@esranurozer
|
 Fatma Turgut: İlkbaharda Kıyamet Neydi bu kalbimde hissettiğim şey? Acı desem değil, yangın desem değil. Bu adını bilmediğim ama kalbimi yerinden sökecekmiş gibi hissettiğim duygu içimde sert fırtınalar estiriyordu. Kulaklarımın duyduğu kelimeleri sindirmeye çalışan beynim işlevini çoktan yitirmişti. Melih'in elleri arasında olan terli elimi çekerek kalbimin üzerine bastırdım. Melih'in gerilen yüz hatlarından bile anlamıştım duyacağım şeyin kötü bir şey olduğunu. Onun önüne geçerek gözlerinin içine baktım. Kurumuş dudaklarımı aralayarak "Annem mi?" diye sordum. Melih hala kulağında olan telefonu kapatarak cebine koydu. Gözlerinde endişe kırıntıları vardı. Hareketleri oldukça temkinliydi, elini uzatarak omzumdan tuttu. "Ahu gel otur şöyle." Dedi sakince. Başımı iki yana sallayarak "Annem mi?" diye bir kez daha sordum. Melih bıkkın bir nefes verdi ve başını evet der gibi salladı. Ama bu sessiz cevap bana yetmemişti. Kendi kulaklarımla duymalıydım başka türlü kalbim inanmayacak Melih'in yalan söyleyebileceği bir ihtimal üzerinde duracaktı. Terli ellerimle Melih'in omzumun üzerine koyduğu ellini ittirdim. "Annem mi?" diye sorumu tekrarladım. "Evet,annen..." eliyle yüzünü sıvazlayıp "Sakin ol tamam mı? Şimdi hazırlanıp annene bakmaya gideceğim." İçimde inkârlara girdiğim gerçek Melih tarafından yüzüme okkalı bir tokat misali çarpmıştı. Gözlerimin ne zaman dolduğunu, ne zaman gözyaşlarımın yanağıma doğru intihar ettiğinin farkına varmamıştım. Önümden çekilerek merdivenleri çıkmaya yönelen Melih'in eline yapıştım. Melih elini tutmamın etkisiyle durmak zorunda kaldı. Boğazıma oturan yumruyu hiçe sayarak konuştum. "Ne olur beni de götür." Dedim, yalvarır gibi. Melih, bakışlarını ilk olarak elini tutan elime, daha sonra gözyaşlarımla ıslanan yüzüme çevirdi. "Ahu... Hadi bırak elimi. Ben hemen gidip geleceğim." Dedi. Başımı hızla iki yana salladım. "Ne olur ben de geleyim." Bir hıçkırık kaçtı boğazımdan. "Ne olur Melih" "Saçmalama Ahu." Elini elimden kurtararak merdivenleri hızlı bir şekilde çıkmaya başladı. Beni hiçliğe sürükleyerek burada bırakacaktı. Nasılda vicdansızdı, nasılda acımasız, kalpsiz herifin tekiydi. Annemi görmek en çok benim hakkımken bu hakkı elimden alarak beni uçurumdan itiyordu. Hep unutuyordu, ben bu yola, bu hayata annem için girmiştim. Şimdi de annemi kendi gözlerimle görebilmek için elimden ne geliyorsa yapacak Melih'in beni de yanında götürmesi için gerekirse bir kene misali ona yapışacaktım. Kendimi toparlayarak merdivenleri seri bir şekilde çıktım ve Melih'in odasının kapısını çalmadan içeriye girdim. Adımlarımı giyinme odasına doğru yönlendirdim. Bir saniye bile düşünmeden giyinme odasına girdim. Melih eşofmanını çıkarmış siyah bir kot giymişti üstü çıplaktı elinde mavi bir gömlek vardı. Odaya girmemle şaşkın bakışlarını bana çeviren Melih kendini toparlayarak elindeki gömleği üzerine geçirdi. "Ahu endişeni anlıyorum ama böyle yaparak beni de engelliyorsun." Diyerek gömleğinin düğmelerini iliklemeye başladı. Adımlarımı yanına doğru ilerlettim daha sadece iki tane iliklediği düğmesinin üzerinde duran ellerini iki elimle kavrayarak durmasını sağladım. "Beni de götür." "Ahu elimi bırak." Bırakmadım... Elini daha da sıkı kavradım. Melih sabırsız bir nefesi burnundan verdi. "Seni götürmeyeceğim Ahu uzatma bırak şu elimi!" Gözümden süzülen bir damla yaşla birlikte elini bıraktım. Melih'in zindan gözlerine bakarak bir adım geriye gittim ve dizlerimin üzerine çökerek ayaklarına kapandım. "Ne olur beni de götür anneme" diyerek yalvardım. Melih omzumdan tutarak beni ayaklarının dibinden kaldırmaya çalıştı. "Ne yapıyorsun Ahu? Kalk ayağa!" dedi sesine yansıyan şaşkınlık ve kızgınlıkla. Kalkmadım... Annem için onun ayaklarına kapanıp yalvarmam gerekecekse bunu hiç gocunmadan yaptım. "Kalk diyorum sana! Kalk!" diye hiddetli bir şekilde bir kez daha bağırdı Melih aynı zamanda da beni kaldırmaya çalışıyordu. Bense hıçkırarak ağlıyor, sürekli aynı şeyi tekrarlıyordum. "Ne olur beni de anneme götür." "Kes saçmalamayı Ahu! Sinirleniyorum ayağa kalk!" Melih'in hiddetli sesini hiçe sayarak ağlamaya devam ettim. Melih bir anda dizlerinin üstüne çöktü ve iki eliyle yüzümü kavrayarak gözlerimin içine baktı. "Tamam... Allah kahretsin tamam!" dedi pes eder gibi. "Ağlama tamam götüreceğim seni." Diyerek sürekli yenisi akan gözyaşlarımı başparmaklarıyla sildi. Melih'in söylediklerini işiten kulaklarım doğru duyduğumu teyit etmek ister gibi "Götüreceksin?" dedim sorar gibi. Melih gözlerini iki saniye kadar kapatıp geri açtı. "Götüreceğim." Dedi, o an gözümden akan bir damla yaş yanağımda olan Melih'in eline düştü. Melih gözlerini eline değen gözyaşıma çevirdi, daha sonrada gözlerime. "Ağlamaya devam edersen..." büyükçe yutkundu "Seni götürmekten vazgeçerim." Dedi sır verir gibi. Yüzümü Melih'in elleri arasından çekerek iki elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. "Ağlamayacağım söz veriyorum." Dedim. Melih bir süre gözlerimin içine baktı. Bir anda ayağa kalkarak beni de kaldırdı. Gözlerimin içine bakarak yarısı iliklenmiş gömleğinin düğmelerini iliklemeye başladı. Ben ellerimi önümde birleştirmiş tedirgince gözlerine bakıyordum. Melih gömleğini ilikleme işini bitirince bana doğru yaklaştı. Sağ elini kaldırarak saçımı okşadı, parmaklarını boynum boyunca gezdirdi. Eliyle ensemi kavrayarak beni kendine çekti. Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. Derin derin soluklar veriyordu. Verdiği soluklar boynumu ürpertiyor, saçlarımı okşuyordu. Dudakları kulağıma biraz daha yaklaştı, dudaklarından firar eden nefes kulaklarımın içine işliyordu. "Bir daha böyle bir şey yaparsan..." nefesi ateş gibiydi. Dişlerini sıkarak konuşuyordu. "Eğer bir daha böyle bir şey yaparsan... Dizlerinin üstüne çökersen." Sesi tüylerimi ürpertecek kadar soğuktu. "Yemin ederim öldürürüm seni!" dedi ve dudaklarını kulağımdan, ellerini ensemden çekti. Bir uçurumun derinliğine sürükleyen gözleri, yaprak gibi titreyen bedenimi süzdü. Başıyla kapıyı göstererek "Gidelim, yolda sana kıyafet ayarlarız." Dedi, başımı tamam der gibi sallayarak adımlarımı kapıya doğru attım. Melih'le birlikte hızlı bir şekilde evden çıktık ve Melih'in arabasına bindik. Melih telefonla birkaç kişiyle görüştü, biraz ilerledikten sonra arabayı bir mağazanın önünde durdurdu. Birlikte mağazaya girdik, üzerim için gri bir kot pantolon, üzeri içinse siyah dökümlü bir gömlek almıştık. Kabinlerin birine girip üzerimi seri bir şekilde değiştirmiş ve vakit kaybetmeden mağazadan ayrılmıştık. Kaç saat ya da kaç dakika sürdü bilmiyorum ama Melih olabildiğince hızlı bir şekilde havaalanına gelmişti. Bizi hazırda bekleyen Melih'in özel uçağına binmiştik ve çok geçmeden uçak Fransa'ya uçmak için havalandı. Gidiyorduk, gidiyordum. Anneme gidiyordum... Başarmıştım. Annem için yapamayacağım tek bir şey yoktu. Onu en son gördüğümün üzerinden epey zaman geçmişti. Tabi buna ne kadar görmek denirdi tartışılırdı. Çünkü sadece dakikalar süren görüşmemiz Melih'in annemi geldiği gibi göndermesiyle bitmişti. Bakışlarımı dizlerimin üstünde birleştirdiğim ellerime sabitledim. Melih yanıma oturmak yerine karşımda oturmayı seçmişti. Uçağa bindiğimizden beri Melih elinden tableti düşürmemiş, siniri de bir türlü geçmemişti. Karşımda oturmasına rağmen bir kez bile göz göze gelmemiştik. Buna rağmen sinirlendiğini mırıltılar şeklinde küfür ettiğinden ve burnundan solumasından anlayabiliyordum. Melih'in dikkatini çekmemek ve gözüne batmamak için nefes bile almıyordum neredeyse. Aklımda annemin nasıl olduğuyla ilgili sorular dolanıyor, kalbim artçı bir üzüntüyle sarsılıyordu. Anneme bir şey olmadığını kendime telkin ederken oldukça zorlanıyordum. Beynim bir şey olmadı diye bağırsa da, içime çöken huzursuzluk beni kahır ediyordu. Her şeyden, herkesten, hatta kendimden bile vazgeçebilirdim ama annemden vazgeçemezdim. Sırf annem için üç yılımı Melih'in acımasız cehennemine vermiştim. Sırf annem yaşasın diye Melih'in tercihlerine boyun eğmiş, arkamda bütün hayatımı bırakarak cehenneminde yanmayı seçmiştim. Ama şimdi, eğer anneme bir şey olursa, karşıma kim çıkarsa çıksın yandığım kadar yakacaktım. Ben böyle zehirli düşüncelere dalmışken gözümden akan bir damla yaş dizlerimde birleştirdiğim ellerime düştü. Tedirgince Melih görmeden gözyaşımı silecekken kafamı kaldırmamla Melih'in ela gözleriyle göz göze geldik. Kısa bir süre süren afallamayı üzerimden atarak elimin tersiyle yanağımdaki ıslaklığı sildim. Melih'in delici bakışları altında eziliyordum. Boğazımı temizleyerek büyükçe yutkundum. "Be-ben ağlamıyordum, gerçekten." Dedim. Melih bana cevap vermeden öylece gözlerime bakmaya devam etti. Sessizdi, bu sessizlik beni korkutuyordu. Onun delici bakışlarından gözlerimi kaçırarak kurtuldum. Melih'i kızdırmak istemiyordum, şimdi bu uçakta olmamız illada annemi göreceğim anlamına gelmiyordu. Melih'i kızdıracak tek bir şey yaparsam bana annemi göstermezdi. İşte bu nedenden