Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11. Bölüm

@esranurozer

                         

Mehmet Erdem: Acıyı Sevmek Olur Mu?

Sabahın erken saatleriydi. İçinde bulunduğum an da, kulakları sağır eden bir sessizlik vardı.

Mağlup olacağımı bildiğim bir savaşa girmiş, karşımda ki adamın küçücük acılı kalbiyle karşılaşmıştım.

Dilimin ucunda acıdan geçmeyen bazı kelimeler vardı. Onlardan biride karşımdaki adamın yedi yaşındaki çocukluğunun acısıydı. Yaşadığım onca acıya göğüs germeye çalışırken, bastıramadığım duygularım Melih'in de acısına göğüs germek istiyordu.

Melih'in kalbinin tırnakları acımasızca saplanmıştı ruhuma. O hep intikam istiyor ve bir türlü de pes etmiyordu. Peki, benim bu içimdeki his neydi böyle?

Melih'in şiddetli, acı yangınını iki kaburgamın arasında hissetmem normal miydi?

Melih, içindeki yangınla birlikte stüdyoyu yakmıştı. O bu eylemi yaparken onu durdurmak içimden gelmemişti. Hatta kendime bile itiraf etmekte zorlandığım bir şey vardı ki... Stüdyoyu yakması içimde gram pişmanlık yaratmamış, aksine beni rahatlatmıştı. Stüdyo sanki yıllarca yanmayı beklemiş gibi alevlere teslim oldu.

Melih güldü, bu öyle soğuk bir gülüştü ki stüdyoyu saran alevleri bile söndürecek kadar soğuktu. Bir anda bana dönerek gözlerime uzun uzun baktı. Aklından neler geçirdiğini bilmiyordum.

Nişan yüzüğü olan sağ elini bana uzatarak elimi tuttu. Parmağında olan yüzüğün soğukluğunun haricin de elleri sıcacıktı. Hamağa doğru ilerlerken beni de peşinden sürüklemişti. Hamağın yanına gelince ilk olarak kendisi oturdu ve beni de yanına çekerek oturmamı sağladı.

Bakışlarımız yanan stüdyodaydı. Melih, ayaklarıyla hamağı sallıyor, gözleriyle yanan stüdyoyu izliyordu. Ben ise gözlerimi ona dikmiş yüzüne yansıyan duyguları keşfe çıkmıştım. Melih'in uzun kirpikleri çatık kaşlarına değiyordu. Ela irisleri şeffaflaşmıştı, stüdyoda yanan ateş gözlerine yansımıştı. Sessizdi... Öyle çok sessizdi ki nefes alış verişlerini bile duyamıyordum.

Melih'in yüzünü çürüten bakışlarım, yavaşça yanan stüdyoya döndü. Bende tıpkı onun gibi gözlerimi stüdyoya diktim ve yanışını izledim. Sanırım ikimizde delirmiştik. Yoksa aklı başında başka hiçbir insan hamakta sallanarak yangını izlemezdi. Kesinlikle delirmiştik.

Hem de çok güzel delirmiştik.

Yan yana, birbirimizi yaka yaka delirmiştik...

Stüdyonun küle dönüşünü kaç dakika izledik bilmiyorum. Yangından yükselen dumanların sonucunda çevremizde bulunan insan yığınlarının yangını söndürmek için seferber olduklarını görüyorduk ama hiçbir tepki de vermiyorduk. Etraftaki insanlar sanki kendi malları yanmış gibi sağa sola koşuşturuyor, hiç durmadan itfaiyeyi arıyorlardı.

Bir anda kalabalığın arasından tanıdık bir ses kulaklarımı doldurdu. "Melih abi... Yenge " diye bağıran ses Çağlar'ındı. Çağlar'ın bağırış seslerine Ufuk ve Osman'ın da sesi eklendi. Üçü birden öyle telaşlılardı ki bizim hamakta oturduğumuzu bile fark edememişlerdi.

Stüdyoya girmeye çalışan üçlüyü etraftaki insanlar zor tutuyorlardı. Üçü birden çıldırmış gibi etrafa saldırıyor, içeriye girmek için çırpınıyorlardı. Üçünün de ağzından dökülen tek feryat Melih'le benim adımdı. Sanırım bizim içeride olduğumuzu düşünüyorlardı, bu yangının içinde yanıp kül olduğumuzu düşünüyorlardı.

Ama ölmemiştik, ruhlarımız çoktan ölüme teslim olsa da, bedenen sapasağlamdık.

Çağlar, Osman ve Ufuk'un feryatlarına daha fazla dayanamayan Melih oturduğu yerden kalkarak beni de kaldırdı. Feryat eden saldırgan üçlünün yanına ilerledik, onların arkası bize dönük olduğu için bizi göremiyorlardı. Melih, "Çağlar, Osman, Ufuk," diye tek tek isimlerini seslendi. İçeriye geçmek için çırpınan üçlü Melih'in sesiyle bedenlerini bize döndürdüler. Üçünün de yüzünde üzüntüyle karışık şaşkınlık vardı.

"Abi siz içeride değil miydiniz?" diye sordu Çağlar sesinde hala şaşkınlık vardı. "İçeride gibi mi duruyoruz." Diye konuşan Melih'e Osman bir anda gelip sarıldı. Melih sağ eliyle elimi tuttuğu için sadece sol eliyle Osman'a sarılabilmişti. Osman Melih'e o kadar sıkı sarılıyordu ki, kaybetmekten korkar gibi. Melih, Osman'a bir abi şefkatiyle yaklaşarak "Tamam koçum buradayım." Diyerek telkin etti.

