Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10. Bölüm

@esranurozer

                              
      

Emre Aydın: Çocuğum Belki

Ekrana kilitlenen bakışlarım Tunç'un yanımdan rüzgar misali fırlayarak ekranın önüne gelmesi ve yumruk yaptığı elini ekrana geçirmesiyle son buldu.

"Kapatın şunu!" diyerek yumruklarını ekrana geçiriyordu. Ekranın mavi beyaz ışıkları Tunç'un yumrukladığı elinden akan kanı gizleyemiyor, aksine gözler önüne seriyordu. "Kapatın lan!" diye bir kez daha bağırdı acı içinde. Durmadan sık nefesler içinde parçalanan eliyle ekranı yumrukluyordu. Sesi öyle derinden, öyle acı çeker gibi çıkıyordu ki içimi sızlatıyordu.

Ekran bir anda karardı, Tunç kararan ekranla birlikte dizlerinin üzerine çöktü ve alnını ekrana dayadı. Karşımdaki görüntü bir adamın yıkılışıydı. Yok oluşuydu.

Kapanan ekranla birlikte Çağlar, Osman ve Ufuk yaka paça basını dışarıya çıkardı. Kenan amca birkaç görevliyle birlikte içeride ki davetlileri hızlı bir şekilde mekândan uzaklaştırdı. Sessizliğe bürünen mekânda sadece Füsun Hanımın ağlama sesi geliyordu. Babam, gözlerini Füsun Hanıma dikmiş öylece bakıyordu. Tekin, ekranın önünde dizlerinin üstüne çöken Tunç'un yanına gitti ve oda dizlerinin üstüne çökerek Tunç'un sırtına dayadı anlını. Dedem oturduğu yerden kalkamamıştı bile.

Melih, annesini kollarının arasına almış sakinleştirmeye çalışıyordu. Mehmet abi Füsun hanımın sadece birkaç adım gerisinde Rüya ile birlikte ayakta bekliyordu. Sessiz mekâna giren Kenan amca; "Bu nasıl iğrenç bir rezalet?" diye kükredi. Sesi son derece sert ve gür çıkmıştı. Onu ilk kez bu kadar sinirli görüyordum.

"Bütün Türkiye'ye rezil olduk! İnsan yüzüne çıkacak yüzümüz kalmadı!" diyerek bir kez daha bağırdı Kenan amca. Birsen teyze araya girerek "Sakin ol Kenan tansiyonun çıkacak." Dedi, burada ki tek sorun Kenan amcanın tansiyonuymuş gibi.

Babam, Füsun Hanımla olan arasındaki küçücük mesafeyi kapattı. Gözlerini kırpmadan otuz yıllık karısının yaş dolu gözlerine baktı. "Neden?" diye sordu fısıltılı ve titrek sesle. Füsun Hanım bir yaprak gibi titriyordu, kocasının sorusuna verebilecek mantıklı bir cevabı yoktu. "Kim o adam?" diye başka bir soru sordu babam. Füsun Hanım cevap vermeden içli içli ağlıyordu.

"Kim o kırıştırdığın pezevenk?" diyerek bağıran babamın elini kaldırıp Füsun Hanımın yüzüne tokat atması bir oldu. Füsun Hanımın yüzünde patlayan tokat bütün mekânda yankılandı. Füsun Hanım elini yanağına koyarak ağlamaya devam etti. Ama babam duracak gibi değildi. Füsun Hanımın kolundan tutarak sarstı "Kim diyorum sana?" diyerek elini bir kez daha vurmak için kaldırdığında, Mehmet abi Füsun Hanımı babamın ellerinden çekip aldı.

Melih, "Çağlar, Ufuk" diye seslendi. Çağlar ve Ufuk Melih'ten aldığı komutla sinirden deliren babamın yanına gelip onu kollarından utarak durdurmaya çalıştılar. Ama babamın durmak gibi bir niyeti yoktu, avcılar tarafından yaralanmış bir kaplan gibi saldırgandı. Ufuk ve Çağlar onu tutmasına rağmen çırpınıyor ve dudaklarından olmadık küfürler savuruyordu.

"Osman, Füsun Hanımı götür buradan" dedi Melih. Sanki bütün bunlara sebep olan kendisi değilmiş gibi Füsun Hanımı babamın gazabından kurtarıyordu. Füsun hanımı buradan uzaklaştırınca her şeyin yoluna mı gireceğini düşünüyordu? Gözü o kadar çok dönmüştü ki beni cezalandırmak için dayısının ölüm yıl dönümüne bile saygı duymadan böyle bir şey yapmıştı. Kendi adının da lekeleneceğini bilerek beni böyle acımasızca cezalandırmış, ona bir isim vermediğim için bütün aileme kesmişti cezayı.

Osman, Füsun Hanımın yanına giderek kolundan tuttu ve çıkışa doğru ilerleyecekken Kenan amca Osman'ı durdurdu.

"Nereye götürüyorsun bu kadını? Oldu olacak yaptığı bu kepazelik için ödüllendirelim onu." Dedi, sinirli sesiyle. Osman, Melih'in gözlerine ne yapayım der gibi baktı. Melih "Füsun Hanımı götür." Dedi tekrardan, Osman Melih'in dediğini yaparak Kenan amcanın yanından sıyrıldı ve Füsun Hanımı buradan uzaklaştırdı. Giden Osman ve Füsun Hanımın ardından babam daha da öfkelendi sıkı sıkıya kollarından tutan Çağlar ve Ufuk'tan kurtulmak için çırpındı. "Bırakın lan beni! Nereye götürüyorsunuz o kadını?" diye bağırdı. "Füsun... Füsun," diyerek adını haykıran babamın bağırışı Kenan amcanın araya girerek konuşmasıyla durdu.