dolayı uslu durmayı seçmiş annemi sadece bir dakika bile görebilmek için ömür boyu susmayı seçmiştim. Melih'te bu durumu üstelememiş ve üzerime gelmemişti. Uçak Fransa havaalanına iniş yapar yapmaz uçaktan inmiş ve Melih'in adamlarının ayarladığı özel araca binmiştik. Araç Fransa sokaklarında ilerlerken benim kalbim annemi görecek olmanın etkisiyle tabiri caizse ağzımda atıyordu. Yaklaşık on beş dakika süren yolculuğumuz özel bir bakım evinin önünde son buldu. Melih, arabadan inerek benimde inmem için kapıyı açtı. Arabadan iner inmez bakışlarımı beş katlı, beyaz boyalı binaya sabitledim. Annemin bir bakım evinde değil de bir hastanede tedavi görmesi gerekirken, onu buraya yatırmış olmaları beni hiçliğe sürükledi. Öylece binayı izlediğimi fark eden Melih kolumdan tutarak beni binanın girişine doğru sürükledi. Bakışlarımı binadan çekmeden Melih'in yanında bir robot gibi ilerliyordum. Melih girişteki güvenlikle bir şeyler konuşarak içeriye girmemizi sağlamıştı. Binanın içine girer girmez gözüme çarpan ilk şey soluk turuncuyla boyanmış duvarlar oldu. Girişin sağ tarafında yarım ay şeklinde olan bir masa konumlanmıştı, onun dışında başka hiç bir şey yoktu. Girişin tam karşısında olan merdivenlerden siyah takım elbiseli bir adam, gözlüklü hemşire olduğunu düşündüğüm bir kadın ve oldukça uzun boylu kırklı yaşlarda bir adam bize doğru geldi. Siyah takım elbiseli adam Melih'in yanına gelerek "Hoş geldiniz abi." Dedi kalın sesiyle. Melih siyah takımlı adamın omzuna elini koyarak "Hoş bulduk Ziya." Dedi ve bakışlarım az önce adının Ziya olduğunu öğrendiğim adama çevrildi. Bu adam annemin kriz geçirdiğini haber veren adam olmalıydı. Melih'in kolumda olan elinden kurtularak adamın yanına giderek siyah gözlerine baktım. "Annem nerede?" diye sordum. Adam bakışlarını benden kaçırarak direk Melih'in gözlerine izin ister gibi baktı. Melih başını sallayarak Ziya'ya onay verdiğinde Ziya bakışlarını bana değdirmeden "Canan Hanım yukarıda odasında yenge." Diye konuştu. Ziya'nın biten konuşmasıyla merdivenlere doğru yönelecekken Melih'in elimden tutmasıyla durmak zorunda kaldım. Melih beni kendine doğru çekerek "Akıllı dur." Diyerek fısıldadı. Daha sonra karşımız da duran kadın hemşire ve doktor olduğunu tahmin ettiğim adama Fransızca bir şeyler söyledi. Onlarda Melih'e seslerinde hissettiğim korkuyla cevap veriyorlardı. Melih sinirli bir şekilde başını salladı, elinin içinde olan elimle birlikte beni de çekiştirerek merdivenlere doğru ilerledi. Merdivenleri öyle hiddetli çıkıyordu ki beni ürkütüyordu. Durduk yere neye bu kadar çok sinirlendiğini anlamamıştım. Biten merdivenlerin sonunda bizi uzun bir koridor karşıladı. Koridorun sağında ve solunda çapraz gelecek şekilde kapılar vardı. Sanırım hastaların kaldığı odalara aitti bu kapılar. Biz önde, Ziya arkamızda bir şekilde koridorda ilerliyorduk. Melih annemin hangi odada da kaldığından emin bir şekilde adımlıyordu. "Nasıl olmuş bu kriz Ziya?" diye sordu Melih Ziya boğazını temizleyerek "Valla biz de anlamadık abi. Canan Hanım birden kriz geçirdi, şimdi uyuyor sakinleştiricinin etkisinde." Diyerek yutkundu "Ama bir şey daha var abi. Canan Hanımın yanında ki görevli hemşire bir adamın geldiğinden bahsetti. Hemşirenin söylediğine göre Canan Hanım o adam içeriye girmeden önce gayet iyiymiş." Dedi bir komutana bilgi verir gibi hızlıca ve tüm detaylı konuşmuştu. Melih Ziya'nın söylediklerini duyduktan sonra adımlarını durdurdu, önünü Ziya'ya döndü. "Ne adamı? Kimmiş peki bu adam?" diye sordu sesinde kızgınlık mı vardı yoksa şüphemi vardı çözememiştim. Ziya sıkıntılı bir nefes verdi ve ellerini önünde birleştirerek Melih'i cevapladı. "Adam kim bilmiyoruz. Daha doğrusu böyle bir adam var mı ondan da tam emin değiliz. " sadece saliselik süren bir zaman diliminde gözlerini bana değdirip tekrar Melih'e baktı. "Bütün güvenlik kameralarını tek tek inceledik ama adam yok. Sanki yer yarıldı da içine girdi." Dedi. Melih, konuşmak için açtığı ağzını kalabalık bir doktor grubunun koridorda yanımızdan koşarak geçmesiyle kapatmak zorunda kaldı. Hepimiz doktorların koştuğu yöne doğru bakarken Ziya "Abi Canan Hanımın odasına gidiyorlar." Demesiyle beynime kan sıçramıştı. Melih'in elinin esaretinden kurtularak az önce doktorların girdiği odaya doğru koştum. Benim dudaklarımdan "anne" yakarışları dökülürken Melih'in dudaklarından benim adım dökülüyordu. Odanın önüne gelince bir saniye bile düşünmeden kapıyı açarak içeriye girdim. Gördüğüm