Yeni Üyelik
16.
Bölüm

15. Bölüm

@esranurozer

                         

Ayna: Anlatmalıymış Meğer

Öyle bir an oluyor ki...

Bazen bırak hevesi, nefesim bile boğazımda kalıyor.

Ufuk'un telefonda söylediklerinin şaşkınlığını üzerinden atan ilk Melih oldu. "Hiç kimseye bir şey olmayacak Ufuk! Geliyorum!" diyerek telefonu kapattı ve odadan bir hışımla çıktı. "Çağlar!" diye evi inletecek derecede bağırdı.

Ben odada Melih'le az önce uyuma planı yaptığımız yatağın ucuna eğreti bir şekilde oturdum ve bakışlarımı odanın açık kapısının önünde öfkeden deliye dönmüş Melih'e diktim. Çağlar hızla Melih'in yanına geldi. Yüzünde ne olduğunu anlayamadığını belirtir gibi bir ifade vardı.

"Gidiyoruz... Şerefsiz Cevdet Mehmet abinin evini silahla basmış!" dedi Melih. Çağlar oturduğum yerden bile net bir şekilde görebileceğim şekilde gözlerini kocaman açtı. "Cevdet neden böyle bir şey yapsın?" diye sordu. Melih sinirle ellerini gür saçlarından geçirdi, burnundan sert bir soluk bırakarak. "Çünkü Füsun Hanım Mehmet abiye gitmiş." Demesiyle Çağlar dudaklarından bir küfür savurdu ve belindeki silahı çıkartarak kontrol etti. "Gidelim abi." Dedi ölüm soğukluğu esen sesiyle.

Kendimi toparlayarak oturduğum yerden kalktım. Bende onlarla birlikte gidecektim. Ortamın karmaşasına nazaran ben ağır adımlarla odadan çıktım ve Melih'in koluna dokundum. "Bende geleceğim." Dedim. Melih önce kolunu tuttuğum elime baktı. Daha sonrada cehennem ateşi yanan gözlerini gözlerime çıkardı. "Hayır! Sen hiçbir yere gelmeyeceksin!" dedi dişlerinin arasından tıslar gibi. Bakışlarını Çağlar'a çevirdi ve başıyla hadi der gibi bir işaret yaptı. Çağlar, Melih'ten aldığı sessiz emri anlayarak yanımızdan ayrıldı. Melih, kolunu tuttuğum elimi sert bir şekilde boşta kalan eliyle kavradı ve kendi odasına doğru sürükledi beni. Yatağın üstüne nazik olmayacak bir şekilde oturttu, iki eliyle yüzümü tutarak alev alan gözlerine bakmamı sağladı.

"Ben gelene kadar uyu Ahu!" diye konuştu. Bu beni başından savmanın en yalın haliydi. Gözleri, gözlerime bir cevap arar gibi bakıyordu. "Sen uyanmadan gelmiş olurum." Diye devam etti. Yüzümü kavrayan büyük ellerinin üzerine ellerimi koydum. "Uyumak istemiyorum. Bende seninle gelmek istiyorum." Dedim ağlamaklı bir ses tonuyla. Melih gözlerini kapattı, alnını alnıma dayadı. "Ahu..." dedi fısıldar gibi. Burnu burnuma değiyor, sakalları yanağımı okşuyordu. Birbirimizin sıcak soluklarını içiyorduk. Melih bir kez daha "Ahu..." diye seslendiğinde onu "Ne olur Melih, bende geleyim." Diyerek susturdum. Melih, kapalı olan gözlerini açarak, ellerini yüzümden çekti. Yüzümden çekilen elleri yüzünden elinin üstünde olan elim boşluğa doğru savrulacakken Melih iri elinin içine aldı elimi ve beni yataktan kaldırarak kendisiyle birlikte odadan çıkardı.

Merdivenleri hızlı bir şekilde indikten sonra dış kapıyı açarak evden dışarı çıktık. Çağlar, Melih'in arabasının önünde telefonda konuşuyordu. Bizi fark etmesiyle telefonu kapatarak cebine koydu. "Abi Osman yolda geliyor." Dedi. Melih arabasının kapısını açtı beni koltuğa oturttu kapıyı kapatmadan "Tamam Çağlar. Sen kendi arabanla gel." Diyerek kapıyı kapattı ve arabanın etrafından dolaşarak sürücü koltuğuna oturdu. Arabanın kontağını çalıştırmadan emniyet kemerini taktı ve ani bir manevrayla arabayı çalıştırdı.

