Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9. BÖLÜM: DOKUZ KUYRUKLU TİLKİ

@esmayzc

Merhaba sevgili okur,

Nasılsınız? Sınav haftanız nasıl geçiyor/geçti?

Umarım bölümü yazdığım gibi okurken de keyif alırsınız.

Oy vermeyi unutmayın, teşekkür ederim.
Keyifli okumalar.

9. BÖLÜM: DOKUZ KUYRUKLU TİLKİ

Kaçıyordum.

Ben hayatım boyunca hep kaçtım.

Ruhumu saran yalnızlığın çıplak parmaklarından, geçmişin aynası zihnimde belirirken ona bakmaktan, önümde uzanan ve sonu görünmeyen geleceğin bilinmezliğinden… Ben şimdiki andan bile kaçıyordum. Anı yaşayan insanlara imrenirdim, benim için an denilen soyut kavram, hep geçmişle geleceğin arasında sıkışmış, görünmeyen bir çizgi olarak kaldı.

Sorumluluklarla geldi.

Hayatımı bir düzene sokmak için anı kullanmalıydım. Hayatta kalmak için, kendi kendime yetebilmek için anda kalmalıydım. Sonra zaman geçtikçe anladım, kaçmak istediğim zaman değildi. Anılardı. Zamanı kaybettiğinizde anıları kaybederdiniz. Bir insanı kaybettiğinizde onu değil, anıları özlerdiniz.

Çünkü o insanın yeri doldurulurdu, anıların yerindeyse hep kara bir lekeyi andıran boşluk kalırdı. Ben anılardan kaçarken aslında hayatıma dokunmuş tüm insanlardan kaçıyordum. İnsan doğduğu evi orman sayar mıydı? Yetimhane… Orada sadece büyüdüm. Orada doğmadım.

Ben hep, dört kenarlı ve insanın içini boğan soğuk duvarların arasında kalmaktansa arka taraftaki hoş görünen, beni anladığını düşündüğüm yere kaçıyordum. Ormana. O zamanlar İblis’le tanışmıyorduk, konuşmuyorduk. Beni hep kendinden uzaklaştıran kömür karası gözleriyle seyrediyordu, bir köşede sessizce. Bense ona hep bakıyordum ama göremiyordum, çünkü zihnim hep karanlıktaydı.

Onu sadece hissediyordum.

Daha küçük bir çocuktum.

Yetimhanenin bahçesinde, sonbahar örtüsünü daha yeni yeni ağaçların üzerine sererken bahçenin merdiven başında oturuyordum. Soğuk mermer kalçamı uyuşturuyordu, ancak küçük dirseklerimi büktüğüm dizlerimin üstüne koyup bahçede oynayan akranlarımı boş gözlerle seyretmeye devam ediyordum.

İblis bana çoğu zaman, ‘’Ölü gibi donuk bakıyorsun,’’ derdi. ‘’Doğduğundan beri.’’

Çünkü bana kimsesizlik kelimesini açıklamamışlardı ya da okuduğum kitaplardaki sıradan bir kelime olmamıştı benim için. Ben o kelimeyi hiç heceleyerek okumamıştım. Ben kimsesizliği daha küçük yaşlarda adımlayarak, her nefes alışımda can vere vere öğrenmiştim.

İki elim yanaklarımın iki yanında, dirseklerim dizlerimin üstüne baskı yaparken imrenerek arkadaşlarımı seyrediyordum. Kıstığım kirpiklerimin arasından, rüzgar saçlarımın arasından soğuk soğuk geçerken onun gücünü hissetmeyecek kadar haset dolu gözlerle seyrediyordum.

Kıskançlık yakıyordu.

Ben daha küçüktüm, hasetliğin ne olduğunu bilmezdim ama o zamanlar o kelimeyi baştan var ettiğimi, lügate benim koyduğumu düşündürtecek kadar onu hissetmiştim.

Birisi de gelip yanıma oturmadı. Birisi de gelip beni aralarına çağırmadı. Oyun bitti, herkes köşelerine dağıldı ama yanıma kimse oturmadı. Yeni bir oyun başladı, ben hala o merdivendeydim yine de beni çağıran olmadı. Günler geçti, ben hala o merdivenin başında oturarak soğuğu ciğerlerime çektim. O keskin, ferah koku burnuma akın ederken gözlerim doldu. Kimse nedeniyle ilgilenmedi.

Aslında zihnimin bir köşesinde isten gözükmeyen kara duvarlara zincirli biri vardı. Orada duruyordu fakat o da sadece beni seyrediyordu. Acıyan gözlerle. Arada sırada konuşsa da onun konuştuğunu fark edecek kadar onu hissetmiyordum. Zihnimde varlığını arada sırada belli eden bir sesten ibaretti. Bir iç ses gibi, boğuk ve benden bağımsız.

İşte tam o an İblis’le bakışırken şaşırdığım bir şey oldu, aslında ikimizi de büyük ölçüde şaşırtan bir olay meydana geldi. Merdivenlerde otururken tam yanımda bir hareketlilik sezmiştim. Başımı çevirip yana dönmemiştim bile, büyük olasılıkla benimle ilgilenmeyen ve ona baktığımda alayla sırıtan birini görecektim. Belki onun benimle ilgilendiğini düşünürsem ve onu bu kişiye belli edersem arkadaşları arasında benimle dalga geçecekti.

O yüzden dönmemekte kararlıydım. Ellerimi yanaklarıma dayamış, büyük bahçede oynayan çocukları seyretmeye devam ettim. Merak tam yanımda oturuyordu ve oldukça büyüktü. Yine de ona yenilmedim. Ta ki önüme uzatılan bir paket çikolatayı görene kadar.

Kırmızı paket güneşin cansız ışığı altında parlayarak bana sırıttı ve zihnimin aynasında koskocaman bir şekil almaya başladı. Zihnimin köşesine asılı duran kişi bile şaşkınlıkla bir pakete, bir bana uzatılan ele baktı. Ardından ikimizin de şaşkın dolu bakışları tam yanımızda duran kıvırcık saçlı çocuğa kaydı. Saçları altın sarısı gibiydi, güneşin altında öyle parlıyordu ki sonbaharın getirdiği ağaçların yapraklarında bile böyle güzel bir renk görmemiştim.

Cildi pürüzsüz, pembe dudaklarında minicik bir tebessüm vardı. Kıstığı gözleriyle bana yemyeşil bakarken, onu büyük birinin ruhunu taşıyormuş gibi gösterecek şekilde kafasını kaldırıp eğdi ve çikolatayı gözleriyle işaret etti. Minik kalbim göğsüme art arda darbeler atarken orada patlayacak sanmıştım. Öyle ki durabilirdi, o an heyecandan tüm kelimeleri unuttuğumdan dilim hareket etmemişti.

‘’Alsana.’’

Artık konuşurken çikolatayı hafifçe salladı. Yutkunarak elime aldığım paket, öyle sıcak bir aura yaymıştı ki o tatlıyı yemesem de kalbimin topraklarına şekerden kar yağmaya başlamıştı. Gülümseyemeyecek kadar şaşkın, konuşamayacak kadar heyecanlı olduğumdan elime aldığım paketle ürkekçe önüme döndüm. Kalbimin patlamak üzere olduğunu hatırlıyordum.

Bana yandan bir bakış atıp sırıttığını göz ucumla görüyordum. Bu, beni öfkelendirecek bir sırıtış değildi. Samimiydi. O da önüne dönüp oynayan çocukları seyretti. Bir süre sessizliği dinledik, ancak bana uzun ve sancılı gelen bir süreden sonra, ‘’Neden hep yalnızsın?’’ demişti. Hiç art niyet taşımayan bir soruydu. Şaşkınlık bir kez daha büyük dalgalarla zihnime hücum etti.

Yüzüm istemsizce buruştu ama gözlerimin odağı karşımda oynayan akranlarımdaydı. Yüzümdeki o ifadenin yerini kısa sürede ifadesizlik alsa da tek omzumu silkerek, ‘’Bilmem. Beni çağırmıyorlar ki?’’ dedim.

‘’Sen neden katılmıyorsun?’’ dedi bu sefer, sorumu çürüterek. Hiç şaşırmadığım bir soruydu, bakışlarımı diğerlerinden ayırarak yana doğru çevirdim ve çocuğun kusursuz profiline baktım. Çenesiyle ileriyi işaret ederken benden yaşça büyük biri gibi görünmüştü gözüme. ‘’Oradaki kimse birbiriyle uzaktan bakarak tanışmadı.’’

Aslında hepsiyle konuşmayı denemiştim. Başarısız olmuştum. Bunu bilmesine gerek yoktu. ‘’Sen neden benimle konuşuyorsun?’’ dedim, küçük aklımla, ilk kez benimle konuşmaya cesaret eden ilk ve tek arkadaşıma meydan okuyarak. Gülümsedi ama bana değil, uzağa doğru baktı.

Kıvırcık saçları esen rüzgar sebebiyle dalgalandı, gözlerindeki o derin kıyafet asla ufak yüzüne yakışmıyordu ve o kadar derin ve kısık bakmıştı ki bir an aklından ne geçtiğini merak etmiştim.

Uzun bir aradan sonra, ‘’Ben de yalnızım. Buraya daha birkaç gün önce geldim.’’

O sıralar İblis’in adını bilmediğimden sadece bana gölge gibi görünen o kişiye baktım, bana uzaktan uzağa sırıttı, sırıtsa da bakışlarında öyle yoğun bir acıma duygusu yakaladım ki içim titredi. Yutkundum ve çocuktan ayırdığım bakışlarımı bahçeye doğru yönelttim. İçimde yayılan yangını görmezden gelmeyi tercih ederek, ‘’Ha,’’ dedim dalgalı bir şekilde. ‘’Anladım.’’

‘’Ne sandın?’’ dedi, koridorlarımı turlayan o derin ses. ‘’Seninle gerçekten arkadaş olmak isteyeceğini mi?’’ Kaşlarını yukarı kaldırarak hala sırıtırken, o can alıcı kelimenin üstüne basa basa benimle alay etti. ‘’Yalnız olduğu için seninle arkadaş olmak istiyor.’’

Yanan gözlerimi yukarı kaldırarak derin bir nefes vermiştim. Paketi sallayıp gülümsedim, ‘’Git oyna. Teşekkür ederim.’’ Çocuk şaşırsa da oralı olmadı, ilk defa bakışları yüzüme kayıp gözlerimin derinlerine baktı. Yanan ve kızarmış gözlerime öyle bir baktı ki ruhumu okuduğunu düşünmüştüm, o küçük çocuk benim ruhumu okuyordu sanki.

Umursamaz bir tavırla gözlerini kırpıştırıp dudak büzdü, ‘’İstemiyorum,’’ dedi, omzunu silkerek. ‘’Ben seninle arkadaş olmak istiyorum.’’

Ve bunu bana söyledikten birkaç gün sonra evlatlık edindi ve onu bir daha görmedim. Adını bilmediğim ve o birkaç günde bile koridorlarda arada sırada gördüğüm o merhametli çocuk, uzun bir aradan sonra zihnimdeki o kişiyle benim ruhumu kırmızı ipliklerle bağlayıp koca bir düğüm attı ve ortadan tüm varlığını kaldırıp yok oldu. Yetimhanede gördüğüm güzel bir rüya gibiydi ve uyandım, bitti.

Tıpkı bu anıda olduğu gibi hayatımızdan kaldırılması imkansız izler bırakıp geçen insanlar oluyordu. Kalbimizi merkez edinmiş o soğuk toprakların üstüne basarak ilerleyen ve bazılarımız için kara bulutlardan, bazılarımız için bir altın seli gibi parlayarak göz alan berrak göklerden ibaret anıların tam ortasına yerleşip bizden uzaklaşan insanlar vardı veya bizim hayatımızdan çıkarttığımız…

Bizi, biz fark etmesek de İblis’imizle tanıştıran insanlar vardı; hatta içimizdeki o derin sesle konuşturan insanlar vardı. Bunun farkında değillerdi ve biz de o an gelene kadar büyük değişimin farkına varamıyorduk. Değişim bir kez insana uğradığında da artık eskiye dönemiyordu. Eskisi gibi olamıyordu, yerinde de saymıyordu.

O kişi hayatımdan öylesine geçmiş gibiydi fakat beni İblis’imle tanıştırmanın, onunla derin bir bağ kurmamın ilk fitilini ateşleyerek gelip geçmişti. İblis’le aramızın kötü ya da iyi olmadığı anlarda kimsesizliği tatmıştım ama artık sadece yalnız biriydim. Bazen İblis’in bile benimle konuşmanın zamanını kolladığını düşünüyordum, bilerek benden uzak durmuş ve benimle konuşmamış gibi geliyordu.

Düşüncelerimi bir misket topları misali dağıtarak bölen ve her bir köşeye çekilmesini sağlayan derin bir nefes sesi işittim. Yatakta boylu boyunca uzanırken yukarıdaki ahşap tavanı seyrediyor, hatta üstündeki siyah lekeye benzeyen figürlerden bir şeyler çıkarmaya çalışıyordum.

Zihnim o kadar doluydu ki birkaç saat önce konuşulan kelimeleri hala sindirememişti, çünkü üstlerine bir yenisi daha ekleniyordu. Onlar anılara karışıyor, anılar gözlerimin önüne onları bir kez daha yaşadığımı hissettiren sahnelerle geliyordu. İblis yine derin bir nefes verince bakışlarımın odağı ona doğru yönlendi fakat hala boş gözlerle tavanı seyrediyordum.

Gözlerimi bile kırpmadan.

‘’Sence Asir’e güvenmeli misin?’’

Soruyu sorarken bile kendinin güvenmeyeceğinden emin gibi konuşuyordu, hatta ‘’biz’’ diye konuşan kişi artık ‘’sen’’ diye konuşuyordu. Konu Asir olunca kendinden emindi ama benden asla emin olamıyordu. Gözlerimin önünde beliren, kandan daha koyu kızıl hareler tehlikeli bir aurayla parlayıp suratımı inceledi sanki.

Kaşlarımı çatarken yavaşça yutkunmuştum, ‘’Ona tam anlamıyla güvenemem,’’ dediğimde bakışlarının sertliği geçmedi ama dudağının kenarında belli belirsiz bir tebessüm oluşup geçti.

‘’Yine de anlattıklarını aklıma not ediyorum. Kurtarıcı hakkında haklı olabilir ya da tam tersi, Kurtarıcı bensem ve bunu karşıma geçip anlatacak kadar kendine güveniyorsa bir şeyler planlıyor da olabilir.’’ Derin bir nefes alıp ona tamamen döndüğümde artık gözlerimi kapatıp tavanın o beneğe benzer figürlü ahşap sırtından da ayrılmıştım.

Zihnimden onunla konuşmak beni her zaman rahatlatıyordu ve güvende olduğumu hissettiriyordu. Onunla konuşmak, sanki küçük bir çocuğun battaniye altına girip her tarafını kapatarak öcülerden korunması gibiydi. ‘’Asir, kelimelerle iyi anlaşan biri. Bir canavarın zihnine bile yaklaşmamam gerektiğinin bilincindeyim ama o çoktan benim zihnime girdi,’’ dediğimde kaşlarını çatarak sessizliğini korudu.

Dudaklarını hafifçe büzerek kenarını kırıştırdı, yine de sessizliğini korudu. ‘’Beni kandırması kolay olurdu.’’ dedim devam ederek, son cümleyi fısıldayarak söylemiştim hatta varlığını derinlerimde hissettiren o kızıl gözlü canavarın bile duymasından çekinerek o kelimeleri neredeyse nefes aldıramayacak kadar çok kısık şekilde İblis’e söylemiştim.

Gerçeklerin ardında saklanan her zaman yalanlar olurdu ve insan, gerçekleri eninde sonunda yalanların ardından öğrenirdi.

Yalanların arasında sıkışırken ve ihanetin ağır gölgesi sırtıma saplanmışken omuzlarıma binme potansiyeli taşıyan yük, göğüs kafesime baskı uyguluyordu. Kalbim patlamak üzereydi ama hala atmaya devam ediyordu, zamanın içinde bir gün can verecekti fakat o günün benim için kaos olacağı gerçeğiyle yüzleşiyordum.

Kurtarıcı olmamak için dua etmeye başlayacaktım ama Asir’in söylediği gibi, kan sudan yoğundu. Soyum benim en son üye olduğumu söylüyordu çünkü bildiğim kadarıyla benim bir kardeşim yoktu ve küçük bir aileye sahiptim. İblis’i bile artık tanıyamıyordum, o gelmediği günler boyunca arada sırada kapıyı üstüme kapatıyor ve soluklanmak üzere benden ayrılıyordu.

Ona nefesini ancak ben verirdim, bunu ne zaman öğreneceğini merak ediyordum.

İblis sakince kadehinden yudumluyor, arkasına yaslanıp düşüncelerimin uçuşan kelimelerini seyrediyordu. Asir’in söyledikleri aklımın bir köşesinde hortum olmuş, hortumun ucu zeminimi parçalarken gökyüzüne uzanan bedeninin ucunu göremiyordum.

Bakışları sanki bir okyanusun dibine doğru dalmış gibiydi, benden uzaktı ve bir köşeye çekilmişti. Ne düşündüğünü merak ediyordum. ‘’Asir,’’ dedi bana uzun bir gelen sürenin sonunda, sesi de tıpkı bakışları kadar dalgındı. Bir süre daha bekledikten sonra tekrar, ‘’Bence,’’ dedi İblis, onun hakkındaki düşüncelerimden ve hissettiklerimden bihaber kalın sesiyle. ‘’Senin o kişi olmanı istiyor.’’

Kaşlarım çatıldı, ‘’Ne?’’

‘’Sanki o kişinin sen olmasını bekliyor gibiydi,’’ dedi tekrar; bozukça gülerken, ‘’Belki beklemiyor, bundan emin.’’

Aklım dağılmıştı, bu yüzden kelimeleri seçerken dikkat etmeden konuşuyordum. ‘’Ben olsam ne olacak ki?’’ dediğimde parmaklarını şaklattıktan hemen sonra işaret parmağının ucunu bana doğru yöneltti, ‘’Aynen,’’ dedi sonra, ‘’Senin olmanı neden bu kadar istiyor ki? Başkası da çıkabilir ve bu olduğunda, sanki büyük bir hayal kırıklığı yaşayacakmış gibime geliyor.’’

‘’Belki öfkesini yıllardır içinde taşıyan birine göre, artık onu kusacak birini arıyordur.’’ dedim, tek omzumu silkerken, ‘’Daha fazla bekleyemiyor olabilir.’’

Başını olabilir dercesine salladı, ‘’Yine de senden çıkarmasa iyi olur Toprak.’’ dedi kadehinden içerken.

‘’Neden böyle düşündün ki?’’

Tek omzunu silkme sırası ondaydı, ‘’Tecrübe.’’ dedi ama uzun bir süre yüzüne dik dik bakınca devam etme gereği duydu. ‘’İki kişi olduğumuz için senin kaçırdıklarını, sohbet sırasında kolaylıkla yakalayabiliyorum kızım. Gördüğüm şey, Asir’in yalnızca acı çekmesi değildi. Bakışlarında, beden hareketlerinde, onun senin Kurtarıcı olma ihtimalini söylerken öfkeli görünse de aslında ne kadar rahatladığını fark ettim.’’

İblis diyorsa bir bildiği vardır.

Anladığımı belirtircesine başımı sallarken hala keskin yüz hatlı çehresine ve onun çekici duran siyah dumanlı elbisesine baktım. ‘’Neden rahatladığını bulmamız gerek,’’ dediğimde kafasını sallarken ciddi bir yüz ifadesine büründü.

Zihnim, zihnimin toprakları ve labirentimin her bir köşesi ayrı ayrı kaosa gebeydi. ‘’Fakat buradaki ırklar bile, bizim sandığımızdan daha karışık Toprak,’’ dedi İblis, düşüncelerimin önünü keserken.

‘’Şimdiye kadar Safkan’ların Melezler’den daha güçlü olduğunu düşünüyordum.’’ dediğimde kafasını salladı. ‘’Bu da bir örnek. Daha bilmediğimiz ve görmediğimiz ne kadar ırk ve tür vardır düşünsene.’’ dedi kaşlarını kaldırıp indirirken, içli bir şekilde.

‘’Tüm bunlarla uğraşacak vaktimiz yok. Ben hayat kurtarmaya yatkın biri değilim, senin de olmadığını biliyorum.’’ dedi devam ederek, ‘’Buradan nasıl çıkacağımızı düşünmeye başlasak iyi olur.’’

‘’Evet.’’ dedim mırıldanarak. Hayat kurtaramazdım, çünkü kurtarmış olsaydım önce kendi hayatımı kurtarırdım. Ben yapıcı olan taraf değil, yıkan taraf olmuştum her zaman. Kafamdaki de öyleydi. Biz yıkardık, yakardık.

Kömür karası harelerini kadehinin içine doğru düşürmüş, orayı incelerken yutkunmuştu. Derin bir iç çekip kaşlarını kaldırdı, hala kadehine bakıyordu. ‘’Of,’’ dedi ardından onları tekrar indirerek, ‘’Araştırmaktan da merak etmekten de, bir şeyler olma ‘’potansiyelinden’’ de bıktım.’’