görüntüyle içim sızladı. Annemin kuş gibi çırpınan zayıf bedenini beş doktor tutmaya çalışıyordu. Annem ise acı içinde çırpınıyor inilti şeklinde sesler çıkararak onlara engel olmaya çalışıyordu. "Anne" diye fısıldadım donuk sesimle. Doktorlar annemi sakinleştirme işini kendilerini o kadar çok kaptırmışlardı ki benim içeriye girdiğimi fark bile etmemişlerdi. Bu görüntüye daha fazla dayanamayarak "Bırakın annemi..." diye var gücümle bağırdım. Türkçe konuştuğum için anlamayarak bana bakan doktorlara bir kez daha bağırdım. "Bırakın diyorum." Melih, kolumdan tuttu, "Ahu sakinleş" dedi kolumdaki elini ittirerek "Bırak beni!" işaret parmağımla annemin olduğu yeri göstererek "Söyle bıraksınlar!" diye bağırdım. Melih gözlerini açıp kapatarak sakinleşmeye çalıştı. Bakışlarını benden çekmeden doktorların anladığı dilden konuşarak doktorların annemin yanından uzaklaşmasını sağladı. Melih'in ezici bakışlarının etkisinden ayrılarak serbest kalan ama hala çırpınan annemin yanına ilerledim. Annem kendini kaybetmiş gibi çırpınıyor, gözyaşları içinde inliyordu. Yanındaki boşluğa oturarak titreyen ellerimle yüzünü avuçladım. "Anne... Annem" diye seslendim beni fark etmesi için ama annem şok dalgasına kapılmış gibi çırpınmaya devam etti. "Anne" boğazımdan bir hıçkırık koparken, gözümden de yaşlar firar etti. Annem benim varlığımı bile fark edemeyecek kadar kötüydü. Yine bir kriz geçiriyordu galiba. Onun bu bitap düşen halleri beni perişan ediyordu. Hala ellerimin arasında çırpınan annemin alnına alnımı dayayarak durması için bir kez daha "Anne" dedim acı yüklü sesimle. Annem çırpınışlarını azaltarak acı kahve gözleriyle gözlerimin içine baktı. Annemin alnında olan alnımla alnını yavaşla okşadım. "Ben geldim annem... Sana geldim anne." Annem çırpınmayı bıraktı, acı kahve gözlerinden bir damla yaş süzüldü ve ikimizin arasında kayboldu. Annemin bahar kokusunu içime çekerek "Ben buradayım, senin yanındayım anne." Dedim sır verir gibi. Annem sonunda beni fark ederek sakinleşmişti. Birbirimizin alınlarına yaslı bir şekilde birbirimizin kokularını solurken arkamdan Melih'in sesi geldi. "Yeter bu kadar Ahu. Çekil de doktorlar işini yapsın." Melih'in sesini duyan annem alnını alnımdan çekerek benim başımı göğsüne yaslayarak sıkı sıkıya sarıldı. Beni bırakmak istemiyor gibi, benden ayrılmak istemiyor gibi bir sarılıştı bu. Göğsünde olan başım annemin kemiklerini bile hissediyordu. Vücudu o kadar zayıf ve güçsüzdü ki neredeyse bir deri bir kemik kalmıştı. Gözleri çökmüş, yaşlanmıştı. Kollarımı anneme biraz daha sıkı sararak başımı göğsüne yasladım. "Anne ne olur bir daha hastalanma. Lütfen sen kötü olma." Dedim ağlamaktan boğuklaşan sesimle. Annem belimde olan elinin birini saçlarıma götürüp okşamaya başlayınca içimde kaynayan volkanlar patladı. Burnumun direği biraz daha sızladı, içime çöken zehirli duygunun adı saf özlemdi. Ne kadar çok sarılsam da geçmek bilmeyen illetlik bir özlem... Adı geçince bile iliklerime kadar titrediğim, kalbimin atışını bile değiştiren, boğazımda kocaman geçmeyen bir yumru olan bir özlem. Annem saçlarımı narince okşarken, sesimin güzel çıkması için boğazımı temizleyip "Anne" diye seslendim. Annem saçlarımda olan elini durdurmadan "Hıh" der gibi mırıltılar çıkardı dudaklarından. Annemin bahar kokusundan derin bir nefes alıp "Hatırlıyor musun?" diye sordum. Annemin bana bir cevap veremeyeceğini bildiğim halde anneme soru sordum. "Okula gitmekten nefret ettiğim için sürekli okuldan kaçardım. Sende beni zorla okula gönderirdin." O günleri hatırlayarak gülümsedim. "Bir gün yine okuldan kaçmıştım ve sende beni yakaladığında benimle bir anlaşma yapmıştın. Bana demiştin ki eğer bir daha okuldan kaçmazsan sana gizli tarifim olan elmalı turta yaparım. En çok elma ve elmalı şeyler sevdiğimi bildiğin için bana böyle bir teklifte bulunmuştun ve ben de çocuk aklı işte bir elmalı turtaya okuldan kaçmamak için sana söz vermiştim." Dedim sesime yansıyan gülümseme kırıntılarıyla anneme biraz daha sokuldum ve "Biliyor musun anne? Üç yıldır senin yaptığın gibi bir elmalı turta yiyemedim. Yüzümde gülümseme gözümde yaş vardı. "Berna'nın pastanesi var çok güzel pastalar ve kurabiyeler yapıyor. Kaç kez benim için elmalı turta yaptı ama tadı asla senin ki gibi olmadı anne. " Omzumda bir elin ağırlığını hissettim ve akabinde Melih'in sesi kulaklarımı tırmaladı. "Ahu, yeter." Yetmezdi... Yetmeyecekti de. Melih'i umursamadan annemle konuşmaya devam ettim. "İyileş anne ne olur. İyileş