Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13. Bölüm

@esranurozer


             

Sezen Aksu: Vazgeçtim

İnsan insanı, bir fotoğrafa muhtaç eder bir anıya hapis edermiş...

Melih'te benim bütün anılarımı elimden almak istiyor, kendisinin merhametine muhtaç ediyordu. Benden ucunda cenneti vaat ettiği yolun başında değer verdiğim bir şeyimi feda etmemi istiyordu.

Levent'ten vazgeçmem karşılığında annemi vereceğini söylüyordu.

Kulağımın dininde nefes alıp veren Melih'i göğsüne ellerimi koyarak ittim. Ruhsuz gözlerle gözlerine baktım. Dudaklarımı zorlukla araladım "Anlamadım..." dedim. Aslında anlamıştım ama Melih'ten tekrar anlatmasını istiyordum. Melih bir cam gibi şeffaflaşan ela gözlerini gözlerimden çekti. Sırtını arabanın koltuğuna yasladı ve bakışlarını önüne çevirdi. Benim gözlerim onun üzerinden bir saniye bile ayrılmazken, o benimle göz teması kurmuyordu. Gözlerimin odağında olan Melih cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dal sigara çıkararak dolgun iki dudaklarının arasına yerleştirdi ve sigarasının ucunu tutuşturdu. Sigaradan büyükçe bir nefes aldı, aldığı nefesi dumanla birlikte üfledi.

"Neyi anlamadın Ahu?" diye sordu konuştukça ağzından dumanlar çıkıyordu. "Söylediğin hiçbir şeyi anlamadım." Dedim sakince. Melih az önce benden çektiği gözlerini tekrar bana çevirerek, sigarasından büyük bir nefes daha aldı. Ciğerlerine çektiği dumanı diğer tarafa dönerek üfledi. Ve bu kısır döngüyü sigarasını bitirene kadar devam ettirdi. Biten sigarasının izmaritini pencereyi açarak dışarıya attı. Bedenini tamamen bana döndürdü.

"Levent'e onu hiç sevmediğini ve kalbinde asla ona yer olmadığını söyleyeceksin." Dedi az önce kulağıma fısıldadığı cümleyi tekrardan söyleyerek. "Anladın mı?"

"Anlamadım..." dedim ve devam ettim. "Levent'in bu konuyla ne alakası olduğunu anlamadım." Dedim. Melih kaşlarını alayla havaya kaldırdı. Gözlerine yansıyan şeytani kıvılcımlarla sanki ben aptalmışım gibi bakıyordu. Aptal değildim, sadece aptala yatıyor ve Melih'in ne demek istediğini anlamak istemiyordum.

"Demek anlamadın?" başımı evet der gibi salladım. Melih, büyük bir kahkaha attı. Biten kahkahasıyla "Affedersin benim hatam." Diyerek eliyle kendini gösterdi. "Ben sana anlayacağın şekilde anlatayım hemen." Dedi, sesinde alay rüzgârları eserken, yüzünde tehlikeli bir gülümseme vardı.

"Levent etrafımda çok dolanıyor ve ben bundan hiç hoşnut değilim Ahu!" hoşnut olmadığı sesine bile yansımıştı. "İkimiz de çok iyi biliyoruz Levent'in kim olduğunu değil mi? Onun buraya neden geldiğini, neden sürekli senin etrafında dolandığını ikimiz de çok iyi biliyoruz Ahu!" sesi sertleşmişti. Dudaklarından çıkan her bir kelime ölüme atlıyordu.

"Onu ortadan kaldırabilirim Ahu, ama ben insaflı davranarak onu senin bizden uzaklaştırmanı istiyorum. O buradan gitmeyecek bunu biliyoruz... Ama senden gidecek Ahu bunu sen sağlayacaksın!" dedi, ruhsuz buz gibi sesiyle.

Melih ateş olan bir adamdı, peki sesi neden bu kadar soğuk çıkıyordu? Neden ateşinden kalbi de nasibini almıyordu? Neden kalbi bu kadar buz tutabiliyordu?

Az önce ikimizde biliyoruz dedi, peki Levent'e bunları söylerken benim nasılda perişan olacağımı bilmiyor muydu? Anneme kavuşarak tamam olacağımı düşünüyordu ama Levent'in benden gittiğinde eksik kalan kalbimi görmüyordu. Vicdanı hiç sızlamıyor, çocukluğundan beri kendine arkadaş edindiği intikam ateşiyle hepimizi yakmaktan vazgeçmiyordu.

Fersiz gözlerim Melih'in sert yüzünde dolaşıyordu, dakikalardır lal olan dilimi sonunda çözerek. "Neden anneme karşılık Levent'ten vazgeçmem gerekiyor?" ağlamamalıydım... Ağlamamalı ve sakince konuşmalıydım. "Ben zaten üç yıl önce Levent'ten vazgeçtim! Neden şimdi Levent'ten sözlü olarak vazgeçmemi istiyorsun?" dedim, titreyen sesimle Melih kaşlarını çattı, bana doğru eğildi. "Bir daha o adamın adını ağzına almayacaksın!" dedi dişlerinin arasından tıslar gibi.

Ona o kadar çok soru sormuştum ama o sadece takıla takıla Levent'in adına takılmıştı. Su götürmez bir gerçek vardı ki Melih tek kelimeyle ruh hastasının tekiydi. Kendi istediği olmadığında delirebilen, hatta gözü dönen bir canavara dönüşüyordu. Şu anda tam öyleydi, kaşlarını çatmış, ela gözlerine zehirli yeşiller bulaşmıştı. Bakışlarına bulaşan zehirle beni yok etmek istiyordu.

"Çocuk değilsin Ahu! Bu konuşma yeterince uzadı." Sesi hiddetliydi. "Yeterince anladığını düşünüyorum." Dedi ve dilinin ucuna bulaşan zehirli kelimeleri sarf etti.

"Annene karşılık Levent'ten vazgeçeceksin!"

Yine bana tercih sunduğunu sanıyordu, benden sunduğu seçeneklerden birini seçmemi istiyordu. Direkt ne istediğini söylemiyor, olmasını istediği şeyleri acımasız tercihler sunarak benim seçmemi istiyordu. Melih'in yok etme şekli buydu... Melih vücudunuzda tek bir yara açmadan sizi ruhunuzla, kalbinizle yaralar ve öldürürdü...