"Melih, oğlum adamın karısını getir." Dedi sert sesiyle. Melih bıkkın bir nefes verdi. "Sen karışma baba." Dedi.

"Ne demek lan sen karışma! Getir kadını buraya... Bütün insanlar bu utanç görüntülere şahit oldu." Sesi gür ve sertti. Kızınca tıpkı Melih'e benziyordu, işaret parmağıyla beni işaret ederek "Ahu bizim gelinimiz ve ailesinin yaşadığı bu rezillik bizim adımızı da lekeledi." Dedi acımasızca. Melih kaşlarını havaya kaldırarak dudağının kenarını yukarıya kıvırdı.

"Ahu, Füsun Hanımın kızı değil baba." Dedi soğuk sesiyle.

Evet, Füsun Hanımın kızı değildim ama onun gibi bir kadındım. Yaptığı ne kadar kötü olsa bile hiçbir kadın böyle aşağılanmayı hak etmezdi. Kadınlık gururu ayaklar altına alınamazdı. Karşımda kendini adam sanan insanlar kolayı seçerek bütün sucu günahı kadına yüklüyorlardı. Hiç kimse erkek olan tarafı suçlamıyor, günahın hepsin den kadını sorumlu tutuyordu. Füsun Hanımı sevmiyor olmam onun böyle aşağılanmasına izin vereceğim anlamına gelmiyordu.

Çünkü oda bir anneydi, benim abilerimin annesiydi.

"Füsun annesi değil ama Cevdet babası" öfkeliydi burnundan soluyordu "Sizin nişanlı olmanızdan dolayı biz bu insanlarla maalesef ki akrabayız. Bu kepazelik yüzünden bizde rezil olduk." Dedi kindarca. Melih bu konu hakkında rahatsız olmuşcasına derin bir nefes alıp iki saniye kadar bakışlarını bana değdirdi ve tekrar babasına baktı.

"Çok abartıyorsun baba... Eminim ki insanlar etme bulma dünyası diye konuşacak. Ne de olsa Cevdet Beyde zamanında bir kadınla Füsun Hanımı aldatmış, yetmemiş birde çocuk dünyaya getirmişti. Şimdi de Füsun Hanım aldattı ödeşmiş oldular." Acımasızca döküldü cümleler dudaklarından.

Melih'in zehirli kelimelerinden sonra babam onu tutan kollardan kurtulmak için çırpınmayı bıraktı. Birsen teyze kollarıyla onu sarmalayan oğluna şaşkın gözlerle baktı, sanırım oda oğlunun acımasızca sarf ettiği kelimelere şaşırmıştı.

"Cevdet Bey aldattığında konuşmayan insanlar Füsun Hanım aldattığı için de konuşmasın bir zahmet." Diyerek bakışlarını babama çevirdi. "Eee fena mı oldu Cevdet Bey sizde şimdi o zamanlar Füsun Hanımın ne hissettiğini anlamış oldunuz." dedi.

Babamın cevap vermesine müsaade etmeden "Kes sesini!" dedim bakışlarım Melih'in sertleşen yüz hatlarındaydı. Melih kaşlarını havaya kaldırarak "Ya kesmezsem?" dedi sorar gibi. Sabrım tükenmişti onun ağzından çıkacak tek bir kelimeye bile tahammülüm kalmamıştı. Dudaklarından dökülen zehirli kelimeler acı çektirerek öldürüyordu.

"O lanet sesini kes artık!" diyerek bağırdım. Tepkim ve sesimin tonu burada bulanan herkesi şaşırtmıştı. Melih, dişlerini sıkmaktan kas katı kesilen çenesi ve seğiren gözleriyle gözlerime bakıyordu.

"Sen bütün bu olanlardan sonra birde oğluma mı bağırıyorsun?" diyerek konuştu Kenan amca "Rezilliğiniz yetmiyormuş gibi birde üstte çıkıyorsunuz. Biz sizin yüzünüzden rezil ol-" diye konuşan Kenan amcayı "Yeter lan yeter!" diye bağıran Tunç durdurdu. Tunç ekranın önünden elinden akan kanlarla birlikte yanıma geldi. Kanlı eliyle kolumdan tutarak beni kendine çekti bakışlarını Melih ve Kenan amcanın üzerinde gezdirdi. "Madem bizim yüzümüzden rezil oldunuz, adınız lekelendi. Bu işi daha fazla uzatmadan adınızdaki lekeyi temizleyelim." Dedi sesinde artçı bir ima vardı.

Bakışlarını bana çevirdi ve sağ elimi kanlı ellerinin içine alarak parmağımda duran nişan yüzüğüme dokundu. Parmakları nişan yüzüğümü, gözleri Melih'in gözlerini istila ediyordu. "Bu nişanı burada bitirelim ve akraba bağlarımız yok olsun." Diyerek yüzüğü yavaşça parmağımdan çıkartırken, Melih "Çek ellerini yüzükten." Diye konuştu kurşungeçirmez sesiyle. Tunç Melih'e aldırış etmeden parmağımda sıkışan yüzüğü çıkarmaya devam etti.

"Eğer o yüzük Ahu'nun parmağından çıkarsa, senin bütün parmaklarını tek tek sikerim!" diyerek bağırdı. Tunç sıkışan yüzüğü çıkarmaya uğraşırken "Eyvallah şu yüzük bir çıksın istediğin kadar sikersin parmaklarımı." Diyerek meydan okudu Melih'e

Tekin'de bizim yanımıza gelerek Tunç'un çıkarmak için uğraştığı yüzüğü devir alarak oda yüzüğü çıkarmaya çalıştı.

Ama yüzük öyle bir sıkışmıştı ki yerinden bile oynamıyordu. Melih'in yüzüğü bile Melih'e ihanet etmeyerek parmağımdan çıkmıyordu.

