru akıyordu, sırtım genişleyip inen göğsüne çarpıp duruyordu. Neredeyse anın getirdiği gerginlikten bayılacaktım ama beni sımsıkı tutan kollar bunu engelliyordu.

Ortalığın sakinleştiğinden emin olduğumuzda kollarımı saran kuvvetli kolların benden hafifçe ayrıldığını hissettim. Hala beni tutuyordu ama hareket edebileceğim kadar boşluk bırakmıştı. Korkuyla çırpınan kalbimin attığı darbeler, mideme kadar inmiş gibiydi. Oraları yakan midemin öz sıvısı ağzıma kadar geldi ama onu geri yuttum.

İblis olanlardan sonra kollarını iki yana doğru aralamış, bacaklarını uzatmış ve arkasına yaslanıp tahtında hafifçe kaymıştı. Öylece duruyordu. Göğe doğru bakarak sık sık nefes alıp veriyordu. O kadar rahatlamış ve diğer yandan korkmuştu ki aklının karıştığını biliyordum.

Gözlerimi tekrar araladığımda önce görüş alanım aydınlıkla kamaştı. Sonra çenem titredi ve geriye dönerek kızaran gözlerimi Asir'in endişeyle dolu gözlerine kaldırdım. Bakışları titreyen çeneme indi, ardından beni tutup hafifçe kendine doğru çekerek sarıldı. Burnuma dolan kumaşından yükselen orman kokusu, kaslarımı gevşetirken gözlerimi sakin olmak adına kapattım.

İblis titreyen ellerini birbirine geçirerek başını aşağı doğru eğdi. Bir süre hepimiz sessiz kaldık. Belimi saran kolları güven aşılıyordu, bu imkansızdı. Bu kadar olan şeyden sonra onun kollarında rahatlamam imkansızdı. Kollarımı ona dolayacak gücü kendimde bulamıyordum ama o buna rağmen benden ayrılmıyordu. ''Şş,'' dedi kulağıma doğru fısıldayarak, ''Geçti.''

Boynuna gömüldüm ve dudaklarımdan dökülen nefes tenine sindi. Teninden yayılan orman kokusu ciğerlerime kadar sindi. Konuşacak gücü de kendimde bulamıyordum, konuşsam ne diyeceğimi de bilmiyordum.

Kapattığım gözlerimi titrekçe araladım. Göz ucumla Mehir'i kontrol ettiğimde onun da masanın kenarına çaresizce sindiğini fark ettim; ellerini başının üstüne kapatmış ve kafasını eğmişti. Küçüldüğünde savunmasız görünüyordu.

''Mehir,'' dedim ona doğru fısıldayarak, çatallı sesimle. Başını kaldırdı ve parlayan ela gözlerini üstüme dikti, endişeli görünse de daha çok dehşete düştüğünü fark etmiştim. Çömeldiği yerden usulca kalktı ve cama doğru döndü, etraf sessizliğin koynundaydı. Boğucu bir hava herkesi görünmeyen kollarıyla sarmalamıştı.

Hayatımda hiç bu kadar korkmamıştım. Naenia'ya düştüğümde hissettiğim korku bile bunun yanından geçemezdi. Asir'in kollarını parmaklarımla usulca sardım ve onları benden çekerek kendimi ondan uzaklaştırdım, dolan gözlerim akmamak için yemin ettiklerinden sadece kızarmışlardı. Görüş alanım bulanıktı, Asir kalın kaşlarını endişeyle çattığından kaşlarının uçları belli belirsiz titredi.

Başımı yana doğru eğip onun bedeninin arka kısmına baktım, camdaki koyu lekeler kuşların camı neredeyse parçalayacağının habercisiydi. Küçük bedenleri cama tok seslerle çarpıp kanamıştı, cam o kadar sağlamdı ki onların bedenleri yaralanarak pes etmiş olmalıydı. Siyah kuşların tek tük kanatlarını yerlerde görüyordum, uçarken ve cama çarparken geriye sadece kendilerinden bir parça bırakmışlardı.

Bu da aklımı kaçırmadığımın kanıtıydı.

Camdaki lekeler midemi alt üst etti, gerildiğimden midem zaten çalkalanıyordu ve bu görüntü yüzümü buruşturmama neden oldu. Sıvı boğazıma kadar tırmanırken geçtiği yerleri yaktı, damağımda yayılmasına izin vermeden geri yuttum. ''Midem bulanıyor,'' dedim fısıldayarak, zoraki. Dilim ağzımın içinde katlandı ve tükürüğüm çoğaldı; yine de kusmamak için özel bir çaba sarf ettim.

''Yağmur,'' dedi Asir, kaba sesiyle. Titreyen elimi kaldırıp işaret parmağımı ona doğru doğrulttum ve bir süre zemine bakarak sakinleşmeye çalıştım. Midem çalkalanıyordu, bu soğuk soğuk terlememe neden oldu. Kendime gelmem ve kusmamayı başarmam birkaç dakikamı aldı.

Tamamen olmasa da aklımı kullanabileceğim kadar sakinleştiğim bir an bakır hareleriyle bakıştım. İçine sakladığı endişe tohumlarını öyle ustaca saklıyordu ki ifadesiz suratından bir şey okuyamazdınız ama ben nedense, gözlerine baktığımda bunu görebiliyordum. Kaşlarının uçları birbirine doğru yaklaştı ve gözleriyle yüzümü tararken belli belirsiz titrediler.

''İyi misin?'' dedi temkinli bir sesle. Başımı salladığımda tatmin olmadı, ''İyiyim,'' dedim normal bir sesle. Hala tatmin olmasa da üstüme gelmekten vazgeçti ve Mehir'e doğru döndü. ''Sen?'' dedi kalın sesiyle, hiç de yumuşak olmayan şekilde. Mehir sadece kafasını salladı. Porselen kadar güzel suratı hayalet gibi bembeyaz olmuştu.

İblis'e doğru döndüğümde başını salladı ve endişeyle beni baştan aşağı süzdü. Simsiyah görünmesine rağmen onun da beti benzi attığına yemin edebilirdim, bana öyle bakıyordu ki o karanlık çukurda ilk defa benim için bu kadar endişelendiğini görüyordum. Hissediyordum.

Kaşlarını çattı, ''Toparlan,'' dedi sonra, hiçbir şey olmamış gibi. ''Bu özünün ortaya çıktığına dair işaret.''

''İçeri girmedikleri için şanslıyız,'' dedi Mehir ortamdaki sessizliği bozarak. Ela hareleri temkinli şekilde ona doğru döndü, ''Asir bundan hiç memnun olmayacaksın, biliyorum,'' dedi ve kelimeleri toparlamak için bir süre bekledi. Asir'in kaşlarının çatıldığını fark ettim; bu sefer sessiz dursa da bu sessizliğin dakikalar sonra gürültüyle patlayacağını da biliyordum.

''Ama Evin artık burada kalamaz.''

İblis'le beraber ona doğru döndük, ciddiyetini tüm ruhum çekilmiş ve hiçbir şey hissetmeyerek sorguladım. Tepkisizliğim göz korkutucuydu ama Mehir, sadece Asir'e bakıyordu. Pembemsi dudaklarını araladı ve tekrar konuşacaktı ki Asir sözünü bir bıçaktan daha keskin şekilde kesti. ''Sen yeteri kadar karıştın,'' dedi sadece, ''Saçmalamayı bırak.''

''Saçmalamıyorum,'' dedi Mehir kendinden emin bir sesle. ''Sen de bunu biliyorsun ki, burada kalması güvenli değil. Olmayacak da.''

Beynim bulanmış, gördüklerim aklımdaki tiyatro sahnesinde defalarca kez oynadıkça iyice bulanıklaşmaya devam etmişti. Her şey tekrar tekrar gözlerimin önünde hareket ediyordu.

Bu sefer korkmuyordum ama hala içimde adını bilmediğim bir birikmişlik hissi vardı. Duygu patlamalarını oldukça nadir yaşardım ama yaşadığımda da beni susturmak zor oluyordu. İçimdeki his bundan ibaretti. Ağlayamadığımdan daha kötü bir duruma giriyordum. Sadece boş boş bakıyordum, dolu gözlerle çevremi seyrediyordum.

''Ben hiçbir bok bilmiyorum.'' dedi Asir, ilk defa sakin sakin küfür ederken. Kızıl gözleri bir öfkenin kıvılcımını içinde barındırıyorken sadece yerinde duruyordu. Kaşlarını çattı ve tekrar onları düz bir hale soktu, sonra bana doğru göz ucuyla baktığında yine kaşlarını çattı. ''Sen yeteri kadar konuştun, seni yeteri kadar dinledim. Bu da hayatımda verdiğim en kötü kararlar listesine girdi.''

Mehir parmaklarını kuş yuvasını andıran beyaz saçlarına daldırdı ve onları geriye doğru iterken gözlerini usulca kapattı. ''Oradan nasıl görünüyor bilmiyorum,'' dedi kaşlarını yukarı kaldırarak, tekrar ela gözlerini aralarken. ''Ama ben de en az senin kadar onun iyiliğini düşünüyorum.''

Asir burnundan domuz sesine benzer bir ses çıkartırken; İblis başını eğerek dayanamayıp kıkır kıkır güldü. İkisi de yandan yandan, ona sert bir bakış attıklarında birinin gülüşü hiç atılmamış gibi solmuş; diğeri tepkisizliğini koruyarak ona bakmıştı. Mehir şaşkınlıkla ona baktı, ''Ne?'' dedi dudaklarından yüksek bir sesle.

Aklım o kadar karışıktı ki hangisine yetişeceğimi bilmiyordum. Öylece durup kendi kabuklarıma çekilmek ve dünyanın her şeyinden soyutlanmak istiyordum. Yorgundum, tartışacak gücü kendimde bulamıyordum. Tartışsalar hatta birbirlerine kaş göz girseler de onları ayıracak gücü de kendimde bulamıyordum.

Birden çöktüğümü fark ettim ve sadece onu kabullendim.

''Benim yüzümden mi oldu bunlar?'' dedim fısıldayarak. Asir boş bakışlarıma karşılık herhangi bir şaşırma tepkisi vermedi ama kaşlarını yine de hızlıca indirip kaldırdı. ''Olabilir,'' dedi boğuk sesiyle. ''Patlamalar yaşayacağını söylemiştim. Gücün hayvanların üstünde etki bırakıyor olabilir.'' Oldukça kayıtsızdı.

Benim aksime.

İblis'le bizim aksimize.

''Patlamalar mı?'' dedi İblis, ilk defa konuşarak ama o da neredeyse kayıtsızdı. Hala aynı davranışla tahtına yaslı şekilde duruyordu ve gözlerini sadece tavandan indirip Asir'le bana düz şekilde bakmıştı. ''Neredeyse ölüyorduk lan.''

Mehir yumuşak sesiyle konuştuğunda hepimizin bakışları ona doğru döndü.

''Çok fazla dikkat çektik,'' demişti, herkesin bir sonraki düşüncesini dile getirerek. Elaları tehlikenin habercisi gibi parlıyordu. Dik dik bize bakarken aslında bakışlarının anlamı öfkeden uzaktı. ''Kurtarıcı düşüncesini sadece bizler düşünüyorken, şimdi hemen hemen herkes düşünüyor.'' Asir'e baktı ve tekrar etti. ''Evin burada daha fazla kalamaz.''

Asir sakinliğinden bir çırpıda sıyrıldı, ''Tüm bunlar kimin suçu lan?'' dedi gür sesiyle. Mehir yerinden kımıldamazken ben hafifçe irkildim. Kalbim bir anlığına tekledi ama sakinleşmem zaman almadı. Kızılları vahşetle parlıyor, neredeyse sivri dişleri bile ortaya çıkacak gibi görünüyordu. ''Bir de olanlardan sonra bize akıl mı veriyorsun sen? Senin aklını alırım kızım.'' dedi neredeyse üstüne yürüyecekken.

Mehir oralı olmuşa benzemiyordu ama yine de bir adım geri çekildi.

Koluna tutunup onu durdurmak zorunda kaldım çünkü genişleyen göğsü içinde gerçekten öfke alevlerini taşıdığını gösteriyordu. ''Tamam,'' dedim mırıldanarak. ''Bunları bekliyorduk zaten.'' Durgun sesime yandan bir bakış atmakla yetindi ama öfkesi o kadar tazeydi ki, tüm olanlar sanki yeni yeni kafasına düşüyormuş gibi Kami'ye tekrar parladı.

''Sence bu tepkisi normal mi?'' dedi karnının önünde elini yana çevirerek beni göstererek, ''Aklını kaçırıp kaçırmadığından emin bile değilim!''

''Aklımı kaçırmadım.'' desem de Mehir sesimi bastırarak parladı. ''Evin'in o ayini yapması gerektiğini sen de biliyorsun! Neden bu kadar abarttın ki? Yaşıyor ve önemli olan da bu!'' İblis kaşlarını kaldırıp indirdi ve sesinde saklı kalmış öfkeyi bastırdığından kalın ve mekanik sesi iyice boğuklaştı. ''Abartmak?'' dedi adeta tıslayarak, ona öldürücü bakışlarından atarken.

Asir tepkisizliğini koruyup ona doğru bir adım attı, ''Abartmak mı?'' dedi soruyu algılayamamış gibi. ''Ayin esnasında neredeyse ölüyordu.'' dedi başparmağını ters çevirip beni işaretlerken; diğer yandan da keskin bakışlarını Mehir'den ayırmıyordu. Kelimenin üstüne ağır bir betonu koyar gibi bastırdı. ''Neredeyse.''

Mehir kollarını göğsünde kavuşturdu ve çenesini dikleştirdi, ona tepeden bakarken ''Ne olmuş?'' dedi umursamayarak. Ben bile tepkiye karşılık ona doğru döndüm ve suratına tip tip baktım. ''Öldü mü?'' dedi Mehir, bir yandan da bana bakarak. Sakin sakin ona doğru dönüp ''Karşımızda.'' dedi, tüm ilgisizliğiyle.

Ona inanamayarak baktım. Aslında ona kızmaya hakkım yoktu, çünkü o teklif etmişti ve ben kabul etmiştim. Fakat Asir hepimizden farklı düşünüyordu. Bu konuda hala, bana da içten içe öfkeli olduğunu biliyordum.

Asir'in çenesi kasıldı ve dudaklarını aralayıp dilini yanağının iç kısmında gezdirdi. Tehlikeli bir ses tonuyla, ''Sen olmayacaksın ama.'' dedi sakin sakin, başını sallarken.

Ardından üstüne doğru yürüyeceğini sandım ve öne doğru atılarak bileğini yakalamaya çalıştım ama beni şaşırttı, elim havayı yakalarken; o sola doğru yürüyüp tekli koltuğa rahat rahat oturdu ve sert bakışlarını Mehir'den ayırmayarak, ''Seni uyarmıştım.'' dedi sadece.

Mehir de şaşırmışa benziyordu. Ondan bir atak beklediği aşikardı.

İblis şaşkınlıkla yere baktığında benim de bakışlarım o tarafa kaydı. Vaxor'un büyük bedenini yerde sürünürken gördüm, o kadar hızlı hareket etmişti ki onu durdurmaya gücüm bile yetmedi. Mehir de yılanı görür görmez ayaklarını yerden kaldırarak kaçmaya çalıştı ama Vaxor o kadar hızlı hareket etti ki o fazla kaçamadan paçasından içeri girdi.

