Yeni Üyelik
10.
Bölüm

8.Bölüm

@esmos.m

Kardeşimle eskiden çok yakındık. Aramızdaki yaş farkına rağmen beni yanından hiç ayırmazdı. Fakat sonra kıskançlıkları kardeş sevgisine ağır bastı ve sırf tahta çıkabilmek için beni harcadı. Tabii ki başaramadı ve Emesya'nın kraliçesi ben oldum. Şimdi de tam bir yüzsüz gibi taç giyme törenimde saraya gelip benimle konuşmak istediğini söylüyor. Ne kardeş ama!

Lori'nin yanından ayrıldıktan sonra mahzene inip Solis'in yanına geldim. Tüm o Laçin-Çağla tartışmalarından sonra onunla tek başıma konuşmaya karar verdim. Mahzenin gri taşlarının yanından geçerken sağ taraftaki parmaklıkların ardında birini gördüm.

Hücrenin köşesinde; kendini olabildiğince küçültüp kollarıyla bacaklarını sararak yerde oturan, koyu kumral ve oldukça zayıflamış bir adam duruyordu. Solis'in elinden ilk kurtarıldığım günlerde Solis'in kaçmasının sebebi olan muhafızı yüzündeki kirlerden ve dağılmış saçından az daha tanıyamayacaktım. Transa geçmiş gibi bir ileri bir geri sallanıyordu. Üzerindeyse beyaz olduğu, kirlerinden dolayı zar zor anlaşılan bir parça kumaş vardı.

Hemen arkamdaki muhafıza bir el hareketi yaparak yanıma çağırdım.

"Bu muhafız ne zamandır burada?" Gözlerimi hücredeki muhafızdan ayıramıyordum. Verdiğim cezanın yerinde olup olmadığını sorgulamaya başlamıştım. Yanıma gelen muhafızın ise gözleri ileri doğru bakıyordu ve sopa yutmuş kadar dik ve heybetli duruyordu.

"Sizin emir verdiğiniz andan itibaren dediklerinizi harfiyen uyguladık majesteleri."

"Peki. Şimdi de muhafızı hücresinden çıkartarak en güzel şekilde bakılmasını, en lüks misafir odasına alınmasını ve ben çağırdığım zaman çalışma odasına gönderilmesini istiyorum." Yanımdaki muhafız bir anda şaşırsa da bunu belli etmemeye çalıştı.

"Emredersiniz kraliçem, izninizle." Dedikten sonra selam verip mahzeni terk etti. Bense yanımda kalan diğer muhafızlarla birlikte mahzenin daha da derinine indim ve en sonunda Solis'in bulunduğu hücrenin önünde durdum.

Onun bu halini görmek bana keyif vermeliydi, ama vermedi. Sarı ve uzun elbisesinin buraya düşmeden önce çok güzel olduğuna emindim fakat şimdi sahibinin kalbi gibi siyah lekeler bürümüştü her yanını. Kız kardeşimin o eskiden çok sevdiğim güneş sarısı saçlarıysa birbirine dolanmıştı. Benim hapis olduğum zamanki halimden kötü olmasa da oldukça berbat görünüyordu.

Beni gördüğünde ise ayaklanıp yanıma gelmeye çalıştı. Fakat bu seferde kaçamasın diye ayak bileğine takılan zincir buna izin vermemişti. Yere düştüğünde bir daha kalkmak için çabalamadı. Sadece yerde diz çökerek küçük kardeşlerine yenilgisini kabul eder gibi yere bakıyordu.

"Neden geldin Solis? Anlatacaklarını dinlemeyi çok isterim." Sözlerim, ufacık bir ses bile duyulmayan ortamdaki sessizliği bıçak gibi kesti. Solis'in yutkunduğunun sesini işittiğimde benden korktuğunu fark ettim.

"Ben özür dilemeye geldim kardeşim. Sana birkaç gün önce de anlatmaya çalışmıştım fakat arkadaşların buna engel oldular. Kardeşim ben gerçekten..." Sağ elimi kaldırarak lafını kestim.

"Bu kadar yeter! Solis seni affetmemi bekleme benden, bunu yapamam. Fakat cezanı hafifletmen için bir yol sunacağım sana." Merakla bana bakıyordu. Gözlerindeki yaşlar, tek bir göz kırpışında yanaklarına süzülecekmiş gibi duruyordu.

