Yeni Üyelik
8.
Bölüm

6.Bölüm

@esmos.m

Yola koyulduğumuzda Çağla ve Laçin arasında hala bir gerginlik vardı. Nedenini merak ediyordum fakat şuan sormak için doğru zaman olmadığını hissediyordum.

Yolda hızla uçarken artık hava çoktan kararmıştı. Kimseden çıt çıkmıyor ve hızla uçmaya devam ediyorduk. Bazen Laçin'in Çağla'ya olan ters bakışlarını yakalasam da bu konuyu açmamıştım. Zaten kendini hazır hissettiğinde konuşur diye düşünüyordum.

Duyulan tek ses çırpan kanatlarımızın sesiydi. Yarım saatlik bir yolun ardındaysa sonunda saraya gelmiştik. Hiç vakit kaybetmeden kucağımdaki çantayı yere bırakıp revir odasına doğru koşturdum.

Kapıyı hızla açtığımdaysa gözyaşlarımı tutamadım. Revir odasının miniperilere özel olan kısmında, küçük bir yatağın içinde yatıyordu benim küçük Lorim. Onu o kadar çok özlemiştim ki. Yavaşça ismini fısıldadım miniperimin.

"Lori, tatlım, ben geldim bir tanecik miniperim."

Yavaşça ve halsizce gözlerini araladı ve yüzünde tatlı bir tebessüm oluştu.

"Ayçıl! Seni çok özledim. Kanatlarını almışsın. Çok sevindim buna. Peki ama benim kanatlarım nerde?"

Yutkunamadım. Kendimi çok bencil hissetmiştim. İçten içe öyle olmadığını biliyordum fakat kendimi gerçekten bencil gibi hissediyordum. Ne olursa olsun o kanatları bulacaktım. Ne pahasına olursa olsun.

Ben bunları düşünüp kendimi suçlarken Lori de anlamış olacak ki onun da yüzü düştü.

"Bulamadınız, değil mi?" Kırılmıştı, bunu hissetmiştim.

Ona gerçek hikayeyi, kanatlarının yok olduğunu anlatamazdım. Hasta haliyle bunu kaldıramazdı. Her ne kadar bunu yapmak hoşuma gitmese de Lori için ona yalan söylemek zorundaydım.

"Daha bulamadık maalesef. Ama çok az kaldı. Yakında bulacağız. Biraz daha zamana..." Lori sözümü kesip bir anda beklemediğim bir şekilde bağırmaya başladı.

"Burada ne işiniz var o zaman? Kendi kanatlarını aldın ve benimkileri boş verip bir an önce sıcacık yatağına, büyük tahtına dönmek istedin değil mi? Bu kadar mıydı senin sevgin, sadakatin? Hepsi senin yüzünden oldu. Bıraksaydın Solis'e tahtı. Benden daha mı önemliydi. Değil mi ama, ben kimim ki? Senin gözünde değerim var mı? Hiç sanmıyorum."

O an öyle bir buz kestim ki, kıpırdayamıyordum. Gözümden yaş dahi akmıyordu. Ama içimde bir yerlerde belki de haklıdır düşüncesi vardı. Onu sevmemem konusunda değil, hepsinin benim yüzümden olması. Bu doğruydu. Tüm olanların tek suçlusu bendim.

Sessizliğin ardından Lori tekrar konuşmaya başladı. Hala bağırıyordu.

"Ağlasana hadi! Ağlayamıyor musun? Suçunu biliyorsun çünkü değil mi? Her şeyin tek sorumlusu olduğunu biliyorsun."

Onu tanıyamıyordum. Belki de hep böyle düşünüyordu fakat hiç dile getirmemişti. Bir şey diyemedim. Odada başka kimse yoktu. Saat gecenin bilmem kaçıydı. Yerimden zor bela kalkıp odama doğru koştum. Kulaklarımda ise Lori'nin cümleleri yankılanıyordu.

