Yeni Üyelik
4.
Bölüm

2.Bölüm

@esmos.m


Gözlerimi yavaşça araladım fakat odamda değildim, Solis'in mahzenindeydim.

"Ben en son odamda uyumuştum ama böyle bir şey nasıl mümkün olabilir? "

Yoksa kurtarılmam bir rüyadan mı ibaretti? Arkadaşlarım, Lori'nin yaşaması bir rüya mıydı?

Yerde bacaklarımı kendime doğru çektim ve kollarımı bacaklarıma doladım. Gözyaşlarım benden izinsiz akıyordu.

"Hayır, bu gerçek olamaz. Hayır bu gerçek değil." Transa geçmiş gibi neler dediğimi bilmiyordum, kendimi duymuyordum. Vücudum benden bağımsız titreyerek öne arkaya sallanıyordu. En sonunda dayanamayıp bağırdım.

"Hayır!!"

Yanıma gelen kimse yoktu, yalnızdım burada ve tek yapabildiğim kendi kendime konuşmaktı.

"Solis çık karşıma!" diye haykırdım. "Geberticem seni çık karşıma! "kimse gelmedi.

O an mahzenin köşesinde ufak bir şey dikkatimi çekti. Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildikten sonra sürünerek yanına gittim.

Bu, Lori'nin cansız bedeniydi.

Gözlerimden akan yaşlar daha da kuvvetlendi ve Lori'yi avcuma aldım. Cansız bedeni çok masum görünüyordu. Hiçbir günahı yoktu onun, yaşadıklarının hiçbirini haketmiyordu. O çok saf, hayat doluydu ve öyle kalması gerekiyordu fakat iğrenç periler yüzünden Lori artık yoktu.

Hiç ağlamadığım kadar ağlamaya başladım. Bir mahzende, öz ablamın öldürdüğü en yakın dostumun cesediyle zaman kavramımı yitirinceye kadar ağladım. Ağladıkça daha çok öfkeledim. Ağladıkça içimdeki nefret ateşi harlandı. O kadar çok nefretten yanıyordum ki artık, gözyaşlarım bile bu ateşi söndürmeye yetmiyordu.

"Seni bulacağım Solis, seni bulucam abla. ve yemin ediyorum ki seni kendi ellerimle öldüreceğim."

Ben burada gözyaşı dökerken o belki de bir yerlerde ağlamama neşeyle bakıyordu. Fakat bilmediği bir şey vardı. Gün gelecek, Solis'i kendi gözyaşlarımla boğacatım.

***

"Lori! Lori ölme Lori! Hayır Lori!" Yerimden sıçrayarak kaltığımda Lori şaşkın gözlerle bana bakıyordu. Odamdaydım ve kurtarılmamın ardından neredeyse iki hafta geçmişti ama ben hala her gece kabus görmeye devam ediyordum.

"Ne oldu Ayçıl, iyi misin, beni mi görüyordun yoksa rüyanda? Çok kormuş gibiydin." Şuan deli gibi "Yaşıyorsun!" diyerek sımsıkı sarılmak isterdim miniperime fakat canını sıkmak istemiyordum. O da az şey yaşamamıştı çünkü.

"Yok hayır, birilerine senin yerini soruyordum da ondan öyle sanmışsındır."

"Tamam Ayçılcım, öyle olsun bakalım. İnanmış gibi yapıcam bu seferlik." Tabii ki yalanımı anladı çünkü bu konuda çok berbattım.

"Solisten haber var mı?" Şimdiye kadar ne Solis ortalarda ne miniperisi... Artık özgürdüm fakat ben öyle hissetmiyorum. Çağla, Laçin ve Aras bana destek oluyorlar. Kanatlarımı geri almam için her şeyi yapmaya hazırlar.

"Maalesef yok. Bizi de toplantı odasında bekliyorlarmış. Az önce Çağla gelip haber verdi. Birde Laçin yola çıkmış evine doğru."

Laçin bir süre ailesinin yanında olmak için benden izin istedi. Annesinin çok hasta olduğunu ve daha dört yaşında küçük kardeşine bakması gerektiğini söyledi. Bende tabii ki izin verdim.

Şimdiyse saraydaki toplantı odasında oturmuş kanatlarımızın nerede olabileceğini düşünüyorduk. Lori ile bizim kanatlarımız olmadan annemle babamı bulamazdık.