"Ne yapıyorsunuz ne demek nişanı bitirmek?" diye soran Kenan amca, şaşkınlıkla bize bakan Birsen teyze, bu durumdan memnun gülücükler atan Rüya ve bu olayların esas adamı Mehmet abinin bakışları arasında Tunç ve Tekin parmağımı bir mengene gibi saran yüzüğü çıkarmaya çalışıyorlardı.

Melih "Çağlar, Ufuk çekin şunları Ahu'nun yanından." Diyerek bağırdı.

Çağlar ve Ufuk babamı serbest bırakarak Tunç ve Tekin'in yanına geldiler. Çağlar Tekin'i Ufuk'ta Tunç'u durdurmaya çalıştı. Ama Tunç ve Tekin'in vazgeçmek gibi bir niyetleri yoktu. Tekin parmağımda sıkışan yüzüğü yerinden oynatarak sıkıştığı yerden çıkardı. Parmağımdan kayıp giden yüzük Tekin'in parmakları arasında yer aldı.

Melih, kolları arasında duran annesini serbest bırakarak yanımıza geldi ve Tekin'in elinde olan yüzüğü alarak sağ bileğimi sert bir şekilde tuttu. Yüzüğü tekrar parmağıma takacakken Tekin sol kolumdan tutarak beni kendine çekerek önüme geçti. Tunç'ta Tekin'in yanına geçerek bedenini Tekin gibi bana kalkan yaptı.

Abilerim benim için Melih'e meydan okudular...

Mehmet abi kopacak kıyameti anlamış olacak ki oda yanımıza geldi. Önümde duran abilerimden dolayı Melih'in yüzünü göremiyordum ama nefes alış verişinden çok öfkeli olduğunu hissedebiliyordum.

"Ölmek mi istiyorsunuz lan?" diye sordu Melih dişlerinin arasından. "Ufuk, Ahu'yu buraya getir." Diye bağırdı. Bana doğru yönelen Ufuk'un önüne Tunç geçti. "Ahu'ya dokunursan seni öldürürüm... Bas geri!" dedi sesinde korkunç bir tını vardı. Ufuk durmadı bana doğru bir adım daha attığında Tunç, Ufuk'un yakalarına yapıştı ve saniyesinde kafasını Ufuk'un yüzüne geçirdi.

Her şey bu dakikadan sonra bir karmaşaya dönüştü. Bir yün ipliğine bağlı olan hayatlarımız Tunç'un Ufuk'a kafa atmasıyla çorap söküğü gibi geldi. Çağlar, Tunç'u durdurmak isterken oda Tunç'un öfkesinden nasibini alarak yumruklarına maruz kalmıştı. Tunç o kadar çok öfkeliydi ki annesinin düştüğü bu durumu Ufuk ve Çağlar'dan çıkarmak ister gibi onları yumrukluyordu. Öfkesi gözünü kör etmiş, yumruklarına yıkılmaz bir güç yüklemişti sanki.

Tekin'in yanımdan ne zaman ayrıldığını, ne zaman Mehmet abinin üstüne atladığının farkına bile varamamıştım. Babam Tunç'u tutmaya çalışırken, Kenan amca Tekin'i tutmaya çalışıyordu. Birsen teyzenin sessiz gözyaşları, Rüya'nın çığlıklarına karışıyordu.

Ben ise bu karmaşanın arasında bile beni yakıp kül eden adamın gözlerine bakıyordum.

Melih aramızda olan sadece üç adımlık mesafeyi, gözlerini gözlerimden ayırmadan yanıma geldi. Tam dibimde durdu, ela gözlerinin siyah irisleri bir inci gibi parlıyordu. Birçok anlam yüklü olan bakışmamız Melih'in sağ bileğime dokunmasıyla son buldu. Sağ bileğime dokunan parmaklarından bir adım geriye atarak kurtuldum. Melih, bu hareketime kaşlarını çattı ve tekrar bileğime dokunacakken ondan bir kez daha uzaklaştım.

Bana dokunmasın istiyordum, bunu anlasın ve tenime teni değmesin istiyordum.

"Ahu..." diyerek gözlerini kapattı sesi kısıktı ama uyarı doluydu. "Buraya gel!" dedi. Gelmedim... Sinirlendi gözlerini açtı sadece saniyelik bir zaman diliminde, büyük elleriyle kollarımdan tuttu ve bedenimi bedenine yapıştırdı. Bırak beni diye bağıracakken Birsen teyzenin "Ökkeş Bey" diye bağırmasıyla bakışlarımızı sesin geldiği tarafa çevirdik.

Dedem eli kalbinde yerde boylu boyunca yatıyordu. Melih'in iri ellerinden kurtularak dedeme doğru koştum. Yere dizlerimin üzerine çökerek dedeme ne olduğunu anlamaya çalıştım. Birsen teyze yardım edin diye bağırmasına rağmen kavgalarına bir son vermemişlerdi.

"Baba... " diye bağırdım. "Dedem ölüyor yardım et!" dedim feryat figan. Babamın bakışları bizi buldu ve koşar adımlarla yanımıza geldi. Yere eğilerek dedemin gömleğinin düğmelerini açtı. "Biri ambulansı arasın!" diye bağırdı. Tunç ve Tekin kavgayı bırakarak yanımıza geldiler. Burunları, ağızları ve hatta elleri bile kan içinde kalmıştı. Her şey o dakika içinde öylece hızlı ilerledi ki hiçbir şeyin farkına varamadım. Ambulans geldi, dedemi aldı ve apar topar hastaneye gittik.

