Yeni Üyelik
5.
Bölüm

3. Bölüm

@esmos.m

Gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm tavandaki toz pembe, en uçta birleşen çiçek yaprakları oldu. Burnuma gelen çiçek kokusuyla doğruldum ve dışarıdaki elmas kadar parlak yıldızları gördüm. Dışarı çıktığımda Laçin ve Arasın ateş yakıp sohbet ettiklerini gördüm. Ne konuştuklarını çok merak edip gizlice dinlemeye karar verdim.

"Sence kanatları bulabilecek miyiz Aras?"

"Bana öyle güzel bakmaya devam edersen şimdi gider tüm krallığı arar o kanatları bulurum Laçin."

Laçin utanarak önce çimenlere, sonra göletin güzelliğine çevirdi kafasını. Bizim Arastan böyle güzel sözler çıkar mıydı ya?

Son birkaç gündür Arasta değişik bir hal vardı. Sanki aşık olmuş gibiydi. Sürekli yüzü gülüyor, bir yerlere bakarken öylece dalıp sırıtıyordu. Nedenini şimdi anlamıştım. Sanırım Aras Laçin'e aşık olmuştu.

"Naber gençlik, ne kaynatıyorsunuz burada?" İkisinin de beni beklemediği belliydi. Bu romantik ortamı bozduğum için kendime kızdım. İki saniyelik boş bakıştan sonra Aras girdi söze.

"İyidir Ayçıl, sen?"

"İyidir, ne yapayım ablamın çaldığı kanatlarımı alma yolunda sizle sohbet ediyorum."

Yüzüme buruk bir gülümseme yerleşse de Aras ve Laçin'in yüzü asılmıştı. Tam o sırada Gökay uçarak yanımıza geliyordu.

Normalde beni üzmemek için çok uçmazlardı fakat uçmazlarsa kanatlarının hasta olacaklarını bildikleri için arada uçmaları gerekiyordu.

"Merhaba herkese"

Hep bir ağızdan merhaba dedikten sonra Gökay ben hala ayakta dikilirken yanıma geldi.

"Millet biz yatalım artık yarım saat kadar burada sohbet ediyoruz malum yolculuk var."

Aras ile Laçin çiçek çadırlarına döndüklerinde sadece Gökay ve ben kalmıştık. Hala harıl harıl yanan ateşin önüne oturduk.

Ateş yüzüme sıcak sıcak vururken Gökay'ın bana baktığını hissettim. Ona baktığımda gözlerini kaçırdı ve ateşe doğru döndü.

"Gökay, ekipteki herkesi tanıyorum fakat seni neredeyse hiç tanımıyorum. Birbirimize kendimizden bahsedelim mi?" Gerçekten onu tanımak istiyordum. Neredeyse hiç konuşmuyordu ve nasıl biri olduğunu merak ediyordum.

"Ben aslında çok fazla samimi konuşmalardan anlamam, ailem beni böyle yetiştirdi. Hep bana bir gün kral olacağımı ve etrafımdaki kişilerin sırf görev icabıyla yanımda duracağını anlattılar. Onlara göre hiçbir zaman samimi arkadaşlarım olamayacak ve hep yalnız olacaktım."

Ailem bana da hep benzerlerini söylemişlerdi fakat hiç kısıtlamamışlardı. "İyi ama sırf ailen öyle istiyor diye öyle olmak zorunda değilsinki. Seninde arkadaşların, mutlu olduğun bir alanın olmalı."

Beni anlıyordu ama kabullenmişti. Yıllardır hayatı böyleydi ve bundan sonra değişebileceğine inanmıyordu. "İyi ama bu senin hayatın, onların değil. Sırf ailen öyle yetişmiş diye seni de öyle yetiştirmek istemeleri çok saçma."

"Ama ben prensim, olması gereken bu."

"Ama belki de zamanla..." Lafımı kesip sesini yükseltti.