"Senin gözünde değerim var mı? Hiç sanmıyorum."

Koridorda odama doğru koşarken gözümden bir damla yaş geldi.

"Benden daha mı önemliydi?"

Sonra bir damla daha ve bir damla daha...

"Ağlasana hadi, ağlayamıyor musun?" Gözlerimi ise sımsıkı kapatmıştım. Sanki şuan yaşanan şeyi inkar etmeye çalışır gibi. Sanki ben görmezsem zaman akmayı bırakacak gibi geliyordu. Fakat ne zaman akmayı bıraktı, ne de kafamdaki sesler sustu.

"Sus artık sus!" Canım çıkana kadar ağlamaya başladım. Gözyaşlarım sel gibi akana kadar, göz pınarlarımın her zerresi kuruyana kadar...

"Her şeyin tek sorumlusu olduğunu biliyorsun."

Odama gittim, yattım, uyuyamadım, uyumaya çalıştım, yine uyuyamadım, kalktım, yine yattım, yatakta sağa döndüm, sola döndüm fakat her şeye rağmen bir türlü uyuyamadım. Böyle böyle nihayet güneş doğdu fakat benim güneşim daha da çok battı.

Saatin kaç olduğundan bir haberdim. Umurumda da değildi açıkçası. Kapının tıklatılma sesiyle irkildim. Bu ses saatler sonra ağlama ve hıçkırık seslerimin dışındaki duyduğum ilk sesti.

Cevap vermedim fakat kapının ardındaki kişinin de cevap istermiş gibi bir hali yoktu. Kapıyı hızla açtı. Gelen Aras idi.

"Ne oldu ufaklık sesin soluğun çıkmıyor, ne zaman aramaya devam edeceğiz şu taşı?"

O an kafamı Aras'a çevirdim ve gözlerimin şişliğini gördü.

"Ufaklık! İyi misin sen?

"Aras..." Dün olanlarla ilgili tek kelime edemedim. Ağlayacak mecalim kalmamıştı artık. gözlerimi kapattım Aras'ın beni kollarıyla sarmasına izin verdim.

Bir cevap beklercesine yüzüme bakıyordu ama benim verebileceğim bir cevap yoktu.

"Tamam ne olur sakin ol, her ne için bu kadar kötü olduysan geçeceğine eminim. Her şeyi, her sıkıntıyı nasıl beraber atlattıysak bunu da beraber atlatacağız merak etme."

"Aras, ben bencil miyim?"

Sanki yıllardır kendi sesimi duymamış gibiydim. Kendi sesim bana yabancıydı, tıpkı eski benin de bana yabancı olması gibi. O sırada Aras bana anlamayarak baktı.

"Ayçıl sen neyden bahsediyorsun! Sen benim tanıdığım en bencil olmayan kişisin. Sen sırf krallığını korumak için direndin Solis'e. Ya sen Lori'yi kurtarmak için gece gündüz çalışıyorsun ve kendine bencil mi diyorsun?"

"Lori böyle düşünmüyor ama."

İçten içe Aras'ın haklı olduğunu biliyordum fakat yine de Lori'nin o laflarından sonra kendimden nefret etmeye başlamıştım.

"Lori şuan hasta ve psikolojisi hiç iyi değil, bunu da biliyorsun. Şuan onu dinleme, sen çok özelsin. Ben senin kadar temiz kalpli birini hayatım boyunca tanımadım. Biliyorsun Ayçıl, sen benim ilk aşkımsın."

Biraz durdu, düşündü ve sözlerine devam etti.

"Beni Laçin ile yakıştırdığınızı biliyorum Ayçıl. Belki Laçin de böyle düşünüyordur ama o asla senin gibi olamaz. "

Bir süre yere baktıktan sonra kafasını kaldırdı ve devam etti.

"O senin gibi olamaz fakat ben artık sana karşı arkadaşlıktan başka bir şey hissetmiyorum Ayçıl, ben artık Laçin'i seviyorum, aşığım ona."