Ufuk ve Çağlar'da yanımıza gelip gözleriyle üzerimizde bir şey var mı diye taradılar. Ufuk derin bir nefes aldı ve aldığı nefesi başını havaya kaldırarak geri verdi. "Çok şükür Allah'ım." Dedi ve oda Melih'in yanına gelerek sol tarafına geçti ve elini Melih'in omzuna atarak erkekçe sarıldı. Şaşkın gözlerle Ufuk ve Osman'ın Melih'e olan yakınlıklarını izlerken yanımda bir hareketlilik hissettim. Bakışlarımı yan tarafıma çevirdiğimde Çağlar ile burun buruna geldik.

"Yenge" diyerek konuştu. Bakışlarım Çağlar'ın sert yüzündeydi, Çağlar bir kez daha "Yenge" dedi. Mavi gözleri çekingence bakıyordu. Bana söylemek istediği şeyden çekiniyordu. Ne zaman bana bir şey söylerken çekinse bozuk plak gibi yenge deyip duruyordu. Bir adım daha bana atarak konuştu.

"Geçmiş olsun yenge... Çok şükür iyisiniz." Dedi ve kollarını bana sardı. Sarılışı öyle serti ki kemiklerimin kırıldığını hissettim. Belimde olan elini birkaç kez belime vurarak "İyi ki içeride değildiniz." Diye konuştu. Çağlar, asker arkadaşını sarar gibi sarıyordu beni. Sanırım benim bir kadın olduğumun farkında değildi. Ya da ilk kez bir kadına sarılıyordu.

Normal şartlar altında bu adamları böyle görmem mümkün bile değildi. Hatta imkansızdı. Ama şimdi kendi gözlerimle gördüğüm görüntü uzun yıllar zihnimden çıkmayacaktı. Ufuk, Çağlar ve Osman'ın Melih'e olan bağlılıklarını biliyordum ama Melih'in de onlara bu kadar çok bağlı olduğuna ilk kez şahit oluyordum. Yıkılmaz, sert ve acımasız adamlar birbirine ulu orta sarılıyordu. Sevgi yumağına dönüşen sarılışımız Melih'in sesiyle son buldu. "Hadi yeter bu kadar." Dedi.

Sarılma faslımız böylelikle bitmiş oldu. Melih, bakışlarını üçlünün üzerinde gezdirdi "Burayla siz ilgilenin. Yangın işinin üzerini örtün polislerle beni uğraştırmayın." Dedi, bakışlarını bana çevirdi "Ben Ahu'yu da alıp benim eve gidiyorum. Bir sıkıntı yaşarsanız beni arayın." Dedi. Çağlar, Ufuk ve Osman Melih'i "Tamam" diyerek onayladılar. İstediği cevabı alan Melih, kendisiyle beni de sürükleyerek arabasının yanına getirdi. Arabaya bindik ve Melih'in evine doğru yola koyulduk.

Yollar sabah saati olmasına rağmen sakindi, hiç trafik yoktu. Arabanın içinde sözlerini bile zor duyacağım şekilde kısık bir müzik açıktı. Melih kendi tarafında bulunan pencereyi yarıya kadar açmış kolunun dirseğini de açık olan pencereye dayamıştı. Dudaklarının arasında ucunu yeni yaktığı sigarasını yerleştirmişti. Sigarasının dumanını her içine çektiğinde yanakları içine çöküyor, elmacık kemikleri belirginleşiyordu.

"Melih" diye seslendim bir anda Melih beni duymazdan gelerek sigarasını içmeye devam etti. Ama bana şuan rahat batmıştı ve Melih'le konuşmak istiyordum. "Melih," dedim tekrardan. Melih yoldan bakışlarını sadece iki saniye kadar çekerek bana baktı ve tekrar yola döndü.

Neydi şimdi bu yani cevap vermiş mi olmuştu bana bakarak? Boğazımı temizleyerek "Melih..." diye yüksek bir sesle seslendim.

"Ne var Ahu?" diye bağırdı.

"Kaç oldu sana sesleniyorum neden cevap vermiyorsun?" diyerek bende bağırdım. Melih, başını sabır diler gibi iki yana salladı. "Bağırmadan konuşamıyor musun sen kızım?" diye sordu. Gözlerimi kocaman açarak Melih'e baktım.

"Sende bağırarak konuşuyorsun."

"Ben sen bağırıyorsun diye bağırıyorum." Diyerek kükredi.

Bütün kabahat benimdi, sessizlik bana iğne misali batmış ve ne güzel uyuyan aslanı uyandırmıştım.

"Ben sadece sen-" diye çıkışacakken Melih tek eliyle ağzımı kapatarak beni susturdu. "Sus Ahu... Eve gidene kadar o tırnaklarını da, zehirli dilini de yerlerine sok! Eve gidince bütün mırlamalarını dinleyeceğim kedicik! Ama şimdi tek kelime bile etmeden uslu bir kedi ol ve sakince otur!" dedi ve ellerini dudaklarımın üstünden çekti.

Sustum...

Aslında bağırıp çağırabilir, kavga çıkarabilirdim ama ben susmayı seçtim. Çünkü canım bugün Melih'le kavga etmek istemiyordu. Onunla sakince kavgasız, gürültüsüz konuşmak istiyordum. Ellerimi göğsümde bağlayıp, bakışlarımı yola çevirdim. Bu sırada da Melih arabanın hızını arttırmıştı. Araç yolda akıp giderken, beynimin içini istila eden düşüncelerde sadece yedi yaşında ki Melih vardı. Kendime ne kadar kızsam da, Melih için üzülmekten geri kalamıyordum.

Herkese, her şeye bencil olan ben, Melih'e bencil olamayarak ona üzülüyordum.

"İnmeyi düşünüyor musun?" diye konuşan Melih'in sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Etrafıma bakındığımda Melih'in evinin önünde olduğumuzu gördüm ve bana laf vuran Melih'e cevap vermeden arabadan indim. Melih'te arabadan inerek yanıma geldi ve dış kapıya doğru ilerledik. Kapının zilini çalarak açılmasını bekledik. Kapıyı güler yüzüyle Sevgi Hanım açtı.

