Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm

@esranurozer

30.08.2019 Saat 17:45

Nasıl olduğunu bilmediğim bir deli cesaretiyle kaçtım. Öncesini, sonrasını ve olabilecek bütün ihtimalleri düşünmeden kaçtım. Kalabalığın arasında soluk soluğa hiç durmadan, hatta arkama bir kere bile bakmadan deli gibi koşuyordum. Aldığım nefes ciğerlerime yetmiyor, kalp atışımın sesi kulaklarımda çınlıyordu. Kendimi yıllarca ceza evine tıkılmış, ama sonra firar ederek özgürlüğüne kavuşan bir mahkûm gibi hissediyordum. Evet, özgürlüğüme koşuyordum ama ilk engelde özgürlüğümü kaybedeceğimi de biliyordum, ama yine de kaçtım.

Ben Ahu DEMİR kendi nişanımdan kaçtım. Melih KILIÇASLAN'IN beni önünde, sonunda yakalayacağını ve kendi cehennemine hapis edeceğini bildiğim halde kaçtım.

Üzerimde ben pahalıyım diye bağıran, ince askılı, bele kadar tam oturan, belden sonra genişleyerek aşağıya inen, sol bacağımın diz kapağına kadar yırtmacı olan, gece mavisi ve oldukça şık bir elbise vardı. Etrafımdaki insanların sorgulayıcı bakışları, benim kimden kaçtığım yönünde değil de bu şık ve pahalı elbiseyle neden kaçtığım yönündeydi.

Aslında birini durdurup yardım isteyebilirdim. Ama buna cesaret edemiyor etrafımda bulunan hiçbir insan evladına güvenmiyordum. Kendi başımın çaresine kendim bakmalıydım. Ayağımdaki topuklu ayakkabıların yüzünden, ayaklarım acımış ve isyan bayrağını çekmişti. Ama duramazdım, durmamalıydım. Bir an önce bu şehirden olabildiğince uzaklaşmalıydım. İşte tamda bu an, beynimin ve kalbimin aynı anda sesini duydum. "Annem" önce hissizleşen ayaklarım durdu, sonra kaburgalarımı parçalayacak kadar kalbimin hızı arttı. Her zaman buz gibi olan tenim bu defa yanıyordu. Her şey annem için değil miydi? Ben annem yaşasın diye seçmemiş miydim bu hayatı? Sırf bir kez olsun sesini duyabilmek için mahkûm olmamış mıydım? Sahi, ben annemi arkamda bırakarak başka bir hayata nasıl kaçabilirdim ki? Kaçamazdım dönmeliydim, kaçtığımı fark etmeden geri dönmeli ve annem için her şeye katlanmalıydım.

Arkamı dönüp geldiğim yöne doğru koşacaktım ki, biraz ileride elleri ceplerinde, koyulaşmış ela gözleriyle bana bakan Melih'i görmemle olduğum yerde kala kaldım. Ateşler çıkan koyu ela gözlerini, kahve gözlerime dikmiş öylece bakıyordu. Dizlerimin titrediğini hissediyordum. Ayaklarım beni daha fazla taşımak istemediğini resmen haykırıyordu. Bana üç yıl önceyi hatırlatıyor, tıpkı üç yıl önce olduğu gibi ayaklarım beni taşımak istemiyor, dizlerim titriyordu. Tek fark üç yıl önce çaresizlikten titreyen dizlerim şimdi ise korkudan titriyordu. Her şey ani gelişmiş ve bir deli cesareti ile kaçmıştım, ama yaptığım bu eylemden pişman olmam fazla uzun sürmemişti. Yemin etmiş gibi yerinden kımıldamayan ayaklarım Melih'in bana doğru her attığı adımda biraz daha titriyordu, ama asla bir milim bile yerinden kımıldamıyordu.

Melih, aramızda ki hatırı sayılır mesafeyi kapatıp tam önümde durdu. Başımı kaldırıp ela gözlerine baktım. Benim kahve gözlerimde korku varken, onun ela gözlerinde zafer dolu küçümseyici bir bakış vardı.

Aynı üç yıl önce olduğu gibi bana küçümseyerek ve zafer kazanmış gibi bakıyordu. Koyu ela gözlerinde var olan bakış üç yıl önce beni kendi cehennemine mahkûm ettiği günü hatırlatıyordu. Daha fazla dayanamayan ayaklarım yüzünden dizlerimin üstüne çöküp, hıçkırarak ağlamaya başladım. Tamda üç yıl önce olduğu gibi yine dizlerimin üstüne çökerek kendimi gözyaşlarıma teslim ettim.

***

07.04.2016 Saat: 15:50 

Gururumu hiçe sayarak annem ile beni yok sayan sözde babamın kapısına yardım istemek için geldim. Bu hayatta gururdan daha önemli şeyler vardı benim için "Annem" gibi, asla ama asla gururumu düşünecek durumda değildim. Annemin yaşaması için çok paraya ihtiyacımız vardı ve bu çok para bizde yoktu. Bütün birikimimizi ortaya koymuş, varımızı yoğumuzu satmıştık ama yinede tedavi için istenen paranın çeyreğini bile denkleştiremedik. Annem ansızın rahatsızlandı ve doktora götürdüğümüzde "Beyninde kötü huylu tümör" olduğunu öğrendik. Bu hastalığın tanımı, sinir sistemi destek dokusuna ait, özellikle beyincikte görülen kötü huylu tümör.