‘’Ne yapacağız?’’ dediğimde kadehinden ayırdığı bakışları kısıldı ama bu gülüşünden kaynaklıydı; öyle sinir bozucu şekilde gülmüştü ki kendine has mekanik ve parazitli sesinin tınısını her salisede özümsemiştim. Kadehi tutan sol elini bana doğru uzatıp işaret parmağını kadehin sırtından ayırıp ucunu bana doğrulttu. ‘’Bunu duymaktan da bıktım.’’ diye devam etti alayla.

Kadehini tekrar kendine doğru çekerken bakışları hala üstüme saplıydı, ‘’Niye her şeyi bana soruyorsun, senin aklın yok mu?’’ diye sataştı. ‘’Benim aklım sensin.’’ dedim rahatlıkla, gözlerimi devirerek. ‘’Boşuna mı zihnimdesin?’’

Dilini damağına sertçe, melodik bir şekilde çarpıp dururken bakışları küçümseyici bir hal alarak suratımı inceledi. ‘’Hele tipe, hele söylediklerine bak ya…’’ dedi ağzının içinde homurdanarak, aynı yüz ifadesiyle. ‘’İşlenen demir pas tutmazmış ama senin beyninin her köşesinde artık örümcek ağları görmeye başladım. Bu beni korkutuyor kızım, biraz aklını çalıştır da yüküm azalsın ya.’’

Bir aptal gibi, aptal olduğumu kabul edercesine bir boyun eğmişlikle kara suratına bakarak gülmeye başladım. Yüzüm dışarıdan ifadesiz dursa da içten içe öyle şen kahkahalar atıyordum ki sesim koridorlarımın derinlerinden duyuluyor, kulaklarımda yankılanıyordu.

Bir süre küçümseyici tavırla gülüşümü seyretti, ardından sinirleri bozulmuş gibi kafasını yana çevirip gülüşünü benden saklamaya çalıştı fakat başarılı olamadı; ardından başını önüne düşürüp eğdi ve bir süre sonra dayanamamışçasına erkekçe kıkırdamaya başladı. ‘’Salak.’’ dedi sonra, kadehinden yudumlayarak gülüşünü gizlemeye çalışırken.

Bu sefer de bakışları parlıyor, eğlendiğini bas bas bağırıyordu.

Ben susmayınca onun da gülüşü derinleşti ve o da kahkaha atmaya başladı. Manyak gibi karşılıklı oturmuş gülüyorduk ve bir sebebi yoktu. Benim tek sebebim, bana hakaret edilmesiydi ve İblis’in tek sebebi, bana hakaret etmiş olmasıydı. Öyle bir geri zekalılık içinde yürüyüp duruyorduk işte.

Dozu o kadar arttırmıştım ki artık gülüşlerim zihnimden taşmıştı ve dışarıdan da güldüğümü son anda fark etmiştim. Tavana bakarak kahkaha atıyor, susmak bilmiyordum. Gözlerim kahkahalarımın sonucu olarak sulanmış, loş karanlıkta parlayan ve bir ceset misali uzanan tavan bulanıklaşmaya başlamıştı.

Bastırarak ‘’Sus lan,’’ dedi İblis sinirden gülmesine devam ederken, ‘’Gelecek şimdi.’’

Elimi ağzıma kapatıp derin gülüşümü parmaklarıma gömmeyi denedim; fakat işe yaramayıp parmaklarım arasından taşıyor, göğsümü titreterek daha da derinleşiyordu. Bir öfke krizinin eşiğindeydik ve beraber deliriyorduk, kahkahalarımızı duyan deli sanırdı ama böyle rahatladığımızdan umurumuzda olmuyordu genelde.

Benim susmadığımı görünce ciddileşmeye çalıştı, yine de başarılı olamayıp kasılan suratı tekrar geriye doğru savrulup büyük bir patlamayla gevşedi. Beyaz dişlerinin tam önünde sarkan sivri köpek dişleri, ucu tıpkı Vaxor’un dilini andıran sivri dili meydandaydı ama hala çekiciliğinden ödün vermiyordu. Tam ciddileşeceği sırada halime arada sırada bakıp ‘’Manyak mısın kızım?’’ diyor, kahkaha atmaya devam ediyordu.

Elimi ters çevirip ağzımı kapatırken hala göğsüm sarsıla sarsıla gülmeye devam ediyordum. Kıpkırmızı suratım tavana doğru dönüktü ve artık gülüşümden dolayı karnıma ağrılar saplanmaya başlamıştı. Ciğerlerime bir şey batırılıyormuş misali nefes almakta zorlanıyordum ama bir türlü susmuyordum.

Kapım tıklanıp tok sesle aralandı. Hayıflanarak, ‘’Millet deliye, biz akıllıya…’’ diyen bir başka erkek sesi duydum. Kapının eşiğinde dikilmiş, omzunu kapı pervazına yaslayıp kollarını göğsünde birleştirmişti. Holden gelen ışık, onu gölgede bırakıyor ama odamı bir nebze olsun aydınlatıyordu.

Yüzüm yanarken ciddileşmeye çalışıp ona doğru döndüm ve hala pozisyonumu değiştirmeyerek onu seyretmeye devam ettim.

Gözlerim suratına alışmaya başladığında yüz hatlarını seçtim. Şaşkındı ve neden güldüğüme anlam veremeyen suratı, tatlı bir görüntü sergiliyordu. Saçları yataktan ayrıldığını belirtircesine dalgalı, dudakları her zamankinden daha dolgun duruyordu. Yanakları şişmiş ve ısınmıştı, beyaz tenine tatlı bir pembelik yayıyordu.

Üstünde beyaz, yakaları açık saten bir gömlek vardı; altında da onun takımı olan yine saten kumaştan yapılmış hafif görünen pantolon vardı. Gecelikleri güzeldi ve kavruk tenine fazla yakışmışlardı.

Boğazını temizledi ve bir süre yatakta uzanan beni inceledi. Beni süzerken oldukça yavaş hareket ediyordu. Utandığımı hissetsem de odam karanlıktı, sadece holden yansıyan ışıkla ısınan yanaklarımı ayırt edemezdi değil mi? Evet, üstümde ona ait tişörtle yatakta uzanıyordum. Ben olsam ben de dik dik bakardım.

‘’Böyle olacağını biliyordum,’’ dedi İblis gözünü ayırmadan ona bakarken. Ardından kaşlarını çattı, ‘’Mısır da ister misin koçum? Şöyle geç otur, rahat rahat dikizlersin.’’ dedi kolunu yana doğru uzatıp koltuğu gösterirken. Sesindeki kinayeyi duyup tekrar kıkırdadığımda bana öyle bir sertlikle bakmıştı ki susmak zorunda kaldım.

Asir derin bir nefes çekip izin almadan kenardaki anahtarı aşağı seslice indirip odayı aydınlattı. Karanlığa alışmış gözlerim sulanarak birkaç kez kırpıştı; kirpiklerimin arasından onu zor seçtim. Sonra gözlerim ışığa alıştığında odama tamamen girdiğini ve sanki İblis’i duymuşçasına adımlarını yatağımın karşısında duran koltuğa doğru yönlendirdiğini fark ettim. Yürürken ses çıkartmamayı nasıl başarıyordu, bilmiyordum.

İblis’in bakışları ise her adımında daha da büyüdü, Asir koltuğa rahatça otururken de, ‘’Tatarus bana sabır versin,’’ derken duydum onu. Hala Asir’i seyrediyordu, yüzü buruşmuş halde.

Yanaklarımdaki gülüşümün yansıması olan sıcaklık kendini yavaşça ferahlığa bırakırken, ‘’Kusura bakma, gecenin yarısında krize girdim.’’ dedim ciddiyetle, ‘’Uyuyor muydun?’’

Tavrıma bakıp güldü, ‘’Uyku mu kaldı,’’ dedi ağzının içinde mırıldanıp. Tek kaşını kaldırarak, ‘’Neye gülüyordun o kadar?’’ dedi merakla. Tek omzumu silkip sırıttım, ‘’Aklıma bir şey geldi de…’’ dedim sırıttığımdan dolayı harfler ağzımdan neşeli yükselmişti. ‘’Hım,’’ dedi kaşlarını kaldırarak, bana manidar bir bakışla bakarken.

‘’O konuşmadan sonra ne durumda olduğunu merak ettim,’’ dedi kaşlarını çatarken, dudaklarındaysa iç çekmemi yetecek kadar güzel bir tebessüm vardı. Kızıl gözleri dikkatli bir şekilde uzanan bedenime kaydı ve bir süre beni yatakta uzanırken inceledi. Çıplak olduğumu düşünmeye başlamıştım. Ah doğru, zaten yarı öyle sayılırdım…

‘’İyi idare ediyorsun gibi görünüyor.’’

Omuz silktim, ‘’Söylediklerini kanıtlayacak, elinde geçerli bir şey yok.’’ dedim rahatlıkla. Düşüncelerime göre fazla rahat davranıyordum. ‘’Kurtarıcı ben değilim, ondan emin olabilirsin.’’ dediğimde koltukta iyice yayıldı. Bacak bacak üstüne atarken elinin üstündeki Vaxor’un başının figürünü gördüm. Ben de doğrulup sırtımı yatak başlığına dayadım; bu süreçte gözlerimizi birbirimizden ayırmamıştık.

Ben konuşmayınca, ‘’Asla herhangi bir şeyden emin olmam,’’ dedi net bir sesle, ‘’Parlamaman, senin Kurtarıcı olmadığın anlamına gelmez. Bir gün parlayacağın anlamına gelir.’’ dedi kendinden emin bir şekilde kızıl gözlerini bana dikerek. Işıkta parlayan hareleri, içindeki canavarın soluklarını taşıyordu. Kalbim titredi ve midem kasılmaya başladı ama ona belli etmeden boğazımı hafifçe temizledim.

Sonuna kadar inkar edecektim.

Ağzımı aralayıp hırsla, ‘’Ben,’’ dedim ama sözümü kesti.

‘’Her neyse,’’ dedi kemikleşmiş sesiyle. Kaşlarını hızlıca kaldırıp indirirken konuyu geçiştirmek ister gibiydi. ‘’Zamanın göstereceği konular bunlar. Bir süre konuşmamıza gerek yok.’’ diye devam ettiğinde İblis güldü. İçimde duyduğum bu sıcaklık neydi? Damarlarımda dolanıyor ve geçtiği yerleri yakıyordu sanki.

İblis, ‘’Demesi kolay tabii, gel sen karşına al bizi; sonra de ki Kurtarıcı olma potansiyelin var ve seni öldürebilirim,’’ dedi alayla parlayan gözlerini Asir’e dikerek. Ardından kaşlarını çatarken tekrar aynı ifadeyle devam etti. ‘’Biz de tüm bunlara rağmen akışına bırakalım, öyle mi?’’

Aklımda dolanan bir süre soru işaretleri vardı. İblis’in az önce aklıma soktuğu şeyler geliyordu dilimin ucuna fakat sanki dilim balçığa bulanmış halde hareket edemiyordu. Sadece bakıştığımızı fark eden Asir, ‘’Neyse,’’ dedi bacak bacak üstüne attığı bacaklarını düzeltip. Ayağa kalkarken, ‘’İyi geceler, fazla ses çıkartma.’’ dedi göz ucuyla bana bakıp suratındaki farklı sırıtışla.

Kaşlarımı anlamsızca çatarak, ‘’İyi geceler.’’ dedim sadece. Aklımda hala soramadıklarımın kaybı vardı. Bu an bir daha gelmezdi, yine de Asir sırtını dönüp kapıdan çıkana kadar sessizliğimi korudum. Kapıyı kapatmadan önce ışığı kapattı. Kapı kapandı ve tekrar karanlıkla baş başa kaldım.

Sırtımı yasladığım sert başlıktan ayırıp iyice uzandım ve gözlerimi kapattım. Karanlık üstüme çöreklenmiş gibi oldu, zihnime aktı ve tüm koridorlarımı ele geçirdi.

‘’Toprak uyan,’’ dedi derinlerden gelen sesin sahibi. Yastığa kafamı gömmüş, yüz üstü uzanırken gözlerimi açmakta zorlandım. Karanlıkla hala bakışmakta olurken İblis zihnimden tekrar seslendi. ‘’Toprak.’’ Yüz üstü yattığımdan dolayı kalbimin atışı, avcumun içinde raks ediyordu. Hızlandığını hissettim ama bu, öfkedendi. Uykumu alamamıştım ve İblis, susmak bilmiyordu.

‘’Topra…’’ diyecekken zihnimden, ‘’Kes.’’ dedim öfkeyle tıslayarak. Kaşlarım dışarıdan huzursuzlukla çatılmıştı ancak mimiklerim bile o kadar yorgundu ki fazla çatık duramadan tekrar eski halini aldı. İblis’in öfkelendiğini sezdim, ‘’Bana mı dedin? Seni yataktan öyle bir çıkartırım ki tüm gün sesimi duymak zorunda kalırsın!’’

‘’Ne oldu?’’ dedim bu sefer, mırıldanarak. Gözlerimi hala açmamakta ısrarcıydım; kolum yastığımın altında kalmış ve karıncalanmıştı ancak yine de rahat bir pozisyona sahiptim. Yorgan her tarafımı kapatıyor, beni yatağa iyice gömüyordu. Ne zaman üstüm örtülmüştü?

‘’Garip sesler duyuyorum kızım,’’ dedi İblis fısıldayarak, ‘’Kalk bir kontrol et.’’

‘’Asir var, o baksın.’’

Derin bir nefes sesi verdi, tavrımdan sıkılmışa benziyordu ama pes etmiyordu. Sıcacık olan yatağımı terk edecek değildim, burada da ölebilirdim. ‘’Bence ses Asir’den geliyor, geri zekalı.’’ diye devam etti öfkeyle.

Kaşlarım havalanarak tekrar indi, ‘’O zaman ölmeye niyetim yok, yatağımda iyiyim.’’ dedim inatla.

Bir süre ses gelmedi ve bu ruhumu rahatlatacakken aksine bir yay kadar gerdi. Sessizliği ve sessizliğin içindeki o yoğun yıkıntının arasında uzanmaya devam ettim. Aniden koridorlarımın duvarlarını bile parçalayacak raddede büyük bir ses işittim. Sesin dalgası uzun ve güçlüydü. ‘’Toprak kalk!’’

Yatakta oturur pozisyona geçmem saniyelerimi aldı. Zihnim talan olmuş gibi hissediyordum, bir depremin kucağında her şey sallanmaya devam ediyordu sanki. Gözlerim kapanıp aralanırken sakinlerdi ancak, kalbim göğüs kafesimi parçalayacak kadar hırçındı. Nefes nefese etrafa bakındım ve o sırada, kömür karası gözlerin keskinliğiyle bakıştım.

Burnumdan akan sıvı, elimi ters çevirip oraya götürmeme neden oldu. Elimi ayırıp gözümle derimi kontrol ettiğimde de koyu bir kanın parladığını gördüm. Soluk derime renk getirmişti. ‘’Ne ya?’’ dedim ağlamaklı, ona bakarken. Bakışlarıma ne aldırdı ne de burnumdan akan sıvıya uzun süre bakıp şok geçirdi.

Yüzünde, seni uyardım bakışından vardı hatta. Öfkeli suratı tıpkı hırçın bir köpeğin surat ifadesine benziyordu. ‘’Kalk şu siktiğimin yerinden, kontrol et şu herifi. Uykumu zehir etti!’’ dedi, cümle uzun olsa da bayağı tek nefeste her şeyi söylerken.

Zihnimdeki o gürültü ve sarsılışın yerini sessizlik aldı fakat geriye, o sessizliğin arasında her tarafı inleten bir çınlama kaldı. Hala yer gök inliyormuş gibi bir etki vardı beynimin içinde. Kulaklarımı kabartarak sessizliğin arasında farklı bir ses duymaya çalıştım ancak hiçbir şey duyulmuyordu. ‘’Ne diyorsun, her taraf sessiz!’’ dedim hayıflanarak.

Burnumdan akan sıvıysa durmuyordu. ‘’Beynimi patlattın!’’ dedim öfkeyle. Elimi art arda burnuma götürerek akan kanı sildim. Yine de hala akıyormuş hissi vardı. Buna herhangi bir tepki vermedi.

Kaşlarını çatarak etrafı gözleriyle taradı, ardından bana keskin bir şekilde bakmaya devam etti. ‘’Bu ses ne böyle?’’ dedi hırçın bir şekilde. ‘’Ben deli miyim de götümden uyduracağım?’’

Gözlerimi devirerek, ‘’Öyle gibisin,’’ diye ağzımın içinde homurdandım ancak oralı olmadı. Uykumun yarıda kesilmesi ve yatağımın içinin soğumaya başlaması öfkelenmeme neden olurken; yataktan dışarı çıkıp çıplak ayaklarla soğuk zeminde ilerlemeye başladım. Kapalı kapıyı aralayıp tekrar loş karanlıkla bakıştım.

Baştan aşağı ürperiyordum, üstüme bir şey de almamıştım. Hemen yatağa geri dönmek istiyordum.

Karanlığa alışan gözlerim sayesinde duvarda asılı duran saati seçtim, şafağın sökülmesine bir iki saat vardı. Öfkem iyice arttı. Hiçbir yerde ses duymuyordum! Etrafı süzen bakışlarım, İblis’e yöneldiğinde ona öyle bir bakış atmıştım ki ilk defa kendinden şüphelendiğini sezdim. Yutkunup kirpiklerini kırpıştırarak bana bakmayı sürdürdü.

‘’Manyak.’’ dedim hırsla, dişlerimin arasından.

Tekrar odaya gireceğim sırada benim de kulaklarıma bir inilti geldi. Adımlarım aniden kapının önünde duraksadı. Başımı sol tarafa doğru çevirerek öylece kaldım, kaşlarım istemsizce çatılmıştı. Hedefi ararken gözlerim yuvalarında dönüyordu. Dakikalar ardından sanrı sanacağım sesi tekrar duyduğumda, ayaklarım istemsizce Asir’in odasına doğru kaydı.

Odanın derinlerinden acı dolu iniltiler geliyordu. ‘’Ne yapıyor bu?’’ dedi İblis, kaşlarını çatarak beyaz kapıyla bakışırken. Ne yapacaktı ya gecenin bir vakti? Aklıma gelen görüntüler kafamı iki yana sallayarak onları dağıtmama sebep oldu. Sırası mıydı?

Kulağımı odanın kapısına dayayarak nefesimi tuttum ve içeriyi dikkatlice dinlemeye çalıştım. Soğuk kulağımın köşelerini ısırdı, irkilsem de oralı olmadan iyice yapıştırdım. İniltinin arasından boğukça sayıklamalar geliyordu ama ne söylediğini anlayamıyordum. Kabus mu görüyordu?

İblis’le bakıştık, ardından çenesiyle kapının kulpunu işaret etti. Kararsızlık ruhuma çöreklenmişken tek elimi yumruk yaparken diğerini normal şekilde yumruk yaptığım elime götürüp parmaklarımı ovuşturdum. Heyecandan mı yoksa çekingenlikten mi bilinmez, içimde tarifsiz bir kıpırtı vardı.

Saniyeler sonra elim kapının kulpuna gitti ve onu yavaşça araladım. İçeriden gelen inilti ve sayıklamalar, kulağıma daha net çarparken karanlık oda burnuma orman kokusunu taşıdı. Kalbimin sesini ben bile duyuyordum. Kapının arasından adeta süzülüp kapıyı ardımdan kapatırken sırtımı, kapının sırtına dayadım.

Gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim, pencereden gelen ayın loş ışığı odayı bir nebze olsun aydınlatıyordu ancak bu bile önümü görmeme yetmiyordu. ‘’Asir…’’ dedim fısıldayarak. Odadaki kesik kesik inlemeler, yerini artan soluklu hırıltılara bıraktı. İçindeki canavarın sesini duyar gibiydim. ‘’Quazam muu’ra. (O lazım.)’’

İblis’le bakıştık, bunu defalarca kez yapıyorduk. Harfler Eski M’rice benziyordu ancak bunu çıkarmıştım. Kim lazım? İblis de tek omzunu silkerek durumdan bihaber olduğunu belli etti.

‘’Ti dara searta, wi mau quazam muu’ra…(Ben sana, o bana lazım.)’’ Fısıltılı halde, sanki bir transtaymış gibi odaklanarak sayıklamaya devam etti. Bu cümleyi duymuş ama anlamamıştım. Kapıya yaslanmaktan vazgeçerek ona doğru ilerlemeye başladım. Olabildiğince gergin hissediyordum, ağzımın içi kurumuştu. Titriyordum fakat bu soğuktan değildi.

‘’Dikkatli ol,’’ dedi İblis kaşlarını çatarak, ‘’Şimdiye kadar seni duyup uyanması lazımdı. Kendinde değil gibi.’’

Kafamı sallayıp adımlarımı usulca yatağa doğru yanaştırdım. Gergince yutkunmamla sanki boğazımdan bir ateş parçası indi, göğsümü talan etmek istercesine hızlanan kalbim nefesimi zorluyordu. Yatağın başında durup Asir’in kasılmış suratına baktım, ayın loş ışığı suratına çarpıyor ve alnında birikmiş terleri parlatıyordu. Hırıltıları arttı, göğsünü şişirip indirdi.

