@esmos.m
|
Ayçıl Her zamanki gibi güneşi göremeyeceğim bir güne açtım gözlerimi. O kadar özlemiştim ki, güneşin hafif olan çillerimi belirginleştirmesini, uçmayı, temiz hava almayı, her gün odama sıcak yemekler gelmesini... Solis kanatlarımı dibinden yırtmış, beni uçamayacak hale getirmişti. Artık ümidimi kaybediyordum. Ömrümün sonuna kadar burada kalacaktım. Ailem artık beni aramayı bırakmış olmalıydı. Kaçırılalı aradan tam iki yıl geçmişti. Taş zeminden kalktım ve duvardaki saate baktım. Solis yemek saatlerine oradan bakacağımı, saati geldiğinde yanımdaki zili çalmam gerektiğini söylemişti canım kardeşim(!) Acaba Lori ne haldeydi? Benim tatlı miniperim. Lori oldukça dayanıklıdır. Biliyorum o yaşıyor çünkü bir perinin miniperisi ölürse perinin kolundaki minik peri dövmesi yok olur ve benim kolumdaki dövme hala duruyor. Kirlenmiş kolumun iç kısmına, dirseğimin hemen altına baktım. Lori'yi çok özlediğimi bir kez daha anladım. Saate baktığımda kahvaltı saatinin geldiğini gördüm. En azından günde üç öğün yemek veriyor, bikaç günde bir beni görmeye geliyordu. Belki Solis'i iyi yapabilirim diye düşündüm ama her geldiğinde ne kadar uğraşsamda onu ikna edemedim. Sağımda duran zili çaldım ve beklemeye başladım. Duvarın içinde olan kare bir boşluktan yavaşça içinde yemek olan tepsi indi. İlk başlarda her ne kadar yemek istemesem de buna mecburdum. Ölmek istedim fakat benim korumam gereken bir krallık vardı. Bugün kahvaltıda bir dilim ekmek, serçe parmağım kadar peynir ve kaşar vardı. Genelde kahvaltıda bunlar vardı. Yemeğimi yedim ve bir anda tahta kapı açıldı. Gelen tabii ki Solisti. Alışmıştım artık kapı her açıldığında Solis'i görmeye. Bana küçümseyici bir bakış attı. "Ah benim sevgili kardeşim(!) Kim kapattı seni buraya? Bir dakika, ben kapatmıştım, ne kadar da unutkanım." Eskiden ona iyi davranmaya çalışıyordum fakat artık ona tahammül edemiyordum. Ondan tiksinircesine bir bakış attım. "Ne istiyorsun, yine?" "Tahtı bana bırakanı tabii ki, yine. Ben senden başka ne istedim, sadece hakkım olanı istiyorum canım kardeşim(!)" "Ölürüm daha iyi" "Bu gidişle burada çürüyerek öleceksin zaten. Ama benim artık sabrım kalmadı. Tam iki yıldır sana yemek ve su veriyorum. Anlaşılan sana fazla iyi davranmışım. Umarım o az önce yediğin yemeğin tadını çıkarmışsındır çünkü bundan sonra sana yemek yok!" Kapıya doğru yöneldi, tam çıkacakken durdu ve bana döndü. aklına bir şey gelmiş gibiydi ve merakla iğrenç kardeşimi dinlemeye başladım. "Bu arada, şu ufak miniperine de elveda de, yarın o kolundaki dövmen yok olacak çünkü." Gözlerimi açabildiğin kadar açtım. Miniperime bir şey yapamazdı. Lori'nin bir suçu yok, benim yüzümden onun canı yanamaz. Ama eğer krallığı Lila'ya bırakırsam herkesin hayatını tehlikeye atarım. Hemen şuan bana hayatımdan daha çok değer verdiğim kişi ve sorumluluğunun bana ait olan krallığım arasında seçim yaptırıyordu. Bu kesinlikle zalimceydi. Bunu benden isteyemezdi. Yavaşça gözlerim dolmaya başladı. Loriyle geçirdiğimiz bütün güzel anılar gözümde canlanmaya başladı. Fakat krallığım Solis'in eline geçerse sadece Lori'yi öldürmekle kalmaz tüm krallığın kabusu olurdu. Yüzümden, aklımdan