"Hoş geldiniz Melih Bey." diyerek kenarı çekildi içeriye girmemiz için. Melih içeriye girince bende arkasından girdim. Sevgi Hanım benim varlığımı yeni fark ederek kocaman gülümsedi "Sizde hoş geldiniz Ahu Hanım." Dedi, onun bu sıcak tavrına aynı şekilde karşılık vermek isteyen yanımı serbest bırakarak kocaman gülümseyerek "Hoş buldum." Dedim.

Kapının girişinde içeriye geçmemi bekleyen Melih'in bakışlarında afallama vardı. Yüzüme öyle bir bakıyordu ki sanki uzaylıymışım gibi. Sevgi Hanımın yanından uzaklaşarak Melih'in yanına geldim. Aramızda hatırı sayılır bir boy farkı olduğundan başımı kaldırarak Melih'in gözlerine baktım. "Ne bakıyorsun öyle şey gibi?" diye sordum. Melih kaşlarını alayla havaya kaldırdı.

"Ne gibi bakıyor muşum?" diye sordu. Dudaklarımı sinsice kıvırdım ve Melih'e biraz yaklaştım. "Öküzün trene baktığı gibi bakıyorsun." Dedim fısıldayarak.

"AHU!"

"Bağırma!"

"Bağırttırma! Diye öyle bir kükredi ki ev sallandı sandım. Melih'in gür sesini duyan Sevgi Hanım mutfaktan koşar adımlarla yanımıza geldi. Şaşkınlıkla gözleri büyüyen Sevgi Hanım dehşet içinde bize bakıyordu. İkimizin de üzerinde gezen gözleri her hangi bir sorun olmadığını teyit ederek yanımızdan ayrılarak tekrar mutfağa gitti. Bakışlarımı tekrar Melih'e çevirdim.

"Bir şeyi çok merak ediyorum. Sürekli bana sesini kıs Ahu diyorsun ama sen sürekli öküz gibi böğürüyorsun." Dedim sesime yansıyan hinlikle.

"Senin dilin çok uzamış yine. İki oldu bana öküz diyorsun, bir daha tekrarlarsan senin o dilini keserim." Diyerek merdivenlere doğru ilerledi ve merdivenleri çıkmaya başladı.

Koşar adımlarla bende arkasından merdivenleri çıkmaya başladım, aynı anda da konuşuyordum. "Nereye gidiyorsun?" diye sordum nefes nefese aldığım cevap ise kocaman bir sessizlikti.

"Sadece normal insanlar gibi konuşmaya çalışıyorum." Dedim, Melih merdivenlerin sonuna gelmiş kendi odasına doğru ilerliyordu. "Sanki sen çok normalmişsin gibi bugün normal konuşman tuttu Ahu." Dedi sesine bulaşan imayla. Odasının kapısını açarak yanına gelmemi bekledi. Hızlı ve konuşarak merdivenleri çıktığım için nefes nefese kalmıştım. Yanına gelince nefesimi düzene sokmak için derin derin nefes alıp verdim. Düzene giren nefesimle birlikte konuştum.

"Ben normalim, normal olmayan tek insan sensin." Dedim, Melih kaşlarıyla içeriyi göstererek "Çok konuşma gir içeriye." Dedi.

İçeriye girince Melih'te girdi ve kapıyı kapatarak giyinme odasına doğru ilerledi. Ben öyle odanın ortasında ayakta bekliyordum. Melih birkaç dakika sonra elinde kıyafetlerle giyinme odasından çıktı. Elindeki kıyafetleri geniş yatağın üzerine bırakarak, yanıma geldi. Aramızda bir adımdan daha az bir mesafe bırakacak şekilde karşımda durdu. Koyu ela gözleriyle baştan aşağıya vücudumu süzdü, en son kahve gözlerimde durdu gözleri.

"Berbat görünüyorsun. Banyoya gir." Dedi, aramızdaki küçücük mesafeyi kapatarak ona yaklaştım. "Sende berbat görünüyorsun." Dedim, gözlerimi gözlerinden ayırmadan. Onun koyu ela gözlerinde kendi yansımamı görüyordum. Acaba o da benim gözlerimde kendi yansımasını görüyor muydu?

"Biliyorum..." dedi Melih. Dudaklarından tek kelime dökülmüştü ama gözleri bütün kelimeleri intihara sürüklemiş gibi bakıyordu. "Biliyorsun..." dedim onu teyit etmek ister gibi. Dudaklarından mırıltılar çıkararak başını evet der gibi salladı. Elini kaldırdı ve tepeden atkuyruğu bağladığım saçımın tokasını parmaklarıyla tutarak çıkardı. Uzun koyu kahverengi saçlarım serbest kalmanın etkisiyle omuzlarımdan aşağıya önüme doğru döküldü. Melih, gözleriyle saçımın yere savruluşunu izledi. Eliyle iki omzumdan önüme dökülen saçlarımı nazikçe belime doğru bıraktı.

Benim gözlerim onun yüzündeyken, onun gözleri saçlarımdaydı. Belime doğru inen saçlarımdan hala ellerini çekmemişti ve tüy kadar bir dokunuşla saçlarımı okşuyordu. Bunu yaparken benim hissetmememi istiyordu çünkü dokunuşları bir tüy kadar hafifti. Ve ben buna rağmen onun dokunuşlarını her bir saç telimde hissediyordum.

Ellerini saçlarımdan çekti iki adım atarak aramıza mesafe koydu ve bakışlarını yatağın üzerindeki kıyafetlere çevirdi.

"Duş aldıktan sonra bunları giyersin." Dedi boğuklaşan sesiyle. "Giyerim." Dedim, Melih bakışlarını bana çevirerek "Gir hadi banyoya." Yutkundu "Ben diğer banyoyu kullanacağım." Diyerek çıkışa doğru ilerledi ve odadan çıktı.