"Ayçıl!" Kızmıştı ve ben nedenini anlayamıyordum. "Üstüne vazife olmayan şeylere karışma!" Hızla ayağa kalkıp çadırına doğru yürüdü.

Yavaş yavaş güneş kendini gösteriyor, yıldızların parlaklığı gözle görülmeyecek hale geliyordu. Ateş kim bilir ne zaman sönmüştü ama ben bunu bile fark etmemiştik. Gökay gittikten sonra arasından bakakalmıştım. Bir süre sonra Çağla ve Laçin'in çadırlarından esneyerek çıktıklarını gördüm.

"Hayırdır Ayçıl bu kadar erken niye kalktın?" Çağla'nın sesi uykulu geliyordu.

"Uyku tutmadı ya."

"Valla ben bir iki saat daha uyurdum. Bu cadı kaldırdı beni." Çağla Laçin'i kolundan dürttü

Çağla'nın sözüne karşılık kendi aralarında gülüşürlerken Gökay ve Aras göründü.

"Ne bu tantana ya?" Aras'ın yeni uyandığı belliydi ama sanırım Gökay çadırına gittiğinden beri hiç uyumamıştı.

"Uyanın hadi uykucular yola çıkmamız lazım." Laçin çok enerjik gibiydi ama onun dışında kimsenin gülmeye bile hali yok gibiydi. Aras Laçine ters ters baktı.

"Laçin sen niye bu kadar enerjiksin sağından mı kalktın kızım ya. Daha sabahın köründeyiz bu ne enerji?

"Uyandığım gibi bitkilerden güzel bir karışım yaptım da enerjimi yükseltti, ondandır." Aras gözlerini devirerek Laçin'e baktı.

"Ya mümkünse söyle hangi bitkilerden yaptığını biz yapmayalım valla. Bu saatte bu adar enerji normal değil çünkü."

Bitkiler muazzam canlılardır. Uyutan çiçekler gibi kötü olduğunu düşündüğümüz canlılar bile bizim daha iyi bir uyku çekmenizi sağlar.

Normalde yan yana dikilirlerse solarlar, tabi biri onları sihirlemediyse.

"Millet sanırım uyutan çiçekler Solis koydu. Çünkü uyutan çiçekler doğal ortamlarında birbirlerini uyutup doldurdukları için yan yana durmaları imkansızdır. Tabi Solis onları sihirlemediyse."

Herkesin buna katıldığı gözlerinden okunuyordu fakat benim kardeşim olduğu için bir şey demek istemiyorlardı.

Çağla ise bana deli görmüş gibi baktı. "Nereden anladın ya sabah kafasıyla?"

"Laçin bitki deyince aklıma geldi." Laçin'in göğsü kabarmıştı.

"Ben olmasam ne yapacaksınız siz?"

"Biraz daha kendini beğenmişlik yaparsan ya ego zehirlenmesi yaşayacaksın ya da ağzını bantlayacağım. Ve şunu bilmelisin ki ikisininde bitkilerden oluşan bir panzehiri yok." Herkes gülerken söze Gökay girdi.

"Kahvaltı yapıp yola çıkalım ama hızlı olmalıyız. Solis bize daha çok tuzak kurmuş olabilir. "

Aras ve Gökay meyve toplarken biz de göletin berraklığı karşısında sohbet ediyorduk.

"Ee Ayçıl, Gökayla ne iş?" Laçin'e anlamaz bir bakış attım.

"Ne iş derken, arkadaşız işte. Asıl sen Arasla ne iş?"

Laçin'in yanakları kızarmıştı ve benim de kızardığına emindim.

"Kızlar itiraf edin ikinizde bunlardan hoşlanıyorsunuz."

"Ben Arastan hoşlanmıyorum bir kere." Kesinlikle gram inanmamıştım.