Annem bu hastalığa aniden yakalandı ve Türkiye'de donanımlı bir tedavisi yok, tedavi edilen hastalarda olumlu bir sonuçta görülmemiş. Bu nedenle annemin Fransa'ya gitmesi ve bu hastalıkta olumlu sonuçlar alan işinin ehli olan Profesör Antonia Robert'in annemi tedavi etmesi ve başarılı bir şekilde ameliyata alması lazımdı. Bunun içinde bizim çok paraya ihtiyacımız vardı.

Annem bu hastalıktan dolayı konuşma yetisini kaybetti ve ben annemin sesini duymadan geçirdiğim iki ayda bile dayanma noktamı çoktan yitirmiştim. Başka şansım yoktu, para istemek için başka hiç kimsem yoktu. Bursa'dan çıkıp İstanbul'a geldim, her şeye rağmen annem için geldim.

Altın sarısı ve krem renginin en koyu rengiyle döşenmiş, pahalı ve abartılı salonda tekli koltuğa oturmuş, karşımda sözde dedem ve babam olacak adamlara bakıyordum. Diğer tekli koltukta, sözde babam olacak adamın eşi Füsun Hanım oturmuş elindeki telefonuyla uğraşıyordu. Bakışlarımı ikili koltukta oturan sözde babamın iki oğluna çevirdim. Büyük olan açık kahverengi gözlü, esmer tenli ve sakallı olanın adı Tunç'tu. Diğeri de mavi gözlü, beyaz tenli ve sakalsız olanın adı Tekin'di sanırım. Tunç, aynı annesine benzerken Tekin, tıpkı babasına benziyordu. Tunç'un benden hoşlanmadığı apaçık ortadaydı. Keza ben de kendisinden ve bu ortamdan pek hoşlanmamıştım. Ama Tekin, olanın yüzünde gayette samimi bir ifade vardı ve bakışları beni inanılmaz derecede rahatlatıyordu.

Sessiz ve sıkıcı ortamda daha fazla dayanamayacağımı anladığımda lal olmuş dilimi çözmeye karar verdim ve birden konuştum. "Benim paraya ihtiyacım var." derin bir nefes alıp "Bu sebepten dolayı buraya geldim."

Sözde aile üyelerim bana şaşkın gözlerle bakıyorlardı, ama ben onların konuşmalarına müsaade etmeden tekrar söze girdim. "Annem çok hasta ve tedavi olması gerek, yeterince paramız yok her şeyi sattık ama annemin Fransa'ya gidecek ambulans uçağın ücretini bile zor denkleştirdik. İki aydır gözümün önünde eriyor, konuşma yetisini kaybetti ve ben daha fazla annemi böyle görmek istemiyorum. Annemi tedavi ettirmek için senden para istiyorum." Tek solukta cümlemi bitirdikten sonra sesli bir şekilde nefesimi dışarıya bıraktım. Sözde babam olacak kişinin cevap vermesini beklerken Tunç, daha önce davranarak; "Para istemek için mi geldin?" anlamaya çalışır gibi suratıma bakıyordu. Sadece başımı evet anlamında sallayarak onu yanıtladım.

Bu yanıtımdan sonra boğazından gelen güçlü bir kahkaha bıraktı. "Demek para istemek için geldin. " diyerek bir kez daha kahkaha attı. "Duydunuz mu para istemek için gelmiş?" Diyerek bağırdı, oturduğu yerden ayağa kalkıp bana tepeden bakmayı tercih etmişti. Ben ise ona cevap vermek yerine ifadesiz gözlerimi karşımdaki iki adama diktim. Bu gergin ortama dayanamayan Füsun Hanım, telefonuyla birlikte oturduğu yerden kalktı ve salondan uzaklaştı.

"Buraya sırf para istemek için mi geldin kızım?" dişlerinin arasından bir yılan gibi tıslayarak konuşan Tunç'a "Evet!" diyerek bağırdım. Yüksek çıkan ses tonumdan hoşlanmamış olacak ki bir adım bana attığında Tekin, söze girerek. "Abi yeter" diyerek Tunç'u durdurdu.

"Ne kadar paraya ihtiyacın var." Samimi bir ses tonuyla konuştu Tekin.

"Çok para... 150 bin dolar." Dedim, gözleri kocaman açıldı. "Gerçekten çokmuş."

Neyden bahsediyorlardı Allah aşkına, milyonlarla oynayan gayette zengin oldukça varlıklı bir aile olduklarını biliyordum. Bu para onlara koymazdı, sanki servetlerini istemişim gibi davranıyorlardı. Boğazımı temizleyip, kendimden emin bir şekilde. "Borç olarak istiyorum... Hayatımın sonuna kadar çalışıp borcumu öderim."