***

Hastaneye geldiğimizde dedemi kalp krizi geçirdiği için ameliyata aldılar. Şimdi herkes sanki dakikalar önce kavga etmemişler gibi hastanede ameliyathanenin önünde bekliyordu. Babam bir köşede omuzları yıkılmış şekilde oturuyordu. Dedemin kalp krizi geçirmesi Füsun Hanımı bile unutturmuştu babama. Tunç babamın sağına Tekin ise soluna oturmuştu. Ben ise tam karşılarında oturuyordum, yanımda Birsen teyze vardı. Birsen teyzenin yanında da Rüya oturuyordu. Kenan amca Mehmet abi ile bir köşede konuşuyordu. Melih, Ufuk ve Çağları alarak bir yere gitmişti ve daha da dönmemişti.

Kendimi o kadar yorgun, o kadar tükenmiş hissediyordum ki başımı dayayacak bir omuzun bile olmaması beni kahır ediyordu. Ben böyle illetli düşüncelerle savaşırken hastane koridorunda Berna'nın adımı haykıran sesi yankılandı. Başımı çevirip koridorun girişinden bana doğru koşarak gelen Berna'ya baktım. Sanırım bütün olanı biteni basının sayesinde televizyondan öğrenmiş ve soluğu burada almıştı.

Oturduğum yerden kalkarak bende Berna'ya doğru koştum ve sıcacık güven veren kollarının arasına girerek sarıldım.

Akmak için tetikte bekleyen gözyaşlarım Berna'nın kulağıma "Ben yanındayım."diye fısıldamasıyla gözpınarlarımı terk ederek yanaklarıma doğru süzüldü. Aslında tam da şu an anneme ihtiyacım vardı ama teselliyi Berna'da buluyordum. Berna'dan ayrıldığımızda tekrar yerime oturdum Berna'da Tekin'in yanına giderek ona destek vermek ister gibi sarıldı. Bakışlarım Berna ve Tekin'in üzerindeyken duyduğum sesle kas katı kesildim.

"Ahu" diye seslenen ses Levent'ten başkasının değildi. Bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdiğimde Levent'in orman yeşili gözleriyle gözlerim kesişti. Bütün bu olanların tek sebebi benim düşünmeden Levent'e gitmemdi. Şimdi ise Levent'in burada olması isteyeceğim en son şey bile değildi. Bir kez daha Melih'in gazabına uğramak istemiyordum. Levent gözlerini gözlerimden ayırmadan yanıma geldi.

"Ahu..." sesi acı çeker gibiydi. "Nasılsın?" diye sordu. Bunu sormak için buraya gelmesi çok saçmaydı. Tıpkı benim duygularıma yenik düşerek onun yanına gitmem kadar saçmaydı. Oturduğum yerden ayağa kalktım, tam ağzımı açıp konuşacakken arkadan gelen Melih'in "Ahu!" diye kükremesiyle ağzımı kapatmak zorunda kaldım.

Melih kaşları çatık bir şekilde yanımıza geldi. Levent'e hayırdır der gibi bir bakış atıp gözlerini yüzüme dikti. Levent derin bir nefes aldı "Ben Ahu'nun nasıl olduğunu merak ettim." Dedi sanki sıradan bir şeyden bahseder gibi. Melih çatık olan kaşlarını havaya kaldırdı, dudağının kenarını yukarıya kaldırdı. "Ahu'dan sana ne? Sen kimsinde Ahu'yu merak ediyorsun?" diye sordu tehlike kokan sesiyle. Levent'in kim olduğunu çok iyi biliyordu ama yinede zehirli sorularını ona yöneltmekten de geri durmuyordu.

"Ahu benim arkadaşım..." orman yeşili gözlerini Melih'in ela gözlerine dikti. "Benim için oldukça önemli biri." Dedi sesinde yıkılmaz bir tını vardı. Melih, bir adım atarak Levent'in önünde durdu. "Ahu senin hiçbir şeyin değil!" dedi dişlerinin arasından tıslar gibi. Levent Melih'i hiçe sayarak bakışlarını bana yöneltti. Bu hareketiyle Melih'e bizzat meydan okuduğunu göstermişti ama bence göstermese daha iyiydi. Çünkü Melih'e okuduğu bu meydan boşa çıkacak ve kazanan taraf her şekilde Melih olacaktı.

Levent bakışlarını benden çekmeden "Ahu'nun benim için ne kadar değerli olduğunu bilemezsin." Dedi sır verir gibi fısıltılı bir sesle. Melih sinirli bir soluk verdi Levent'in yakasından tutarak bakışlarını kendisine sabitledi. "Şimdi buradan siktir git! Yoksa senin o değer veren yerlerini sikerim!" dedi tehditkâr buz gibi bir sesle.

Birbirlerini öldürmek ister gibi bakan ikiliyi hiçbir şey durduramıyordu. Ne hastanede olmamız ne de bir sürü yakınımızın burada olması.

Mehmet abi yanımıza gelerek "Melih," diye seslendi. Rüya'da oturduğu yerden kalkarak Levent'in yanına geçti. Mehmet abi şaşkınlıkla Rüya'ya bakarken koridorun girişinden bize doğru yaklaşan topuklu ayakkabı sesi kulaklarımı doldurdu ve hemen ardından ayak sesinin sahibinin sesi geldi.

"Aşkım, neden beni beklemeden geldin?" diye sordu Duygu. Bu sorunun muhatabı tabi ki de Levent'ti. Yanımıza gelen Duygu Levent'in bir cevap vermesine fırsat vermeden yanağına bir öpücük kondurdu. Bakışlarını bana çevirdi ve yüzüne yerleştirdiği üzüntü kırıntılarıyla "Ahucum canım benim olanları duyduk." Elinin birini koluma koyarak sıvazladı. "İnan bana çok üzüldük ve sana desteğe geldik." Diyerek bakışlarını Rüya'ya çevirdi. "Eee ne de olsa biz senin hem arkadaşınız... Hem de Rüya bizim yeni ortağımız." Dedi.