''Asir.'' dedim dehşetle.

Mehir büyük bir çığlık atarak tek bacağını kaldırarak yerinde hoplarken; Asir'in rahat rahat bacak bacak üstüne atışını seyrettik. ''Lan!'' dedi İblis büyük bir şaşkınlıkla kıza bakarak. Mehir iki büklüm olmuş halde elini bacağına götürdü ve bacağını tutarak zıplamaya devam etti; ardından kıç üstü yere düştü ve acıdan kıvranarak yere uzandı.

Beyaz bir pamuğu andıran saçları zeminde yayıldı. Yüzü kağıt misali buruşmuştu; kıpkırmızı kesilmiş ve damarları şakaklarından gün yüzüne çıkmıştı. ''Canım yanıyor! Kes şunu!'' diye bağırıyordu.

''Asir! Yapma.'' dedim çaresizce Mehir'e doğru yaklaşırken. Asir gözünü bile kırpmadan yerde uzanan Mehir'i seyrediyor, herhangi bir eylemde Vaxor'u durdurmuyordu.

Yere çömeldim ve Mehir'in kıvranarak yükselip alçalan bacağını zoraki tuttum, avcumda bir ateş topu tutuyor gibiydim. Pantolonu bile zehirden yanıyordu. Paçasını kıvırıp beyaz tenini ortaya çıkarttığımda gördüklerim karşısında dilim lal oldu ve boğazımdan kaçan çığlığı elimle bastırdım. Elimi ağzımdan çektiğimde çığlıkla karışık söylendim. ''Asir, durdur şunu!''

Vaxor derisinin içine gömülmüştü ve geçtiği yeri mor renge dönüştürüyordu, damarlarındaki zehir zift karasıydı ve beyaz teninde öyle bir meydana çıkmışlardı ki asfalt bir yola benziyorlardı. Damarlarını patlatacak düzeyde mor çizgi dakikalar geçtikçe kara bir lekeye dönüyordu, kızın derisini çürütüyordu!

''Asir. Lütfen.'' dedim ona pantolona doğru bakıp fısıldayarak.

Mehir acıdan kıvrandıkça kıvrandı, ''Kes şunu, kahretsin seni!'' diye bağırıyor, diğer yandan kıvranarak ağlıyordu. Asir'e doğru döndüm, tüm ilgisizliğiyle parmaklarını avcuna doğru katlamış; tırnaklarını inceliyordu. Gözünü bile kırpmıyor, tepkisizlikle elinde büyük bir mücevher taşıyormuş gibi parmaklarını inceliyordu.

''Öldürmez ya.'' dedi Asir, sakin sakin. ''Karşımdasın Mehir,'' İblis ağzını şaşkınlıkla aralamış ona parlayan gözlerle bakarken, ben şaşkınlık ve dehşet karışımı bir surat ifadesiyle bakıyordum. Tüm ilgisiz tavrını Mehir'in acıdan kıvranan bedenine yöneltti; kızıl gözlerinin rengine ters düşecek kadar soğuk bakıyordu. ''Sonuçta yaşıyorsun.''

''Siktir! Asir özür dilerim! Kes şunu, öleceğim acıdan!'' dedi Mehir göğe doğru bağırarak, terlere karışan kızın kırmızı suratına baktım. İnce ve her zaman zarif çıkan sesi bu sefer kaba bir tona bürünmüş ve kalınlaşmıştı. Acıdan kırmızıya dönen suratı git gide mora çalıyordu.

''Hım,'' dedi boğazından yükselen mırıltıyla, o kadar sakin duruyordu ki sanki tüm öfkesini Vaxor aracılığıyla Mehir'in derisine enjekte ediyordu. ''Biraz daha yalvar. Pek tatmin olmadım.'' dedi alayla ama yüzünde tek bir gülümseme bile görünmüyordu.

''Asir! Lütfen! Yalvarırım ya!'' dedi Mehir, giderek kısılan sesiyle, yorgun düşüyordu. Ona üzgün bir bakış attığımda elimden bir şey gelmemesinden nefret ettim. Kız gözümün önünde çürüyordu! İblis geriye yaslanarak kahkaha attı ama neden attığını bile bilmeden duraksadı; sanki kahkahasının nedenini çözmeye çalışır gibi boşluğa baktı sonra tekrar kahkaha attı.

''Lan. Puşt.'' dedi dudaklarından tane tane dökülen neşeyle.

Mehir'in yukarı doğru kayan gözlerini gördüğümde endişem kat be kat arttı ama bayılmakla ayılmak arasındaki ince çizgide Vaxor paçasından kıvrılarak çıktı. Tekrar Asir'e doğru sürünmesini boş gözlerle seyrettim, Asir'in paçasından içeri girerken adamda tek bir mimik oynamadı. ''Bu ona yeter.'' dedi hoşnutsuz bir sesle. Ardından bana doğru sakince baktı, ''Onu orada bırak, zaten taşıyamazsın. İyileşince ayılır.''

Şaşkınlıkla ondan ayırdığım bakışlarımı Mehir'e indirdiğimde acıdan dolayı bayıldığını gördüm. Vaxor çıkar çıkmaz kasları gevşediğinden acıdan dolayı bayılmıştı. ''Derisi öyle mi kalacak?'' dedim korkudan titreyen ellerimle. Kızıl gözlerini üstüme dikerken rahattı, ''İyileşince dedim ya.''

''Buna gerek var mıydı?'' dedim bu sefer ona ters ters bakıp koltuğa otururken. Bir yandan da göz ucumla kızın uzanan bedenine baktım. ''Vardı.'' dedi kestirip atar gibi. Tekrar ona baktığımda asabiyetle buruşturduğu yüzüyle kızın bedenine baktığını gördüm, sanki onu öldürmediği için pişman olmuştu.

''Ne zaman ayılır?''

Gözünün tekini kısıp düşünür gibi yaptıktan hemen sonra, ''Yarım saat?''

Mehir'in çektiği neydi ya? Kıza acıyan gözlerle baktıktan sonra ''Siz neden bu kadar anlaşamıyorsunuz? Yormuyor mu bu sizi?'' dedim, Asir'in suratına doğru.

''Dayak arsızı,'' dedi kafasını yana doğru çevirip, kaşları altından bana bakarak. ''Benim suçum yok. Hatta ben, eğleniyor bile sayılabilirim.'' diye devam ettiğinde tek kaşımı kaldırarak Mehir'i elimle işaret ettim. ''Eğleniyorsun?'' dedim bastıra bastıra, suratına tip tip bakarak.

Başını rahatlıkla salladı, ''Şahsen.'' dedi tekdüze. Sanki beni düzeltti.

İblis inanamaz şekilde bıyık altı gülerken, aynı anda gülercesine nefes bırakmıştı. Elini kaldırıp alnına götürdü ve bir süre orayı ovaladı, sonra tekrar kıkır kıkır güldü. ''Hangi manyağın evine düştük lan,'' dedi sonra elini indirerek, bana bakarken. Kaşlarını yukarı kaldırmış benden cevap bekliyor gibi bana bakıyordu. ''Hangi manyağın...'' dedi tekrar kendi kendine söylenir gibi.

O da bu durumdan eğleniyor sayılırdı; sanki az önce Mehir'in konuşması onun da huzurunu kaçırmış ve kısasa kısas durumu onun da hoşuna gitmişti. Dirseğini tahtının kenarına dayayıp Asir'e yandan yandan baktı ve aynı elini dudaklarına götürüp kapattı; ona bakarak bıyık altı gülümsemesi aklını neredeyse kaçırdığını mı gösteriyordu yoksa Asir'in tepkileri veya davranışları hoşuna mı gidiyordu kestiremedim.

İki kaçık adamla da uğraşmak istemeyerek geriye yaslandım. Mehir'in iyileşeceği düşüncesi beni rahatlatıyordu, onun için üzülsem de yapacağım bir şey yoktu. Kendim için daha çok endişelenmeliydim. ''Ya Mehir haklıysa? Ya herkes buraya gelirse?'' dedim, düşünceli bir şekilde.

İçimde büyüyen rahatsızlık duygusunu söküp atamıyordum, düşünceler bir kasırga halinde raks ediyordu. ''Gelirlerse gelsinler,'' dedi rahat rahat, başını arkasına yaslayıp gözlerini sakince yumup araladı. Tavandaki bir yere bakarken şaşkınlıkla rahatlığını seyrediyordum.

''Ne demek ya?''

''Mehir boş yapıyor,'' dedi suratını tuhaf bir şekle sokarken. İğreniyormuş gibi. ''Buraya gelse gelse, Salmon Sürüsü gelir. Onlara da güveniyorum, hatta bize yardımcı bile olurlar. Başkası gelirse, misal düşmanlarımdan biri, seni bu bölgede daha rahat korurum.''

''Korunmaya ihtiyacım yok.'' dedim sert bir şekilde, kaşlarımı çatarak. Başını yasladığı yerden ayırmadı ama bana doğru döndürdü, kızıl hareleriyle üstümü yakarcasına beni baştan aşağı süzdü. ''Korunmaya ihtiyacın bal gibi de var.'' dedi bastıra bastıra, ''En azından kendini korumayı öğrenene kadar. Bunu da sana ben öğreteceğim.''

''Sen mi?'' dedim alayla, ''Sen?''

İblis bana tepeden bakarak gülümserken; Asir de alayla kıkırdayıp önüne döndü. ''Ne o?'' dedi dalgaya vurarak, ''Öğretemez miyim?'' Tek omzumu silkip Mehir'e doğru bir bakış attım. ''Sabır denen şeyin sende olduğunu sanmıyorum ve beni eğitecek kişinin sabırlı olması gerekiyor.''

Tek kaşını kaldırarak tepkimi inceledi, bir süre sessiz kaldı ve keskin çenesini kırıştıracak şekilde alt dudağını yukarı doğru kaldırıp baş salladı. ''O sabır bende sana yetecek kadar var.'' dedi kendinden emin bir sesle. ''Merak etme.''

Bu lafı üstüne bir şey demedim ve başka bir konuya değindim. Tek kaşımı kaldırmaya devam ettim, ''Ee,'' dedim dudaklarımdan dökülen bir boşlukla, ''Neden bunu ona anlatmadın? Zehirlemene gerek var mıydı kızı?''

Gözlerini sıkkınlıkla devirdi, ''Kaşınıyordu, kaşıdım. Karşısında kim olduğunu unutmuşa benziyordu.'' Bana dümdüz bir şekilde baktığında kızıl gözlerinde herhangi bir duygu yakalayamadım; sadece dik dik suratıma bakıp durdu. Kirpiklerim titrese de ondan gözlerimi ayırmadım, sanki bazı şeylere anlam veremiyormuşum da bu soruların cevabını onun suratında arıyormuşum gibi uzunca baktım.

''Ona bir kadın gözüyle bakmıyorum, Rea.'' dedi kadın kelimesinin üstüne bastırarak, ''Bu bir bahane değil, gerçek. Benden güçsüz kadınlara vurmam, o güçsüz değil. Bir kadın? Benim için değil. O sadece düşmanım. Bu kadar.'' dedi keskin bir şekilde. Soğuk bir tabakanın üstünde çırılçıplak yürüyormuşum gibi tüylerimi diken diken eden sözlerine sadece yutkunmakla yetindim.

''Savunabilseydi eğer kendisini savunurdu.'' dedim ona tuhafça bakarken.

Kaşlarını bu konu onu ilgilendirmiyormuş gibi yukarı kaldırdı, ''Savunurdu da.'' dedi rahat rahat, ''Sadece zehrin etkisi buna izin vermedi. Bunları yaşamak istemiyorsa beni öfkelendirmesin, onu öldürmediğime de şükretsin. Çünkü karşımda sen orada acı çekmişken ve ben orada senin yerine ruhumu teslim edecekken bunları rahat rahat bana söylemiş olması, ölüm fermanını kendi kendine imzalaması anlamına gelir.'' Tek omzunu silkti ve yerde uzanan Mehir'e sanki böcekmiş gibi ezercesine baktı. ''Ölüm fermanını kendi kendine imzalıyorsa, bu konu beni ilgilendirmiyor. Gerekeni yaparım.''

İblis dudaklarını uzatıp ''Oo,'' dedi usulca. ''Bu herifle tartışmaya girme.''

Söyledikleri zihnime bir bir aşılanırken dudaklarımı araladım ama sadece boş bir nefesten başka bir şey çıkmadı. Cevabımı bekledi ve gözlerimin içine ciddi anlamda sabırla baktı, pes ettiğimi anlayınca dudaklarını birbirine bastırıp kısa bir baş selamı verdi ve önüne döndü. Sanki susmamdan memnun olmuş gibi.

''Bana ne olacak şimdi?'' dedim konunun seyrini değiştirerek.

''Sana,'' dedi ve kelimeleri düşünürmüş gibi uzattı. ''Şu anlık bir şey olmayacak. Zamana bırakacağız.''

''Ne kadar süreliğine? Yine mi zaman?'' dedim bıkkınlıkla.

''Yine zaman.'' dedi düz bir sesle. ''Senin ne olduğunu henüz çözmüş değiliz. Güçlerin tamamen ortaya çıkana kadar, bundan emin olmalıyız, sen hiçbir şeysin.'' diye devam etti, son cümleye bastıra bastıra. Gözlerini bana doğru dikip hiç olduğumu söylemesi içimde bir şeylerin kırılmasına neden olsa da bu duyguyu halı altına süpürmek zorunda kaldım.

''Gururum kırıldı az önce,'' dedim kaşlarımı yukarı kaldırarak, İblis'e. Kadehi dudaklarına götürürken bıyık altı gülümsedi, ''Haksız değil, kızım.'' dedi normal şekilde. ''Hiçbir şey olmak seni bu kadar üzmesin. Hiçbir şey olmak ya da bir şey olmak, bu kadar önemli değil.''

''Önemli olan ne?'' dedim yüzümü buruşturup tuhaf bir şekilde. ''Gücün.'' dedi gözünü kırpmadan, ''Onu nasıl yöneteceğin, nerede kullanacağın.'' Kendine olan özgüveniyle bunu söylemesi bir şeyleri düşünmeme sağlayacaktı ama Asir, sessiz kalışımdan dolayı işkillendi. ''O iyi mi?'' dedi karşı tarafa bakarak. ''İblis.''

''Evet.'' dedim yüzümdeki bir tebessümle.

İblis kadehinden normal bir şekilde içerken aniden jetonu düşmüş gibi gözlerini faltaşı gibi araladı. ''Ne?'' dedi boğuk, mekanik sesiyle. ''Ne demek İblis?''

''Sen yokken seni ona anlattım.'' dedim mahcup şekilde. Göğsü inip kalktı ve cüssesi gözle görülür şekilde büyüdü; gözlerim şaşkınlıkla aralandı. ''Kızma kızma!'' dedim hemen, ellerimi yukarı kaldırarak. ''O seni zaten görmüş. Ayin sırasında. Bana seni sordu, o gölge ne diye? Ben de anlatmak zorunda kaldım.''

''Hay...'' dedi küfrü içinde tutarak, son anda. ''Hay ben...'' dedi sonra yine, gözlerini ezercesine Asir'e dikerek. Şaşkındı ve dehşete düşmüştü, aniden. Savunmasız kaldığını düşündüğünü biliyordum ama Asir, şimdiye kadar bir şey yapmamıştı. Aksine rahatlıkla devam etmesi İblis'in şaşkınlığını daha da arttırdı. ''İyi. Sevindim.''