"Bu kadar acımasız olmak zorunda mısın?" diye sordum. Melih'e söyleyecek birçok şeyim varken dudaklarımdan bu soru döküldü. Sorduğum soruyla Melih bir an afallar gibi oldu ama hemen kendini toparlayarak o yıkılmaz, sert, güçlü adama geri döndü. Ve ayıplar gibi "Cık, cık, cık." Diye mırıldandı. "Yanlış cevap... Sorumun cevabı bu değil Ahu!"

"Annenin buraya gelmesini istiyorsan o piç herife dediklerimi söyleyeceksin!" dedi. Levent'e piç demesi kalbimde artçı bir öfkeye yol açtı. Onun hakkında konuşurken böyle bahsetmesi beni çıldırtıyordu. "Doğru konuş onun hakkında!" diye çıkıştım Melih'e.

Melih çıkışmamla birlikte güler gibi sesler çıkardı. "Ne o zoruna mı gitti?" diye sordu, sesinde tehditkâr bir tını varken, yüzündeki gülümseme şeytanları bile kıskandıracak cinstendi. "Zoruna gitti." Kendi sorduğu soruyu kendisi cevaplayarak başını salladı. Sinirlenmiş ve kendine hâkim olmaya çalışır gibi bir hali vardı. Ben ise onu korku dolu gözlerle izliyordum. "O Levent piçine hakaret etmem zoruna gitti!" diye bağırdı. "Melih!"

"Ne var lan?" diye beni yerimden sıçratacak kadar güçlü bağırdı. Aynı zamanda da arabanın kontağını çalıştırdı ve dar sokaktan arabayı hızlı bir manevrayla çıkardı. Burnundan soluyordu, söylediğim tek bir kelime onu böyle delirtmişti. Araba ana yola çıkınca Melih arabanın hızını biraz daha arttırdı. Yanından korna çalarak geçen arabalara ağzı alınmayacak küfürler ediyordu. Bütün hırsını arabanın hız limitinden çıkarmak ister gibi gaza yüklendikçe yükleniyordu. Sadece bir saniye kadar kısa bir zaman diliminde bakışlarını bana çevirip tekrar yola döndü.

"Bir daha siktiğim adamın adı geçince zoruna gitmeyecek Ahu! O adam ile ilgili bırak konuşmayı adı geçtiğinde bile bulunduğun yeri terk edeceksin!" diye kükredi. "Duydun mu beni?" elini direksiyona sert bir şekilde vurdu. Bu zorba adama bir cevap veremiyor, sessizliği kendime arkadaş ediniyordum. Ona ağzımı açıp bağırıp çağırmak istiyordum ama elimden gelen tek şey sessizlik oluyordu. Bitmek bilmeyen gözyaşlarım ve beni hiçliğe sürükleyen sessizlik...

Melih, benim cevap vermediğimi fark edince bir kez daha elini direksiyona vurarak bağırdı. "Duydun mu beni diyorum?"

"Duydum..." dedim fısıltı gibi çıkan bir ses tonuyla. Melih duymak istediği cevabı alınca bir daha konuşmadı. Arabanın hızını azaltarak babamların evine doğru sürdü. Kısa bir süre sonra araba babamların evinin önünde durdu. Melih yönünü bana çevirdi, gözlerinde yanan ateşle gözlerime baktı. Sakindi ama öfkesi hala olduğu gibi duruyordu.

"Sana akşam saat sekize kadar düşünmen için zaman veriyorum Ahu. Ya dediğimi yapar Levent'e sana söylediklerimi söylersin. Ya da bir daha anneni zor görürsün!"

Gözümden düşen bir damla yaş yanaklarımdan, çeneme doğru süzüldü. Melih'in zehirli yeşillere bulanan ela gözleri gözyaşımı takip etti. "Biliyorsun..." dedim. Melih gözleriyle gözyaşımı takip etmeyi bıraktı, gözlerime baktı. "Kararımın ne olduğunu biliyorsun. Kimi seçeceğimi biliyorsun." Dedim ağlamaklı sesimle.

"Evet" dedi "Biliyorum... Ama yine de sana zaman veriyorum."

Elini yüzüme yaklaştırdı, parmaklarının tersini yanağımda gezdirerek gözyaşlarımı sildi. "Hadi in şimdi. Akşam tam sekizde arayacağım seni." Diyerek parmaklarını yanağımdan usulca çekti. Bir süre birbirimizin gözlerini izledik, daha sonra ben kendi tarafımda bulunan kapıyı açarak arabadan dışarıya çıktım. Eve doğru ilerlerken arkama bir kez bile dönmemiştim. Melih'te ben eve girene kadar gitmemiş beni beklemişti.

Anahtarla kapıyı açarak içeriye girdim. Evde o malum geceden sonra ölüm sessizliği oluşmuştu. Evin içinde herkes kendine ait odalardan yemek dışında hiç çıkmıyordu. Herkes kendi içine gömülmüş, kendi dertleriyle uğraşıyordu. Hızlı bir şekilde merdivenleri tırmandım ve bana ait olan odaya girdim. Kendimi yatağın üstüne tabiri caizse boş bir çuval gibi attım. Bakışlarımı baş ucumdaki komodinin üstündeki saate çevirdim saat 17: 08 'i gösteriyordu. Melih'in bana tanıdığı sürenin dolmasına daha üç saat vardı. Kararım belliydi bunun üzerine düşünmeme gerek bile yoktu, birine kavuşurken birini harcamam gerekecekti.

Yatakta sağıma döndüm ve dizlerimi kendime çekerek gözlerimi kapattım. Uyumam gerekliydi, uyumalıydım ve uyandığımda verdiğim kararı Melih'e söylemeliydim. Beni yavaş yavaş kollarına çeken uykuyu kucaklayarak uyudum.

Gözlerimi telaşla açarak baş uc umda ki komodinin üzerindeki saate çevirdim. Saatin 19: 55 olduğunu görünce rahatlayarak derin bir nefesi dudaklarımdan verdim. Yatakta doğrularak sırtımı yatak başlığına dayadım. Telefonumu cebimden çıkartarak dizlerimin üzerine koydum ve saatin sekiz olmasını bekledim.

Saat tam sekizi gösterince telefonum çalmaya başladı. Melih dediğini yaparak tam vaktinde aramıştı. Telefonu açarak kulağıma koydum, ne ben telefonu açarken konuştum ne de Melih konuştu. İkimizde telefondan nefes alışverişlerimizi dinliyorduk. Ve bu bir dakika kadar bir süre sürdü. Buna daha fazla dayanamayarak ilk ben konuştum.