Acaba ben yokken Çağla'nın erkek arkadaşı olmuş muydu? "Çağla senin hoşlandığın birileri var mı? Azıcıkta biz dalga geçelim senle."

"Hayır üzgünüm, ben çocuklarınızın o bekar ve çılgın teyzesi olmaya kararlıyım." Laçinle birbirimize bakıp güldükten sonra yüzüme bilmiş bir ifade takındım.

"Karşına çıkar hiç beklemediğin bir anda. Sonra bak bakalım tüm planların nasıl suya düşüyor?"

" Ya onu bunu bırakın da bakın geliyorlar. Kurt gibi acıktım ya."

Laçin'in gösterdiği yöne baktım. Sırtlarındaki çantalar ağzına kadar elmayla doluydu. Gelip yanımıza oturdular ve söylenerek çantalarını çıkartıp önümüze koydular.

"Buyurun kızlar, size kendi ellerimizle elma topladık. Bunları toplarken ne zorluklarla karşılaştık, kaç canavarı yendik sayamadım bile."

Aras kendi kendine gülüp bir elma alırken ben de bir elma aldım ve bir anlığına bu kadar güzel ve kırmızı bir elma olmasına şaşırıp büyük bir ısırık aldım.

Aradan yarım saat geçmişti ki herkes karnını tıka basa doldurmuş, eşyalarını toplamıştı. Kalan elmaları ise çantalarımıza üçer üçer koymuştuk ve çok acıkmadıkça yemeyeceğimize dair anlaşmıştık.

İçimden sürekli yetişip yetişemeyeceğimizi ve Lori'yi düşünüyordum. Tam bunları düşünürken yerin sarsıldığını hissettim. O kadar çok sallanıyordu ki ayakta zor duruyorduk.

"Ayçıl ne oluyor?"

"Bilmiyorum Laçin, bilmiyorum."

"Gölete bakın!"

Gökay'ın komutuyla hepimiz gölete döndük.

Göletin içinde girdap oluşmuş, gittikçe daha da derine doğru iniyordu. Yerin sarsıntısı devam ederken daha fazla dayanamayıp yere düştüm. Girdap dibe çekildikçe artan yer sarsıntısıyla diğerleri de yere düşmüş olacakları korkuyla bekliyorduk.

Yer sarsıntısı azalmış, bir zaman sonra durmuştu. Korkuyla ayağa kalkıp gölete doğru ilerledim.

"Dikkat et Ayçıl!" Laçin'in sesi korkmuş çıkıyordu ve bu şuan aşırı normal bir şeydi.

Yürüyüşüm hızlandı ve gölete doğru baktım. Aşağısı sudan basamakları olan bir merdiven gibiydi. Basamakların içinden balıklar geçiyor, durumu daha tuhaf bir hale sokuyordu.

"Hey millet buraya gelin." Herkes telaşla yanıma geldi ve şaffaf merdivenin büyüleyici görüntüsüne baktılar.

"Ama bu nasıl olur? Bu ihtiyaç kapısı yolu"

Laçin şaşkın şaşkın bakarken açıklamaya başladı.

"İhtiyaç kapıları yüzyıllar önce bir kral tarafından sadece kraliyet ailelerinin kullanabileceği şekilde yapılmış bir ışınlanma kapısıdır. Tüm gezegende on ülkede on ihtiyaç kapısı olacak şekilde yapılmışlardır ve daha önce gittiğin bir yere ışınlanmanı sağlar. Ayrıca sadece çok ihtiyacı olan bir kraliyet ailesi üyesi bunu içinden söylerse ortaya çıkarlar. "

Gözlerimi Laçinden ayırıp sudan oluşan merdiven basamaklarına çevirdim. Bunu ben bile bilmiyorken Laçin'in bilmesi tuhaftı fakat üstüne daha fazla düşünmemiştim. Çünkü okuyup araştırmayı çok severdi.

" O zaman yola koyulalım gençler. " diyerek yürümeye başladım.