"Bu parayı sana veremeyiz. Senin buraya gelmemen gerekirdi." Diyerek bana doğru konuştu dedem olacak adam. Şaşkın gözlerle yüzümü bulunduğu tarafa çevirdim. Bir cam gibi parlayan mavi gözleri, oldukça ifadesiz bakıyordu. Yaşı en az altmış'ın üstünde duruyordu, ama oldukça dinç görünen bir yapıya sahipti. Bu kez bakışlarımı yanında duran sözde babama çevirdim, onunda gözleri tıpkı babası gibi maviydi ama cam gibi parladığı söylenemez daha çok soğuk bir buz parçasını andırıyordu.

Bakışlarımdan bir cevap beklediğimi anlayan sözde babam sonunda cevap vermek için ağzını açtı. "Neden buraya geldin Ahu?" derin bir nefes aldı. "Sana daha önce kaç kez buraya gelmemeni ve göz önünde bulunmaman gerektiğini söyleyeceğim." dedi sesi normal olmayacak kadar yüksek çıkmıştı.

"N-nasıl?" diye fısıldadım. Sanki az önce neden geldiğimi anlatmamışım gibi bana neden geldiğimi soran sözde babam olacak adama anlamsız gözlerle bakıyordum.

"Şöyle ki sevgili kardeşim, bittik biz hatta bu âlemden silindik biz. Demir'ler bitti kızım." Diyerek kendi kendine gülmeye başladı Tunç. Gözlerimi kapattım, bu iğrenç gülme sesini duymak istemiyordum. Beni daha da sinirlendiriyordu ve ben tahammül sınırlarımı çoktan aşmıştım.

"Ne demek paramız yok! Ne demek bittik biz!" Avazım çıktığı kadar bağırıyordum. "Annem ölecek diyorum sana!" diyerek birkaç büyük adımla, sözde babam olacak adamın yanına gidip tam önünde durdum. Sağ elimin işaret parmağıyla göğsüne vurarak konuştum.

"Sadece bir kez senden yardım istiyorum. Annemin ölmesini istemiyorum. Bu lanet hastalık için paraya ihtiyacım var ve sen bana benim param yok neden geldin neden göz önündesin diye zırvalıyorsun." Nefes bile almadan konuşuyordum karşımdaki adam bana kesinlikle bir uyarıda ya da karşılıkta bulunmuyordu. Benimde durmak ya da sakinleşmek gibi bir niyetim yoktu. Bağıracaktım, nefesim kesilene kadar da susmayacaktım.

"Sen annemin hayatını çaldın, umutlarını aldın, onu bütün zorluklarla baş başa bıraktın. Ama şimdi ölümün kıyısında olan anneme bir de sen vuruyorsun. Param yok diyorsun. Ölecek diyorum sana ya ölecek!" Gözlerimden akan yaşlardan dolayı bulanık görmeye başlamıştım. Ama yine de susmayacak içimdeki zehri kusmadan durmayacaktım. Omuzlarımı dikleştirip başımı kaldırdım ve buz kütlesi gibi soğuk mavi gözlerine, kahve gözlerimi diktim.

"Sen annemin sevgisini asla hak etmeyen iğrenç bir adamsın... Senden nefret bile etmiyorum... Çünkü sen, hayatımda tanıdığım en adi şerefsizsin." Lafım biter bitmez elini kaldırıp yanağıma tokat atması bir oldu. Yanağımdaki tokadın sesi Tekin ve Tunç'un aynı anda "Baba..!" diyerek çıkışmasına karışırken, ne olduğunu anlamadan Tekin beni kolları arasına aldı ve babasını itekledi. Babam olacak adam, daha hırsını alamamış olacak ki kırmızı görmüş boğa gibi burnundan soluyordu. Bana doğru bir hamle daha yapmak üzereydi ki salonda duyulan sert erkeksi ses buna engel oldu.

"CEVDET BEY!"

Salonun ortasına bomba gibi düşen sesin sahibini görmek için bakışlarımı girişe çevirdim. Karşımda sinirden çenesi kaskatı kesilmiş, kumral, kirli sakallı ve elanın en koyu tonu gözlere sahip olan yapılı ve uzun boylu bir adam vardı. Ne kadar süredir burada olduğunu ve tartışmamızın ne kadarını duyduğunu bilmediğim.

Oldukça pahalı duran siyah takım elbiseli uzun boylu adam, bir süre gözlerimin içine baktı ve bana doğru adımladı. Tam karşımda aramızda birkaç adımlık mesafe bırakacak şekilde durdu. Bakışlarını sol yanağıma indirdi. Bir süre yanağımda kalan bakışlarını çekmeden "Cık, cık, cık, Cevdet Bey!" dedi. Sesi buz gibiydi, gözleri bu kez kahve gözlerime çıktı.

