@esranurozer
|

Cem Adrian :& Hande Mehan: Sen Benim Şarkılarımsın Melih'in dudakları tarafından hınçla öpülen dudaklarımı, onun esaretinden kurtarabilmek için elimi göğsüne koyarak ittim. Melih itmemin etkisiyle benden sadece bir adım uzaklaşabilmişti. Nefesimin düzene girmesini beklemeden elimi kaldırarak Melih'in yüzüne tokat attım. "Sen beni nasıl öpersin?" diye bağırdım soluk soluğa. Melih attığım tokattan zerre etkilenmemişti. Gecenin karanlığında bile çok belli olan gözlerinde ki parlamayla sol elinin başparmağını dudağının üzerinde gezdirdi. Oda tıpkı benim gibi nefes nefeseydi. Nefesini düzene soktuktan sonra bu kez de dilini dudaklarının üzerinde gezdirdi ve yamuk bir şekilde güldü. "Nasıl öptüğümü tekrar gösterebilirim." Dedi sesine yansıyan kışkırtıcı bir imayla. Rahat herifin tekiydi... Söylediği kelimeler beni öfkeden tabiri caizse kudurtuyordu. İşaret parmağımı Melih'e doğru tehditvari bir şekilde salladım. "Sen..." dişlerimi sıkarak konuşuyordum. "Evet, ben..." diyerek kaşlarını alayla kaldırdı. "Sen hayvan herifin tekisin!" Melih, çok nadir rastladığım ve ona çok yakışan içten bir kahkaha attı. Biten kahkahasıyla "Hâlbuki daha hayvani yanımı sana hiç göstermedim... Böyle söyleyerek kırıyorsun beni." Dedi yalancı bir küskünlükle. Yine beni ciddiye almıyor benimle alay ediyordu. Sanırım bu gece Melih bizim yemediğimiz bir şey yemiş ve bu rahatlığa erişmişti. Aramızda sadece bir adımlık mesafeyi kapatarak dibinde durdum. İşaret parmağımı göğsüne vurarak "Sen ne saygısız bir adamsın? İlk öpücüğümü çalarak nasıl ziyan edersin?" diye bağırdım, burnumdan soluyordum. Melih ilk olarak göğsüne vurduğum parmağımı tuttu. Alev alev yanan ela gözlerini gözlerime dikti ve boşta kalan elinin parmaklarını dudaklarımın üstünde gezdirdi. Dudaklarımın üstünde gezen parmaklarının sıcaklığını hissediyordum. Az önce sinirden gerilen bedenim şimdi ise Melih'in parmaklarının dokunuşuyla geriliyordu. Melih büyükçe yutkundu, yutkunurken çıkan ses ikimizin bedenleri arasında çarparak yok oldu. "İyi ya işte... Bana ait bir şeyi almakla çalmış olmuyorum." Dedi, sır verir gibi kısık çıkmıştı sesi. "Sen benimsin!" parmaklarını dudağımın üstünde gezdirmeye devam etti. "İlk öpücüğünde benim, son öpücüğünde." Diyerek başını bana doğru eğdi. Beni tekrar öpeceğini düşünerek kalbimin atışı değişti. Değişen bu kalp ritmim korkudan mı yoksa heyecandan mı olduğunu çözemeden. Melih dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. Sıcak nefesi kulağımın içini tırmalıyor, içime doğru ılık bir sıvının zehrini akıtıyordu. "Benim olan bu dudaklardan bir daha o piçin adı çıkarsa..." kulağımın içine sıcak nefesini üfledi. "Dudaklarına acı biber sürerim." Dedi kışkırtıcı bir fısıltıyla. Saçma sapan konuşmalarını daha fazla duymak istemediğim için onu var gücümle ittim. Melih kendi isteğiyle benden uzaklaştı. Yüzünde alaylı bir gülümseme vardı. Bu gülümsemesi beni sinirlendiriyordu. Böyle gülmeye devam ederse az önce öfkeden attığım tokadı bir kez daha o muhteşem yüzüne atacaktım. "Kes sırıtmayı! Beni sinirlendiriyorsun." Diye bağırdım. Melih bu halimden oldukça keyif alıyordu, bu yüzüne yansıyan gülümsemeden oldukça belliydi. "Sinirlen... Senin gibi küçük bir kedinin siniri bana ne yapabilir?" dedi gülerek. "Eğer gülmeye devam edersen, tokadım yüzünde bir kez daha patlayacak!" diye çıkıştım. Melih bana yaklaşarak yüzündeki gülümsemeyle. "Sen az önce yüzüme tokat atmadın. Dokundun..." kaşlarını alayla kaldırdı. "Hissetmedim bile." Dedi. Böyle konuşarak beni çileden çıkarıyordu. Zaten çok yakınımda olan Melih'e biraz daha yaklaştım ve aklımın içinden geçen şeyi yapmak için doğru bir pozisyon aldım. Bakışlarımı Melih'in zevkten dört köşe olan ela gözlerine diktim. "Eminim ki bunu hissedeceksin." Dedim ve hiç düşünmeden, bir anda gelen cesaretle sağ dizimi kırdım ve Melih'in bacak arasına, tam malum yerine dizimi sert bir şekilde geçirdim. Melih, "Ahh Ahu!" diye bağırarak iki büklüm eğildi. Ben ise yüzüme yansıyan gülümsemeyle "Hissettin mi?" diye sordum. Melih, acıyla inleyerek "Ne yaptın kızım sen?" diye kükredi. "Sen bunu hak ettin!" diyerek Melih'in yanından uzaklaşacakken, Melih, doğrularak kolumdan tuttu. "Bu yaptığının hesabını vermeden nereye gidiyorsun?" diye sordu dişlerinin arasından tıslar gibi. Yüzünde az önceki gülümsemeden eser yoktu. Daha çok ac ı çektiğini ayan beyan belli eden bir ifade vardı. Melih'in bu haline daha fazla dayanamayarak dudaklarımdan bir kahkaha firar etti. Melih "Ahu!" diye beni ikaz edince "Ne var?" diye çemkirdim. "Benim asabımı bozma!" dedi. Melih'e cevap vermek için açtığım ağzımı bahçeye çıkan cam kapının önünde bekleyen Rüya'yla göz göze gelmemle kapattım. Rüya cam kapının pervazını sıkı sıkıya tutuyordu, gözleri ise dolu doluydu. Belki de ağlamıştı. Melih nereye baktığımı anlamak için bakışlarını baktığım yöne doğru çevirdi ve o da Rüya'yı görmesiyle "Hay sikeyim... Ne işi var bu kızın burada?" diye mırıldandı dudaklarının arasından. Rüya kendini toparlayarak "Ahu'yu çağırmaya geldim." Sesi titremişti. "Füsun Hanım rahatsızlandı eve gideceklermiş Ahu'yu bekliyorlar." Dedi. Melih, başını sabır diler gibi iki yana salladı "Yürü Ahu" diyerek önüme geçti ve Rüya'nın yanında durduğu cam kapıya doğru ilerledi. Bende onu takip ederek peşinden küçük adımlarla ilerliyordum. Füsun Hanımın fenalık geçirmesinin tek sebebi benim onları yakalamamdı. Ben böyle düşüncelerle Melih'in arkasından ilerlerken Melih, Rüya'nın yanından geçip gitmişti. Bende Rüya'nın yanından geçecekken Rüya koluma yapıştı. "Melih'le öpüştünüz..." dedi sorar gibi. Sesi yıkık dökük, bir o kadar da meraklı çıkmıştı. Rüya'ya cevap vermeden önce kolumu tutan eline