''Sevindin mi?'' dedi İblis, küfür duymuş gibi. ''Sevinmiş.'' dedi daha sonra bana tuhafça bakıp. Ardından başını iki yana sallayarak sesi daha da boğuklaştı ve ''Niye?'' dedi dehşetle. Hala tuhaf surat ifadesini derisine yerleştirmiş, öylece ona bakıyordu. Haline bakıp güldüm. ''Niye sevindin?'' dedim ben de merak ederek.

Tek omzunu silkti, ''Seni koruduğunu söylemiştin. Eh, bu da eğitimin bir parçası olabilir.''

''Oğlum,'' dedi zihnimden ona seslenerek. ''Ben kızımı, ondan bundan değil; senden koruyorum! Senden!'' dedi zihnimden ona doğru ulaşmak istercesine seslenip. Asir bana doğru bakıp gülümserken İblis elini ona doğru kaldırdı ve ampul çevirircesine oynattı, ''Alo?'' dedi daha sonra, yüzüne alık alık bakıp.

Dumanları etrafa saçılıp tekrar ona doğru çekilirken hareketlerine kıkır kıkır güldüm, ''O seni hala duyamıyor.'' dediğimde boğazını temizleyip arkasına yaslandı. ''Bunu biliyorum.'' dedi daha sonra, kadehinden bir yudum alıp ama Asir'e de yandan, tehlike vaat ediyormuş gibi bakmayı da ihmal etmedi.

Reha, Mehir'in yerde yatan bedenine doğru yaklaştı ve burnuyla onu kokladı. Ardından iğrenç bir şey koklamış gibi öğürdü ve hayvan koşar adım bana doğru geldi. Yanıma oturup pençelerini koltuğa geçirerek sert sesler çıkarttıktan sonra ön kollarının üstüne doğru yatıp Mehir'i seyretti.

Reha'yı özlüyordum ama onu çoğunlukla görmüyordum. Hayvan özgürlüğüne alışkın ve düşkün bir hayvandı ve onu kısıtlamayı uygun görmüyordum, benim Xiya'm olması onu Vaxor gibi köle edeceğim veya kullanacağım anlamına gelmiyordu. Hayvan, gün sonunda bana geri dönecekse istediğini yapabilirdi; bir Tilki'yi özellikle nadir Tilki'yi eğitme işi askıya alınabilirdi.

Elimle onun yumuşak başını okşadım, gözlerini usulca kapatıp araladı ve okşamamla kendinden geçti. Bu sıcaklığı ve yumuşaklığı seviyordum, yüzümdeki gülümseme de buna kanıttı. Gözümün kenarıyla Mehir'de hareketlenme fark edince direkt ona doğru dikkatimi topladım. Kız boğazından acı dolu iniltiler bırakarak doğruldu ve yüzü tatsız bir şekilde buruştu.

''Of,'' dedi pembemsi dudaklarından, acıyla. Eli bacağına doğru gitti ve yorgun argın gözlerini bize doğru dikti. Asir'i gördüğünde kinlenmiş gözleri öfkeyle kısıldılar, elaları kehribar bir tona dönüştüğünde Asir'in karşısında rahat rahat sırıttığını fark ettim. Tek kaşını kaldırıp, işaret parmağını şakağına dayamıştı ve onun haline pis pis sırıtıyordu.

''Pislik!'' dedi Mehir, bağırarak; kehribar tona bürüdüğü gözleriyle. ''Seni mahvedeceğim.''

Asir başını rahat rahat sallarken onu umursamıyormuş imajı çiziyordu; tırnağını bile sanki ona sürtemezmiş gibi ilgisizce. O yüzden Mehir daha da öfkelendi ama kehribar rengi gözleri aniden eskiye döndü; bu onu şaşırttığından bunu planlamadığı ya da isteyerek yapmadığını düşündüm.

Zehir hala damarlarında dolanıyor olmalıydı, gücü yerinde değildi. Elini yere bastırarak kaldırdığında ona yardım edip etmemekte kararsız kaldım, bu güçsüz bir duruma düştüğü anlamına gelirdi ve bu onun gururunu kırabilirdi. Bilmiyorum, bu kadar ince düşünmek belki de hataydı ama Mehir'i tanıyorsam, bu durumda ona yardım ediyor olmama kızabileceğinden korktum.

Gözlerini üstüme sertçe dikip ayağa kalktığında dudaklarından tiz bir inleme çıktı; acısını hissediyormuş gibi yutkundum. Topallaya topallaya yürüyerek kendini zoraki oturduğum koltuğa attı; bir köşede bacaklarını uzatarak başını geriye yasladı ve derin nefesler alıp verdi. Asir alayla kaldırdığı kaşlarının altından, yana doğru kıvrılmış dudağıyla kıza bakıyordu. Sessizliği korkunçtu. Bu hali korkunçtu.

''Hala ölmeyi bayılmak sanıyorsun ve akıllanmıyorsun.'' dedi Asir, samimiyetsizce erkeksi şekilde kıkırdadı. Gözlerinin kenarları bile kırışsa da bu gülüşünün buzdan farksız oluşu kanımı donduruyordu. Ona alayla parlayan gözleriyle kısa bir bakış atarken, Mehir'in de ona ters ters bakmasına karşılık başımı önüme eğdim. Asir alayına devam ederken fısıldadı, sanki kulağına bir sır fısıldıyormuş gibi. ''Ölünce, Kami, bir daha geri dönemiyorsun.''

''Sen!'' dedi dişleri arasından acıyla tıslayan kadın, ''Toparlanayım bak, göreceksin!''

Asir sadece soğuk soğuk gülüp sessizliğini korudu. Gülüşü, kızın daha da öfkelenmesine sebep oluyordu ama gücü yerinde olmadığından fazla konuşmayı uygun görmüyordu. Şu anlık. İblis aralarındaki kaosu kadehinden yudumlayarak keyifle seyrederken birden dikkat kesildi. ''Salmon Sürüsü geliyor.''

İkisine de bakış attığımda herhangi bir hareketlenme olmadığını gördüm. Belki de Asir güvendiğinden bir tepki vermemişti. Mehir'e baktığımda onun da hareketsiz durduğunu gördüm.

''Haklı olduğumu biliyorsun.'' dedi Mehir, gözlerini ona dikerek. ''O burada...'' dediğinde Asir, sözünü bıçak gibi kesti. ''Sus.'' Bu konu onu öfkelendirdikçe öfkelendiriyordu ve Mehir'in öfkesindense onun öfkesinden daha çok korkuyordum. Bu Mehir'i korkutmasa bile, belki de onun yerine de korkuyordum.

''Bir hafta çoktan doldu.'' dedi Mehir'e, düz şekilde bakıp. Mehir umursamadı, yorgun yüzü daha da beyazlamış ve bir un çuvalına dönmüş gibi görünüyordu. Elalarının altında halkalar çıkmıştı, zehir onu içten içe öldürüyor muydu yoksa bu zehri attığını mı gösteriyordu?

''Evin,'' dedi tavana doğru yorgun şekilde bakarken.

Terlere karışmıştı, saçları ıslak tenine yapışmış yüzünü daha solgun gösterirken; bir eli kabaca bacağını tutuyordu ve elinin üstündeki damarlar bile siyaha dönüşmüştü. Yutkundu, ''Bir kurtla uğraşmaktan daha zor olan bir şey varsa,'' dedi Mehir sakin sakin, bana doğru yavaşça başını çevirirken.

Asir alaycı gözleriyle onu süzerken Mehir, bakışlarını üstünde hissetse de ona dönmedi. Sadece bana bakıyordu ve sinsi siniri gözlerinde o kadar parlaktı ki bunu içten içe çözümledim. ''O da bir kurt sürüsüyle uğraşmaktır.''

''Göreceli,'' dedi Asir. Mehir'in acı çekmesinden hoşlanıyormuş gibi görünüyordu, ''Bana göre de, ölmeyi bayılmak sanan bir Tilki'yle uğraşmak zor.'' Cümle bitiminde de onu özellikle sinir etmek istercesine tek omzunu silkti, sanki hiçbir şey söylememiş gibi kısa bir hareketle.

Mehir'in boğazından, vahşiliğini ortalığa serecek bir hırıltı koptu. Ona ters ters bakarken Asir sadece gülümsüyordu. ''Yüzünü parçalayasım var! Dua et, buradan kalkamıyorum!'' Asir elini ters çevirip havayı süpürürken, baygın şekilde baktı. Sanki bu durumdan sıkılmış gibi bakmıştı.

''Birazdan sürü damlar,'' dedi Mehir, tatsız tatsız.

''Senin bölgen mi?'' dedi Asir'se rahatça, ''Bu kadar dert etme.''

Kız dudaklarını uzatıp derin bir nefes üflerken, ağrıyan bacağını daha sıkı tuttu. Gözlerini yorgunlukla kapayıp aralıyor, diğer yandan laf yetiştirecek gücü kendinde bulabiliyordu.

İblis kendi kendine düşünürken başını sallayarak sessizce kadehinden yudumladı, ardından kaçamak şekilde bana baktı. Bir şey söylemek istedi sanki ama aralanan ağzı tekrar kapandı ve arkasına doğru yaslanıp tekrar kadehinden yudumladı. Kasveti taşıyan karanlık suratından ilk defa düşüncelerini okuyamıyordum; hisleriyle bana yabancı geldi.

Asir aniden koltuktan kalkarken bize doğru bakmadı. Kapıya doğru ilerleyene kadar omzumun üstünden sırtına doğru baktım. Kapıyı araladığında aklı karışmış bir Barlas, onu takip eden Korkut ve adını bilmediğim sarışın bir çocuk duruyordu. ''Diğerleri de telaşlandı ama getirmedim.'' dedi Barlas, erkeksi bir sesle.

Sakin duruyordu, çatık kaşlarının arasında doğan çukur sakinlikten uzak olmasına rağmen.

Asir onları bekliyormuş gibi bir ifadeyle bir şey söylemeden yana doğru kaydı ve onları içeri aldı. Korkut ve daha sonra kıvırcık saçlarının birkaç tutamı alnına düşmüş olan, okyanus mavisi gözlere sahip diğer çocuk da içeri girdi. Yüz hatları yumuşak olmasına rağmen ifadesizliği, onun mizacına sertlik katıyordu. Kapı arkalarından tok sesle kapanırken kollarımı göğsümde kavuşturup teker teker suratlarına baktım.

Zihinleri bulanık görünüyordu. Barlas tek elini cebine atarak bana doğru ilerlerken sırtımı dikleştirmekten başka bir şey yapmadım. Onun kahverengi gözlerine tıpkı bana baktığı gibi dik şekilde karşılık veriyordum. Şu an bir yaydan farksızdım ve farklı hissediyordum. Sadece gergin değildim, içimde patlamaya yakın bir heyecan silsilesi de vardı.

''Neler oluyor? Başın belada mı?'' dedi Barlas, bana bakmaya devam ederek.

Sorusu sanki bir anlığına karabasan gibi ruhumun üstüne çökmüş ve onu sıktıkça sıkmıştı; sonra dağılan bulutlar gibi hızlıca gelip geçmişti. ''Hayır, sanırım?'' dedim sorgular gibi.

Asir mutfaktan birkaç sandalyeyi aynı anda taşıyıp salona doğru getirip onları rastgele koydu. Tekli koltuğa yine Asir oturdu, diğerleri sandalyeleri zeminde sürterek rahatsız edici bir ses bıraktılar ve sandalyelere kuruldular. ''Berka,'' dedi Barlas, söze başlamadan önce. Tek bakışıyla sarışın çocuğu konuşturdu.

''Ben Berka,'' dedi çocuk, koyu mavi gözleri üstüme saplıyken. ''Beni zehirlemiştin.''

Karşımda oturan çocuğa baktım, tepkisizlikle söylediği cümle gergince yutkunmama neden oldu. ''Seni öylesine zehirlemedim.'' dediğimde sesimdeki o tekdüzeliğe ben bile şaşırdım.

Berka sadece başını salladı, ''Özür dilemek istedim. Niyetimiz seni korkutmak değildi.''

Gelip geçmiş bir konuyu yine masaya yatırmaktansa sadece kafamı salladım. ''Ben de seni zehirlemek istemezdim.'' Sadece başıyla onaylayıp sessizce karşılık verdi. Barlas memnun olmuş bir surat ifadesiyle önüne döndükten sonra bacak bacak üstüne attı ve Asir'e döndü, ''Neler oluyor? Anlat.''

Korkut ondan önce Mehir'in solgun yüzünü işaret etti, ''O hala burada mı? Ayrıca nesi var?''

''Kovsam da gitmiyor.'' dedi Asir, kız yüzsüzmüş gibi bir ses tonuyla. ''Toparlanır, zehirlendi.'' dedi daha sonra önemli bir şey değilmiş gibi. Sanki Mehir'i o zehirlememiş gibi. Gözlerimi neredeyse devirecektim ama onun yerine taş kadar tepkisiz kaldım. Mehir'den ses çıkmadı, onun yerine toparlanmak için sessizliğini koruyor gibiydi.

Barlas'a döndü, ''Ayin yaptık. Yağmur'a.''

Berka irice araladığı gözleriyle bana bakarken; Korkut kaşlarını çatıp, ''Delirdiniz mi lan siz?'' dedi. Barlas sanki bunu bekliyormuş gibi bir sakinlikle Asir'i dinlemeye devam ederken, elini kaldırıp ona bakmadan Korkut'u susturdu. ''O an akıllı olduğumuz söylenemez.'' dedi Asir, manidar bir şekilde kızın bitkinlikten solan suratına bakarak.

''Kuşlar ne iş?'' Barlas'ın öylesine bir konudan bahsediyormuş gibi sorduğu soru, benim ödümü kopartıyordu. Karabasanlar yine üstüme üstüme üşüşürken Asir'in ifadesizce yanıtladığını gördüm. ''Yan etki. Sanırım.''

''Sanıyorsun?'' Tek kaşını kaldırıp Asir'in ciddiyetini sorgularken ona istemsizce dik dik bakıyordu. Asir'in bir şeyi bilmediğine mi yoksa emin olmadığına mı şaşırdığını tartarken İblis'in hem yanımızda duran kıza, hem de diğer sandalyede oturan iki adamı süzdüğünü gördüm. Kaşları çatıldı ve arkasına yaslandı.

''Madem geldiniz, eğitim başlayacağını bilin. Yağmur'a özel.'' dedi Asir, bana kısa bir bakış atarak. ''Çoğunlukla bu bölgede eğitim görse de arada sırada Kızıl Diyar'a yolu düşebilir.'' Barlas'a imalı şekilde bakınca adam durumu anlayıp dostane şekilde gülümsedi. ''Sürüm yardıma hazır.'' dedi kendinden emin bir sesle.

Yanında sürüden adamlar olmasına rağmen onların düşüncelerini bile sorgulamamıştı ya da onlara sormamıştı; fakat çocuklar liderlerine o kadar güveniyorlardı ki ona bu konuda kızmayı bırak ters ters bakmadılar bile.

Kalın sesiyle, ''Plan ne?'' dedi lider.

''Yağmur'a bir tur attıralım diyorum,'' dedi Asir gülümseyerek. Kirpiklerimi kırpıştırarak ona baktığımda bana bakmıyor, dostundan gözlerini ayırmıyordu. ''Ne diyorsun?''