Bir süre kapanan kapıyı olduğum yerde izledim daha sonra banyoya girerek suyu ayarladım ve duştan akan suyun altına girerek vücudumun ıslanmasını sağladım. Su damlaları başımdan akıp fayans zemine düşüyordu.

Bugün bir kırılma noktası yaşamış ve öfkemi Melih'e püskürtmek isterken, Melih'in içindeki fırtınalara maruz kalmıştım. Bu koca üç yılda Melih'le ilk kez iletişim kurmak ve onunla konuşmak istiyordum. Onun evindeydim, onun banyosunda yıkanıyordum ve birazdan onun kokusunun sindiği kıyafetleri giyecektim. Ama ben bundan zerre rahatsızlık duymuyordum. Onun yanında olduğum için ilk kez pişman değildim.

İçimde hiç pişmanlık yoktu.

***

Banyodan çıkmış, saçlarımı taramış ve kurutmuştum. Üzerimde ise bütün bedenimi yutan Melih'in kıyafetleri vardı. Yatağın üzerine oturarak önce kollarımı kıvırdım, daha sonrada eşofmanın paçalarını kıvırdım. Şimdi daha düzenli olmuştum, üzerimi süzerken kapı çalınmadan açıldı ve Melih, üzerine giydiği siyah kısa kollu tişört ve siyah bir eşofmanla görüş açıma girdi. Oturduğum yataktan bir hışımla kalktım.

"Neden kapıyı çalmadan içeriye giriyorsun?" diye çıkıştım. "Daha giyinmemiş olabilirdim." Dedim kızgınlıkla. Melih beni duymazdan gelerek kapıyı kapattı ve yanıma doğru adımladı. "Ama giyinmişsin." Dedi umursamaz bir tavır sergileyerek, kendini geniş yatağa attı. Kendine rahat bir pozisyon ayarlayarak, gözlerini kapattı. Sinirle onun bulunduğu tarafa giderek elimle kolunu dürttüm.

"Ne yapıyorsun? Kalk konuşacağız." Dedim, cevap vermedi hatta kolunun birini başının altından geçirerek yatağa daha da yayıldı. "Ya kalksana." Diyerek bir kez daha dürttüm kolunu ama yinede kalkmadı. "Sana diyorum kalk-" diye konuşmaya çalışırken Melih beni kolumdan tutarak üzerine çekti. Melih'in kaslı bedeninin üzerine düşen bedenimin şaşkınlığıyla dudaklarımdan bir çığlık koptu.

Melih, tek elini belimde sabitlerken, diğer eliyle de ağzımı kapatmıştı. Melih altta bende onun üstünde sere serpe duruyordum. Saçlarım iki yana doğru süzülerek Melih'in geniş omuzlarına düşmüştü. Melih'in eli dudaklarımı, gözleri ise gözlerimi tarumar ediyordu.

"Şimdi elimi ağzından çekeceğim. Sende ses çıkarmayacaksın." Dedi fısıltılı sesiyle. Başımı tamam der gibi salladım. Melih elini dudaklarımın üstünden çekerek bel oyuntuma koydu. Benim ellerim ise onun sert göğsündeydi. O kadar yakındık ki burnu burnuma değiyor, dudaklarından firar eden nefesi dudaklarıma çarpıyordu. Gözlerinde gördüğüm alevler arşa çıkmıştı. Elimin altında, göğsünü delip geçmek ister gibi atan kalbini hissedebiliyordum.

Bizim bu kadar yakın olmamız kesinlikle akıl işi değildi.

Melih dolgun dudaklarını aralayarak "Sadece uyumak istiyorum." Dedi, dudakları kelimeleri sarf ederken neredeyse dudaklarıma değecekti. "Hani konuşacaktık?" dedim sorar gibi. Melih gözlerini dudaklarıma indirip tekrar gözlerime baktı. Benim gözlerimde karlar yağarken, onun gözlerinde yangın vardı.

Yangınlar karda yanmazdı. Karlar ise yangınlara yağmazdı. Yangınlara yağan kar su olup erir ama yinede yangını söndürmeye yetmezdi. Melih ateşti ben ise küçük kar tanesi... Ateşe düştüğüm ilk an yok olacağımı bildiğim halde, artçı bir istekle o ateşe düşmek isteyen iflah olmaz bir kar tanesiydim. Benim bu yaptığım göz göre göre intihardı.

Birbirimizin gözlerinde intihar ederken kapı çalma sesiyle gerçek dünyaya geri döndük. Bulunduğumuz durumun farkına vararak kendimi yatağın boşluğuna atarak Melih'ten uzaklaştım. Kapı bir kez daha çaldı ve akabinde Sevgi Hanımın sesi duyuldu. "Melih Bey müsait misiniz?" diye sordu. Melih gür sesiyle "Evet " diye bağırdı. Sevgi Hanım kapıyı yavaşça açarak kapının girişinde durdu. bakışlarını Melih'e sabitleyerek konuştu.

"Babanız geldi Melih Bey sizi görmek istiyormuş."

"Tamam, Sevgi Hanım geliyorum." Diyerek yataktan kalktı Melih. Sevgi Hanım da bu sırada kapıyı kapatmadan girişten uzaklaştı. Melih kapıya doğru ilerlerken aynı zamanda da benimle konuşuyordu. "Babamla konuşup geleceğim. Ben gelene kadar uslu dur." Yönünü bana çevirerek "Hatta uyu sen." Dedi ve odadan çıkarak kapıyı yüzüme kapattı.