ki bana elmalı turta yap. İyileş ki o güzel sesinle bana kızım de." Dedim. Artık yüzümde de gülümseme yoktu ağlıyordum hem de hıçkıra hıçkıra. Annem de tıpkı benim gibi ağlıyordu bunu başımın altında inip kalkan göğsünden anlamıştım. Birbirimize sarılarak ne kadar ağladık bilmiyordum, ama ağlamam artık şiddetini yitirmişti. Kendimi biraz daha toparladığımda başımı annemin göğsünden kaldırdım. Elimin tersiyle yüzümdeki ıslaklığı silerek dudaklarımı kıvırdım. Elimi uzatarak annemin yüzündeki ıslaklığı da sildim ve gözlerine kocaman gülümseyerek baktım. Annem bakışlarını gülümsememe değdirip tekrar gözlerime baktı. Bu bakış öyle derindi ki beni içine çekiyordu. Benim için endişeleniyordu, kötü olduğumu düşünüyordu. Düşüncelerinin hepsi doğruydu ama bunu annemin bilmesine gerek yoktu. İki elimle yüzünü kavradım annemin ve yanağına içten bir öpücük bıraktım. Bir tane daha ve bir tane daha yüzünde öpülmedik tek bir yer kalmayana kadar öptüm. Ben böyle annemin eşsiz bahar kokusunda kaybolurken Melih sabırsız sesiyle bir kez daha konuştu. "Ahu... Canan Hanımın ilaç vakti, bırak da insanlar işini yapsın. Biz de gidip profesörle konuşalım." Dedi Oturduğum yerden ayağa kalkarak annemin başının üstüne bir öpücük bıraktım. "Hemen geleceğim anne." Diyerek yönümü Melih'e çevirdim. Melih elini uzatıp kolumdan tutacakken annem birden Melih'in eline yapıştı. Annemin verdiği bu tepki odada bulunan Fransız doktorları bile şaşırtmıştı. Melih önce annemin tuttuğu eline daha sonra gözlerine baktı. Melih anneme soru dolu gözlerle bakarken, annem bir şeyler anlatmak ister gibi baktı. Annem konuşamıyordu, ama Melih'te ağzını açıp annemin ne istediğini sormuyordu. Birbirlerine öylece bakıyorlardı, onları izleme işini bırakarak ben araya girdim. "Bir şey mi istiyorsun anne?" Annem beni duymadı bile Melih'in elini sıkıca tutmaya devam etti. Kapının önünde bekleyen Ziya yanımıza gelerek "Abi" diye seslendi. Melih, cevap vermeden annemle bakışmaya devam etti. Ben bir kez daha "Anne" diye seslenince Melih boşta kalan eliyle annemin parmaklarının esaretinden kurtuldu ve annemin gözlerinin içine bakarak elimi tutarak hızlı bir şekilde odadan çıktı. Az önce içeride olan annemle Melih'in yaşadığı şeyi idrak etmeye çalışırken, bir yandan da Melih'in büyük adımlarına yetişmeye çalışıyordum. Melih hızlı bir şekilde yukarıya çıkan merdivenlere doğru ilerledi ve soluk bile almadan merdivenleri çıktık. Merdivenlerin karşısında olan cam kapıya doğru adımladı, kapının yanına geldiğinde kapıyı çalma gereği bile duymadan açarak içeri girdi. İçeriye girer girmez sekreter olduğunu düşündüğüm oldukça güzel beyaz tenli bir kadın direk masasından ayağa kalktı. Kadın bir şeyler söylüyordu, telaşlıydı ama Melih kadını umursamadan beyaz kapıya doğru ilerleyip bu kapıyı da çalmadan içeriye girdi. Masasında oturan Profesör şaşkınca ayağa kalktı. Arkamızda duran sekreter kadın Profesöre bir şeyler söyledi. Profesör kadına başını tamam der gibi sallayıp kapıyı gösterince kadın dışarıya çıkarak kapıyı kapattı. Profesör masasının yanından ayrılarak yanımıza geldi, önce elini Melih'e uzattı ve tokalaştı daha sonra da bana uzatarak tokalaştı. Tanışma faslımız bittikten sonra Melih, Profesöre hiddetli bir ses tonuyla bir şeyler söyledi. Şuan Fransa'daydık onlar kendi dillerini konuşuyorlardı. Melih'te yabancı dil bildiği için iletişim kurmakta zorlanmıyordu. Ama ben konuşulanların hiç birini anlayamıyordum, benim tek bildiğim dil Türkçe olduğu için ne konuştuklarını çözemiyordum. Bir elim Melih'in elinde olduğu için boşta olan elimle kolundan tuttum "Ne yapıyorsun?" diye sordum. Melih çatık kaşlarıyla bana bakarak "Asıl sen ne yapıyorsun?" diye sordu başıyla tuttuğum kolunu göstererek. Omuzlarımı silktim. "Ne konuştuğunuzu anlamıyorum. Annemle alakalı olan şeyleri bende öğrenmek istiyorum." "İzin verirsen bende annenle alakalı şeyleri öğrenmeye çalışıyorum." "İşte ben kendimde duymak istiyorum." Dedim, Melih yamuk bir şekilde güldü" Ben sana Profesörün söylediği her şeyi tercüme ederim." Dedi. "Sana güvenmiyorum!" diyerek çıkıştım. "Ziya'yı çağır, ya da başka bir tercüman bul." Melih kaşlarını alayla havaya kaldırarak bana baktı. "Şimdi hiç sırası değil Ahu!" diye beni ikaz etti. Beni böyle ikaz ederek, seninle şimdi burada, Profesörün önünde tartışamam demek istiyordu. Ama benim bu ikazı pek dikkate alma gibi bir düşüncem yoktu. Zira Profesörde gayet rahat bir şekilde bizi izliyordu, zaten bizim dilimizi bilmediği