Artık gözyaşım tamamen durmuş pür dikkat Aras'ı dinliyordum. Nasıl o kadar kısa sürede dikkatimi dağıtabilmiş hiçbir fikrim yoktu ama onun adına çok mutlu olmuştum. Laçin de Aras'ı seviyordu çünkü. Umarım bu kadar sevilme şansını ben de yakalardım.

"O da seni seviyor Aras, inan bana." O an gözlerinin içi öyle bir parladı ki ilk defa Aras'ı böyle görüyordum.

"O zaman ben artık gideyim de bir Lori'ye bakayım. Özledim çok tatlışımı."

"O benim tatlışım değil mi ya?"

"Senin tatlışın benim tatlışımdır ufaklık." Bu çocuk nasıl bu kadar çabuk yüzümü güldürebiliyor hiç anlamıyorum.

Aras kapıdan çıkarken yine kendi dertlerimle baş başa kalmıştım. Aras haklıydı ve Lori hastaydı. Bu yüzden psikolojisinin kötü olması ve herkesi suçlaması gayet normaldi. Ben neden saatlerdir Lori'nin kanatlarını aramaktansa ağlıyordum ki? Hemen toparlanıp yerimden kalktım.

Bilmecenin cevabını yolda bulmuştum zaten. Hemen annemle babamın yatak odasındaki fotoğraf çerçevelerinin olduğu duvara gittim. Annemin yeni doğan fotoğrafına baktım.

Emesya'nın kraliyet ailesindeki her bebek doğum mevsimine göre yeni doğan fotoğrafı çekinir. Bebek doğduğunda mevsim ilkbaharsa çiçek, yazsa kum taneleri, sonbaharsa sararmış yapraklar, kışsa yapay kar taneleri yatağın etrafına serpiştirilir ve ortaya bebek konarak fotoğraf çekilir. Bunun amacıysa bebekler büyüdüklerinde doğayla bütün olmasıdır.

Annem 3 Eylül'de doğmuştu. Bu sebeple yatağının üzerinde turuncu yapraklar olan bir fotoğraf çekmişlerdi. Ellerimi çerçevede biraz gezdirdikten sonra çerçeveyi elime alıp arkasına baktım. Taşı bulmayı beklerken elime bir kağıt parçası geldi. Heyecanla elime aldım ama hemen açamadım. Sonunda ilk bilmeceyi çözmüştüm. Başka bir şey var mı diye çerçeveyi kontrol ettiğimde içinde bir kolye buldum. Gümüş grisi zinciri ve ucunda su yeşili ufak bir taş vardı.

Bilmecede bahsettiği uzun merdiven sarayın merdiveniydi. Turuncu yaprakların şırıltısı da annemin yeni doğan fotoğrafıydı. Ağlama sesi de bebek sesi. İyi ama bilmecedeki kolye? Bilmecenin şimdiye kadarki kısmında annemden bahsediyordu. Belki de annemin kolyesini anlatmaya çalışıyordu. Bu kolye annemin sürekli taktığı ve asla çıkarmadığı kolyeydi. Belki de evren taşı bu kolyeydi. Peki bu kağıt? Hemen açıp okumaya başladım.

"Bu kolyeyi kaybetme sakın.
Çünkü artık kraliçe olmalısın.
Bir kutu var geleceği değiştirecek.
İçindekini kim alırsa Emesa'yı yönetecek.
O taş girecek ufacık deliğe
Fakat bunun için olman gerek kraliçe"

***

"Nasıl yani, başka bir bilmece daha mı?" Diye sordu Laçin. Bilmeceyi bulduğum gibi herkesi toplantı odasına çağırmış ve bilmeceyi göstermiştim.

"Evet bir bilmece daha" cebimdeki kolyeyi çıkarttım. " ve zarftan bir de bu çıktı." Çağla kolyeyi elimden aldı ve incelemeye başladı.