"Arkadaşlarımın arasındaki sana bilgi veren kişiyi itiraf edersen, seni ömür boyu burada tutmak yerine babamın yaptığı gibi sürgün ederim. Ve başka bir ülkede ömrün boyunca mutlu mesut yaşayabilirsin. Ayrıca ben zaten bana ihanet eden kişiyi biliyorum. Bu sebeple ilk yanlış cevabında ömür boyu hücre hapsini garantilemiş olursun. Umarım anlatabilmişimdir." Bir anlığına yüzünde şaşkınlık gördüm fakat hemen ardından kendini toparladı. Canım kardeşim nasıl da iyi tiyatrocu ama(!)

"Ama kardeşim..." Devamını getirmesine müsaade etmeden hiddetle bağırmaya başladım.

"Birincisi bana kardeşim deme çünkü benim ablam öldü. İkincisi bu kadar erken davranma, bence sen yarına kadar güzelce bir düşün." Yanımdaki muhafıza döndüm. "Solis'e güzel bir akşam yemeği hazırlayın. Hazırlayın ki beyni açılsın ve daha doğru kararlar verebilsin." Son olarak Solis'e baktım. "Bu konuşma burada bitmiştir." Dedikten sonra onu orada tek başına bırakarak mahzenden çıktım.

Odama çıktığımda üstüme geceliklerimi giyip yatağıma yattım. Kurtulduğumdan beri o kadar çok şey yaşamıştım ki her gece yatağa yattığımda yaşadığım her şey gözlerimin önünden film şeridi gibi geçiyordu. Annem ve babamı çok özlemiştim. Ailemin artık hayatta olmama ihtimalini düşündükçe gözlerim yaşlarla doluyordu. Yatakta dizlerimi kendime doğru çekip sessizce ağlama başladım. Şuan annemin odama gelip her üzgün hissettiğimde yaptığı gibi her şeyin düzeleceğini söylemesine o kadar ihtiyacım var ki... Hemen ardından bana, annesinin anneme söylediği ninniyi söylerken uyuyakalırdım.

"Benim canım meleğim, üzmesinler seni.

Gözlerinden akan yaşlar, dönsün onlara geri.

Güzelim, çiçeğim, benim biricik kızım.

Rüyalarında seninleyim"

İstemsizce söylediğim ninni bittiğinde sol gözümden son bir yaş aktı ve uyuyamayacağımı anlayarak yataktan kalktım. Temiz havaya ihtiyacım vardı, bu sebeple üstüme az önce çıkardığım elbisemi giyip kendimi dışarı attım. Küçük göletin önünde geldiğimde ciğerlerime derin bir nefes çektim. Temiz havanın ciğerlerime dolduğunu hissettikçe bedenimi büyük bir huzur kapladı.

Her şey çok zordu. Fakat en zoruysa güçlü kalabilmekti. Yenilgiye boyun eğmemekti. Asıl mağlubiyet, yenilgiye boyun eğdiğin anda gerçekleşirdi. Yine ve yine o kadar yaşanan şeye rağmen gülümsedim. Bu gülümseme, acılarımı kabul etmemin gülümsemesiydi. Gülümsememle birlikte yanağımda bir damla gözyaşı hissettim. Her şeyi akışa bırakamazdım. Hayat, kendi kaderini kendi yazanlara güzeldi. Bende hayatın iplerini elime almalıydım. Yalnızca bu şekilde kazanan olabilirdim.

"Uykusu tutmamış sadece ben değilim anlaşılan." Başımı arkama çevirdiğimde Aras'ı gördüm.

"Çok düşünüyorsun ufaklık, hep öyleydin zaten." Derken yanıma kadar geldi. Bende hızla kendimi toparlayarak yerdeki minderleri gösterdim.

Beraber minderlere oturduğumuzda koskoca bahçeyi yalnızca birkaç küçük ateş böceği aydınlatıyordu.

"Bana diyene bakın, seni neden uyku tutmadı acaba?" Ben zaten çok düşündüğümü kabul ediyorum, sen etmiyorsun diye dedim ben." Gözlerimle 'Diyorsun!' bakışı attıktan sonra Aras bilmiş bir tavırla ellerini iki yana açtı.