baktım. Titriyordu... Bakışlarımı mavi gözlerine diktim ve oldukça sakin bir ses tonuyla "Bırak kolumu." Dedim. Rüya, kolumu kavrayan elini biraz daha sıkarak yaşlı gözlerle gözlerime baktı. "Gözlerimin önünde Melih'e öpüştün." Dedi dişlerini sıkarak konuşuyordu. Mavi irislerinin etrafı gözyaşıyla doluydu. Sert bir şekilde kolumu elinin esaretinden kurtardım. "Ne duymak istiyorsun Rüya?" Sesim kendinden emin ve güçlü çıkmıştı. "Evet, Melih'le öpüştük! " dedim kindar bir ses tonuyla. Rüya'nın titreyen bedeni dudaklarımdan dökülen kelimelerle buza kesti. Mavi gözlerinden iki iri damla beyaz teninde süzüldü. Başını iki yana sallayarak bana yaklaştı. "Elbet ben o dudaklardan senin izlerini silmesini bilirim Ahu!" diye konuşarak beni alenen tehdit etti. Rüya Melih'e âşık falan değildi. Onun aşk diye bahsettiği şeyin adı kesinlikle illetlik çaresi olmayan bir hastalıktı. Ölümcül bir takıntıydı... Beni tehdit etmesine karşılık yüzüme yalancı bir gülümseme yerleştirdim, arkamı dönüp Melih'in arkasından gidecekken, Melih yine her zamanki gibi beni şaşırtmayarak "Ahu" diye böğürdü. Hızlı adımlarla Melih'in sesinin geldiği yöne doğru ilerledim ve Melih'i merdivenlerin başında gördüm. "Ne bekliyorsun orada bir saat?" elini bana uzattı "Gel." Dedi. Yanına giderek elini tuttum. Arkamızda kalan Rüya'yı göremiyordum ama delici bakışlarını sırtımda hissediyordum. Ve içimde var olan bir hisle Rüya'nın kıskançlık krizine girmesini istiyordum. Hatta beni bile dehşete düşüren bu his Rüya'nın kıskançlıktan delirmesini istiyordu. Merdivenleri Melih'le birlikte el ele çıktık ve salona girdik. Bizi ilk fark eden Birsen teyze telaşla Füsun Hanımın yanından kalkarak Melih'e doğru ilerledi. "Oğlum senin doktor bir arkadaşın vardı. Onu arasan da buraya gelse?" başıyla Füsun Hanımı göstererek "Baksana kadıncağızın yüzü gözü nasıl kireç gibi oldu." Dedi telaşlı bir şekilde. Melih annesini kendine çekerek saçlarından öptü. "Sakin ol anne." Dedi. Melih, Birsen teyzeyle konuşurken, bende gözlerimi salonda oturan aileme çevirdim. Füsun Hanım ikili koltuğa oturmuş ve Birsen teyzenin de dediği gibi yüzü kireç gibi olmuştu. Dedem, Tunç ve Tekin, Füsun Hanımla ilgilenirken, babam ve Kenan amca kıllarını bile kımıldatmadan televizyon izliyorlardı. Mehmet abi tekli koltuğa oturmuş Füsun Hanıma öylece bakıyordu. Füsun Hanımla göz göze gelince tedirgince yerinde kıpırdandı ve elini yelpaze gibi yaparak yüzüne hava yaptı. "Eve gitmek istiyorum." Dedi sesi tedirgin çıktı. Tunç "Ne evi anne hadi hastaneye gidelim." Diyerek Füsun Hanımın kolundan tutarak ayağa kaldırdı. Füsun Hanım derin bir nefes verdi ve bakışlarını Tunç'a çevirdi. "Hastanelik bir şey yok oğlum. Eve gitmek istiyorum." Bakışlarını hepimizin üzerinde gezdirdi. "Sanırım tansiyonum düştü. Eve gidip biraz dinlenirsem geçer." Dedi. Tunç Başını tamam der gibi salladı ve yerinden kımıldamayan Füsun Hanıma kör, sağır olan babama hitaben konuştu. "Gidiyoruz baba!" dedi uyarı dolu sesiyle. Babamın oturduğu yerden kalkmasıyla kısaca Birsen teyzeyle vedalaşmış, Kenan amcayla vedalaşma gereği duymadan kendi evimize gitmek için Melih'ler den ayrılmıştık. Eve geldiğimizde Tunç ve Tekin'le Füsun Hanımı odasına çıkardık. Dedem yaşlılığının verdiği yorgunlukla kendi odasına çekilirken, babam Füsun Hanımı önemsemediği için yanımıza gelmemişti. O malum geceden sonra babam öfkesinden ve kininden gram eksilmediği için Füsun Hanımla odaları ayırmış, aralarında ki bütün bağı koparmıştı. İkisi de artık karı koca değil Melih'in zorlamasıyla kâğıt üzerinde evliydiler. Füsun Hanımı yatağına yatıran Tunç iki eliyle annesinin yüzünü kavradı "İyi misin anne?" diye sordu. Füsun Hanım yanağında olan Tunç'un elini tutarak öptü. "İyiyi oğlum." Dedi bakışlarını bana çevirdi. "Siz gidin yatın hadi. Ahu benim üzerimi değiştirmeme yardım eder." Dedi sesi kısık gözleri yalvarır gibi bakıyordu. Benimle yalnız kalmak istediğini anlıyordum ve ona istediği şeyi elbette ki verecektim. "Abi siz gidin." Bakışlarımı Füsun Hanıma diktim yüzüme iğneleyici bir gülümseme yerleştirdim. "Ben Füsun Hanıma yardım ederim." Dedim. Tunç ve Tekin Füsun Hanımı öptükten sonra odadan çıktılar ve kapıyı kapattılar. Füsun Hanım kapanan kapının ardından yattığı yerden doğruldu. "Ahu gel konuşalım." Diyerek elini iki kez yatağın boş kısmına vurdu. Yavaş adımlarla Füsun Hanıma yaklaştım ama onun oturmam için vurduğu yatağa oturmadan "Neyi konuşalım?" diye sordum. Füsun Hanım tedirgince bir nefes aldı. "Biliyorum yaptığım çok yanlış..." büyükçe yutkundu, alnında küçük ter damlaları oluştu. "Bugün gördüğün şeyi unutamaz mısın Ahu? Bizi... Yani Mehmet'le beni gördüğünü kimseye söyleme ne olur." Dedi yalvarır gibi. Hala Mehmet abinin açığa çıkmasını istemiyor, bunun için bana bile yalvarıyordu. Başımı yazık der gibi iki yana salladım biraz daha Füsun Hanıma yaklaştım. "Merak etme kimseye bir şey söylemeyeceğim." Dedim. Füsun Hanımın açık kahve gözlerinde bir parlama oluştu. "Çok teşekkür ederim." Dedi sevinçle. "Etme! Bana bunun için teşekkür etme! Çünkü ben bunu senin için değil Tunç abim için kimseye söylemeyeceğim! Sırf o katil olmasın diye kimseye söylemeyeceğim." Dedim. Füsun Hanımın az önce sevinçle parlayan gözleri şimdi yaşla doldu. Gözünden akan her bir damlayı silme gereksimi duymadan sessizce ağlıyordu. "Özür dilerim Ahu." Hıçkırıklar arsında zar zor kurdu cümlesini. "Ben çok özür dilerim." Dedi. Füsun Hanımın özür dilemesi bana hiçbir anlam ifade etmiyordu. Onun bu konuyla ilgili özür dileyip, af dilemesi gereken son insan bile değildim. Çocuklarını hiçe sayan bir anne ilk önce kendi çocuklarından af dilemeliydi. "Melih'le konuşacağım ve her ne olursa olsun babamla boşanmanız için onu ikna