Barlas'ın hoşuna gitmiş gibiydi; hatta sadece onun değil, yanında oturan adamların bile hoşuna gitmiş olmalıydı ki ikisi de birbirine bakıp pis pis sırıttı. Ardından Berka'nın yandan yandan bana baktığını görüp durumdan işkillendim. ''Hey,'' dedim ortama bodoslama dalarak, gergin gülüşümü gören Korkut iyice keyiflendi ve tek kaşını meydan okurcasına kaldırdı.

''Ne oluyor?'' dedim daha sonra, soracağım esas soruyu unutarak.

''Senin hızını, dengeni ve reflekslerini ölçeceğiz.''

Açıklama yapan Asir'e dönerken ben burada değilmişim gibi üstümden oyunlar çevirmesine kızsam mı kızmasam mı diye düşünüyordum. Yine çevreden soyutlanmışım gibi davranarak kendi üstümden kararlar veriyor ve beni merkezden çıkartıyordu, merkez ben olmama rağmen.

Kaşlarımı çattım, ''Manyak mısınız ya?'' dedim üslup dinlemeden. ''Ben hala insanım?''

''İnsan mı?'' dedi Berka, kaşlarını çatıp başını yana doğru eğerken beni rahat rahat süzüyordu. ''Bunu koştuğunda anlarız.'' dedi daha sonra gülerek. Yumuşak hatlara sahip yüzü o güldüğünde çekici bir auraya dönüşmüştü. Yine de bu durumdan haz almıyordum, ona ters ters baktım.

Bu Korkut'un hoşuna gitmiş olmalıydı ki devam ettirdi, ''Berka'yı zehirlerken kendine güveniyordun. Değişen bir şey olmayacak, ilk defa beraber koşmayacağız ya.''

''Sadece emin olmak için soruyorum,'' dedi Barlas başını yana doğru eğerek, alttan alta ona bakarken. Yüzünde tatlı sayabileceğim hoş bir tebessüm vardı. ''Oyunumuzdan bahsediyorsun, değil mi?''

İnce dudakları gerilen Asir'in tebessümü genişledi hatta öyle bir genişledi ki beyaz dişleri ön plana çıktı. Dilini yanağının iç kısmında gezdirir gibi oynattığında nedense bu sırıtışı çekicilikten daha çok tehlike vaat ediyordu ama ben ondan korkmak yerine bir şeyleri anlamlandırmaya çalışıyordum.

Boş boş çevreme bakındığımda Mehir'in yarım yamalak araladığı gözleriyle adamlara baktığını gördüm. Sessiz kalıyordu, sonra alt dudağını ısırarak bana doğru döndü ve yorgun bir şekilde baktı. Yorgunlukla baksa bile elalarında gizli saklı bir tehlikeyi uyaran ikaz bulunuyordu. Benim için.

Eyvahlar olsun.

O bakışı hiç hayra alamet değildi.

''Ne planlıyorsun ya?'' dedim çekinerek, sesim içime kaçarken.

Hafifçe kıkırdadı, ''Hiç,'' dedi gülümserken. ''Sadece koşacağız.''

İblis aniden ona doğru döndü, ''Sen de mi lan?''

Barlas'da aynı tepkiyi verdi, şaşkınlıkla ona bakarken koyu kahverengi gözlerinin içi adeta parlamıştı. ''Sen de mi?'' Asir başını sadece bir kez salladı ve bakışlarını benden ayırıp ona doğru rahatça döndürdü. Korkut'la Berka büyük bir şaşkınlıkla birbirlerinin omuzlarına dostane şekilde vurarak gülüştüler; Asir'se tepkilerine sadece sırıttı.

''Lan...'' dedi İblis, ''Şimdi boku yediğimizi hissediyorum.''

''Gerçekten mi? Şimdi mi?'' dedim bastıra bastıra. Eli ayağı boşalmış gibi titredi ama bu tek bir seferlikti, ''Şimdi,'' dedi mırıldanırcasına, Asir'e bakmaya devam ederek. ''Tam şimdi.''

''Bir dakika ya! Oyun ne?'' Hepsine hem şaşkınca, hem de dehşet ifadesiyle bakıyordum. Tek tek suratlarındaki keyfi süzüyor, sonra aklım daha karışmış halde önüme dönüyordum. Arada sırada Mehir'in daha da sıkı ısırdığı alt dudağına bakıyor daha da dehşete düşüyordum.

''Korkutmayın kızı,'' dedi Asir, sahteden bir asabiyetle. Tek gözünü kısarak bana yandan bir bakış atmıştı, ''Bir şey var sanacak.''

''Yok mu?'' dedi Barlas sırıtarak.

''Oğlum...'' dedi Asir, harfleri sonlara doğru uzatarak uyarı verirken. ''Sadece koşacağız. Bu kadar.''

Berka alayla sırıtarak, ''Tabi tabi bir şey yok,'' derken ''Av olacak lan.'' dedi Korkut, gerçeği bir anda söyleyerek. Kocaman araladığım gözlerimle suratına bakakaldım, ''Ne?'' dedim tiz sesle. İblis bile kalakalmıştı, bunu beklemediği aşikardı. ''Ne?!' dedim tekrar daha da kalınlaştırdığım sesimle, Asir'e aynı dehşetle dönerken.

Yüzünün bir kısmını buruşturarak, ''Kızım bir sus,'' dedi Asir, ''O kadar sert oynamayacağız. Bizden kurtulmak için biraz zekana, hızına ve reflekslerine ihtiyacın olacak. O kadar.''

''Şeytanlar aşkına,'' dedi İblis kaşlarını yukarı kaldırarak, arkasına yaslanırken. ''Zekada elendi.'' Ona ters ters baktığımda sadece samimiyetsizce sırıttı ve sessizliğe büründü. ''Neyse ki ben varım,'' diye devam ettiğinde daha çok çamura battı; ona aynı bakışımın tam sertini yolladım. Yine sivri dişleriyle otuz iki diş sırıttı ve kadehinden sessizce yudumladı.

''Aa,'' dedi Berka. Dilini damağına sertçe çarpıp dururken ıslak bir ritim çıkarttı, ''Belki özünün ne işe yaradığını kavrarsın, değil mi? Fazla da karşı çıkmış olma şimdi...'' dedi dalga geçerek. Öyle keyif alıyordu ki sanki onu zehirlediğim için içten içe bana kinliydi ve benden intikam almak istiyordu.

Korkut başını sallayarak onu tasdiklerken, parıldayan yeşil gözleriyle bana bakıyordu. İkisi de kana susamış canavara benziyordu.

İblis suratlarına bön bön bakıp durdu, ardından ''Hallederiz ya,'' dedi rahatça, fakat ilk defa bunu söylerken kendisine inanmadığını sezdim. ''Hallederiz Toprak.'' dedi, kendisini inandırmak için sözünü tekrarlarken; ancak bunu söylerken ikisinin suratından gözlerini ayırmıyor ve onlara sanki sonumuz gelmiş gibi bir havayla bakıyordu.

''Beyler,'' dedim gergince gülerken, kıkırtılarım içime kaçıp duruyor ve kesik kesik duyuluyordu. Hepsinin suratlarındaki keyfe bakarken, ''Benim demir eksikliğim var.'' dediğimde etrafta cırcır böcekleri öttü sandım. İblis bana baygın bakışlarından birini attı.

Etraf öyle sessiz oldu ki birden Korkut başını geriye atıp yarınlar yokmuşçasına kahkaha atmaya başlayınca yerimde irkildim. Berka da onu takip edip gülerken yanaklarıma hafiften bir sıcaklık yayıldı. Mehir bile yorgun argın kıkırdamış sonra acıdan tekrar inlemişti. Barlas tepkisizliğini korusa da mimikleri yumuşamış, dudakları belli belirsiz kıpırdamıştı.

Asir'e bakmaya korkuyordum. Ona yandan yandan baktığımda ciddiyetimi sorguladığını yarım yamalak kısarak baktığı bakışından yakaladım, sonra renkli gözlerim onunkilerle buluşmaya devam edince afallayan suratı gevşedi ve yavaşça sırıtmaya başladı.

Sakince ''Utandım.'' dedi İblis, ''Ben sakatım, kaslarım ağrıyor falan desen bir nebze,'' dedi başını yana yatırıp dikleştirirken; boşluğa bakmaya devam ederek ''Ama demir eksikliği...'' dedi kendi kendine söylenip. Bu söyledikleri ona ağır gelmiş de unutmak istercesine kadehinden art arda yudumlar aldı.

Asir'e doğru masumca baktım, ''Kaçışım yok mu?'' Sessizce dudaklarımı oynattığımda kızıl gözleri dudaklarıma kaydı ve bir süre orada oyalandı, çoktan anladığını bildiğim süre uzunluğu kadar dudaklarıma baktı. Sonra bakır hareleri gözlerime tırmanırken dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı; kaşlarını muzipçe çatarak aynı anda gözlerini sakince yumup aralarken dilini bir kez şaklattı.

Öleceğim.

Ve oyundayken de öleceğim.

''Ne kadar sürecek?'' dedim pes ederken.

Sakince, ''Yarın başlayacak ve üç gün sürecek.'' dedi Asir. ''Gece ve gündüz, istediğimizde hazır ol.''

''Ne?'' dedim tekrar, kaçıncı kez bunu söylediğimi sayamayarak. ''Ya siz beni öldürmek mi istiyorsunuz?''

Asir sahtece ayıplar gibi bana bakarken; ''Emin ol, öldürmek isteseydim en sevdiğim oyunda bunu yapmazdım.'' dedi Korkut, halimden büyük büyük keyifler alırken. Yüzümü abuk sabuk değiştirerek taklidini yapsam da bu sinirlerini bozmaya yetmedi, aksine tepkime büyük bir keyifle gülerek karşılık verdi.

''Sadece eğleneceğiz,'' dedi Asir, tek omzunu silkerek. ''Bu kadar gerilmene gerek yok. Bak, böyle düşünürsen hem zevk alırsın hem de bundan sonraki eğitimlerine güzel bir başlangıç olur.''

''Bundan sonraki?''

Bana boş boş bakarak, ''He,'' dedi kısa bir boşlukla. ''Bundan sonraki. Sadece koşacağız ve bitmeyecek, hatta bu eğitim bile sayılmaz. Sadece seni ölçeceğim ve ona göre bir eğitim çizelgesi daha oluşturacağım.''

İblis aklına bir şey gelmiş gibi, ''Daha ne olduğumuzu bile henüz bilmiyoruz, o da bilmiyor...'' dedi elini kaldırarak ters çevirip Asir'i işaret ederken. ''E bizi nasıl eğitecek bu hergele?'' Anlamsız anlamsız, Asir'in bihaber olduğu yerde ona dik dik bakıyordu. Hala elini indirmemiş, onu işaret ederken, ''Havalı olayım derken bizi bok yoluna götürmesin?'' dedi sonra bana doğru kısa bir bakış atarak.

''İblis, sabahtan beri bunun için endişeleniyorum ya hani.'' dedim imayla. Kaşlarını yukarı kaldırırken dudaklarını gererek ''He,'' dedi harfleri uzatarak, büyük bir nefes verir gibi fısıldayarak. ''Ne biliyorlar da beni eğitecekler?'' dedim büyük bir şaşkınlığı sarmalayan dehşetle.

''Yahu,'' dedim Asir'e dönüp. ''Benim ne olduğumu bilmeden beni nasıl eğiteceksin?''

Bu sefer üç adam da Asir'e doğru döndü ve haklı olduğuma dair sessizce kanaat getirdiler. Asir'in mimiği bile oynamadı, ''Deneme yanılma yöntemi?'' dedi ve bana sorgularcasına bir bakış attı. Alık alık suratına baktığımda havanın kararmaya başladığını salona inen büyük bir karaltıyla fark ettim. Yine de gözlerim istemsizce cama doğru kaydı, büyük bir kuzgun sürüsüyle yine uğraşamazdım.

Gerçekten hava kararıyordu. Rahatlayarak tekrar Asir'e döndüğümde hiç gerilmedi, ''Şaka şaka,'' dedi başını geriye yatırarak. ''Orasını bana bırak, bana güven sen.''

Barlas tek kaşını kaldırarak arkadaşının suratını incelerken, bir yandan da manidar bakışlarından birini de bana attı. Bu bakışı görmemiş gibi davranarak dümdüz ifadeyle suratına baktım, halimden hiç memnun değildim. Korkut ve Berka'nın aksine.

İblis başını usulca iki yana salladı ve bakışlarını kadehinin içine düşürdü, sonra büyük bir yudum alıp arkasına yaslandı. ''İlk defa güvenmekten başka çaremiz yok, şu herife.''

Birden hafızamdaki çarklar dönmeye başladı, ölmeden önce konuştuğumuz konu aklıma gelmişken ve Barlas da buradayken bu konuyu açmak istedim. Ölüp dirilmemin asıl sebebi, Moumar'dı. ''Alberto işi ne oldu?'' dedim tek kaşımı kaldırarak, Barlas'ın koyu kahverengi gözlerine bakarken.

Yutkundu ama gergin olduğundan bir yutkunuş değildi. ''O iş halloldu sayılır,'' dedi Barlas fazla detaya inmeden. ''Bir iki pürüz çıksa da Alberto'yu kafesleyebileceğiz.''

Cümlesinden belki de en uygun kelimeyi cımbızla çekerek panoya astım, ''Ne gibi pürüz?''

Sıkıntıyla nefes verdi ve göz ucuyla Asir'in tepkisini inceledi, bakışlarım hem onun hem de Asir'in ifadesiz suratında mekik dokuduğunda kızıl gözlerin sakince yumulup aralandığını gördüm. Sessizce konuşması için izin vermişti. Barlas yine de konuşmadan önce kelimelerini özenle seçtiğinden düşünmek zorunda kaldı.

''Asir sen uykudayken Alberto'nun işleriyle de ilgilendi. Alberto'yu kandırmayı başardı ama Alberto da bizim arkamızdan plan çeviriyormuş. Asir'den şüphelenmemesi hala planı tıkırında işletiyor ama 'bize' güvenmiyor.'' Tek kaşını kaldırıp indirirken bakışlarını kısa süreliğine çevirip tekrar bana odakladı. ''Haliyle onu Moumar'a çekemedik ama Leva'nın dikkatini çektik.''

''Asir'e güvendiğinden emin miyiz?'' dedi zihnimdeki mekanik ses. ''Bana hiç öyle görünmedi de.''

Asir'e bir bakış attığımda çenesini kastığını fark ettim, yanaklarındaki çukurlar daha da içe gömüldüğünden yüzündeki keskin hatları daha ön plana çıkartmıştı. Hava iyiden iyiye karardığı için salona hafifçe loşluk çöreklenmişti, Berka ayağa kalkıp bir yere yönlendi; benim gözlerim hala Asir'deydi.

Salon kısa sürede beyaz ışıkla aydınlandığında gözümü bile kırpmadan Asir'in bronz tenine çarpan ışığın yansımasını seyrettim. Işık saçlarına düşmüş ve kestane rengi saçlarının arasına yer yer gölgeler bırakmıştı. Barlas bakışlarımın anlamını çözecek kadar akıllıydı, ''Asir'e güvenip güvenmediği konusundan emin değiliz. Asir de dikkatli olmak zorunda.'' dedi bastırarak, ona manidar bir bakış atıp.