Mehmet abinin şaşkın bakışlarının yerini çatık kaşları aldı. Levent'in yüzünde az önceki meydan okuma gitmiş, yüzünde rahatsız bir ifade yerleşmişti. Melih. Bakışlarını Mehmet abiye çevirdi, elinin omzuna atıp birkaç kez Mehmet abinin omzuna vurdu ve başıyla Rüya'yı gösterdi. Mehmet abi Melih'e mahcup bir şekilde bakarken, Rüya'ya hayal kırıklığıyla bakıyordu.

Melih bana dönerek, büyük iri elinin arasına elimi hapsetti ve hızlı adımlarla beni beşinden sürükledi. İtiraz etmeden peşinden gittim, çünkü ne ona karşı koymaya ne de dur demeye gücüm kalmamıştı.

Ameliyathanenin önünden hızlı bir şekilde el ele ilerledik. Melih elimi öyle sıkıyordu ki uyuştuğunu ve damarlarımdan akan kanın bile durduğunu hissedebiliyordum. Karşımıza çıkan merdivenleri de çıktıktan sonra, sola döndük ve siyah kapılı bir odanın içine girdik. Bulunduğumuz oda hastane yakınlarının dinlenmesi için yapılmıştı, her halinden belliydi. Melih, kapıyı sert bir şekilde kapattı ve cebinden çıkardığı telefonla birini aradı. Karşı tarafın telefonu açmasıyla Melih direkt konuştu. "Çağlar Cevdet Beyi buraya getirin." Dedi ve telefonu kapattı.

Bakışlarını hala elleri arasında ezilen elime değdirdi. Cebinden çıkardığı nişan yüzüğümü sağ parmağıma öldürücü bir yavaşlıkla geri taktı. Koyu ela gözlerini gözlerime çıkardı, bir adım atarak bana yaklaştı. Yüzüme yapışan saçlarımı parmaklarının ucuyla kulağımın arkasına yerleştirdi. Yüzünü yüzüme biraz daha yaklaştırdı, nefesinin yüzüme çarparak dağılmasını sağladı. Dolgun dudaklarını aralayarak konuştu.

"Bir daha bu yüzük parmağından çıkmayacak!" dedi emir vererek. Asırlara konu olacak ama sadece saniyeler süren bakışmamız kapının çalmasıyla son buldu. Melih "Gir" diye seslendi ve kapı açılarak babam Çağlar ve Ufuk içeriye girdi.

Melih beni içeride bulunan ikili mavili koltuğun bir köşesine oturttu ve kendisi de karşımda bulunan tekli mavi koltuğa oturdu. Bakışlarını babama çevirdi başıyla benim yanımda bulunan boşluğu işaret ederek "Otur Cevdet Demir." Dedi.

Babam Melih'in dediğini yaparak yanıma geldi ve dizlerimin üzerinde olan elimi tutarak, gözlerime sorun yok der gibi baktı. Ama sorun vardı işte Melih bizim karşımızda olduğu sürece hep bir sorun vardı. Ölümcül, çaresiz bir sorun...

"Evet, Cevdet Bey..." diye konuşan Melih'e babamla birlikte baktık. "Gelelim bizim meselemize" diyerek koltuğa yaslandı ve rahat bir tavır aldı. "Şimdi Ben sana ne yapman gerektiğini söyleyeceğim ve sende söylediklerimi harfiyen yerine getireceksin." Dedi kurşungeçirmez sesiyle. Babam ile anlamsız gözlerle Melih'e bakıyorduk. Melih bizim hiçbir şey anlamadığımızı fark ederek nefes bile almadan sarf etti kelimeleri.

"Füsun Hanımla boşanmayacaksın! Onunla evli kalmaya devam edeceksin! Tıpkı zamanında dayıma yaptığın gibi bir kadının seni aldattığını bildiğin halde onunla evli kalacaksın!"

"Saçmalama Melih! Füsun'u boşayacağım... Hatta onu bulduğum ilk yerde kafasına sıkacağım!" diye bağırdı babam. Melih kol dirseklerini dizlerine yaslayarak bize doğru eğildi.

"Yaşattığını yaşamadan ölmezmiş insan Cevdet Demir!" dedi sır verir gibi "Sen de yaşattığını yaşamadan ölmeyeceksin!" bakışlarını iki saniye kadar gözlerime değdirip tekrar babama baktı. "Zamanında sen ve Canan Hanımın kurduğu hain oyunda dayımın ölümüne sebep oldun. Her gün dayımın yüzüne bakarak Canan H anımın dayımı seninle aldattığını sakladın. Yetmedi onu haince öldürdün." Dedi sesi beni öldürmek ister gibi kinli çıkmıştı.

Babamın diyecek tek kelimesi bile yoktu. Zamanında Melih'in dayısıyla dost olmuş onunla iş ortaklığı kurmuş, yetmemiş elindeki serveti alabilmek için annemi onun hayatına girdirerek duygularıyla oynamış ve de annemle birlikte öldürmüştü. Ölen adamın arkasında perişan bir aile bırakacağını hiç düşünmeden sırf para ve güç için dostum dediği adamı öldürmüştü.

"Melih, işlediğim günahın altında yeterince ezildim. Bu günahımın bedelini çocuklarımın acısıyla ödedim. " büyükçe yutkundu "Bu günaha kızımı feda ettim. Büyüdüğünü göremedim, bir kez olsun onu kucağıma alıp sevemedim. Büyüdü ama günahımın bedeli olarak onu sana feda ettim." Diyerek gözünden iki damla yaş çenesine doğru süzüldü. "Bu kadar feda yeter Melih... Benden Füsun'dan ayrılmamamı isteme ne olur." Dedi yalvarır gibi.