edeceğim." Dedim. Füsun Hanım yaşlı gözlerini gözlerime dikerek elimi tuttu. "Bunu gerçekten yapar mısın Ahu? Cevdet'le boşanmamız için Melih'i ikna edebilir misin?" diye sordu heyecanlı sesiyle. Elimi tutan elinden kurtuldum ve çıkışa doğru yürüdüm kapının önüne geldiğimde Füsun Hanıma yönümü dönmeden konuştum. "Yapacağım... Hem de en kısa zamanda." Diyerek kapıyı açtım ve odadan çıktım. Kendi odama girerek üzerimi değiştirdim ve düşünme işini yarına bırakarak kendimi uykuya teslim ettim. *** Sabah çalan telefonumun sesiyle gözlerimi açtım. Başucumda duran telefonu elime almamla kapandı. Telefon ekranında gördüğüm beş cevapsız çağrıyla kaşlarımı çattım. Sabahın sekizinde beni beş defa arayan kim diye bakacakken telefon ekranına bir kez daha çağrı düştü. Telefonuma kayıtlı olmayan bir numaraydı bu, merakıma yenik düşerek telefonu açarak kulağıma koydum. "Alo" dedim. Telefonun ucundaki kişi cevap vermedi, ben bir kez daha "Alo, kimsiniz?" diye sorunca "Benim Ahu... Duygu!" dedi. Şaşkınlıkla telefonun diğer ucundan gelen sesin sahibini algılamaya çalışıyordum. "Duygu?" dedim sorar gibi Duygu sıkkın bir nefes verdi "Evet benim." Dedi ve devam etti. "Seninle görüşmek istiyorum. Konuşmamız lazım." Dedi. Oturduğum yataktan kalkarak odanın içinde yürümeye başladım. "Ne konuşacağız? Benim seninle konuşacak bir şeyim yok! Sende ne söyleyeceksen telefonda söyle!" dedim oldukça sert davranarak. Duygu ile görüşmem mümkün değildi. Hele her şey yoluna girmişken ve Melih'le annemi buraya getirmesi için yaptığımız anlaşmayı Duygu ile görüşerek bozamazdım. Melih, Duygu ile görüştüğümü öğrenirse çok sinirlenir ve her zaman dile getirdiği gibi annemi bir daha rüyamda bile görmeme izin vermezdi. "Ahu, telefonda söyleyemem yüz yüze konuşmak istiyorum." Dedi sabırsızca "Bir yerde buluşup konuşalım." "Olmaz! Seninle bir yerde oturup sohbet edecek değilim. Numaramı nereden buldun bilmiyorum, açıkçası bununla da pek ilgilenmiyorum. Ne söyleyeceksen telefonda söyle ve bir daha da beni arama!" "Neden bu kadar katısın Ahu? Ben senin arkadaşınım. Arkadaşlığımızın hatırıdamı yok. Bari eski günlerin hatırına görüş benimle." Diye konuştu öyle fütursuzca döküldü dudaklarından kelimeler. Utanmadan arkadaş olduğumuzu ima etti. Utanmadan, birazcık bile gocunmadan eski arkadaşlığımızı ortaya kattı. Bunu söylerken sesinin titremediğini telefonun ucundan bile hissetmiştim. Peki ya kalbide mi titrememişti? "Biz seninle arkadaş değiliz Duygu! Eğer arkadaş olsaydık sen benim yokluğumdan faydalanarak en yakın arkadaşının sevgilisiyle sevgili olmazdın!" "En yakın arkadaşımın terk ettiği eski sevgilisi diyecektin herhalde?" diye bağırdı. "Sen onu terk ettin Ahu! Onu öyle bir terk ettin ki, bütün yolları bana çıktı. Onu ben toparladım! Senin dağıttığın, yok etmeye çalıştığın adamı ben toparladım!" dedi içinde biriktirdiği zehri bana dökerek. "Berna'nın cafesine gidiyorum Ahu seni orada bekleyeceğim. Sende geleceksin! Gelmezsen ben evine gelirim!" dedi ve daha benim cevap vermemi beklemeden telefonu suratıma kapattı. Kapanan telefonla öyle kala kalırken, elimle alnımı ovaladım ve saate baktım. Saat dokuza çeyrek vardı ve Melih'in bu saatte uyandığını umarak telefonda kayıtlı olan numarasını tuşladım. Telefon çaldı, çaldı ve çaldı ama açan olmadı. Sonlanan çağrı ile bir kez daha Melih'i aradığımda telefon kapanmak üzereyken Melih telefonu açtı ve nefes nefese "Ahu" dedi. "Melih ne yapıyorsun? Neden nefes nefe sesin?" diye sordum. Melih nefesini düzene sokmaya çalışarak "Nedenini duymak ister misin gerçekten Ahu?" dedi kinayeli bir şekilde. "Duymak istemeyeceğim ne yapıyor olabilirsin ki?" diye sordum birden ve Melih'in neyi ima ettiğini anlayarak "Pislik herif!" diye çıkıştım. "Senin iğrenç yatak muhabbetini dinleyecek değilim!" diye bağırdım. Melih gür bir kahkaha attı. "Ne fesatsın kızım. Aklın anca böyle şeylere çalışıyor." Dedi gülerek. "Melih!" diye sinirle ikaz ettim. Melih bir kez daha kahkaha attı. "Fesat kedi. Spor yapıyordum ondan nefes nefeseydim." Dedi açıklama yaparak. "Ne yapıyorsan yap bana ne?" diye sinirle bağırdım. Melih derin bir nefes aldı ve saniyesinde geri verdi. "Neden aradın Ahu?" diye sordu katılaşan sesiyle. Evet, şimdi onunla olabildiğince yumuşak konuşmalı ve sinirlerini germemeliydim. Sesimin desibelini düşürerek "Melih, ben seni Berna'nın cafesine gideceğimi haber vermek için aradım." "Sen beni gideceğin yerin haberini vermek için mi aradın yani?" diye sordu şüpheci bir şekilde. Boğazımı temizledim "Evet" dedim ve devam ettim. "Yani Berna'nın cefasinde Duygu'da olacakmış. Benimle konuşmak istiyormuş ve Berna'nın cafesinde görüşmek istediğini söyledi. Bende, en doğrusunun sana haber vermek olduğunu düşündüm." Dedim ılımlı ve sakince konuşarak. Melih dişlerinin arasından "Ahu" diye tısladı. Bense onu duymamış gibi " Gidebilir miyim Melih?" diye sordum bir çocuk edasıyla. Melih birkaç saniye cevap vermeden durdu daha sonra "Umarım canımı sıkacak bir şey yapmazsın Ahu?" dedi her bir kelimeye vurgu yaparak. "Yapmam." Diye yanıtladım onu hala ılımlı konuşuyordum. Melih, dudaklarının arasından anlamadığım bir şeyler mırıldandı ve biraz daha bekledikten sonra. "Hazırlan Osman seni, Berna'ya götürsün." Dedi, konuşmama fırsat tanımadan bir kez daha konuştu. "Sadece yarım saat vaktin var. Ne konuşacaksa konuşsun ve bu emrivaki son olsun Ahu." Dedi ve devam etti. "Sonra Osman seni bana getirecek işimiz var." "Tama-" daha cümlemi bitirmeme fırsat vermeden telefonu suratıma kapattı. Kulağımda dıt dıt diye ses çıkaran telefonu yatağa fırlatarak öküz diye bağırdım. Nezaketten yoksun olan saygısız herifin tekiydi. Türünün tek örneği olan insan görünümlü öküzdü! Sakinleşmeye çalışarak banyoya