"Ne zaman istersen Levent'e dediklerini söyleyeceğim." Dedim derin bir nefes aldım, aldığım nefesi ciğerlerime ulaşmadan tekrar verdim. "Annemi seçiyorum."

"Güzel... Bu iş fazla uzamayacak! Hazırlan yarın sabah onda gelip seni alacağım ve sende bu işi bitireceksin." Dedi, sanki bir işten bahseder gibi. "Tamam" dedim ve Melih bana cevap vermeden telefonu yüzüme kapattı. Kapanan telefonla birlikte yataktan kalktım, ağır adımlarla odamda bulunan banyoya girdim. Üzerimdeki kıyafetlerden kurtuldum, duşa kabine girip suyu ayarladım. Bedenimi duştan akan ılık suyun altına soktum, bir süre hiçbir şey yapmadan başımdan akan suyun yere doğru süzülüşünü izledim.

Öyle bomboştum ki düşünceler beynime uğramıyor, gözlerime yaşlar dolmuyordu. Belki de bomboş değil yorgundum. Düşünemeyecek kadar, hatta ağlayamayacak kadar yorgundum...

İçimde, tam kalbimin ortasında hissettiğim bir şey vardı. Adını koyamıyordum... Ağrı gibi, yangın gibi, boşluk gibi ve daha çözemediğim birçok duygu gibi bir his vardı. Anneme kavuşacaktım ama buna bile sevinmemi engelleyen bir his vardı. Bu içimde filizlenen duygunun sahibi şüphesiz ki Melih'ti. Üç yıl önce o depoda söylediği her şeyi yapıyordu. O istemeden yaşayamıyor, hatta ölemiyorduk. O cehennem ateşinin bile kıskanacağı bir ateş barındırıyordu içinde ve sönmesi mümkün olmayan ateşinde beni de yakıyordu. Yok ediyordu...

Ayak parmaklarım ve ellerim buruş buruş, olana kadar suyun altında kaldım. Ilık suyla buruşan elimle suyu kapattım ve bedenimi duşa kabinden çıkardım. Krem rengi bornozumu giydikten sonra saçlarımı kurutmadan banyodan çıktım. Parke zemine saçımdan damlayan su damlacıklarının izlerini hiçe sayarak yatağıma doğru adımladım. Üzerimi bile giyinme gereği duymadan yatağın üstündeki örtüyü kaldırarak içine girdim. Sanki yıllardır uykuya hasret kalmışım gibi gözlerimi kapatarak kendimi uykunun kollarına bıraktım.

***

Sabah başımdaki şiddetli ağrıyla gözlerimi açtım. Bu ağrının tek sebebi saçlarımı kurutmadan ıslak yatmamdan kaynaklıydı. Elimle alnımı ovalayarak komodinin üstündeki saate baktım. Saat sekiz buçuğu gösteriyordu. Yataktan usulca kalktım ve banyoya giderek elimi yüzümü yıkadım, ardından dişlerimi fırçaladım. Bütün bunları yaparken bir kez bile karşımdaki aynaya yansıyan görüntüme bakmadım. Bakıp da kendi yıkık dökük halimle yüzleşmek istemedim. Seri bir şekilde banyodan çıktım, kıyafet dolabımın önüne gelerek kapağını açtım. Kıyafetlerin üzerinde gözlerimi gezdirdim ve sonunda aradığım şeyi buldum.

Tıpkı Levent'in gözleri gibi koyu yeşil olan kolları tülden, dizimin az aşağısında biten, belinde ince kemeri olan elbiseyi alarak yatağın üzerine bıraktım. Çekmeceden siyah iç çamaşırlarımı da alarak giyinmeye başladım. Levent'i ilk bırakıp geldiğimde veda bile etmemiş ondan sessiz sedasız gitmiştim. Madem, bir kez daha Levent'ten gidecektim. O zaman son kez onun için hazırlanacaktım. Üzerimi giydikten sonra aynanın karşısına geçerek solmuş yüzüm canlansın diye krem sürdüm. Dudaklarımı ince bir dokunuşla pastel tonda bir ruj sürdüm ve koyu kahve uzun saçlarımı tarayarak salık bıraktım. Artık hazırdım.

Siyah çantamın içine telefonumu ve cüzdanımı yerleştirdim. Çantamı omzuma takarak odadan çıktım. Merdivenleri inerek dış kapıyı açtım ve evden dışarıya çıktım. Bahçe kapısının önünde birkaç dakika bekledikten sonra Melih'in arabası görüş açıma girdi. Melih arabayı yanımda durdurur durdurmaz kapıyı açarak arabaya bindim. Kemerimi takmaya çalışırken Melih arabayı tekrar çalıştırarak yola koyuldu. İkimizde sanki yokmuşuz gibi davranıyorduk, hiç konuşmuyorduk.

Melih arabanın direksiyonunu sola kıvırdı ve tanıdık sokaklardan geçmeye başladı. Bu tanıdık sokakların sonu bizi Levent'in iş yerine götürecekti. Melih, Levent'le bir yerde oturup konuşmamı istememiş olacak ki beni Levent'in ofisine götürüyordu. Beş dakika kadar daha süren yolculuğumuz tahmin de ettiğim gibi Levent'in ofisinin önünde son buldu. Melih arabayı kaldırımın kenarına park ederek emniyet kemerini çözdü. İki eli hale direksiyonda duruyordu. Bakışları karşıdaydı, bana bakmıyordu. En az benim kadar gergindi ve gergin olmasının tek sebebi beni kendi elleriyle Levent'e gönderiyor olmasıydı. Benim gerginliğim ise Levent'e yapacak konuşmamdan dolayıydı.

Melih'in bana in demesini kemerimi bile çözmeden bekliyordum. Sanki o bana bir şeyleri yapmamı söylemezse hata yapacak ve her şeyi batıracak gibi hissediyordum.

Melih bir anda yüzünü bana döndü. Gözlerinde parlayan kızıl kıvılcımlarla gözlerime baktı. "Sadece yirmi dakikan var Ahu!" büyükçe yutkundu. "Eğer yirmi dakikayı bir saniye bile geçirirsen bu ofisi içindekilerle birlikte yakarım." Dedi şeytani bir tehditle.

