@esmos.m
|
"Aradığınız taşı bulmak için Belki bu bilmeceyi yirminci okuyuşumuzdu fakat aklımıza hiçbir şey gelmiyordu. Herkes gözlüğü takıp birer kez okuduktan sonra başka bir kağıda bilmeceyi tekrardan yazmıştık ve bu kağıt belki de iki saat boyu elden ele dolaşmıştı. "Hiçbir şey ifade etmiyor mu Ayçıl?" diye sordu Gökay. "Hayır, hiçbir şey." "Belki de tane tane gitmemiz gerekiyordur." "Haklısın Laçin, tamam tane tane gidelim ama ben çok acıktım. Önce bir şeyler mi yesek?" Dedi Çağla karnını tutarak. Aras alına bir şey gelmiş gibi sırıttı. "Burada yiyecek bir şey bulamayız. Hem daha havanın kararmasına var. Kanatlarınız ağrımıyorsa miniperi kasabasına gitmeyi öneriyorum. Hem geçen gün kaldığımız yerde kalır yemek yeriz, hem de Aça'ya fikir danışınız." "Bence bu çok güzel bir fikir, ben varım. Hem uzun zamandır ortalarda yoktun ve krallığa bakma görevi de sende. Artık geri dönmeli ve devlet işleriyle ilgilenmelisin Ayçıl." Dedi Laçin. "Haklısın aslında Laçin, artık saraya dönmenin vakti geldi sanırım. Bilmeceyi de sarayda düşünürüz." Ben ayağa kalkınca herkes ayağa kalktı ve çıkış kapısına ilerledik. Çantalarımızı önümüze gelecek şekilde taktık ve dışarı çıkıp havalandık. Yaklaşık yirmi dakikadır kimse konuşmuyordu. Herkesin aklında bilmece vardı eminim ki. Laçin'in dediği gibi adım adım gidicek olursak ilk kısımda "aradığınız taşı bulmak için ilk olarak uzun bir merdivenden geçin" diyor. Bu uzun merdiven hangi uzun merdiven, nerenin merdiveni acaba? "Bakın miniperi kasabası orada" Düşüncelerimden Laçin'in sesi ile sıyrıldığımda çoktan aşağı doğru süzülmeye başlamıştı bile. Ben de aşağı doğru süzüldüğümde miniperilerin bizden hala çekindiklerini görebiliyordum. Aça'yı ortalıklarda göremeyince mecbur bir miniperiye sormamız gerekiyordu. "Pardon, rahatsız ettiysem özür dilerim miniperi dostlar. Biz kraliçe Aça'yı arıyoruz. Nerede olduğunu bilen var mı?" Kimseden ses çıkmayınca bizimkilere döndüm ve 'ne yapacağız şimdi' bakışı attım. Birden Çağla gülümseyip yanıma geldi. "Herkese merhaba dostlar ben Çağla, tanıştığımıza memnun oldum. Şimdi size bir hikaye anlatacağım. Bu bir miniperinin çaresizliğini anlatan çok acıklı bir hikaye. Aynı zamanda gerçek ve şuan yaşanmakta olan bir hikaye. Bir miniperi varmış ve adı Lori'ymiş. Hayatından çok memnunmuş küçük Lori. Perisi onu çok sever, onun için her şeyi yaparmış. Ama bir gün bu miniperi, perisiyle birlikte kaçırılmış. " Miniperiler korkmuş gibi bakıyorlardı Çağla'ya. Fakat Çağla devam etti. "Onu bir kuş kafesine tıkıp iki yıl orada hapsetmişler ve kanatlarını almışlar. Kanatları olmayan miniperi Lori ise maalesef miniperi hastalığına yakalanmış. " Birkaç miniperinin gözlerinden akan yaşı görebiliyordum. Ben de kendimi ağlamamak için zor tutuyorum açıkçası. "Küçük Lori'nin perisi ve arkadaşları onun kanatlarını bulacaklarına dair ona söz verip başlamışlar aramaya. Fakat talihsizlikler peşini bırakmamış bu miniperinin. Meğerse miniperi kanatları koparıldıktan bir hafta sonra toza dönüşüp yok oluyormuş." Artık