ilerledim ve kısa bir duş aldıktan sonra dolabımdan çıkardığım beyaz iç çamaşırlarımı giydim. Siyah dar paça kotumu giydikten sonra, haki yeşili uzun kollu gömleğimi de giyerek pantolonumun içine soktum. Aynanın karşına geçerek belime kadar uzanan koyu kahve saçlarımı tepeden sıkı bir atkuyruğu yaptım. Soluk yüzümü canlandırmak için biraz krem sürdüm ve kirpiklerimi rimelledim. Dudağıma da koyu vişneçürüğü bir ruj sürerek ön plana çıkardım. Şimdi hazırdım işte. Siyah çantamı elime aldım ve artık havalar soğumaya başladığı için her ihtimali göz önünde bulundurarak siyah kot ceketimi de yanıma alarak odamdan çıktım. Merdivenleri seri bir şekilde indim, dış kapının yanında bulunan kısa botlarımı ayağıma geçirdim ve kapıyı açarak dışarıya çıktım. Osman her zaman ki gibi bahçe kapısının önünde arabasına yaslanmış bir şekilde bekliyordu. Ona doğru adımladım beni fark eden Osman eliyle gözlüğünü düzeltti ve arabanın arka kapısını binmem için açtı. Arabaya bindim, Osman da sürücü koltuğuna yerleşti ve dikiz aynasından benimle göz teması kurarak "Günaydın yenge." Dedi ve arabanın kontağını çalıştırdı. "Günaydın Osman." Diye karşılık verdim saniyeler sonra Osman şaşkınlıkla dikiz aynasından tekrar benimle göz teması kurdu. Onun günaydınına ilk kez karşılık verdiğim içindi bu yüzündeki şaşkınlık. Osman üzerinden şaşkınlığını atarak arabayı sürmeye devam etti. Kısa bir süre sonra Berna'nın cafesinin önünde duran Osman ben tam inecekken "Yenge" diye seslendi. Bakışlarımı Osman'a çevirdim. "Melih abim dedi ki yarım saat sürecekmiş işin." Sesi benimle konuştuğu için sıkıntılıydı. "Yarım saat dolunca gel yenge, yoksa ben içeriye girerim." Dedi. Osman'a cevap vermeden öyle yüzüne bakıyordum. Osman gözlüğünü düzelti ve eliyle alnını kaşıdı. "Gözünü seveyim yenge vaktinde gel de beni abimle papaz etme." Dedi sitem ederek. Osman'ın bu haline daha fazla dayanamayarak başımı tamam der gibi salladım ve arabadan indim. Berna'nın cafesinden içeriye girdiğimde Duygu pencere kenarına konumlanmış bir masada oturuyordu. Berna da Duygunun başında dikilmişti yüzünden anladığım kadarıyla sinirle bir şeyler söylüyordu. Onların yanına doğru adımladım ve beni fark etmelerini sağladım. Berna hızlıca "Hah geldi işte Ahu." Diyerek kaşıyla beni gösterdi. Duygu ise zaten geleceğimi bildiği için rahat tavrından ödün vermeden bana bakıyordu. Duygu'nun ezici bakışlarının altında karşısındaki sandalyeyi çekerek oturdum. Böylelikle Berna, Duygu ve benim ortamda ayakta kalmış oldu. "Ahu, Duygu Hanım güya seninle konuşacakmış." Diye imayla konuştu Berna. "Evet, öyleymiş." Diyerek cevapladım Berna'yı. Berna verdiğim cevaptan sonra sandalyeyi çekti tam oturacakken Duygu bakışlarını Berna'ya çevirdi. "Yalnız konuşmak istiyorum Mümkünse!" dedi buz gibi bir sesle Berna kaşlarını alayla havaya kaldırdı ve bal rengi gözlerini bana çevirdi ne yapayım der gibi gözlerime bakıyordu. Berna'nın bizi yalnız bırakması için ona başımla tamam der gibi sessiz kararımı ilettim. Berna ne demek istediğimi anlayarak az önce oturmak için çektiği sandalyeyi yavaşça yerine bıraktı ve yanımızdan uzaklaşarak kasanın bulunduğu yere gitti. Duygu'nun da istediği gibi baş başa kalmıştık. Duygu'nun doğuştan kızıla yakın sarı saçları vardı. Ama şimdi o doğal saçlarından eser kalmamış, tıpkı benim saç rengim olan koyu kahveye dönmüştü. Siyah bir inciyi anımsatan siyah gözleri, eskisi gibi parlamıyordu. Değişmişti... O kadar çok değişmişti ki eskiden kendine has güzelliği varken şimdi farklı birine dönüşerek güzel bir kadın olmuştu. Bir zamanlar yan yana sırt sırta olduğum arkadaşım şimdi tam karşımda oturuyordu. Duygu eliyle omuzlarına dökülen saçlarını geriye attı ve "Nasılsın Ahu?" diye sordu. Sanki tek derdimiz benim nasıl olduğummuş gibi. Duygu cevap vermeyeceğimi anlayarak boğazını temizledi. "Benimkide sorulacak sorumu şimdi." Dudaklarını iki yana kıvırdı. "Görüyorum oldukça iyisin." Diyerek masada biraz bana eğilerek yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Ama ben hiç iyi değilim Ahu! Ve bunun tek sebebi sensin!" dedi. Yüzünde artık bir gülümseme yoktu. "Fazla vaktim yok! Ne konuşacaksan konuş artık." Dedim nasıl olduğundan ilgilenmediğimi belirterek. Duygu kaşlarını alayla havaya kaldırdı ve sırtını sandalyeye yasladı. "Demek fazla vaktin yok?" dedi sorar gibi. "Evet, yok!" diye çıkıştım. Duygu siyah kara bir deliği andıran gözlerini gözlerime dikti. "Benimle konuşmak için fazla vaktin yok! Ama benim sevdiğim adamın karşısına çıkmaya vaktin çok! Utanmadan Levent'in ofisine gelmeye vaktin çok! Üç yıl önce siktir olup başka bir adamın kollarına kendini atmaya vaktin çok! Ama bana gelince yok öyle mi Ahu?" "Kes sesini Duygu! Sen bana hesap soracak son kişi bile değilsin!" Duygu elini sert bir şekilde masaya vurdu. "Sana hesap sormaya en çok benim hakkım var!" diyerek bana doğru yaklaştı. "Buraya neden geldim biliyor musun?" derin bir nefes aldı. "Levent için sana yalvarmaya geldim Ahu." Demesiyle gözünden bir damla yaş aktı ve masanın üstüne düştü. Ona şok olmuş gözlerle bakarken konuşmaya devam etti. "Çok seviyorum Ahu... Öyle çok seviyorum ki sana anlatamam. Levent'i benden alırsan nefes alamam ölürüm. Ne olur onun karşısına sürekli çıkma! Ne olur onun benden gitmesine izin verme!" ağlamaktan zar zor konuşuyordu. "Sen benim en yakın arkadaşımdın. Bunu bana nasıl yaptın? Nasıl benim sevdiğim adamı sevebildin? Nasıl onunla sevgili olabildin Duygu?" dedim acıyla sitem ederek. "Özür dilerim Ahu. Ben çok özür dilerim. Biliyorum yaptığım iğrenç bir şey ama kalbime söz geçiremedim." "Levent seninle nasıl sevgili oldu?" diye sordum dan diye. Beynimin içinde uğuldayan bu sorunun cevabını bugün Duygu'dan