Yapardı... Biliyordum. Daha önce yapmadığı şey değildi. Başımı usulca tamam der gibi salladım. Ama bu Melih için yeterli bir cevap olmadı, çünkü o bütün cevaplarını sesli duymak isterdi. "Anladın değil mi beni? Sadece yirmi dakikan var!"

"Anladım."

"Güzel, çöz kemerini ve git hadi."

Kemerimi çözdüm, arabanın kapısını açıp inecekken Melih kolumdan tutarak durmamı sağladı. Bakışlarımı gözlerine çıkardım ve ne oldu der gibi baktım. Melih yüzünde daha önce görmediğim bir ifadeyle bana bakıyordu. Asırlara konu olacak ama sadece saniyeler süren bakışmamız Melih'in dudaklarını aralamasıyla son buldu.

"Ahu... Beni kızdırmak istemezsin değil mi?"

"İstemem..."

"Söylediklerimi sakın unutma."

"Unutmam." Dedim ve Melih elini kolumdan çekti. Arabanın kapısını açtım ve dışarıya çıktım. Hızlı adımlarla ofisin girişinden girdim, güvenlik görevlisinden de geçtikten sonra binaya girdim. Daha önce buraya gelirken içimde korku vardı ama şimdi tarifi zor duygular var. İkinci kata çıkan merdivenleri sarsak adımlarla çıktım. Levent'in odasının kapısının önüne geldim ve derin bir nefesi içime çekerek kapıyı çaldım. Levent içeriden gel diye seslenince kapıyı açarak içeriye girdim. Levent beni görmesiyle oturduğu yerden ayağa kalktı. Yüzünde şaşkınlık, dudaklarında gülümseme vardı. "Ahu." Dedi ve devam etti "Geldin... Sen bana geldin." Diyerek yanıma geldi ve sarılmak için kollarını uzattığında bir adım geriye giderek sarılmasına mani oldum.

Levent, bir adım atarak ondan uzaklaşmama şaşkınlıkla baktı. Aramızda yeterine bir mesafe bırakarak konuştum.

"Geldim... Ama sana değil konuşmaya geldim." Dedim, sesimin titrememesi için oldukça büyük bir savaş veriyordum. Levent, yüzüne çok yakışan gülümsemesiyle "Neden geldiğinin hiç önemi yok Ahu. Sonuçta geldin, bana geldin." Dedi. Eliyle koltukları göstererek "Gel oturalım da öyle konuşalım." Diyerek masasının oraya gitti ve ofis telefonunu eline alarak heyecanlı bir şekilde benimle konuşurken telefondan da birini arıyordu. "Ne içersin?" diye sordu sesine yansıyan sevinçle.

"Levent" diye seslendim durması için Levent bakışlarını bana çevirerek "Efendim" dedi, gözlerimi açıp kapattım sakin olmam gerekiyordu ve yirmi dakikam dolmadan Levent'le konuşmalıydım. "Hiçbir şey içmeyeceğim, oturmayacağımda sadece konuşacağım." Dedim.

Levent kulağına koyduğu telefonu masanın üstüne bıraktı ve bana doğru adımladı. Az önce benim bıraktığım kadar bir mesafe bıraktı aramıza ve sorgu dolu yeşil gözleriyle gözlerime baktı. "Nedir seni sabırsızlığa itecek olan konuşma?" diye sordu.

Dananın kuyruğu koptu kopacaktı zaten. Eveleyip gevelemeye gerek yoktu. Her şekilde acı çekecektim ve ben bu acıyı yavaşça çekmek istemiyordum. Bu yüzdende direk konuya girerek ağzımın içindeki zehirli okları Levent'e sapladım.

"Buraya neden geldin bilmiyorum." Diye konuşurken "Senin için geldim Ahu." Diye araya girerek sözümü kesti Levent. Onun böyle yapması benim işimi daha da zorlaştırıyordu. Söylediği şeyden hiç etkilenmemiş gibi boğazımı temizledim.

"Keşke gelmeseydin." Dedim dan diye Levent yeşil gözlerine yansıyan şaşkınlıkla "Ne?" diye sordu. "Keşke gelmeseydin." Dedim bir kez daha "Keşke benim için gelmeseydin! Hayatını buraya taşımasaydın!"

Levent alayla güler gibi sesler çıkardı. "Ne diyorsun Ahu sen? Anlayamıyorum."

"Neyi anlayamıyorsun Levent? Gayet açık bir şekilde söylüyorum. Keşke gelmeseydin diyorum. Bunun neresini anlayamıyorsun."

"Neresini anlamıyorum biliyor musun?" sesi kırgındı "Senin benimle böyle konuşmanı anlamıyorum. Bana uzak durmanı anlamıyorum." Bakışlarını sağ elimdeki yüzüğe dikerek "O adamın yüzüğünü parmağında taşımanı anlamıyorum Ahu!" dedi acı çeker gibi. "Levent ba-"

"Seni seviyorum Ahu! Seni köpek gibi seviyorum!"

"Ama ben seni sevmiyorum." Diye çıkıştım. Levent yüzüne yansıyan hayal kırıklığıyla bana bakıyordu. Orman yeşili gözlerinin irislerinin titrediğini görebiliyordum. "Yalan" dedi başını inanmazca iki yana sallayarak "Yalan söylüyorsun!" diye hiddetli bir şekilde bağırdı "Üzgünüm..." dedim fısıltıyla. Levent bana doğru bir adım atınca bende refleks olarak bir adım geriye attım. Ondan uzaklaşmam onu daha da çıldırttı ve ellerini saçlarının arasından sert bir şekilde geçirdi. Kararan yeşil gözlerini gözlerime dikti.

"Bana yalan olduğunu söyle Ahu!" diye kükredi. Başımı iki yana sallayarak "Üzgünüm..." dedim tekrardan. "Ben seni sevmiyorum. Kalbim sana ait değil. Kalbimde sana yer yok!" dedim sesim titrememişti ama kalbim hançer yemiş gibi kanıyordu. Ağlamamak için direniyordum ve şu ana kadar gözümden tek damla yaş akmamıştı ama Levent bana böyle bakmaya devam ederse uzun sürmeyecek ağlayacaktım.

"Sana inanmıyorum." Başını iki yana salladı "Yemin ederim ki sana inanmıyorum." Diyerek eliyle göğsüne vurdu. "Sen de beni seviyorsun. Adım kadar eminim ki sen de beni seviyorsun. Benden vazgeçmezsin, bizden vazgeçmezsin." Sesinde güçsüz bir yakarış vardı. Yüzü kireç gibi beyazlamış, gözlerinin pınarları sulanmıştı.