"Ne bulmayı bekliyorsun da bakıyorsun acaba Çağla" dedi Laçin ve kolyeyi Çağlanın elinden aldı. Çağla kollarını birbirine bağlayıp çokbilmiş bir şekilde Laçin'e baktı.

"Sen sanki çok şey anlayacaksın." Çağla bana döndü. "Sıradan bir kolye işte Ayçıl, biz neyine bakıyoruz ki bu kolyenin?" Aras söze girdi.

"Tanrı aşkına Laçin, herhangi bir kolyeyi böylesine önemli bir bilmecenin yanına neden koysunlar ki?"

"Belki unutmuşlardır." Herkes gülerken Gökay çok düşünceli görünüyordu.

"Kolyeye bir bakabilir miyim Laçin?"

"Tabii ki." Laçin kolyeyi Gökay'a uzattı.

"Bak Laçin, bazıları rica etmesini biliyor. Senin bilmediğini yani." Çağla Laçin'in az önceki davranışına imada bulunduğunda tekrar hepimiz gülmeye başladık fakat Laçin'in yüzü düşmüştü.

Çok da umurumuzda değildi açıkçası. Son zamanlarda gülmeye o kadar ihtiyacım vardı ki... Hep bir koşuşturma, hep bir ciddi konular vardı hayatımızda. Artık şu işleri bir an önce çözüp ailemle mutlu mesut yaşamak istiyordum. On sekiz yaşımdan öncesini tekrar tekrar yaşayabilsem keşke.

Büyümek insana çok güzel gelirdi eskiden. Artık ailen önemli konularda konuşacakları zaman seni odana göndermeyecekti, yatma saatin olmayacaktı, dışarıda istediğin kadar dolaşabilecektin ve en önemlisi artık insanlar sana küçük çocuk muamelesi yapmayacaklardı.

Ama öyle olmadı.

Büyüdükçe daha az güldün, daha fazla ciddi oldun, sorumlulukların arttı, artık bakman gereken bir ailen var ve çocukluk sorunlarından büyüyerek kaçabilmene rağmen yeni sorunların giderek artıyor. Oysa küçükken hayalini kurduğum ben mutluydu.

"Ben sanırım bunun ne olduğunu biliyorum." Düşüncelerimden Gökay sayesinde ayrıldığımda dikkatle ne diyeceklerini dinlemeye başladım.

"Ne peki?" Heyecanla sorduğumda bakışları bana döndü.

"Kraliyet tacının bulunduğu sandığın anahtarı bu taş."

"Nasıl yani! Kraliyet tacı ne alaka?" Dedi Laçin şaşkınlıkla.

"Bilmiyorum ama annem Luna krallığının tacını göstermişti bana. Bir sandığın içindeydi ve yalnızca tek bir taşla açılabileceğinden bahsetmişti. O taş ise annemin boynunda olan kolyenin ucundaydı. Kolye ve taş aynı buna benziyordu." Elime bilmecenin yazılı olduğu kağıdı aldım ve tekrar tekrar okudum.

"İşte bu, bir taç giyme törenine ihtiyacımız var!" Çağla şaşkınca bana döndü.

"Tatlım süslenmeyi çok severim yani bana hava hoş ama sence zamanı mı gerçekten?"

"Çağla benim miniperim hasta, yani durduk yere zaten parti verecek havada değilim fakat bilmeceye baksana. 'Bir kutu var geleceği değiştirecek, İçindekini kim alırsa Emesya'yı yönetecek.' Kraliyet tacından bahsediyor işte."

"'Bu kolyeyi kaybetme sakın, Çünkü artık kraliçe olmalısın.' Burada da kolyenin sandığı açtığını anlatıyor olmalı." Dedi Aras düşünceli bir sesle. Bu sefer Laçin söze girdi.