Kaşları çatılırken tek kaşındaki yara büzüşmüş bir hale bürünmüş ve kaşının ortasında derin bir çukur oluşmuştu. Saçları her zamankinden daha dağınık ve ıslaktı, perçemleri alnına yapışmıştı. Görüntüsüne aldırmadan, ‘’Asir…’’ dedim fısıldayarak ona seslenirken, uzaktan ona dokunmadan önce seslenmeyi tercih etmiştim. Korkuyordum ama bu korkunun kaynağını bulamıyordum.

Sebepsizdi.

Soluklu hırlamaları, dudaklarından dökülen yılanın tıslamasına benzer yükselen harflerin kamçısı karanlıkta şaklarken beni huzursuz ediyordu. Korkuyu kalbime hücum ettiriyordu. İblis gözünü kırpmadan, hatta nefes alıp almadığından da emin değildim, Asir’i seyrederken sessizdi.

Tam göğsümden derin bir nefes alıp bir süre bekledim, ardından elimi kaldırıp Asir’in koluna dokundum. Parmağımın ucunu ateşe dokunmuşum gibi hızlıca geriye çekerken heyecandan tuttuğum nefesi hayretle dışarı verdim. Kirpiklerimi kırpıştırarak Asir’in yanmakta olan bedenine öylece baktım. Hasta mıydı?

İblis kasılırken, ‘’Ne, ne oldu?’’ dedi art arda, bir ona bir bana bakarken. Gözlerinde gördüğüm neydi? ‘’Toprak, vazgeçtim. Hadi dönelim.’’ dedi bencil bir tavırla. ‘’Sabaha iyi olur.’’ dediğinde kafamı iki yana sallayarak onu reddettim.

Hala Asir’e endişeyle bakarken, ‘’Hasta mıdır sence?’’ dediğimdeyse güldü ama gülüşü bozuk bir makinayı andırdı. ‘’Saçmalama,’’ dedi kabaca, ‘’Seni havaya fırlatıp sen havadayken saliseler içinde seni parçalayacak birinden bahsediyoruz.’’ Alayla tek elinde tuttuğu altın işlemeli kadehini salladı, ‘’Sence ne kadar mümkün?’’

‘’Dönsek mi?’’ dedi tekrar ama yine onu onaylamadım. ‘’Havale falan geçirir diye korkuyorum,’’ dedim hala Asir’in sayıklamalarını duyarken. Hırıltıları boğazından taşıyordu, belki de göğsünden… Bilemiyordum. İblis ağzını birkaç kez araladı ama sonra tekrar kapattı, o da pes etmişti.

‘’Tamam,’’ dedi soluğunu dışarı vererek, ‘’Ilık su falan mı yapsan? Kovayı direkt üstüne boşaltsak kendine gelir gibi.’’ dediğinde ciddiyetini sorgulayarak ona döndüm.

Dalgın bir halde kendi söylediğini düşünürken kirpiklerini kırpıştırarak aval aval Asir’i seyrediyordu. Bakışlarımı yoğun şekilde hissetmiş olacak ki bana doğru döndü ve samimiyetsizce sırıttı; köpek dişlerinin keskinliğini fark edip önüme döndüm. Manyak.

Onun yerine yorgana doğru uzandım, parmaklarım sanki ateşten yapılmış yorganın kumaşına değdiğinde elimi tekrar çekecektim ama bileğimi hızlıca saran parmaklar neye uğradığımı şaşırttı. Boşluğuma gelip boğazımdan fırlayan çığlıkla, İblis’in zihnimden ‘’Ebeninki!’’ bağırışı aynı anda oldu. Harfleri titrek ve ürkekçe çıksa da gür sesi odasında çınlama bıraktı.

Sadece bileğimi bir mengene kadar sıkı tutan parmaklara baktım, çığlığım odada yankılanmıştı. Kalın bileğinden yukarı tırmanarak yüzüne ardından karanlıkta ateş böceği kadar parlak duran kızıl harelere odaklandığımda kalbim durdu. Kirpiklerinin arasından öyle sert, öyle kendinde değil gibi bana bakarken sanki Kanlı Ay’ı gözlerine indirmiş gibi duran adamın gözlerine sadece bakakaldım.

İblis’se korkuyla sadece fısıldadı. ‘’Kutsal su getir.’’

Kadehi tutan parmakları titriyordu, kendine gelemeyerek bir yudumda dikledi her şeyi. İlk defa onu bu kadar korkutan bir şey görüyordum ama bende ondan farksız değildim.

‘’Asir…’’ dedim fısıldayarak. Bakışları sanki beni tanımamış gibi boş ve ifadesiz baksa da hala ateş parçası gibi parlıyorlardı. Boğazından yükselen mırıltı, kendine ait değil gibiydi. Öyle sessiz, öyle korkunç duruyordu ki o mırıltıyı bile bir süre algılayamadım. Sadece tepki olarak onu vermişti bana.

Bileğimdeki eli sıkılaştıkça sıkılaştı ancak bunu fark etmeden mi yapıyordu, emin değildim. ‘’Elim…’’ dedim onu uyararak fakat beni, bir kuşu kaldırır gibi kendine rahatlıkla çektiğinde tekrar çığlık atacaktım ama şaşkınlıktan küçük dilimi yutmuştum. Çığlığım içimde kalıp göğsümde sıkıştı.

Üstüne kapaklanan bedenimi rahatlıkla yatakta oynatırken; altımda kıvranan bedeninin her zerresini vücudumda hissettim. Sert bedenini yana döndürüp, belimi güçlü koluyla sarıp kendine çekerken nefesimi tuttum. Onun hırıltılı solukları yüzüme çarpıyor, sıcak nefesi sanki derimi yakıyordu. Üstümde sadece tişörtle bile yatağında ferahlayamıyordum.

Yatağın içi cehennemden farksızdı; teninden yükselen koku orman kokusunun ta kendisiydi.

İblis romantik bir sahne izlerken ki haline bürünmüştü; kafasını geriye yatırarak kaşlarını çatmış, gözlerini irice açmış ve dudaklarının kenarlarını iğrenirmiş gibi sarkıtmıştı. ‘’Ne sikim…’’ dedi zihnimden ama ben de bilmiyordum ki! Şimdiden sıcaklıktan ötürü bunaldığımı hissediyordum.

‘’Asir.’’ dedim tekrar mırıldanırken.

‘’Wi maus saura? (Adımı mı ezberliyorsun?)’’ İblis gözlerini kocaman araladı, ‘’Bu ses ondan mı çıktı?’’ dediğinde ben de aynısını düşünüyordum. Genzinden öyle kalın, bir o kadar derin bir ses yükselmişti ki hırıltılarına karışan ses tonu, bu sesin Asir’in sesi olmadığını; içindeki canavarla konuştuğumu fark etmemi sağladı.

Kirpiklerinin arasından parlak kanlı gözleriyle beni seyrediyor olması, heyecanımı körüklerken ne diyeceğimi bilemedim. Keskin bakışları, kanlı aydan daha parlak ve bir kandan daha yoğun duran gözlerini ölümcül bir aurayla süslerken; tekrar yumuşak bir şekilde yutkundum. ‘’Hayır ama…’’ dediğimde dudaklarından sıcak bir nefes yüzüme doğru aktı. Susmamı ister gibiydi.

Belimde kaslı kolunun ağırlığını hissediyordum. Gözlerini kapattığında tekrar nefes aldığımı hissettim. O yoğun bakışları üstümden ayrılmıştı ama zihnimden bir türlü ayrılamıyordu. Gözleri kapalı halde beni kendine hafifçe çektiğinde elimi kaldırıp göğsünün üstüne koydum. Üstündeki saten gömleği bile derisine yapışmış, sanki derisinin ta kendisi olmuştu.

Altındaki eşofmanı, çıplak bacağıma sürtündüğünde gergin bir şekilde yutkundum.

Sert göğsünün altında atan kalbi, maratonda koşan at gibi hıphızlıydı. Tek gözünü aralayıp aramızda duvar örmüş elime doğru bir bakış attı, araladığı gözünün kenarı hafifçe kırışmıştı. Kaşları çatıldı; bir süre böcek görmüş gibi elimi seyrederken hareketlerini sessizlik ve hayret içerisinde inceliyordum.

Belimdeki kolunu kaldırıp elini kullanarak göğsümün üstündeki elimin bileğini kavradı. Parmakları sıkı değildi ama yumuşak da değildi; tutuyordu ama canımı acıtmak istemiyordu. Kalbimi hissetmiyordum. Elimi aramızdan çekerek bedenimin yanında sabitleyip toz ederken; sanki ceza verme niyetinde gibi beni kendine daha çok çekti. Bir tereyağı gibi çarşafın üstünde ona doğru kaydım.

Kalbim durdu.
Nefesim soluğumda takılı kaldı.

Yüzlerimiz o kadar yakındı ki, göğsümün sert göğsüne yapıştığını bile hissediyordum. Artık kalbim, onun kalbi üstünde raks ediyordu, bunu biliyordum çünkü çok yakındık! Ateş basmıştı. Başımı hafifçe geriye çekip olası bir kazayı önlemeye uğraştım.

Utancın verdiği hissiyat yanaklarıma hücum ederken kirpiklerimi kırpıştırdım ve İblis’in buruşmuş ve anlam veremeyen suratıyla, bir de Asir’in gözleri kapalı ama kaşları çatık bir şekilde uykuya geçişi arasında mekik dokudum. ‘’Yanıyorsun. Hasta mısın?’’ dedim tekrar, Asir’e.

Boğazından yükselen hırıltı, susmamı ister gibiydi ancak konuşsun ve zihnimi dağıtsın istiyordum. Öyle bir sarılmıştı ki milim hareket edemiyordum. Etsem daha tuhaf bir pozisyona girecek gibiydik.

Kaşları hala çatık, gözleri kapalıyken ay ışığı üstümüze vuruyor ve onu olduğundan da çekici gösteriyordu. Dolunay falan mı vardı? Burada ayın evreleri var mıydı? Çünkü sürekli Kanlı Ay tepemizdeydi.

‘’Asir, hasta mısın?’’ dedim ama bu sefer konuştu, konuştuğunda ne zaman ne de dünyanın dönüşü işledi gibi hissettim.

‘’Qua. (Sus.)’’ Tamam.

Yemin ediyorum, bu ses tonuyla bir orduyu değil on orduyu aynı anda yönetebilirdi. Bir emir verse dünyayı durduracak güce sahip olduğunu düşündürtüyordu. İblis’le tekrar bakıştık!

Dudaklarını araladı ancak bir şey bulamamış gibi kapattı. Gözlerini kısarak kirpiklerini kırpıştırırken komik bir surat ifadesine sahipti, yine de bu anda gülemedim. ‘’Bizi kekliyor desem…’’ dedi kendi kendine düşünürmüş gibi, ‘’Keklemiyor gibi.’’ diye devam etti. ‘’Senden faydalanıyor desem…’’ dedi aynı surat ifadesiyle, harfleri uzata uzata ona bakarken. ‘’Faydalanmıyor gibi.’’ Keskin bir tavırla ama her harfi yumuşatarak söylemişti.

Ben de anlam veremiyordum. Tüm uykum kaçmıştı, şu an yakınlığımızı ve Asir’in yakışıklı çehresine bakarken nefesimin kesilmesini düşünüyordum. Belimdeki kolunun altında sıkışmış elimi zoraki ayırıp tekrar aramıza koyarken, yakınlığımızdan rahatsız olduğumdan değil sıcaklıktan rahatsız olduğum için bu kararı verdiğimi fark ettim.

Gizli bir şaşkınlık kapının altından sızdı ve beynimi talan etti; yine de Asir, elimi az önceki gibi aramızdan çekmedi. Elimin altında gümleyen hem kalbi, hem nefesiydi. Göğsü artık sakinleşmeye başlayan nefesleriyle inip kalkarken elim de onun üstünde olduğu için o da hareket ediyordu. Avcum yanıyor hatta sıcaklıktan dolayı karıncalanıyordu. Terlemeye başlamıştım.

Gözlerimi bile kırpmadan çehresine bakıp, ayın onun yüzünün her zerresine dokunan ışığını takip ediyordum. Koyu kestane rengi saçları yastığa dağılmıştı. Hala boynunda ve alnında biriken terleri görebiliyordum.

Elini tekrar kaldırıp bileğimi tuttu, gözlerimi çehresinden ayırıp aşağı doğru indirerek ellerimize baktım. Kemikli eli, bileğimi kavrarken üst tarafında çıkan damarları belirginleşmişti. Bakışlarımı tekrar kapalı olan gözlerine doğru kaldırdım. Her şeyi bilmeden mi yapıyordu yoksa farkında mıydı?

Bileğimi saran parmaklarının tutuşu yumuşaktı, bileğimi kaldırıp elimi yanağına doğru götürdüğünde nefesim tekrar kesildi. Bu sefer hem utanç hem anın büyüsü bir araya gelerek zamanı tam üstümüzde dondurmuştu. İblis’i bile düşünemeyecek kadar şoktaydım, bence o da ses çıkartmayacak kadar şoktaydı.

Ona şaşkınlıkla bakarken ne yaptığını sorguluyordum. Avcum yanağında henüz çıkmaya başlamış kirli sakallarına sürtündü, dikenler avcuma battı ama bu beni rahatsız etmedi. Öylece elimi yanağında tuttu ve usul usul soluk alıp vermeye başladı. Dudağı hafifçe aralandı. Kaşlarını çatışı düzeldi, sandım ki derin bir uykuya kapandı fakat bileğimi hala sıkı tutuyordu.

Sanki elimi oradan ayırmamı istemiyor gibi.

Elimi hafifçe kaydırıp boynuna doğru indirdiğimde sesini çıkarmadı, elini bileğimden bir süre çekmedi; çektiğindeyse tereddütlüydü. Yine de elini çektiğinde elim hala boynunda kaldı. İblis durumu sabah değerlendirmek üzere köşesine çekildi. Ben de gözlerimi kapatıp kalbimin atışlarını görmezden gelerek uyumaya çalıştım. Sonunda derin bir karanlığa gömüldüm.

Sabahın ilk ışıkları üstümüze çöreklenirken, her tarafın ışıkla dolduğunu gözlerim kapalı olsa da algılayabiliyordum. İblis hala uyuyor olmalıydı çünkü kapısı kapalıydı. Bense gözlerimi açmaya korkuyordum, o yüzden göz kapılarımı kapatmıştım. Asir’in kolunun gücünü hala belimde hissediyordum ve sakin nefesleri, yüzümü yalayıp geçiyordu.

Hayır… Umarım uyanık değildir.

İblis olsaydı bana bunu söylerdi ve ona göre plan yapardık. Şu an yalnızdım. Gözlerimi açar açmaz onun kızıl hareleriyle karşılaşabilir, yerin yedi kat altına gömülebilirdim veya gözlerimi açar, onun bakır rengi gözleriyle karşılaşır ve tüm suçu ona atar; yine kıpkırmızı olmuş suratımla öfkeliymişim gibi bir imaj çizip odadan ayrılırdım.

Hangi seçeneğin daha uygun olduğunu düşünüp dururken, bir ses düşüncemi böldü.

Mırıldanmıştı. ‘’Neden burada?’’

Kendi kendine söylenir gibi hali vardı, o yüzden bir süre daha gözlerim kapalı şekilde kalmaya devam ettim. Belimdeki kolunu çekmiyor olması hala bir şeyleri düşünmeme engel olurken, o da zihin tartısında dün geceyi düşünüyor olmalıydı. Üstümüze örtülmüş battaniyenin hafifçe üstümden kalktığını hissettim. Soğuk, sıcak battaniyenin altına kısa sürede karıştı. Ardından battaniye tekrar yavaşça üstüme bırakıldı.

Derin nefesinin dışarı verilmesini yakınımda hissederken, neden böyle bir şey yaptığını sorguluyordum. Sonra aklıma gelen fikirle aydınlanma yaşadım. İçimdeki benliğim gözlerini kocaman aralayarak ona bakarken küçük dilini yutmuş gibiydi. Saçmalamasındı!

Uyanma vakti gelmiş.

Kirpiklerimi kırpıştırarak ilk defa uyanıyormuş imajı sergiledim. Oyunculuğum takdire şayandı. Onun ifadesiz bakışlarıyla aniden karşılaşmam kalbimi teklettirse de, o da çok kısa süre içerisinde kirpiklerini aralayarak bana şaşkınlıkla bakmaya başladı. Sanki daha yeni yeni bakıştığımızı kavramıştı. Bir süre öylece kalakaldık.

Ardından belimdeki kolunu üstümden çekip hızlıca doğrulduğunda, içimden gülme isteği gelse de onu bastırdım ve ben de sırtımı doğrulttum. Ona anlamsız bakışlarla bakarken, bana değil çevreye bakıyordu. Yanaklarına sıcaklık binmişti; bu dün geceden kalma etki miydi yoksa şu an utandığından mıydı ayıramadım. Gözlerini çevrede gezdirirken boş bakışlar atsa da uyku mahmurluğunu üstünden atalı bayağı oluyordur, emindim.

İkimizde bir süre sessizce yatağın içinde oturmaya devam ettik. Özellikle bakışlarını benden kaçırıyor ve çevresini kontrol ediyordu; bense gözlerimi bile kırpmadan onu seyrediyordum. Boğazını temizleyip sessizliği kısa süreliğine bozdu, adem elmasının inip kalktığını gördüm. Sonra gözlerim, saçlarının dağınıklığına ve kabarıklığına; ardından hafifçe şişmiş suratına kaydı.

‘’Yağmur,’’ dedi kaşlarını çatarak, ‘’Ne işin var burada?’’

Çatallı sesi, içindeki canavarla konuştuğumun bir göstergesi miydi yoksa onun etkisi miydi? Bence her ikisi de. Hala bana bakmıyor; pencereye sonra yatağa, sonra etrafa bakıyordu.

Biraz oynasa mıydım ki?

Suratıma dehşet veren, tilki gibi bir gülümseme yayıldı. ‘’Hatırlamıyor musun?’’ dedim gülümsememi hemen silerek, suratına aval aval bakarken. Bir anda bana dönerek, ‘’Neyi?’’ dedi, şaşkınlıkla. Elimi ağzıma götürüp ona elimin üstünden üzgün bir bakış attım. İblis o sırada kapıyı aralayıp esnedi.

Hareketlerimi pür dikkat seyrederken kaşları çatılıp çatılmamak arasında gidip geldi, sonra ifadesizliğe büründü. Elimi ağzımdan çekerek, ‘’Dün gece…’’ dedim mırıldanarak. Yumuşakça yutkundu ve kirpiklerini kırpıştırarak suratıma aval aval bakıverdi. ‘’Hiç unutamayacağımız bir an yaşandı.’’

İblis içtiği şarabını dışarı püskürtürken öksürük krizine girdi. Asir’se ondan beklenmeyecek bir hareketle ağzını defalarca kez aralayıp kapattıktan sonra kekeledi, ‘’Ne… Ne olmuş ki?’’ dedi hayretler içerisinde. Çok tatlı. Şu an yalan söylediğimi anlıyor mu yoksa anlamıyor mu diye düşünmeye başlamıştım ama ifadesi o kadar tatlıydı ki oyunumu devam ettirmek istedim.

İblis, çatallı sesiyle, ‘’Ne saçmalıy…’’ dedi ama kendi öksürüğü kendi sözünü kesti. Elini yumruk yapıp ağzına götürürken omuzlarını sarsacak şekilde öksürdü. ‘’Hatırlamaya çalış Erkan…’’ dediğimde Asir’in gözleri daha da aralandı. ‘’Erkan mı?’’ dedi bu sefer, dehşetle karışık heyecanla. ‘’Ne diyorsun…’’

Gerçek ismini söylersem oyunculuğumun üstüne başarı katarım diye düşünmüştüm ama gözlerinin yoğunluğu ve heyecanı, yanlış yolda ilerlediğimi işaret ediyordu. O yüzden gülerek onu rahatlatmak istedim. ‘’Saçmalama!’’ dedim kahkahalara boğulurken. ‘’Ne olacak ki? Hastalandın sandım, birden beni yanına çekip bırakmayınca burada uyumuşum.’’

Rahatlamak yerine bana hala o bakışıyla bakıyordu. Eyvah.

‘’Sen…’’ dedi sessizliğin ardından. Sesi şaşkınlığını içinde barındırıyordu. Gözlerini kıstı ve tekrar, ‘’Sen…’’ dedi bu sefer sertleşmiş sesiyle. ‘’Benimle oyun mu oynamaya başladın?’’ Eyvah.

Alt dudağımı ısırıp ona endişeyle bakarken İblis halime bakıp gülmekle kızmak arasında gidip geliyordu. Asir’se gözlerini kısmış, hala bana sert ifadesiyle bakıyordu. ‘’Birazcık eğleneyim dedim…’’ dediğimde sesimin içime kaçmış olması bile onu durdurmadı.

Kafasını sallayarak, ‘’İyi eğlen,’’ dedi sanki son anların der gibi. Dudaklarımı birbirine bastırıp suratına melül melül bakarken derin bir nefes verip etrafa sıkkın bir bakış attı. İblis güldü, ‘’Adamın duygularını darmadağın ettin, mutlu musun?’’