geçenleri anlamış olmalı ki birden yüzü değişti. "Ne yani, bir avuç toprak parçasıyla çok değerli Lorin arasında seçim yapamıyor musun, O kadar mı sevmiyorsun Lorini? Tamam o zaman kendi tercihin. Çok sevgili miniperini artık göremeyeceksin Ayçıl. Seni ölüme gönderenin de sen olduğunu büyük bir zevkle söyleyeceğimden emin olabilirsin." "Bekle Solis" Adını anarken bile tiksiniyordum. Solis tam kapıdan çıkacakken bana döndü. O iğrenç yüzü güldü ve bana yaklaştı. Bunu yapmamı bekler gibi bir hali vardı. "Lori'yi son kez görebilir miyim?" Sesim güçsüz çıkıyordu. Ağır bir kabulleniş vardı sesimde. Eğer blöf yapmıyorsa gerçekten onu öldüren kişi ben olacaktım. Miniperimin ölüm emrini vermiştim. Solis'in yüzündeki gülümseme soldu ve bir çırpıda sesini yükselterek cevap verdi. "Hayır!" Bunu bekliyordum. Bana en son iyi bir şey yaptığında henüz 13 yaşınaydım. Yaptığı iyilikse bu krallığı terk etmekti. Ardından hızlı adımlarla mahzenden çıktı. Solis mahzenden çıktığı gibi nereden geldiğini anlayamadığım bir gözyaşı seliyle karşı karşıya gelmiştim. Beni kaçırdığından beri bir kez olsun ağlamamıştım fakat bana bu yaptığı acımasızlıktı. Benim sevgili miniperim henüz yaşayamamıştı ki hayatını daha çok küçüktü. Zaten hayatının iki yılını tutsak olarak geçirmişti Biraz da eğlenmesi gerekiyordu. Gülüp eğlenmeliydi, öyle güzel gülüyordu ki hiç solmamalıydı gülüşü. Ağladım. Bağıra çağıra, duvarlara vura vura miniperimin ölüm kararını verdiğime litrelerce gözyaşı döktüm ama hiçbir şey değişmedi. Lanet olsun ki hiçbir şey değişmedi. Asla affetmeyeceğim. O cani elbet bir gün benim gönlümü almak isteyecek ama ben ona, bana yaşattıklarının kat kat fazlasını yaşatacağım. *** Bekledim. O kardeşim olacak karaktersiz, Lori'nin cansız bedenini önüme atar diye bekledim. Kolumdaki iz kaybolur korkusuyla bekledim. Miniperimin son nefesini vereceği anı tam iki hafta boyunca bekledim. Miniperi dövmesi silinmedikçe kabuslarım silinmedi, Lori ölecek, artık nefessiz kalacak diye çok kez ben nefes alamadım. Ölmek istedim, kendime kızdım fakat elimden gelen bir şey yoktu. Yemek yemeyeli tam iki hafta olmuştu. Dudaklarım çatlamış, iyice bitkin düşmüştüm. Her gece Lori'yi görüyordum rüyamda, nefes nefese uyanıyordum. Kolumdaki miniperi hala duruyordu. Demek ki blöf yapmıştı. Lori'yi çok ama çok özlemiştim. O benim her şeyimdi. Şu geçirdiğim iki hafta bana cehennemin içindeymişim gibi hissettiriyordu. Dayanmaya çalışıyordum fakat artık gücüm kalmamıştı. Bir daha uyanmamak üzere bayılacaktım, hissediyordum. Tam o sırada bir ses duydum. Tam üstümde bir ses. Bu Solis'in çığlık atan ve boğazı sıkılan sesiydi. Fakat ne dediklerini çok zor anlıyordum. Artık gücüm kalmamıştı. "Nerde olduğunu bil-miyorum" Ardından tepemde büyük bir sarsıntı oldu. Sanırım Solis yere düşmüştü. Derin bir nefes alış sesi işittim. Sesimi ne kadar çıkarmaya çalışsamda yapamadım. Birkaç dakika sonra tahta kapının sert bir şekilde açıldığını duydum. "Prenses!" Demirlikleri kırmaya çalışırken çıkan şangırtı, karanlığa doğru yolculuğuma başlamadan önceki son duyduğum şeydi. Ardından karanlık beni içine çekti. *** "Ne zamandır baygın?" İşittiğin