Kendimi toparlayarak kahve gözlerimi, son kez yeşil gözlerine diktim. "Ben daha çocuktum. Sevginin ne olduğunu bilemedim... Özür dilerim seni sevdiğimi sanmışım." Dedim sesim bile kendinden emin çıkmamış bana ihanet etmişti. Levent sarsılarak eliyle masanın ucundan tuttu "Çocuktun?" dedi sorar gibi. Ellerimi önümde birleştirdim ve başımı evet der gibi salladım. "Sevdiğini sandın?" diye bir soru daha yöneltti bana. Ben ise yine ona başımı sallayarak cevap verdim. Çünkü konuşmam artık mümkün değildi. Boğazıma oturan yumru ve akmak için benimle savaşan gözyaşlarımla konuşursam baş edemezdim.

Levent büyük bir kahkaha attı. Bu gerçek bir gülmekten ziyade tehlikeli bir gülüştü. "Buna inanmamı gerçekten bekliyor musun?" hem gülüyor hem de konuşmaya çalışıyordu. "Oradan bakınca bu saçmalığa inanacağımı gerçekten düşünüyor musun Ahu!" diye bağırdı, artık gülmüyor öfkeyle burnundan soluyordu.

"Ben senin çocukluğunu da biliyorum gençliğini de." İşaret parmağını bana doğrultarak salladı. "Ne sen çocuktun ne de ben." Dedi ve devam etti. "Üç yıl önce ne oldu da sen bu hayatı seçtin bilmiyorum. Ama öğreneceğim Ahu! Ve ben öğreneceklerimi senden vazgeçerek yapmayacağım!" dedi tehdit kokan sesiyle.

Derin bir nefes aldım ve olabildiğince sert davranarak. "Yeter saçmalama artık!" diye çıkıştım. Levent konuşmaya çalışırken onu elimi kaldırarak durdurdum. "Senin tek öğrenmen gereken gerçek benim seni sevmediğim." Büyükçe yutkundum.

"Ben Melih'i seviyorum... Kalbim sadece ona ait." Dedim

Levent elleriyle kulaklarını kapattı. Söylediklerim ona ağır gelmişti, yüzündeki bütün damarlar gerilmişti. Onun bu halini görmeme rağmen durmadım konuşmaya devam ettim. "Sen kendi yoluna bak, ben zaten kendi yolumu buldum. " diyerek çıkışa doğru adımlamaya başladım aynı anda da konuşuyordum. "Unut beni ve Duygu ile mutlu olmaya bak." Cümlem biter bitmez Levent odayı, hatta bütün ofisi inletecek kadar bağırdı.

"Unutayım öyle mi? Duygu ile mutlu olayım öyle mi?"

Yönümü Levent'e doğru döndüm esmer teni kızarmış boynundaki damarlar belirginleşmişti. "Duygu benim umurumda bile değil! Duygu'yu sevmiyorum! Ben seni seviyorum sadece seni!" diye bağırarak masasının üzerindeki eşyaları eliyle yere savurdu. Öfkesinden önüne ne gelirse dağıtıyor, eline geçen her şeyi yere fırlatarak parçalıyordu. Üç büyük adımda yanıma geldi, gözlerime hayal kırıklığıyla baktı.

"Ben üç yıl boyunca senin sevginden güç aldım lan! Bir gün sana kavuşmanın umuduyla yaşadım. Her saniye yüzünü görebilmek için fotoğraflarınla avundum lan!" diye bağırmasıyla orman yeşili gözlerinden iki damla yaş yüzünü saran sakallarına doğru süzüldü. Ve dakikalardır savaş halinde olduğum gözyaşlarım bununla birlikte beni terk ederek aktı.

Levent elini kaldırarak yanağımdaki gözyaşımı silecekken, izin vermeyerek kapıyı açtım ve Duygu'yla burun buruna geldim. Bütün konuşmamızı duymuş ve ağlıyordu. Hatta ofiste bulunan herkes geniş holde toplanmış bize bakıyordu, buna Rüya da dâhildi. Duygu'yu önemsemeden yanından geçip gidecekken Levent arkamdan bağırmaya devam etti. "O adama mı gidiyorsun? Git tamam şimdi git! Ama unutma Ahu senden vazgeçmeyeceğim! Seni alacağım kimselere bırakmayacağım!" dedi, sesinde şeytanı bile kıskandıracak bir tehdit vardı.

Daha fazla beklemeden hızlı bir şekilde merdivenlere doğru ilerledim ve seri bir şekilde indim. Ofisin dışına çıktığımda Melih'in verdiği zamanın dolmamış olması için içimden dua ediyordum. Güvenlik görevlisini de geçince demir kapıyı açtım ve o an Melih'in bana doğru geldiğini gördüm. Melih'in bana yaklaşmasını beklemeden ben de ona doğru ilerledim ve ortada buluştuk. Melih tedirgin gözlerle gözlerime bakıyordu, soru sormak istiyor ama sanki buna çekiniyor gibi bir hali vardı. Bakışmamız Melih'in elimi tutarak arabaya doğru beni sürüklemesiyle son buldu. Arabaya geçip oturduğumda Melih'te sürücü koltuğuna geçti ve tek kelime konuşmadan arabayı çalıştırdı. Yol boyunca ikimiz de yemin etmişiz gibi hiç konuşmadık. Kendi yaşadığım evin önüne gelince Melih arabayı inmem için durdurdu. Yine aynı şekilde bir robot gibi arabadan indim ve Melih arabayı bir rüzgâr hızıyla çalıştırarak evin önünden uzaklaştı.

Bahçe kapısını açtığım an Tekin'in arabasını görmem bir oldu. Tekin'in, Levent'in buraya gelmesinde katkısı olduğu için, içimde ki patlamaya hazır öfkeyi ona kusma isteği gözümü bürüdü. Hızlı adımlarla eve doğru ilerleyip çantamdan çıkardığım anahtarla kapıyı açtım ve içeriye girer girmez merdivenleri adeta uçarak çıktım. Tekin'in odasının önüne gelince kapıyı çalmadan içeriye girdim ve kapıyı sert bir şekilde kapattım. Kapanan kapının sesiyle yatağında uzanan Tekin yerinden sıçradı.