alacaktım. Duygu'nun yaşlı gözleri şok olmuşçasına açıldı, yüzü gerildi ve sorduğum soruyla afalladı. Elinin tersiyle yanaklarını ıslatan gözyaşlarını silerek şaşkınlıktan kararmış gözlerini gözlerime dikti. "Sana yalan söylemeyeceğim Ahu..." diyerek biraz daha bana yaklaştı. "Levent'i benimle sevgili olmaya zorladım. Benimle mecburen sevgili olmak zorunda kaldı." Dedi sesi cehennem ateşini bile söndürecek kadar soğuktu. "Na-nasıl?" diye sordum kekeleyerek. Duygu gözlerinde kol gezinen tehlikeli yakarışla dudaklarını araladı ve şeytanın bile aklına gelmeyecek yaptığı kötülüğü anlattı. "Levent sen gittikten sonra çok dağıldı. Onun toparlanması için sürekli etrafında dolaşıyor, ona kendimce destek oluyordum." Diyerek masanın üstünde duran sudan bir yudum alarak içti. "Levent'e zaten kör kütük âşıktım ve senin gidişinden faydalanmak istedim. Bir gece onu ders çalıştırması için evime davet ettim. Hastanede hemşire olan Gizem'i biliyorsun değil mi?" diye sordu ve gözlerimin içine onay bekler gibi baktı. "Biliyorum." Dedim. Aldığı yanıttan sonra gözlerini iki saniye kadar kapatıp geri açtı. "İnternette araştırmıştım bir ilaç varmış içtiğin zaman sarhoş olmuş gibi kendini kaybediyormuşsun bir tür sakinleştirici işte. Bu ilacı bulması için Gizem'den yardım istedim ve oda bana ilacı temin etti. Levent ders çalıştırmak için eve geldiğinde çayına o ilacı koyarak içmesini sağladım. Senin kullandığın parfümü üzerime sıkarak Levent'in kendini kaybetmesini bekledim. Ve sadece birkaç dakika sonra ayakta zor duran Levent'e yaklaştım ve benim üzerimdeki senin olan kokuyu duyumsamasını sağladım. Öylede oldu Levent beni sen zannetti. " dedi ve o an gözünden bir damla yaş daha aktı. Elinin tersiyle gözyaşını silerek titreyen siyah irislerini afallamış gözlerime dikti. "Benim sen olduğumu düşünerek dudaklarıma yapıştı ve benimde karşılık vermemle aramızdaki kıvılcımlar ateşlendi." Dedi bunu bana anlatırken sesi bile titrememişti. Sadece gözlerinden yaşlar akıyordu, onunda gerçekliğine inanmam pek mümkün olmuyordu. "O gece Levent'le birlikte olduk Ahu." "Sus!" diyerek elimi kulaklarıma kapattım. "Susamam Ahu... Ben o gece yeterince sustum. Şimdi de sana susamam." Diyerek masanın üzerindeki su bardağındaki suyu bu kez direk kafasına dikerek bitirdi. "O gece, Levent beni öperken senin adını sayıkladı. Tenime izini bıraktığı her dokunuşta dudaklarından Ahu'dan başka bir isim çıkmadı. Ben o gece Levent'e kavuşurken Duygu gibi değil Ahu gibi davrandım ve Levent için sustum. Sevdam için sustum. Şimdi susamam!" dedi acı çeker gibi. "Sus artık sus! Dinlemek istemiyorum!" diyerek elimi masaya vurdum ve ayağa kalktım. Duygu da benimle birlikte ayağa kalkarak kendinden emin bir şekilde bugün kaçıncısını sildiğini sayamadığım gözyaşlarını elinin tersiyle sildi ve tam dibimde durdu. "Levent, sabah uyandığında beni yatakta çıplak ve ağlarken buldu. Onun bana zorla sahip olduğu imajını çizdim ve buna onu inandırdım. Levent beni yarı yolda bırakmazdı. Levent bu durumda kimseyi yarı yolda bırakmazdı. Beni yarı yolda bırakmadı ama seni de unutmadı." Dedi sesine yansıyan tehlikeli bir tınıyla. "Bitti mi?" diye sordum. "Bitmedi." Bir adım daha atarak aramızda hiç mesafe bırakmayacak şekilde durdu. "Ben kötü biriyim Ahu. Düşün bak Levent için neler yaptım, neleri göze aldım. Eğer Levent'in etrafında dolanmaya devam edersen daha neler yapabileceğimi sen düşün." "Sen beni tehdit mi ediyorsun?" "Hayır, sadece uyarıyorum. Levent'ten uzak dur! Onun sana doğru gelmesine izin verme! Yoksa olacaklardan ve yapacaklarımdan ben sorumlu değilim." Diyerek çantasını eline aldı ve çıkışa doğru ilerledi. Öylece arkasından baka kalırken az önce itiraf ettiği şeyleri aklımda doğru yere konumlandıramıyordum. Duygu ve Levent'in nasıl sevgili olduğunu merak ediyordum ama altından böyle bir şey çıkacağını da hiç düşünmüyordum. Duygu'nun cafeden gitmesiyle Berna yanıma geldi ve koluma dokunarak "Neymiş derdi?" diye sordu. Berna'ya cevap vermek için ağzımı açtığımda Osman cam kapıyı tıklatarak kolundaki saati bana gösterdi. Bu şu demek olurdu vaktin doldu artık gitmeliyiz. Berna'da benim gibi Osman'a bakıyordu. "Ne yapıyor ya bu adam orada?" diye soran Berna'ya "Benim gitmem lazım Melih çağırdı işimiz varmış." Dedim ve Berna'ya sarıldım. "Burada olanları da sana sonra anlatırım." Dedim ve Berna'dan kollarımı ayırdım. Berna'da mecburen tamam der gibi başını sallayınca Osman'a doğru adımladım. Kapıyı açtım, Osman'la birlikte arabaya bindik ve Melih'in şirketine doğru yola koyulduk. Yaklaşık yarım saat sonra Melih'in şirketinin önüne gelmiştik. Osman arabayı otoparka çekmek yerine girişte durdurmuştu. Sanırım o benimle şirkete girmeyecekti. Osman'a hiçbir şey söylemeden arabadan indim ve şirkete doğru adımladım. Şirketten içeriye girince çalışan insanların gözlerini üzerimde hissediyordum, ama sanki ben onların bana baktığının farkında değilmişim gibi serice asansöre doğru yürüyordum. Asansörün önüne gelince düğmesine basarak asansörü çağırdım. Gelen asansöre geçerek Melih'in odasının bulunduğu katın düğmesine bastım. Melih'in bulunduğu kata gelen asansörden çıktım ve odasına doğru adımladım. Beni fark eden Seda oturduğu masasından ayağa kalkarak "Hoş geldiniz Ahu Hanım." Diyerek beni karşıladı. Nezaket icabı dudaklarımı hafiften kıvırarak "Hoş buldum." Dedim. Seda bana büyükçe gülümsedi ve eliyle Melih'in odasını göstererek. "Buyurun lütfen. Melih B ey içeride sizi bekliyor." Dedi. Seda'ya gülümseyerek teşekkür ettikten sonra Melih'in odasına doğru adımlayıp kapısını çaldım. Melih içeriden "Gel" diye seslenince kapıyı açarak içeriye girdim. Melih kafasını masasının üstündeki dosyalara gömmüştü. Üzerinde beyaz bir gömlek