Sarsıntıdan dolayı yere düşen çantalarımızı aldık ve en önde ben, sırayla sudan merdivenden inmeye başladık. Ayaklarımız hiç ıslanmıyor, altındaki suyun içinden balıklar geçiyordu. Kısa bir süreden sonra ayaklarım toprağa basmıştı.

"Düz zemine indik. Sanırım birazdan kapıya ulaşırız."

İçerisi çok karanlıktı. Korkuyla bu dar tünelde ilerledik. En arkada olan Arasta toprağa bastığında yüksek bir su sesi ile merdiven yok oldu.

Yaklaşık iki dakika yürüdükten sonra yolun sağa sapması sonucu sağa döndüm ve gördüğüm şey karşısında dilim tutuldu. Benim durduğumu gördüklerinde hepsi yanıma doluştu ağızları açık bir şekilde kapıya bakmaya başladılar, aynı benim gibi.

Kapı, etrafı küçüklü büyüklü taşlardan oluşan ve ortasında su yeşili, beyaz karışımı parıldayan sudan oluşuyordu. Yavaşça kapıya doğru ilerledim ve elimi kapının o soğuk suyuna daldırıp çektim.

"Büyüleyici." ağzımdan çıkan fısıltıya herkes katılmıştı, biliyordum. Çünkü gerçekten büyüleyiciydi.

"Ayçıl gizli yeri sadece sen biliyorsun. Bu yüzden el ele tutuşup hep beraber geçmeliyiz."

Laçin'in dediğini yapıp el ele tutuştuk ve aklıma, o hayal meyal hatırladığım Solis ile beraber oynadığımız gizli yeri getirdim. Her bir ayrıntıyı hatırlamaya çalışırken gözlerimi kapattım. Beraber uçtuğumuz o geniş alanı, sarmaşıklardan yaptığımız salıncağı, sohbet ettiğimiz yerdeki renkli minderleri, içinde bir sürü masal kitabı olan süslü kitaplığımızı hatırladım. Yavaşça elimi o yeşil suya gözlerim kapalı daldırdım ve artık tüm vücudum o soğuk sudaydı. Diğer tarafa geçtiğimde diğerlerini de peşinden diğer tarafa çektim.

Gözlerimi korkuyla açtım yanlış yapma ihtimaline karşın. İşte oradaydık, çocukluğumun geçtiği ve ablamla en güzel anılarımın yaşandığı yerde.

"İşte gizli yerimiz."

Kesilmediği için ağaç dalları fazlasıyla uzamıştı ve ortamı daha kasvetli hale getirmişti. O eskiden her gün Solis'in bana okuduğu masal kitaplarının bulunduğu kitaplık tümüyle örümcek ağlarına bürünmüştü. Sallandığımız o sarmaşıktan oluşan salıncağın bir sarmaşığı kopmuş, yerde durmaktan oturma kısmı yosun tutmuştu.

"Ne olmuş buraya böyle?" Çağla başta olmak üzere herkes çok şaşırmıştı.

Çağla'ya baktım fakat şuan o kadar duygulandım ki cevap verecek halde değildim. Resmen çocukluğumun geçtiği gizli yer harabeye dönmüştü.

Bir anda arkamızdan bir ışık saçıldı ve ihtiyaç kapısı ışıklar içinde ortadan kayboldu.

"Harika, burada kaldık." Laçin'in dediğiyle sonunda kendime geldim.

"Buradan nasıl çıkacağımızı sonra düşünürüz şimdi kanatlarımızı almamız gerekiyor. Lori'ye o kanatları ulaştıramazsam ölücek. Hadi etrafa bakın. Burası oyun odası. Şu tarafta yatak odası ve şu tarafta da tuvalet var. Ve şurda da..."