için tartışmakta ben bir sıkıntı görmüyordum. "Melih, dediğimi yap ve bana bir tercüman bul." "Sana yalan söyleyecek halim yok Ahu! Sinirlerimi bozma benim." "Yalan söylemek daha önce yapmadığın şey değil. Sana güvenmiyorum!" Melih sinirle burnundan soludu "Ahu!" diye dişlerinin arasından tısladı. Ne var der gibi gözlerine baktım tam da bu sırada Profesör araya girerek bozuk aksanıyla "Sorun yok ben Türkçe biliyorum." Dedi, ikimizde birden bakışlarımızı Profesöre çevirdik. Adam bizim konuşlarımızın hepsini anlamıştı. Mahcubiyetle yüzüne bakarken Profesör gülümseyerek eliyle koltukları gösterdi. "Şöyle oturun lütfen." Dedi. Melih sanki az önce burada tartışan biz değilmişiz gibi Profesörün gösterdiği mavi koltuklara gidip oturdu. Tabi beni de yanında sürüklemeyi ihmal etmemişti. Bizim oturmamızla birlikte Profesör de kendi masasına geçip oturdu ve ellerini kenetleyerek dirseklerini masaya dayadı. Melih Profesörün konuşmasına fırsat vermeden direkt konuştu. "Canan Hanım neden kriz geçirdi?" diye sordu kurşungeçirmez sesiyle. Profesör derin bir nefes aldı. "Melih bey bende sizinle bu konuyu konuşacaktım." Gözleriyle ikimizle birden iletişime geçmek ister gibi bakıyordu. "Canan Hanımın hastalığını biliyorsunuz zaten, buraya bunun için gelmişti üç yıl önce." Diye devam etti. Bunları biliyorduk, bilmediklerimizden bahsetmesi gerekti. "Bunları biliyoruz, bilmemiz gereken şeylerden bahset Profesör." Diyerek çıkıştı Melih. Profesör kenetlediği ellerini açarak masaya koydu, boğazını temizledi. "Canan Hanımın ameliyatı tahminimizden bile daha güzel geçti. Şimdiye kadar bırakın konuşmayı şarkı bile söyleyebilecek duruma gelmeliydi. Fizik tedavileri ise en üst seviyede veriliyor, bu kadar ummalı bir fizik tedaviye Canan Hanımın koşması gerekirken, tedavilerin hiçbirine yanıt vermiyor." Dedi tek solukta ve tane tane söylediği şeyler gözlerimin dolmasına sebep oldu Profesör bakışlarını bana çevirip "Üzgünüm..." dedi. Melih, elinin içindeki elimi sıktı, bakışlarını Profesöre çevirdi. "Ne demek tedaviye yanıt vermiyor?" diye sordu. "Ameliyat güzel geçti dediniz az önce iyileşmesi gerekirken ne demek Canan Hanım tedaviye yanıt vermiyor?" diyerek bir kez daha sorusunu yeniledi. Profesör parmaklarıyla alnını kaşıdı. "Endişenizi anlıyorum ama maalesef sonuç bu." Dedi. Hiçbir şeyi bilmeden Melih'in endişeli olduğundan bahsetmişti. Sırf bu cümleyi kurduğu için bile ona saatlerce gülebilirdim. Melih benim annem için asla endişelenmezdi, şuan bile burada olma sebebi annem erkenden ölmesinde intikamı yarım kalmasın diyeydi. "O zaman sonucu değiştireceksiniz lan! Madem her şey güzel geçti, bu kadını da iyileştireceksiniz!" diye bağırdı Melih "Melih bey, Canan Hanım anlamadığım bir şekilde iyileşmek istemiyor. Tek bir gün bile iyileşmek için çabaladığını görmedim." Büyükçe yutkundu "Üzgünüm ama gerçekler bunlar, evet kabul ediyorum şimdiye kadar iyileşmesi gerekirdi." Bakışlarını yaşlı gözlerime çevirdi. "Canan Hanımın başında ki tümörü temizledik. Artık iyileşmek ona kalmış, biz elimizden gelenleri yaptık. Canan Hanımın iyileşmek istemesi kaldı sadece." Dedi. Melih konuşacakken onun konuşmasına fırsat vermeden ben konuştum. "Ne yapmamız lazım?" diye sordum. Profesör sanki dakikalardır bu soruyu bekliyormuş gibi omuzlarını dikleştirdi. "Aslında Canan Hanımın artık bir bakım evinde değil de evde sevdiklerinin yanında bakılması gerekir. Eğer Canan Hanımı eve götürürseniz sizin de desteğinizle birlikte iyileşmek için çabalayacağını düşünüyorum." Dedi. "Böyle bir şey mümkün değil Profesör!" diye bağırdı Melih. Profesör şaşkınca Melih'in neden böyle çıkıştığını anlamaya çalışıyordu. Kendimi toparlayarak "Melih" diye fısıldadım. "Olmaz Ahu olmaz!" diyerek hiddetli bir şekilde beni susturdu. Bakışlarımı Melih'in ölüm zindanlarını andıran gözlerine çevirdim. "Neden?" diye sordum. Gözümden bir damla yaş sorduğum soruyla birlikte intihara kalkışmıştı. Melih koyulaşmış ela gözleriyle gözyaşımı takip etti, daha sonra gözlerini gözlerime dikti. "Neden?" diye bir kez daha sordum. "Nedeni yok! Canım böyle istiyor." Dedi ruhsuzca. Beni öldürmek, hiç etmek ister gibi. Ruhumda asla geçmeyecek yaralar açıyordu. Bana öyle acımasız sözcükler sarf ediyordu ki onunla aramda ki bütün köprüleri yıkıyordu. Elinin içinde kendine yer edinen elimi onun elinden kurtardım. Gözlerimi ateş alan gözlerine diktim. "Senin yüzünden!" diye fısıldadım. Profesör sessizce masasında oturuyordu gözleri üzerimizdeydi