Sıkkın bir nefes vererek sırt üstü kendimi yatağa attım. Kenan amca buraya geldiğine göre kesin yangını duymuş olmalıydı. Bu durumda babamların da yangından haberdar olması an meselesiydi. En kötüsü ise benim evde olmadığımı fark ettiklerinde stüdyoda olduğumu düşüneceklerdi. Ve bu onları daha da telaşlandıracaktı. Ellerimle alnımı ovalayarak yattığım yerden kalktım. Telefonumu yanıma almadığım için Melih'ten telefonunu isteyerek babamlara haber vermeliydim. Yataktan kalkarak üzerimi düzelttim ve bende vakit kaybetmeden odadan çıktım. Salona inen merdivenleri inerken Kenan amca ve Melih'in sesini duydum. Birkaç basamak daha inerek Melih'le Kenan amcayı daha iyi duyabileceğim ve görebileceğim şekilde merdivenlerde durdum.

Şimdi ikisini de net görebiliyordum. Kenan amcanın yüzündeki endişeyi bile görebilecek kadar yakındım. Kenan amca üçlü koltuğa oturmuş, Melih'te Kenan amcanın tam karşısındaki tekli koltuğa oturmuştu. Kenan amca "Oğlum, sen ne dediğinin farkında mısın?" diye sordu kızgınlıkla "Anneni zor sakinleştirdim, kadının kalbine inecekti. Ama sen hala abartma baba diyorsun." Diyerek devam etti.

"Tamam, baba ben annemi görmeye geleceğim. Sen de böyle davranarak sıradan bir yangını büyütme."

"Sıradan bir yangın öyle mi? Büyütmeyeyim öyle mi?" diye sordu Kenan amca yüzü sinirden kızarmıştı. Melih'e doğru eğilerek gözlerini gözlerine dikti. "Ulan sen bizim tek evladımızsın. Sen bizim canımızsın! Sana bir şey olsa biz ölürüz! Bir de utanmadan karşıma geçmiş büyütme diyorsun." Diyerek öfkesini Melih'e püskürttü. Melih eliyle anlını ovalayarak oldukça yumuşak bir sesle "Baba..." dedi.

"Ne var yalan mı? Biz senin canını sokakta bulmadık aslanım."

"Anladım baba, sen bunları düşünme ben canımı da düşünürüm sizi de"

Kenan amca oturduğu koltukta dikleşerek boğazını temizledi. "Oğlum, senin yaptığın ve verdiğin bütün kararların arkasındayım biliyorsun değil mi?" diye sordu uzlaşmacı bir sesle Melih biliyorum der gibi başını salladı. Kenan amca derin bir nefes aldı ve diline dolanan kelimeleri dudaklarını oynatarak sarf etti. "Ama bu aralar aldığın kararları iyi düşünerek verdiğini düşünmüyorum." Dedi.

"Hangi kararım seni rahatsız etti baba?" diye sordu Melih yarım ağız gülerek. Kenan amca oğlunun huyunu bildiği için olabildiğince ılımlı yaklaşarak konuşuyordu. "Geçen şirkette aldığın karar... Yani Rüya kızımı işten çıkarmışsın?" dedi.

Kenan amcanın dudaklarından dökülen kelimeleri şaşkınlıkla izliyordum. Rüya ne zamandan beri Kenan amcanın gözdesi olmuş ve Rüya kızım mevkisine yükselmişti. Melih'te tıpkı benim gibi şaşırmış olacak ki "Rüya kızın?" dedi sorar gibi. Kenan amca başını evet der gibi sallayınca Melih sinsice güldü. "Eğer çok üzüldüysen sen kendi şirketinde iş ver Rüya kızına." Dedi imayla karışık bir kızgınlıkla. Kenan amca başını sabır diler gibi salladı. "Hemen celallenme." Dedi.

Melih oturduğu yerden ayağa kalktı. "Eğer söyleyeceğin başka bir şey yoksa ben uyuyacağım baba." Dedi. Kenan amca oturduğu yerden oğluna çatık kaşlarıyla baktı. "Daha söyleyeceklerim bitmedi." Diye çıkıştı. "Bu senin nişanlının ahlaksız ailesi beni oldukça rahatsız ediyor." Diye devam etti. konuşmaya çalışan Melih'i elini havaya kaldırarak susturdu ve konuşmaya devam etti.

"Aslında hiç istemesem de bu nişan işi fazla sürmeyecek. Ahu ile düğününüzü bir an önce yapacağız."

"Buna ben karar vereceğim baba sen değil. Düğünü istediğim zaman yapacağım sen istiyorsun diye değil! Ben istiyorum diye olacak!"

Kenan amca sinirle oturduğu yerden ayağa kalkıp Melih'in tam karşısında durdu. "Sen bana karşımı geliyorsun? Sen benim sözümü hiçe mi sayıyorsun?" diye kükredi. "Bu düğün ya erkenden olacak ya da bu nişan hemen şimdi burada bitecek!"

"Düğün de olmayacak, nişanda bitmeyecek! Sende benim hayatıma da işlerime karışmayacaksın!" diyerek sinirle bağırdı Melih.

Kenan amca Melih'e cevap vermek için açtığı ağzını benimle göz göze gelmesiyle geri kapattı. Benim gözlerimle gözleri kesişen Kenan amcanın gözlerinde saf nefret vardı. Beni çiğ çiğ yemek ister gibi bakıyordu. Melih, Kenan amcanın nereye baktığını merak ederek arkasını döndü ve gözleri beni buldu. Kenan amca işaret parmağıyla beni göstererek "Düğün yapalım dediğimde kıyametleri koparıyorsun... Ama bu kız nişanlı olmanıza rağmen evinde kalıyor, bari evlenin de edebinizle aynı evde yaşayın." Dedi sesinden akan nefretle.

"Baba!"

"Sus! Bu birlikteliğe sırf senin için göz yumuyorum."