gözümden akan yaşları tutamıyordum. Gözlerimi her kapattığımda birkaç damla gözyaşı akıyordu yanaklarımdan. "Ama üzülmeyin, Lori'nin kanatlarını geri getirecek bir şey bulmuşlar. Bu şey sihirli bir taşmış. Bu taşa giden yolculukta bir bilmece ile karşılaşmış periler. Bu tatlı, küçük ve çaresiz miniperinin hayatını kurtarabilecek o taşın bilmecesini çözebilecek kadar bilge kişi ise kraliçeniz Aça'dır. Bu nedenle lütfen kraliçenizin yerini söyleyin. " "Şuan akşam yemeği saati ve büyük ihtimal yemek yiyordur, peri dostlar. " Ağlamayan tek tük kişilerden biri nihayet cevap verdiğinde çok sevinmiştim. Çağla zaferle bana bakıp gülünce bende gülümsedim ve gözyaşlarımı elimle sildim. "Hoşgeldiniz peri dostlarım. Buyrun arka bahçede oturalım orası daha geniştir." Aça uçarak sarayın arka kısmına giderken bizde kanatlarımızı çırparak onu takip ettik. Burası çok güzel bir bahçeydi. Bizim için bile gayet büyük bir süs havuzu vardı ve etrafına rengarenk minderler yerleştirilmişti. Rengarenk ve çeşit çeşit çiçekler ortama muazzam bir hava verirken Alice göz hizzama gelip ufak bir tebessümle konuşmaya başladı. "Kusura bakmayın buyrun oturun diyemiyorum." Ufaktan sırıttığımda Aça'da güldü ve ciddilelerek devam etti. "Miniperi halkıma anlattığınız hikayeyi dinledim. Sanırım bir bilmece çözmeniz gerekiyormuş. Fakat ne yazık ki size yardım edemem." Bir anda şaşırıp birbirimize baktığımızda sözlerine devam etti. "Üzgünüm fakat evren taşı gibi çok güçlü bir maddeyi bir bilmeceyle saklıyorlarsa bu bilmeceyi yalnızca evren taşına ulaşmak isteyen çözmelidir, Yardım almadan. Bu sebeple maalesef size yardım edemem, ilkbahar perisi Ayçıl." Aça uçarak geldiğimiz yöne doğru giderken bir an durdu ve bana baktı. Bana gülümsedikten sonra ortadan kayboldu. "Bu neydi şimdi" Çağla şaşkınlık ve sinir arası bir duyguyla söylenirken Aça'nın gittiği yerden gözlerimi nihayet ayırdım ve perilere, yol arkadaşlarıma döndüm. "Bu bilmeceyi biz bulmalıyız ve bu işte yalnızız. Ben bunu anladım." Dedim kararlı bir sesle fakat Aras bu güzel ortamı bir şekilde bozmayı başardı. "Of peki. Tamam bilmeceyi buluruz bulmasına da önce yemek yesek?" Herkes gülerken kafamı gülerek olumlu olarak salladım ve uçmaya başladım. Periler de peşimde gelirken gökyüzünden ihtiyaç kapısını bulduğumuz göleti gördüm. "Bence burada bir şeyler yiyelim Ayçıl. Hemen yola çıkarız zaten varmamıza da az kaldı." Dedi Aras "Bence de Aras. Burada inip bir şeyler yiyelim." Hepimiz yavaşça yere süzüldükten sonra Gökay'ın sesini duydum. "Hadi biz de yiyecek bir şeyler bulalım." Her seferinde onlar çalışıyor ve biz burada sohbet ediyorduk. Bence birazda biz çalışmalıydık. "Bence bu sefer biz meyve aramaya çıkalım baylar. Siz burada durun biz yakında geliriz, değil mi kızlar. Hem çok yoruldunuz siz, sıra bizde." "Evet bence de biz az sonra geliriz." Dedi Laçin içtenlikle gülümseyerek. Gökay kaşlarını çatmış bana bakıyordu. "Olmaz. Biz meyve toplarız siz burada bekleyin. Orman güvenli değil." Çağla sinirle atladı. Gezegenin en feminist