hissediyordum. Melih, kaşlarını çatmış, dişlerini sıkmaktan çenesi kas katı kesilmişti. "Senin yüzünden!" diye bağırdım bu kez elimle kendi göğsüme vurarak "Bu halde olmamız senin yüzünden! Görmüyor musun? Biz ölüyoruz görmüyor musun?" diyerek bütün odayı inletecek kadar bağırdım. Melih tek bir cevap vermeden hatta öylece bana bakıyordu. Ben ise sürekli ağlıyor Melih'i yaralamak için doğru kelimeleri bulmaya çalışıyordum. Ama Melih kadar acımasız olmadığım için kelimeler bir türlü dudaklarıma yansımıyordu. Beni böyle yaralamayı nasıl beceriyordu bilmiyordum. Daha bu sabah ayaklarına kapanmış annem için yalvarmıştım. Annemi burada bırakıp gitmek istemediğimi bilmiyor muydu? Nasıl acı çektiğimi görmüyor muydu? "Bunu bana neden yapıyorsun Melih?" diye sordum. Sakindim az önce ki öfkeli çıkışıma nazaran oldukça sakindim. Melih bana cevap vermek yerine oturduğu yerden ayağa kalkarak Profesörün yanına gitti. Profesörün elini sıktı "Canan Hanım burada kalacak ve sizde onun iyileşmesi için her şeyi yapacaksınız!" diyerek benim yanıma geldi. "Hadi gidiyoruz Ahu. Gidip annenle vedalaş sonra da Türkiye'ye döneceğiz." Dedi soğuk sesiyle. "Melih, ne olur annem de bizimle gelsin lütfen?" dedim. Melih benim konuşmamı hiçe sayarak "Kalk Ahu! Eğer konuşmaya devam edersen annenle vedalaşmadan seni buradan götürürüm." Dedi sesinde ölümcül bir tehdit vardı. Dediğini yapmazsam gerçekten de annemle vedalaşmama bile izin vermeden beni buradan götürürdü. Sessizce kapıya doğru ilerledik ve tek kelime konuşmadan merdivenleri inerek annemin kaldığı odaya ilerledik. Odanın kapısının önüne geldiğimizde elimle yüzümü sildim. Dudaklarıma yukarıya doğru kıvırarak yüzüme bir gülümseme yerleştirdim ve kapıyı açarak içeriye girdim. Annem yatağında yatıyordu, beni gördüğü için o da kocaman gülümsedi. Hızlı adımlarla yanına giderek sarıldım. Kollarımı annemden çekerek bu kez ellerimle yüzünü tuttum. "Anne ben çok mutluyum, gerçekten çok mutluyum." Yanağına kocaman bir öpücük kondurdum. "Ama seni böyle görmek beni çok üzdü anne. Az önce doktorunla konuştum senin iyileşmek için çabalamadığını söyledi. "Yalancı bir kızgınlıkla kaşlarımı çattım. "Lütfen iyileşmek için çabala anne benim için yap bunu." Dedim. Annem acı kahve gözlerinde parlayan ışıltıyla gözlerime bakıyordu. Dudakları ara ara yüzümde geziniyor, o da tıpkı benim gibi kokumu içine çekiyordu. Oturduğum yataktan ayağa kalktım ve annemin saçlarının üstüne bir öpücük kondurdum. "Şimdi ben gidiyorum anne ama yine geleceğim... Söz veriyorum." Dedim, buna kendim bile inanmıyordum ama annemin inanması gerekti. Annem gözlerimin içine gitme der gibi bakıyordu ama başka şansım yoktu. Elbet bir gün Melih'in kurduğu bu intikam üstüne inşa edilmiş hayatında bir sonu gelecekti. İşte o zaman annemi asla bırakmayacaktım. Arkama bakmadan hızlı adımlarla odadan çıktım. Kapattığım kapıya sırtımı dayamamla beraber gözümden yaşlar akmaya başladı. Melih ve Ziya karşı duvara yaslı bir şekilde bana bakıyorlardı. Onları yok sayarak çıkışa doğru ilerledim ve çok geçmeden arkamdan gelen adım sesleriyle onlarında geldiğini anladım. Melih, Ziya'ya bütün direktiflerini ve emirlerini verdi. Daha sonra arabaya binerek buraya geldiğimizden daha kısa bir sürede havaalanına gitmiş ve Melih'in özel uçağına binmiştik. Uçak İstanbul'a uçmak için kalkış yaptığında bakışlarımı küçük pencereden dışarıya çevirmiş ve Melih'le tek kelime konuşmamıştım. Yüreğimin yarısını Fransa'da bırakarak İstanbul'a dönüyordum. Melih bugün bana tek bir kurşun bile atmadan ölmeyi öğretmişti. *** Fransa'dan döneli bir hafta olmuştu. Bu bir hafta da Tunç'un desteğini sürekli hissederken Tekinle arama uçsuz bucaksız mesafeler girmişti. Gerekmedikçe konuşmuyorduk, hatta bir birimizin varlığını bile unutacak kadar birbirimizi görmüyorduk. Ben zaten onunla konuşmak istemezken o konuşmak için bana yanaşmıyordu bile. Şimdi ise Berna'nın bütün ısrarlarına dayanamayarak onun cafesin de oturuyordum. Ezgi'de buradaydı, üçümüz bu bir haftada daha da yakınlaşmıştık. Ben öyle kendi âlemimde dalmışken Ezgi'nin şen sesiyle gerçek dünyaya geri döndüm. "İnanamıyorum ya! " Diyerek elindeki telefonun ekranını bize çevirdi. Berna ile ekrana şaşkınca bakarken Berna Ezgi'nin elinden telefonu alarak "Ay bende inanamıyorum." Diye bağırdı. Onların bu halini şaşkınlıkla izliyordum. "Neye inanamıyorsanız bana da gösterin ben de inanamayayım." Dedim. Berna elinde ki telefonu görmem için bana uzattı. Ezgi'de şen sesiyle