sesler ne Solis'in ne de nadiren duyduğum Solis'in miniperisi Lina'nın sesiydi. Bu benim neredeyse sesini unuttuğum, kardeşim yerine koyduğum dostum Çağlaydı. Neredeyim ben acaba? Solis'in yanında olmadığım kesin ama ben buraya nasıl geldim? En son birinin bana "prenses" diye seslendiğini hatırlıyorum ama sonrası yok, sonrası... bayılmıştım. Yoksa... Kurtuldum mu? Ne yani artık özgür müyüm? O an gözlerimi açıp canım arkadaşıma bakmak istedim fakat yapamadım. Gözlerimin üstünde tonlarca ağırlık varmış gibiydi. Sanki gözlerim açılmak istemiyordu. Bunun bir rüya olmasından o kadar korkuyordum ki... "İki gündür" Bu sesi tanımıyordum. Güçlü bir erkek sesiydi. Bu ses mahzende yanıma gelen adamın sesiydi. Kurtarıcımın sesi... Bir an bir ses daha duydum. O an açamadığım gözlerim doldu ve kalbimden vurulmuş gibi oldum. Bu ses... Bu ses öldü diye iki hafta yasını tuttuğum Lori'nin sesiydi. En değerlimin sesiydi. "Ne zaman uyanır acaba? Onu o kadar çok özledim ki..." "Lori!" Gözlerim yavaş yavaş açılırken göğsümde oturan Lori ile burun buruna geldim. Tekrar ve tekrar ağlamaya başladım. Bu sefer üzüntüden değil sevinçten gözyaşı döktüm onun için. Hayatımın en güzel zamanını yaşıyordum şuan. Kalkmaya çalıştım fakat arkadaşlarım doğrulmamı engellediler. Lori ise yürüyerek avuç içime cenin pozisyonu yattı. Çok sever avcuma böyle yatmayı ama normalde uçarak gelirdi avcuma. O an farklı bir şey farkettim Loride. "Kanatların!" Herkes bize bakarken gülüşleri büyüdü. Çağla, saray hekimi Tansu abla, Lori, Aras, Laçin ve beni kurtardığını tahmin ettiğim adam vardı yanımda. Arkadaşlarımın hepsi büyümüştü, kaçırılmamın ardından geçen iki senede her şey değişmişti. "Annemle babam neredeler?" Herkes gergince birbirlerine baktılar. Bir terslik vardı. İlk konuşan Çağla oldu "Onlar, kayıp." "Ne demek kayıp Çağla, ailem nerde?" "Seni aramaya gittiler fakat bir daha geri dönmediler. Bundan bir yıl önce." Başımdan akan kaynar suları iliklerime kadar hissetmiştim. Benim yüzümden, onlar benim yüzümden burada yoktu. Belki de benim yüzümden ölmüşlerdi. Lori için akmaya başlayan gözlerim annemle babam için ağlamaya devam ediyorlardı. Çağla bir peçete ile gözyaşlarımı sildi. Ama ne kadar silerse silsin yanaklarımdan akmaya devam ediyorlardı. Benim yüzümden, onlar benim yüzümden gitti. "Ayçıl biz seni biraz yalnız bırakalım. Tansu abla ise iyi olup olmadığına baksın." Aras'ın söylediğiyle beraber herkes odadan çıkmış, Tansu abla ise benimle ilgileniyordu. O da çıktığında Laçin odama geldi ve tepsiye konmuş sıcak yemekleri 'tıpkı hayal ettiğim gibi!' kucağıma koyarken biraz doğruldum. Kıpkırmızı olmuş gözlerimi ona dikip buruk bir şekilde gülümsemeye çalıştım. Ailem bir yıldır ortada yoktu. Kimse onlardan haber alamamıştı. Ya da almışlar mıydı? Bunu öğrenmem gerekiyordu. Ya Loriye ne demeli? Kanatlarına ne olmuştu acaba? Yemeğimi yediğim gibi bunların hepsini öğrenmem gerekiyordu. Kafam o kadar doluyken yemeğimin ne zaman bittiğini anlayamadım. Zaten iki haftadır yemek yememiştim. Tam yemeğimi bitirmiştim ki kapı çaldı "Daha iyi misin ufaklık?" Arasımın sesiydi bu. Bana hep ufaklık derdi. Ondan sadece bir yaş