"Sen neden uyuyamadın peki Ayçıl?" Derin bir nefes aldım.

"Hangi birini söylememi istersin Aras?" Biraz duraklayıp devam ettim. "Çok korkuyorum. Birileri benim yüzümden zarar görecek diye ödüm kopuyor." Aras kaşlarını çattı.

"Birileri zarar görse bile, bu neden senin yüzünden olsun ki?"

"Çünkü tüm sorumluluklar benim üzerimde. Ayrıca Solis'e en başından tahtı verseydim belki..." Devamını getiremedim. Bakışlarım yerdeydi. Aras ellerini çeneme getirip başımı yukarı kaldırdı ve kendisine bakmamı sağladı.

"Ne olursa olsun, kim zarar görürse görsün bunların hiçbiri senin suçun değil. Anladın mı beni? Eğer tahtı Solis'e verseydin, eğer o kadar zayıf olsaydın işte o zaman başımıza gelenler senin suçun olurdu. Fakat sen direndin ve belki de hepimizi tutsak olmaktan kurtardın. Ayrıca tahttan vazgeçseydin, Solis'in seni bırakacağını mı sanıyorsun? Hiç sanmıyorum. Bu yüzden kendini suçlama artık, lütfen."

Sözlerini bitirdiğinde kollarımı Aras'ın boynuna sararak ona kocaman sarıldım. Sırtımdaysa Aras'ın nazik ellerini hissettiğimde gerçekten güvende olduğumu hissettim. Güvende olduğunuz yer yalnızca aşık olduğunuz kişinin kollarında olmak demek değildir. En yakın arkadaşlarınızın kollarında da güvende olabilirsiniz. Bir insanın birden fazla evi olabilir ve Aras, benim güvenli evlerimden bir tanesi.

Dakikalar sonra ayrıldığımızda yüzlerimizde naif bir gülümseme vardı. Aras'ın gözlerinin içine baktıkça onunda benden kalır yanı olmadığına emin oldum. Kesinlikle gülmek için kendini zorluyordu.

"O zaman şimdi de sizi dinliyorum Aras bey, sizi uykularınızdan alıkoyan nedir?"

Sorumdan rahatsız olmuşçasına kıpırdandı. Onu daha önce hiç bu kadar düşünceli görmemiştim.

"Beni boş verelim şimdi. Sen daha iyiysen daha fazla soğukta durmamıza gerek yok. İstersen içeri geçelim artık." Konuyu dağıtmaya çalışıyordu fakat ben bu numaraları yemem.

"Hayır efendim, sen derdini anlatmadan ben buradan kalkmıyorum. İstersen sabaha kadar aynı şekilde oturabiliriz." Benim inadımın ne kadar kuvvetli olduğunu bildiğinden hemen pes etti.

"Laçin ve Çağla'ya canım sıkkın işte. Pek araları hemen düzelecekmiş gibi durmuyorlar."

"Haklısın, açıkçası bu konu benimde kafamı kurcalıyor." Yere dönük olan gözlerimi Aras'a çevirdim. "Solis'e yarına kadar fırsat verdim. Eğer aramızda gerçekten bir hain varsa bunu söyleyecek. Söylemezse de bu onun yapacağı en büyük hata olur."

Aras gözlerini benden kaçırarak yere bakmaya başladı. Eminim ki sevdiği kadının hain olma ihtimali onu gerçekten yıpratıyordur. Çağla'nın veya Laçin'in Solis'e bilgi sızdırması ihtimali beni de çok üzüyor ve bunun olması isteyeceğim son şey bile değil. Fakat eğer ikisinden biri bu işin içinde ise en ağır şekilde cezalandırılacak. Bu Aras içinde çok zor olsa da bu ihtimali göz ardı etmemesi gerekiyor.

"O zaman ufaklık, ben yatmaya gidiyorum. Sana iyi uykular. Sende çok geçe kalma yoksa üşütürsün burada." Ve yine hep yaptığı gibi sorunlarından kaçıp kendi kabuğuna çekildi. Kim bilir kafasından neler geçiyordur. Bende de daha fazla üstüne gitmedim. Nasıl olsa anlatmak istediğinde anlatır diye düşündüm.