vardı, gömleğinin kollarını yarıya kadar sıyırmış. Damarlı ve kaslı kollarını gözler önüne sermişti. Yüz hatları sert, kaşları zaten her zaman ki gibi çatıktı. Ve ben içeriye geçmek yerine işsiz gibi Melih'i süzüyordum. "Ne bekliyorsun orada Ahu?" diye sordu Melih kafasını dosyalardan kaldırma gereği bile duymadan. Melih'in seslenmesiyle kendime gelerek koltuklara doğru yürüdüm ve kahverengi koltuğa oturdum. Boğazımı temizleyerek "Melih" diyerek dikkatini üzerime çekmek istedim ama Melih beni duymazlıktan gelerek dosyaları kontrol etmeye devam etti. "Melih" diye bir kez daha seslendim. Melih bana bırak cevap vermeyi sanki ben yokmuşum gibi işiyle ilgileniyordu. Sıkıldığımı belli eden bir nefes bıraktım. "Melih" "Ne var Ahu? Ne var?" diye kükredi. Afallamış bir şekilde yüzüne baktım, kaşlarımı çatarak "Ne bağırıyorsun?" diye çıkıştım. "Hem beni buraya çağırıyorsun, hem de bana kızıyorsun." "İki dakika konuşmadan duramaz mısın sen kızım?" işaret parmağını dudağının üstüne koydu. "Sus Ahu!" diyerek önündeki dosyanın kapağını açtı. "Uslu bir kedi ol ve benim işim bitene kadar sessizce otur." Dedi, bakışlarını dosyalara çevirdi, dudaklarına kışkırtıcı bir gülümseme yerleştirdi. "Hatta mümkünse nefes bile alırken ses çıkarma!" dedi. Yine pislikliği üstündeydi ve benimle alay ederek kendince zevk alıyordu. Son kez onun işe yaramaz suratına baktım, sırtımı ona döndüm ve kollarımı göğsümde bağlayarak bakışlarımı kapıya diktim. İnat etmiştim... Madem çok konuşuyordum, bende o konuşana kadar ağzımı açıp tek kelime etmeyecektim. Tam tamına abartısız yarım saattir Melih'in de dediği gibi konuşmadan hareketsiz oturuyordum. Belim ağrımış, karnım açıkmış ve de susamıştım ama yine de Melih konuşana kadar konuşmayacaktım. Birkaç dakika daha geçtikten sonra Melih "Ahu" diye seslendi ve ben yıllarca kurak çöllerde susuz kalmış gibi yönümü Melih' dönerek "Bittimi işin?" diye sordum. Benim de inadım bu kadar kısa sürüyordu işte. Melih yamuk bir şekilde gülerek "Bitti." Dedi ve devam etti. "Gerçekten konuşmadan duramıyorsun." "Aslında konuşmazdım ama sabahtan beri burada bekliyorum ve açım." Dedim. Melih gülerek koltuğunda geriye yaslandı. "Daha tok olduğuna şahit olmadım. Sen hep açsın Ahu." "Bende senin elinin açık olduğuna hiç şahit olmadım. Sen de hep cimrisin Melih" dedim tıpkı onun gibi ima ederek konuştum. Melih yaslandığı koltuktan doğruldu, kollarını masaya dayayarak "Ben mi cimriyim?" diye sordu şaşkınlıkla. "Evet, sen cimrisin. Bırak bana yemek yedirmeyi saatlerdir burada oturuyorum su bile içirmedin." "Melih diye sayıklayacağına su içmek isteseydin Ahu!" cık cıklayarak başını iki yana salladı. "Yemin ederim tam bir baş belasısın." Dedi ve "Hah cimriymişim." Diyerek homurdandı. "Nankör kedi... O güzel dudaklarından çıkan kelimelere dikkat et! Yoksa... " parmaklarını dudaklarının üzerinde gezdirdi. "Ben kendi yöntemimle sahip çıkarım." Dedi. Neyi ima ettiğini anlayarak kocaman açtığım gözlerimle gözlerine bakıyordum. Ne utanmaz bir adamdı böyle beni öptüğünü ima ettiği yetmiyormuş gibi bir de tekrar öpeceğini söylüyor ve bundan da hiç çekinmiyordu. Sinirle "Melih" diye çıkıştığımda odanın kapısı çalındı. Melih yüzündeki hain sırıtışı silmeden "Gel" diye seslendi ve kapı açıldı. İçeriye benim yaşlarımda, doğal olduğu çok belli olan karamel saçlı, beyaz tenli ve kehribar gözleri olan bir genç kız girdi. Melih içeriye giren kızı görür görmez ayağa kalktı "Aslı" diyerek kıza doğru adımladı ve kızı kollarının arasına alarak sarıldı. Üç yıldır Melih'in annesi hariç tek bir kadına bu kadar sıcak davrandığına bir kez bile şahit olmamıştım. Şimdi ise gözlerimin gördüğü, adının az önce Aslı olduğunu öğrendiğim kıza ahtapot gibi sarılmasını şok olmuş gözlerimle izliyordum. Melih kızı kollarından ayırınca oldukça yumuşak bir ses tonuyla "Nasılsın Aslı?" diye sordu. Aslı'da Melih'in sorusuyla hafiften utanarak gülümsedi ve "İyiyim Melih abi sen nasılsın?" dedi. Kapının önünde ayakta bekleyen nişanlım ve adı Aslı olan kıza anlamsız gözlerle bakıyordum. Az önce bu kız Melih'e abimi demişti yoksa kulaklarım yanlış duyarak beni mi yanıltmıştı? Melih kızın kolundan nazikçe tutarak benim yanıma doğru ilerledi ve kızı karşımda ki koltuğa oturttu. Kendisi de yanıma oturarak beni belimden tutarak bedenine yapıştırdı. "Seni nişanlım Ahu'yla tanıştırayım." Dedi ve saçlarımın üstüne bir öpücük kondurdu. Kız utanarak elini bana uzattı. "Memnun oldum, ben de Aslı." Diyerek kendini tanıttı. Uzattığı eli yüzümdeki şaşkınlıkla sıktım. Melih gözlerini gözlerime dikerek. "Aslı, burada annenle ilgilenecek hemşire." Diyerek bana açıklama yaptı. Dakikalardır şaşkınlık olan gözlerimde Melih'in konuşmasıyla sevinç kırıntılarına dönüştü. "Annem geldi mi? Burada mı?" diye sordum. Melih, koyu ela gözlerini önce dudaklarıma sonra gözlerime çıkartarak "Annen yarın akşam kesin olarak buraya gelecek." Bakışlarını iki saniye kadar Aslı'ya çevirdi ve tekrar bana baktı. "Aslı birazdan anneni almak için Fransa'ya gidecek ve büyük ihtimalle buraya gelmeleri yarın akşamı bulacak." Dedi sakince tane tane anlatıyordu. Sözünü tutarak sonunda annemi bana getirecekti. Melih'in gözlerinin içine teşekkür eder gibi minnetle baktım. Dile dökmek istemedim. Kelimelerle ifade etmek istemedim. Gözlerimle gözlerine akıtmak istedim teşekkürümü. Melih'te gözlerimden anladı zaten ne demek istediğimi. Çünkü ela gözleri koyulaşmış, irislerinin etrafında bu kez beni yok etmek ister gibi ateş çıkmamıştı. Melih'le asırlara konu olacak ama sadece dakikalar süren bakışmamız. Kapının bir kez çalınarak açılmasıyla son buldu. Çağlar'la Ufuk tepişerek içeriye girdi ve dikkatleri üzerlerine çekmek için ikisi birden "Melih abi" diye