Kenan amcanın sarf ettiği kelimeler beni resmen bozguna uğratıyordu. Sadece bundan birkaç gün önce gözlerime şefkatle bakan, bana kızım deyince içimi titreten adam gitmiş. Yerine gözlerime nefretle bakan, kelimeleriyle içimi acıtan bir adam gelmişti. Kenan amca dolaylı yollarla değil de direk beni istemediğini haykırmıştı az önce. Melih ve Kenan amca birbirinin gözlerine bakıyordu, ben ise ikisine. Melih" Buraya gel Ahu!" diye seslendi gözleri babasının gözlerindeyken. Pelteleşmiş ayaklarıma komut vererek ağır adımlarla Melih'in yanına ilerledim.

Melih, bakışlarını babasının gözlerinden çekmeden iri ellerinin arasına benim elimi aldı. Kenan amcanın sinirle ve şaşkınlıkla karışık gözleri önce birleşen ellerimize indi daha sonra da Melih'in gözlerinde durdu. Melih meydan okuyan gözlerle babasının gözlerinin içine baktı.

"İster göz yum, istersen de yumma! Ahu ben istemediğim sürece benim yanımdan bir adım uzağıma bile gitmeyecek!" dedi kurşungeçirmez bir ses tonuyla. Kenan amca sinirlenmişti, çünkü bütün vücudu kaskatı kesilmişti. Kenan amca Melih'in üzerine yürüyecekken salonda Mehmet abinin "Melih aslanım" diyen sesi yankılandı. Bakışlarımızı sesin geldiği tarafa çevirdiğimiz de Mehmet abi önde Rüya arkasında bize doğru ilerliyordu. Mehmet abi gelip Melih'e erkekçe sarıldı. Yangını o da duymuş, vakit kaybetmeden soluğu burada almıştı. Melih ve Kenan amcanın kendi aralarında ki tartışmadan dolayı kapının çaldığını bile duymamışız.

Bakışlarım salonun girişinde ağlamaktan mavi gözlerinin akı kırmızılaşan Rüya'yı buldu. Gözleri yaşlıydı ama yüzü Melih'i sağlam gördüğü için gülüyordu. Mehmet abi Melih'ten ayrıldıktan sonra beni es geçerek Kenan amcayla tokalaştı. Kenan amca hala salonun ortasında duran Rüya'ya "Ne duruyorsun orada gelsene kızım?" diye seslendi. Rüya da bunu bekliyormuş gibi hızlı adımlarla Kenan amcanın yanına gelip elini öptü. Kenan amcada yüzüne yerleştirdiği samimi bir gülümsemeyle Rüyanın saçlarını okşadı.

Şaşkın gözlerle onları izlerken Melih'in konuşmasıyla kendime geldim. "Baba iyi olduğumu gördüğüne göre Rüya kızını da alıp git sen." Dedi sesine yansıyan imayla "Kovuyor musun beni?" diye sordu Kenan amca

Melih babasına bir cevap vermek yerine gözlerine öfkeyle bakıyordu. Kenan amca konuşacakken Rüya araya girerek "Kenan amcacım sorun değil. Hadi biz gidelim seninle şöyle güzel bir kahve içelim." Dedi, hanım hanımcık bir ses tonuyla. Kenan amca uzatmadı ve Rüya'yı başıyla onaylayarak solandan çıktılar. Melih, sinirle ellerini saçlarından geçirdi. Mehmet abi kendini koltuğun birine bırakarak konuştu "Sıkma canını aslanım." Dedi.

Melih, Mehmet abiye cevap vermedi, o sırada kapının zil sesi evde yankılandı. Melih dudaklarından mırıltı şeklinde bir küfür savurdu. Ve çok geçmeden de bu kez salonda Tunç'un "Melih" diye kükreyen sesi duyuldu. Görüş acımıza giren Tunç "Ahu nerede ?" diyerek salona girdi ve açık kahve gözleri beni buldu. Şaşkınlıkla açılan gözleriyle yanıma gelip "Sen burada mıydın?" diye sordu sesine yansıyan şaşkınlıkla. Daha cevap vermeme müsaade etmeden beni kollarının arasına aldı "Yangını duyduk, seni de evde bulamayınca çok korktuk." Diye fısıldadı kulağıma doğru. Tunç'un sıcak kollarının arasındayken hepimizi dumura uğratan alkış sesi gelmeye başladı. Tunç kollarını benden çekince alkışlayanın Tekin olduğunu görebilmiştim.

Tekin ayakta zor durdurduğu bedeniyle alkış çalarak bize doğru adımlıyordu. Her bize doğru adımladığında içki kokusu salona yayılıyordu.

"Ooo Ahu Hanım buradaymış demek." Diyerek sarhoşluğun etkisiyle yamukça konuşuyordu. "Bak abi gördün mü Ahu burada?" diyerek bir kez daha alkış çaldı. Ayakta zor duruyor, konuşmakta güçlük yaşıyordu. Tunç Tekin'in yanına gelerek onu tutmaya çalıştı ama Tekin buna izin vermeyerek bana doğru adımladı. Aramızda bir insanın sığacağı kadar bir mesafe bırakarak kan çanağına dönmüş gözlerini gözlerime dikti.

"Senin burada ne işin var?" işaret parmağıyla Melih'i göstererek "Senin bu herifin evinde ne işin var Ahu?" diye bağırdı. Konuştukça dudaklarından tükürükler çıkıyordu. Tunç tekrar Tekin'in yanına gelerek kollarından tuttu "Sarhoşsun it herif!" dedi kızgınlıkla. Tekin Tunç'un kolları arasından kurtulmaya çalışarak "Bırak beni abi." Dedi, Tunç Tekin'i daha da sıkı tutarak "Ayakta zor duruyorsun, yürü gidiyoruz." Dedi.