Melih, babama doğru biraz daha eğildi, intikam ateşiyle yanan gözlerini babamın yaşlı gözlerine dikti. "Sen daha hiçbir şey feda etmedin Cevdet Demir!" sesi buz gibiydi. "Sen yeter deyince değil! Ben yeter deyince bitecek ve sen Füsun Hanımın kılına bile zarar vermeyecek onunla boşanmayacaksın! "dedi.

Babam biliyordu, Melih'in istediğini yapmazsa hepimizin canının yanacağını adı gibi biliyordu. Sarsılan omzuyla birlikte başını olumlu anlamda salladı babam. Melih, arkasına yaslanarak zafer kazanmış gibi dudaklarını kıvırdı. Ben ise bütün bu olan biteni fersiz gözlerle izliyordum. Ne konuşuyor, ne de ağlıyordum. Sadece sessizce hiçbir tepki vermeden izliyordum.

Melih'le gözlerimiz kesişince, az önce kıvrılan dudakları düz çizgi halini aldı. Koyu ela gözleri, gözlerimin en derinine inmek ister gibi bakıyordu. Sanırım Melih'te benim durgun ve tepkisiz olduğuma şaşırmıştı. Birçok anlam yüklü bakışmamız kapının bir kez çalınarak açılmasıyla son buldu. Mehmet abi sert adımlarla içeriye girdi ve kapıyı kapatmadan direkt konuştu.

"Ökkeş Beyin ameliyatı başarılı geçmiş, şimdi odaya aldılar. Siz yanına gidin isterseniz Cevdet Bey." Dedi babama hitaben. Babam yaşlı gözlerini eliyle silip yüzünde yer edinen gülümseme ile elimi tutarak benimle birlikte ayağa kalktı. "Hadi dedene gidelim kızım." Dedi sıcacık sesiyle. Başımı tamam der gibi salladım çıkmak için adım attığımızda Melih "Sen dur Ahu." Dedi, itiraz bile etmeden durdum. Babam Melih'e daha sonrada bana baktı, elleri beni burada bırak istemiyor gibi ellerimi sıkıyordu ama gözleri babasını görmek için can atıyordu. Babama sorun yok der gibi baktım, babam mecburen beni bırakarak odadan çıktı. Ben ise Melih'in dur dediği yerde öylece bekliyordum.

Melih "Otur Ahu." Diyerek başıyla az önce kalktığım koltuğu işaret etti. Bir robot misali dediğini yaparak koltuğa oturdum. Melih'in gözleri yüzümü çürütmek ister gibi yüzümde geziniyordu. Mehmet abi yanımda ki boşluğa oturarak Melih'in yüzüne baktı.

"Melih konuşmamız gerek." Dedi sesinde mahcubiyet vardı. "Melih Mehmet abiye cevap vermedi gözleri hala yüzümde dolanıyordu. "Melih" diye bir kez daha seslendi Mehmet abi. Melih bakışlarını Mehmet abiye çevirip ne var der gibi baktı. Mehmet abi sıkkın bir nefes verdi dudaklarından.

"Ben Rüya meselesi için çok üzgünüm... Böyle bir şey yapacağı aklıma gelmedi. Levent ile ortak olacağını düşünemedim aslanım." Dedi. Melih alayla kaşlarını havaya kaldırdı. "Mehmet abi biliyor musun?" diye sordu. Mehmet abi neyi der gibi baktı Melih'e "Sen Rüya ile ilgili hiçbir şeyi düşünemiyorsun! Rüya ile ilgili hiçbir şey aklına gelmiyor!" diye çıkıştı. "Melih aslan-" diye konuşmaya çalışan Mehmet abiyi Melih bağırarak susturdu.

"Ne Melih ne?"

"Bir daha Rüya'yla ilgili tek bir sorun bile yaşamayacaksın söz veriyorum." Dedi Mehmet abi.

"Eğer bir daha Rüya ile alakalı tek bir sorun yaşarsam... Kaldırdığım küçücük taşın bile altından Rüya çıkarsa onun kafasına sıkarım!" diyerek Mehmet abinin gözlerinin içine baktı. "Ve Mehmet abi bunu sana yaptırırım!" dedi tehlike kokan sesiyle. Mehmet abi "Tamam olmayacak ben halledeceğim." Dedi ve oturduğu yerden ayağa kalkarak odadan çıktı. Melih bakışlarını tekrar bana çevirdi, dakikalardır sessizce odada bulunan Çağlar ve Ufuk'a "Siz çıkın." Diyerek odadan kovdu. Odada sadece ikimiz kalmıştık ve Melih gözlerini yüzümden çekmiyordu. Gözleri yüzümün her zerresinde arsızca gezdi ve en sonunda ışığı sönmüş kahve gözlerimde durdu.

"Neden böylesin?" diye sordu Melih. Ona cevap vermedim sadece gözlerine boş boş baktım. Melih bıkkın bir nefes bıraktı dolgun dudaklarından. "Neden tepkisizsin Ahu?" diye sordu. Boğazımda bir yumru gibi oturan kuruluğu yutkunarak azalttım ve birbirine yapışan dudaklarımı aralayarak konuştum.

"Dedem ölebilirdi." Dedim mırıltılı çıkan sesimle.

"Ama ölmedi." Diye cevapladı beni Melih ruhsuzca. "Bugün ölmedi ama yarın ölebilir, ya da herhangi birimiz ölebiliriz." Dedim sakince. "Ahu" diye mırıldandı Melih.

"Senin acımasızlığın yüzünden ölebiliriz Melih." Diyerek oturduğum yerden ayağa kalktım ve Melih'in cevap vermesine müsaade etmeden "Dedemi görmek istiyorum." Dedim. Melih oturduğu yerden ayağa kalkarak "Tamam" dedi ve başıyla kapıyı gösterdi. Ben önde o arkamda odadan çıktık ve dedemin çıkarıldığı odaya geldik.