kızıydı. "He size güvenli ama bize değil öyle mi?" Gökay sesini yükseltmeye başladı. "Biz kendimizi koruyabiliriz hem sizin elinize kıymık falan batarsa sizinle uğraşamayız." "Ay öyle mi, sen de mi böyle düşünüyorsun Aras?" Laçin atarlı bir şekilde sorunca Aras'ın bir anlık korktuğunu görsem de hemen kendini toparladı. "Evet böyle düşünüyorum Laçin. Siz burada kalıyorsunuz, biz gidiyoruz." "Hayır efendim, biz gidiyoruz, siz kalıyorsunuz. Hadi kızlar." Çağla avazı çıktığı kadar bağırınca Gökay ve Aras neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Sinirli adımlarla biraz yürüdük ve hemen ardından uçarak erkeklerin şaşkın ve kızgın bakışlarından kurtulduk. "Şu erkeklerin kendilerini her işin altından kalkabileceklerini düşünmesinden nefret ediyorum. Hepimiz periyiz yani onların bizden ne gibi bir üstünlüğü var anlamıyorum doğrusu." Çağla kendi kendine söylenmeye devam ederken Laçin lafa girdi. "Kızlar bakın aşağıda meyve ağacı var. Hava kararmadan saraya dönmek istiyorsak acele edelim hadi." Laçin'in işaret ettiği meyve ağacına baktığımda görünen tek meyve ağacı olduğunu fark ettim. Etrafında hiç meyve ağacı yoktu, ama o meyve verebilecek kadar kendinden emindi. Aşağı süzülüp toplamaya başladık. Bu bir şeftali ağacıydı ve şeftalileri aşırı tatlı görünüyordu. Topladığımız şeftalileri çantamıza koyuyorduk ve elimizden geldiğince acele ediyorduk. "Bence bu kadar yeter hadi gidelim artık." Çağla'nın sözü üzerine kafamı salladım. "Tamam canım şu şeftaliyi de alayım geliyorum." Onlar giderlerken şeftaliyi koparttım ve ağacın hemen önündeki toprak bir anda kare bir çukura dönüştü. Çukur içine hava çekerken beni de girdap gibi çekmeye başladı. Çığlık attığımı duyan Çağla ve Laçin hızla yanıma gelip ellerimden tuttuklarında var gücümle kanat çırpmaya başladım. Fakat çok hızlı çekiyordu beni içine. Şeftalilerin de ağırlığıyla ne kadar çabalasam da o karanlık çukura düştüm. Son hatırladığım şeyse iki kişinin de benle o karanlık ve bilinmezlik dolu çukurun dibine çarpışıydı. Zaten karanlık olan çukurda benim de gözlerim karardı ve bayıldım. *** Gözlerimi açtığımda karanlıkla yüzleştim. Ne kadar uzadığını bilmediğim korkunç bir karanlık gibi geliyordu bana. Neler olduğunu hatırlamam ise birkaç saniyemi aldı. Az önce yaşanan her şey tek tek gözümün önünde belirdi. Hatırladıklarıma göre arkadaşlarım da burada, bu karanlığın içinde olmalıydılar. "Laçin, Çağla! burada mısınız?" diye seslendim karanlığa doğru umutla. Fakat duyduğum tek şey sessizlikti. Arkadaşlarım benimle beraber bu çukura düşmüşlerdi ama burada değillerse neredelerdi? Bütün bunlar neden benim başıma geliyordu ki? Neden halktan herhangi biri değildim de bir prensestim? Belki de yakınmam gereken asıl şey bu değildi. Kardeşimle neden düzgün bir iletişimimizin olmamasıydı. Kardeşimi severdim. Hayatımın ilk beş yılı bana çok güzel davranmıştı, ya sonra? Beni öldürmeye kalkan bir canavara dönüştü. Beni sadece krallık için harcamış olabilir miydi? Öz kız kardeşini. Yoksa bunun arkasında benim