Elim, ablamın hep gizli tuttuğu ve beni hiç içeri almadığı kapıyı işaret ederken havada donmuş gibiydi. Beni hiç oraya sokmazdı. Ne olduğunu sorduğumda bana hep çok gizli bir kraliyet sırrı olduğunu ve zamanı geldiğinde bunu öğreneceğimi söylerdi.

"Siz kanatları arayın, bende birazdan size katılacağım."

Herkes etrafa bakmaya başladığı sırada ben de büyük bir merakla Solis'in sır gibi gizlediği kapıya doğru gittim. Kapıyı yavaşça açtım ve titrek ellerimle ittim.

Odanın duvarındaki küçük bir pencere ile tüm oda aydınlanıyordu. Gizli yerdeki tek üstü kapalı odaydı. Odaya daha çok açık kahverengi hakimdi çünkü duvarlar yontulmuş ağaçlardan yapılmıştı ve küçük bir kulübeyi andırıyordu.

Odanın tam ortasında yerde bir oyuk vardı. Etrafı çizilmiş şekillere doluydu ve oyuğun daha göz önünde durmasını sağlıyordu. Sanki oyuğun bir anahtarı varmış gibiydi. Aynı bir kilide benziyordu fakat anahtarın ne olduğunu anlamamıştım. Bir mücevher, bir pırlanta ya da daha önemli bir şey...

"Ayçıl çabuk buraya gel!"

Odadan telaşla çıkıp uyuduğumuz bölüme ve duvarın içinden çıkan cam fanus içindeki uçan kanatlarımı gördüm. Gözlerim dolmuştu ki dizlerimin üstüne çöküp ağlamaya başladım. Tam iki senedir uçmuyordum. O kadar özlemiştim ki size anlatamam.

Birkaç dakika sonra kendime gelip ayaklarıma gelen güç ile ayağa kalkıp yerden bir taş aldım. Cam fanusun yanına gittim ve taşı cama vurmaya başladım. İki yılın acısını çıkarırmışçasına cam fanusa vuruyordum. Yavaş yavaş çatladı. Çatlaklar kırıklara dönüşürken cam fanus aniden parçalara ayrıldı.

Kanatlarım kanat çırparak ve ışık saçarak sırtıma yapıştığında tamamlanmıştım. Sırtımda oluşan o eksiklik artık yoktu. Eksikliği hissetmiyordum. Ben artık gerçekten 'ben' olabilmiştim.

Etrafım bembeyaz olduğunda neredeydim, hangi zamandaydım, kiminleydim bilmiyordum. Artık tamamen tamamdım, tamamlanmıştım.

Heyecanla kanatlarımı çırpmaya başladım ve ayaklarım yerden kesildi. Uçuyorum ya uçuyorum var mı bundan ötesi. Artık gerçek bir periyim ve bundan sonra kimse benden bunu alamayacak.

Yavaş yavaş beyaz ışık kaybolurken arkadaşlarımı görmeye başladım. İlk olarak Gökay ile göz göze geldiğinizde gözlerimi kaçırıp diğerlerine baktım ağzım kulaklarımda.

Ayaklarım yere değdiğinde kanatlarımı hala indirmemiş ve onların muhteşemliğine bakıyordum. Herkes gülerek bir birbirlerine, bir kanatlarıma bakıyorlardı. O sırada aklıma gelen şekle aniden etrafıma bakınmaya başladım.

"Lori'nin kanatlarını bulup buradan çıkmanın bir yolunu bulmalıyız." Ama ortada Lori'nin kanatları yoktu. Hemen dağılıp tüm gizli yeri aradık fakat hiçbir yerde yoktu.

"Hiçbir yerde yok, şimdi ne yapacağız?"

"Of bilmiyorum Laçin, bilmiyorum. Sanırım başka bir yere koymuş. Buradan çıkıp acilen plan yapmalıyız." O yun odasında bulunan çıkış kapısına gittik ve açmaya çalıştık fakat sarmaşıklar ile kapı açılamaz bir hale gelmişti.