"Kaç yanlış yaptığını sayamıyorum artık." Dedi. Sesi normalin üstünde uyarır bir tondaydı. Babam olacak adam söze girerek "Melih ben-" babam olacak adamın sesini sol elini havaya kaldırarak kesti karşımda gözleri koyu ela adı Melih, olan adam. Aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi de kapatıp, elalarını kahvelerimden ayırmadan " Ahu..." büyükçe yutkunup. "Sen Ahu olmalısın?" Sesi bir fısıltı gibi ama kendinden emin çıktı. Gözlerini gözlerimden ayırmadan, aslında bildiği ama benden duymak istediği cevabı bekliyordu.

Sadece başımı onaylar gibi salladım. Beklediği cevabı alan Melih, iki saniye kadar gözlerini kapatıp açtı. "Ufuk..." diyerek yüksek bir sesle hiç fark etmediğim arkasında duran birkaç adamlardan birine hitaben seslendi. Sarışın, yeşil gözlü, uzun boylu ve oldukça iri bir adam Melih denen adamın yanına gelip. "Buyur abi" dedi.

"Alın kızı!" dedi.

Gözlerini gözlerimden ayırmadan az önce adının Ufuk olduğunu öğrendiğim sarışın, yeşil gözlü adama beni işaret etti. Aldığı komutu yerine getirmek için sadece başıyla onaylayan Ufuk, bana doğru bir adım atar atmaz Tekin, kolları arasında duran bedenimi bir çırpıda arkasına alması, Tunç'un yanıma gelip bedenini bana kalkan olarak kullanması, sözde babam olacak adamın sarışın, yeşil gözlü Ufuk'un önüne geçip bana ulaşmasını engellemesi sadece saniyeler sürdü.

Dumura uğramış bedenim, bu olanları algılamaya çalışan beynim ve her an yerinden çıkacakmış gibi irileşen gözlerimle olan biteni anlamaya çalışıyordum. Etrafı anlamsız gözlerle süzerken, babam olacak adamın sesi bu eylemimi yarıda kesti. "Melih konuşalım Ahu sandığın kişi değil." Sesi titremişti. Melih, denen adam babam olacak adama cevap vermek yerine sadece kaşlarını havaya kaldırıp dudaklarını yukarıya doğru kıvırdı. Ellerini pantolonunun cebine koyup, bakışlarını Ufuk'a çevirdi ve başıyla beni işaret etti. Ufuk tek hamlede babam olacak adamı bir kenara itip bize doğru adımlamaya başladı.

Korkuyordum, bu iri adamlardan haddinden fazla korkuyordum. O kadar çok korkuyordum ki arkasına sığındığım Tekin'in kolunu morartacak kadar sıktığımın farkına varamayacak kadar çok korkuyordum.

Ufuk'un bize doğru her attığı adımda bizde bir adım geriye doğru gidiyorduk. Ta ki sırdım soğuk duvara değene kadardı bizim kaçışımız. Tekin arkasını dönüp sıcak denizleri andıran mavi gözleriyle kahve gözlerime sorun yok der gibi baktı. Ama sorun vardı. Tam karşımızda beni neden almak istediklerini bilmediğim iri cüsseli korkunç adamlar vardı ve sorun yok kavramına inanmam kesinlikle mümkün değildi. Kafamda oluşan düşünceler Tunç'un haykırır gibi çıkan sesiyle yarıda kesildi.

"Bas geri lan!" diyerek resmen kükredi. Ufuk bir an afallar gibi oldu ama kendini toparlaması sadece üç saniyesini aldı. "Tunç, zorluk çıkarma çekil." Diyerek Tunç'a doğru bir hamle yaptı. Tunç bir adım öne çıkarak "Çekilmiyorum lan! Gel de çek!" Diyerek Ufuk'un tam karşısında durdu. Ellerini kaldırıp yakasına yapışarak kafa atması bir oldu.

"Sikerim oğlum seni... Sana bas geri dedim." Diyerek bağırdı. Ufuk burnundan akan kanı sağ elinin tersiyle silerek ayağa kalktı. Arkasını dönüp Melih'in gözlerine onay bekler gibi baktı. Dedem ve babam kopacak kıyameti anlamışlar gibi benim bulunduğum tarafa geldiler. Yıllardır varlıklarını bana hissettirmeyen sözde ailem, şimdi beni bu karşımızda duran adamlara vermemek için etrafımda etten duvar ördüler.

Melih, hala pantolonunun cebinde olan elini çıkartıp işaret ve orta parmaklarını birleştirerek havaya kaldırdı. Arkasında duran ızbandut gibi adamlara havaya kaldırdığı eliyle bize doğru işaret yaptı. Arkada bekleyen adamlar buna Ufuk'ta dâhil olmak üzere sanki bu işareti bekliyorlarmış gibi bize doğru adımladılar. Bağırmak istiyordum, arkama bakmadan bu evden hatta bu şehirden olabildiğince uzağa gitmek istiyordum. Ama buna ne yere çakılmış gibi hissizleşen ayaklarım, ne etrafımı etten duvar gibi saran sözde ailem, ne de sebebini bilmediğim bir şekilde beni almak isteyen kötü adamlar izin vermiyordu.