İstemsizce güldüm, gülüşümle tekrar bana odaklandı ve bu o kadar hızlıydı ki boğazıma sarılacak sandım. Korkunç gözlerine bakarken kekelememeye çalışarak, ‘’Ne ya?’’ dedim kıkırdayıp, tatlı tatlı. Ciddiyete bürünüp beni pür dikkat seyreden bakışları kısıldı ve daha korkunç bir ciddiyete ev sahipliği yaptı. Yine de kalbim teklese de devam ettim.

‘’Seni bir daha bu halde görmek ne kadar zor olurdu biliyor musun? Elime geçen fırsatı değerlendirdim.’’

Kaşlarını yukarı kaldırarak, kafasını hafifçe aşağı doğru eğdi. Ardından ifadesizliğe bürünüp suratıma bakıverdi. Kafasını iki yana sallarken, ‘’Sen benden hiç korkmuyorsun?’’ dedi net bir şekilde.

Yüzüne dümdüz bir ifadeyle baktım.

Tepkimi bir süre sessizlik içerisinde inceledi, ardından güldü fakat gülüşü de isterikti. Bakırlarını benden ayırıp çevrede dolaştırdıktan hemen sonra tekrar bana baktı, ‘’Bana bak Rea,’’ dedi yumuşak bir sesle, tehditkar bir tavırla. ‘’Oynayacağın son adam bile değilim normalde,’’ dediğinde onu sanki terapiye gelen bir danışan gibi seyrederek başımı salladım. ‘’Dün gece ne olduğunu bana kahvaltıda anlat yoksa,’’ dedi ve kendi sözünü kesti.

‘’Yoksa?’’ dedim tek kaşımı kaldırarak ona bakarken. Bakışıma karşılık duraksadı ve bir süre suratımı inceledi. Sanki bir büyüye kapılmış gibi hali vardı ama kısa sürede toparlanıp tekrar maskesini kuşandı. ‘’Yoksa,’’ dedi cümlenin başlangıç fermanı olarak, kabaca mırıldanırken. ‘’Az önce kurup bana söylediğin o hayali, gerçekleştiririm.’’

İblis göğsünden sesli bir nefesi içine çekip elini ağzına götürürken, şaşkın şaşkın irileştirdiği gözleriyle Asir’e baktı. Tepkisi aşırıydı ama ben bile o hareketi onun karşısında yapmak istedim. Suratında öyle kurnaz, öyle çekici bir gülümseme peydahlandı ki bakır gözlerine yansıyan ışık kendime gelmemi sağladı.

Yataktan ayrılana kadar sesimi çıkaramamıştım.

O az önce benim kurduğum oyunu, bana mı paslamıştı?
Az önce kendi kurduğum tuzağa, kendim mi düşmüştüm?

Sırtını dönüp odanın kapısına doğru yürürken, ‘’O benim hayalim değildi bir kere!’’ dedim sesimi alelacele yükselterek. Odadan çıkmadan önce duyduğu tek şeydi.

İblis kafasını sallarken, ‘’Adam işi biliyor.’’ dedi. Gözlerini kıstı, ‘’Benim de iyi bildiğim bir iş var.’’ dedi hala Asir’in peşinden bakarken. Beni alttan alta tehdit ediyor olmasıyla kafamı aniden sallayarak yataktan ayrıldım ve koşar adım odadan ayrıldım. Asir’in merdivenlerden inişini yarım yamalak gördüm, elleri cebinde keyfi yerinde görünüyordu.

Gözlerimi kısarak peşinden ilerlemeye başladım. Merdivenleri inerken o çoktan mutfağa doğru gitmişti. Reha koltuğun üstünde top gibi kıvrılmış, kuyruğunu bedenine sarmış uyuyordu. Gülümseyip rahatını bozmadan mutfağa doğru yöneldim. Zaten yemeğin kokusunu alınca mutfakta belirirdi.

Normal şekilde kahvaltılıkları masaya dizen Asir’i takip ederek ben de çatal bıçakları çıkarttım ve masaya koydum. Tezgahın üstüne bıraktığı meyve suyunu da alıp masanın kenarına koyduktan sonra oturduk. Su bardaklarına boşalttığı portakal suyunu takip ettim.

‘’Yoksa ben…’’ dedi, Asir sessizliği bölerek. Kaşlarını çatmış, meyve suyunun kapağını kapatarak kenara koymuştu. Ardından bardaklardan birini önüme koydu. Sonra kızıllarını, üstüme doğru kaldırıp benim gözlerime tutundu. ‘’Dün gece…’’ dedi tekrar susarak. İblis kaşlarını yukarı kaldırmış ne diyeceğini beklerken söylenmeden edemedi. ‘’Söyle artık, gerekenden fazla yaşlandım.’’

Asir’in kafası karışmışa benziyordu. Zihnindeki boşlukların yeri dolmuyordu, geceden kalmış biri misali hafızasını tazelemeye çalışırken zorlanmasını anlayışla karşılayarak bir süre onu bekledim. Ardından soğuk bardağı elime alıp dudaklarıma götürdüm, portakal suyu damağımda ekşimsi bir tat bıraktıktan sonra tatlıya dönüverdi.

Hızlıca, ‘’Kendimde değildim, değil mi?’’ dedi sanki doğru cümlenin bu olduğuna karar verip konuyu değiştirir gibi. Kafamı salladım. ‘’Transa girmiş gibiydin,’’ dedim, bardağı masaya koyarken. Beklentiyle bakan gözlerine dümdüz bir ifadeyle bakmaya çalıştıktan sonra, ‘’Ateşler içinde yanıyordun… Ya da hayır,’’ dediğimde yutkundu. ‘’Sen dün gece, ateşin ta kendisiydin.’’

İblis elindeki kadehi oval şekilde sallayarak dans ettirdi, baygın gözlerle bana bakmaya başladı. Ardından dudaklarına götürüp bir iki yudum alırken de gözlerini üstümden ayırmadı. Asir kafasını sallayıp, ‘’Yeterli.’’ dedi mırıldanarak. Sonra net ve keskin bir sesle, ‘’Dün gece hakkında herhangi bir soru sorma ve ne yaşandıysa unut.’’ dedi; gözlerime de ses tonundan daha serin bakarak.

Sözlerinin üstümde bıraktığı etki… ne zamandan beri böyle yakıcıydı?

Kalbime hançerler saplanıyormuş gibi hissetsem de yumuşak bir şekilde yutkunarak kafamı salladım. Dün geceki heyecanımı düşünürsek şu an kendimi bir aptaldan farksız hissediyordum. Gibisi fazlaydı; İblis’in de söylediği gibi ben, koca bir aptaldım. Asir’den etkilendiğim doğruydu, bu etkilenmemin boyutu ne denli büyüktü bilmiyordum ama sözleri, kalbime bu kadar batıyorsa… Korkma vaktim gelmiş demekti.

Çünkü Asir karizmatik olabilirdi ama benim hızlıca ona kapılmam, arkama bile bakmadan koşarak caddede sinek vızıltısı gibi gelip geçen arabaların arasına düşmem demekti. Bir araba bana doğru hızlıca gelmiş olur ve ben hiçbir şey yapmadan öylece ölümümü bekleyen biri olurdum; o arabanın şoförü de Asir olurdu.

‘’Tamam.’’

Ağzıma attığım peyniri çiğnemeye başlarken damağıma yayılan tat mayhoştu. Bugün kahvaltılıkta pek bir şey yoktu, olanla yetinecektim. Yetinmeye alışıktım zaten. Benim için sorun yoktu. Reha mutfağa girmedi. ‘’Yine de…’’ dediğimde konuşmadan hemen önce portakal suyundan içtim. Boğazımı temizleyip bakışlarımı, ifadesiz gözlerine tırmandırdığımda çiğnemeyi bırakıp yutkundu.

‘’Her gece bunu yaşıyor muydun?’’

Derin bir nefes verip yarım ağız güldü, başını hafifçe aşağı eğmiş çatalının ucunu salamların arasına yerleştirip üstteki salamı kaldırmaya çalışmıştı. Oyalanıyordu. ‘’Sorma demiştim,’’ dedi net bir sesle ama tehlike sezmiyordum. Kendi kendine konuşurcasına, ‘’Tabii ki sözümü dinlemeyecektin.’’

‘’Hayır,’’ dedim biraz sesimi yükseltip, dikkatini bu sefer salamdan ayırıp bana baktı. Tek kaşını kaldırmış, suratıma dik dik bakarken omuzlarımı aşağı indirerek sesimin tınısını ayarladım. ‘’Sadece özel bir gece miydi diye sormak istedim. Dolunay gibi…’’ dediğimde bu sefer birkaç saniye yüzüme dik dik baktıktan sonra kahkaha attı.

Büyüleyici ses tonunu hayranlıkla dinlerken, bunun bakışlarıma yansımamasına özen göstermeye çalıştım. Omuzlarını geriye doğru atıp sırtını sandalyeye yaslarken hala sırıtıyordu; ardından tekrar çenesini yukarı kaldırıp tekrar güldü. Alt dudağını ısırıp susmaya çalışmasına bozulsam da öylece ona bakmaya devam ettim.

İblis de delirdi mi dercesine tek gözünü kısarak ona bakıyordu. Yüzü buruşmuş gibi görünse de Asir’in gülüşünden onun da keyiflendiği barizdi. ‘’Rea…’’ dedi Asir gülmesini sonlandırırken, yine de sırıtıyordu. ‘’Onun benim üstümde hiç etkisi yok.’’ dedi, gözlerini kapatıp yumuşakça aralarken; aynı zamanda cümlesi arasında tekrar gülerek.

‘’Hım,’’ dedim boğazımdan bir mırıltı çıkartıp. ‘’Ben ne bileyim?’’

Saflığıma yeniden güldü ama bu sefer kısa sürdü. ‘’Sen nasıl bir şeysin?’’ dedi kendi kendine sorar gibi. Kirpiklerimi kırpıştırarak ona bakmayı sürdürdüm, sonra kendi kendine söylediğini zihin tartısına koyup tarttığında çıkan sonuca kendi bile şaşırmış gibi biraz irkildi. Yüzüme fazla bakmadan bakışlarını masaya doğru indirdi.

‘’Dolunay denilen ay evresi, yüzyılda bir gerçekleşir. Burada Kanlı Ay vardır. Zaten dolunay gibi evreleri görmüş olsaydık, nizam yerine geliyor sayardık.’’ dedi, ardından derin bir nefes verip bakışlarını bana doğru kaldırdı. Bakır gözlerinin derinlerinde parlayan ışığı ben bile buradan fark ettim. Gülüşünden kalan kırıntılardı.

‘’Sen herhangi bir şeyden etkilenmiyorsun yani?’’ dedim kafamı iki yana sallayarak. Beklentiyle bakan gözlerime karşılık, gözlerini kıstı ve dudaklarındaki tebessümle bana doğru eğildi. ‘’Etkileniyorum.’’ dedi etkileyici bir ses tonuyla fısıldarken. Ardından mükemmel tebessümüyle beraber bir süre suratımı inceledi. Kalbimin hızına yetişemiyordum. Bir süre yanaklarıma binen sıcaklıkla öylece suratına bakakaldım.

İblis gözlerini kocaman açıp bir ona bir bana bakarken, ‘’Lan!’’ diye bağırdı. ‘’Bu sana koşuyor ha…’’ dedi elini ona doğru kabaca uzatıp, parmaklarının uçlarıyla onu gösterirken. Güldüm ama sadece ona. Kafam karışmış halde Asir’e bakarken söylediğinden zerre sorumluluk almayacakmış da kendim uğraşmalıymışım gibi bir edayla arkasına yaslanarak; çatalına batırdığı salamı ağzına atıp çiğnedi.

Gözlerini ısınan yanaklarıma indirip onları inceledi, ardından tebessümle ağzındakini çiğnemeye devam ederken bana değil; masanın üstüne doğru baktı. İblis ağzının içinde homurdanarak Asir’e ters ters bakmaya devam etti. ‘’Göstereceğim sana…’’

Asir’in söylediğini görmezden gelmeye çalıştım. Sessizlik masaya ve mutfağa yayılırken öylece kahvaltımızı yapıp sonlandırdık. Ardından masayı toplamada yardım ettim. Musluğu açarak suyun bardaklara ve çatallara değmesine izin verdim; sabunu süngere döküp onları elimde yıkarken buzdolabının vakumlu sesini aynı anda duydum.

Asir kahvaltılıkları yerleştiriyordu. Benim işim bittiğinde onun da bitmişti. Kendine kahve hazırlamak için tezgahın üstündeki siyah makineyi çalıştırdı ve kahvenin alt kısma yerleşen bardağa dökülmesini seyretti. ‘’Sen de ister misin?’’ dediğinde kafamı salladım. İblis şüpheyle Asir’e baktı.

Asir, ‘’Tamam,’’ dedi ve siyah, parlayan kupasını eline alıp arkasına döndü. Mutfaktan çıkarken, ‘’Hazırla o zaman.’’ dediğinde peşinden bakakaldım, ardından, ‘’Ya!’’ diye çığırdım. İblis’in şüphesi toz oldu ve kafasını geriye yatırıp kahkaha attı. ‘’Benim saf kızım…’’

Asir’inse gülüşü salondan duyuldu. Hayvan. Hıyar. İçimden söylene söylene bardak askısından kendime kupa alıp makineyi ayarladım ve kupanın içine dolan kahveyi seyrettim. Şırıltı kulaklarımı dolduruyordu. Makine çalışmayı bırakınca parmaklarıma sardığım kupayla salona doğru ilerledim.

Gördüğüm görüntüyle irkildim. Reha, koltukta rahat rahat yayılmış Asir’e tıslıyordu. Kuyruklarını kabarttıkça kabartmış, iki yana doğru aralamıştı ve tüyleri her zamankinden daha dikenli duruyordu. Gözleri kıpkırmızı oluvermişti. ‘’Ne oluyor burada?’’ dediğimde Asir, koltuğun üstünde sadece ona hırlayan hayvana göz ucuyla bakıp kahvesinden yudumladı.

‘’Delirdi.’’ dedi kısaca.

‘’Ne yaptın da delirdi?’’ dedim kaşlarımı çatarak, salona doğru ilerlerken. ‘’Üstüme alınmayacağım.’’ dedi o da bana kaşlarını çatarak karşılık verirken. ‘’Kahve kokusundan hoşlanmıyor galiba.’’ diye devam ettiğinde sert bakışlarım yumuşayarak Reha’ya döndü. Bu sefer bana da dönüp hırlamaya başlamıştı. Bana değil, kupaya gözlerini dikmişti.

‘’Onu rahatsız etmemek için verandada içeceğim.’’ dediğimde sadece kafasını salladı. Hala rahat rahat orada oturmaya devam etti, arkama döndüm ve bir iki adım attıktan sonra onun da kımıldamadığını ve Reha’nın daha da delirdiğini görünce, omzumun üstünden adama bakıp, ‘’Gel.’’ dedim sadece.

Kupayı dudaklarına götürürken, sanki gülüşünü gizlemeye çalışıyordu. Ardından kupayı ağzından ciddiyetle çekti ve Reha’nın kızgın suratına gelişigüzel baktıktan sonra ayaklandı. Önüme dönüp çıkışa doğru ilerlemeye başlayınca peşimden gelen adım seslerini duydum.

Dış kapıyı açar açmaz rüzgarın kavruk soğuğu üstüme çullandı, hafifçe titresem de dışarı adım attım. O da peşimden gelip kapıyı kapattı. Solumdaki sandalyeye yönelip ona otururken ellerimin arasındaki sıcak kahveyi daha sıkı sardım. Sandalyeye oturup bacak bacak üstüne attıktan sonra kupayı bacaklarıma indirdim ve parmaklarım yansa da sesim çıkmadan onu sarmaladım.

Asir’se verandanın tahta korkuluklarına kalçasını yaslamış, sırtını rüzgara vermişti. Bir nebze etkilenmiyordu. Ayak bileğini, diğerinin üstüne atmış; dik bir şekilde dursa da oldukça rahat görünen bir konumda yaslanıyordu. Üstünde hala saten geceliğinin üstüne ait gömleği vardı, benimse ona ait tişörtü... Kıyafetlerimi dün gece odama girmeden önce yıkamaya atmış, ardından onları asmıştım. Kurumuş olmalılardı; yine de onlarla bir ömür geçiremezdim. Alışveriş şarttı.

Gözlerini bana hiç tuhaf bir şekilde dokundurmamıştı. Sapık zihniyetli veya ergenler gibi cinselliğe aç olduğunu düşündürtmemişti. Belki benden etkilenmiyordu, bu da bir ihtimaldi ama dün gece haricinde beni hiç etkilendiğine inanacağım bir şekilde incelememişti.

Şu an yarı çıplaktım ama suratım hariç, hiçbir tarafıma bakmamıştı. İçten içe hoşuma gidiyordu bu tavrı. Tişörtünü geri de istememişti.

‘’Bu arada tişörtü sana birazdan vereceğim; kıyafetlerim kurumuştur. Teşekkürler.’’ dedim kısa olmaya özen göstererek. Bakışları o an üstüme kaydı, ardından tekrar yukarı gözlerime tırmanırken kafasını salladı. Omzunu silkti, ‘’Rahatına bak,’’ dedi sonra umursamıyormuşçasına, ‘’Benim için sorun değil.’’

Kafamı sallayıp kupaya indirdim bakışlarımı. Bacaklarım üşümüştü yine de soğuk, beni kendime getirdi. Huzur veren orman kokusunun burnuma ev sahipliği yapıp ciğerlerimi ferahlıkla dolduruşunu duyumsadım. Çok güzel bir histi. Gökyüzündeki devasa ayla güneşe de alışmıştım. Naenia’da kalabilirdim ya…

Şaka.

‘’Bugün işin yoksa benimle alışverişe gelebilir misin?’’

Kaşlarını çatıp bir süre düşündü, uzun düşünmüştü; sessizliği çığ gibi artınca, rahatsız olmaya başladığımdan ‘’Senin araban var diye söyledim.’’ dedim hemen kendimi açıklarken. ‘’Tamam gideriz.’’ dedi, serin bir ifadeyle.

İblis sıkılmışa benziyordu; etrafta gözlerini gezdirirken kadehinden yudumlar alıyordu. Art arda nefes alıp bıraktı, ardından tekrar kadehinden yudumladı. Sessizliği beni ürkütse de bu halinden de şikayetçi değildim. ‘’Vaxor’u göremiyorum?’’ dediğimde açıkta kalan yerlerine göz gezdirdim, ‘’Dışarıda değildir değil mi?’’ diye devam ettim rahatsızca kıpırdanıp yarım ağız gülerken.

Kıkırdayıp, ‘’Bende.’’ dedi kaşlarını çatarak kupasından yudumlarken. ‘’Rahatla.’’

‘’Bir şey soracağım...’’ dedim bu sefer. Kafasını geriye yaslayıp bir süre tavanı seyretti, derin bir nefes verip, ‘’Sor sor…’’ dedi söylenir gibi. Üstüme alınmadan devam ettim. ‘’Diliniz nasıl Türkçe?’’ dediğimde bana öyle bir bakış attı ki alnımda üçüncü göz çıktığını sandım.

Bir süre sonra, ‘’Ne?’’ dedi anlam veremeyerek bana bakarken. ‘’Eski M’rice ve M’rice var ama Türkçe’yle anlaşıyoruz?’’ dediğimde bir süre aynı surat ifadesiyle; suratıma aval aval bakarak kirpiklerini kırpıştırdı. Sonra burnundan soluk verip dudaklarını birbirine bastırdı ve öylece ciddiyetimi sorgulamaya devam etti.

Ciddi olduğumu dümdüz duvarı andıran bir suratla ona bakarak yeterince açıkladım. Bu sefer, ‘’Ateşim, sana mı geçti?’’ dedi dalga geçmeden. ‘’Bakayım…’’ deyip bana doğru yaklaşır gibi yapınca sandalyede sırtımı geriye yasladım. Kalbim buna dayanamaz…

O yüzden sadece dikleşmekle yetinip tekrar kalçasını korkuluğa yasladı ve bu an yaşanmamış varsaydı. ‘’Sen nereden geldin?’’ dedi defalarca sorduğu soruyu tekrar sorarak.

‘’Bunu cevaplamak istemiyorum.’’

İblis, ‘’O zaman adama işkilleneceği sorular sorma!’’ dedi kafamda bağırarak. ‘’Ben bile manyaklaştın herhalde diye düşündüm sessiz sessiz. Adam ne yapsın lan?’’ Hatamı anlayıp dudaklarımı birbirine bastırırken kızgın halini göz ucumla seyrettim. Derin bir nefes verip tavana doğru baktı ve, ‘’Of of.’’ dedi, ‘’Bir susayım diyorum, o da kafasını dinlesin… Ama fırsat vermiyor!’’

Asir’se İblis’in söylenmelerini bölen gücünü, yani sesini kullandı. ‘’Her zamanki gibi sabırla açıklayacağım…’’ dedi kinayeli bir sesle, ‘’Dikkatle dinle.’’ diye de uyardı alayla. Kupayı bedeninin yanına, korkuluğun üstüne bırakırken başını hafifçe aşağı eğmişti; saçları hafifçe tepede oynaştı. Rüzgar üstünü dalgalandırarak aramızdan hızlıca geçti.