***

Güneşin doğmasıyla birlikte gözlerimi açtım ve tüm gerçekler her sabah olduğu gibi yüzüme çarptı. Kapımın hemen dışındaki muhafıza kahvaltımın hazırlanması emrini verdikten sonra banyoya girerek küvetimde güzel bir duş aldım. Ardından pembe, kabarık bir elbise giydim ve gelen kahvaltımı yiyip saçlarımı taradım. Odamdan bir hışımla çıktıktan sonra arkamdan gelen muhafızları görmezden gelerek mahzene doğru yola koyuldum.

"Günaydın kraliçem." Merdivenlerden inerken duyduğum Laçin'in sesiyle arkama baktım ve yanıma doğru hızla merdivenleri inmesini izledim. Sanki dünkü tartışmamızı unutmuş gibi son derece güler yüzlüydü. Bende aynı güler yüzlülükle cevap verdim.

"Günaydın Laçin. Sen bu kadar erken saatte kalkmazdın sanki. Güneş daha yeni doğdu. Nereye gidiyorsun bu saatte?"

"Majesteleri, benim sizden bir isteğim olacaktı."

"Tabii ki, yapabileceğim bir şeyse neden olmasın? Dinliyorum." Birkaç saniye tereddüt ettikten sonra konuştu.

"Ben... Ben sizle beraber Solis'in sorgusuna gelmek istiyorum, sizde uygun görürseniz tabi."

İyi de neden sorguya gelmek istemişti ki? Daha önemlisi ben gelmesine izin vermeli miydim. Bence en iyisi ilk sorguyu tek başıma yapmak. Böylece birileri beni manipüle etmeye çalışamaz.

"İlk sorgulamayı tek başıma yapmak istiyorum Laçin. Fakat belki ilerleyen zamanlarda görüşmenize izin verebilirim. Solis'e sorman veya söylemen gereken bir şey mi vardı?" Bir anlığına paniğe kapılır gibi olsa da hemen toparladı.

"Yok, hayır. Sadece neler söyleyeceğini merak etmiştim, o kadar."

"İyi günler o halde."

"İyi günler kraliçem." Dedikten hemen sonra merdivenleri çıkmaya başladı. Bende tekrardan mahzene doğru yürümeye başladım."

Mahzende Solis'in hücresinin önünde durdum. Dünkü hali ile pek bir farkı yoktu. Dünden beri çok düşünüp doğru kararı vermiş olmasını umarak konuşmaya başladım.

"Solis? Bakıyorum da yine kaçmamışsın. Geçen sefer kaçmana yardımcı olan arkadaşın bu sefer de seni kaçırır diye düşünmüştüm oysaki."

Söylediklerim onu pek hoşnut etmemiş gibiydi. Acaba bu hoşnutsuzluğunun sebebi gerçekten onu birinin kurtaracağını düşünmesi ve kurtarmaması mıydı, yoksa sadece bu soruyu sormamdan rahatsız olup beni kraliçe olarak görmeye tahammülü mü yoktu? Cevap vermeyeceğini anlayarak direkt konuya girdim. Daha fazla onunla muhatap olmak istemiyordum.

"Umarım dün geceden beri güzelce düşünmüşsündür. Bu soruyu bir kez soracağım ve eğer inanmazsam cezan belli." Parmaklıklara biraz daha yaklaşıp sorumun her bir kelimesini batırarak söyledim. "Sana bilgi sızdıran ve yakınımız gibi davranan aramızdaki hain kim?"

Solis oldukça kararsız görünüyordu. Bense ona düşünmek için fazla bile zaman verdiğimi düşünüyordum.

"Ayçıl, bana kimse yardım etmedi. Ben sadece... Sadece kaçmanın bir yolunu buldum." Oturduğu yerden yalnızca kafasını kaldırmış bana bakıyordu. Onun dışında konuşurken yüzünde ufacık bile mimik oynamıyordu.

"Peki, nasıl bir yol buldun o zaman? Bunu da anlatmak ister misin?" Gözlerini tekrar yere dikip birkaç saniye bekledi. Tereddüt ediyordu. Söylemek üzere olduğu şeyi söylediğinde çok şey değişecekmiş gibi hissediyordum.