"Çağla, kapıya doğru güçlü bir rüzgar yapman gerek."

Çağla başını olumlu anlamda salladı ve ellerini kapıya doğru tuttu. Çıkan oldukça güçlü rüzgarla saçlarımız uçuşmaya başlasa da önemsememiştik. Kapı kırılmış, dışarı uçmuştu fakat kalın sarmaşıklar hala olduğu gibi duruyorlardı.

" Peki şimdi ne yapacağız?" Lori'ye yetişememe korkusu beni öldürüyordu .Derin bir nefes alarak Aras'a döndüm.

"Bilmiyorum."

"Ama ben biliyorum."

Gökay avcunu açıp içinde bir ateş topu beliren kadar gözlerini dikip avcuna bakmıştı. Eliyle ateş topunu sarmaşıklara doğru fırlatınca sarmaşıklar yanarak küle dönüştü. Kapıdan geriye kalan tahta parçaları ateşe bulanmıştı fakat Gökay ateşleri içine çekip gizli yerin yanmasını önledi.

"Senin ateş gücün mü var?" dedim şok olarak. Element gücü her yirmi kişiden yalnızca bulunurdu ve en nadirleriyse ateş elementiydi.

Herkes şaşkınlıkla Gökay'a bakmaya başladı.

"Evet var."

Sanki çok önemsiz iş gibi davranarak dışarı çıktı ve havalandı.

"Artık uçarak gideceğimizi düşünüyorum."

Kanatlarım geri geldiği için sevinememiştim bile. Yinede uçarak döneceğimiz için heyecanlıyım.

Yavaşça dışarı çıkıp dışı kocaman bir ağaç gibi görünen gizli yere baktım. Koca ovadaki tek ağaçtı bu nedenle çok dikkat çekiyordu. Her yer yeşillikti ve hava hala aydınlıktı.

Heyecanla kanatlarımı çırptım ve uçtum. Rüzgarı saçlarımda hissetmek o kadar muhteşem bir duygu ki anlatamam. Sonunda özgürüm, gerçek bir periyim ve kendimi hiç olmadığı kadar güçlü hissediyorum.

Diğerleri de bize katıldıklarında çantalarımızı ters takmıştık ve gökyüzünde özgürce uçuyorduk. Sanki mavi rengin içinde gibiydik. Fazlasıyla özgür...

Yaklaşık 20 dakikadır uçuyorduk ve artık ovada değil bir ormanın üstündeydi. "Hey millet çantamı düşürdüm ben birazdan size katılırım."

"Ufaklık biz de biraz dinlensek mi uzun zamandır uçuyoruz." Aras'a başımı sallayıp aşağı doğru süzüldüm.

"Laçin çantanı nerede düşürdün?"

"Hemen altımızda. Bak orada bir miniperi kasabası var onlara sorabiliriz. Belki görmüşlerdir."

"tamam hadi onlara soralım. Hem belki Solis kanatları buraya getirirken de görmüşlerdir. Lori'nin kanatlarını da sorarız."

Hep beraber miniperi kasabasına indik ve bir sürü boyumuz kadar olan evlerin arasından geçip bizim iki katımız olan miniperi sarayına doğru yürüdük. Miniperiler bize merakla bakıyor fakat hiçbiri bizle konuşmuyordu.

Sonunda saraya vardığımızda başında altın bir taç olan miniperi uçarak baş hizzamıza geldi.

"Merhaba sevgili peri dostlarım, ben orman miniperi kasabasının kraliçesi Aça. Size nasıl yardımcı olabilirim?"

"Öncelikle merhaba majesteleri. Ben Emesya veliaht prensesi Ayçıl. Biz buraya kardeşim Solis'in benden ve miniperim Lori'den çaldığı kanatları geri almak için gelmiştik fakat miniperim Lori'nin kanatlarını burada bulamadık. Dönüş yolunda uçarken bu kasabayı gördük ve size bir sormak istedik. Acaba kız kardeşim Solis'in, Lori'nin kanatlarını nereye koyduğunu anlamamızın bir yolu var mı?"