Adamlar etrafımızı sardı biz beş kişiydik onlar Ufuk'ta dâhil olmak üzere yedi kişilerdi. Ama yine de savaş alanını terk etmemiş, beni kötü adamlara teslim etmemişlerdi. İlk konuşan dedem oldu. "Melih adamlarını al ve evimden git." dedi. Melih hiç oralı olmadı, hatta yemek masasının etrafında duran beyaz sandalyelerden birini çekip rahat bir şekilde oturdu. "Melih yanlış yapıyorsun. Ahu'nun olanlarla bir alakası yok." Dedi sözde babam.

"Ufuk..." gözlerini gözlerime dikti Melih. "Herkese nasıl davranacağını biliyorsun değil mi?" sesi emreder gibiydi. Ufuk biliyorum der gibi başını sallayınca Melih dudaklarını yukarıya kıvırarak, eğlenir gibi gülümsedi. "Güzel... Başlayın!" diyerek sert sesiyle emrini verdi.

Ufuk, "Tunç bende" diyerek Tunç'a bir yumruk savurdu ama savurduğu yumruk Tunç'un refleksleriyle havada kaldı. Tunç bu boşluktan yararlanarak var gücüyle Ufuk'un karnına tekme attı. "Her zaman seninim bebeğim," diyerek Ufuk'un yerden kalkmasını beklemeden bir tekme daha atacakken Ufuk, onu tekme atacağı ayağından yakalayarak yere düşürdü. İkisi birbirine hiç acımadan yumruk atarken, geride kalan altı adamdan ikisi babamı tutmuş ve neresine denk geldiğini önemsemeksizin yumrukluyordu. Babam olacak adamın çırpınışları ve ettiği küfürler kulaklarımda yankılanıyordu. Dedemi tutmaya bir kişi bile yetmişti. Çünkü kendisi dövüşemeyecek kadar yaşlıydı.

Tekin sadece beni korumakla meşguldü. Ama bilmiyordu ki boşta kalan iki adam onu etkisiz hale getirip, beni almak için bir akbaba gibi bekleyen patronlarına götürmeyi bekliyorlardı. Tam da öyle oldu nereden geldiğini benim bile fark edemediğim bir tekmeyle Tekin dizlerinin üzerine çöktü. Benim boğazımdan güçlü bir çığlık koptu. Tekin ayağa kalkmak için bir hamle yaptığında, bir tekme daha yedi ve bir tekme daha, benim çığlıklarım sesli hıçkırıklara dönüşmüştü artık. Bu kadar sesi merak ederek salona inen Füsun Hanım yerde kanlar içinde yatan ailesini görmesiyle bayılması sadece saniyeler sürdü.

Dolu gözlerle beni korumak için etten duvar ören sözde ailem siyah takım elbiseli, iri cüsseli, korkunç adamlar tarafından etkisiz hala getirilmişti. Ne zaman yanıma geldiğini fark etmediğim iki adam kollarımdan tutarak beni çekiştirmeye başladılar. Ne kadar haykırsam da beni sürüklemeye devam ettiler. Onları durdurmaya ne benim gücüm ne de sözde ailemin küfürlü haykırışları yetmemişti.

Melih'in önünde durduğumuzda, kendisine tepeden bakmama pek hoşlanmamış olacak ki, oturduğu yerden ayağa kalktı. Aramızda hatırı sayılır bir boy farkı olduğundan şimdi o bana tepeden bakıyordu.

"Ne istiyorsun?" derin bir nefes alıp "Neden bize bunu yapıyorsun?" dedim, ağlamaklı bir sesle. Büyükçe iki adım atarak aramızdaki mesafeyi sıfırladı. Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. "Canım istiyor." Dedi sır verir gibi, bakışlarını gözlerime çıkartıp benden uzaklaştı. Cebinden telefonunu çıkartıp birini aradı, tek çalışta açılan telefonla. "Her şey hazır mı? " diye sordu. Karşı taraf sadece "Evet." diyerek yanıtladı. "Güzel..." gözlerini önce bana değdirip sonra etraftaki siyah takım elbiseli adamlara yöneldi. Toplanın gidiyoruz." Emri alan adamların önce sözde aile üyelerimin gözlerini ve ellerini bağlayıp daha sonra benim gözlerimi ve ellerimi bağlamaları beş dakika bile sürmedi. Bir adam tarafından kolumdan tutularak yürütülüyordum. Nisan ayının fazla soğuk olmayan rüzgârı yüzüme çarpınca dışarıda olduğumuzu anladım. Kapı açılma sesi duyuldu, sanırım bir araba kapısı sesiydi. İçeriye doğru itilip oturtuldum. Tekrar kapı sesi geldi ve yanımda bir hareketlilik hissettim. Kapı kapanma sesinden sonra "Mekâna sür Çağlar." Dedi yanımdaki tanıdık ses Melih'indi. Adı Çağlar olan adam cevap vermedi. Araç hareket etti. Sonrası tamamen sessizlikti.