"Ben, bunu söyleyemem Ayçıl. Çok tehlikeli. Emin ol, bu senin iyiliğin için." Alaycı bir şekilde güldüm.

"Acaba sen ne zamandan beri benim iyiliğimi düşünüyorsun, sen beni aptal mı sandın? Aramızdaki haini söylememek için uydurduğun bir oyundan başka bir şey değil bu söylediğin." Sesim tahmin ettiğimden daha gür çıkmıştı.

"Hayır kardeşim anlamıyorsun. Sakin olup..."

"Kardeşim deme bana!" Artık bağırıyordum. Fakat sakinleşmem gerektiğinin farkındaydım. Açıkçası daha ne gibi yalanlar uyduracağını merak ediyordum. Derin nefesler alıp verdiğimde kendimi daha iyi hissettiğime karar verdim ve kapattığım gözlerimi açıp Solis'in gözlerine baktım.

"Peki, seni dinliyorum. Bildiğin her şeyi anlat. Ve çabuk olsan iyi edersin."

Gözleri yenilgiyi kabullenmişçesine yere bakmaya başladı.

"Babam beni sürdükten sonra günlerce kendime kalacak bir yer aradım. Yeni evim diyebileceğim bir yer aradım ve bir mağara buldum. Oldukça derin bir mağaraydı ve yerden çok yüksekte, bir dağın içindeydi. İçine girip yere oturdum. Yorgunluktan oracıkta uyuyakalmışım. Gözlerimi sabah açtığımda başımda dikilen yaşlı bir kadın gördüm. Çok kısa boyluydu ve boyuna göre de oldukça kiloluydu." Sanki olanları hatırlamaya çalışır gibi kaşlarını çatmıştı.

"Gri saçları vardı ve giydiği siyah cüppenin şapkasından zar zor belli oluyordu. Fakat beni asıl şaşırtan şey ise kanatlarının olmayışıydı." Bende kaşlarımı çatmıştım. Bu hikaye kesinlikle ilginçleşiyordu.

"Ona kim olduğunu sorduğumda bunun önemsiz olduğunu söyledi. Açıkçası bende çok korkmuştum ve daha fazla üstelemedim."

"O kadar yükseğe nasıl çıkmış kanatları olmadan?" Başını olumsuz anlamda salladı.

"Söylemedi." Biraz duraksayınca sitemkar bir sesle konuştum."

"Peki bunun konumuzla ne alakası var?" Tekrar bana baktı. Bakışlarında hem korkuyu hem korkusuzluğu gördüm."

"Çünkü o yaşlı kadın bana insanları yönetebilme yeteneği verdi." O anda donup kaldım. Sanki beynim, şimdiye kadarki Solis ile olan bütün anılarımda söylediklerini yalanlayabilecek açıklar arıyordu.

"Bu sayede başındaki muhafızın, kilidi açmasını sağladın." Dedim düşünceli bir sesle. Başını olumlu anlamda salladı.

"Madem öyle bir gücün vardı, o zaman şimdiye kadar neden bunu gücünü yeniden kullanıp buradan çıkmadın. Ya da bana karşı kullanıp tahtı kolay yoldan elde etmek varken iki yıl boyunca ikimizi de süründürdün?"

"Açıkçası sana karşı kullanmayı denedim. Fakat sanıyorum ki bu, kan bağın olan kişilerin üstünde pek de bir etkisi yok." Artık gözlerinde korkudan çok korkusuzluk vardı. Aramızda bir hain yoktu fakat eğer Solis isterse herkes onun kölesi olabilirdi. Sanırım bundan sonra kimseye güvenemeyecektim.

"Peki şimdi neden çıkmıyorsun o hapisten? Buradan kaçabilecek gücün varsa neden kullanmıyorsun bunu?" Gözleri arkamda bir noktaya sabitlendi.

"İyi fikirmiş aslında." Dedikten sonra hemen yanı başımdaki muhafıza döndü. Muhafız Solis'in kilidini gözlerimin önünde açmaya başladı. Diğer muhafızlarda Solis'in kontrol ettiği muhafızın üstüne gelmeye başlayınca Solis bu seferde diğer muhafızlara dönüp onları da kontrolü altına aldı ve ben hiçbir şey yapamadım. Muhafız Solis'in ayak bileğindeki zinciri de açtıktan sonra sanki darmadağınık değil de sanki gerçek kraliçe oymuş gibi rahatça önce mahzenden, sonra da saraydan çıktı. Ben ise, Solis bunları yaparken sadece izlemek zorunda kaldım.