"Ahu" diye seslendi "Ne oldu?" hızlıca yanına giderek "Ne mi oldu?" diye bağırdım. Tekin afallamış bir halde yüzüme bakıyor ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Elimi kaldırarak göğsüme vurdum. "Bana bunu neden yaptın abi? Neden yaptığını söyle?"

"Ne yapmışım ben Ahu?" diye sordu yaptığının ne olduğunu bile anlamayacak bir adilikte. "Levent'i neden buraya getirdin? Neden benim acı çekmeme sebep oldun?" diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Bağırmak beni sakinleştirmiyordu ona hem fiziksel hem de ruhsal şiddet uygulamak istiyordum. Tekin'in yüzünde benden beklemediği şeyleri duymanın şaşkınlığı vardı. "Ahu ben... Ben bilmiyordum." Dedi, yalan söylerken bile sesi titrememiş, yüzü kızarmamıştı. Onun bu umursamaz tavrı beni delirtmeye yetti ve elimi kaldırarak yüzüne güçlü bir tokat attım "Yalan söyleme! Diye bağırarak ellerimle neresine gelirse vurmaya başladım.

Gözüm dönmüştü ve Tekin'in bana yaptıkları içimde dolup taşarak şiddeti doğurmuştu. Tekin'in yüzünü gözünü tırmalıyor, öfkemin bana verdiği güçle küçücük bedenimle Tekine saldırıyordum. Tekin ise yüzüne, eline gelen tırnaklarımdan kurtulamıyordu.

Tekin'in odasının kapısı bir anda açıldı ve Tunç'un gür sesi odayı doldurdu. "Ne oluyor burada?" Ben Tunç'u duymazdan gelerek saldırmaya devam ederken Tekin bulduğu boşluktan konuşarak "Abi gözünü seveyim al şunu üzerimden." Dedi yalvararak.

Tunç kapıyı sert bir şekilde kapatarak yanımıza geldi ve beni belimden sarılarak kucakladı. "Güzelim sakin ol." Diye fısıldadı. Sakin falan olmadım Tunç'un kucağında bile Tekin'e saldırmaya devam ettim. Tunç beni kollarıyla tabiri caizse bir ahtapot misali sarıyordu.

"Ne yaptın lan? Ne yaptın da bu kızı çıldırttın?" diye Tekine hitaben konuştu. "Ben bir şey yapmadım. " yatağın en ucuna giderek eliyle beni gösterdi. "Ahu çıldırmak için yer arıyor." Dedi üste çıkmaya çalışarak. "Sus lan yapmışsındır sen yine bir boklar!" diye çıkıştı Tunç. Daha sonra kollarıyla beni iyice sabitleyerek yönümü kendisine çevirdi. "Güzelim." Dedi sakinleşmiş olduğumdan emin olmak ister gibi. Tunç'un kollarında çırpınmayı bırakarak sakince yüzüne baktım. Tunç saçlarımdan öperek, yüzümü iki eliyle kavradı.

"Söyle abine ne yaptı bu pezevenk sana?" diye sordu bir abi şefkatiyle. Onun bu şefkati beni dinginleştirdi. "Abi" dedim ağlamaklı bir sesle. "Söyle abim." Dedi küçük kız kardeşiyle konuşur gibi. Gözlerimi Tunç'un açık kahve gözlerinden ayırmadan sağ elimin işaret parmağıyla Tekin'i işaret ettim. "Bu Levent'i buraya bilerek getirmiş." Dedim şikâyet eder gibi.

Tunç'un gözlerine yansıyan öfke kırıntıları bunu zaten bildiğini gösteriyordu. Bilmesi hiç bir şeyi değiştirmiyordu. Yanağımdaki elinin avuç içiyle yanağımı hafifçe okşadı. "Biliyorum" dedi sakin ama sert sesiyle. "Ve emin olabilirsin bunu yaptığına onu pişman ettim." Bunu söylerken gözleri bile Tekin'i pişman ettiğini haykırıyordu.

Tunç'un şefkatli bakışları ve sıcak ellerinin arasında duran yüzümle kendimi beş yaşındaki Ahu gibi hissettim. Babasına nazlanmak isteyen ama bir türlü bu fırsatı yakalayamayan, beş yaşında ki küçük Ahu. İçimde çağlayan hissiyat beni Tunç'un şefkatine çekiyordu. Belki babama nazlanacak fırsatı bulamamıştım ama abimle bu fırsatı yakalayabilirdim.

"Abi" dedim ve o an gözümden bir damla yaş döküldü. Tunç yanağımda olan eliyle gözyaşımı narince silerek "Ağlama abim." Dedi. Bakışları yıkık dökük, sesi acılıydı.

Ağlama deyince daha çok ağlayasım geliyordu. İçimde ki sözcükleri gözyaşıma yükleyerek boşaltmak ister gibi ağlamak istiyordum. Öyle de oldu durdurak bilmeyen gözyaşlarım bir bir gözpınarlarımdan aktı. Tunç derin bir nefes alarak alnımdan öptü. "Geçecek güzelim hepsi geçecek..." diye fısıldadı. Boğazımdan bir hıçkırık kaçtı. "Geçmeyecek abi biliyorum..." bir hıçkırık daha firar etti boğazımın en derinlerinden.

"Geçmiyor... Geçmedikçe de benim canım acıyor abi."

"Ahu güzelim..."

"Onun bana nasıl baktığını görmedin abi... Nasıl içimin sızladığını bilmiyorsun abi." Dedim sessiz feryat ederek. Tunç başımdan tutarak beni göğsüne yasladı. Şimdi benim gözyaşlarım onun tişörtünü ıslatıyordu, onun elleri ise saçımda geziyordu.

"Şşşt tamam ağlama." Diye beni telkin eden Tunç'un göğsüne anlımla vurarak. "Bitsin artık abi." Dedim "Bitsin ki geçsin bu içimdeki acı."

"Bitecek..." dedi yemin eder gibi. "İşte o zaman her şey geçecek... En çokta içindeki acı geçecek güzelim."

Kollarımı Tunç'un bedenine sararak ağlamaya devam ettim. Geçmeyeceğini bildiğim halde, Melih istemediği sürece bitmeyeceğini bildiğim halde Tunç'un söylediklerine inanmak istedim. Ben zaten doğduğumdan beri olmayacak şeyleri ister, olmayacak şeylere inanır ve olmayacak hayaller kurardım. Bu kez de beni bütün kalbiyle seven, şefkatini benden esirgemeyen abimin söylediklerine inanmak istiyordum.