bana açıklama yapmaya başladı. "Bu elbise var ya ünlü bir markanın sadece iki tane tasarladığı bir model. Ve inanır mısın şuan indirimde kendisi." Dedi. Elimdeki telefonu Berna'ya uzatarak "İnanamıyorum ama elbiseye değil size." Diyerek göz devirdim. Berna bana yandan bir bakış atıp Ezgi'ye döndü. "Aman boş ver sen onu Ezgicim." Başıyla beni gösterip "Ahu bizim ne hissettiğimizi nereden anlasın." Demesiyle üçümüz birden gülmeye başladık. Kendimizi kaybetmiş gibi gülerken cafenin içinde adım yankılandı. Yüzümdeki gülümsemeyle sesin geldiği yöne bakışlarımı çevirdiğimde Levent'i gördüm. Yüzümde ki gülümseme solarken, içimde çağlayan Melih'e yakalanma endişesi vardı. Levent cafenin girişinden ayrılarak bize doğru adımladı. Aramızda birkaç insan sığacak şekilde durdu. "Ahu nasılsın?" diye sordu. Yeşil gözlerine karanlık çökmüştü. Gözlerimin içine öyle derinden bakıyordu ki nasıl olduğu gözlerimden anlamak ister gibi. Oturduğum yerden ayağa kalktım ama ona iyiyim diyecek gücü kendimde bulamıyordum. Bir cevap vermeyeceğimi anlayan Levent bana doğru bir adım attı. "Yangını duydum, çok geçmiş olsun." Diyerek bir adım daha attı. "Ben nasıl olduğunu merak ettim ve kendi gözlerimle görmeye geldim." Dedi mat bir ses tonuyla. Levent'in dudaklarından dökülen kelimelere cevap veremiyordum öylece yeşil gözlerini izliyordum. Levent'in yeşil gözleri bana ormanları andırıyordu, kaybolmak istediğim ormanı. Levent bir kez daha "Ahu" diye seslendi. "Neden geldin Levent?" diye sordum. Levent sorduğum soruyla afalladı, bakışlarına yansıyan şaşkınlık sesine de bulaşmıştı. "Neden mi?" başımı usulca sallayınca Levent bir adım daha atarak aramızda sadece iki adımlık bir mesafenin kalmasını sağladı. Yeşil gözlerinde sert rüzgârlar esiyordu. "Senin için geldim Ahu... Sadece senin için." Diyerek bir adım daha attı. Aramızda böylelikle sadece bir adım vardı. Levent'in kokusu burnumu istila ediyordu. Yeşil gözleri gözlerimi, sözleri ise içimi deliyordu. "Ben sadece senin için geldim." Diyerek aramızda kalan son adımı da atıp mesafeyi kapatacakken cafede Osman'ın "Ne oluyor burada yenge?" diyen sesi yankılandı. Levent aramızda kalan mesafeyi kapatmadan açmak zorunda kalmıştı. Osman hızlı bir şekilde yanımıza gelerek ters bir şekilde Levent'e baktı. "Hayırdır kardeşim?" dedi sorar gibi. Levent ellerini cebine koyarak rahat bir tavır takındı. "Hayır kardeşim." Dedi imayla. Osman sinirle Levent'e yaklaşarak " Bas git buradan bir daha da yengemin yanına yaklaşma!" diye bağırdı. Onu ilk kez bu kadar sinirli görüyordum. Ağzımı açıp duruma el koyacakken Melih cafeden içeriye girdi. Sinirli ya da öfkeli değildi. Sakince yanımıza geldi. Osman'ın omzuna elini koyarak sıktı. "Tamam, Osman sen git. Levent Bey de gidecekti zaten." Dedi. Osman Melih'i dinleyerek dışarı çıktı. Levent bakışlarını bana çevirerek "Ahu" diye seslendi. Levent'in adımı söylemesi Melih'i öfkelendiriyordu bunu çenesinin seğirmesinden anlıyordum. "E- efendim." Diye kekeleyerek cevap verdim. Levent yüzüne yerleştirdiği şeytani bir gülümsemeyle "Canan teyze nerede?" diye sordu. "İstanbul'a gelmişken onu bir göreyim." Dedi. Levent annemin nerede olduğunu adı gibi biliyordu ama Melih'e meydan okumak için beni de harcadığının farkında değildi. Melih, Levent'e cevap vermeme izin vermeden elimden tuttu ve cafeden beni çıkardı. Kendi arabasının yanına gelip kapıyı açarak binmemi sağladı, daha sonra da kendisi sürücü koltuğuna geçerek arabayı çalıştırdı. Biraz ilerledikten sonra arabayı ara sokağa soktu ve durdurdu. Yine bana Levent yüzünden kızacak, bağırıp çağıracaktı. Kendimi buna hazırlarken beklediğim gibi olmadı. Melih gayet sakin bir şekilde "Ahu" diye seslendi. Bakışlarımı ona çevirerek "hım" diye mırıldandım. Melih ateş alan ela gözleriyle gözlerimi yakmak ister gibi bakıyordu. Dolgun dudaklarını araladı. "Annenin buraya gelmesini istiyor musun?" diye sordu sesi gözlerinin aksine soğuktu. Başımı evet der gibi sallayıp dudaklarımı araladım "İstiyorum" dedim. Melih büyükçe yutkundu yutkununca hareket eden âdemelmasının sesi kulaklarıma çarptı. "Anneni buraya getiririm... Ama bir şartım var. Dediğimi yaparsan sözümü tutacağım ve anneni buraya getireceğim." "Tamam, kabul ediyorum... Şartın her neyse yapacağım." Dedim heyecanla Melih başını bana doğru yaklaştırdı dudaklarını kulağıma dayadı ve beni mafedecek kelimeleri fısıldadı. "Levent'e onu hiç sevmediğini ve kalbinde asla ona yer olmadığını söyleyeceksin." BÖLÜM SONU |
0% |