Melih bütün öfkesini arabanın hız limitinden çıkarmak ister gibi gaza yüklendikçe yükleniyordu. Direksiyonu tutan kemikli elinin damarları bile belirginleşmişti. Sinirliydi ve bu siniri gözünü kör etmiş, dudaklarından ağza alınmayacak küfürler savurtuyordu. Böyle araba sürmeye devam ederse Mehmet abiye yetişemeden yolda mevta olacaktık. Boğazımı temizleyerek sakinleşmesi için "Melih" diye seslendim. Sakinleşmedi, bir kez daha "Melih" diye seslendim. Melih sadece iki saniye kadar yoldan gözlerini ayırıp bana baktı ve tekrar yola çevirdi gözlerini. "Sus Ahu! Sinirliyim bütün sinirimi senden çıkarmayayım." Dedi dişlerinin arasından tıslar gibi.

Melih zaten hep sinirleniyor, sinirini bir şekilde yine benden çıkartıyordu. Bulunduğumuz bu karmaşa olmasa bu söylediğine günlerce gülebilirdim. Ama ben içimden geleni yaparak Melih'in yüzüne gerçekleri vurmak istedim.

"Sinirli olmanın tek sebebi sensin!" dedim. Sesim beni bile şaşkına çevirecek kadar gür çıkmıştı. Melih bana cevap vermek yerine direksiyonu sıkmayı, arabanın hızını biraz daha arttırmayı seçti. Peki, bu beni durduracak mıydı? Tabi ki de hayır.

"Babamla Füsun Hanımın boşanmalarına izin vermediğin için şuan bu durumdayız. Sen bunların yaşanacağını biliyordun! Sırf beni cezalandırmak için kalkıştığın iğrençliğe sinirlenmende pek ironi!" dedim bağırmıyordum ama sesimin de kısık çıktığı söylenemezdi. Melih dişlerinin arasından "Sus Ahu!" dedi. Bakışlarını yoldan ayırmıyor, bana saniyelik bir zaman diliminde bile gözlerini değdirmiyordu. Oturduğum koltukta Melih'e doğru bedenimi döndürdüm ve gözlerimi öfkeden kaskatı kesilmiş yüzüne diktim.

"Babamın öylece oturmayacağını ve Füsun Hanımın onu kiminle aldattığını öğrenmek isteyeceğini biliyordun. Ona bunun için kızamazsın."

"Ahu sana sus diyorum!"

"Kendine bak Melih. Biz gerçek bir çift olmamamıza rağmen sen Levent'e bile tahammül edemedin!" dedim ve biten cümlemle birlikte Melih direksiyondaki elini sert bir şekilde direksiyona vurdu. "Sakın! Sakın Ahu"

"Ne sakın ha? Gerçek olan bu değil mi? Sen Leven-" daha cümlemi bitirmeden Melih "Kes sesini lan!" diyerek elini direksiyona bir kez daha vurdu. "Bir kere de sus dediğimde sus!" diye bağırdı. "Önce Mehmet abinin evini bastığı için babanı sikecem. Sonra da o Levent piçini!" cehennem ateşi yanan ela gözlerini yoldan ayırıp bana çevirdi.

"Beni delirtiyorsun! Beni sana zarar vermem için delirtiyorsun Ahu!" diye kükredi. Alnında küçük ter damları oluşmuş, ela irislerinin etrafına yine zehirli yeşiller bulaşmıştı. Korku dolu gözlerle yüzüne bakıyordum Melih bakışlarını yolla benim gözlerim arasında gezdiriyordu. "Eğer ağzını açıp tek kelime edersen anam avradım olsun seni bu araba hareket halindeyken içinden atarım!" dedi.

Melih'e dönük olan bedenimi düzelttim ve bakışlarımı pencereden dışarıya çevirdim. Melih'e kafa tutmak benim neyimeyse, her defasında onun laflarının altında ezileceğimi bilerek girdiğim savaşı yine o kazanmıştı. Bu dakikadan sonra ne o konuşmuş ne de ben konuşmuştum. Yol ayağımızın altından akıp gitmiş ve yaklaşık yirmi dakika sonra Mehmet abinin yaşadığı evin önünde arabayı durdurmuştu Melih.