Tekrar bana baktığında düz bir ifadeye sahipti. ‘’Eski M’rice dilinin dönemi, bayağı eskiye dayanıyor. Ataların atası dönemine; Leva Azer Mavera dönemine…’’ dedi bana açıklamaya başlarken. ‘’O zamanlar ben de hayattaydım ve o dili o yüzden biliyorum.’’ Kafamı salladım.

Devam etti. ‘’M’rice, Eski M’rice’dan türemiş; günümüze kadar gelmeye çalışan ve ölü dile geçmek üzere olan bir dil.’’ dedi, ‘’Ona ait kaynaklar var, bazı bölgedeki kesimler ve türler hala o dili kullanıyor ama artık kimsenin dikkatini eskisi kadar çekmiyor.’’

‘’Sonra,’’ dedi yutkunarak; ona tip tip bakan suratıma bakmaya devam ederken. Anlayıp anlamadığımdan emin olmadığını belli eden bakışlarından atarak, ‘’M’rice’dan türemiş gelen modern bir dil var. Sen ona Türkçe diyorsun galiba…’’ dedi, kafasını ağır ağır sallayarak gözlerimin içine bakarken.

Onunsa gözlerinin derinlerinde, ‘’delisin ama ne yapalım’’ kıyafetini giyinmiş bir ifade saklıydı. ‘’Bizse ona ‘’Naerta’’ diyoruz,’’ diye devam ettiğinde kendime engel olamayarak seslice güldüm. Tek gözümü kısıp, ‘’Ne diyorsunuz, ne diyorsunuz?’’ dedim alayla sırıtarak; İblis boğazını temizleyerek bana tip tip bakmaya başladığında susmak zorunda kaldım.

‘’Naerta. Modern dil. Çağ dili.’’ dedi Asir peş peşe, sabırla bana açıklamaya devam ederken. ‘’Türkçe ne, bilmiyorum… Yine de tamam, senin dediğin gibi olsun. Türkçe konuşmuş olalım.’’ dedi ama hareketlerinde sanki karşımdaki deliyle daha fazla uğraşamayacağım tavırları saklıydı.

Kafamı sallayıp anladığımı belirttikten sonra tekrar önüme döndüm. Yine de hala dudaklarımda az önceki alayımı taşıyan tebessümümden vardı.

Alayla gülerken kupasını kenardan aldı, kafası eğik bir şekilde onu dudaklarına götürmeden önce, ‘’Ayları, günleri de ezberlemek ister misin?’’ diye sordu alayla; gerçekten alay etmişti ama onları da bilmek zorunda kalacağımı bildiğimden gülemedim.

Kaşlarını yukarı kaldırıp bana tepeden baktığında, gülmediğimi fark edip gözlerini kocaman araladı ve ‘’Hadi oradan…’’ dedi ağzının içinde homurdanarak. Ardından erkeksi bir şekilde yarım ağız gülüp ciddiyete büründü, ‘’Doğru söyle, uzaylı mısın?’’

Alaylı cümlesi asla alay barındırmasa da İblis, ‘’Daha fazla dikkat çekme.’’ diye tıslayınca hemen kendime gelip gülüverdim. Gülüşüm oyunculuğumun en berbat dönemini yaşıyormuşum gibi zoraki, derinden ve titrekçe yükselse de bana gözlerini kısmış ve suratıma dik dik şüpheyle bakan Asir’i geçiştirmek zorunda olduğum bir savunma mekanizmasıydı.

‘’Biliyoruz ya! O kadar da değil!’’ dedim rahatsızlık veren gergin gülüşümün arasından. Ardından kupamdan art arda yudumlar aldım. Boğazından hırıltıya benzer mırıltılar yükseldi, ardından o da kahvesinden yudumladı. Hala bana bakıyor, şüphesi bir yağmur gibi giderek artıyordu.

‘’Kötü bir yalancısın ama üstelemeyeceğim.’’ deyip başını sallarken derin bir nefesle, ‘’Şimdilik.’’ diye fısıldadı.

‘’Sen hiç…’’ dediğimde baygın bakışları üstüme çöreklendi. Çok konuştuğumu biliyordum ama ne yapayım? Zaman mı geçiyordu diğer türlü? ‘’Söylenilen biri gibi değilsin.’’ dediğimde kaşlarını çatıp suratıma bakmaya devam etti. ‘’Nasıl?’’ dedi kaşları çatık bir halde olmasına rağmen ılık bir sesle.

‘’Canavar gibi…’’ dedim tekrar, düşünmeden konuştuğumu son anda fark edip hemen toparlamaya çalıştım. ‘’Yani kaba saba, dediğim dedik…’’ dediğimde çabamı anlayıp görmezden geldi. ‘’Güzel kıvırdın,’’ dedi ama takdir ederek. Kızıl harelerini üstüme dikerken, ‘’Herkese böyle değilim.’’ dediğinde yumuşakça yutkundum.

‘’Benim ne özelliğim var?’’ Yine düşünmeden, kelime süzgecinden geçmeden dışarı fırlayan bir cümle daha…

Elini alnına götürüp parmaklarıyla orayı ovaladı, ardından elini aşağı indirip ‘’Ev arkadaşımsın.’’ dedi dümdüz. ‘’Sana da canavar gibi davranacaksam o zaman seni buraya çağırmamam gerekirdi…’’ dedi ama saçmaladığını düşünüp kendi sözünü kesti sonra anlayıp anlamadığımı kontrol etmek üzere gözlerimin içine beklentiyle baktı.

Rahatlaması için tebessüm ettim. ‘’Anladım.’’ dedim, ‘’Haklısın. Zaten öyle davranmana izin verecek biri değilim. Başkasına nasıl davrandığını da görerek bunu söyledim. Kuyruğunu kaybedenler’in içinde de kaba saba değildin.’’ dediğimde ifadesiz ve serin bir şekilde bana bakıp, ‘’Beni kısa süre içinde o sürüde gördün. Fazlasını bilmiyorsun.’’ dedi.

‘’Bilmene gerek de yok.’’ diye de devam etti net şekilde.

İblis, ‘’Evet yoksa buradan arkana bile bakmadan kaçardın.’’ dedi sanki Asir’in cümlesinin devamında görünmeyen boşluklar varmış da onu tamamlamış gibi devam ederek. Asir yüzüne yamuk bir tebessüm yerleştirip bana alayla baktı, ‘’Yine de özgüvenine hayranım Rea.’’ dedi takdirle. ‘’Sana öyle davranamam, öyle mi?’’ dedi kinayeyle.

Çenemi dikleştirerek, ‘’Evet.’’ dedim keskin bir şekilde. Başını sallayıp eğerken sadece bıyık altı gülümsemekle yetindi.

Tavrından rahatsız olup kaşlarımı çattım. ‘’Ne, yoksa kadınlara karşı nasıl davranman gerektiğini bilmiyor musun?’’

‘’Hayır aksine kadınlara yaklaşırken temkinli davranan biri olmuşumdur genelde.’’ dedi, ani itirafı karşısında afalladım. Gülümsemesini yüzünden eksik etmeden, ‘’Onlar öfkelendiklerinde şeytana pabucunu ters giydirirler.’’

İblis’se buna kahkahalarla güldü, ‘’Fakat biz, Toprak…’’ dedi ciddiyete bürünmesi saniyelerini alırken. Sert bakışları, bir kartalın gözlerini andırırken üstüme tünemişlerdi; ‘’Aynı ayakkabılarla dans ediyoruz.’’ Dudaklarımda ince, cılız bir tebessüm can buldu, onu hemen silip attım.

‘’Haklısın.’’ dedim ikisine de. ‘’Sadece öfkelendiğimizde de değil. Her zaman.’’

Asir başını hiç gocunmadan sallarken; İblis de sırıtışla arkasına yaslanıp kadehinden yudumladı. Bacaklarım üşümeye başladığında ve kupamın içindeki kahve tükendiğinde ayağa kalktım ve içeri doğru adımladım. O, orada durmaya devam etti. Kapıdan içeri girerken burnuma tanıdık gelen, artık alıştığım bir koku sardı. Evin kendine has kokusu.

Mutfağa ilerleyip kupayı lavabonun içine bıraktım ve tekrar mutfaktan çıktım. Reha’nın gönlünü almalıydım. Salona doğru ilerlemeye başladığımda uykuya geri döndüğünü, sakinleştiğini görüyordum. Sımsıcak bir şekilde gülümsemeye çalışarak koltuğa oturduğumda tek gözünü aralayıp zeytin gibi parlayan gözünü üstüme dikti. Ben olduğumu fark edince tekrar geri kapattı ve iki kuyruğundan birini, bacağımın üstüne koydu.

O da sanki az önceki hareketinden pişmandı. Kuyruğundaki renkli tüyleri sevip ona doğru eğildim. Parmaklarım beyaz tüylerinin arasına karıştı ve avcumun içinde yumuşak bir his bıraktı. Soluğu avcumun çizgilerinde can buluyor, kalbi parmaklarımın üstünde atıyordu. Sakin bir şekilde onu kucağıma çekip birkaç kez tüylerini yumuşakça sevdim.

Asir’in dış kapıdan içeri girdiğini göz ucumla gördüm. Mutfağa doğru ilerledi, içeriden tıngır mıngır sesler gelip akan suyun sesi duyuldu. Bir süre orada oyalandı, ardından yapacak bir şey bulamamış gibi tekrar salona gelip tekli koltuklardan birine oturdu. ‘’Alışıyorsun bakıyorum?’’ dedi, kalın sesiyle.

Tek omzumu silktim, ona bakmadan hala Reha’nın beyaz tüylerini okşarken hafifçe gülümsedim. ‘’Başka çarem yok.’’

‘’İsmi Reha.’’ dedim devam ederek, sanki ona bulduğum adı onun da beğenmesini istiyordum. Beklentiyle bakışlarımı kaldırıp kemikli çehresine baktığımda kızıllarının ifadesizlikle beni seyrettiğini gördüm. Saniyeler sonra, ‘’Güzel isim.’’ dedi, beğendiğini dile getirirken. ‘’Nereden esti?’’

‘’Onu kurtardım; bir gün o da beni kurtaracak.’’

Dolgun dudaklarına bilmiş bir tebessüm yayıldı, ardından tek gözünü kısıp ‘’Hayvandan medet mi umuyorsun?’’ dedi. Kafasını yana eğip bakışlarını Reha’ya indirerek gülümsemeye devam etti ama tebessümü alay doluydu. ‘’Onu kullanıyor musun?’’

Hareketlerine bakıp güldüm, ‘’Ne alaka ya?’’ dediğimde tek omzunu silkti.

‘’Ben bilmem! Kulağa öyle geliyor.’’

İblis gözlerini devirdi, ‘’Ne var yani? Her şey karşılıklı. Sadık bir hayvan olup olmadığını nasıl anlayacağız?’’ deyip devam etti, ‘’Hem o söylemiyor muydu? Hayvan senin silahın olabilir diye.’’

‘’İblis şaka yapıyor.’’

‘’Ben bilmem! Kulağa ciddi gibi geliyor.’’ dedi kinayeyle kaşlarını yukarı kaldırıp indirirken. Haline bakıp güldüm. Asla ondan hoşlanmıyordu ve bunu söylemekten de belli etmekten de çekinmiyordu. Eğer zihnimden çıkabilseydi, onunla nasıl anlaşırdı acaba?

‘’Bugün ne zaman alışverişe gideriz?’’ dedim merakla, hala bakışlarım Reha’nın yumuşacık tüyleri arasındaki elimin üstündeydi. ‘’Şimdi bile çıkıp gidebiliriz,’’ diye yanıtladı, ‘’Şu an işim yok.’’

Elimde olmadan güldüm, hala Reha’ya bakıp onu severken, ‘’Sanki başka zamanlarda işin var.’’

İblis elini alnına sert bir şekilde çarpıp gözlerini yumarak geriye yaslanırken; dudakları gergindi. O sırada fark ettim dudaklarımdan firar eden kelimeleri. Gözlerimi yavaşça yumup araladığımda, mahcup şekilde alttan alta Asir’e baktım. Kaşlarını belli belirsiz yukarı kaldırıp başını sol tarafa eğmişti, öylece beni seyrediyordu.

Yine de yüzünde benimle her an alay edeceğini belli eden bir tebessüm saklıydı. Sanki o mimiği gördüğümde hemen ciddiyete bürünecek kadar saklıydı hem de. ‘’Yoksa gün içinde beni mi seyrediyorsun?’’ dedi kemikleşmiş sesiyle. Kaşlarımı çatıp tekrar düz bir şekle sokarken, ‘’Hayır,’’ dedim mırıldanarak. Gözlerimi kaçırmıştım.

‘’İşim olup olmadığını ne biliyorsun?’’ dedi bu sefer, üsteleyerek.

‘’Aman!’’ dedim birden sesimi yükselterek. İblis rahatlıkla oturduğu yerden sıçradı ve gölgeleri hızlıca etrafa saçılmaya başladı. Ardından şaşkın şaşkın bana bakmaya başladı.

Reha kucağımda sıçradı, sonra sahibinin deli olduğuna kanaat getirip geri uyudu. O ise bağırışımla gözlerini kocaman aralayıp irkildi, ardından sırtını geriye yaslayıp bana şaşkın şaşkın bakmaya devam etti. ‘’Manyak mısın?’’ dediğinde ses tonu öyle derin öyle şaşkınlık barındırıyordu ki hem yüz ifadesine hem de cümlesine neredeyse gülecektim.

Benimle düzgün konuşmasını ister gibi, ‘’Salarım bak Reha’yı üstüne.’’ dedim yapmacık bir tehditle. Yine de ciddiyetim ifademden rahatlıkla okunuyordu.

Gözlerini karşıya dikerek, dilini damağına sürtüp yılan tıslamasına benzer kinaye dolu bir nefes bıraktı. Bu hareketi yaparken göğsü inip kalktı. Her haliyle alay ediyordu. Alt dudağını dişleriyle kavradıktan sonra öylece durdu, sonra kıstığı gözleriyle ‘’Uğraşamayacağım.’’ dedi ayaklanırken, kendi kendine. Mırıldanıp ‘’Deli mi ne…’’ diye de söylenerek ilerlemeye başladı.

‘’Evet…’’ dedi İblis de fısıldayıp. Ona da tip tip baktım ama bana bakmıyor, kadehinin yüzündeki parlak taşları inceliyordu.

Asir’in arkasından tip tip bakmaya devam ettim. ‘’Hazırlan, fazla geç olmadan çıkalım.’’ Merdivenlere doğru ilerleyip tırmanmaya başladığında hala onu seyrediyordum. Reha’yı seven elim duraksamıştı.

Hayvanımı tekrar koltuğa bırakıp merdivenlere yürüdüm. Dün yatmadan önce kıyafetlerimi odama ait banyonun bir köşesine asmıştım. Burada balkon var mıydı emin değildim ama benim odamda yoktu. Hala evi araştırmamıştım, belki koridorun sonundaki kapılardan birinde bir balkon vardı… Yine de eve hala alışamamışlığın verdiği bir çekingenlikle etrafta fazla dolanamıyordum.

Bir gün dolanmalıydım.

Kıyafetlerimi astığım duş kabinin kapısından alıp üstümdeki tişörtü çıkarttım, İblis’in varlığını unutmuştum o yüzden içtiği şaraptan boğulma krizini atlatır atlatmaz kapıyı suratıma çarpması bir olmuştu. Gülmeme engel olamadan önce kazağımı başımdan geçirdim.

Elektriklenme saçlarımı kabarttı, umursamadan siyah pantolonumu da giyip fermuarını seslice çekip düğmesini ilikledim. Saçlarımı elimle rastgele toplayıp dışarı çıkarken aslında onu bekletmek istemediğimden acele ediyordum.

Asir de odasından çıktığında duraksadı, göz göze geldik. Sanki hayatında ilk defa üstümdekileri görmüş gibi beni baştan aşağı süzerken ben de aynısını ona yapıyordum. Gri tonlarda bir tişört giyip altına siyah bir pantolon geçirmişti. Üstüne herhangi bir şey almamıştı. Saçlarını hafifçe dağıtmış, kendine salaş bir tarz yaratmıştı.

‘’Gidelim,’’ dedi arabasının anahtarını tuttuğunu fark ettiğim elini cebine atarak. Ardından elini çıkarttı ve merdivenlerden inmeye başladı. Hızlı hareket ettiğinden her inişinde omuzları sarsılıyordu. İblis tekrar kapıyı araladı ve beni gözleri yarı kapalı şekilde süzdü, sonra derin bir nefes verip bana sert bakışlardan yollarken yüzüne karşı çocukça sırıttım.

Asir’i takip ederek merdivenleri inmeyi bıraktığımda askılığın önüne geçip kabanımı aldım. Kabanımı giydikten sonra elimi cebime attığımda parmaklarımın kenarlarına zarfın bedeni sürtündü.

Asir ayakkabılarını giyip kapıyı açınca, ben de acele ederek ayakkabılarımı giydim ve onu takip ettim. Rüzgar üstüme doğru esip saçlarımı arkaya savursa da o kadar etki etmedi. Kabanım beni sıcak tutuyordu. Reha kapıdan çıktığımızı görünce peşimden gelmeye davrandı, ‘’Gelemezsin,’’ dedim uyarı dolu sesimle gözlerinin içine bakarak.

Bir süre oturur vaziyette beni seyretti, sonra tekrar bana doğru hareketlenince kapıyı hızlıca yüzüne kapatmak zorunda kaldım. İblis, ‘’Ne kaba…’’ diye söylendi alayla.

Asir arabaya doğru ilerlemeye başlamıştı. Aşırı hızlı yürüyordu, o yüzden ona yetişmek adına koşar adımlar atmak zorunda kalıyordum. Bastığım çimenler ayaklarımın altında dağılırken yumuşak bir his bırakıyordu. Rüzgar uçurumdan yukarı doğru gürce esti, saçlarım geriye doğru savrulduğunda suratım daha çok meydana çıktı. Soğuk tüm hücrelerimi dondururken Asir’in kapıyı açma sesini işitip ben de yan kapısını açtım.

İçeri girmeden önce her zamanki gibi nefesimi kısa sürede tuttum ve öyle arabaya bindim. Kapıyı tok sesle kapatana kadar nefesimi tutmaya devam ettim. Sonra burnuma enfes bir orman kokusu doldu. Asir arabayı gürültüyle çalıştırıp yokuş aşağı sürmeye başladı.

Arabanın hafifçe sallanmalarını es geçerek patika aşağı indik. Reha için endişelenip Tar’ın peşinden gideceğim zamanlar dikkat etmemiştim, fakat buralar o kadar ıssız ve sakin yerlerdi ki tüylerim ürperiyordu. Korku filmlerine taş çıkartacak sahnelere ev sahipliği yaparlardı.

Patikanın yokuşunu bitirip düz bir alana çıktığımızda renksiz ve yaşlanmış binaların aralarından dolandık. Burada hiç insan yaşamıyor muydu? Kimseyi etrafta görmemiştim, çocuk bile yoktu! Her taraf ölümün o sessiz örtüsünü üstüne örtmüş gibiydi; kuş bile uçmayan yerde Asir’in ne kadar süredir burada yaşadığını merak etmeye başladım.

Bakışlarım profiline kaydığında onun bana değil, yola odaklandığını fark edip rahatladım. Alnını örten hafif perçemler, kaşlarının uçlarına değiyor; tek yarasını kapatıyordu. Kızıl gözleri tepedeki Kanlı Ay’ın şu anki cansız bedeni gibi görünüyordu; parlamıyorlardı ama her an ışık saçacak kadar temkinli görünüyorlardı.

Kirli sakallarını kesmemişti ama sakalın da ona yakıştığını düşünüyordum. Güzel bir yüzü vardı, kemikli çehresi; Tanrı tarafından özenle çizilmiş gibi duran çene hattı; düz ama suratına göre hafif uzun burnu; yapılı ve dolgun dudaklarıyla başyapıt gibiydi. Esmere çalan hafif kavruk teni, onu daha da gözler önünde ulaşılmaz ve seksi gösteriyordu.

Hoş bir adamdı. ‘’Anlıyorum,’’ dedi birden, ‘’Yakışıklıyım, karizmayım…’’ Kaşlarını muzip bir şekilde çatıp ileriye bakarken yanaklarıma binen sıcaklık kulaklarıma yayılmasına rağmen ona bakmaktan kendime engel olamadım. ‘’Fakat bu kadar bakma, bağımlı olursun.’’

İblis alayla suratına bakıp küçümser bir edayla, ‘’Hele hele…’’ dedi.

Önüme dönüp dümdüz bir halde yola baktım ama sonra kafamı sağa çevirip pencereden dışarı seyrederken dudaklarımda büyüyen gülümsemeyi saklamaya çalışıyordum. Benden ses çıkmamasını garip bulup başını benden yana çevirmiş, kısa bir şekilde bana bakmıştı. Güneş pencereye çarptığından yanımızdaki ağaçların gölgesi arabaya düşmüş, üstümüzden bir yol çizerek akıp gidiyorlardı.