küçüktüm fakat Aras her seferinde bunu kullanırdı. Bana böyle demesini özlemiştim. Yüzümde hafif bir gülümseme oluştu. "Ne kadar olabiliyorsam artık Aras" İçeri girip kapıyı kapattı. "Seni çok özledim ufaklık." Yanıma koşarak bana sarıldı. Aras'ın kolları kendimi yuvamda gibi hissettiriyordu. Evimdeymişim ve artık kimse bana zarar veremezmiş gibi... En sonunda birbirimizden ayrıldığımızda gözlerime özlemle baktı. Fakat artık benim sabrım kalmamıştı. Son iki yılda neler olduğunu artık öğrenmem gerekiyordu. "Aras, kardeşim, ne olur saklamayın artık benden. Öğrenmem lazım. Ben yokken neler olduğunu bilmem lazım. Annemle babamdan hiç haber aldınız mı, Lori'nin kanatlarına ne oldu, beni hiç aradınız mı?" "Ne!" Ben hızla sorularımı sıralarken Aras sözümü kesti. "Ne demek hiç aradınız mı ya, ne demek! Kızım seni aramadığımız tek gün bile olmadı. Hepimize şu son iki yılda uykular haram oldu. Çağla... Kız iki yıldır tüm krallığı gezdi. Sormadığı tek bir yetişkin, tek bir çocuk kalmadı. Süslüdür Çağla makyaj yapmayı sever değil mi? Sen bulunana kadar tek bir makyaj malzemesi almadı eline. Ya Laçin... En güçlümüzdür o ağlamaz(!) Geceleri ağlamalarına uyandım çoğu zaman. Belki gelirsin diye burada kalıyoruz uzun zamandır. Artık ümidimizi kaybetmeye başlamıştık. Gökay'ın da çok yardımı dokundu bize. Seni de o buldu zaten. Siz daha tanışmadınız değil mi?" Hayır anlamında kafamı salladığımda açıklamaya başladı. "Luna'nın veliaht prensi Gökay. Annenle baban gittilerinde krallığı geçici olarak ona bıraktılar. En fazla iki üç ay içinde geleceklerini düşündük fakat seninde bildiğin gibi bir yıldır ortada yoklar. Nerede olduklarına dair de bir fikrimiz yok. Onları aramaya çıktık ama izlerini dahi bulamadık." Hiçbir şey diyemeden öylece suratına baktım. Mahsurken kimse benim için gelmeyince beni unutup kendi hayatlarına döndüklerini düşünmüştüm fakat onlar beni aramaktan asla vazgeçmemişlerdi. "Peki ya Lori'nin kanatları... Onlara ne olmuş?" "Söylediğine göre sizi kurtarmadan tam iki hafta önce Solis kesmiş." Kan beynime fışkırmıştı. Tamamem blöf yaptı sandım ama Lori'nin yaşamından daha değerli bir şey almıştı ondan. Kanatlarını... Aras şoka uğramış halimi görünce birden ayağa kalktı. "Ben seni yalnız bırakayım da biraz dinlen ufaklık. Sonra görüşürüz." Bana dikkatli bir şekilde baktı ve gülerek devam etti. "Berbat görünüyorsun." Ufak bir tebessüm edip kapıdan çıkmasını izledim ve kendimi uykunun tatlı kollarına bıraktım. *** Yeniden kabuslarla dolu bir uykunun ardından gözlerimi açtığımda havanın karardığını gördüm. Kaç saat uyudum bilmiyorum ama çok fazla uyuduğum kesindi. Yatağımda hafifçe doğruldum. Çok bitkindim. Odam, yatağım, aynam, her şey aynıydı. İki senedir odamda ufacık bir değişiklik yapmamışlardı. Yatağımın yumuşaklığını, üstünde yatarken sırtıma değen ve beni rahatlatan her bir milimini özlemiştim. Odamdaki her bir eşyayı çok özledim. Kalktığımda aynada saçlarımı taradığım aynamı, içinde çeşit çeşit kitaplar bulunan ve hergün yatmadan kendimi önünde bulduğum kitaplığımı, hava karardığında odamı rengarenk ışıltılarla kaplayan avizemi, toz pembe perdelerimi, kıyafet dolabımı, en çokta