Mehmet abinin evi krem renk boyalı iki katlı bir villaydı. Arabadan indik ve bahçe kapısını açarak Melih'le içeriye girdik. Çağlar'da arkamızdan araban indi ve bizim peşimizden içeriye girdi. Evin dış kapısı açıktı, hızlı adımlarla evin içine girdiğimizde Babamın sesi kulaklarıma çarptı. "Öldüreceğim" diyordu. Melih ve Çağlar da benim gibi sesi duymuşlardı. Hep birlikte sesin geldiği yöne doğru ilerledik ve salona girdik.

Boydan boya cam olan duvarın yanında Mehmet abi ve Füsun Hanım yan yana duruyorlardı. Babam solonun ortasında durmuş elindeki silahı ikilinin üzerine doğrultmuştu. Ufuk ve Melih'in adını bilmediğim iki adamı da salonun girişinde çapraz bir şekilde yan yana durmuş ve üçü birden babamın üzerine silahlarını doğrultmuştu. Eğer babam bir gaflete düşüp elindeki silahı ateşlerse bu üç adam babamı hiç düşünmeden delik deşik edeceklerdi. Melih ile Çağlar'ın bir hamle yapmasına fırsat vermeden "Baba" diye seslendim.

Babam sesimi duyar duymaz bakışlarını bana çevirdi. Mavi gözlerinin feri sönmüş akına kırmızılık bulaşmıştı. "Ahu" diye fısıldadı acı çeker gibi omuzları düşmüş, yüzü kaskatıydı. Bakışlarını benim üzerimden çekerek yanımda duran Melih'e çevirdi ve tekrar mavi gözleri beni buldu. "Git buradan kızım." Dedi. Babama cevap vermeye fırsat kalmadan Füsun Hanımın sesi solanda yankılandı. "Ahu ne olur yardım et!" diye bağırdı hıçkırıklar içinde. Babam bana dönük olan bedeni Füsun Hanımın konuşmasıyla ona döndü "Kes sesini Füsun! Öldüreceğim seni!" diye kükredi. Füsun Hanımın ağlayışı babamın çıkışından sonra daha da arttı. Babamın yanına gitmek için bir adım attığımda Melih sert bir şekilde kolumu tuttu. "Cevdet Bey!" diye seslendi. Babam yan bir şekilde Melih'e baktı. Melih ise öfkeli olmasına rağmen oldukça sakin davranıyordu.

"Durma ateş et!" dedi Melih. Babam hala yan bir şekilde bakmaya devam ederek "Merak etme ateş edeceğim." Diye cevap verdi. Melih yamuk bir şekilde güldü. "Ben hiç merak etmiyorum. Ama belki sen ateş ettikten sonra ne olacağını merak ediyorsun Cevdet Bey!" dedi buz gibi bir sesle. Babam "Ne olabilir ki en fazla ölürüm." Dedi. Melih, babamın biten cümlesiyle beraber sesli bir şekilde güldü. Bu gülüş sıradan bir gülüş değildi. Bu gülüş cehennem ateşini yakan iblisin acımasız gülüşüydü. Korkunç ve tehlike kokan bir gülüştü.

"O elinde tuttuğun silah ateşlendiği an delik deşik olacaksınız." Diye konuştu Melih çoğul eki kullanarak. Babamda benim gibi Melih'in neden çoğul eki kullandığını merak etmiş olacak ki kaşlarını çatarak iki saniye kadar Melih'e baktı ve tekrar Füsun Hanımları hedef aldı gözleri. Melih babamı aydınlatmak ister gibi "Ahu" dedi ve devam etti. "Ateş ettiğin anda seninle birlikte Ahu'da ölecek!" dedi öylece sıradan bir şeyden bahseder gibi. Babamın silah tutan eli titredi, bakışlarını Melih'in gözlerine çevirdi.

"Sen Ahu'ya zarar vermezsin."başını iki yana inanmazca salladı. "Sen asla Ahu'yu öldürmezsin." Dedi sesi titremişti.

"Yanlış... Ahu'yu öldürmeyeceğimi düşünmen çok yanlış!" sesinde ölüm izleri kol geziyordu. "Ahu kim ki?" diye sordu ucube bir şeyden bahseder gibi yüzünü de buruşturmuştu."Benim için intikam planımın değersiz küçücük parçası. Benim var ettiğim kadar var olan sizin bana altın tepside sunduğunuz oyuncağım!" dedi. Babam titreyen elinde tuttuğu silahı Melih'e doğru doğrultu "Seni öldürürüm Melih!" diye bağırdı. Melih, babamın ne üzerine doğrulttuğu silahı ne de tehdidini umursadı. "Öldürebilirsen öldür!" dedi kışkırtıcı bir ses tonuyla.