Odanın önünde bekleyen hiç kimse yoktu, demek ki herkes içeriye girmişti. Odaya girdiğimizde odada sadece babam, Kenan amca, Birsen teyze, Tunç, Tekin vardı. Mehmet abi dediğini yaparak buradan Levent'i, Duygu'yu ve Rüya'yı uzaklaştırmıştı. Berna ortalıklarda görünmüyordu.

İçeriye girdiğimizi fark eden ilk Birsen teyze oldu. Yanıma gelerek beni kollarıyla sardı. "Çok şükür Ökkeş Bey iyi canım" dedi sesi şefkat doluydu. Odada bulunan herkesin gözleri bizim üzerimize çevrildi. Kenan amcayla göz göze geldiğimizde, gözlerinde gördüğüm kızgınlığın geçmediğini fark ettim. Bana öyle bir bakıyordu ki, bakışlarında tek bir sevgi kırıntısı bile yoktu. Gözlerimi Kenan amcadan çektim, Birsen teyzenin şefkatli kollarından ayrıldım ve dedeme doğru ilerleyip yatağının bir köşesine oturdum.

Dedemin çizgiler halinde kırışmış yüzünün her bir zerresinden akan acıyı kendi gözlerimle gördüm. Mavi gözleri solmuştu, bütün bu olaylara dayanamayan kalbi kriz geçirmişti. Gözlerinden, benim gözlerime aktarılan pişmanlığı hissediyordum. Dedemle ağzımı açıp konuşmadım ama ikimizde gözlerimizle sessizce öyle çok şey konuştuk ki, dile dökmeye gerek yoktu.

Ne kadar böyle birbirimize baktık bilmiyorum ama odada hiç sesin kalmadığını fark edince arkama dönüp bakma gereği duydum. Odada hiç kimse yoktu, saat kaçtı bilmiyordum, tek istediğim uyumaktı. Gözlerimi kapatmak ve bir daha geri açmamak üzere uyumaktı. Dedemin yanında ki boşluğa bir kedi misali kıvrılıp gözlerimi kapattım. Yarına uyanmamayı dileyerek gözlerimi kapattım.

***

Dedemi eve çıkaralı bir hafta olmuştu. Şimdilik dedem gayet sağlıklıydı ve dinleniyordu. Melih dediğini yaptırarak Füsun Hanımla babamın ayrılığını engellemişti. Füsun hanımda bizimle evde kalıyordu, aynı evin içinde yaşamanın ne zor olduğunu bilerek yaşamaya çalışıyorduk.

Tunç, bütün bu olanlar için annesine tek bir kez hesap sormamış, sanki hiçbir şey görmemiş gibi annesine eskisi gibi davranıyordu. Kendini böyle bir psikolojiye sokmuştu. Tekin desen kafasının içinde gezen düşünceleri anlamak pek mümkün değildi. Sabah saatlerinde evden çıkıyor, akşam herkes uyuduktan sonra eve geliyordu. Füsun Hanımla tek kelime bile ettiğini duymuyorduk. Füsun Hanım hiç birimizin yüzüne bakamıyordu, başı bir suçlu gibi sürekli eğikti. Babamın mavi gözleri Füsun Hanıma kinli bakıyordu ve her fırsatta zehirli cümleler kurarak Füsun Hanımı ağlatıyordu. Babam Melih'ten korktuğu için fiziksel bir zarar vermiyordu, Füsun Hanıma ama ruhunda kapanması zor derin yaralarda açmaktan geri kalmıyordu.

Yatağımda öylece oturuyordum, saat sabahın beşiydi. Uyku gözlerimi terk edeli çok oluyordu, beynimi istila eden kalbimin sıkışmasına sebep olacak düşüncelerimin bir çaresi yoktu. Yatağımdan kalktım, dolabımı açtım, içinden çıkardığım beyaz kotumu ve mavi gömleğimi yatağın üzerine bırakarak banyoya girdim. Dişlerimi fırçalayıp, elimi yüzümü yıkadıktan sonra banyodan çıktım. Yatağın üzerindeki kıyafetlerimi giyerken taksi durağını arayarak bir taksi çağırdım. Üzerimi giyme işim bittikten sonra saçlarımı sıkı bir atkuyruğu yaparak evden çıktım.

Bahçenin kapısında bekleyen taksiye doğru ilerledim ve kapısını açarak içine girdim. Taksi şoförüne stüdyonun adresini verdim. Melih'in evden çıktığımı öğreneceğini ve arkamdan geleceğini biliyordum. Ve ilk defa Melih'in arkamdan gelmesini deli gibi istiyordum. Taksi stüdyonun önünde durdu, çantamdan çıkardığım parayı taksi şoförüne verdim ve araçtan indim. Demir kapıyı açarak bahçeye girdim, ağır adımlarla bahçede bulunan hamağa ilerleyip oturdum. Ayağımla hamağı hafifçe sallıyor, gözlerimle stüdyoya inceliyordum.

Kaç dakika geçti bilmiyorum ama demir kapının gürültüyle açılmasıyla Melih'in geldiğini anladım ama bakışlarımı stüdyodan çekip de ona bakmadım. Melih, bahçedeki yapay çimleri ayağının sert baskısıyla eze eze yanıma geliyordu. Bana yaklaştıkça hafif sen rüzgârla karanfil kokusu burnumu istila ediyordu. Melih yanıma gelip önümde durdu, uzun boyunun gölgesi üzerime düştü.

"Sabahın köründe burada ne yapıyorsun Ahu?" diye sordu. Bakışlarımı Melih'e değdirmeden oturduğum yerden kalktım ve stüdyoya doğru ilerledim. Melih'te arkamdan geliyordu. Stüdyonun kapısını çantamdan çıkardığım anahtarla açtım içeriye girdim ve Melih'in de girmesi için kapıyı açık bıraktım. Stüdyonun ortasında durdum, Melih'te tam arkamda duruyordu.