koca bir duvarı kaplayan ve üstünde dağınık halde çerçeveletilmiş bir sürü fotoğraf olan fotoğraf köşemi... Yatağımdan kalktım ve elimde olmadan fotoğraf köşeme doğru gittim. Anne ve babamla beraber uçtuğumuz bir fotoğrafın çerçevesine gitti elim. Ardından annemin ve babamın teker teker yüzlerine dokundum okşarcasına. Hemen sonra kanatlarıma gitti parmaklarım. Sırtımdaki kopuk kanatları görünce tutamadım kendimi. Hüngür hüngür ağlamaya başladım. Solis mahsende kanatlarımı koparmıştı. Çok yalvardım ona. "Yapma!" dedim defalarca. Ama beni dinlemedi. Hayvanmışım gibi kanatlarımı tuttuğu gibi kökünden kopardı. Ellerinde gördüm en son kanatlarımı. O kadar çok isterdim ki şu an gökyüzünde süzülürken saçlarımın dalgalanarak süzülmesini... Kendiliğinden kapanmış gözlerimi zorla açtım ve bizim ekiple çekilen bir fotoğrafa baktım. Gözümde yaşlarla titrekçe güldüm. Gözüm bu sefer Çağla ile çekilen selfiemize kaydı. Gülüyorduk, mutluyduk. Bu sefer Aras ile çekilmiş fotoğrafımıza baktım. Aras'ı yanağından öpüyordum. Bu sefer toplu çekilmiş bir fotoğrafa ilişti gözlerim. Bu fotoğraf daha bizim çocukluğumuzdandı. Yaklaşık on yıl önce havada birbirimize sarılmışız. Sanki birbirimizin üstüne atlamışız gibi bir halimiz var. Çağla tatlı bir poz vermiş, Aras onun üstüne atlamış, Arasın üstüne de ben atlamışım, Laçinse bize tuhaf tuhaf bakıyor. "Bunlar ne yapıyor?" diye. Fotoğraflara bakmaya devam ederken bir ses duydum. "Ne oldu Ayçıl neden yataktan kalktın?" Bu Lori'nin uykulu sesiydi ve yanıma gelemediği için üzülmüş gibiydi. Yatağa doğru giderken bir yandan da gözyaşlarımı siliyordum. "Uyandın mı sen uykucu?" "Sanki Lina çok uyuttu da" Sorup sormamak konusunda kararsız kaldığım soruyu nihayet sordum. Bir de hikayeyi Lori'den duymak istiyordum. "Şey, bir şey sorucam ama cevap vermek zorunda değilsin." Biraz duraksadım. "Kanatlarına ne oldu?" Anında yüzü düştü ve gözlerinin dolduğunu gördüm. Bu onun için hiç kolay bir şey değildi. Onun ağlamasına dayanamıyordum. "Şey... Solis kanatlarımı kopardı, Kurtarılmadan iki hafta önce." Solis ne kadar ablam da olsa ondan nefret ediyordum. Onu gördüğüm yerde öldürecektim. Lori uçmayı çok severdi, bunu Solis de biliyordu. Küçükken hep beraber uçardık. Bana kurtarılmadan iki hafta önce Lori'yi öldüreceğini söylemişti ve öyle de yaptı. Lori'nin kanatları onun her şeyiydi. Uçmak onun için nefes almak gibiydi. Orada özgür hissederdi. Gökyüzünde, bulutların ardında... Yatağın yanı başına oturdum ve avcumu açarak Lori'nin önüne koydum. Elimin üstüne geldi ve onu göz hizzama getirdim. "Sana söz veriyorum Lori, kanatlarımızı geri alacağız. Bir yolunu bulacağım, ne pahasına olursa olsun." Akan gözyaşları arasından bana belli belirsiz gülümsedi. Kapı hızla açıldı ve Lori'yi yatağa geri bırakıp kapıya doğru yöneldim. Gelen Çağla idi. "Solis kaçmış!" *** Şuan olanları idrak etmeye çalışıyordum. Hayatımın iki yılını zehir eden Solis, şuan özgürdü. Solis mahzenden kaçmakla kalmamış, birde bunu hiçbir kapıyı zorlamadan yapmıştı. Kesin bu işin içinde bir iş vardı. "O sırada görevli kimdi?" Orta yaşlarda bir asker bana başı dik bir şekilde yanıtladı. "Bendim efendim, fakat