bilmediğim başka bir sebep mi vardı? Kafamdaki sorularıma cevap bulamayınca yavaşça ayağa kalktım fakat hem karanlığın hem baygınlığın etkisiyle başım döndü ve tekrar yere oturmak zorunda kaldım. "Çağla! Laçin! Hadi ama çocuklar bu hiç komik değil. Neredeyseniz çıkın ortaya." Artık ne kadar zaman geçtiğini kestiremiyordum. Ellerimle etrafımı yavaşça yokladım fakat hiçbir şey bulamadım. Sürekli bağırıyor fakat kimseye sesimi duyuramıyordum. Boğazımın artık tahriş olduğunu hissedebiliyordum. O sırada Karanlığa alışmış gözlerime bir ışık vurdu. Yüzüme narince vuran ışığın önünde ise bir peri vardı. Gözlerimi kısıp periye baktığımda hemen onu tanıdım. Beni iki yıl boyunca hapseden peri şimdi de peşimi bırakmamış, bu çukurda beni esir almıştı. Sessiz bir şekilde dudaklarını kıpırdattı. Yüzünde gram duygu yoktu. Sadece konuştu. "Kardeşim" Sesi oldukça net ve en ufak bir duygudan dahi yoksundu. Boğazımın acısını hiçe sayıp var gücümle ondan hesap sordum. "Ne kardeşimi ya ne kardeşimi. Yetmedi değil mi iki yıl boyunca yaptıkların. Daha ne istiyorsun benden? Al canımı da kurtulayım senden nolur. Yeter artık bıktım ben, yıldım ben yeter!" Artık hüngür hüngür ağlıyordum. Artık yetmişti. Beni bu dünyada kimse anlayamazdı çünkü benim yaşadıklarımı kimse yaşamamıştı. Ancak seninle aynı şeyleri yaşamış biri anlar seni, diğerleri sadece destek olabilir o kadar. "Hayır pek sevgili kardeşim, seni öldürmeyeceğim. Senden özür dilemeye geldim ben. Çünkü biliyorum ki yanınıza gelsem beni dinlemeyeceksin. Ben de başka çare bulamadım Ayçıl. Lütfen yaptıklarım için beni affet. Gerçekten çok pişmanım." Gözlerinde pişmanlık aradım. Duygusuz sesine karşın bana karşı bir şefkat aradım, ama yoktu. Korkak adımlarla yanıma geldi ve elini omzuma koydu. Hala ağlıyordum ama kardeşime inanmak da istiyordum. Pişman olmadığını gözlerinden anlamıştım ama bunu onun bilmesine gerek yoktu. Elini kalkmam için uzattı ve ben de hala akmakta olan gözyaşlarımı elimin tersiyle silip Solis'in yardımıyla kalktım. "Noldu Solis, neden özür diliyorsun şimdi? Bana acı çektirmekten çok keyif alıyormuş gibi görünüyordun." Yüzü aniden yumuşadı. Sanki bir tiyatro sahnesine çıkmadan önce rolüne giriyormuş gibi birden değişti. "Lütfen bana yaptığım o korkunç şeyleri hatırlatma Ayçıl. Gerçekten pisliğin tekiyim. Bana bağır, çağır ama ne olur bana güven. Taht kavgamız artık bir sona ersin istiyorum. Taht senindir canım kardeşim. Fakat ne olur insaflı ol, benim sana yaptığım kötülükleri yapma bana." Ben artık bu tür oyunlara gelmem. Kaç yıllık kardeşimi iyi tanırım doğal olarak. Ah canım abla demeye utandığım ablam. Daha ne istiyorsun benden? Ne verebilim ben sana daha fazla? Oyunlarından ve dalaverelerinden gerçekten çok sıkıldım. Bakalım bunun altından ne çıkacak. "Peki sana neden inanayım Solis? Sadece sana güvenmem için bir neden söyle bana." Bir an gerçekten donup kaldığını gördüm ve sonrasında kocaman gülümsedi. Canım ablam rolünün hakkını gerçekten veriyordu. "Sana bilmecenin cevabını verebilirim Ayçıl." O