***

"Elimden ne gelirdi ki, koca bir orduyla tek başıma mı savaşacaktım? Solis saraydan elini kolunu sallaya sallaya giderken arkasından öylece bakakaldım."

Sabah Solis'in gitmesiyle birlikte arkadaşlarımı toplantı odasına çağırıp olan biten her şeyi anlattım. Anlattıklarım bittiğinde ise hepsi boş gözlerle birbirlerine baktılar. Kendine gelip ölüm sessizliğini bozan ilk kişi ise Laçin oldu.

"Çağla, ben çok özür dilerim söylediklerim için." Dedi Çağla'ya dönerek ve devam etti. "Belki de orada Solis senin zihninle oynuyordu. Benim zihnimle de oynuyor olabilirdi. Seni dinlemeyerek sana kendini açıklama fırsatı vermediğim için özür dilerim." Dedikten sonra Çağla'ya kocaman sarıldı."

"Önemli değil canım kardeşim. Bilemezdin ki böyle bir şey olabileceğini. Bende seni kıracak bir şey söylediysem özür dilerim." Diye ekledi Çağla dolu gözleriyle. Onları böyle görmek o kadar güzeldi ki... Ardından Aras canı sıkılmış gibi bir nefes verdi.

"Peki bundan sonra kime güveneceğimizi nereden bileceğiz? Solis herkesin aklına girebilir."

"Bilemeyeceğiz." Diye ekledi Gökay. Ardından devam etti. "Bundan sonra kimseye güvenemeyiz." Sağ eliyle saçlarını karıştırdı sıkıntılı bir şekilde. O sırada bir şey fark etmiştim.

"Solis görmediği kişileri kontrol edemez ki. Mahzendeyken gördüm, kurbanlarının akıllarına girebilmesi için göz teması kuruyordu. Ondan uzak durursak bizi kontrol edemez." Dedim neşeyle.

"İyi ama ondan nasıl uzak duracağız ki?" Diye atıldı Çağla ve devam etti. "Sonuçta herkesin zihnine girebilen birinden bahsediyoruz. Onu durduramayız."

"Aslına benim bir planım var. Solis'den uzun bir süre saklanamayacağımız ortada. O halde sorunun kaynağına inip o yaşlı kadını bulabiliriz. Belki de bize onun güçlerinden arınması için bir yol olduğunu söyler." Herkes birbirlerine bakmaya başladığında Gökay cevabını vermekten korktuğum o soruyu sordu.

"İyi ama Solis bizi dışarıda daha rahat bulamaz mı? Dışarı çıkmak bizi sadece açık hedef yapar."

"İşte bu yüzden tek başıma gideceğim." Herkes dehşete düşmüş gibi bana bakarken kimsenin konuşmayacağını anlayarak devam ettim.

"Solis'in üzerinde etkisi olmayan tek kişi benim. Ve Solis'in sahip olduğu bu gücü öğrendikten sonra rahatça evren taşını ve ailemi arayamayız. Bu sebeple tek gitmek zorundayım. Sizde benim için Lori'nin iyi olduğundan emin olursunuz."

"Saçmalama istersen Ayçıl, bizde geliyoruz tabii ki." İlk tepki Çağla'dan gelmişti.

"Evet ufaklık, hem daha önce hiç gitmediğin bir yerde hiç görmediğin cadı kılıklı bir kadını tek başına aramana izin vereceğimiz düşünme sakın." Dedi Aras hafif sitemkar bir sesle.

"Hem bizsiz başarabileceğinden de şüpheliyim." diye ekledi Laçin gülümseyerek. Bir süre sessizlikten sonra ise Gökay söze girdi.

"Sen ne dersen de, bizde geliyoruz." Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle arkadaşlarıma baktım.

"O zaman bugün güzelce dinlenin, yarın sabah yola çıkıyoruz." Dedim coşkuyla. Herkes beni ikna ettikleri için sevinirken ben onlarsız kaçma planları yapıyordum. Gece yarısı herkes uyurken saraydan kaçacaktım. Hem onları da tehlikeye atamazdım, hem de Solis'in gücü yüzünden kimseye güvenemezdim. En doğrusu buydu, döndüğümde beni anlayacaklardı.