"Bence Solis'in eski sarayındadırlar. Başka nereye koymuş olabilir ki? Sonuçta orası onun gizli yeriydi. Ayçıl, kardeşinin bildiğin gizli bir yeri var mıydı?"

O an aklıma süper bir fikir geldi.

"Bizim gizli yerimiz!"

Yere bakarak fısıldadığımda herkes bana kaşlarını çatmış bakıyordu.

"Tabi ya, bizim gizli yerimiz. Küçükken hep orada oynardık. Yerini pek hatırlamıyorum, beş yaşıma girmeme az kalmıştı gittiğimiz zamanlarda."

"O zaman oraya gidelim. Sarayına kadar uzağa gidemez ama gizli yer buralardaysa buraya saklamış olabilir." Aras çok heyecanlanmış görünüyordu.

Herkes kafasını sallamaya başladı.

"Peki ne zaman gidicez?" Aras gözlerini bana çevirdi cevap istercesine.

"Yarın sabah erkenden büyük salonda olun." Orayı bulabileceğimden bile emin değildim fakat bunu yapmam gerekiyordu. Kanatlarımı, ardından ailemi bulabilmemin tek yolu buydu.

Günün daha öğlen saatleriydi. Özgürlüğümün tadını çıkarmak için dışarı çıkmış, dolanıyordum. Sarayın çimlere ve çiçeklerle kaplı bahçesinde, bir göletin yanındaydım. Göletin hemen önünde bulunan, dağınık halde olan yerdeki beş minderden birine oturdum. İçime havayı öyle bir çektim ki sanki bir daha nefes alamayacakmış gibiydim. Bu temiz havanın ve hemen üstümüzdeki parıldayan güneşin tadını çıkartmak istiyordum.

Ansızın yanıma biri oturdu. Soluma baktığımda onu gördüm. İlk gördüğüm bana bakan toprak rengi gözleriydi. O an toprak kadar bilinmezdi benim için.

"Merhaba Ayçıl, Gökay ben." Bu oydu. Beni tutsak olmaktan kurtaran kişi... Sesi kendinden emin çıkıyordu fakat sanki ona cevap vermeyeceğimden korkmuş gibiydi.

"Merhaba Gökay." İçten bir tebessüm yerleşti yüzüme

"Sen, o mahzende yanıma gelip beni kurtaran kişisin değil mi? Aras senden bahsetmişti."

Yüzünde çok hafif bir tebessüm belirdi. Sanki uzun zamandır gülmemiş, dudakları buz tutmuş da yeni kırıyordu o buzu.

"Prensesime hizmet etmek benim görevim, majesteleri."

O kadar uzun zamandır biri bana prensesim dememişti ki bir an yanaklarım kızardı. Başımı utançla gözlerimle aynı renk çimenlere eğdim. Ardından yüzüne, gözlerinin içine baktım. Topraktan oluşan girdap gibiydi gözleri.

"Ben sana çok teşekkür ederim. Hayatımı gerçekten sana borçluyum. Fakat seni buralarda hiç görmedim Gökay. Buralardan değil misin yoksa?" Gülümsemesi büyüdü ve gözle görülür hale gelmişti.

"Pek sayılmaz, majesteleri. Yaklaşık bir yıldır burdayım. Ben Luna veliaht prensi Gökay, majesteleri. Kral ve kraliçe'nin yokluğunda annem ve babam Emesya'yı idare etmem için beni gönderdiler."

Demek prensmiş. Bende diyorum bu gözleri daha önce nerede gördüm. Küçükken Luna kralı, kraliçesi ve prensi saraya davetlilerdi. Yaklaşık on yaşındaydım. Beraber oyun oynamıştık.

"Çok memnun oldum prens Gökay. Krallığımıza iyi baktığınız için size minnettarım. Size nasıl teşekkür edebilirim?"

"Teşekkür etmenize gerek yok, prenses Ayçıl. Eminim siz olsanız siz de aynı şeyi yapardınız. " Ufak bir tebessüm ettim. Adam bir yıl boyunca krallığımıza bakmış ve karşılık olarak hiçbir şey istememişti. Acaba yarın o da bizimle gelecek miydi?

"Peki sizde yarınki yolculuğumuzda bize eşlik edecek misiniz?"