an başımdan aşağı kaynar sular akmıştı. Solis bilmeceyi nerden biliyordu, bilemezdi. Bildiği her şey unutturulmuştu ona. O zaman neden evren taşı ile Emesya'nın sahibi olmaya çalışmamıştı? Kafam artık gerçekten çok karışmıştı. "Sen bilmeceyi nerden biliyorsun? Bilemezsin!" "Biliyorum Ayçıl. Ben bilmeceyi de, cevabı da gayet iyi biliyorum. Hafızamı silmeden hemen önce bir defterime bilmeceyi ve cevabını yazmışım. Sadece o kadarımı hatırlıyorum. Daha yeni gördüm defterimde o yazıyı." "Peki sana nasıl güvenebilirim? Ya bizi bir tuzağa götürürsen?" "Seni tuzağa götüremem çünkü bilmecenin cevabı senin alanını gösteriyor." "Nasıl yani?" "Evet canım kardeşim, bilmece sarayı gösteriyor. Evimizi..." O sırada Solis'in arkasından sesler gelmeye başladı. "Ayçıl sakın inanma ona. İnanma hiçbir söylediğine." Bu en yakın arkadaşım Çağla'nın sesiydi. Hemen arkasından Laçin de geliyordu. "Kızlar bir dakika durun lütfen." Boğaz ağrım hafiften kendini gösterse de hemen buradan gidemezdim. Gerçekleri öğrenmem gerekiyordu. "Hayır Ayçıl bu kızın tek kelimesine inanma. Gel gidiyoruz biz çıkışı bulduk." dedi Çağla Solis'e yandan bir bakış atarak." Çağla ve Laçin beni geldikleri yere sürüklerken tek kelime edemedim. Hızla sürüklediler beni ve birkaç tünelden sonra bir merdivenin önüne geldik ve bu korkunç yerden çıktık. Dışarı çıktığımda yanaklarımdaki yaşlar kurumuş, ağlamaktan şişen gözlerim kendine gelmeye başlamıştı. Boğaz ağrımsa biraz daha hafiflemişti. Laçin ve Çağla bana kaşları çatık ve endişeli bakıyorlardı. En sonunda oluşan sessizliği Laçin bozdu. "Ne dedi sana, yine hangi yalanları uydurdu?" "Ben, bu sefer yalan olduğunu sanmıyorum." Gerçek buydu. Başka türlü Solis'in bilmeceyi ve evren taşını bilme ihtimali yoktu. Bilmeceyi de cevabını da biliyordu. "Gerçekten onun doğruları söyleyebileceğine inanıyor musun Ayçıl? Gerçekten inanamıyorum sana!" dedi Çağla şoka girmiş bir biçimde. "Hayır tam olarak doğruyu söylediğini sanmıyorum ama dediği bir tek şey doğru gibi geliyor bana. Bilmecenin cevabı sarayda, evimizde. Annem bana hep evimizde büyük sırların olduğunu söylerdi ama asla ne olduğunu söylemedi. Hep üstü kapalıydı anlattıkları. Biliyorum kızlar, ne olur inanın bana. O cevap sarayda bir yerlerde." Şüpheyle birbirlerine baktıktan sonra kafalarını bir yukarı bir aşağı salladılar. "İyi ama sarayda nerde? Kocaman sarayın içinde küçücük taşı nasıl bulacağız?" Laçin'e verecek bir cevabım olmasını çok isterdim fakat benim de hiçbir fikrim yoktu. "Bilmiyorum ama önce çocukları bulalım. Kim bilir ne kadar merak etmişlerdir bizi." dedim. Her ne kadar bizi sinir etselerde onlar arkadaşlarımızdı. "Evet haklısın, zaten hava karardı. Kim bilir ne kadar merak etmişlerdir bizi." dedi Laçin hayallere dalarak. Çağla ise sırıtarak cevapladı. "Sanırım Arastan bahsediyorsun, değil mi Laçinciğim?" "En azından benim kalbim biri için atıyor. Yaşlanınca senin gibi kedileriyle konuşan bir peri olmaktansa evlenirim daha iyi." Sanırım işler kızışıyor. "Laçin tamam sakin ol, sana da şaka