Onun arasında bana bakan koyu kırmızı hareleri fark edip bakışlarımı refleks olarak çektim. Gülüşünü duysam da ondan tarafa dönmeyi reddedip pencereden dışarı bakmaya devam ettim. Önüne döndüğünü hissediyordum. Uçurumun kenarında görünen Yaşayan Ölüler Tapınağı’nı gördüğümde ensemdeki tüyler şaha kalktı ve içimi aniden karabasanlar sardı.

Nefes alamadığımı sanıp dudaklarımın arasından derin bir iç çektim. İblis de hissettiklerimi fark etmiş gibi kaşlarını çattı ve suratıma baktı. ‘’Beni boğuyor…’’ dedi İblis, söylene söylene. Kafamı sallayıp içimde büyüyen karanlığın görünmez ellerinin yayılmasını engellemeye çalışıyordum.

Kalbime, oradan zihnime dokunurlarsa hiç hoş olmazdı.

Asir tüm bunlardan habersiz sürerken o yeri de gerimizde bırakmıştık. Artık daha rahat nefes almaya başlamıştım. İblis bile rahatlayıp arkasına yaslanmış, ağır ağır soluklanmaya başlamıştı. Yaşadığımız şey, iki gece kabus görmekle bitmemişti. Etkisini derinlerimde hissediyordum ve uzun bir süre bunu atlatamayacağımı da biliyordum.

Gölgeleri o andan itibaren görmemiştim, Tar’ı da. Yine de bu karşıma bir daha çıkmayacakları anlamına gelmiyordu. Korkunç değiller, dehşetlerdi. Üstüme çöreklendiklerinde sanki dünyamın karardığını, artık tek bir ışık bile göremeyeceğimi sanıp nefessiz kaldığımı hatırlıyordum.

Çaresizlik, bir iğnenin işlemesi misali ruhuma batmaya ve onun üstüne bir örtü dikmeye başlamıştı. O andan itibaren hiçbir şey bilinçaltımda doğru gitmemişti. Kabuslar sık olmasa da kabus gördüğüm zamanlar artık bilincimin etkisinde, dışarı çıkamayacağımı sanıyordum. Her şeyin farkında olup hiçbir yere varamamak ve oradan kurtulamamak, o kadar korkunçtu ki.

Aklımda dağılan düşünceler arabanın şehre varmasıyla toz bulutuna dönüştüler. Direkt otoparka doğru sürmüştü, sessiz bir yolculuk geçirmiştik ama bundan ikimiz de rahatsız değil gibiydik. Ağaçların yol kenarlarındaki varlıkları kendimi iyi hissettirirken sanki Asir, hislerimi biliyormuş gibi en büyük ağacın altındaki gölgeye park etti arabayı.

Motor sessize büründü ve hareketsiz kaldık. Anahtarı cebine atmadan önce el freninin arabada yankılandı. Bakışlarım bir ona bir yaptığı hareketlerin üstünde mekik dokurken, ‘’İn,’’ deyip arabanın kapısını aralamasıyla itaatkar biri gibi dediğini yapıp kapıyı araladım. Sonra dışarı çıkıp kapıyı tok sesle kapattım.

Arabanın çevresinden dolanırken rüzgar sırtını yaladı ve saçlarını dağıttı; umursamadan arabanın arkasına geçip gelmemi beklediğinde dalıp gittiğimi son anda fark edip ona doğru yürüdüm. Ellerimi kabanın ceplerine koyup yanında yürümeye başladım. Otopark bir sürü arabayla doluydu. Onların arasından geçerken yine sessizlik aramızda büyüdü.

‘’Nereye gidelim?’’ dedi Asir, konuşmayı başlatırken. Çarklar zihnimin içinde dönmeye başladığında gidebileceğimiz yerleri taradım ama aklıma hiçbir yer bilmediğim düşünce omzumu silktim. ‘’Öylesine yürüyüp nereyi görürsek oraya girelim,’’ dediğimde başını salladı. ‘’Yine de alışverişi fazla uzatma,’’ dedi net sesiyle, ‘’Bir şeyler alırken sağda solda dolanmayı sevmiyorum.’’

‘’Ben de.’’ dedim kendimden emin bir şekilde. Yine de bana inanmayarak, ‘’Umarım öyledir.’’ dedi kinayeli sesiyle. Kaşlarımı çatsam da üstelemeden yürümeye devam ettim.

Gerçekten de öyleydi; aklımdakini alır, eğer aklımda bir şey yoksa karpuz seçer gibi reyonlarda gözlerimi gezdirir beğendiğimi alıp çıkardım. Fazla uzun süren alışveriş sürecim olmazdı. Zaten şu anki bütçem de uzun uzun gezmek için yeterli değildi. Daha çok İblis’in ne düşündüğüne önem verirdim, kıyafet seçerken bana uygun olanı almamda yardımcı olurdu.

Genelde zevklerimiz benzerdi.

‘’Birkaç pantolon, kazak falan al.’’ dedi İblis zihnimden, ‘’İki üç parça alsan kafi. Burada fazla durmayacağız zaten.’’

‘’Tamam.’’

Aklıma gelen ani fikirle, ‘’Tişört falan almama gerek var mı?’’ dedim ona bakarken. ‘’Sanmıyorum,’’ dedi yukarıya doğru bakıp. Havanın durumunu ve gidişatı ölçmek ister gibiydi. ‘’Sürekli yağmur yağıp duruyor. Buradaki hava hep sonbahar gibi Toprak.’’ diye devam etti. ‘’Yazı görürsek anla ki işler yolunda gidiyor…’’

Hafifçe gülüp ilerlemeye devam ettim. Asir’in sesi, onunla aramızda tekrar başlayan yoğun sessizliği bölerek araya sıkıştı. ‘’Yanımdan ayrılma,’’ demişti, ‘’Sokaklar sandığından daha karmaşık. Kaybolmanı istemiyorum.’’ İçimde yayılan ılık hissin karnımda tekmeler atışını da aynı anda hissetmiştim; gülümseyerek başımı salladım.

İblis küçümsercesine Asir’e bakarken, ‘’Hele hele…’’ dedi mırıldanıp. ‘’Sen kendi işine bak.’’

Dışımdan, ‘’Tamam.’’ dedim sadece, ona hitaben. Ardından İblis aniden bana döndü ve burun kıvırdı. ‘’Kime sahip olduğunun farkına var artık…’’ dedi hayıflanır gibi. ‘’Biz ne zaman kaybolduk?’’

Omzumu silktim, ‘’Endişelenmesin diye.’’

Yüzündeki alaycı gülümsemesiyle, ‘’Emin ol, endişelenmiyor yavrum.’’ dedi Asir’e göz ucuyla bakıp.

Şehrin kalabalığına çok geçmeden karıştık. İnsanlar akın akın caddelerde dolanıyordu, burasının bu kadar kalabalık olduğunu bilmiyordum. Daha öncede bulunmuştum ama fark etmemiştim. Kulağıma gelen insanların kuru gürültüsü, bilim kurgu filminden fırlama ulaşım araçlarının uğultusuna karışıyordu.

Bir trenin havada bir rüzgardan daha hızlı geçip gitmesini es geçip, sokak lambalarının yanında tünemiş perilere gülümsedim. Bana bakıp gülümsediler. Sadece reyon ışıkları yanan mağazaların camekanlarının ardına baktım.

Birkaç kalın, güzel elbise gördüm ama onları es geçtim. Şu an elbise alacak param yoktu. Mağaza önlerini dolanırken birkaçını arkamızda bırakmıştık. Bir camın önünde durup içeriyi kolaçan ederken küçük bir dükkan olmasına rağmen kıyafetleri beğendiğimden şans tanımak istedim.

İçeri girecektim ama Asir bileğimi tutup girişimi engelledi, dönüp şaşkınlıkla suratına baktım. Sıcak elinin parmakları benim soğuk bileğimi kavrarken aklımın dağılmaması için uğraşıp anda kalmaya çalıştım. ‘’Rea yanlış anlamanı istemiyorum,’’ dedi gözlerimin derinlerine bakarak.

Başımı sallayıp dinlediğimi sessizce belirtirken devam etti, ‘’Paran var değil mi? Varsa da öderim ama yine de sana sormadan ödemek istemedim. Rahatsız olabilirsin.’’

İblis elini boynunun kenarına yaklaştırıp sanki orayı kesiyormuş gibi bir hareketle boş boş sallarken, ‘’Kırılıyor, kırılıyor…’’ dedi manidar bir sesle, kaşlarını çatmış suratına çekici denilecek kadar hoş bir sırıtış yerleştirmişti. Her halinden alay ettiği belliydi; fakat Asir’in bu tavrı benim çok hoşuma gitmişti.

Dudaklarıma yayılan gülümseme yavaştı, gözlerinin beklentiyle benimkilere bakışı sebebiyle derinlerinde şaşırdığını fark ettim. Yutkunup bileğimi bıraktı ve tek kaşını kaldırıp suratıma bakmaya devam etti. Gülümseyişim arttı. ‘’Gerek yok,’’ dedim nazik bir şekilde, ‘’Tabii ki param var, kendim hallederim.’’ Hala suratıma dik dik bakadururken onu ikna etmek için acele davrandım, ‘’Sakın ödemeye kalkma, gerçekten hoşlanmıyorum.’’

Kafasını anlayışla bir kez sallayıp ellerini cebine soktu. Hali hoşuma gitmekle kalmayıp komiğimi de gitmişti; bıyık altı gülümseyip ona çaktırmadan önümde duran mağaza kapısından içeri girdim.

Ellerini cebine sokup arkamda bekleyen Asir, boş ama sert bakan gözlerini etrafta gezdirdi. Yanımıza gülen yüzlü bir kadın çalışan yaklaştı, ‘’Hoş geldiniz,’’ dedi kısaca bizi selamlayıp. ‘’Merhaba.’’ dedim tebessümle, ‘’Ben birkaç şeye bakacağım.’’ dediğimde başını kısaca sallayıp bana alan tanıdı.

İblis etrafı süzerken, ‘’Şurada iki örgü kazak gördüm, altına da bir iki pantolon bulursun kapanışı gerçekleştiririz.’’ dediğinde sıkıntıdan buruşmuş suratına bakıp güldüm. ‘’Kusura bakma da,’’ dedim, ‘’O kadar hızlı alışveriş yapmayacağım.’’

‘’Kızım fazla oyalanma, zaten fazla paran yok.’’ dedi kendi savunmasını sunarken. ‘’Beni sıkıntıdan öldürme boş yere.’’

Çocuk gibi omzumu silkip gösterdiği reyona doğru yürüdüm. Örgü kazaklar salaş ve bol bir görüntüye sahipti. Aslında tam benim tarzımı yansıtıyordu; bol kıyafetler giymeyi seviyordum çünkü rahat hareket etmemi sağlıyordu. Dar kesimlerin içinde boğuluyor gibi hissediyordum.

Asir arkamda bir yerde sandalye bulup oturmuştu. Gözlerini benden ayırmıyor, hareketlerimi takip ediyordu. İfadesiz ve her zamankinden daha soğuk duruyordu. Çalışanların ondan çekinip çekinmediğini kontrol etmek için yandan bir bakış attım; fakat kadınların ona hayranlıkla baktığını, kasada duran erkek çalışanın onunla ilgilenmeyip işine baktığını fark edince önüme döndüm.

İçimde büyüyen bu sımsıcak his de neydi?

Kanımda dolanırken zehrini tüm vücudumda dolaştırdığını, geçtiği yerleri yaktığını hissediyordum. Önümdeki kazakları bir süre algılayamadım ama bu hissi geçiştirmek için elime herhangi bir tanesini alıp incelemeye başladım. Kalın örgüsü bedenimi sıcak tutardı... Hala ona bakıyorlar mıydı?

Siyah rengini beğenmiştim, zift karası gibi görünüyordu. Yaka tarafı V şeklindeydi. Beyaz tenime uyacağını düşündüm. Acaba onu çok mu beğenmişlerdi? İçimde büyüyen huzursuzluğun kanatlanıp içimde uçtuğunu hissettim, zihnime ulaştığında hiç hoş olmayan şeyler olacaktı büyük ihtimalle.

İblis tek kaşını kaldırmış, nasıl bir yüz ifadem varsa bana dikkatlice bakmaya başlamıştı bile. Gözlerini üstümde gezdirdi, sonra suratımın her zerresini kolaçan etti ve kirpiklerini birbirine yaklaştırdı. Ardından kadehi dudaklarına götürüp şarabı yutmadan ağzının içinde döndürdü.

Yanaklarının içe doğru göçtü ve onu olduğundan daha zayıf gösterdi. ‘’Ne oluyoruz?’’ dedi kalın ve mekanik sesiyle. ‘’Bir şeyler yolunda gitmiyor gibi.’’

‘’Hiç,’’ dedim alelacele başımı iki yana sallayıp. ‘’Bu kazağı alayım mı?’’ dediğimde bakışlarını kısa süreliğine elimde tuttuğum siyah örgü kazağa indirdi. Sonra tekrar suratıma tırmandırdı, ‘’Evet.’’ dedi manalı bir ses tonuyla; düşünceli göründüğünü belli eden bakışları her zamankinden daha dalgın duruyordu.

Kazağı elimde tutup arkamı döndüm, Asir hala bana bakıyordu. Bacak bacak üstüne atmış, arkasına yaslanmıştı. ‘’Bunu alacağım,’’ dedim elimdeki kazağı gösterip. Kazak olup olmasını umursamadan, düz bir kazak işte diye geçiştirmeden, sanki elimde mücevher tutuyormuşum gibi bir incelikle onu bakışlarıyla inceledi. ‘’Güzel.’’ dedi sonra, ‘’Beğendiysen alabilirsin.’’

Son kez elimde tuttuğum kazağa bakıp kafamı salladım. ‘’Bunu alacağım,’’ dedim çalışanlara soğuk bir bakış atarak. Elimde olmadan onlara karşı bakışımın değiştiğine inanamıyordum, kendim bile şaşırmıştım. Beni selamlayan kadın bir süre söylediğimi algılayamadı ve hala ona bakmaya devam etti. ‘’Bunu alacağım.’’ dedim sert bir şekilde, harflerin üstüne basa basa.

Kadın o an transtan çıkmış gibi irkilip bana doğru bakarken mahcup bir surat ifadesine büründü. Yine de bu içimde çağlayan gibi akan öfke sularını dindirmedi. Yanaklarıma binen sıcaklıkla ona olabildiğince en soğuk bakışlarımdan yolladım; bakışlarımdan rahatsız olup daha da mahcupluğa büründü ve ‘’Tabii ki.’’ dedi mırıldanarak. ‘’Hemen paketleyeyim.’’

Bana doğru yürüyüp elimdeki kazağı alana kadar suratına dik dik bakmaya devam ettim. Asla bana dönüp bir kez daha bakmadı, Asir’e de bakmadı. Kasaya doğru ilerlemeye başladığında narin sırtını ve uzun boyunu incelemeye başladım. Asir, ‘’Alacak mısın yoksa öldürecek misin Rea?’’ dediğinde istemsizce ona doğru döndüm.

Dudaklarındaki belli belirsiz tebessümle, kızıl harelerindeki saf alayla oturduğu yerden beni seyretmeye devam ediyordu. Yutkunarak boğazımı saran sarmaşık misali kabarıp duran öfke hissini yok etmeye çalıştım, ‘’Alacağım,’’ dedim normal bir şekilde. Önüme dönüp kasaya doğru ilerlerken arkamdan gülercesine nefes bıraktığını işittim. İblis bir ona bir bana bakıyor, gözlerini kısıp duruyordu.

Ne olduğunu anlamış ama üstüme gelmemişti çünkü emin olamıyordu.

Olabildiğince erken şekilde buradan ayrılma isteğim giderek artıyordu. ‘’Merhaba, elli ore.’’ Kabanımın içindeki zarfı çıkartıp kazağımın parasını elimde tuttum. Kadın poşeti önüme doğru uzatırken elimdeki paraya uzandı. Kasada duran adamın ilgilenmesine fırsat tanımıyordu çünkü az önceki hareketinden utanmış olduğundan bunu telafi etmeye çabalıyordu.

Ona fazla para verdiğimi elime tutuşturduğu üstlükle kavrayıp hiçbir şey çaktırmadan parayı zarfa geri tıktım.

Sonra kasanın üstünde duran poşeti hızlıca kavrayıp arkamı döndüm ve çıkışa doğru ilerledim. Parayı cebime tekrar attım. Arkamdan ‘’Yine bekleriz.’’ diye seslendi adam ama onu es geçip kaldırım taşında yürümeye devam ettim. Asir’se peşimden geliyordu, birden bileğimi tutmasıyla afallayıp arkamı döndüm.

Tek gözünü kısmış, dudağının kenarını yukarı kıvırarak bana bakıyordu. ‘’Ne oldu, ne bu sinir?’’ dedi sanki hiç anlamamış gibi. Burnumdan derin bir nefesi koyverip düşüncelerimi açıkladım, ‘’Bir çalışanın gelen müşteriyle ilgilenmemesine sinirleniyorum.’’ dediğimde İblis bile söylediklerime inanmadı.

‘’Thıh,’’ dedi dudaklarından alayla, ‘’Umarım öyledir Toprak.’’

Asir kaşlarını yukarı kaldırdığında alayla parlayan gözlerine yükselen öfkemle baktım. ‘’Ne var ya?’’

‘’Bilemiyorum,’’ dedi ağzının içinde, ‘’İlgilenmiş gibi geldi. Bundan daha fazlasında, sana alan tanımadığı için rahatsız olurdun.’’

Haklılık payını görmezden gelip, ‘’Her neyse.’’ dedim ağzımın içinde. Hızlı hızlı kelimeleri yüzüne savurdum. ‘’Daha çok seninle ilgileniyor gibiydi. O yüzden sana ilgilenmiş gibi gelmesi çok normal.’’

Hızlı kurduğum cümleye karşılık şaşkın şaşkın baktıktan sonra dayanamayıp gülerken, bileğimi de isteğini alan biri gibi bırakmıştı. Ben de öfkemle beraber sırtımı ona doğru döndüm ve çenemi hiçbir şey dememişim gibi kaldırıp ilerlemeye başladım. Arkamdan hala kıkır kıkır gülüyordu. Yine de tavrımla ya da duygularımla dalga geçmedi.

İblis öyle değildi. ‘’Kıskandın mı?’’ dedi alayla. Alayından bile sahtelik akıyordu, ardında saklanan öfkesini bastırmaya çalışıyor gibiydi. ‘’Neden?’’ dedi birden. Ona cevap vermeyişim öfkesini daha da harlarken sadece büyük bir tebessüm edip kadehi dudaklarına götürdü ve art arda yudumlar alıp arkasına yaslandı.

Söyleyeceklerini şarapla beraber geri gönderdi. Ona kapılmamı veya güvenmemi istemiyordu. Düşüncelerini ve düşüncelerinin neden o şekilde geliştiğini, gidişatını ve sonucunu bilerek ona hak veriyordum. Yine de elimden bir şey gelmiyordu. Gün geçtikçe ona doğru kapılmaya başladığımı ve ondan etkilendiğimi hissediyordum.

Bu savaş meydanında sırtımdan bıçaklanmaya denk bir histi.

Önümüzdeki mağazaları geçip farklı bir mağazaya giriş yaptım. Çalışanların çoğu erkekti, o yüzden erkek mağazasına girip girmediğimi kolaçan ettim ama kadın müşterilerin olduğunu ve reyonlarda da kadın kıyafetlerinin bulunduğunu görünce etrafa göz gezdirdim.

Bir adam yanımıza geldi, kumral saçlı ve yeşil gözlüydü. Uzun boyu sebebiyle boynum ağrısa da ona aşağıdan bakıyordum. Gülümsediğinde gözlerinin içi gülüyordu, güzel bir gülüşü vardı. ‘’Merhaba, hoş geldiniz.’’ dediğinde ‘’Merhaba,’’ dedim karşılık vererek ılımlı bir sesle. ‘’Pantolon reyonunuz ne tarafta acaba?’’

Başını sağa doğru çevirip eliyle birkaç reyon arkasını gösterdi, ‘’Şu tarafta.’’ deyip önden ilerlemeye başladığında onu takip ettim. Asir de peşimden geliyordu. Önüme çıkan raflarda katlanılmış pantolonları görünce fazla oyalanmadan, ‘’Boru paça pantolon arıyorum daha çok,’’ dedim kaşlarımı çatıp pantolonlara gelişigüzel bakarken. Onlar hem rahat hem fazla dar olmasa da dar görünen pantolonlardı. Seviyordum.

Adam yardımcı olup üst raftaki pantolonlardan bir tanesini çıkarttı, elindeki siyah renkteydi. Bedenimi seçip denemeden almak istedim. Bir tane daha aynısından alıp kasaya doğru ilerlediğimizde Asir’in memnun suratını görmek paha biçilemezdi. ‘’Sözünün eriymişsin,’’ dedi arkamdan memnun bir sesle, ‘’Hiç oyalanmıyorsun gerçekten.’’

‘’Elbise seçmediğimden,’’ dedim ona karşılık vererek. ‘’Elbise seçmiş olsaydım şu an sürünüyor olurdun.’’

‘’Neden seçmiyorsun?’’

Paramın olmadığını söyleyemezdim, çünkü yeterince kaldığını düşünüyordum ama yine de nerede giyecektim? ‘’Sonra alırım.’’ dediğimde geçiştirilmiş cevabımın üstünde durmadı. Askıda asılı olan kazakları görünce yönümü değiştirip kazaklara doğru ilerledim ve bir tane de sütlü kahverenginde bir kazak beğenip onu elime aldım.