Toplantı odası boşaldığında çalışma odama geçerek gitmeden önce yapmam gereken devlet işlerimi yapmaya başladım. O sırada kapım çalındı ve komutumla birlikte içeri bir muhafız girdi.

"Majesteleri dün emrettiğiniz gibi mahkuma en güzel şekilde hizmet edildi. Müsaitseniz ün arzu ettiğiniz gibi huzurunuza getirebilirim." Başımı olumlu anlamda salladıktan sonra muhafız odadan çıkarak içeriye mahkum muhafızı gönderdi. Muhafızın başı dik olsa da gözleri alabildiğince yorgundu.

"Hoşgeldin, ismini öğrenebilir miyim?" Muhafızın avuç içlerinin terlediği buradan bike görünebiliyordu.

"İsmim Felix, majesteleri." Sesi oldukça gür çıkmıştı. Uzun zamandır konuşmadığı, çatallaşmış sesinden belli oluyordu.

"Pekala Felix. Seni neden serbest bıraktığımı bilmek ister misin, ya da bir tahminin var mı?"

"Aslında majesteleri bir tahminim var." Sesi biraz daha yumuşamıştı.

"Nedir peki?" Diye sordum merakla.

"Kardeşinizin... Yani eski prensesin yeni öğrenilen gücüyle ilgili bir söylenti duydum. Acaba benim üzerimde kullanmış olma ihtimali mi sizi yeniden düşündürdü?" Ufak bir tebessüm yayıldı yüzüme.

"Güzel tahmin fakat doğru değil. Ben Solis'in gücünü henüz öğrenmemişken serbest bıraktım seni. Asıl neden şu ki, pişman oldum. Ayrıca bir şey fark ettim. Ben, senin benimle aynı cezayı çekmeni istedim. Fakat bu hiçbir zaman aynı ceza olmayacaktı. Çünkü ben esir altındayken bile prensestim ve esaret bitince kraliçe olacaktım. Ancak sen esaret altındayken hata yaparak iki yıl hüküm giymiş bir muhafızdın ve bittiği zaman ise ne ailen, ne arkadaşların sana aynı şekilde bakamayacaklardı belki de. Bu sebeple ben sana, kendi yaşadığımdan daha kötüsünü yaşatmaya çalışmış oldum. Bunun için de tüm içtenliğimle senden özür dilerim Felix."

Söylediklerim bittiğinde karşımdaki muhafız kelimenin tam anlamıyla donmuştu. Aradan geçen iki dakikanın ardından kafasında anca toparlayabilmiş gibi başını nazikçe eğerek söylediklerime cevap verdi.

"Majesteleri ben ne diyeceğimi bilemiyorum. Ben gerçekten çok teşekkür ederim." Dedikten sonra tam çıkacakken ekledim.

"Ve bundan sonra baş muhafız olmanı istiyorum Felix, tabi sende istersen." Önümde saygıyla eğilen muhafız titrek sesiyle konuştu.

"Memnuniyet duyarım efendim. Her şey için size minnettarım." Dedikten sonra ardından kapıyı kapatarak çalışma odamdan çıktı. Bende işlerimi halledip odama geçerek bu geceli yolculuğum için eşyalarımı çantama koymaya başladım. Umarım her şey yolunda gider ve geride bırakacağım arkadaşlarımı tekrar görebilirim.

***

Tekrardan selam herkese. Bu diğerlerinden 500 kelime kadar daha uzun bir bölüm oldu. Umarım uzun konuşmalar sizi fazla sıkmamıştır. O zaman hemen sorulara geçebiliriz.

İlk olarak Solis'in bahsettiği yaşlı kadın acaba kim?

Solis'in güçlerini elinden alabilecekler mi acaba?

Peki ya Ayçıl'ın Felix'e söylediklerinde katılıyor musunuz?

Son olarak Ayçıl'ın tek başına gitme fikrine sıcak bakıyor musunuz ve acaba yolculukta başına neler gelecek?

Sorularım bu kadardı. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere çoook değerli okurlarım. <3

Loading...
0%