seslendi. Melih gözlerini iki saniye kadar kapattı. "Hay sikeyim Melih'i lan!" diye hiddetlendi. "Ne dedik abi biz şimdi?" diye küskünce sordu Ufuk "Hayır yani senin adın Melih değil mi? Neden kendine küfür ediyorsun?" dedi. Çağlar Ufuk'un ensesine bir tokat attı "Sus lan kızmış işte bir şeye." Diyerek Melih'in yanına ilerledi. "Neye kızdın abi?" diye sordu. Melih hala kapalı olan gözlerini açtı ve ya sabır der gibi başını salladı. Çağlar bakışlarını bana çevirince bilmiyorum der gibi dudaklarımı büzdüm. Çağlar da bakışlarını benden çekerek karşımızda oturan Aslı'ya çevirdi ve kocaman gülümseyerek Aslının saçlarını karıştırdı. "Hoş geldin Aslı." Dedi, Aslı'da artık beyazdan pembeye dönen yüzüne utangaç bir gülümseme yerleştirerek "Hoş buldum Çağlar abi." Diye cevap vermesiyle Ufuk Aslı'nın yanına gelerek sarıldı. "Kocaman olmuşsun kız." Dedi. Anlaşılan Aslı'nın kim olduğunu ben hariç herkes biliyordu. Melih, bu ortamdan sıkılmış gibi araya girerek "Her şey hazır mı?" diye sordu. Bu sorunun muhatabı tabi ki de Çağlar ve Ufuk'tan başkası değildi. Ufuk Melih'in sorusuyla birlikte kollarını Aslı'dan ayırdı ve bakışlarını Melih'e çevirdi. "Abi her şey hazır. Ama bir sıkıntımız var." Bakışlarını Çağlar'a çevirdi. "Söyle hadi Çağlar." Dedi. Çağlar kaşlarını çatarak Ufuk'a baktı. "Ben niye söylüyormuşum? Sen söyle." Dedi. "Çünkü senin söylemen daha doğru kardeşim." Diye dişlerinin arasından konuştu Ufuk. "Hadi lan oradan! Ben hiçbir şey söylemem çok istiyorsan sen söyle." Diyerek Melih'i başıyla işaret etti. Gözlerini kocaman açarak "Seni kalleş herif!" diye çıkışan Ufuk'u "Ne söyleyecekseniz söyleyin yoksa belanızı sikecem sizin." Diye kükreyen Melih susturdu. Melih bakışlarını Ufuk'a dikerek "Söyle çabuk Ufuk." Dedi. Ufuk boğazını temizleyerek "Abi ben Fransa'ya gidemem. Aslı'yla Fransa'ya Çağlar gitsin." Dedi. Melih kaşlarını alayla havaya kaldırdı. "Neden sen gidemiyormuşsun?" diye sordu. Ufuk boğazını temizleyerek "Abi benim başım bağlı, evde beni bekleyenim var. Kelebeğime ne derim ben." Bakışlarını Aslı'ya çevirdi "Sen sakın üstüne alınma Aslı." Diyerek tekrar Melih'e baktı. "Çağlar gitsin o boş herifin teki." Dedi ciddi bir şey konuşur gibi başını sallamayı da ihmal etmedi. Melih Ufuk'a sanki uzaylıymış gibi bakarken Çağlar araya girerek "Abi bu hep böyle idare edeceğiz artık tırtılı." Dedi. Ufuk gözlerini büyüterek "Kıskançsın oğlum sen." "Sen de hanım köylüsün." Melih sinirle yanımdan kalktı ve "Yeter lan!" diye Çağlar ve Ufuk'a bağırdı. Melih'in bağırmasıyla ikili arasındaki tartışmaya bir son vererek ciddi bir hale büründüler. Melih masasına geçip kendi koltuğuna oturdu ve bakışını ikilinin üzerine dikti. "Çağlar sen Aslı ile Fransa'ya gidiyorsun." Çağlar saygıyla başını salladı. "Ufuk sende gözünü Mehmet abinin üstünden ayırmıyorsun." Ufuk'ta aynı Çağlar gibi başını saygıyla salladı. Melih bu kez bakışlarını Aslı'nın yüzüne dikti. "Aslı her şey konuştuğumuz gibi olacak unutma. Hiç kimse senin Canan Hanımın hemşiresi olduğunu bilmeyecek." Aslı minnetle Melih'in gözlerine bakarak "Tamam Melih abi sen merak etme." Dedi. Melih "Güzel.." dedi ve sert sesiyle "Çağlar, Ufuk" diye seslendi. Çağlar ve Ufuk oturdukları yerden ayağa kalkarak acımasız adamlar kimliklerini takındılar. İkisinin de yüzü kurşungeçirmez derece sert ve ciddiydi. Aynı üç yıl önce onları ilk gördüğüm gibiydiler. Sanki az önce çocuk gibi didişen onlar değilmiş gibi acımasız bir canavara dönüşmüşlerdi. "Mehmet abi Canan Hanımın buraya geldiğini bilmeyecek! Bu odanın içindekilerden başka hiç kimse bilmeyecek!" dedi sert sesiyle. Çağlar, Ufuk ve Aslı bir robot misali başlarını sallayarak "Tamam" dediler. Melih istediği cevabı alınca başıyla kapıyı göstererek "Şimdi gidebilirsiniz." Dedi. İlk Çağlar Aslı'yı da alarak odadan çıktı. Ufuk odadan çıkmadan önce "Abi ben Mehmet abinin evinin önüne adam yerleştirdim. Ama yine de ara ara kendim kontrol edeceğim." Dedi ve odadan çıktı. Bakışlarım Ufuk'un kapattığı kapıdaydı. Anlamadığım bir şey vardı ki o da Mehmet abiyi neden bu meseleden uzak tuttukları ve neden kapısına gizliden adam diktikleriydi? Gözlerime ve sesime yansıyan şüpheyi gizleme gereği duymadan "Neden Mehmet abiden gizliyorsun annemin buraya gelmesini?" diye sordum. "Öyle gerekiyor çünkü." Dedi Melih soğuk sesiyle. "Peki, neden Mehmet abinin evinin önünde adamlar bekliyor?" "Canım öyle istiyor." Kısa kısa verdiği cevaplar benim sorularımı yanıtlamak için yeterli değildi. Ağzımı açıp bir soru daha soracakken Melih uyarı dolu sert sesiyle beni engelledi. "Seni ilgilendirmeyen, beni çileden çıkaracak tek bir soru daha sorarsan seni yakarım Ahu!" dedi. Sürekli beni tehdit ediyor ve sindirmeye çalışıyordu. Benim sorularım onu çileden çıkarıyordu ama beni de sürekli yanında istiyordu. İşte bu kadar dengesiz bir adamdı. Atkuyruğu yaptığım saçlarımı elimle tutarak sağ omzumdan aşağıya saldım. Bakışlarımı Melih'in ela gözlerine diktim. "Annemi hangi hastaneye ya da hangi bakım evine yerleştireceksin?" diye sordum. Melih seğiren çenesini eliyle okşayarak "Anneni hiç birine yerleştirmeyeceğim." Dedi. "Öyleyse nerede kalacak annem?" Melih gerilen yüz hatlarını saklamadan kaşlarını çattı. Uzun kirpikleri kaşlarının çatılmasıyla neredeyse kaşlarına değiyordu. "Benim evimde kalacak." Dedi ve devam etti. "Ne demişler düşmanını yakınında tut. Annen de benim düşmanım." Sözleri kalbimi, gözleri ise gözlerimi yakıyordu. En zayıf noktası anne olan bir adamın, söz konusu benim annem olunca nasıl böyle acımasız birine dönüştüğünü anlayamıyordum? İşin garip tarafı da onu haksız bulamıyordum. Bencillik yaparak bir defa bile kendimi Melih'in yerine koyamıyor ve onun ne hissettiğini anlamak istemiyordum. Ben