Biraz daha Tunç'a yanaştım ve kollarımı biraz daha sıkı sardım. Onun kolları arasında sakinleşene kadar ağladım. Tunç'ta sesini çıkarmadan benim ağlamamın bitmesini bekledi. Ve ben dudaklarımdan dökemediğim bütün acımı, gözyaşlarımla abimin tişörtüne döktüm.

***

Levent'le konuşalı tam tamına üç gün geçmişti. Ama geçen bu süre zarfında Melih annemi getirmemişti. Dün onu annemi ne zaman getireceğini sormak için aradığımda öfkeli bir şekilde onu çok darladığımı, sürekli bu konuyu açarak asabını bozduğumu ve eğer annemin buraya geleceğini birine söylersem anlaşmayı iptal ederek annemi getirmekten vazgeçeceğini sert bir şekilde söyledi. Bana konuşma fırsatı tanımadan bütün tehditlerini sundu ve en sonunda sabırlı olmamı ve beklememi söyleyerek telefonu yüzüme kapattı.

Şimdi ise Birsen teyzenin yıldırıcı ısrarlarına daha fazla katlanamayarak ailece yemek davetine katılmıştık. Birsen teyze aileler arasında aşılmaz mesafeler girdiğinin farkına vararak kendi evlerinde bizi yemeğe davet etmiş ve iki ailenin arasındaki mesafeyi az da olsa kapatmak istemişti. Ama Birsen teyzenin anlamadığı bir şey vardı ki ne Demir ailesi ne de Kılıçaslan ailesi artık eskisi gibi olamazdı.

Birsen teyzenin düşüncesine göre ailece yemek yiyecektik ama Kenan amca Rüya kızını da yemeğe davet etmişti. Mehmet abi zaten vazgeçilmezdi onsuz tek bir aile yemeği yediğimizi hatırlamıyordum. Masada sükûnet içinde yemekler yenmişti. Şimdi ise önümüzde Birsen teyzenin kendi elleriyle yaptığı ayva tatlısını yiyorduk. Bakışlarımı önümdeki tatlıdan kaldırarak masadakileri incelemeye başladım.

Kenan amca babamla ve dedemle samimi bir şekilde konuşurken, Füsun Hanıma gelince öldürücü bakışlarını sunuyordu. Tunç ve Tekin kendi aralarında bitse de gitsek havasındaydılar. Rüya desen şirin kızı oynayarak Kenan amcasıyla tatlı dille konuşuyor, sık sık Birsen teyzeyle muhatap oluyordu.

Füsun Hanım sanki o kötü geceyi kendisi yaşamamış gibi yüzünden gülücükler eksilmiyor, masada neredeyse herkesle diyoloğa giriyordu. Bakışlarım Füsun Hanımda kalınca Füsun Hanımın Mehmet abiye kaçamak bakışlar attığını gördüm. Bu durum kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Hiçbir şey olmamış gibi hala Mehmet abiye kaçamak bakışlar atması gerçekten de ahmaklıktan başka hiçbir şey değildi. Füsun Hanımın bu bakışlarını Mehmet abi hiçe sayıyor ve sanki Füsun Hanım yokmuş gibi tatlısını yiyordu.

Sinirle elimin içinde olan çatalı sıkıyorken, elimin üstünde hissettiğim elle bakışlarımı elin sahibine çevirdim. Melih, ona baktığımı görünce elinin altında olan elimi avucunun içine alarak beni şaşkınlığa uğratacak bir hareket yaptı. Elimi öldürücü bir yavaşlıkla dudaklarına götürdü ve uzun bir öpücük kondurdu. Şaşkınlıkla gözlerine bakarken Rüya'nın çatalını sert bir şekilde tabağına çarpmasıyla Melih'in gözlerinden gözlerimi çektim.

"Pardon... Çatal elimden düştü." Diye konuştu Rüya. Bakışlarımı Rüya'ya çevirdiğimde Kenan amcayla göz göze geldim. Kenan amca nefretle bakan gözlerini benden ayırmadan Rüya'ya cevap verdi. "Önemli değil güzel kızım." Dedi. Rüya, Kenan amcanın konuşması üzerine kocaman gülerek bana yandan bir bakış attı. Onların bu saçma tavırlarını anlamsız gözlerle izliyordum. Yaptıkları tek kelimeyle manasızdı.

Birsen teyze gözlerini masadaki tatlı tabaklarında gezdirdi ve benim tatlımın olduğu gibi durduğunu görünce kaşlarını çattı. "Ahu canım." Diye seslendi. Bakışlarımı Birsen teyzenin ela gözlerine diktim. "Neden tatlından yemiyorsun? Sevmedin mi yoksa?" diye sordu kaşıyla tatlı tabağını göstererek. Birsen teyzenin sıcak tavrına kayıtsız kalmayarak kocaman gülümsedim. Hala Melih'in elinin içinde olan elimi çekerek tatlımdan kocaman bir lokma aldım. Ağzımda ki tatlıyı hızlıca çiğneyip yuttuktan sonra "Çok güzel olmuş Birsen teyze çok beğendim." Dedim.

Birsen teyzenin yüzünde gururlu bir gülümseme oluştu. "Hadi tatlını bitir de kahvelerimizi içelim." Dedi sıcacık sesiyle. Ben tatlımdan ikinci lokmayı ağzıma atacakken Kenan amca ayağa kalkarak bakışlarını bana dikti. "Tatlı yemen bitince kahvelerimizi yaparsın artık gelin hanım." Diye konuştu imayla. Kenan amcanın benimle böyle imayla konuşması ortamda gerginlik yaratırken Rüya'yı mutlu etmişti. Kenan amcaya cevap vermek için ağzımı açmamla Melih'in konuşmasıyla kapatmam bir oldu.

"Hadi salona geçelim." Diyerek masadakilere eliyle salonu gösterdi. Herkes ayağa kalktığında Melih bakışlarını Kenan amcaya çevirerek "Ha bu arada baba" diye seslendi. Kenan amca bakışlarını Melih'e çevirdi. "Ahu kahve yapmayacak!" dedi ve dudaklarını meydan okur gibi iki yana kıvırdı. "Kahveni bir zahmet Rüya kızın yapsın." Dedi Rüya kızına vurgu yaparak. Kenan amca afallayarak şaşkınca Melih'e bakmaya devam ederken. Babam araya girerek "Afiyet olsun kızım." Dedi gülümseyerek masadan kalktı ve böylelikle masadaki herkes babamla birlikte kalkarak salona girdi.