size yemin ederim ben bir şey görmedim. Ben lavaboya gitmiştim beş dakikalığına." Sesimi o kadar çok yükselttim ki daha yeni iyileşen boğazım yanmaya başladı. "Yerine kimseyi bırakmadın mı asker! Veliaht prensesi iki yıl boyunca bir mahsende tutan bir kadını nasıl olursa elinizden kaçırırsınız?" Adam istifini bozmadıkça benim sinirlerim daha çok bozuluyordu. "Elbette bıraktım efendim. Buradan geçerken Laçin hanımı gördüm. Rica ettim o da kibarlık edip kabul etti." "Laçin mi?" Arkama dönüp baktığımda Laçin ortalarda yoktu. "Laçin nerede?" Sesim biraz daha kontrollü çıkıyordu fakat hala çok kızgındım. "Hemen Laçin'i çağırın bana. Hemen dedim!" O an sinirim o kadar bozuktu ki arkadaşlarımın kırılacağını düşünmedim. Zaten onların bana kızmaya hakkı yoktu. Benim kim olduğumu iyi biliyorlardı. Her ne kadar arkadaşlarımı kardeş olarak görsem de, yeri geldiğinde prensesleri olmam gerekiyordu. Yoksa otoriteyi sağlayamazdım. "Neler oluyor burada?" Laçin yanımıza gelmiş, şaşkın şaşkın bize bakıyordu. "Hiçbir şey yok Laçin, sadece Solis kaçmış(!)" Çağla benden önce davranmıştı. Dalga geçtiğini biliyordum ama hala sinirlerime engel olamıyordum. "Ne! Ne demek kaçmış, kim varmış nöbetinde?" "Sen varmışsın Laçin. Askerin anlattığına göre o lavaboya giderken sana bırakmış." Laçin kafası karışmış bir biçimde bize bakıyordu. Sanki bundan haberi yokmuş gibi. "Ben burada değildim Ayçıl. Ben birkaç saatliğine ailemin yanına gittim onları görmeye. Yeni geldim zaten." "Sen ne cürretle benim kardeşimi suçlarsın?" Diyerek askere haykırdım. Aras öfkeyle askerin üzerine yürüyeceği sırada kolumu kaldırıp onu durdurdum. Gözlerim nöbetçiye kaydı. Önümde diz çökmüştü. "Prensesim çok üzgünüm, Lütfen beni bağışlayın! 5 dakikalığına uyuyakalmışım prensesim. Lütfen affedin!" Asker af dilenirken aklıma mahzende geçirdiğim iki yıl gelmişti. Oradaki o pis yer ve öz kardeşimin bana çektirdiği acı... Bana bunu yapan, ailemin kaybolmasından sorumlu olan kişinin kaçmasının sorumlusu şuan karşımda af diliyordu. "Seni bağışlamamı mı istiyorsun?" Gözyaşları içinde ancak konuşabilmişti. "Evet efendim. Lütfen beni bağışlayın." "Af yok!" Arasa dönüp konuşmaya devam ettim. "Bunu mahzene kapatıp iki yıl orada bekletin. Günde üç öğün yemek verin ve yanına kimse uğramasın. Eğer birinizin onunla konuştuğunu duyarsam onla aynı kaderi paylaşır." Gözüm dönmüştü. Benle aynı kaderi paylaşmasını istiyordum. Evet Solis kaçmıştı ama onu bulduğumda elimden kurtulamayacaktı. Onu bulduğumda, sonunu getirecektim. ***
İlk bölümümüz geldi arkadaşlar. Yorumlarınızı çok merak ediyorum çünkü kitapta çok şey değişti. Umarım yeni Emesya'yı seversiniz. Hadi hemen sorulara geçelim: Sizce Solis özünde iyi biri olabilir mi? Yani ailevi sorunlardan dolayı böyle bir yol izlemiş olabilir mi? Ayçıl hayatından koskoca iki yıl kaybetti ve psikolojik olarak çöküşte, bunu aşabilec ek mi acaba? Ayçıl'ın anne ve babasının durumu sizce nasıl? Peki Ayçıl acaba askere çok mu sert çıkıştı, daha hafif bir ceza da yeterli olur muydu? Son olarak Emesya'da görmek istediğiniz başka şeyler de var mı, varsa neler? Sizi çok seviyorum bir sonraki bölümde görüşürüz... |
0% |