yirmi üç yaşında bile annesiz kahır olurken yedi yaşındaki bir çocuğun annesiz büyümesinin ne demek olduğunu anlamaktan kaçıyordum. Her zaman yaptığım şeyi yaptım, Melih'in söylediklerini hiçe sayarak "Aslı kim? Ona nasıl güveneceğim?" diye sordum. Melih, gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadan masaya kollarının dirseğini dayadı ve bana doğru biraz eğildi. "Osman, Ufuk, Çağlar benim için neyse Aslı'da öyle. Aslı bana yanlış yapacak son insan bile değil!" dedi sert sesiyle. "Kim bu Aslı o zaman? Yakınlık dereceniz ne?" "Aslı, Osman'ın büyüdüğü yetimhaneden arkadaşı... Kız olduğu için ona bizden uzakta sahip çıktık. Osman'da benim yanımda kaldı." Diyerek açıklama yaptı ama benim tek duyduğum Osman'ın yetimhanede büyüdüğü oldu. Sesime yansıyan üzüntüyle "Osman'ın kimsesiz olduğunu bilmiyordum." Dedim. "Osman kimsesiz değil! Biz varız!" diye çıkıştı Melih. Şimdi daha iyi anlıyordum stüdyonun yandığı gün Osman'ın Melih'i kaybetme korkusuyla sarıldığını. Ve bu benim içimde kocaman bir yangına neden oldu. Melih'i onaylayarak başımı salladım "Siz varsınız" dedim kendimden emin bir sesle. Melih, bir süre gözlerimin içine hiç konuşmadan baktı ve daha sonra oturduğu yerden kalkarak yanıma geldi. Elini uzatarak elimden tuttu ve beni ayağa kaldırdı. Sağ omzunda duran saçımı parmaklarıyla sırtıma doğru attı. Bu kez parmaklarıyla çenemden tutarak gözlerime baktı. "Yemek yemeye gidelim mi?" diye sordu yumuşacık bir ses tonuyla. Gözlerimi mutluluktan kocaman açtım ve başımı gidelim der gibi salladım. Melih dudaklarına yamuk bir gülümseme yerleştirdi ve hala elinin içinde olan elimi iyice kavrayarak çıkışa doğru ilerledi. Seda'ya gerekli talimatları verdikten sonra asansöre binerek şirket otoparkına indik. Melih'in arabasına bindik ve şirket otoparkından çıktık. Melih, beni daha önce hiç gitmediğim bir et restoranttına götürdü ve lezzetini asla unutamayacağım çok güzel yemekler yedik birlikte. Yemeğimiz bittikten sonra eve dönerken ara ara birbirimize çıkışmış ve her defasında Melih'e yenilerek susmak zorunda kalmıştım. Kendi evimin önüne gelince Melih arabadan inmeden önce yarın beni saat altı gibi alacağını söyleyerek gitmişti. Melih'in ardından eve girerek kendimi otama atmıştım direkt. Sabırsızlıkla yarının olmasını ve bir an önce anneme kavuşmayı dileyerek uykuya daldım. Sabah uyanır uyanmaz banyoya girerek duş almış ve gülkurusu, çizgili elbisemi giyerek saçlarımı özenle düzleştirdim. Yatağımın üzerine oturarak Melih'in beni alacağı saatin dolmasını bekledim. İçim de dolup taşan sevinci Berna ile paylaşmak istiyordum ama Melih beyimizin kesin talimatını göz önünde bulunarak bundan maalesef ki vazgeçmek zorunda kalmıştım. Zaman bir kaplumbağa yavaşlığıyla geçerek sonunda saat altı olmuştu. Melih'in beni aramasını beklemeden çantamı alarak aşağıya indim ve bahçe kapısında Melih'in gelmesini bekledim. Birkaç dakika sonra Melih sokağın başında göründü, arabaya tam önümde durdurdu. Arabanın kapısını açarak içine girdim ve kemerimi takarken Melih arabayı çalıştırarak yolda akıp gitmesini sağladı. Yaklaşık kırk dakika sonra Melih'in evinin önüne geldik. Melih arabayı durdurur durdurmaz onu beklemeden arabadan indim ve evin girişine doğru ilerledim. Melih'te arkamdan gelerek cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açtı ve birlikte içeriye girdik. Kapının girişinde Melih'in önüne geçerek heyecanlı bir ses tonuyla. "Annem nerede?" diye sordum. Melih bana cevap vermeden merdivenlere doğru ilerleyince, bende onu takip ederek arkasından gittim. Melih merdivenleri seri bir şekilde çıktı. Ve kendi odasının sol tarafında duran beyaz kapıya doğru ilerledi. Bende kalbimin göğsümden çıkacak gibi atmasını hiçe sayarak onu takip ediyordum. Melih kapının kolunu aşağıya indirerek kapıyı açtı ve benim yanına doğru gelmemi bekledi. Melih'in yanına gelince Melih, başıyla bana geçmem için içeriyi işaret etti ve ben içeriye geçtiğimde kalbim biraz daha hızlı atmaya başladı. Annem iki kişilik yeşil yatak örtülü bir yatağa yatıyordu. Başında Aslı ve Çağlar bekliyordu. Annem buraya yeni gelmiş olmasına rağmen bu oda şimdiden bile annem gibi bahar kokuyordu. Koşar adımlarla uyuyan annemin yanına gittim ve uyandırmamaya dikkat ederek yüzüne dokundum. Gerçekti... Benim annem buradaydı ve gerçekti. Gülen gözlerle bakışlarımı Melih'e çevirdim. Melih'te bana hissizce bakıyordu. Sanki böyle hiç gibi, yabancı bir duyguyu yaşıyor gibi bakıyordu. Melih bir anda gözlerini kapattı ve bir süre gözleri kapalı bir şekilde durdu. Daha sonra kararan gözlerini açarak başıyla bana gel dedi ve odadan dışarıya çıktı. Bende oturduğum yerden kalkarak arkasından gittim. Melih kendi odasından kapısının önünde bekliyordu. Yanına doğru adımladım dibinde durunca odasının kapısını açtı ve elimden beni tutarak odaya geçirdi. Yatağına doğru ilerledik ve tam yatağın yanında durduk. Melih, iki eliyle yüzümü kavrayarak yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Ferah kokan nefesi kirpiklerimi okşuyordu. Dolgun dudaklarını aralayarak "Uyuyalım mı Ahu?" diye sordu küçük bir oğlan çocuğu gibi masum çıkmıştı sesi. Büyükçe yutkundum ve kurumuş dudaklarımı dilimle ıslattım. "Uyuyalım." Dedim. Yatağa yatmak için hamle yaptığımızda Melih'in telefonu çaldı. Melih telefonu cebinden çıkardı ve arayanın Ufuk olduğunu görünce direkt telefonu cevapladı ve karşı taraftan gelen Ufuk'un telaşla söyledikleriyle ikimizde bir şok dalgasına kapıldık. "Abi Cevdet Bey Mehmet abinin evini silahla bastı. İçeride Füsun Hanımda var!" BÖLÜM SONU Merhaba ballı çöreklerim ben geldim. Nasılsınız bakalım? Ben çok iyiyim ve sizler gibi güzel okuyuculara sahip olduğum içinde çok mutluyum. Sizi seviyorum.💜❤️ |
0% |