***

Tahminen bir-bir buçuk saat süren yolculuğumuzun ardından araç durdu. Bulunduğum tarafın kapı açılma sesi geldi. Oldukça nazik bir şekilde araçtan indirildim. Nereye gittiğimi bilmeden, bir süre yanımdaki adamın adımlarına ayak uydurarak ilerledim. Asansör düğmesi sesi olduğunu tahmin ettiğim bir ses duydum. Üç-dört adım daha attım daha sonra az önce duyduğum sesi tekrar duydum. Sanırım tahminim doğruydu asansördeydik. Yaklaşık beş dakika sonra asansörden indik ve tekrar yürümeye başladık. Kolumu tutan adam anahtarla bir kapıyı açtı. Beni kolumdan çekiştirerek koltuk olduğunu düşündüğüm yumuşak bir şeyin üstüne oturttu ve yanımdan uzaklaştı. Kapı kapanma sesi tekrar kulaklarıma ulaştı.

Oldukça uzun sayılabilecek bir süre olduğum yerde bekledim. Kendi nefes alış veriş seslerimden başka hiçbir ses yoktu. Bir anda kapı açılma sesi ve hemen ardından adım sesleri duydum. Susuzluktan kurumuş boğazımı temizleyip. "Ben neredeyim? "diyerek konuştum. Sesim benim bile tahmin edemeyeceğim kadar gür çıktı. "Görmek istiyorum." Derin bir nefes alıp "Gözlerimi açın." diyerek sitem ettim. Saniyelik oluşan sessizliğin ardından bağlı olan ellerim birisi tarafından çözüldü, daha sonra gözlerim açıldı.

Uzun bir süre karanlığa maruz kalan gözlerim, aydınlık ışığı görünce kamaştı. Serbest kalan ellerimle gözlerimi ovaladıktan sonra etrafımda ne var diye bakmak için başımı kaldırıp etrafıma bakındım.

Kocaman, beyaz renkli duvarları olan, depoya benzeyen ama depodan daha büyük olan bir yerdeydim. Tahmin ettiğim gibi tek kişilik siyah bir koltuğun üzerinde oturuyordum. Hemen sol çaprazıma bakışlarımı çevirdim. Görmeyi beklediğim kesinlikle bu değildi. Sözde aile üyelerim elleri, ayakları ve ağızları bağlı bir şekilde bir kum torbası gibi duvar kenarına oturtulmuştu.

Bulunduğum yerin tam olarak neresi olduğunu unuttum. Neden beni buraya getirdikleri umurumda bile değildi. Beynim ayaklarıma çoktan komutunu vermiş ve sözde aile üyelerime doğru harekete geçirmişti. İlk işim beni oldukça rahatlatan mavi gözlere sahip olan Tekin'in ellerini çözmek oldu. Tekin'in de yardımıyla bağlı olan sözde ailemi çözdük.

Babam bağlı olduğu iplerden kurtulur kurtulmaz beni tek hamlede kendisine çekip sarıldı. Daha ne olduğunu anlayamadan kulağıma doğru fısıldadı. "Özür dilerim kızım." Kocaman açılmış gözlerimle babamın bu eylemini anlamaya çalışırken, arkamızdan alkış sesi duyuldu. Babam kollarını benden ayırıp, beni arkasına aldı. Şimdi benim de yönüm alkışlayan kişiye dönüktü.

Tam karşımda ifadesiz gözlerle bizi alkışlayan Melih'e baktım. Sağında sarışın, yeşil gözlü Ufuk, solunda esmer, uzun boylu, sakallı, beyaz gömlekli, otuzlu yaşlarda bir adam vardı. Onların tam arkasında çalışma masası ve masanın koltuğuna oturmuş gözlüklü, kızılımsı saçlara sahip, siyah takım elbiseli biri daha vardı. Etrafta sağlı, sollu olacak şekilde bizi buraya getirenlerde dâhil on'a yakın siyah takım elbiseli adamlar vardı. Etrafı süzme işim Melih'in konuşmasıyla son buldu.

"Gözlerimiz yaşardı." Sesi eğlenir gibiydi, hemen sol tarafına dönüp beyaz gömlekli adama hitaben. "Senin de gözlerin yaşarmış Mehmet abi." Diyerek yapmacık bir şekilde güldü. Adının Mehmet olduğunu öğrendiğim beyaz gömlekli adam elini kaldırıp yalandan gözyaşlarını silerek. "Ah evet benim de gözlerim yaşardı." Dedi dalga geçerek.

"Sizin gözyaşınızı sikeyim" diyerek çıkıştı Tunç. "Gel de sik koçum." Diyerek öne atıldı Ufuk.

Melih, sesli bir şekilde nefesini dışarıya verdi. Gözlerini üzerime dikip ellerini iki kez daha birbirine vurdu. "Yeter bu kadar duygu sömürüsü." Sesi oldukça sertti. "Asıl meselemize gelelim." Arkasını dönüp siyah takım elbiseli adamlara işaret verdi. Emri alan siyah takım elbiseli korkunç adamlar, ikişerli olarak aile üyelerimin kollarından tutarak onların kımıldamasını engellediler.