"Elbette. Miniperim Daisy ile birlikte bizde size destek olacağız." Yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum.

"Çok teşekkür ederim Gökay. Gerçekten çok naziksiniz."

Biraz daha sohbet edip odalarımıza çekildik. Lori her zamanki gibi uyuyordu. Hava kararmaya başlamış, yıldızlar yüzlerini yeni gösteriyordu. Lori' nin o küçücük saçlarını okşamaya başladım. O sırada farkettiğim şey ile korkudan gözlerim açıldı.

Saçlarının bir kısmı elimde kalmış, kısacık saçları elimden kayıp yatağa düşüyordu. Korkuyla seslendim.

"Lori!"

Biraz dürttüm. Uyanmayınca avucuma aldım.

"Ne oluyor ya burada ne dürtüp duruyorsun?"

Avcumda doğrulurken saçını gösterdim korkuyla. Elini saçına götürüp dökülen saçlarına baktı.

"Miniperi hastalığı mı? Ama bu olamaz b-ben ölmek istemiyorum Ayçıl. Lütfen miniperi hastalığı olmasın lütfen lütfen lütfen."

Miniperiler uçmak için ve perilerine sadık olmak için varolmuş canlılardır. Bir peri ölürse miniperisi de ölür. Bir miniperinin kanatları ellerinden alınır ve bir daha kanatlarına kavuşamazsa miniperi hastalığına yakalanır. Kanatları yerine takılmaz ise birkaç ay sonra miniperi hayata gözlerini yumar.

Lori'yi sakinleştirmeye, kanatlarını geri getireceğimizi söylemeye çalışıyordum fakat beni dinlemiyordu.

"Lori'm, canım, bir tanecik miniperim. Getiricez o kanatları sana. Ölmene asla izin vermem. İnan bana canımı veririm, o kanatları sana getiririm."

Artık benim de gözlerimden yaşlar akıyordu. Birden kapı açıldı. Gelen Laçindi. Neşeyle kapıdan girdi fakat bizi görür görmez korkarak yanımıza koştu.

"Ayçıl noldu neden ağlıyorsunuz? "

"Lori... " diye zayıf bir fısıltı çıkmıştı gözyaşlarımın arasından. Devamı yoktu, o anlamıştı. Gözlerinin korkuyla Lori'ye bakarak açılması bunu anlatıyordu.

Bazı şeyler kelimelerle anlatılmaz. Cümleler yetersiz kalır. O kadar çok kelimemiz varken bir duyguya, bir kelime bulamamak ne demek bilir misiniz? Bir acıya, sizi kahredecek bir acıya söyleyeceğiniz, içinizde dışarı çıkmayı bekleyen kelimeler varken tek kelime konuşamamak nedir bilir misiniz? Ben 'acı' duygusunu maalesef çok ağır bir şekilde yaşayarak öğrendim. Bu acı fiziksel değil, fakat fiziksel olsa bu kadar canımın yanacağını sanmıyorum.

Ben Ayçıl. Kardeşi tarafından iki yıl boyunca tutsak edilen, kanatları elinden alınan, annesiyle babasının nerede olduğundan bihaber ve en yakın dostu, canından bir parça gibi olan miniperisini kaybetmek üzere olan bir periyim.

Periler iyi kalpli canlılardır. Fakat tek bir kötü peri, tüm iyi perileri üzebilir. Her zaman olduğu gibi, tek bir kötü, tüm iyileri mahvetti.

***

Kapıdan aniden giren Gökay ile gözlerimiz birleşti. Gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu.

"Ne oldu Ayçıl neden ağlıyorsun?" Gözlerimde ki yaşlar akmak için yarışa tutuşmuşken aniden gözlerimi koluma sildim.

"O kanatları almalıyız, Yoksa Lori ölecek! Ben buna asla izin vermem. Anladınız mı, asla!"

Gökay'ın şaşkın bakışları bir anda ciddileşti. Ben artık daha fazla burada durup ağlamak istemiyordum. Kanatlarımızı geri almamız için zaman artık çok daha değerliydi.