Karşı taraftaki herhangi bir boşluğa bakıp, ''O iş bende,'' dedi kabaca, Asir. İlgisiz görüntüsünün altında ne düşündüğünü merak ediyordum, kafasındaki çarkların sesini duyabiliyordum ama onun fısıltılarını duyamıyordum. İçindeki Erkan'la konuşabiliyor muydu o da? İblis'le benim gibi? Bunu sorduğumu hatırlasam da ve cevabı olumsuz olsa da, Erkan'ın içinde rahat durduğunu sanmıyordum.

Ne düşündüğünü çok merak ediyordum ve bunu öğrenmek için dünyaları önüne serebilirdim.

''Leva, Alberto'dan şüpheleniyor mu?'' dedim keskin bakışlarımı Barlas'a diktiğimde. İstemsizce bu sorunu kendi sorunum gibi ciddiyetle ele alıyordum, bu davranışlarıma da yansıyordu. ''Sanıyoruz. Hala kendisini göstermedi veya Alberto'ya tehdit dolu mesajlar yollamadı ama Alberto'nun son birkaç gündür gergin olduğunu biliyoruz. Bu bizden kaynaklı bir gerginlik değil, haliyle geriye Leva kalıyor.''

''Bu gerginlik Asir'le olan iletişimini baltalar.'' dedim düşünceli bir sesle. Barlas da başını sallayıp bana hak verdi, bir yandan da hareketlerimi sessizce inceliyordu.

''Hayır,'' dedi Asir, endişelerimi süpürecek kadar kendinden emin şekilde. ''Bana olan güvensizliği işime gelir. Onunla o kadar güvene dayalı bir bağımız yok, haliyle her şey kusursuz giderse o zaman işkillenir.'' Karşısında bir yere bakarken düşünceli görünse de bu görüntüsü burnundan kıl aldırmasına yetmiyordu. Otoriter havası ortamın rengini değiştiriyordu. ''Bırakın düşünüp dursun ve bana güvenip güvenmeyeceğini ölçsün, bir süre.''

Asir'le özel olarak Moumar işini tekrar konuşmam gerekiyordu. Fakat İblis, ben uyandığımdan beri hiç bu konuyu açmamıştı, gerçi açacak bir zamanımız olmamıştı ama o illaki araya sıkıştıracak bir zaman dilimi bulurdu. Sakin sakin kadehinden yudumlamasını tüm ifadesizliğimle seyrettim.

Mehir yanımda kımıldadı ve uzattığı bacağını kendine doğru çekti. Artık inlemiyor ya da acı çektiğini belli edecek kadar yüzünü buruşturmuyordu; sadece hareketleri yavaştı. Sırtını eğip paçasını hafifçe katladığında benim de bakışlarım bileğine doğru kaydı. Derisi iyileşiyordu ama bu iyileşme çok çirkindi, zehir damarlarında hala dolanıyorken kendine özgü iyileşme yeteneği devreye girip birbiriyle çatışıyordu; haliyle derisi şu an mor ve yeşil arasındaydı. Siyahlığı kalmamıştı.

''Iy,'' dedi Berka, suratını buruşturup derisine bakarken. ''Ne zehirledi lan seni bu kadar?''

Mehir ona dönmeden direkt Asir'e manalı bir bakış atarken, Asir'in de Mehir'in bacağına kısa bir şekilde baktığını fark ettim; sonra onun gözlerine tüm tepkisizliğiyle karşılık verdi. Dudaklarını tıpkı benimki gibi sessizce kımıldattı ve bu süre zarfında kızıl gözlerini onun elalarından ayırmadı, sonunda da söylediklerini süsleyecek şekilde dudağının kenarını kıvırdı.

Mehir'in dişlerini birbirine bastırdığını gördüm ama sesini çıkartmadan tekrar paçasını aşağı doğru indirdi. ''Puşt,'' dedi İblis yarım ağız sırıtarak.

Asir'in ne dediğini ben de anlamıştım. ''Vaxor hala aç.'' demişti.

''Neyse, biz gidelim. Yarın tekrar geliriz.'' dedikten sonra arkadaşına dik dik baktı. ''Ne zaman gelelim?''

Daha önceden düşündüğünü belli edecek kadar rahat, ''Öğle saatlerinde koşarız,'' dedi Asir. Barlas baş selamı verip önden ilerlerken Korkut'un bana pis pis sırıttığını görünce damarlarımda bir ateş topu ilerledi, sandalyeden bana bakarak yavaşça kalkışına karşılık onu kısık gözlerle takip ettim. Sırıtışı daha da genişledi ve ellerini cebine atarak yavaş yavaş Barlas'ın peşinden yürüdü.

Berka'da Barlas gibi sadece baş selamı verip önüne dönse de onun da bıyık altı gülümsediğini fark etmiştim. Yarın büyük bir gün olacaktı, mesela ölüm tarihim falan. İblis'ten ses çıkmadı, onların hareketlerini kadehinden yudumlar alarak sakin sakin seyretti. ''Havalara hele,'' dedi sonra alayla, ''Yarın çok şaşıracaklar.''

''Ne açıdan?'' Kendime güvenim o kadar azdı ki öleceğimi bile bile bir savaş meydanının ortasına gittiğimi düşünüyordum. ''Başlangıç olarak, kaç kişi gelirlerse gelsinler, seni yakalayamayacaklar.'' diye cevapladı, İblis. Onunsa benim aksime hem bana güveni, hem kendine güveni vardı.

Asir otoriter bir şekilde, ''Erkenden yat.'' dedi. Yarın harcayacağım enerjiyi düşününce iyi fikir gibi gelmişti, başımı sallayıp Mehir'e doğru bakış attım. Ne söyleyeceğimi bilir gibi elini kaldırıp kelimelerimi durdurdu, ardından başını yorgunlukla geriye atarak gözlerini kapattı. Onu burada bırakmaya karar verdim ve önden yürümeye başladım.

Kaslarım hala ağrıyordu ama sabahki kadar yürüyemeyecek halde değildim. Sadece tam yerinden emin olmadığım bir sızı dolanıp duruyordu. Merdiven basamaklarını yavaş yavaş çıkarak hole adım attığımda tırtıklar ayak tabanlarıma usulca battı. Odama doğru ilerleyip açık olan kapıdan içeri girdim.

Yatağıma bu kadar alışacağımı ben de bilmiyordum, hatta buraya alışacağımı. Naenia düşündüğüm kadar korkunç bir yer değildi, tanımadığım insanların hala, bu kadar hayatıma dahil oluşundan endişelensem de bu da artık beni eskisi kadar ürkütmüyordu. Gergindim ve ruhum sebebini anlamlandıramadığım bir heyecanın içinde kıvranıyordu.

Yatağımın üstüne oturduktan sonra gardırobumun pürüzsüz yüzeyine boş boş baktım, ''Yarın ya koşarken öleceğim ya da onların elinde,'' dedim İblis'e zihnimden.

''Bu kadar korkma Toprak ya,'' dedi İblis rahat rahat. ''Yarın olsun bakarız, hem sadece koşacağız.'' İçime basan karabasanı hissediyor muydu? Derin bir nefes alıp verdim ve sıkkınca çevreme boş boş bakındım.

Yapacak bir şey bulamayınca yataktan kalkarak yorganı kaldırdım ve tekrar içine girdim. Yorgan üstüme hafif bir yük bindirmişti ve bu yatağa gömülmeme neden oluyordu, yatak o kadar rahattı ki bir daha asla uyanmamak üzere burada uyuyabilirdim. Gıkım bile çıkmazdı. Karanlık odanın her köşesine dolarken sadece ayın belli belirsiz ışığı üstüme loşluk yayıyordu.

Yorgunluk kirpiklerimin arasına karıştı ve ben gözlerimi usulca kapattım.

''Gak.''

Balçığa bulanmış beynim ne olduğunu kavrayamıyordu ama sesleri uzaktan takip edebiliyordu. ''Gak.'' Keskin, kulak tırmalayan bir ses daha kulağımın dibinde patlıyormuş gibi akis yaptığında kaşlarımı çattım. Beynimin algılayamadığı o ses, karşıda görünen arkadaşın giderek büyümesi gibi zihnimden bana yaklaştığında tekrar kulağımı tırmaladı. ''Gak.''

Kirpiklerim titredi ve istemeyerek de olsa gözlerimi aralayıp tavanla bakıştım. Önce odağıma inen karanlığa alışmayı deneyerek bekledim ve art arda kirpiklerimi kırpıştırdım. Hala karanlıktı, geceydi. Yan tarafımda tekrar, ''Gak,'' sesini duyduğumda başımı sola doğru çevirip camın önüne tünemiş kuşla karşılaştım.

Görüntü, sabah gördüğüm olayı yaşıyormuşum gibi gözlerimin önüne getirirken sırtım aniden doğruldu. Öyle hızla doğruldum ki sırtım yatağın sert başlığına çarptı ve kaslarım ağrıdı. Simsiyah tüyleri gecenin üstüne örttüğü karanlık bir çarşaf misali parlarken, karanlık bir çukuru andıran gözleri üstümdeydi. Tek bir kuştu, arkasına aldığı bir kuş sürüsü yoktu.

Gümleyen kalbimin sesine kulak vererek rahatlamaya çalıştım, elim göğsümün tam orta yerine gitti ve şişip inen göğsümün altındaki kalp avcuma çarpıp durdu. Gözlerimi kısa süreliğine de olsa kapatıp dudaklarımdan rahatlarcasına bir nefes döktüm. Ardından kirpiklerim tekrar aralandı ve korkuyla çarpan kalbim hala hızlıca atmaya devam ederken sırtımı yasladığım yerden kaldırıp elimi cama doğru götürdüm.

Kuş irkildi ama uçmadı. Parmağımın ucuyla cama tıklarken korkup uçacağını sanmıştım ama normalde ona doğru uzandığımı görür görmez uçması gerekirdi ve uçmamıştı. Cama tıklattığımda bile uçup gitmedi. Kaşlarımı çatarak birkaç kez cama vurup durdum, tok sesler odada kısa süreliğine kayboluyordu.

Kuş bir sağa eğip sonra dik tuttuğu baş hareketiyle bana bakmaya devam ederken, bununla uğraşacak gücü kendimde bulamadığımı hissettim. Tekrar her şeyi boşverip uzanmaya başlayacağım sırada, ''Gak,'' dedi. Boğazından yükselen tırmalayıcı ses kulağıma çarptığında dayanılmaz bir hale dönüşüyordu. Odaklanıp uyuyacağımı sanmıyordum.

''Kış kış,'' dedim elimi rastgele cama doğru kaldırıp hareket ettirirken. Kuş kanatlarını genişçe araladı ve birkaç kez kanat çırptı ama sonra hiçbir şey olmamış gibi kanatlarını tekrar karanlık tüylerinin arasına hapsetti. ''Ne inatçısın.'' dedim şaşkınlıkla ona bakarken. İstemsizce de korkmaya başlamıştım, çünkü o korkmuyordu.

Her zaman olduğu gibi korktuğumda sığındığım tek kişiyi aradı gözlerim. Kapalı duran kapısına baktığımda rahatlamak üzere birkaç kez nefes alıp verdim ama bu rahatlamama neden olmuyor, korkumun dikenli tarafını iyice ruhuma batırıyordu. ''Gak,'' dedi kuzgun, gagasının ucuyla cama çarpıp.

Kalçam ani hareketiyle yerinden hoplayıp tekrar oturduğunda, bacaklarıma inen sıcak his korkunun emaresiydi. Kaslarım titremeye başlamış ve bacağımın iç kısmı sıcaktan yanmaya başlamıştı.

Sivri gagasının ucu cama tok sesler bırakıp durdu. ''Gak, gak!''

Kaşlarımı çatıp biraz daha öne eğildim. ''Def ol.'' dedim dişlerimin arasından fısıldayarak. Elimi daha hızlı, rastgele sallayarak onu kovmaya çalışırken kuzgunun arsızlığından dolayı hem korkuyor hem de korkumu göstermemek için öfkeliymiş imajı veriyordum.

Camı neredeyse açıp elimi ona daldıracaktım ama camı açar açmaz içeri girecek korkusundan onu da yapamıyordum. Ki girerdi. Kuzgunlar zeki yaratıklardı ve belki de camı açmam için gagasını cama vurup duruyordu. ''Bu uçuk bir fikir,'' dedim düşüncelerimin tersine, dudaklarımdan dökülen cümleye odaklanarak. ''O kadar da değil.''

''Gak!'' Gırtlaktan yükselen tiz bir ses daha. Sırtımdan soğuk soğuk terler akmaya başladı, ürperdim ve bu huzursuzluğun kaynağını bulmak ister gibi çevreme bakındım. Kuşun çukuru andıran hareleri üstüme kilitlendikçe bu huzursuzluk ruhumda yuva yapmaya başlıyordu.

Cama doğru yaklaştım, bu sefer sırtım odama doğru dönüktü ve tamamen suratım, kuşun suratının karşısındaydı. Camdaki yansımam, onunkiyle eşleşmiş görünüyordu. ''Gider misin, arkadaşım?'' dedim soğuk cama parmağımın ucuyla vurup dururken. Terlediğimi o an fark ettim, parmaklarımın ucuna kadar gerginlikten ter basmıştı.

Kalbim gümlemeye devam ediyor, sırtımdan soğuk terler akıyordu.

Birden cama avcumun içiyle sertçe geçirdiğimde tok ses kulaklarımda patladı ama bu sefer, kuşu uçurtmayı başardım. Kanatlarını özgürce açan kuş, havalanarak tünediği yerden ayrıldı. Gözlerimi sakince kapatıp tekrar yatakta kayarak, sırtımı yatak başlığına dayadım. Göğsüme ardı ardına darbeler atan kalbimi rahatlatmak istercesine elimi oraya götürüp bastırdım.

''Gak.''

Ağlayacağım.

''Gak.''

''Gak, gak!''

Korkunun yerini zamanla hissizlik alır ve cesaret hemen ardından gelir. Bu cümleyi ilk defa İblis'e karşı söylediğim yer, Huysuz'un dükkanında Ezrial'le oturduğum zamandı. Sanki harfler damarlarıma aşılanıyor ve artık korku hissetmemeye başlıyordum.

Rahatsızlık duygusu içimde peydahlanırken gözlerimi aralar aralamaz tekrar cama doğru baktım. Bu sefer camın önünde duran bir kuş yoktu. Gözlerim yuvasında hareket ettiğinde yatağın ayak ucunda, benimle beraber yatağımı paylaşan başka bir kuş olduğunu gördüm. Gözlerim dehşetle aralanırken bacaklarımı aniden kendime çekerek çığlık attım.

Yatakta yarınlar yokmuşçasına çığlık atarken kuşun yaptığı tek şey, kanatlarını çırpıp durmak olmuştu. Karanlıkta saklanan kuşun tüyü, kanlı ayın ışığı altında saklandığı yerden çıkıyor ve parlıyordu.

Boğazımı yırtan çığlıklarla İblis kapısını araladı. ''Ne oluyor lan?'' Yumuk yumuk duran gözlerini avuç kısmıyla ovuşturup ağzını tatlı tatlı şapırdattı ve elini yarım yamalak kapattığı gözlerinden çekince önümüzde duran kuşu fark etti.

Önce algılayamadı ve bön bön kuşa baktı; ardından usulca yukarı kalkan kaşlarıyla ciğerlerine tiz bir nefes çekti ve elini ağzına doğru götürüp kapattı; diğer elinin işaret parmağı da kuzgunu dehşetle işaret edip duruyordu.