"Peki ya son kısım? 'O taş girecek ufacık deliğe, Fakat bunun için olman gerek kraliçe.'"

"Yine sandıktan bahsediyor olabilir." Diyerek fikir yürüttü Gökay. Bugün herkes zehir gibi.

"Olabilir." dedim. "O zaman taç giyme töreni hazırlıklarına başlasak iyi olacak. Çünkü sanırım kraliçe olacağım."

"Evet kraliçe oluyorsun!" diye bağırarak bir anda üzerime atladı Çağla. Sonra bir anda bir detayı hatırlamış gibi bana bakakaldı. "Peki ya sonra ne olacak?"

"Hiçbir fikrim yok. Bu bilmece sadece bana kraliçe olmam gerektiğini söylüyor. Bu sebeple kraliçe olacağım. Ondan sonrasına da sanırım törenden sonra bakarız."

***

Muhafızlarla ve saray hizmetlileriyle taç giyme töreninin detaylarını konuştuktan sonra iki gün sonrasında yapılmasına karar verdik. Büyük salon bu muhteşem tören için hazırlanıyordu ve son derece gösterişli olmasına özen gösteriliyordu. Aslında bu tören Emesya krallığında kraliyet ailesi arasında bir çatışmanın çıkmadığını ve her şeyin yolunda olduğunun bir sembolüydü. Kesinlikle bir çatışma vardı fakat halkın bunu öğrenmesi paniğe yol açar ve kaos ortamı oluştururdu. Halkın önünde güçlü olmalıydık. Herkesin önünde yıkılmadığımızı ve her şeyin tekrardan eskisi gibi olacağının izlenimini vermeliyiz.

Şuanda ise toplantı gününün akşamındayız ve kraliyet taçlarının bulunduğu odadayız. Kraliçe tacının bulunduğu sandık tam olarak önümde ve taç tam anlamıyla muhteşem. Gümüş renkli kıvrımları dallar gibi birbirine girerken her kesiştikleri noktada ışıl ışıl parlayan elmas parçaları yer alıyor. Çok fazla yüksek olmasa da her dalı çok fazla birbirlerine giriyor ve muazzam bir görüntü oluşturuyor. Tacın tam ortasındaysa yeşil ve diğerlerine kıyasla daha büyük, görkemli bir taş var.

"Çok güzel." dedim büyülenmişçesine. Yanımda hayran gözlerle taca bakan Gökay nakışlarını bana çevirdi.

"Bence de çok güzel." Gözlerimi Gökay'ın gözlerine çevirdim.

"Bence daha az klişe olmayı deneyebilirsin, Gökay."

"İlk tanıştığımızda öyle demiyordun, Ayçıl."

"Ne yani beni düşürmeye mi çalışıyorsun, Gökay?"

"Tabii ki hayır. Ben sadece nazik olmaya çalışıyordum, Ayçıl.

"Yani sadece nazik olmaya çalışıyordun, aslında güzel değilim. Öyle mi, Gökay?

"Bana klişe diyene bakın; bir de sen artık beni sevmiyorsun de tam olsun, Ayçıl." Dalga geçiyordu.

"Sen benim soruma cevap ver, Gökay." Bana biraz daha yakınlaştı ve ellerimi tuttu. Artık fısıldıyordu.

"Çok güzelsin, Ayçıl." Benden uzaklaştı. "İstediğin oldu mu prenses?"

"Kesinlikle." dedim ve kıkırdadım.

"Ayçıl, ben özür dilemek istiyorum. Sana 'burada yeterince zaman harcadım.' dememeliydim. Ben bunu gönüllü olarak yaptım ve sana sanki bunu istemiyormuşum gibi davranmam yanlıştı. Ben Emesya'da kaldığım ve senin yokluğunda idare ettiğim her işten gurur duyuyorum. Bundan asla pişman olmadım ve senin her zaman yanındayım. Bunu bilmeni istiyorum. Her ne olursa olsun." Sanırım onu affetmem gerekiyor.