Melih, bana doğru iki adım atıp başıyla karşı çaprazda duran projeksiyon ekranını gösterdi. "Sadece izle." dedi emir verir gibi "Osman çalıştır videoyu." diye seslendi.

Ekranda görünen videoda mavi gömlekli, otuzlu yaşlarının sonlarında, kumral, sakalsız, oldukça yakışıklı bir adam mutfakta kahve yapıyordu. İşine kendini o kadar çok kaptırmıştı ki kapının çaldığını duymadı. Kapı tekrar çaldığında, babam olacak adamın. "Kapat şunu Melih," diyerek bağırmasıyla ekranda oynayan video durdu.

"Kes artık şunu Melih!" derin bir nefes alıp. "Senin derdin benimle... Çocuklarımı rahat bırak." diye sitem etti. Melih'in cevap vermeyeceğini anlayan sözde babam tekrar konuştu. "Günahsa benim günahım... Suçsa benim sucum, çocuklarımı bu işe karıştırma Melih Kılıçaslan." Dedi.

Melih, ellerini ceplerine koydu "Bırakacağım... Ama önce istediğimi alacağım sonra bırakacağım." Dedi umursamaz bir tavırla. Arkasını dönüp tehditkâr sesiyle, "Osman çalıştır videoyu, ben sana dur demeden videoyu durdurursan beni yorma sık kafana." Adı Osman olan gözlüklü adam büyükçe yutkunup videoyu tekrar başlattı.

İkinci kez çalan kapıyı duyan adam mutfaktan ayrıldı ve kameranın görüş açısından çıktı. Tam yedi saniye sonra kameranın görüş açısına giren adam bu kez yalnız değildi. Saçları kalçalarına kadar uzanan koyu kahve saçlı, zayıf bir kadında kameranın görüş açısına girdi. Kadının yüzü görünmüyor sadece arkasından ekrana yansıyordu. Adamın arkadaki ada tezgâhtan su istemesiyle kadın ekrana yüzünü döndü. Yüzünü dönen kadının gözleriyle gözlerim kesişince, elimi ağzıma kapatıp "Anne..." diyerek fısıldadım.

Benim annemin bu videoda ne işi vardı?

Asla uzun görmediğim çenesine kadar uzanan kızıl saçlara sahipti benim annem. Ama ekranda gördüğüm kadının saçları oldukça uzun ve koyu kahveydi, tıpkı benim saçlarım gibiydi. Yaşlı gözlerle ekrana pür dikkat bakıyordum.

Annem ekrandaki adama sarılıyor, gülüyor, hatta öpüyordu. Ekrandaki adam annemin gözlerine aşkla bakıyordu. Ekrandaki adamın telefonu çalınca mutfaktan çıktı. Annem çantasından bir şırınga çıkartıp avuç içine sakladı. Adam tekrar mutfağa geldi ve kameranın görüş açısına girdi. Annem arkası kameraya dönük olan adamın, arkasına bir düşman gibi sinsice yaklaştı ve bir saniye bile düşünmeden elindeki şırıngayı adamın boynuna sapladı. Adam annemden böyle bir hamle beklemediği için sarsıldı ama yere düşmekten son anda tezgâha tutunarak kurtuldu. Annem adamın yanından geçip gidecekken, adam annemin gitmesine engel olmak için koluna yapıştı. Annem adamı var gücüyle itti. Zaten iğnenin etkisiyle sersemleyen adam annemin itmesiyle yere düştü ve beton zemine kafasını çarptı. Annem ne yapacağını bilemez bir şekilde yerde boydan boya yatan adamın yanına eğildi ve elini adamın boynuna koydu. Eline bulaşan kanlarla birlikte hiç düşünmeden adamı orada bırakıp kameranın görüş açısından çıktı.

Tam tamına on beş dakika otuz yedi saniye sonra kameranın görüş açısına siyah eldivenli bir adam girdi. Bu adam sözde benim babam olacak adamın ta kendisiydi. Yerde yatan adama yardım etmek yerine, etrafta bulunan bütün delilleri tek tek kaldırdı ve arkasına bile bakmadan kameranın görüş açısından çıktı. Video burada son buldu.

Benim annem bir katil olmuştu. Benim annem bir zamanlar birinin katili olmuş, ellerine kirli kanlar bulaşmıştı. Derin düşüncelerim Melih'in gür sesiyle son buldu. "İkinci video çalıştır Osman,"

Siyah ekranda ilk 3-2-1 diyerek geri sayım başladı. Önce Bursa'da yaşadığımız mahalle ekranda belirdi. Daha sonra oturduğumuz ev. Ekran karardı ve birden açıldı. Bu kez ekran tam olarak annemin odasını gösteriyordu. Annem odasında her şeyden habersiz öylece uyuyordu. Yanı başında iki tane siyah takım elbiseli iri adam duruyordu. İkisinin de elinde siyah eldiven vardı. Annemin sağ tarafında duran adamın elinde bir şırınga vardı. Şırıngayı elinde sabitledi ve az önce videodaki adama annemin hiç acımadan sapladığı gibi adamda annemin boynuna şırıngayı sapladı.