"Laçin, söyle herkese hazırlansınlar. Yarın sabah yola çıkıyoruz. "

Laçin kafasını olumlu anlamda sallayıp hızla dışarı uçarak çıktı. Gökay yanıma yaklaşırken ben de bir çantanın içine birkaç parça kıyafet,ilk yardım kiti, çadır tohumu ve peri tozu adlı sihir kitabımı koyup bir şişe suyu da çantanın yan gözüne koydum ve fermuarını kapattım. Toz pembe çantamı sırtıma takıp beni izleyen Gökay'a baktım ağlamaktan şişmiş gözlerimle.

"Merak etme Ayçıl, Lori'ye de, sana da zarar gelmesine izin vermem."

Gülümseyerek toprak gözlerine baktım. bir süre bakıştıkan sonra gözlerini kaçıran o oldu. Kapıya yöneldi ve yavaş adımlarla çıktı. Büyük ihtimalle hazırlanmaya gitmiştir diye düşündüm.

Şafak sökmek üzereyken gözlerimi açtım. En azından 3 - 4 saat uyurum ümidiyle yatsam da gözüme gram uyku girmemişti.

Kapımın dışında duran nöbetçiye saray hekimini çağırmasını söyledim ve içeri girip çantamı omzuma taktım. Lori'nin yanına oturdum ve uzun uzun miniperimin sarı düz saçlarını izledim. Tabi artık daha seyrekti.

Kapının çalma sesiyle gözlerimi Lori den ayırdım.

"Girin" kapı açıldı ve gelen Tansu idi."

"Efendim beni çağırmışsınız bir sorun mu var?"

"Maalesef var Tansu. Miniperim... O miniperi hastalığına yakalandı. Bu sebeple bizimle gelemeyecek. Ona gözün gibi bak." Dolan gözlerimden yaşlar akmaya başladı. "Ona çok iyi bakın. Eğer onun başına bir şey gelirse ne kendimi, ne seni affederim Tansu."

Saray hekimi Tansu sadece kafasını sallamakla yetindi ve Lori'nin başucuna oturdu.

Aklımda Lori ile sarayın büyük kapısına vardım. sabah olmuş ve herkes beni bekliyordu. Benim, miniperim ve ailem için canını ortaya koyan dostlarım. Çağla, Laçin, Aras ve Gökay...

"Merhabalar arkadaşlar. Öncelikle burada beni yalnız bırakmadığınız için çok teşekkür ederim."

Uzun uzun yüzlerini izledim sırayla ve sözlerime devam ettim.

"Solis'in kanatlarımızı gizli yerimize koyduğundan neredeyse eminim. Fakat bizim oraya gitmememiz için elinden geleni yapacaktır. Gizli yerin önüne tuzaklar, canavarlar koyabilir. Bu yüzden size burada sormak istiyorum. Bilinmezliğe gitmeye hazır mısınız?"

Hep bir ağızdan konuştular.

"Hazırız!"

Hazırdık. Bu, bilinmezliğe attığımız ilk adımdı. Bundan sonra olacakları kimse bilmiyordu. Bu yolda belki de bazıları yarı yolda kalacak, bazıları tökezleyecekti. Fakat ne olursa olsun bunu Emesya için, krallığımız için, kral ve kraliçe için, Lori için yapacaktık. Biz bilinmezliğe doğru ilk adımı atmıştık, şimdiyse sırada son adımı atacağımız yeri bulmaya gelmişti.

***

Yaklaşık yarım saattir yürüyoruz ve etrafımızda ağaçtan başka bir şey yok. Hatırladığım kadarıyla gizli yer 3 saatlik uçuş mesafesindeydi, bu da iki günlük yürüyüş uzaklığına denk geliyordu.

"Ayçıl sence kardeşin ne gibi tuzaklar koymuş olabilir?" Dedi Laçin merakla.

"Açıkçası bilmiyorum. Her şey olabilir. Çukurlar, cüceler, devler, ejderhalar, mızraklar, oklar... Yani her şey olabilir. Bu yüzden kendinize çok dikkat edin.

Hiç kimse konuşmuyordu çünkü herkes olayın ciddiyetini biliyordu. Aklım istemesem de gece gördüğüm kabusa gidiyordu ve tüylerim diken diken oluyordu. Lori'nin ölme ihtimali beni kahrediyordu.