''Toprak!'' dedi gözlerini kocaman aralayarak, aynı hareketi yaparken. Ardından cama doğru baktı ve ciğerlerine tiz bir nefes çekerek işaret parmağını o tarafa doğru yöneltti. Kocaman araladığı gözlerini takip ederek cama doğru yönelttim bakışlarımı. Camın önünde iki kuş daha tünemişti. Birdi iki oldular.

Yatakta duran kuşu kovmaya çalışıyordum ama cam bile açık değildi. Cam açık olsa onun önünde duran kuş bu sefer içeri girerdi. Ne yapacağımı bilemez halde kuzgunun karanlık gözlerine baktım. Sonra bir karar verdim; değişen bir şey olmayacaktı. Sonuçta benimle yatağımı paylaşan bir kuş vardı.

Kuzguna dikkat ederek parmaklarımla camın kulpunu kontrol ettim. Yukarı doğru tırmanan kolumu, bir sola bir sağa hareket ettirdiği baş hareketiyle sakince seyrediyordu. Parmaklarımın arasında sımsıkı tuttuğum kulpla camı araladığımda içeri rüzgarın nefesi doldu. Sonra camı ona doğru ittirip rüzgarın tamamen içeri girmesine izin verdim.

Yine de kuş oralı olmadan yatağımda beklemeye devam etti.

''Kış kış,'' dedim parmaklarımın ucuyla ona doğru hareket yaparak. Bacaklarım hala kendime doğru çekili duruyordu ve ona fazla yaklaşmaya cesaret edemiyordum. Kuzgun ya da karga olsun, bu kuşlar zeki hayvanlardı ve onları kızdırmak istemiyordum. Üstelik peşimde bir sürü varken; kızgın ve kinlenmiş bir kuzgun sürüsüyle uğraşmak daha kötü olurdu.

Kuşa odaklanmış halde onunla bakışırken etrafımdaki seslerin giderek çoğaldığını duydum. İblis neredeyse nefessizlikten ölecekti, çünkü dehşet içinde çevresine bakarken ciğerlerine tiz bir nefes çekip duruyordu. İşaret parmağını çevrede dolaştırırken artan kuzgunların çığlıkları, karşımda duran kuşun gözlerinden ayrılmama neden oldu.

Başımı kaldırıp çevreye baktığımda karanlık odamın her köşesinde duran kuzgunları gördüm. Odam kuzgun yuvasına dönmüş gibiydi. Gardırobun üstüne tünemiş, yanımda duran komodinin üstüne tünemiş olduğunu ve camın dışındaki iki kuş sayısının üçe dörde katlandığını görmüştüm.

Kalbim dehşetle yoğrulurken ellerim zelzelede kalan bina gibi titremeye başladılar. Bacaklarımı yorgandan aşağı atıp odanın ortasına geldiğimde çevremde duran kuşların karanlık gözlerine bakmayı sürdürdüm. Hepsi hareketlerimi takip ediyor ve vahşice parlıyorlardı; sanki en ufak hareketimde üstüme uçacaklar ve beni paramparça hale getireceklerdi.

Elim ağzımda etrafa bakarken aniden kuşların gözleri kızılın en parlak tonuna büründü. Bu sefer evi inletecek kadar boğazımdan yükselen çığlık benden koptu ve arkamda duran kapıya koştum. Birkaç kez kapının kulpunu zorladım, kapı sıkışmış gibi açılmıyordu. Arkamda uçuşan kuşların kanat sesleri havayı yarıyor ve sırtımda rüzgarlar bırakıyordu.

Ağlayarak kapıyı zorlamaya devam ettim, İblis zihnimde ne yapacağını şaşırmış halde beni sakinleştirmeye çalışıyordu ama onu dinlemiyordum bile. Yanağımdan devrilen sıcak gözyaşlarının yerini yenileri alıyordu ve kulpu sarsmaya devam ediyordum.

Sonunda kapıyı araladım ve kendimi hemen dışarı atıp kapıyı hışımla kapattım. İçeride dönen kargaşayı ve kuzgunların sesini hala duyabiliyordum. Holün tırtıklı halısında koşar adımlarla merdivenlere ulaştığımda etrafın karanlık olmasını pek de umursamadım. Adımlarım merdiven basamaklarını ezbere biliyor gibi aşağı koşuyordu.

Merdivenden inip salona doğru hışımla girdiğimde önümde, karanlığın içinde parlayarak ateş kıvılcımı misali duran bir çift gözle derin bir nefes alıp çığlık attım. Bir çift lazeri andırarak parlayan gözler hareket ettikçe ateş böceğinin etrafında dağılan ışığı andırıyordu. Geri geri adımlarken tekrar çığlık atacağım sırada, ''Şş,'' dedi kaba bir ses, ''Ne oluyor?''

Asir'in sesini duymak içimi rahatlattı ve o an bir anlığına kuzgunun gözleri sandığım kızıl gözler, bir adamın harelerine dönüşüverdi. Yerinden kalkmıyordu ve rahat görünüyordu, çünkü ben korkudan öleceğim şu an rahat rahat soru sorabiliyordu.

''Asir.'' dedim emin olmak için, çatallı sesimle.

''Hım?'' dedi derinlerden gelen bir sesle.

İblis kaşlarını çatıyor ve ondan gözlerini ayırmıyordu, yukarıdaki kargaşanın bittiğini düşünüyordum çünkü yukarıdan gelen herhangi bir ses yoktu.

Ağlamaktan ve bağırmaktan dolayı boğazım kavrulmuştu, cayır cayır yanıyordu. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp, yine tuzlu gözyaşlarımdan dolayı kuruyup gerilmiş yanaklarımı elimin tersiyle sildim ve ona doğru yürüdüm. ''Neden bu kadar sakinsin ya?'' dedim ağlamaklı sesimle, ''Ben burada korkudan öleceğim!''

Ayak bileğime dolanan yumuşak tüyle irkilip yerimde sıçradım, bakışlarım aşağı düştüğünde Reha'nın tüylü kuyruğunu gördüğümde derin bir nefes bıraktım. ''Ne olduğunu anlamaya çalışıyorum.'' dedi sakince, ''Kabus mu gördün?''

''Hayır...'' dedim aklım bulanmış vaziyette, ona doğru bir adım atarak. ''Yukarıdalardı. Sonra kapıyı açamadım!''

Kıyafetleri, koltuğun sert yüzeyine sürtündüğünde etrafa sürtünme sesleri yayıldı. Sadece gözlerini ayırt edebiliyordum, etraf ciddi anlamda karanlıktı. ''Kim vardı?'' dedi ayağa kalkarak, gözleri karanlıkta yükselmişti.

''Kuzgunlar.'' dedim, korkuyla. ''Öleceğimi sandım.''

Cevabımı duyunca onun da aslında gerildiğini gevşeyen kaslarından anladım. ''Rahatla,'' dedi yumuşak sesiyle, bana doğru adımlarken. Bana doğru yaklaştığında Kanlı Ay'ı andıran gözlerinin daha hararetli şekilde parladığını gördüm, ardından ışık anahtarının sesiyle beraber salon aydınlandı. Bu sefer gözleri parlamıyor, normal bir görüntüyle bakıyordu.

Kemikli çehresinde gördüğüm tek şey kayıtsızlıktı. Ona şüpheyle bakarken kaşlarımı istemsizce çatmıştım ama bundan işkillenmek yerine, korktuğumdan böyle davrandığıma kanaat getirmişti. ''Onların sana bir şey yapacağını sanmıyorum.''

İblis tek kaşını kaldırarak ona baktı ama bir şey söylemedi. O da hareketlerini şüpheli bulmuştu. Az önce korkudan dolayı nefesini tutan ve neredeyse öleceğini sandığım karanlık adam, şimdi altın işlemeli tahtında o kadar rahat ve sakin oturuyordu ki az öncekiyle aynı adam olup olmadığını düşünmeye başlamıştım.

Bunlar bir tek bana mı mantıksız geliyordu?

''Ne oluyor? Niye böyle tepki veriyorsun?''

''Nasıl?'' dedi tek kaşını kaldırarak, bana yaklaşırken.

''Sabah da kuzgunları görmüştün ve benimle beraber korkmuştun. Şimdi ise korkmuyorsun, hatta hiçbir şey hissetmiyor gibisin.'' dedim kaşlarım çatılı, onun ifadesizlikle bezeli duran suratına bakarak. Koyu tutamı perçem halinde alnına dökülmüş, saçları dağılmış görünüyordu. Dişlerini birbirine bastırıp serbest bıraktığında yanaklarında bir anlığına çukur oluştu.

''Hiçbir zaman korkmadım Rea,'' dedi karşımda durarak. Gözlerini benimkilerden bir an olsun ayırmıyordu, sanki bir şeyler söylemek istiyor da bana söyleyemiyor gibi hali vardı. ''Senin için endişelendim.''

Kalbim kısa süreliğine kasıldı. Kollarımı göğsümde kavuştururken hala kalbim gümbür gümbür atıyordu; tam kolumun altında onun yakıcı etkisini hissediyordum. Burnum ağladığım için akar gibi oldu, onu çekerek gözlerinin içine bakmaya devam ettim. ''Şimdi neden endişelenmiyorsun?''

Tek omzunu silkti ve ilk defa gözlerini benden kaçırıp merdivenlerin olduğu tarafa doğru baktı. ''Sadece artık eminim.'' dedi fısıldayarak. Tekrar bana baktığında ilk defa ateşten yaratılmış gözlerinin içindeki sıcaklık kalbime aktı sandım, o kadar güzel ve derin baktı ki yumuşakça yutkundum. Benim teklif etmeme bile zaman tanımadı.

''Senin için yukarıyı kontrol ederim,'' dedi sakince, ''Ama kuzgunlar hakkında sana yardım edemem. Onları yalnızca sen halledebilirsin.''

İblis'le birbirimize baktık, ''Nasıl?'' döküldü dudaklarımızdan.

Ona tuhaf tuhaf bakmamı yadırgamadı ama gülümser gibi oldu. ''Yarından itibaren anlayacağız, vo'ur.'' dedi, sanki karşısında gerçekten sevimli bir çocuk varmış gibi parmağının ucuyla burnuma hafifçe dokunarak. Sıcak parmağı buz gibi olan burnumun ucuna değip hızlıca geri çekildiğinde yutkundum ve ona şaşkınlıkla baktım.

''Hadi şimdi uyuyalım,'' Beni ve şaşkınlığımı es geçerek yanımdan geçip merdivenlere doğru rahat rahat yürüdü. Ellerini cebine atıp başını eğerek merdivenleri tırmanmaya başladığında, bugün ne kadar olduğunu bilemediğim kez sırtına şaşkın şaşkın bakakaldım.

İblis kirpiklerini kırpıştırarak bir şeylere anlam vermeye çalışırken arkasına yaslandı ve boş boş tavanı seyretti. Asir'i takip ederek hızlıca merdivenleri tırmanmaya başladım. Bacaklarımdaki kaslar hala ağrıyordu ama eskisi gibi değillerdi, hareket edebiliyordum. Sadece ufak bir sızı kalmıştı, kendini arada sırada belli eden ve kıymık gibi rahatsız eden.

Boş hole baktığımda çoktan odama girip odamı kontrol ettiğini gördüm. Odamın kapısının önünde, onun çevreyi izleyen suratını seyrederken düşünceliydim, zaten zihnimde binlerce cevapsızlığını koruyan sorular vardı. Ona sorduğumda sorularımı cevaplayıp cevaplamayacağını bilmiyordum ve kendimi bu konuda yormak istemiyordum.

Zamana bırakmak konusunda iyi sayılırdım.

''Mehir nerede?''

''İlgilenmiyorum,'' dedi kaşlarını kaldırıp indirerek. Etrafa son kez bir bakış atıp bana tamamen döndü ve odadan çıkmak için hareketlendi. ''Ama tatmin olacaksan, onu öldürmedim.'' diye devam ettiğinde suratına alık alık baktım. Soğuk bir şekilde gülümsedi, samimiyetten uzak olsa da bu tavrının Mehir'e ait olduğunu görebiliyordum. ''Henüz.''

Gözlerimi neredeyse devirecektim ama yapmadım. ''Var mı bir şey?'' dedim mırıldanarak, korku dolu gözlerimle odamı görebildiğim kadar inceleyerek. ''Hayır.'' dedi net bir sesle. ''Uyuyabilirsin.''

''Asir...'' dedim aklıma gelen görüntüler, sesimi kıstırdı. Elleri cebinde sakince bana doğru adımlarken boğazından, ''Hım?'' dedi kaşlarının uçlarını hafifçe yukarı kaldırarak.

''Sapık değilim de...'' dedim söze direkt başlayarak. Dudaklarını birbirine bastırıp gülmemeyi başardı ve tepkisizlikle başını sallayıp devam etmemi bekledi. Gözlerimi kaçırdığımda elim istemsizce kulağıma doğru gitti ve kulak mememi parmaklarımın ucuyla okşadım. ''Bu bir bahane de değil.''

''Tamam.'' dedi kemikleşmiş sesiyle.

''Kuzgunlar, ben cam açmazken birden odamda belirince...'' dediğimde gözlerimi onunkilerle buluşturdum ve tepkisini seyrettim. Şaşırmışa benzemiyordu ama kaşları istemsizce çatılmış, ortasında bir çukur meydana gelmişti. ''Şimdi sen varsın diye görünmüyor olabilirler...'' Boğazımı temizleyip sessiz çığlıklarımı içime gömdüm ve gözlerimi kapatıp direkt sordum.

''Senin odanda uyuyabilir miyim?''

İblis sakin sakin içtiği şarabı püskürttü ve elinin tersiyle ağzını silerek ters ters bana baktı. Bu yüzden ona bakmadan sormuştum ama gözlerimi kapatır kapatmaz onun suratıyla karşılaşmıştım. Bana hem tip tip hem dik dik bakıyordu, çenesinden damlayan koyu sıvıya benzer şarap damlasını son anda yumruk yaptığı elinin üstüyle sildi.

Sessizlik giderek artarken içten içe pişman olmaya başlamıştım, yanaklarım ısınmaya başlamıştı. Bana bir asır gibi gelen kısa süre sonra, ''Olur.'' dedi Asir, rahat rahat. İblis kocaman açtığı gözleriyle bu sefer ona bakmaya başlamıştı, kafasını yana yatırıp dik dik ona baktı. Tek gözümü yarım yamalak aralayıp Asir'in gülmemek için çırpınan suratıyla karşılaştım. Yutkundum, yanaklarıma binen sıcaklık kulaklarımın tepesine kadar ulaşmıştı.

Asir bakır rengi harelerini benden kaçırdı ve etrafı incelermiş gibi yaptı. Dudaklarını birbirine bastırıp tepkisiz durmaya çalışırken dilini içeride oynattı ve yanağının tekinde şişlik meydana geldi. Ardından derin bir nefes aldı ve sessizlik giderek aramızda çığ misali büyürken bana ifadesizce bakmayı başardı, ''Hadi. Yorgunum.'' dedi önümden çekilerek, odasına doğru yürürken.

''Hop, hop!'' dedi İblis, dudaklarını aralayıp. ''Daha ölmedim ben?'' Harekete geçen bedenim, onun peşinden giderken hala utancı öğüten yanaklarımın ısısını hissediyordum. ''Alo?'' dedi İblis, birilerine ulaşmaya çalışır gibi zihnimde boşluğa seslenerek.