Elimde iki pantolon ve bir kazakla kasaya yöneldim. Asir sesini çıkarmadan beni takip ediyordu. ‘’Kendine bir şeyler bakmayacak mısın?’’

‘’Gerek yok,’’ dedi etrafı süzüp.

İblis eliyle çenesini kaşıdı, ‘’Toprak,’’ dedi aklına bir şey gelmiş gibi. Çenesinde duran elini kaldırıp işaret parmağıyla üstümü baştan aşağı süzdürüp gösterirken, ‘’O iç çamaşırlarla daha ne kadar ay geçirmeyi planlıyorsun?’’

Kasanın önünde durup elimdekileri adama verirken bir şey çaktırmayan poker suratımla ücreti ödedim. Bunlara yüz yirmi ore ödemiştim. Aklımda dönüp duran İblis’in sorusuyla mağazadan çıkarken göz ucumla Asir’in elleri cebinde yürüyen rahat tavrını seyrediyordum. Daha farklı ihtiyacımın olduğu kişisel eşyalarım da vardı. Onları da almalıydım çünkü ne kadar süre burada kalacağımı bilmiyordum.

Ped gibi.

Asir ‘’Ne?’’ dedi kaba şekilde, önüne bakıp ilerlerken. Uzatmadan söyle, der gibiydi. Utanmamı gerektirecek bir durum yoktu, normal kişisel ihtiyaçlarımdı sonuçta. Yine de söyleyemiyordum. İblis dudaklarını birbirine bastırıp ne söyleyeceğimi beklerken gizliden gizliye eğleniyordu. Gıcık.

‘’Birkaç şey daha alacağım,’’ dedim parmağımla herhangi bir köşeyi işaret ederken. Duraksayıp ağır ağır bana döndü, ‘’Daha ne ala…’’ deyip poşetlere bakarken kendi kendine sustu. ‘’Anladım,’’ dedi sonra, rahatlamış bir şekilde ona baktım. Uzun uzun açıklama yapmayacaktım en azından.

Aklında ne döndüyse yutkunup ‘’Alalım,’’ deyip önden ilerlemeye başladı. Erken rahatlamıştım, aklım bir an algılamayı kesti ve ilerleyen sırtına bomboş bakışlar atmaya başladım.

İblis kahkaha attı sonra ciddiyete bürünüp, ‘’Yolunu değiştir, başka mağaza buluruz.’’ deyip Asir’in gittiği yönün tam tersi istikametine doğru işaret etti.

Hangisini dinlemeliydim?

Asir ilerlemeyi bırakıp geriye dönerek bana baktı, ‘’Gelmiyor musun?’’ dedi umursamaz bir şekilde. ‘’Ne zaman?’’ dedim saçma bir soru sorarak, ona tip tip bakarken. İblis halime bakıp kıkır kıkır gülerken, sorum karşısında kıkırdayışını büyültüp kısaca gülüvermişti. ‘’Bazen aptallaşıyor bu kız…’’ demişti, kendi kendine söylenir gibi ama üstüme alınmadım.

Kaşlarını çatıp ne sorduğumu algılamaya çalıştı sonra uzatarak, ‘’Şimdi?’’ dedi tek kaşını kaldırıp. Alay mı ediyor yoksa ciddi mi kavrayamadan başka bir öneride bulundum. ‘’Ben alayım, seninle bir buluşma noktası ayarlayalım. Ne dersin?’’ dedim son anda gülümseyip. O da gülümseyip, ‘’Saçmalama derim.’’ dedi normal şekilde. ‘’Olağan bir şey için utanıp yollarımızı ayırmayacaksın, değil mi?’’

‘’Ayrılık konuşması mı bu?’’ dedi İblis, alayla.

Ben susunca devam etti, ‘’Ya kaybolursan?’’ dedi üsteleyerek. ‘’Seni kim bulacak?’’

‘’Sen?’’ dedim kaşlarımı kaldırıp, ‘’Beni ilk karşılaşmamızda bulmuştun, yemek mekanında.’’ dediğimde bir süre aval aval suratıma baktı; düşündüğünü düşünüp ona zaman tanıdım. ‘’Şimdi bulamam.’’ dedi kendinden emin bir şekilde; özgüveni farklı yerlerde çalışıyordu demek ki. Olumsuz bir şeyi bile kendine güvenerek nasıl söyleyebiliyordu?

Bulamayacağına da inanmamıştım bu arada!

İblis başını sallarken, ‘’Fazla oyalanmazsın,’’ dediğinde şaşırma sırası bana geçmişti. İblis onunla gidip iç çamaşırı bakmamı isteyecek biri değildi, bunu kabullenecek biri hiç değildi. Ne amaçlıyordu acaba? ‘’Al çık, bakıp deneme bile. Ne olduğu umrunda olmasın, hangi kumaş… hangi yer…’’ dedi devam ederek düşünceli düşünceli tavanı seyrederken. Kıpkırmızı suratımla ona bakmayı sürdürürken bakışlarını indirip sırıttı, ‘’Her neyse, al çık işte.’’

Adımlarım Asir’e doğru yaklaşırken, beni beklemeden sırtını bana doğru dönüp önden ilerlemeye başladı. Yetişip yanında yürüdüm. Sessizliğim çığ misali artarken bakışlarım yerde öylece yürüyordum. Asir’in yanına ilerlediğimde elimdeki poşetlere eğildiğini fark edip ona izin verdim. Parmakları, parmaklarıma sürtünüp elimden poşetleri alırken kalbim tekledi. Yine de belli etmemeye çalışıp görmezden geldim.

Bugün Pazar günü müydü? Neden etraf bu kadar kalabalıktı? İnsan selinin arasından geçerken zorlandığımdan Asir’e yapışmak zorunda kalıyordum. Yanımda rahat rahat yürüyordu çünkü insanlar sanki ona yol açıyormuş gibiydi. Sadece önüne sert sert bakıyordu en fazla ve sanki insanlar, onun ne istediğini biliyormuşçasına sadece kenara çekiliyorlardı.

Kimse Asir olup olmadığını bilmezken bunu yapabiliyorsa; insanlar onun ‘’canavar’’ olduğunu bilse, ki bu dün geceden beri tescillenmiş bir şeydi, ne yaparlardı diye merak ediyordum. Belki de cadı avına başlarlar, onu bir yere bağlayıp yakarlardı? Düşüncem, gözlerimin yerinde oynayıp ona doğru kaymasına neden oldu.

Mağazadaki kadını anlayabiliyordum. Bir insan ona baktığında, dönüp tekrar bakma isteği duyardı. Profili gerçekten oldukça çekiciydi; ölüm nasıl güzelse tenine o kadar mükemmel işlenmişti ki kızıl hareleri bir ay kadar parlak, geniş dururken insanları yakmak istercesine bakıyordu. Kestane rengi saçları daha da karman çorman bir hal alsa da perçemleri her zamanki gibi alnını örtüyordu.

Dağ gibi adamı nasıl bağlayacaklarının hesabını yaparken, önüme gürleyen patlamayla kalbim telaşlandı ve Asir’in poşetleri tuttuğu elinin bileğine sarıldım. Afallayıp bana kısa bir şekilde baktı, ardından korku dolu gözlerimi takip edip ileriye doğru baktı. Uzaktan insan selini yararak bu tarafa doğru koşan birini gördüm. ‘’Yakalayın!’’

İblis kaşlarını çatıp olayın analizini yaparken, kadının korku ve heyecan karışımından dolayı kasılmış suratına baktım. Kaşlarının uçlarını yukarı kaldırmış, çenesini sıkarak koşmaya başlarken çığlık atmamak için zor duruyor gibiydi. Üstünde ona bol gelen bir uzun kollu, kolları gevşekçe aşağı sarkıyor; uzun kollu badinin etekleri bacaklarına kadar uzanıyordu.

Altında hiçbir şey yoktu. Ayakları da çırılçıplaktı. Bembeyaz, sanki kardan yaratılmış gibi duran saçları kuş yuvası kadar dağınık duruyordu. Koşarken geriye doğru savruluyor, ufak ama keskin yüzünü ortaya çıkarıyordu. Gümüş misali parlayan teni, o kadar güzeldi ki insan olup olmadığını sorgulamaya başladım.

‘’Yakalayın! Tutun şu kadını!’’ dedi peşindeki adam. Güvenlik görevlisini andıran üniformasını uzaktan seçtim. Şaşkın şaşkın olduğum yerde dururken, Asir atik bir hareketle birden belimden kavrayıp kendine doğru çektiğinde boğazımdan firar eden çığlığım boğuk bir şekilde yükseldi. Sanki dünyam etrafımda döndü, elim istemsizce tişörtünün yakasına gitti ve onu sımsıkı kavradı.

Yanımdan rüzgar hızında geçip giden kadını kaşla göz arasında fark ettim.

Asir’in çatık kaşlı bakışları, yanımızdan geçen kadına sadece dokundu; ardından hala kenara bakadururken belimdeki elini sıkılaştırdı. Kalbimin göğsüme art arda darbeler savurmasını duyuyordum; ben bile duyuyorken Asir hayli duyardı. Çok geçmeden güvenlik görevlisini andıran adam da yanımızdan hızlıca geçti. Parmaklarının bel boğumlarıma nasıl yerleştiğini elimde olmadan düşünüyordum. Sımsıkı tutuyordu, sanki bana zarar geleceğinden korkar gibi.

Elimi yakasından ayırıp, ‘’Bırakabilirsin,’’ dedim titrek bir nefesle. Beni son anda fark etmiş gibi suratıma dik dik baktı, sonra aynı yüz ifadesiyle beni bırakırken geriye çekildi. Ellerinin sıcaklığını hala tenimde hissederken, kalbim hala tıpkı yanımızdan rüzgar gülü misali geçip giden kadının kalbi kadar hızlı atıyordu.

Belimdeki boşlukla düşeceğimi sandım ama bacaklarım sadece içten içe titredi ve öylece ayakta kalmayı başardım. Yanımdan geçen adam hızını kaybetmiş görünüyordu, çünkü az ileride nefes nefese soluklandığını gördüm. Sırtını eğdiğinden kamburu meydana çıkmıştı, ellerini dizlerine koymuş sıkıntıyla nefes verip duruyordu.

‘’Sıçtım.’’ dedi geriye dönerek, kıpkırmızı olmuş suratıyla bize doğru ilerlerken. ‘’Mahvoldum.’’

Söylene söylene yanımıza doğru geldi ve bizi fark etmeden geçip gitti, yokuş yukarı ilerlemeye ve kalabalığın kısa süre içinde şaşkınlığından sıyrılıp tekrar gürültülü olduğu meydana doğru devam etti. İblis hala kadının gittiği yöne doğru bakarken kadehinden yudum aldı. ‘’Korera Sokağı’na doğru gitti.’’ dedi bıyık altı gülümseyip, ‘’Gidip bakmaya ne dersin?’’

Sokağın adını bilmesine mi yoksa kızı merak etmesine mi şaşırsam bilememiş halde, ‘’Neden bakalım?’’ dedim.

‘’Yardıma ihtiyacı varmış gibi duruyor.’’

Kaşlarımı çatarken kadının yüz ifadesini ve nefes nefese koşuşunu düşünmeye başladım. Hırsız olabilir miydi? Güvenlik görevlisini peşine takan birini neden merak edeyim ki? Asir karşımda dikilirken, ‘’Sen iyi misin?’’ dedi dümdüz bir merakla. Halime gelişigüzel bakış attıktan sonra, ‘’Ne düşünüyorsan onu unut,’’ dedi, kafamın içini okuyormuş gibi. ‘’Alışverişi bitirip eve gidelim.’’

İblis kaşlarını heyecanla kaldırıp dudaklarındaki gülümsemeyle, ‘’Asir’in hoşuna gitmediyse kesinlikle gidip bakmalıyız!’’ diye devam etti. İçimi kemiren duyguyla, kadın gerçekten iyi görünmüyordu ve altında hiçbir şey yoktu, merak duygusu harmanlandığı vakit adımlarım birbirini takip etti. Asir’in yanından geçip kadının olduğu tarafa ilerleyecekken, kolumdaki parmaklar yerini aldı.

Sıkı tutmuyordu ama parmakları uyarı doluydu. Dik dik suratıma bakarken dişlerini sıktı, ‘’Sakın.’’ dedi sebebini anlamadığım öfkeyle. Şaşkınlıkla suratına bakakaldım, onu hiç bana karşı böyle görmemiştim. Kaşlarını her zamankinden daha çok çatmış, ciddiyet kokan maskesini iyice yerleştirmişti. Ateş parçası gözlerini, benimkilere sabitlemişti.

Beni kendine doğru çekerken nefesimi tuttum. Poşetler sallandığından elinin altında hışırdadı. Gerildiğimi anlasa da tavrına devam etti. İblis halini gözleriyle süzüp kaşlarını çatsa da sessiz kaldı. Ta ki, Asir konuşmaya başlayana kadar. Sımsıcak nefesi yüzüme doğru üflenirken, ‘’Bir Kami’yle daha uğraşamam.’’ Kafamdaki kişinin sırıtışı önce dudağının kenarının kıvrılmasıyla başladı, ardından saniyeler sonra giderek büyüdü. ‘’Kesinlikle gidip bakmalıyız.’’

‘’Yardıma ihtiyacı varmış gibi…’’ dedim ama sözümü kesip, gözlerini benden ayırırken başımın üstünden ileriye doğru baktı. ‘’Onun mu?’’ dedi, alayla. ‘’Kendini senden daha başarılı savunur.’’ Cümlesi zihnime aşılandığında ben dahil İblis’in bile kaşları çatıldı, öfke damarlarımı usulca kabartmaya başladığında sıcaklığını hissettim.

‘’Ne?’’ dedim, ‘’Ne demek istedin?’’

İleriye doğru bakan gözlerini, tekrar bana indirirken ifadesizdi. ‘’Ne demek istediğim belli.’’ dedi kabaca. ‘’Alışverişi tamamlayıp eve gidelim.’’

Öfkem giderek artmaya başladığından kolumu tutan parmaklarını rastgele bir paçavrayı savuruyormuşum gibi savurdum. Boşluğundan faydalanmış olmamla geriye şaşkınlıkla gitti, sonra bana tip tip bakmayı sürdürdü. ‘’Sen gelme.’’ dedim kaşlarım çatık bir halde, sert bir şekilde. ‘’Ben gider bakarım.’’

Sırtımı ona doğru dönüp ilerlemeye başladım. Öfkemi kusmak istesem de her zamanki gibi içime doğru attım ve ortalığın yangına dönüşmesine izin verdim. Kalbime doğru çöreklenen ve baskı kuran öfke, dilimi yakmaya başlamıştı. İblis’e bir bakış attığımda bana değil, ileriye bakıyordu. Ardından düşünceli bir şekilde kadehinden yudumladı.

‘’O sikik, az önce bizi küçümsedi mi?’’ dedi duygularını dışa vururken. Cümlesine ve ses tonunun her zamankinden daha mekanik ve hırıltılı çıkmasına rağmen, hareketleri o kadar uysaldı ki ne düşünüp tepki vereceğimi bilemedim. Sanki, sen sakin ol; ben senin yerine öfkeni kusarım der gibiydi.

‘’Hımm,’’ dedi boğazından mırıltı çıkartıp. ‘’Geçmişe baktığımızda haklı olsa da, bu tavrı hiç hoşuma gitmedi…’’ dedi kendi kendine konuşur gibi. ‘’Peşinden geliyor ve hakkı varmış gibi öfkeli.’’ dedi kadehinin içine kaşları çatık bir şekilde bakarken. ‘’İki seçeneğin var; ya bizi yalnız bırakmasına dair kısa bir konuşma yapar ve öfkeli öfkeli ilerlersin ya da arkanı döner dönmez ona tokadı geçirir, kim olduğunu gösterip sakin sakin ilerlersin.’’

Seçeneklerine baktığımda ikisinin de dehşet verici bir hissi altında sakladığını fark etmem zamanımı almadı. İkisi de berbat bir fikirdi ve karşımdaki kişi… bilirsin, tarihe adını canavar diye kayıt etmiş; ne yapacağı belli olmayan, öfkesini bile doğru düzgün görmediğim biriydi.

Ne yapacağını kestiremezdim. Yani… İblis’i gerçekten güçlendiğimde dinlemem gerektiğini fark edip sadece ona rahatlaması adına hafifçe güldüm ve ilerlemeye devam ettim. Gülüşüme baygın bir bakışla karşılık verdi, kadehinden ufak bir yudum alıp dudaklarını büzerken bile gözlerini benden ayırmadı.

‘’Sola.’’ dedi, düz bir şekilde. Sol tarafa dönmeden önce arkama dönüp başını aşağı eğmiş, tek eli cebinde diğeri hala poşetleri tutarken; hala öfkeli gibi duran Asir’e baktım. Kollarımı göğsümde kavuşturup ona tip tip bakmaya başladığımda, ilerlemeyi bırakıp başını kaldırdı ve sert sert bana baktı. ‘’Ne oldu?’’ dedim kinayeli şekilde, ‘’Gelme demiştim.’’

Elini cebinden çıkartıp yarası olan kaşını kaşıdı, ‘’Geliyorum işte!’’ dedi sonra kaba bir şekilde sesini yükseltip. Afalladım ve bağırışı sebebiyle irkildim. Etrafımızdaki insanlar duraksayıp bize baktı sonra devam etmediğimizi anlayıp ilerlemeye devam ettiler. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atarken İblis, ‘’Ne sikim oluyor da bağırıyorsun?’’ diye zihnimden karşılık verdi aynı öfkeyle.

İblis’in söylediklerini söylememek adına dişimle alt dudağımı kavrayıp ısırdım. ‘’Niye öfkelisin?’’ dedim sakin olmaya çalışırken. ‘’Sadece bir kadını merak ettiğimden durumunu kontrol edeceğim. Ne var bunda?’’

Asir derin bir nefes verip etrafa baktı, ‘’Yürü,’’ dedi dişlerinin arasından. Ağzım açık bakakaldım ve yanımdan geçip gidene kadar gözlerimle onu takip ettim. ‘’Relg döneminde, başka bir açıklaması olamaz.’’ dedi İblis arkasına yaslanıp Asir’e bakarken. ‘’Regl.’’ dedim onu düzeltip. Tip tip bana baktı, ‘’Aynı şeyi dedim.’’

Uzatmayarak adamın peşinden yürüdüm. Geniş sırtıyla bakışırken beraber sol tarafa saptık; sanki nerede olduğunu biliyor gibiydi. Ona alınmak istesem de alınamıyordum ama öfkeliydim, sebepsiz öfkesi sırtından göğsüme doğru akıyordu sanki. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi gürce atarken; damarlarımda gezinen öfke sağlıklı düşünemeyeceğimi gözler önüne seriyordu.

Sokağa girdik. Çıkmaz sokaktı, o yüzden sadece duvar dibinde duran geniş bir çöp konteynırından başka bir şey yoktu. İblis gözleriyle etrafı tararken hala öfkeliydi; sert duvarı andıran çehresi dişlerini birbirine geçirdiğinden dolayı daha keskin duruyordu. Asir’de ona benziyordu. O da öfkeliydi ama onun sebebini bilmiyordum; yine de çenesi kasılmış, gözleri her zamankinden daha parlak bir konuma geçmişti.

Hava yavaştan kararmaya başladığından sokak da loşluğa bürünmüştü. Sokak lambalarının ışığı henüz yanmamıştı. Konteynırın arkasından gelen hıçkırıkla üçümüzün de ilgi odağı o tarafa kaydı. ‘’Iy,’’ dedi İblis, ‘’Çöpün ardında ne yapıyor bu kadın? Leş gibi kokuyordur.’’

Sabır ver…

Dikkatli olmaya çalışarak konteynırın ardına yürümeye başladım. Fakat Asir, yanından geçer geçmez yine bileğime sarıldı. Mengene gibi saran parmakları, etime baskı kurarken bileğinden başlayıp koluna sonra gözlerine doğru tırmanan uzun bir rota çizdim. Öfkesi bana dokunur dokunmaz kaybolmuş gibiydi sanki fakat hala ciddiydi.

‘’Kami.’’ dedi bastıra bastıra, ‘’Ne yapacağını bilemezsin.’’

Kadına neden ikidir öyle dediğini bilemesem de, ‘’Yani?’’ dedim tek kaşımı kaldırarak. Sabır dilercesine gözlerini yumup açarken, kızıllarının az öncekinden de daha fazla parladığına şahit oldum. Yumuşak bir şekilde yutkunup gözlerinin derinlerine bakarken, bana dik dik bakmayı sürdürüp, ‘’Yani…’’ dedi, dalgalı bir şekilde. ‘’Sen burada dur.’’

‘’Kami ne?’’

İblis, ‘’Yeni bir tür görmek için ne güzel bir gün.’’ dedi alayla.

Asir sorumu es geçip ellerini cebine attı; pantolonuna çarpan poşetler yine hışırdadı ve hiç de dikkatli olmayan şekilde konteynırın yanına kadar ilerledi. Sonra bakışlarını göremediğim yere, boşluğa dikti. Aşağı bakıyor, suratını sanki iğrenç bir şey görmüş gibi buruşturuyordu. Kaba tavrına gözlerimi devirip yanına ilerledim ve ne olur ne olmaz diye yanında durmaya özen gösterdim.