Bakışlarımı Melih'in yüzüne çevirdim. Babama meydan okuyordu ve bunun için beni harcıyordu. Benim gözlerim onun yüzünü çürütürken onun bakışları babamın üzerindeydi. Melih dolgun dudaklarını aralayarak beni paramparça edecek kelimeleri sarf etti. "Ahu'nun hayatını ben satın aldım!" hala kolumda olan eliyle kolumu biraz daha sıktı. "Ben isteyene kadar yaşayacak! Ben istediğimde de yok olacak bir köle Ahu!" dedi kolumu sıkmaya devam ederek. Bakışları bir kez bile gözlerime değmemişti. Gözümden akan yaşlarla birlikte gözlerimi Melih'in yüzünden çektim ve etraftaki adamlarının yüzüne çevirdim. Ufuk ve Çağlar'ın acıyan gözleriyle karşılaşmamla bakışlarımı tekrar Melih'in yüzüne çevirdim. "Bırak kolumu." dedim fısıltı gibi çıkmıştı sesim.

Melih kolumu bırakmadı, hatta tutuşunu biraz daha sıkılaştırdı. Beni kırdığının, kendi adamlarının karşısında küçük düşürdüğünün farkında olamayacak kadar ahmak bir adamdı. Keşke bu sözleri sarf edeceğine kafama sıksaydı, daha az acı çekmiş olurdum. Az önce benden iğrenerek bahseden adam sadece saatler önce benimle uyumak isteyen adamla aynıydı. Kalbinde biriktirdiği intikam zehrini bir türlü atamayarak her defasında bütün acımazlığını bana kusuyordu. Hiçbir şeyi unutmayan Melih benim bir insan olduğumu, bir kalbim olduğunu her defasında unutuyordu. Gözümden bir damla daha yaş düştüğünde "Bırak kolumu!" diye var gücümle bağırdım.

Melih kolumdaki elini ateşe değmiş gibi bir anda çekti. Bakışları hala beni bulmuyordu. Bu kez de babama bağırdım "İndir sende o silahı baba!"

Babam silahı Melih'in üzerinden çekti ve tekrar Füsun Hanıma doğrulttu. "Ne olursa olsun bugün bu ikisini de öldüreceğim!" diye bağırdı. Bu aldatılmayı kaldıramıyor kabına kaşığına sığamıyordu. Kırmızı görmüş boğadan bir farkı yoktu.

Melih'in yanından hızlı adımlarla ayrılarak Füsun Hanımın yanına gittim. "Çekil o kadının yanından Ahu!" diye çıkıştı babam. Füsun Hanım sanki canını alıyorlarmış gibi hıçkırıklar içinde ağlıyordu. Melih'in bakışları bizim olduğumuz tarafta değil sadece babamın üzerindeydi. Ufuk, Çağlar ve iki adam hiç konuşmadan babama silah doğrultuyorlardı. Bu olayın esas kahramanı olan Mehmet abi hiçbir şey yapmadan hatta geldiğimizden beri tek kelime etmeden öylece Füsun Hanımın yanında duruyordu. Babamın durması için "Baba!" diye seslendim. Babam koca evi inletecek kadar bağırdı. "Bunu nasıl yapabildin Füsun?" sesi çatallı ama güçlüydü. "Bu adamla nasıl birlikte olabildin?" diye sordu.

"Cevdet ben-" diye ağlayarak konuşmaya çalışan Füsun Hanımı babamın kükremesi susturdu. "Siktirme bana şimdi belanı nasıl bu adamla birlikte olursun lan?"

"Sevdim! Çok sevdim Cevdet! Tıpkı senin Canan'ı sevdiğin gibi sevdim!" benim önüme geçerek babamın şaşıran mavi gözlerine baktı. "Senin yaptığın gibi gözüm hiçbir şeyi görmedi. Yanlış olduğunu bildiğim halde sevdim! Kendimden deli gibi utanmama rağmen sevdim!" elini göğsüne vurarak "Bu durumda olmamızın tek suçlusu sensin. Bu adamların etrafımızda olmasının tek sebebi sensin." Bakışlarını Mehmet abiye çevirdi.

"Konuşsana Mehmet! Benimle nasıl oynadığını anlatsana Cevdet'e. Beni seviyormuş gibi yaparak nasıl oyuna getirdiğini anlatsana!" diye bağırdı. Salonda olan herkesin şaşkın bakışları Mehmet abinin üzerine toplandı. Buna dakikalardır benim bulunduğum yere bakışlarını çevirmeyen Melih'te dahildi. Anlaşılan onunda Mehmet abinin bu oyunundan haberi yoktu. Mehmet abi suçlu bakışlarını "Melih'in gözlerinden çekerek başını yere eğdi. Füsun Hanım hayıflar gibi güldü. "Bende öyle düşünmüştüm. Sen konuşmazsın." Dedi ve tekrar babama baktı.