''Yatağında uyumayacağım ya!'' dedim zihnimden, ona.

''Bir de uyu!'' dedi karşılık vererek, asabiyetle.

Açık olan kapıdan girip kapının kenarını tutup kapattım. Adımlarım ve hareketlerim çok yavaştı, birden vazgeçip odadan çıkıp gidesim geldi ama teklifi ben yapmıştım. Bu yüzden geri çekilemezdim, tuhaf olurdu. Arkamı kapıya dönüp odanın ortasında duran Asir'e baktım.

Tişörtünün eteklerinden tutup yukarı çektiğinde pürüzsüz karnındaki kaslar meydana çıktı; teni ay ışığı altında adeta parladı. Gözlerimi kaçırıp boğazımdaki pürüzü temizledim. ''Oha!'' dedi zihnimdeki ses. Göz ucumla hala onu görüyordum; yanaklarıma utancın gölgesi indiğini sandığım zaman diliminde bana kaşlarının altından kısa bir bakış attı.

İblis ellerinin ikisini de öne uzatıp ters çevirdi ve elleriyle odayı işaret etti. Öyle hırslı hareket ediyordu ki dumanları hızlı hızlı etrafa saçılıyor ve hemen kayboluyordu. ''Lan! Burada bir tane koltuk var, o da tekli!''

Tekli koltuğu gözümle kontrol ettikten hemen sonra Asir'le bakıştım; tek kaşını kaldırarak başını yana doğru çevirmiş, o da benden sonra tekli koltuğa bakmıştı. Sonra kaşının altından suratıma ciddi olup olmadığımı sorgulatacak bir bakış attı. ''Yarın zor bir eğitim olacak,'' dedi başını sallayarak, bir adım bana gelirken.

Karnındaki kasların her hareket edişinde gerildiğini görüyordum. Yanaklarıma daha çok ısı binerken bakışlarımı suratından ayırmamaya çalışıyordum ama Tanrı biliyor, gözlerim arada alt taraflara kayıyordu. ''Orada uyuyabilirim demeyeceksin, değil mi?'' dedi, sakince devam edip. Hafiften benimle alay eden ses tonundan rahatsız olsam da herhangi bir cevap vermedim.

''Aslında odaya geri dönebiliriz.'' dedi İblis.

Hafiften alay taşıyan normal sesiyle, ''Rea, yorgunum. Seni yemem.'' dedikten sonra arkasını bana döndü ve yatağa doğru ilerledi. İblis işaret parmağını ona doğrultsa da, bana bakıyordu. ''Kızımı manipüle etme!'' Karanlık gözleri beklentiyle doluydu, ''Toprak, yer yok. Hadi dönelim.''

''Kuzgunlar?'' dedim İblis'e doğru. ''Korkuyorum. Ne yapacağız?''

Bir süre düşünen İblis, gözlerini devirerek fısıldadı. ''Hay kuzgununa.'' Ardından bana yandan bir bakış atıp, ''Ne yaparsan yap, ben gidiyorum.'' dedi ve kapıyı üstüme kapattı.

Asir çoktan battaniyenin altına girmiş, gözlerini kapatmıştı. Ona doğru yavaşça yürüdüğümde kaşları hafifçe çatılıp düzeldi, alt dudağımı ısırıp yatağına yanına geldim ve battaniyeyi kaldırdım. Orman kokusu burnuma arsızca misafir olurken yanına yavaşça uzandım ve son kez suratına baktım. Tepkisiz diyebileceğim kadar ifadesiz dursa da dudağının kenarı belli belirsiz kıvrılmış görünüyordu.

Kalbim tekledi, ruhuma binen o tuhaf sıcaklık bedenimi talan etse de yanına hiçbir şey olmamış gibi uzandım. Yatak daha yeni yontulmuş bir dikenin sivri ucu gibi sırtıma baskı yapıyordu sanki. Sırtımdan akan terin gidişini bile hissederken bu olayın, aslında yatağın içinin cehennemden farksız olduğundan kaynaklandığını düşünüp kendimi rahatlatmaya çalıştım.

Kalbim bir yarış arabasından daha hızlıydı. Yanımda uzanan adamın da kalbi bu kadar hızlı mıydı?

Bir süre aklımı dağıtmak için tavanı bomboş gözlerle seyredip durdum, kirpiklerimi her kırpıştırmamda aklıma düşen korkunç sahneler az önceki yaşadıklarımın birer aynası gibiydi. Kendi özümü, yer altına girmek için çıkartmak istemiş ama başıma daha fazla bela açmıştım. Moumar'ı daha sonra düşünmek için rafa kaldırsam da kuzgunlar bir türlü aklımdan çıkmıyordu.

Asir onları benim yönetebileceğimden bahsetmişti ya da onun gibi bir şey söylemişti. Ben kuzgunları nasıl kontrol edebilirdim ki? Kuzgunlar benim için neydi ki? Beynimin bir köşesi balon gibi şişerek patlamak üzereyken düşüncelerimi dondurdum ve yarın düşünmek için onları koridorumun tam ortasında beklettim.

Başımı yana doğru çevirdiğimde Asir'in aralık duran kirpiklerinin arasından, kızıl gözlerini bana diktiğini gördüğümde kalbim tekrar kasıldı. Yarası, bu karanlıkta onu daha tehlikeli gösteriyordu. Bir süre sessizlik içerisinde onunla bakıştım, o da düşüncelerimin ne yönde ilerlediğini biliyor gibi bana zaman tanıyıp sessiz kaldı.

Yarası olmasına rağmen kusursuz bir suratı vardı, Tanrı tarafından özenle çizilmiş gibiydi. Hatta o yara, onun kusursuzluğunun bir parçasıydı. Aslında ona saatlerce bakabilirdim, eğer benimle dalga geçme ihtimali olmasaydı. Çıplak göğsü yan yattığından dolayı üst üste katlanmış görünüyordu, göğüs kası şişkin görünüyordu. Yutkundum ve ifadesiz suratına bakmaya devam ettim.

''Neden uyumuyorsun?'' dedi boğuk bir sesle, karanlığın içinde.

Cevap vermeden önce düşündüm, ''Aklım dolu.''

''Hım,'' dedi boğazından bir mırıltı çıkartıp. ''Aklını dağıtmanın bir sürü yolu var.'' dedi hemen sonra, fısıldamaya devam ederek. Gözlerini bir an olsun benimkilerden ayırmadan bu cümleyi kurmuş olması, aklımdaki binlerce ele tutuşturulan senaryoların dağılmasına neden oldu. Birçoğunun senaryo içeriği, edepsizdi.

Eh, yıllardır erkek arkadaşım olmamasının eksikliklerinden biri.

Sessizlik düşüncelerimin arasında büyüyüp çoğalırken ve ben bunu fark ettiğimde, ''Nasıl?'' diyebildim sadece. Dudaklarına edepsiz diyebileceğim bir tebessüm yerleştirdi, bu tebessümü kızıl gözlerinin aynasını parlattı ve onları güzel bir şekilde kıstı. ''Bana gel,'' dedi kendinden emin bir sesle.

Şaşkınlıkla ona baktım, ağzımı aralasam da benden önce davranarak kolunu belime attı ve beni kendine doğru çekti. Nefesim soluk borumda takılı kalırken çarşafta bir tereyağ gibi ona doğru kaydım. Kaşlarını çatsa da dudaklarında muzip bir tebessüm vardı, elini başımın arkasına doğru kaydırıp parmaklarını saçlarım arasına daldırırken yutkundum.

Şaşkınlık beyin fonksiyonlarımı durdurmuştu. Başımın arkasındaki elini hafifçe bastırdı ve kafamı boyun girintisine doğru götürdü, teninden yayılan orman kokusunu istemsizce içime çektim. Kaslarım gevşese de hala gergin hissediyordum, yine de bu gerginlik tatlıydı. ''Sadece sarılacaktım,'' dedi fısıltıyla, sesinde gizli bir alay vardı.

Bu adam benimle oynuyordu.

''Beyefendi,'' dedim başımı boyun girintisinden ayırıp ona doğru bakarken. Tek kaşını kaldırmış, o da kafasını aşağı doğru eğmişti. Nefeslerimiz birbirine karışırken yutkundum, ''Sınırı aşıyorsunuz.'' dedim manidar bir sesle.

Dudaklarında öldürecek kadar etkili güzel bir gülümseme oluşurken, ''Doğru,'' dedi, pes eder gibi. ''Aramızda olan sınırı aşıp duruyorum, sana geliyorum çünkü hiçbir şey göremiyorum.''

Kaşlarım istemsizce çatıldı ve söyledikleri aklımı daha fazla bulandırdı, ne demek istediğini anlamaya çalışırken başka bir konuya atlayarak devam etti, ''Kafandaki şey ne yapıyor?'' Gözlerini sanki onu görmek ister gibi ya da onu görebilirmiş gibi alnıma dikti. Belimi saran kolu daha da sıkılaştığında kendimi ona çekilirken buldum. Pes edip başımı eğdiğimde alnım sıcak göğsüne doğru yaslandı, ''Uyuyor.''

''Hadi ya,'' dedi şaşkın şaşkın, ''O uyuyor mu?''

Cevap vermedim, çünkü hemen başka soruya geçmişti. ''Başka ne yapıyor?'' Bir çocuğun sesindeki masumiyet gibi kalın sesini o kadar yumuşak bir dokunuşla ılıklaştırdı ki kendimi sorularını rahatlıkla cevaplarken bulmuştum. ''Oturuyor, çoğunlukla bana kızıyor.'' dedim sonlara doğru kıkır kıkır gülerken.

Saçlarımın arasına hapsolan elinin hareket ettiğini hissettiğimde midemde kelebekler uçuştu sandım. Saçımı okşarken rahattı, eli saç tellerimden aşağı doğru kayıp tekrar aynı hareketi uygularken tüm korkunç düşüncelerimin toza dönüştüğünü hissettim. ''Neden kızıyor?''

Sana yaklaştığım için. ''Genel olarak huyu öyle.'' dedim tek omzumu silkerken, ''Asabi.''

Dilini sertçe damağına vurup durdu, kınar gibi hareketi tek kaşımın kalkmasına neden olsa da dudaklarımdaki gülümsemeye engel olamadım. ''Sana kıyılır mı hiç,'' dedi kendi kendine mırıldanarak. Sonra eli duraksadı, benim de kalbim durdu ve başımı tekrar hafifçe kaldırıp onun çenesiyle bakıştım; sonra gözlerim onunkileri buldu.

Kirpiklerini kırpıştırdı ve yarım yamalak sırıttı, gergin görünüyordu. ''Yani, kızılır mı demek istedim.''

Başımı tekrar eğerken mırıldandım, ''Sen de kızmıştın.''

Bir süre ne diyeceğini bilemez halde kalakaldı, sonra bana daha fazla sarılırken konuyu büyük ölçüde değiştirdi. ''Kuzgunlar seni rahat bırakmayacak. Bu gördüğün şeyler, olması gerekenler. Alışmaya çalışacaksın.'' Başını aşağı doğru eğdiğini hissedip ben de ona doğru baktım. Sert ve kendinden emin şekilde bakıyordu. Sanki karşısında her şeyden bihaber olan biri değil de, söylediklerini yapabilecek biri duruyordu. ''Hatta çalışmayacaksın, alışacaksın.''

''Yapabilir miyim ki?''

''Başka çaren yok ve yapabilirsin,'' dedi ve bana güven aşılamak istercesine kollarını hafifçe sıktı. Fısıldadı. ''Yarın yorulacaksın. Uyu artık.''

Boğazımdan birkaç mırıltı döktüm ve boynuna gömülüp gözlerimi kapattım, bir süre sonra karanlık beni esir aldı.

Sabah güneşin ışıkları kirpiklerimin arasına sızdığı vakit gözlerimi zoraki araladım. Sonra görüş alanım beyaz ışıkla kamaşınca tekrar onları kapatmak zorunda kaldım. Uzandığım yer nefes alıyordu ve yataktan daha yumuşaktı fakat rahattı. Gözlerimi pes edip tekrar kapattığımda beynimin uyuşmasına fırsat tanımayan İblis'in sert gözleriyle karşılaştım.

Tek kaşını kaldırmış, beni baştan aşağı süzerken korkunç diyebileceğim kadar sessizdi. Burnumun ucu sıcak bir şeye temas ediyorken burnuma hoş bir koku ev sahipliği yapıyordu. Gözlerimi aralayamıyordum, güneşin ışığı bedenime çarparken beni rahatlatıyordu. Belimde güçlü parmakların baskısını hissettiğimde ve İblis'in bakışları onlarla birleştiğinde gözlerim faltaşı misali aralandı.

Ardından başımı yukarı kaldırıp Asir'in keskin çenesiyle karşılaştım. Hala gözleri kapalıydı ve derin bir uyku içindeydi, adamın neredeyse üstündeydim. Elim ağzıma gitti ve gözlerim dehşetle aralandı, toparlanmak istesem de belimdeki eli buna izin vermedi.

Onu uyandırmamaya çalışırken büyük bir mücadele gösteriyordum. Elimi onun göğsünden ayırıp bedeninin yanındaki çarşafa doğru bastırdım ve belimi hafifçe doğrultup onun bedeninden ayırdım.

Gözlerimle de onun suratını kontrol ediyordum, tepkisizdi ve hala uyuyordu. Nefes bile alamıyordum. Dayanamayarak zihnimde patladı, ''Yatağında uyumayacağım ya!'' dedi İblis, sesini bana benzeterek imayla. ''Sus...'' dedim gözlerimi kapatarak, burnumdan solumak zorunda kaldım. Nefesim Asir'in göğsüne doğru aktığında gözlerimi korkarak aralayıp suratına kısa bir bakış attım.

Güneş ışığı yarasının üstüne yansıdığından onu daha ön plana çıkartıyordu. Kızıl gözlerini yarım yamalak aralamış, kirpikleri arasından aşağı doğru bakıyordu. Yüzüme, şaşkınlıktan aralanan renkli gözlerime. Kızıl gözlerinin aynasında şaşkınlığımın bir portresini görürken boğazımı temizleyip, ''Günaydın,'' dedim bozuk ve kısık bir sesle.

Ardından belimdeki elini çekmesini bekleyerek beklentiyle suratına baktım, güneşin ışığı yarım yamalak suratına çarpıyor ve benim bedenim, yüzünün bir kısmında gölge bırakıyordu.

Boğazından hırıltıya benzer bir mırıltı çıkarttı. Yutkundu ve uykudan mahmurlaşmış gözleriyle bana bakmaya devam etti. İblis tam şu an beni boğmak istiyordu. Bunu kartal kadar keskin bakışlarından anlıyordum.

Kıstığı karanlık gözleriyle beni incelerken basık bir ses tonuyla, ''Neler oluyor hayatta lan?'' dedi zihnimden. ''Tam şu an?''

Belimdeki parmakları istemeye istemeye yana doğru düştü ya da ben böyle anlamak istediğim için böyle algıladım. Belim parmaklarının kafesinden kurtulduğunda sırtımı dikleştirdim ve yatakta katladığım bacaklarımın üstüne oturdum. Keskin suratına haylaz bir çocuk gibi tebessüm ederek baktığımda, ciddi suratı yavaş yavaş yumuşadı.

Ben tamamen doğrulduğumda güneş ışığı suratına yayıldı, bakır rengi gözleri açık bir tona büründü ve kirpikleri yarım yamalak kısıldı. ''Ne oluyor, ne bu surat?'' dedi sabaha özel kalın sesiyle.