Tekin "Evet sarhoşum! Evet içtim! Evet, ulan ben sarhoş herifin tekiyim." Diye bağırdı. Araya girerek "Abi" diye seslendim. Tekin sesimi duymasıyla bakışlarını tekrar bana çevirdi. "Abi ha abi? Ben abiyim değil mi Ahu?" diye sordu sesinde acı vardı. Bir adım bana attı. "Ben abi olmaya çalışırken" yutkundu "Peki sen neden kardeş gibi davranmıyorsun Ahu?" diye sordu sesi çatallaşmıştı. Sarsak adımlarla bir adım daha yaklaştı bana.

"Sürekli Ahu nerede? Ahu'nun başına bir şey mi geldi? Ahu nasıl diye peşinden koşmaktan bıktım! Ama sen her defasında bu herifin gölgesinde bulunmaktan bıkmadın Ahu!" diye bağırdı. İçinde biriktirdiği zehri bana kusarak. Bakışlarını Tunç'a çevirdi gülerek "Abi iyi bak her saniye kendini yeyip bitiriyorsun Ahu için üzülüyorsun. Üzülme artık baksana o istemese bu herifin yanında olur muydu? " diyerek bir kahkaha attı.

"Kes sesini Tekin" diye çıkıştı Tunç ama Tekin bir türlü susmak bilmiyor dilinin içine bulaşmış öldürücü zehri dışarıya püskürtmek istiyordu. Söyledikleriyle beni paramparça ediyor, enkaza çeviriyordu. Şimdi sarhoş olduğu için içindekileri sere serpe döküyordu. Sarhoşluğu geçince bu yaptıklarından utanacak ve pişman olacaktı. Sarhoşluğuna sığınarak benden özür dileyecek onu anlamamı isteyecekti.

"Ne diye kesecekmişim sesimi? Gerçekleri söylüyorum ben, bizim küçük kardeşimiz belki de zengin olduğu için Melih'e yanaşıyordur." Diyen Tekin'in biten cümlesiyle birlikte Tunç elini kaldırarak Tekin'e kuvvetli bir tokat attı. Tekin'in yüzünde patlayan tokat benim çığlığıma karıştı. Yere serilen Tekin'in yakalarından tutarak ayağa kaldırdı Tunç. "Şu siktiğim sesini kes lan." Diye bağırdı. Üzgün bakışlarını bana çevirdi "Sen buna bakma güzelim. Sarhoşluktan ne dediğinin farkında değil." Dedi yapıcı bir sesle. Elleriyle Tekin'i tutarak "Yürü gidiyoruz lan!" diyerek çıkışa doğru ilerledi. Son anda aklına bir şey gelmiş gibi olduğu yerde durarak yönünü bana çevirdi.

"Sen ne yapacaksın Ahu? Burada mı kalacaksın yoksa bizimle mi geleceksin?" diye sordu ılımlı bir şekilde cevap vermek için dudaklarımı araladığımda Melih benden önce davranarak konuştu. "Ahu benimle kalacak ben onu getiririm." Dedi. Tunç başını tamam der gibi sallayıp Tekin'i de alıp gitti. Dış kapının kapanma sesiyle uzunca bir süre onların boşluğunu izledim.

"Her gün farklı kavgalarını izliyoruz bu Demir kardeşlerin." Diye gülerek konuşan Mehmet abinin sesiyle yönümü ona döndüm. Ölümcül bakışlarımı sırıtan yüzüne diktim. "Senin yüzünden!" dedim dişlerimi sıkarak konuştum. Mehmet abi yüzündeki gülümsemeden kurtularak çatık kaşlarıyla bana bakmayı sürdürdü.

"Senin yüzünden!" diye bir kez daha tekrarladım. Olduğum yerden kıpırdamadan konuşuyordum. Aramızda oldukça uzun bir mesafe vardı Mehmet abinin çatık kaşları ve şaşkın gözleri beni süzüyordu. Yüzünün her bir santimi bana o lanet geceyi hatırlatıyor, bütün günahın Füsun Hanımın üzerine kaldığı anı anımsatıyordu. Mehmet abi oturduğu koltuktan yavaşça ayağa kalktı. "Ahu-" diye konuşmaya çalışırken bir kez daha bağırarak susmasını sağladım.

"Senin yüzünden!"

"Benim yüzümden olan şey ne?"

"Sizi gördüm o gece sizi Füsun Hanımla öpüşürken gördüm!" diye bağırdım. Mehmet abi bu söylediğim şeyi sanki biliyormuş gibi hiç şaşırmadı. Ellerini pantolonunun cebine koyarak "Eee ne olmuş yani gördüysen?" diye sordu ukala bir şekilde. Bu sergilediği tavır midemin bulanmasına, sinirlerimin zıplamasına neden oluyordu. Olduğum yerden hızlı bir şekilde adımlayarak Mehmet abinin yanına gittim. Aramızda olabildiğince yeterli bir mesafe bırakarak bakışlarımı gözlerine diktim.

"Bu erkeksi tavrını neden Füsun Hanım günah keçisi seçilirken de göstermedin?" diye sordum sesimdeki soğuklukla Mehmet abinin yüzü gerildi. Biz böyle tartışırken Melih hiç araya girmiyordu ama delici gözlerinin üzerimizde olduğunu hissediyordum.

"Sen benim kardeşlerim hakkında konuşurken önce kendine bakacaksın. Evli bir kadınla aşk yaşarken önce kendini sorgulayacaksın!"

"Düzgün konuş Ahu!"

"Sen düzgün müsün ki ben seninle düzgün konuşacağım." Diye çıkıştım. Mehmet abi sinirle burnundan soluyarak "Haddini aşma!" diye bağırdı. Melih, kavgamızın gidişatını beğenmemiş olacak ki oturduğu yerden kalkarak yanımıza geldi. Mehmet abinin bana meydan okuyan bakışlar atmasının tek sebebi Melih'ti ama unuttuğu bir şey vardı ki bende bugün Melih'e güvenerek ona meydan okuyordum. Mehmet abi dudağının kenarını yukarıya kaldırarak güldü. "Madem bizi gördün söyleseydin babana Ahu." Dedi.