Bu korktuğumdan değildi; bir tür savunmaydı benim için.

Aşağı baktığımda, kızın bacaklarını kendine doğru çekip sırtını duvara verdiğini gördüm. Başını kolları arasına hapsetmiş, nefes bile almamaya özen gösteriyordu. Ağlıyor gibi hali vardı, içime bir anda keder doldu. Asir’e yandan bir bakış attığımda hala bana değil, aynı surat ifadesiyle kıza baktığını görüp elimin ucuyla koluna dokundum ve bir kez onu dürttüm.

İlgisi bana kaydı, bakışlarındaki yumuşak değişimi yakaladığımda şaşırsam da ona dik dik bakıp tekrar kıza odaklandım. Bir süre daha beni seyrettiğini göz ucumla görsem de ona dönmedim, sonra beni bırakıp kıza odaklandı. Kız bizi fark etmişti sonunda, başını kaldırıp sulandığından dolayı kızarmış gözleriyle; hafif pembeleşmiş yanaklarıyla ve ucu yine kızarmış burnuyla bize baktı.

Ve burnunu çekti.

Asir hayatında gördüğü en iğrenç şeymiş gibi kıza bakakalırken; ben oralı olmadan ona gülümsedim. Gülümseyişime karşılık şaşırıp dolu gözlerle beni seyretse de, burnunu refleks olarak tekrar çekip o da bana gülümsedi. Güzel ve alımlı çehresine o kadar yakıştı ki tebessümü, bir an için kıskandım.

‘’Merhaba,’’ dedim ılımlı şekilde, ‘’Seni caddede kovalanırken gördüm. İyi misin?’’ Kız tekrar burnunu çektiğinde İblis, ‘’Burnunu kopar, sen de kurtul biz de…’’ dedi hayıflanarak. Asir, ‘’İyi iyi,’’ dedi ve beni bileğimden tutup çekiştirmeye başladı, şaşkınlığımı kısa sürede atarken bileğimi tutan eline, elimi koydum ve bırakması için zorladım.

Bakışları hem bana hem yaptığım harekete kaydı, ardından derin bir nefesle bileğimi bıraktı. ‘’Ne yapıyorsun ya?’’ dedim öfkeyle, ‘’Kızı korkutacaksın.’’

‘’Zaten korkuyorum,’’ dedi kız, mırıldanırken ve ilk defa sesini duymuş olmamız tüm dikkatleri üstüne çektirdi. Ela gözlerini yere odaklarken çekingen bir tavrı var gibi görünüyordu. Ses tonu o kadar yumuşak ve narindi ki, bu dünyadan olmadığını düşünmeye başlayacaktım.

Sesi az öncekinden de yüksek çıkarken, sanki hiç bu zamana kadar konuşmamış gibi çatlaklığını belli etti. ‘’Onun kim olduğunu biliyorum.’’ dedi parmağının ucuyla Asir’i işaret ederken. Asir’in tek kaşı yukarı kalktı ve dümdüz bir şekilde kıza bakmaya başladı.

‘’O zaman…’’ dedi Asir, ‘’Sana ne yapacağımı da biliyorsundur.’’

İnanamaz gözlerle onu seyrederken, tavrımı aldırmadan kıza dik dik bakmaya devam etti. ‘’Buraya benim gelmek istemediğimi de biliyorsundur…’’ dediğinde kız sadece tüm söylediklerine karşılık başını salladı ve sessizliğe büründü. Kaşlarım istemsizce çatıldı. ‘’Asir!’’ dedim uyarı dolu sesle, sesimi yükseltip. Sesimin desibeline karşılık, ağır ağır bana doğru dönüp yüzüme baktığında aldırmamaya çalıştım ve devam ettim.

‘’Zaten korkuyor! Üstüne tehdit mi ediyorsun onu?’’

İblis, işaret parmağını Asir’e yöneltip ‘’Parçala onu!’’ dedi beni gaza getirmeye çalışarak.

‘’Tehdit etmiyorum.’’ dedi, dişlerinin arasından. ‘’Uyarıyorum.’’

Dilim lal olmuş halde ona öylece bakakaldım. Kızın sesi, aramıza girene kadar o da ben de birbirimize olabildiğince en sert bakışlarımızdan yolladık. Az kalsın o kazanıyordu ama umrumda değildi! Ondan sebebini bilmediğim şekilde korkmuyordum. Korku bazen hayat kurtarırdı ve ben bile isteye ölüme yürüyordum.

‘’Bakar mısın,’’ demişti kız. Bakışlarımı karşımdaki adamdan ayırıp ona doğru döndüm. ‘’İyiyim.’’ diye devam etti dudaklarındaki buruk tebessümle. ‘’Merak ettiğin için teşekkür ederim.’’

‘’Neden bu haldesin?’’

Sorumu algılar algılamaz gözleri dolmuştu, gözünde parlayan yaşla ‘’İnimden atıldım.’’ dedi kız, çenesi titrerken. Çatlaklarla dolu sesi, hüznü içinde buram buram fark ettirirken aklım dağılmış halde öylece kaldım. İblis kaşlarını yukarı kaldırıp, ‘’İn mi?’’ dedi bastıra bastıra. Aynı ifadeyle bana dönüp tekrar etti. ‘’İn?’’

‘’Dış dünyayı pek bilmiyorum, aslında hiç bilmiyorum. Bir yere girdim, orada üstümdekilerden vardı. Çıplak gezemeyeceğimi anladığımda birisini takip ettim.’’

Elimi havaya kaldırıp durmasını istediğimde sözümü ikiletmedi, ‘’Çıplak mı?’’ dedim bastıra bastıra. ‘’Başına bir şey mi geldi, neden çıplaktın?’’ dedim endişeyle. Kız da bana şaşkın şaşkın bakmaya başladı.

Asir araya girdi, umursamaz bir tavırla ‘’Ne zaman bu hale girdin?’’ dediğinde anlamsız bakışlarım ikisi arasında gidip geldi. Kız şaşkınlığından sıyrılıp normal bir şekilde açıkladı. ‘’Saatler önce. İnimden ayrıldığım için kürküm beni sıcak tutsun diye ormanda geziniyordum ama şehre indim. Ondan dolayı dönüşmek zorunda kaldım.’’

Asir, ‘’Kendisi Kami. Yani, türünün son örneği; dokuz kuyruklu tilki.’’ dediğinde gözlerim kocaman aralandı. Ağzım aralık halde öylece kıza bakakalırken, bakışlarımdan utanıp başka yere odaklandı. İblis’se içtiği şarabı dışarı püskürttü. ‘’Siktir ne!’’ dedi bağırarak. ‘’Ne, ne, ne?’’ dedi başka kelime bilmiyormuş gibi. ‘’Başka ne göreceğiz lan?’’

Asir şaşkınlığımı es geçip sakin sakin açıklamaya devam etti, ‘’Kürkünden kurtulduğunda tamamen çıplak olur.’’ Gözlerini yumup aralarken sakin görünse de sıkılgan şekilde kıza doğru bakıp ‘’Devam et.’’ dedi emir vererek.

Kız da çekine çekine anlatmaya devam etti. Bakışlarını odakladığı yerden ayırıp tekrar bana baktı; sanki Asir’e bakmaya korkuyordu. ‘’Kadın üstümdekinden birini alıp deniyordu, sonra ben de denedim. Üstüme olduğunu görünce oradan ayrıldım.’’ dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım.

Başını eğip ‘’Ama arkamdan zil çaldı,’’ dedi ağlamaya başlarken. ‘’Zil tanıdıktı. Sonra korkup koşmaya başladığımda peşimden de birinin beni kovaladığını görünce iyice panik oldum.’’ Ağlaması gürleşti ve başını kollarının arasına koyup hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

İblis haline dümdüz bakıp anlattıklarını dinledi. Ardından ciddiyetinin parçalandığını fark ettim, bıyık altı gülüşünü saklamak adına başını aşağı eğip dudaklarını birbirine bastırdı fakat yine dayanamadı ve kafası eğik şekilde kıkır kıkır gülmeye başladı. Bense onun gibi kızın karşısında gülmemek için dişimle ağzımın içini kemirdim. Damağıma yayılan metalik tatla kemirmeyi bıraktım ama ciddi kalmakta zorlandığımdan bu sefer dudaklarımı birbirine bastırdım.

Asir’in ne tepki verdiğini merak ettiğimden gözlerim ona kaydı ama dümdüz bir ifadeyle kıza bakıyor, tüm ilgisizliğiyle anlattıklarını dinliyordu. Ellerini cebine tekrar atıp, ‘’Salak mısın?’’ dedi birden, kıza ciddi ciddi. Ellerini cebine atarken poşetler yine birbirine çarparak hışırdamıştı ve sanki bu kızın hoşuna gitmemiş gibi kız suratını buruşturdu.

Ağzımın içinde boğuk şekilde, ‘’Ya…’’ dedim uyarı verircesine, elimle kolunu dürtüp. Sıcaklık parmağımdan başlayıp tenime karıştı. Bana doğru baktı ve derin bir nefes verdi ama o, o soruyu sorar sormaz İblis’in gülüşü derinleşti ve kahkaha attı. Kız ise daha da gür ağlamaya başlamıştı. Asir kafasını kaldırıp göğe baktı, sonra orada canını sıkan bir şey varmış gibi yüzünü buruşturup bakışlarını aşağı indirdi ama hala çenesi yukarıdaydı.

‘’Başkalarını gözetlemeyi akıl edemedin mi? Bir bakmadın mı çevrene, insanlar gerçekten alıp çıkıyor mu yoksa ödememi yapıyorlar?’’

Dünyayla alakası olmayan beş yaşındaki çocuk gibi, ‘’Ödeme ne ki?’’ dedi kız hıçkıra hıçkıra, kollarının içinde konuştuğundan sesi boğuk çıkıyordu ama hepimiz anlamıştık. Bakışlarını kaldırdığında kirpikleri ıslaktı ve direkt Asir’e bakıyordu. Yanaklarında yol çizen gözyaşları, tenini daha da parlatırken haline bakıp merhametle gülümsedim.

‘’Öğretmen miyim lan ben?’’ dedi Asir birden parlayıp. Yerimde hopladım; kalbim amansızca atmaya başladı. Elimi göğsüme götürüp derin bir nefes vererek rahatlamaya çalıştım. Kalbim avcumun içinde adeta kıvrılarak dans ediyordu. Bazen nerede ne tepki vereceğini sezemiyordum. Kız korksa da ağlamadı fakat sessiz kalmaya devam etti.

İblis gülerken, ‘’Benim kızıma gayet de öğretmenlik yapıyordun…’’ dedi imalı ses tonuyla. ‘’Bunu yaparken gayet de sabırlıydın.’’

Kafamdaki kişinin söylediklerinden bihaber, ‘’İninden ayrılmış olup olmaman umrumuzda değil. Başının çaresine bak.’’ dedi ve arkasına dönüp ilerlemeye başlamadan önce beni de kolumdan tutup çekiştirmeye başlamıştı. Kocaman aralanmış gözlerle ona baktım, ‘’Asir dur…’’ dedim ama beni dinlemiyordu; çekiştire çekiştire sokaktan çıkarttı ama sonra çok fazla uzaklaşmadan; zoraki onu da kendimi de durdurmaya başardım.

Elimi kolundan sertçe çektim ve gözlerine her zamankinden daha ciddi bir şekilde baktım. ‘’Kadınlara yaklaştığında temkinli olduğunu söylemiştin. Benim öfkeli anımı görmedin, görmek de istemezsin.’’ dediğimde İblis halime ağzı açık bakakaldı ama Asir’de zerre mimik oynamadı.

Belki tehdidimin boş olduğunu biliyordu fakat bunu yüzüme vurup benimle dalga geçmedi.

Ağzını ciddiyetle aralayacaktı ama bu sefer, ona fırsat tanımadan yumuşak şekilde konuşmaya başladım. ‘’Bak Asir,’’ dedim söze başlarken. ‘’Kadından neden hoşlanmıyorsun bilmiyorum ama seni de anlayabiliyorum. Tamam, hoşlanmadığın bir türle konuşuyorsun ama şu an savunmasız olduğunu unutuyorsun. Onu öylece bırakamam, bırakamayız.’’

O kadar sertti ki, bu nefretinin sonucunu düşünemiyordu. ‘’Ben bırakırım,’’ dedi gözünü bile kırpmadan. ‘’Kendini savunamayacak olsa hadi neyse,’’ dedi kaşlarını çatarken. ‘’Seni bir nebze olsun dinlerdim ama o… kendini savunur.’’ Yutkunduğunda adem elması inip kalktı, ‘’Neden sadece kendini düşünmüyorsun? Soyunun yaptığı gibi.’’

Ağzındaki baklayı çıkartmış olduğunu düşünüyordum. İşte şimdi, anladığı ve anlayacağım dilden konuşuyorduk. Bir başlangıç yapmıştı; anlamlandıramadığımız önceki öfkesi de bundandı.

Kurtarıcı vasfı taşıyordum ama geçmişte, soyum herkesi bırakıp kaçmıştı ve yeni bir hayata başlamıştı. Benim de bencil olduğumu düşünüyordu; şimdiye kadar. Ya da korkuyordu, gerçekten Kurtarıcı olacağımı düşünüyor ve soyumun kanını taşıdığımı düşündüğünden o kıza yardım etmeye çalıştığımı sanıyordu.

Ben insandım. Bu bir vicdan meselesiydi; Kurtarıcı olup olmamamla ya da bencilliğimle alakalı bir konu değildi.

Kalbim kazanın üstünde kaynasa da ve sözleri, uçak olup zihnimin koridorlarında dolansa da kendimi toparlayıp yutkundum. Bakışlarım yere odaklanmıştı, sonra onları kaldırıp Asir’e ifadesizlikle; ciddiyetle baktım. Bakışlarımdaki değişimi görüp afallasa da kısa süre içinde toparlandı.

‘’O kıza yardım edeceğim. Düşüncelerinin nereye gittiğini fark ettim ama bu konunun, onlarla alakası yok.’’ dedim kesin bir dille. Dişlerini birbirine geçirdiğinden yanakları içeri doğru göçtü ve çenesinde keskin bir yol çizdi. Yutkunup kızıllarını benden kaçırırken, insanların artık yavaştan caddelerden çekilmeye başladığını sezdim.

Hava iyiden iyiye kararıyordu ve Kanlı Ay üstümüzde parlamak üzereydi.

Onu böyle, bu şekilde savunmasız bırakamazdım. Dünyayla alakasının olmadığını söylemişti; gece olduğunda günahlar artardı ve kötülükler olduğundan daha hızlı etrafa yayılırdı. İnsanlar birbirlerinin ayıplarını örtmezdi. Hava karardığında özellikle bir kadın için dışarısı, bir hayvanın savunmasız kaldığı an kadar tehlikeliydi.

Onu hava kararmaya yüz tutmuşken burada bırakamazdım. Bu kıyafetle, bu şekilde olmazdı.

‘’Ne yapıyorsan yap.’’ dedi kaba bir şekilde. İblis kıstığı gözlerle hem onu hem beni seyretmeye devam ederken, ‘’Eve alacağımızı da belirt.’’ dedi, ‘’Önce karşı çıkacak ama orası artık bir nevi bizim de evimiz. Bu kozu kullan.’’

‘’Onu eve götüreceğim.’’ dediğimde öyle bir bakış attı ki yeryüzünden silinmek istedim. Bana sert sert bakıp ‘’Bir gecelik.’’ dedi kendinden emin bir şekilde başını sallayıp. ‘’Hayır,’’ dediğimde kalbine inecekmiş gibi tip tip suratıma baktı. ‘’Kendini toparlayana hatta dış dünyayla alakası olana kadar.’’

‘’Oha.’’ dedi Asir birden sesini yükseltip. Tepkisine karşılık İblis kıkırdasa da, Asir’in ciddiyetini fark edip gülemedim. ‘’Kızım bu bir asır sürer.’’ dedi dayanamayarak, ‘’Benim evim hayır kurumu mu?’’

‘’Ne yapalım?’’ dedim ellerimi iki yana açarken, tatlı görünmeye çalışıyordum. Bana tip tip bakıyor olması, yolunda gitmediğini gösterse de oralı olmadım. İblis’in avcuma tutuşturduğu kartı kullanarak, ‘’Orası bir nevi benim de evim.’’ dediğimde şaşkınlığı arttı.

Gözlerini irice açarak kirpiklerini hayretle kırpıştırırken tatlı suratına yarım ağız güldüm, ‘’Ne var?’’ dedim devam edip. ‘’Değil mi?’’

Mırıldanarak, ‘’Öyle…’’ dedi kafası karışmış gibi. Sanki yanlış bir şey söylemekten çekiniyordu.

‘’İyi o zaman.’’ dedim tek omzumu silkip gülümserken. Fikri değişmesin diye alelacele, ‘’Anlayışın için teşekkürler.’’ deyip arkama dönüp onu öylece kendiyle baş başa bıraktım ve sokağa girip kıza ilerledim. İblis arkamızda kalan Asir’e bakıp hayretle gülerken, ‘’Yemin ediyorum…’’ dedi mırıldanarak. ‘’Kadınlardan öyle bir korkacaksın ki…’’

Kız hala bıraktığımız yerde oturuyordu; bizi dinlediği belliydi çünkü yüzünde hem minnet dolu bir ifade hem de korku ve heyecan vardı. ‘’Hadi,’’ dedim elimi ters çevirip ona uzatırken. ‘’Korkma, artık ısıracağını sanmıyorum.’’ dediğimde hem İblis, hem de kızla beraber gülüştük.

Elini, elime nazik bir şekilde kaydırdı ve parmaklarımı sımsıkı tutarak ayağa kalktı. Benden biraz uzundu ve zarif bir bedene sahipti. Kendine hafiften baksa, taş gibi hatun olacaktı. Şimdi bile bu bakımsız saçlarla ve bitik durumuyla ateş gibi kadındı; azıcık kıskanmıştım ama dostane tavrı kıskançlığıma gölge düşürüyordu. Kibirli biri olduğunu düşünmüyordum, kendini henüz keşfedememiş olduğunu düşünüyordum.

Kız önümden ilerleyip sokaktan çıkarken, ben de onu peşinden takip ettim. Asir’in sert bakışları kız önünden geçene kadar onu takip etti; ‘’Emin olma,’’ demişti zavallı kıza tehditkar bir şekilde. Kız ise gergin bir şekilde yutkunup ondan biraz uzakta durdu. Ben de gözlerimi kısıp Asir’e yaklaştım ve ‘’Gidelim,’’ dedim olayı uzatmadan.

Yine de dayanamayıp sessizce onu uyardım. ‘’Kızı tehdit edip durma.’’

Benim aksime seslice, ‘’Uyarıyorum.’’ dedi beni tekrar düzeltip. Bir an olsun ona güvenmemesi, beni işkillendirip merakımı kamçılasa da oralı olmadan yürüdüm. Kız yanımda yürüyordu ve etrafa korku dolu gözlerle bakıyordu. Hala peşinde olduklarını düşünüyor olmalıydı. ‘’Korkma,’’ dedim tebessümle, ‘’Adamın senden vazgeçip gittiğini gördüm, gelmeden önce.’’

Rahatlamış gibi derin bir nefesi koyuverdi. Sonra Asir boğazını temizlediğinde tekrar diken üstünde hareket etmeye başladı. Yandan yandan Asir’in kaşları çatık bir şekilde ilerleyen suratına baktım, bize değil yere bakıyordu ama varlığıyla bile kızı diken üstünde tutmayı başarıyordu.

Boşverip zaferini elinde tutmuş biri gibi gururla yürüdüm. İblis, ‘’Alışverişi henüz tamamlamadık.’’ dedi, ‘’Hava kararıyor.’’ dedim karşılık vererek, ‘’Başka zaman gelir hallederiz.’’

Başını sallayıp geriye yaslandı. Asir de durumun farkına varmış olmalı ki otoparka doğru ilerlemeye başladı. Biz de onu takip ettik.

Yol boyunca hayatımın gidişatını, daha kimlerle karşılaşacağımı düşünüp durdum. Naenia bana ulaşamayacağım dostluklar vaat ediyor; diğer yandan da beni savunmasız bırakacak düşmanlarla tanıştırıyordu.

En büyük düşmanım, yanımda benimle sessizce ilerleyip söylediklerimi tuhaf bir şekilde sabırla yapan adamdı.
Ama diğer yandan en büyük savunmasızlığım, ona artık güvenmeye başlıyor olmamdı.

 

Tekrar merhaba,

Nasıl ilerlediğimi bilemeden yazıyorum yani… bölümler hakkında yorumlar yaparsanız memnun olurum. Bölüm hoşunuza gitti mi? Sıkıcı mı ilerliyor yoksa böyle iyi mi?

Asir’in gidişatı ve Evin’e bakış açısı nasıl? Sizce Evin, Asir’e güvenmeli mi? Yoksa İblis’i mi dinlemeli?

Hatam varsa affola.

Gelecek bölüme kadar oy vermeyi unutmayın.

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%