Tek omzumu silkip, ''Hiç,'' dedim sadece. Saçlarının dağınıklığına doğru bir bakış attım, parmaklarımı içeri gömüp karıştırmak isteyeceğim kadar pofuduk ve yumuşacık duruyorlardı. Avuç içim bu istekle karıncalandığında onu bacağıma doğru sürtüp bastırdım, ''Hadi bir şeyler yiyelim bari.'' dedim, aklımı dağıtmak için.

''Yiyelim bari.'' dedi o da, alayla karışık. İmalı sesine aldırmadan bacağımı onun bacağının üstünden attım ve yana doğru kaydım; gece uyku arası yerleri değiştirmiştik, o yüzden ben duvar kenarına geçmiştim. Bacağım, onun alt eşofmanın kumaşına sürtüldü ama oralı olmadan ayağa kalkmayı başardım.

İblis gözlerini kısarak Asir'e ters ters bakmaya başladı, ''O düşüncelerin...'' dedi işaret parmağını yüzüne dikerek, tehditkar bir havayla sallarken. ''Hiç hoşuma gitmedi.'' Ne dediğini anlamadan geriye, Asir'in kasılan yüz ifadesine baktım.

Kaşlarını belli belirsiz çatarak gözlerini kapatmış ve dudaklarını birbirine bastırmıştı. Bakışımı hissetmiş gibi bakır harelerini aralayıp suratıma alttan ama yan yan bir bakış atıp gergince gülümsedi.

''Hadi in.'' dedi sonra, uykudan boğuklaşmış sesiyle.

Alık alık suratına baktıktan sonra önüme döndüm ve rahat rahat odasından ayrıldım. Odadan ayrılır ayrılmaz İblis suratıma manidar bir bakış atıp önüne döndü ve kadehine odaklandı; onu dudaklarına götürürken sebebini bilmediğim şekilde bıyık altı gülümsüyordu. Kadehiyle dudaklarındaki gülümsemeyi sakladı.

Düşünceli bir şekilde, ''Duş mu alsam?'' dedim merdivenlerden inerek. İblis izin vermedi, ''Hasta olursun bugün. Akşam alacaksan al.''

Mutfaktan tıkırtılar geldiğinde ayaklarım o tarafa yönlendi, Mehir'i kahvaltı masasını kurmuş bir halde ayakta gördüğümde içime sebepsiz bir sevinç dalgası yayıldı ama suratımdan hiçbir şey okunmadı. ''İyileşmişsin,'' dedim sesime istemsizce neşe katarak.

Gülümsedi, ''Evet. Kahvaltı hazırladım, koşmadan önce bir şeyler ye.''

Masanın üstüne kısa bir bakış attım. Sahanda yumurta, patates kızartması ve hazır kahvaltılıklardan koymuştu. Yanına çay da hazırlamıştı. Dudaklarımı uzatıp büyük bir takdirle ona döndüğümde sırıttı, gülümsemesinden dolayı kısılan gözlerini masaya yönlendirerek ''Eh,'' dedi tatlı tatlı, takdirime sessizce sevinerek.

İblis bile bu haline bakıp alttan alta gülümsedi.

''Köle nerede? Kuyruğunu bir kontrol et.'' dedi zihnimden takılarak ama bakışları Mehir'deydi. İstemsizce kahkaha attım, başım arkaya düştü ve dayanamayıp tekrar kahkaha attım. Aklımıza aynı sahneler gelip dururken beraber güldük, Mehir kahkahama anlam veremeyip boş boş bakıyordu.

Elimi rastgele sallayarak kıkırdayıp masaya oturdum. Mehir de karşıma oturdu ve çaydanlığın üstünü o kavradı ve benim de elim istemsizce alt çaydanlığa gitti. ''Dün gece neredeydin?'' Kulpunu tutarken Mehir'in bardağını dolduruşunu seyrettim, sonra suyu üstüne ekledim. ''Kaslarımı açmak için biraz koştum.'' dedi, düz şekilde.

Hala dudaklarımda salakça bir sırıtış vardı. ''Zehirden hemen sonra?'' dedim şaşkınlıkla. Tekdüze, ''Evet.'' Suratından bir şey okunmuyordu ve zehri tamamen attığını görebiliyordum, gözlerinin altındaki halkalar geçmişti ve yüzü kendi rengine bürünmüştü. Hala beyaz bir tene sahipti ama bu o kadar soluk görünmüyordu.

''Derin iyileşti mi?''

''Evet.''

Sonra sessizlik ağır bir gülle misali masaya düştü ve tabaklarımıza odaklandık.

Çok geçmeden Asir mutfağa girdi ve masaya bir bakış atarak yanımızdaki boşluğa bir sandalye çekti. Hep beraber kahvaltı yaptık, her şey çok lezzetli olmuştu. Mehir'e bunun için teşekkür ettim, Asir'se hiçbir şey söylemedi ama yemeye devam etti. Mehir'in ona memnuniyetsiz bir bakış attığını ama sonra kaşlarını yukarı kaldırıp indirerek önüne döndüğünü görüp sustum.

''Fazla yeme,'' dedi İblis, ''Hatta burada bırak.''

Neyi kast ettiğini anlamıştım, koşarken yarıda nefessiz kalmayı ve midemin ağrımasını istemiyordum. Çatalı bıraktığımda Mehir, hepimizin yiyip bitirdiğinden emin olup masayı toplamaya başladı. ''Buraları ben hallederim, birazdan sürü gelir.'' dedi, ''Siz gidin.''

''Emin misin? Gelmelerine...'' dememe kalmadan kapıdan tok sesler duymaya başladık. Gülümseyip ''Sorun değil. Gidin.'' dedi kız, kısaca ve masadaki malzemeleri toplamaya devam etti.

Asir onların içeri gelmesine fırsat tanımadı ve mutfaktan kaybolup kapıya doğru seri adımlarla ilerledi. Onu takip edip mutfak kapısının kenarında durdum ve onu seyrettim. Her hareketinde sırtında kürek kemikleri dans ediyordu, yürüyüşünden cesaret akıyordu.

Kapının pervazından yarım yamalak Barlas'ın suratını gördüğümde, Asir, ''Dışarıda bekleyin. Geliyoruz.'' dedi ve kapıyı suratına kapattı. Omzunun üstünden bana doğru bir bakış atıp, ''Hazır mısın?'' dediğinde kafamı belli belirsiz sallayıp yanına doğru adımladım.

Kalbim gümbürdüyor ve soğuk soğuk terlemeye başlıyordum ama İblis, ''Şş,'' dedi zihnimde fısıldayıp. ''Ben yanındayım. Bugün yakalanmayacağız, Toprak.''

Ona güvendim, her zaman olduğu gibi.

Önce botlarımı ayağıma geçirdim, üstüme herhangi bir şey almadım. Kazak yeterli gelirdi. Tekrar kapının kulpunu tutan Asir'in beklentiyle bana bakan kızıl gözleriyle karşılaştığımda ve kendimden daha emin şekilde dudaklarıma gülümseme sardığımda, Asir tebessümümden cesaret alır gibi kapıyı tekrar araladı ve önden ilerlemem için gözleriyle işaret etti.

Aralık duran kapıdan dışarı çıkıp rüzgarın tenimi yalamasına izin verdim. Verandanın tahtası ayağımın altında gıcırdadı.

Verandanın basamaklarından aşağı inerken tahtadan gıcırtılar yükselmeye devam etti. Tam ortaya geçtiğimizde rüzgar saçlarımın arasından dalgalanarak geçti. Berka ve Korkut, Barlas, adının Arslan olduğunu bildiğim adam ve bir kişi daha gelmişti. O gece onu da görmüştüm, Asir çocuklarla oynarken Arslan'ın arkasında onunla dalga geçen adamlardan biriydi.

Büyük, yarım bir çember çizip etrafımda durmuşlar ve hepsi gözlerini bana dikmişti. Asir çok geçmeden peşimden geldiğinde kadro tamamlandı ama benim gerginliğim kat be kat arttı. Konuşan önce ben olmayacaktım, tanımadığım surat kendisini tanıtmakla başladı. ''Kılıç.''

Siyah saçları oldukça kısaydı, gözleri hafif çekikti ama bu onu tatlı gösteriyordu. Gözleri kehribarın en açık tonuydu. Diğerlerinden daha cana yakın görünüyordu ama sesindeki soğukluk, aramıza görünmez bir sınır çiziyordu. ''Başlayalım.'' dedi Asir, ellerini cebine atarak.

Şaşkın şaşkın, ''Dur, ne yapacağım ki?''

''Anlatıyorum,'' dedi Barlas, tüm dikkatimi üstüne çekmeyi başararak. ''Oyunun adı, Kuyruğu Yakalamak ve senden şu an, bize av olmamanı istiyoruz.'' Ondan hiç görmediğim tehditkar bir havayla kahverengi gözlerini tebessümle kıstı ve derin sesiyle, ölüme davet çıkarırcasına fısıldadı. ''Senden, bize yakalanmamak için koşmanı istiyoruz Evin.''

Sert bir gerginlikle boğazım kurudu, tükürüğüm boğazımdan aşağı kayarken zorlandı. Sakinleşmeye çalıştım ama titreyen ellerimi görmemeleri imkansızdı, tabii kalp atışlarımın gür sesini duymamaları da.

Tüm soğukkanlılığım damarlarıma aniden enjekte edilmiş gibi detay istercesine beklentiyle baktım. Koyu kahverengi gözleri güneşten dolayı açık bir renge bürünmüşler ve onu daha sempatik hale sokmuşlardı. Sert mizacının altında güven veren bir adam olduğunu içten içe hissediyordum. ''Üç saat içerisinde bize yakalanmadan buraya gelirsen bugünü tamamlamış oluruz.''

Korkuyla, ''Yakalanırsam?''

''Canını yakmayız, söz.'' dedi Korkut arsızca sırıtarak. ''Ama tabii ki cezasız kalmazsın.''

''Kaybolursam?''

''Ben seni bulurum.'' dedi Asir, güven veren sesiyle. Kızıl gözlerinin derinlerine baktığımda içime tuhaf bir sıcaklık yayıldı, bana dümdüz baksa da onun da bu şekilde hissedip hissetmediğini merak ettim. ''Önce patikayı takip et,'' dedi çenesinin ucuyla benim arkamda bir yer göstererek, yine de gözlerini benden ayırmadı. ''Ondan sonra ister ormana dal, ister yol aşağı...''

Birden bana doğru yaklaştığında kalbim tekledi ama ifadesizliğimi sürdürdüm. Gözlerini benimkilerden ayırmadan, yavaş ve ağır hareketlerle karşıma doğru geçip durdu. Güneşin ışıkları onun teninde bir farklı aydınlanıyordu, saçlarının tepesine konuyor ve yer yer gölgeler bırakıyordu. Tek kaşındaki yaraya kısaca gözüm dokundu ama sonra gözlerine indim.

Yutkundu ve başını bana doğru eğdiğinde istemsizce kızarıp nefesimi tuttum. Herkesin içinde ne yapıyor ya?

Kirpiklerimi kırpıştırıp bana doğru eğilen suratını takip ederken, başı hafif bir manevrayla saptı ve kafamın yanına doğru eğildi. Tam omzumun üstüne. Kulağıma ılık bir nefes bıraktığında şaşırdım, o içinde bir cehennem taşıyordu. ''Rea,'' dedi yumuşak bir sesle fısıldayarak.

Diğerlerine göz attığımda şaşkın suratlarından herhangi bir şey okuyamadım, mesela bizi duyup duymadıklarını. Barlas'ın kaşları hem şaşkınlıktan hem ne olduğunu sorgularcasına çatılmış, dudakları manidar bir tebessümü var edecekmiş gibi gerilmişti.

''Bana yakalanmamak için koş. Özgürce.''

İblis yutkundu ve kadehinin içine doğru sebebini bilemediğim bir hüzünle kısa çaplı bakış attı. İlk defa bu yakınlığımıza bir şey dememiş olmasına içten içe şaşırdım ama en büyük şaşkınlığım Asir'in kurduğu cümleyeydi. Benden ayrılırken onun da tıpkı İblis'im gibi dudaklarında hüzünlü bir tebessüm oluştu. ''Bu sana verdiğim tek şans. İyi kullan.''

Ardından sesini biraz daha yükseltip, konuyu değiştirir gibi geride duran adamlara baktı. Kaşlarını yukarı kaldırdı, ''Ona kadar bekliyoruz.'' dedi ve geriye adımlarken kızıl gözlerini benden ayırmadı. Duygusuzluğuna tekrar bürünmüştü, hiç olmadığı kadar ciddiydi ve bu işi kaile aldığını belirtmesi beni daha da gerdi.

Bacaklarım istemsizce kasıldı ve bir adım geri gittim. Kalbim göğsümden fırlayacakmış kadar sertçe atıyordu, sebebinden emin değildim. ''On...'' dedi Asir, otoriter bir sesle geriye saymaya başlarken. Çenesini kaldırdı ve kollarını göğsünde birleştirdi; Barlas da tıpkı onun gibi kollarını göğsünde kavuşturup yanında durdu.

Haince sırıtan diğerlerine baktım ve yutkunarak geri geri adımlamaya başladım. ''Sekiz...'' dedi Asir, aniden. Yavaş yavaş gerilerken sanki karşımda beni yemek isteyen avcılar vardı; ben de savunmasız bir ceylan gibiydim. ''Altı...''

Kuyruğunu kaybedenler'in bedeninden farklı renklerde bir akım meydana geldi. Siyah, gri, turuncu, beyaz... Ve o akım bir cisme, sonra bedene dönüştü.

Kurtlar şekillerini tamamladığında oldukları yerde bana hırlamaya başladılar. Sivri dişlerini görür görmez kalbim bir korkunun pençesi altında ezildi; dehşetle gözlerimi araladım. Asir ben uzaklaşmaya devam ederken, ''Üç!'' diye bağırdı.

İblis ''Koş!'' dediğinde beynim tehlike sinyallerini çalmaya başladı ve arkamı onlara dönerek patika aşağı koşturmaya başladım. Benden beklenmeyecek kadar hızlı koşuyordum, rüzgara neredeyse yetişecektim. Saçlarım geriye doğru savrulurken rüzgarın ağır nefesini suratımın derisinde bir tabaka halinde hissettim, neredeyse boğulacaktım.

Bedenim rüzgarı yararak patika aşağı koşarken rüzgar, kulaklarımda uğultular bırakıyordu. Arkamdan gelen pençe seslerini duyuyordum ve nedense bu, bende sadece heyecan ve coşku patlaması oluşturuyordu. İblis coşarcasına, sanki rüzgarı o hissediyormuşçasına kahkaha atıp kadehini kaldırdığında benim de dudaklarımda bir sırıtış meydana geldi.

Rüzgarı hissederek, ilk defa,

Özgürce koştum.

 

Umarım yazdığım gibi sen de bölümden keyif almışsındır! Hatalarım varsa, affet.

Unutmuş olabilirsin; oy vermeyi ve bölümü okurken ne düşündüğünü yazarsan sevinirim!

Sizce Evin Yağmur’u bundan sonra ne bekliyor?

Eğitim başarılı geçecek mi ve Asir’in Rea’sı için planladıkları neler?

Bir dahaki bölümde Salmon’la koşacağız ve o zamana kadar, sağlıkla kal.

Seni seviyorum, sevgili okur.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%