Mehmet abinin yüzünde oluşan saçma gülümsemeyi elimin tersiyle vurarak dağıtmak isteyen yanımı geriye yollayarak tıpkı onun gibi gülümsedim. "Seni açığa çıkarmamak için sustuğumu mu düşünüyorsun?" diye sordum alayla Mehmet abi tek kaşını havaya kaldırarak evet der gibi gözlerime baktı. Ben ise ona biraz daha yaklaşarak cık cıkladım. "Ben sırf abilerim seni öldürüp de katil olmasınlar diye sustum." Dedim ruhsuzca. Mehmet abinin yüzünün rengi attı, dişlerini sıkmaktan neredeyse dişleri kırılacaktı. Bakışları bir yılanın bakışları kadar soğuk ve kin doluydu. bana cevap vermek için ağzını açtığında Melih ikimizin arasına girerek onu durdurdu.

"Yeter bu kadar Mehmet abi. Hadi bahçeye çıkalım konuşacaklarım var seninle" diyerek Mehmet abinin omzuna vurdu. Bakışlarını bana çevirdi. "Sen de ben gelene kadar şu koltuktan kalkma." Diyerek bana emrini verdi ve sinirden çıldıran Mehmet abiyle birlikte salondan çıktı. Dış kapının kapanma sesi kulaklarımı doldurunca hızlı adımlarla mutfağa doğru ilerledim. Mutfaktan içeriye girdiğimde Sevgi Hanım bulaşık makinesinin içinden yıkanmış bulaşıkları dolaba diziyordu. Beni görünce gülümsedi.

"İstediğiniz bir şey mi var Ahu Hanım?" diye sordu. Sevgi Hanımın yanına yaklaşarak "Elma var mı?" diye sordum. Sevgi Hanım gülümseyerek "Dolapta var ben şimdi hazırlarım size" dedi, onu elimle durdurdum. "Siz zahmet etmeyen ben alırım." Dedim ve buz dolabına doğru ilerleyip kapağını açtım. Meyve sepetinin içinde olan kırmızı elmalardan birkaç tane elime alarak mutfak tezgahına ilerledim. Elmaları özenle yıkayarak servis tabağına koydum ve Sevgi Hanıma kolay gelsin diyerek mutfaktan çıktım. Melih'in az önce oturmam için emrini verdiği koltuğa oturarak televizyonu açtım. Elime bir tane elma alarak yemeye başladım. Biten elmamın ardından bir tane daha elma almak için elimi tabağa uzattığımda burnuma Melih'in karanfil kokusu doldu.

Melih'in ayak seslerinden bile daha önce kokusunu duymam normal miydi?

Elime aldığım elmayı ağzıma götürecekken Melih elimdeki elmayı aldı ve gözlerimin içine bakarak büyük bir ısırık aldı kışkırtıcı bir şekilde. Elmayı ısırırken dolgun dudaklarının elmanın üzerinde kurduğu hakimiyet bile kışkırtıcıydı. Melih'in üzerinde olan saçma bakışlarımı toparlayarak "O elma benimdi." Dedim. Melih yanımda ki boşluğa oturarak kocaman gülümsedi.

"Bugün benim hırçın kedimin içinden resmen bir aslan çıktı." Diyerek gülmeye devam etti. Gülüşü o kadar güzeldi ki saatlerce izleyebilirdim. "Ben kedi değilim." Diyerek mırıldandım. "Kedisin hem de benim hırçın kedim." Diyerek elmasından bir ısırık daha aldı. "Ama biraz evcilleşmen lazım bu aralar tırnaklarını olur olmadık yerde çıkarıyorsun." Dedi.

"Eee dikkat ette tırnaklarımı sana da batırmayayım." Dedim sinirle. Melih koyu ela gözlerini gözlerime çıkarttı. "Sen tırnaklarını başkalarına çıkarıyorsun ama sadece bana batırıyorsun." Diyerek başını bana yaklaştırdı. Gözleri dibi görünmeyen kara bir okyanus kadar koyulaşmıştı. Kokusu taze karanfildi ve başımı döndürüyordu. Melih başını bana biraz daha yaklaştırdı dudaklarını kulağıma doğru dayadı. Burnundan içeri derin bir nefes alarak içine hapsetti.

"Uyumak istiyorum." Büyükçe yutkundu "Uyuyalım mı?" diye sordu. Bende tıpkı onun gibi yutkunarak "Uyuyalım." Dedim, Melih yavaşça başını boynumdan çekti. Gözlerini gözlerime dikerek elimden tuttu ve beni ayağa kaldırdı. Ayağa kalkmamla birlikte kucağımda olan elma tabağı yere düşerek elmalar etrafa dağıldı. Melih iri ellerinin arasına hapsettiği elimle birlikte merdivenlere doğru ilerlerken kulaklarımızı Melih'in telefon melodisi doldurdu.

Melih eşofmanın cebinden telefonunu çıkardı ekranda annemin yurt dışında başında bekleyen Ziya'nın adını görünce bakışlarımı Melih'in gözlerine çıkardım. Melih vakit kaybetmeden telefonu açarak kulağına koydu.

"Söyle Ziya."

Telefondan gelen Ziya'nın sesiyle kas katı kesildim.

"Abi Canan Hanım kriz geçirdi. Acil buraya gelmen lazım."

BÖLÜM SONU

Merhaba canlarım ben geldim, nasılsınız bakalım? Kendinize çok iyi bakın hepinizi bolca öpüyorum. Güzel düşüncelerinizi merakla bekliyorum. Bölüm sonunda yıldız tuşuna basarak bölümü oylamayı unutmayın ballı çöreklerim.

 

Loading...
0%