"Ahu ne yapıyorsun Allah aşkına!" diye çıkıştı. Cevap vermedim, cevap vermemem onu daha da çıldırttı. "Ahu asabımı bozma benim... Bir cevap ver!" diyerek hiddetlendi. Yönümü Melih'e döndüm ve koyulaşmış ela gözlerine, kahve gözlerimi diktim. Elimde tuttuğum stüdyonun anahtarını Melih'e uzattım.

"Al anahtarı... Burayı istemiyorum." Dedim

Melih'in yüzü afalladı, ne demek istediğimi anlamak ister gibi yüzüme bakıyordu. "Bu ne demek oluyor?" diye sordu şaşkın sesiyle. Elimde tuttuğum anahtarı Melih'in iri ellerinin içine bıraktım.

"Burayı artık istemiyorum. Senin bana verdiğin hiç bir şeyi istemiyorum." Büyükçe yutkundum "Hayalini kurduğum şeyleri bana vaat edip daha sonra o hayalleri yıkacak kötü şeyler yapmanı istemiyorum." Diyerek Melih'e bir adım attım. "Senin acımasızca harcadığın ailemin ardından, burayı istemiyorum. Ben senden gelecek hiçbir şeyi istemiyorum." Dedim sesim çatallaşmıştı. Melih pür dikkat gözlerime bakıyordu, üstündeki şaşkınlığı attığı da pek söylenemezdi. Oda benim gibi bana bir adım attı ve elindeki anahtarı benim avucumun içine koydu.

"Kes saçmalamayı burası senin." Dedi sakince "Sana bir iyilik yaparak bu saçma konuşmayı unutacağım." Dedi kurşungeçirmez bir sesle. Zaten ona göre benim yaptığım her şey saçmaydı. Elimde olan anahtarı yere fırlatarak "Saçma öyle mi? Unutacaksın öyle mi?" diye bağırdım. Arkamı dönüm mutfak tezgâhına doğru ilerledim, tezgâhın üzerinde olan bardağı elime alarak Melih'e baktım

"Saçma olan ne biliyor musun?" diye sordum ve elimde tuttuğum bardağı yere atarak bin parçaya bölünmesini sağladım. Melih çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. "Saçma olan senin yaptıkların." Diyerek bir kez daha bağırdım. Elime bir bardak daha alarak yere attım.

"Saçma olan senin acımasızca cezaların! Saçma olan senin intikam hırsın! Saçma olan kötülükle kararan kalbin!" diyerek çığlık çığlığa bağırdım.

Melih, yavaş adımlarla yanıma geldi, elleriyle kollarımdan tuttu beni sarsarak "Ahu..." dedi. İri ellerinin arasından kurtardım kollarımı ve ondan bir adım geriye gittim. İşaret parmağımı ona doğrulttum "Sen hayatımda gördüğüm en acımasız canavarsın." Dedim gözümden akan yaşlarla birlikte. "Kötülük yaptığın kadın bir anneydi!" diye bağırdım. Melih aramızda ki mesafeyi kapatmak için bana yaklaştı. "Sakin ol Ahu." Diyerek bana dokunmak için elini uzattı. Dokunmasına izin vermeden kendimi geri çektim. "O bir anneydi..."

"Benimde annem bir anneydi Ahu! Hem de karnında can taşıyan bir anne!" diye bağırdı Melih, sesinde acı vardı. Alnındaki damarları belirginleşmiş, boynundan köprücük kemiğine doğru bir ter damlası akmıştı.

"Benim aileme senin ailen kötülük yaptığında ben daha yedi yaşındaydım! Dayımı öldürdüklerinde ben daha yedi yaşındaydım. Annemi delirttiklerinde, kardeşimin ölümüne sebep olduklarında ben daha yedi yaşındaydım!" diye bağırdı sesinde yaralı bir çocuğun haykırışı vardı.

"Sen şimdi gelmiş bana diyorsun ki acımasız canavar, peki senin ailen ne Ahu?" diyerek stüdyoyu inletecek şekilde bağırdı.

"Benim dayım öldü, kardeşim öldü. Ama sizde herkes yaşıyor, bir düşün istersen kim daha acımasız." Dedi, ela gözlerinin irisleri titriyordu. Çektiği acı sesine yansımıştı ve sesine yansıyan acıyı kalbimde hissetmeme sebep oluyordu. Bana bir adım atarak elleriyle kollarımı tutarak çıkışa doğru sürükledi. Stüdyonun dışına çıkınca kapıyı kapatmadan yönünü bana döndü.

"İstediğin buysa tamam Ahu." Yutkundu yutkununca hareket eden âdemelmasının sesini duydum. "Buna da tamam." Diyerek arabasına doğru ilerledi bagajı açtı ve içinden bir bidon çıkartarak yanıma tekrardan geldi. Bidonun kapağını açtı ve stüdyonun içine girerek benzini stüdyonun her yerine döktü. Daha sonra dışarıya çıkarak gözlerini gözlerime dikti.

"Madem istemiyorsun burayı bende de durmasının bir anlamı yok." Diyerek cebinden çıkardığı zipposunu tutuşturdu ve bir saniye bile düşünmeden yere attı. Stüdyo saniyeler içinde alev alarak kocaman bir yangına dönüştü. Melih, az önce bana duygularını haykırdığı benimde artık istemediğim stüdyoyu ateşe vermişti.

İkimizin de hayallerini içine koyarak yakmıştı. Zaten Melih cehennem ateşinin ta kendisiydi, yakmak yıkmak onun işiydi. Ama bu kez benimle birlikte kendini de yakmıştı.

Ateş olan bir adam kendi ateşiyle kendini yakmıştı.

BÖLÜM SONU

 

Loading...
0%