Kraliçe Aça elini çenesine koyup sıvazlamaya başladı. "Ayçıl lütfen benimle gelir misin? Biraz yalnız konuşalım."

"Tabi majesteleri." Kraliçe Aça gökyüzüne uçtuğunda ben de havalanıp yanına geldim.

"Prenses Ayçıl, bu ismi duymuştum. Sen kardeşin tarafından esir kalmıştın değil mi?" Anlaşılan ünüm buralara adar gelmişti.

"Evet majesteleri. Öyle bir talihsizlik yaşadım."

"Lütfen sadece Aça de."

" Peki Aça"

"Sana bir kötü, bir de iyi haberim var prenses." Bu beni çok korkutmuştu. Yüzümden anlaşıldığına emindim.

"Dinliyorum?" Kalbim çok hızlı atmaya başlamıştı.

"Önce kötü haberle başlayayım. Miniperilerin kanatları koparıldığında yaklaşık bir hafta sonra kanatlar toza dönüşür Ayçıl." Aklıma yine ve yine o korkunç kabusum geliyordu. Kanatları olmadan Lori ölür.

"Ama nasıl olur? O zaman Lori ölür. Kanatlarını geri getirmenin bir yolu olmalı Aça. " Derin bir nefes aldı.

"Evet var, prenses. Evren taşı denilen ve koca gezegende yalnızca bir tane bulunan çok güçlü bir taş var. Ancak evren taşı geri getirebilir miniperi Lori'nin kanatlarını. Fakat çok dikkatli olmalısın Ayçıl. Bu taş öyle güçlüdür ki gündüzü gece, geceyi gündüz yapabilir. Birini rahatlıkla öldürebilir. Bu taş asla ama asla kötü kişilerin eline geçmemesi gerek. Bu taş yok edilemez ya da kopyalanamaz. Gezegenin kalbinden alındığı söylenir. " Böyle bir taşı hayatımda hiç duymamıştım. Böyle güçlü bir taşı nerede saklamış olabilirlerdi ki?

" Peki bu taşın yerini biliyor musun Aça? "

"Tam olarak değil fakat sen bilebilirsin. Evren taşı burada, Emesya krallığında. Evren taşını korumakla görevli kişiyse tam karşımda duruyor." Bütün bunlar ne anlama geliyordu?

"Nasıl yani? Ben daha evren taşının ne olduğunu yeni öğreniyorum. Nasıl onu korumakla yükümlü kişi olabilirim ki?"

"Evren taşı bu gezegenin en büyük krallığı olan Emesya'nın kraliyet ailesine emanet edildi. Kraliyet ailesinin büyük çocuğu on yaşına basınca ona evren taşını ve güçlerini anlatırlar. Fakat veliaht prens ya da prenses küçük çocuk olursa ona on sekiz yaşında her şeyi anlatıp büyük çocuğun hafızasından silerler. "

"Benim o zaman acilen evren taşını bulmam gerek Aça. Hem de hemen! "

Bu bana göre bir savaştı. Ya Lori'yi kurtarma çabası içerisindeyken öleceğim, ya da Lori ile hayata geri döneceğim. Artık her şey evren taşına bağlı. Bu bir savaş ve evren taşı da bizim ordumuz. Ordumuz varsa savaşı kazanırız, yoksa kaybederiz. Bu kadar açık ve net.

***

Umarım yeni Emesya'yı seviyorsunuzdur.

Ayçıl sonunda kanatlarına kavuştu, peki Lori de kanatlarını geri alabilecek mi?

Evren taşının yeri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Peki Ayçıl ve Gökay'ın tartışmasında sizce haklı olan kimdi?

Bir sonraki bölümlerde görüşme üzere...

Loading...
0%