Sessiz geçen saatlerden sonra çok güzel çiçeklerle dolu bir alana gelmiştik. Bu çiçeklerin bir kısmı siyah, bir kısmıysa lacivertti. Çiçeklerin kokusu burnuma gelmeye başlamıştı. O kadar huzur verici kokuları vardı ki, gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başladı. Uykumu dağıtmak için kafamı güçsüzce sallarken diğerlerinin aynı durumda olduğunu anladım.

Çiçek polenlerinin etkisiyle hapşurdum ve burnumu tuttum. O an uykunun etkisi biraz azalmaya başlamıştı. O an anladım ki bunlar kitaplarda gördüğüm uyutan çiçeklerdi. Diğerlerine baktığımda kimse kimseye bakmıyordu.

Hızla Çağla'nın yanına gidip burnunu sıktım ve nefes almasını engelledim. Yavaşça yattığı yerden gözlerini açtığında gözlerimi çiçeklere çevirip sonra tekrar Çağla'ya baktım. Anladığına emindim çünkü Çağla gerçekten zeki bir kızdı.

Çağla havaya hükmedebiliyordu. tek hareketle etrafımıza bir temiz hava tabakası örerken herkes yavaşça gözlerini açmaya başladı. Herkesin uykusu vardı, benim de uykum olduğu gibi...

Uykulu gözlerle çantamdaki peri tozu kitabımı açıp uyutan çiçekler sayfasını buldum.

"Bakın burada ne yazıyor 'uyutan çiçekler sizi yüzyıllarca sürebilecek bir uykuya hapsetmeden önce bu etkiden kurtulunması, yani temiz hava alınması gerekir. Çiçeğin etkisinden tam olarak kurtulmak için en az on iki saat temiz hava alınması gerekmektedir.' mola verebileceğimiz bir yer bulmak zorundayız. Zaten hava 3-4 saat sonra kararır. Yola yarın sabah devam ederiz yoksa herhangi bir tehlike çıkarsa onla baş edecek gücümüz olmaz. "

Yola devam etmemiz gerektiğini biliyordum ama karşımıza nelerin çıkacağını bilmiyoruz. Lori'yi kurtarmak için önce yaşamalıydık.

Herkes onaylarcasına kafasını salladı ve dinlenebileceğimiz bir yer aramaya başladık.

"Kızlar bakın burada çok ferah bir alan var. "Laçin sarkan dalların arasında ki yemyeşil yeri işaret ediyordu. Hepimiz oraya yürümeye başladık. Hemen yanında tertemiz bir gölet vardı. Büyülenmiş gibi gölete bakıyorduk. Göletten gözlerimi nihayet ayırdığımda arkadaşlarıma baktım.

"Evet arkadaşlar burada kamp yapacağız. Bir şeyler yiyip dinlenicez ve yola sabah olunca devam edeceğiz." Hepsi kafasını sallayarak çantalarından çadır tohumlarını çıkarmaya başladılar. Bu çadır bir tohum şeklindeydi ve toprağa ektiğinde beş dakika içinde büyüyüp kocaman, içinde yaşamaya uygun bir çiçek ev haline geliyor.

Ben de kendi çadır tohumu kesemi açtım ve içinden bir tohum alıp toprağa ektim. Aradan geçen beş dakikanın sonunda altı tane büyük çiçek çadırımız olmuştu.

Kocaman çiçeğimin kapısına elimi sürttüğümde çadırın kapısı olan çiçek yaprağı anında aşağı inerek açıldı. İçerisi son derece geniş ve ferahtı. İçerideki karanfil kokusu o kadar insanı dinlendiriyordu ki kapıyı açık bırakarak kendimi yatakta, çiçek yaprağından yorganın altında buldum.

Hepimizin çiçek çadırları göletin etrafına ip gibi dizilmişti. Günün batışını, o parlak masmavi güneşin batışını izlerken uyutan çiçeklerin de etkisiyle uyuyakaldım.

***


Arkadaşlar çok vakit kaybetmeden 2. bölümü de yayınlamak istedim. İzniniz olursa hemen sorulara geçelim:

Lori hasta ve birkaç ay içinde ölecek. Yani ölecek mi? Fikirlerinizi alayım.

Daha yola başlar başlamaz mola vermek zorunda kaldılar. Peki bunun Solis ile bir alakası var mı acaba?

Son olarak kanatlar sizce Ayçıl ve Solisin küçükken gittikleri gizli yerlerindeler mi?

Görüşmek üzere...

Loading...
0%