Masada olan gerginlikten sonra Melih'in de vurgulamasıyla Rüya herkese kahvesini yapmıştı. Herkes Rüya'nın yaptığı kahveyi içerken Melih içmemeyi tercih etmiş, yetmemiş bana da içirmemişti.

Herkes kendi aralarında konuşurken Füsun Hanım ve Mehmet abinin yokluğu gözüme çarptı. Hiç kimseye fark ettirmeden oturduğum yerden kalktım ve salondan ayrıldım. İlk olarak mutfağa giderek çalışanlara çaktırmadan Füsun Hanımı görüp görmediklerini sordum. İçlerinden biri aşağı kata inerken gördüğünü söyleyince ona teşekkür ederek aşağı kata inen merdivenlere ilerledim ve ses çıkarmamaya özen göstererek yavaşça indim.

Merdivenlerin sonunda yeşil ve krem renginin hâkim olduğu sinema odası gibi dizayn edilmiş kocaman bir solan karşıladı beni. Salonda bakışlarımı gezdirirken çapraz bir şekilde duran yeşil kapının ardından Füsun Hanım ve Mehmet abinin seslerini duydum. Temkinli adımlarla kapıya doğru ilerledim ve o an fark ettiğim kapının açık olmasıyla onları hem görüyor hem de duyuyordum. Karşı karşıyaydılar Füsun Hanım sesine yansıyan üzgünlükle "Mehmet neden böyle konuşuyorsun?" diye sordu sitemle. Mehmet abi sıkkın bir nefesi dudaklarından dışarıya bırakarak. "Uzatma Füsun!" dedi hiddetli.

Füsun Hanımın gözünden bir damla yaş süzüldü. Mehmet abiye biraz yaklaşarak "Hani seviyordun beni? Nasıl böyle konuşuyorsun? Yaşadığımız her şey gerçekti." Büyükçe yutkundu sesi gibi elleride titriyordu. "Ben senin için her şeyden vazgeçtim... Çocuklarımdan bile."

"Vazgeçmeseydin Füsun! Birkaç kere öpüştük biraz vakit geçirdik diye seni sevdiğimi düşünmen senin suçun!" dedi acımasızca.

Mehmet abinin kelimeleri böyle fütursuzca sarf etmesi beni sinirlendirmişti. Füsun Hanımı kullandığı yetmiyormuş gibi birde acımasızca ve aşağılayıcı bir tavırla konuşuyordu.

"Benim seninle işim yok! Birkaç günlük bir şeyi bu kadar büyütme! Bitti!" diye bağırmasıyla kapının aralık kısmından ittirerek içeriye girdim. Füsun Hanım beni görmesiyle şaşkınlık içinde kala kalırken Mehmet abi kılını bile kıpırdatmadı. "Siz... Siz nasıl böyle bir şey yaparsınız?" diye çıkıştım. Füsun Hanım "Ahu bir dinle." Diyerek yaşlı gözlerle bana doğru ilerlediğinde durması için elimi kaldırdım. "Hadi kimseden utanmıyorsunuz? Bari kendinizden utanın be!" diye çıkıştığımda arkamdan Melih'in "Ahu" diye gürlemesi odada yankılandı.

Bakışlarımı Melih'e çevirdim elimle Füsun Hanımı gösterdim "Bu kadın hemen babamdan boşanacak!" diye bağırdım. Melih bana cevap vermek yerine kolumdan tuttuğu gibi odadan sürükleyerek çıkardı. Bahçeye açılan sürgülü çam kapıyı açarak bahçeye çıkmamızı sağladı. Bahçede ilerlerken diğer elimle ona vuruyor, beni bırakması için çıkışıyor, hatta çırpınıyordum ama hiç biri Melih'i durdurmaya yetmiyordu. Bahçenin ortasına gelince Melih kolumu bıraktı. Ondan birkaç adım geriye atarak uzaklaştım. İşaret parmağımı tehditkâr bir tavırla ona doğru salladım.

"Melih Füsun Hanım ve babamın boşanmasını sağlayacaksın!" diye bir kez daha bağırdım. Melih ellerini pantolonun cebine koyarak rahat bir tavır takındı "Başka isteğin?" dedi alayla. Melih'in gözlerine sinirle baktım ve dudaklarımı aralayarak üç gündür içime attığım gerçeklerimi yüzüne kustum. "Yalancı herifin tekisin." Dedim. Melih'in kaşları çatıldı.

"Yalancı!"

"Ahu!"

"Ne var yalancı değil misin? Sözünü tutmayan bir adam değil misin?" diye bağırdım. Melih alev alev yanan gözleriyle gözlerime bakıyordu. "Sınırını aşma benim canımı da sıkma!" dedi dişlerinin arasından. Ne onu umursadım ne de sinirini. "Söylediğin her şeyi yaptım ama hala sen annemi getirmedin." Dedim ve devam ettim. "Yalancı olmasan şimdiye sözünde durur ve bana annemi getirirdin." Dedim. Melih kaşlarını çatarak bana bakmaya devam etti.

"Ben sırf sen istiyorsun diye Levent'le konuştum." Dememle Melih "O piçin adını ağzına alma!" diyerek bahçeyi inletecek kadar bağırdı. Benim bütün konuşmalarıma sağır olan adam Levent'in adı geçince duyuyordu. Böyle sinirlenince kabuğuma çekileceğimi düşünüyorsa yanılıyordu.

"Onun adı piç değil Levent." Dedim Melih sinirle soluyarak "Kes sesini Ahu." Diye bağırdı. Kesmedim meydan okur gibi bir kez daha "Levent" dedim

"Sus" dedi susmadım ve sırf o çıldırsın diye bir kez daha "Leve-" diyecekken Melih'in dudakları dudaklarıma yapışmasıyla söyleyeceğim adı yutmak zorunda kaldım. Melih iki eliyle yüzümü kavramıştı ve dudaklarıyla dudaklarımı bütün hırsını almak ister gibi öpüyordu.

Melih benim bütün ilklerimi çalan adamdı... İlk öpücüğümü de çalarak dudaklarımın sahibi olmuştu...

BÖLÜM SONU.

Loading...
0%