yapmaya gelmiyor. Hemen tavır alıyorsun. Madem ilerde evlenmek istemeyip kedileriyle yaşamak isteyen biriyle arkadaşlık etmek istemiyorsun, bunu açıkça söyleyebilirsin." "Arkadaşlar tamam sakin olun." dedim fakat ikisinin de beni dinlediğini düşünmüyorum. "Ben sana seninle arkadaşlık etmem mi dedim acaba? Lafı dolandırıp durma." O sırada birkaç kanat çırpma sesi duydum ve o tarafa döndüğümde onları gördüm. "Aras, Gökay! nerelerdeydiniz?" Tam zamanında gelmişlerdi yoksa burası birazdan er meydanına dönecekti. İyi ama bunlar neden bu kadar ciddi tartışmışlardı ki? "Biz mi nerelerdeydik, şaka mı yapıyorsun? Heryerde sizi aradık. Hiçbir yerde yoktunuz. Nereye kayboldunuz siz? Ödümüz koptu Solis size bir şey yaptı diye." Gökay çok sinirli görünüyordu. Aynı zamanda korkmuştu. Gözlerinden anlaşılıyordu. Direkt olarak bana bakıyordu. Gözlerimi anında kaçırıp kızlara baktım ve kısa süreli bakışmamızdan sonra tekrar çocuklara baktık. "Yani, sanırım... Biraz öyle olmuş olabilir." Çocuklar şaşkınca bana döndüler ve korktukları belliydi. Sessizliği bitiren ise Arastı. "Ne demek istiyorsun Ayçıl, Solis sizi yakaladı mı, nasıl kaçtınız ondan, size zarar verdi mi? Eğer sizin saçınızın teline zarar verdiyse tanrı şahidim..." "Tamam Aras sakin ol hiçbir şeyimiz yok bize bir zarar vermedi." "Ne yaptı o zaman kaçırıp Ayçıl, anlatsana!" dedi Gökay, sinirliden çok endişelenmiş görünüyordu. Gözü sürekli anlam veremediğim bir biçimde benim üzerimdeydi. Sanki iyi olduğuma emin olmak istermiş gibi. "Özür diledi." "Özür mü diledi?" herkes aşırı şaşkın bir şekilde bana bakıyordu. Cevap vermem gerektiğini hissettim ve Solis ile olanları anlattım. "Yani uzun lafın kısası bence o taş sarayda. Oraya gitmemiz gerek. Bilmeceyi hatırlayan var mı?" Aras sessizce bilmeceyi söylemeye başladı. "Aradığınız taşı bulmak için Bir de ağlama sesi eklendi Kimseye vermezdi kolyesini "İşte bu" diye mırıldandım. "Ne oldu Ayçıl? Fısıldamadan konuş." diye söylendi Laçin. "Buldum." Herkesin gözleri bana kilitlendi. "Ne buldun?" "Hızla saraya gidelim. Anlatamam göstermem lazım. Hadi hızlı olmalıyız." Direkt havalandığımda diğerleri de peşimden geldiler. Son sürat saraya giderken havanın kararması umurumuzda değildi. Şuan umrumda olan tek şey Lori idi. Benim tatlı miniperim nasıl da korkmuştur ben gelmeyince. Kesin umudunu kaybetmeye başlamıştır. Az kaldı canım miniperim. O evren taşını bulup senin o güzel gökyüzü mavisi kanatlarını geri getireceğim. Yemin ederim ki bunu yapacağım Lori. Senin ölmene asla izin vermem. Asla! *** Herkese yeniden merhaba canımın içleri. Uzun zaman sonra yeni bölümle geldim. Biraz fazla uzun sürdü farkındayım ama telafi etmeye çalışacağım. Çok uzatmadan sorulara geçelim diyorum. En önemli soru, sizce bilmece nereyi gösteriyor? Solis bilmeceyi nereden biliyor? Ve son olarak iki kız arkadaş bir anda neden bu kadar hiddetlendiler? NEDENN? Evet, anlaşıldığı üzere en aklıma yatan soru sonuncu soru çünkü kaos varr. Hepinize iyi akşamlar diliyorum ifenim görüşmek üzeree<3 |
0% |