"Bana karşı açık olduğun için teşekkür ederim. Seni affediyorum ve bundan sonra arkadaş olabileceğimizi umuyorum."

"Sadece arkadaş mı?" Dudaklarını büzdü ve kesinlikle ona yakışmıyordu.

"Evet, sadece arkadaş Gökay. Daha fazlası olmayı aklından bile geçirme. Çünkü bu asla olmayacak. O aklından neler geçirdiğini görebiliyorum çünkü." Gülmeye başladım.

"Hayır, kesinlikle aklımdan düğün günümüzü geçirdiğimi göremezsin."

"Gökay!" diyerek sitem ettiğimde ağzındaki hayali fermuarı çekti.

"O zaman diğerlerinin yanına gidelim mi, Ayçıl?"

"Gidelim tabii, Gökay."

"Bu isim söyleme olayını sevdim. Çok eğlenceli." Dedi Gökay

"Kesinlikle, bence de." Beraber kraliyet tacı odasından çıkıp diğerlerinin yanına, bahçe yürümeye başladık.

Bahçeye, arkadaşlarımızın yanına geldiğimizde taç giyme töreni hakkında biraz konuştuk fakat Çağla ve Laçin anlam veremediğim bir biçimde birbirlerine çok soğuk davranıyorlardı. Aralarında bir problem vardı fakat bunu anlayamıyordum. İkisi de çok yakın arkadaşlarımdı fakat ikisinin de bana hiçbir şey anlatmaması açıkçası beni biraz kırmıştı. Bende onla bir şey anlatmayana kadar onlara sormamaya karar verdim.

Ardından elbisem seçildi, ayakkabılarım seçildi ve taht odasının bütün süslemeleri bitti. Mavi renginde uzun, gösterişli ve oldukça kabarık olan bir elbisem vardı. Bana göre fazla gösterişliydi fakat bunun taç giyme töreni için daha uygun olacağını söylediler.

Straplez olan elbisenin bel kısmında, elbiseyle aynı renkte kalın bir kuşağı vardı. Göğüs kısmından kuşağa kadar kumaş katmanlıydı. Etek kısmına ise rengarenk taşlar işlenmişti. Ayakkabılarım ise ince topuk ve gümüş rengindeydi. Elbisenin eteğinde olan rengarenk taşlardan ayakkabılarımda da vardı.

Nihayet taç giyme töreni gelip çattı. Odamda masama oturmuştum ve uzun kahverengi saçlarım yapılıyordu. Saçlarım yarım topuz yapıldı ve hizmetliler tarafından elbisem giydirildi. Makyajımı da kusursuz bir şekilde yaptıklarında artık hazırdım. Kendimi hem oyuncak bebek hem de hiçbir işini yapamayan hasta bir peri gibi hissediyordum.

Saate baktığımda taç giyme töreninin zamanının geldiğini gördüm ve taç sandığının anahtarı olan annemin kolyesini boynum taktım. Fakat artık benim kolyemdi. Keşke bu günü görebilselerdi diye düşünmeden edemiyordum.

Ayağa kalkıp yüzüme ciddi bir ifade yerleştirdim. Tek tek merdivenlerden indim ve taht odasına doğru yola koyuldum. Yanıma iki tane saray muhafızı geldiğinde hiç istifimi bozmadan yürümeye devam ettim. Nihayet taht odasının kapalı kapısının arkasındaydım.

Sonunda var olma sebebimi gerçekleştirebileceğim gün gelmişti.

Bugün kraliçe olacaktım.

Bugün büyüdüğüm gün olacaktı.

Bugün hayatımın dönüm noktasıydı.

Kapalı olan kapıyı sağımda duran muhafız açtığında tüm gözler beni bulmuştu. Yavaş ve dikkatli adımlarla kırmızı ve süslü halının üzerinde yürürken insanların fısıldaşmaları kulağıma geliyordu.