"Anne..! Anne..!" diye haykırdım. Ayaklarım sanki gideceği yönü biliyormuş gibi beni bir çırpıda ekranın önüne taşıdı. İki elimi de kaldırıp ekrana vurmaya başladım. "Anne... Anne..." diyerek hıçkırıklara boğuldum. Sözde aile üyelerimin bağırış seslerini duyuyordum ama ekrandan gözlerimi çekip onlara bakamıyordum. Bu gürültülü ortama Melih'in sesi keskin bir bıçak gibi düştü.

"Ufuk... Çağlar?" diyerek bağırdı. Adı Çağlar olan beyaz tenli, sakalsız, mavi gözlü, iri adam yanıma gelip beni kollarımdan tutarak sabitledi. Yersiz çırpınışlarım beni mengene gibi saran kollardan kurtarmaya yetmedi. Aksine her çırpındığımda adı Çağlar olan adamın tutuşu sıklaştı ve bu canımı yakmaktan öteye gitmedi. Ufuk, siyah eldivenli elinde tuttuğu şırıngayı sağ avuç içime koyarak zorla tutturdu. Avucumun içinde olan şırıngayı özenle alıp şeffaf bir poşetin içine koydu. Ne yapmaya çalıştıklarını anlamaya çalışan beynim işlevini çoktan yitirmişti.

"Şimdi... Sana iki seçenek sunuyorum Ahu." Diyerek bana doğru adımladı. Aramızda birkaç adımlık mesafe kalacak şekilde durdu. "Bursa'yı bırakıp İstanbul'da yaşayacaksın." Ela gözleri daha da koyulaştı. "Bursa'da yaşadığın her şeyi, herkesi, unutup buraya geleceksin. İstanbul'da kendi ailenin yanında kalacak ve Bursa'yı geride bırakacaksın." Sesi ruhsuz ve buz gibiydi. "Bursa'yı unutup İstanbul'a yerleşecek ve benim istediğim bir tarihte benimle nişanlanacaksın!" sesi rica eder gibi değil de emir eder gibiydi.

"Öldür beni Melih Kılıçaslan!" diyerek haykırdı sözde babam "Öldür beni... Ama Ahu'yu buna zorlama" sesi titredi. "Ahu, burada yapamaz! Ahu burada yaşayamaz." Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. "Ahu, burada ölür." Büyükçe yutkunup "Öldürürler onu..." dedi sesi çaresiz ve fısıltı gibi çıktı. Ruhsuz bir şekilde sözde babam olacak adamı dinleyen Melih gözlerini gözlerimden çekip, sözde babama çevirdi bakışlarını. "Ben öl demeden ölmeyeceksin Cevdet Demir." Sesi çok sertti. "İntikam istiyorum. İstediğim intikamı almadan ölmeyeceksin! Ben bitti diyene kadar bitmeyecek ben durana kadar kimse durduramayacak. Sen sadece çaresizce izleyeceksin." Sesi kurşungeçirmez derecede sertti.

Bakışlarını bana çevirdi, sol bileğinde olan saate baktı gözlerini gözlerime sabitledi.

"Ya da iki dakika otuz beş saniye içinde burada yaşamayı ve benim emrim altına girmeyi kabul etmezsen. Annene vurulan ilaçtan dolayı annen ölür, sende annenin katili olarak geride kalan ömrünü ceza evinde geçirirsin." Dedi ruhsuz sesiyle.

"Annem ölmesin lütfen... O zaten çok hasta." Diyebildim ağlamaklı sesimle. Tunç, "Öldüreceğim lan sizi şerefsizler." Diyerek bağırmasıyla karnına yumruk yemesi bir oldu. Melih, gözlerini gözlerime sabitleyip, sol bileğindeki saate tekrar baktı. "Canan hanımın yaşaması için son bir dakika." Dedi buz gibi bir sesle. Ağlamaktan göz pınarlarımın yandığını hissedebiliyordum. Bu karşımda bana tercih sunduğunu sanan zorba adama çaresiz ve yaşlı gözlerle baktım.

"Kırk dokuz, kırk sekiz, kırk yedi," diyerek geri sayım yapan Melih'in sesini tüm gücümle bağırarak kestim. "Tamam... Kabul ediyorum." Bir hıçkırık koptu boğazımdan. "Tamam, kabul ediyorum. Yeter ki annem yaşasın." Bir hıçkırık daha kaçtı boğazımın en derininden. "Ne istiyorsan hepsine tamam." Diyerek haykırdım. Ela gözleri zafer kazanmış gibi parladı.

Titreyen dizlerimden dolayı ayakta kalmaya daha fazla gücüm yetmedi. Hıçkırıklar içinde ağlayarak dizlerimin üstüne çöktüm. Ben, beni kendi cehennemine hapis etmek isteyen bir adamın ateşine, yanacağımı hiç düşünmeden yalın ayak yürümeyi seçmiştim.

                                  BÖLÜM SONU


Loading...
0%