"Ne kadar da göz kamaştırıcı olmuş değil mi?"

"Prensesin ailesi kaybolmuş, kızı da bundan istifade ederek tahtı alıyor. Ne bencillik ama..."

"Prensesin bu kadar güzel olduğunu bilmezdim."

"Prenses çok kibirliymiş gibi duydum."

"Ne kadar da ciddi bakıyor, şunun bakışlarına bakın. Kesin merhametsizin tekidir."

Nihayet tahtın önüne geldiğimde kral tahtının kaldırıldığını fark ettim. Yalnızca tek bir taht ve tek bir hükümdar vardı. Ailem aklıma geldi, burada benim gibi nasıl yürüdüklerini düşledim. Burada olmasalarda onları yanımda hissettim. Yaşayıp yaşamadığını bilmediğim ailemi çok özlemiştim.

Gözlerimi birkaç kez kırpıp gözyaşlarımı geri gönderdiğimde seyircilere döndüm. Herkes pür dikkat beni izliyordu ve eminim ki birçoğu hata yapmam için fırsat kolluyordu fakat bu fırsatı onlara vermeyecektim.

Hemen yanımda duran kraliyet bilgini avcunu açtığında boynumdaki kolyeyi çıkartıp avcuna koydum. Kolyenin ucundaki taşı sandığın oyuğuna yerleştirdi ve sandık açıldı. Tacı orda bırakıp bana döndüğünde yemin törenine başladı.

"Emesya'nın kral ve kraliçesi sayesinde şahlanan Emesya krallığının yeni kraliçesi olarak halkını refaha kavuşturmaya yemin ediyor musun?"

"Ediyorum!"

"Zamanla değişen kraliyet şartlarına rağmen halkını korumaya ve gözetmeye yemin ediyor musun?"

"Ediyorum!"

"Hiçbir kimsenin hakkına girmeden ve kimseyi birbirinden ayırmadan eşitlik ve adaleti sağlayacağına yemin ediyor musun?"

"Ediyorum!"

"O halde seni; veliaht prenses Ayçıl, Emesya krallığının kraliçesi ilan ediyorum."

Tacı eline aldı ve özenle başıma yerleştirdi. Salondaki davetlilerin hepsi ayağa kalkıp beni alkışladılar. Aralarında beni sevmeyenler de vardı, arkamdan konuşanlarda. Fakat artık bana saygı duymak zorundaydılar.

Ben artık onların kraliçeleriydim.

"Durun lütfen! Beni anlamıyorsunuz. İçeri girmeliyim!" Bağrışmaların ardından kapı büyük bir gürültüyle açıldığında ben dahil herkes büyük bir şaşkınlıkla kapıya doğru bakıyorduk.

"Solis? Senin ne işin var burada?"

Ne istediğini bilmiyordum, buraya neden geldiğini de. Fakat bildiğim tek şey ablamın karşısında artık eski kardeşi yoktu. Belki de bu savaşın bittiğini düşünerek gelmişti buraya. Fakat hiçbir zafer bu kadar kolay kazanılmamalıydı. Ortada bir zafer varsa; acı da vardı, çaresizlik de vardı, zorluklar da vardı. En önemlisiyse ortada bir zafer varsa, yenilgi de vardı.

***

Tekrar merhaba canlarımm. Kesinlikle çok ciddi bir bölüm oldu. Hemen sorulara geçelim istiyorum.

Sizce Çağla ve Laçin'in arasındaki gerginlik neden?

Çok değerli Lorimizin bu davranışı hakkındaki düşünceleriniz neler?

Ayçıl ve Gökay arasındaki etkileşim hakkında ne düşünüyorsunuz? Bence harikalar <3

Son olarak taç giyme törenine baskın yapan Solis neden gelmiş olabilir?

Sorularım bu kadar canlar hepinize iyi geceler. Öptüm bayy. <3

Loading...
0%