"Buraya Mehmet'e hesap sormaya gelmiştim. Bilemezdim senin beni takip edeceğini. Ama inan bana Cevdet senin ne düşündüğünde ne yaptığında umurumda değil."

"Füsun!" diye ikazda bulunan babamı Füsun Hanım "Ne var be?" diye bağırarak susturdu.

"Sen daha Tekin üç yaşındayken beni aldatmadın mı? Yetmedi bir de çocuk yaptın! Yetmedi arkadaşını öldürdün hem de bunu beni aldattığın kadına yaptırdın!"

"Sus yeter artık Füsun!"

"Yetmez! Yetmiyor..." işaret parmağını babama doğru tehditkar bir şekilde salladı. "Senin günahının bedelini ödüyoruz. Yıllar önce işlediğin günahının bedelini işte böyle acı bir şekilde ödüyoruz. Hepsi senin suçun, benim değil." Diyerek bağırdı. Birkaç adım geriye giderek önü cam duvara gelecek şekilde durdu. Böylelikle solunda ben sağında babam duruyordu. "Bütün suçu kadının üstüne atmak en kolayı değil mi Cevdet?" diye sordu sesinde ürkütücü bir sakinlik vardı. "Peki, Ahu annesinin neden böyle bir cinayet işlediğini biliyor mu?"

"Kes sesini Füsun! Öldürürüm seni!"

Füsun Hanım ağlamaktan kızaran açık kahve gözlerini gözlerime dikti. "Annesinin seninle neden birlikte olduğunu biliyo-"

Salonda cam duvarın parçalara ayrılarak etrafa dağılması ve Füsun Hanımın sırt üstü geriye düşerek vurulması sadece saniyeler sürdü. Yerde omzundan akan kanlarla boylu boyunca yatan Füsun Hanıma şok olmuş gözlerle bakarken bir silah sesi daha duyuldu ve biri tarafından sarılarak yere düştüm. Gözlerim kapalıydı ve üstümde bir bedenin ağırlığını hissediyordum. Etraftaki silah sesleri kulaklarımı sağır edecek kadar çoktu. Bu silah seslerinin arasında Çağlar, Ufuk, Babam, Mehmet abi ve hatta adını bilmediğim iki adamın bile sesini duyuyordum. Ama Melih'in sesini duyamıyordum. Yavaşça gözlerimi açtım ve Melih'in kapanmak üzere olan gözleriyle karşılaştım. Üstümdeki bedenin sahibi Melih'ti, alnı terlemiş nefes alış verişleri kesik kesikti. "Melih" diye seslendim. Melih zor açık tuttuğu gözlerini kapatıp geri açtı, büyükçe yutkundu. "Kapat gözlerini Ahu." Dedi kısık sesiyle ve başı göğsüme düştü.

Melih'in bedenin ağırlığı yüzünden hareket edemiyordum. Melih'e ne olduğunu anlamak için elimle saçlarını okşayarak" Melih" diye bir kez daha seslendim. Ama Melih bana cevap vermedi. Silah sesleri durmuştu ama Melih hala hareketsizce göğsümde yatıyordu, alnındaki terleri kıyafetimden bile hissedebiliyordum. Daha güçlü bir şekilde "Melih" diye seslendim aynı zamanda da onu başından sarsıyordum. Melih sanki derin bir uykuya kapılmış gibi bana cevap vermiyordu. Duran silah sesinin ardından Çağlar'ın "Herkes iyi mi?" diye soran sesini duymamla "Çağlar" diye bağırdım. "Yardım edin Melih'e bir şey oldu."

Çağlar hızla yanımıza gelip dizlerinin üstüne çöktü eliyle Melih'in omzunu tuttu "Abi" diye seslendi. Melih Çağlar'a da cevap vermemişti. Çağlar oldukça dikkat ederek iki eliyle Melih'i kavradı ve üzerimden çekerek sırt üstü yatırdı. Çağlar gözlerini Melih'in bedeninde gezdirirken bende uzandığım zeminden kalkmaya çalışıyordum ki Çağlar'ın evi inletecek şekilde bağırmasıyla dizlerimin üstünde kala kaldım. "Ufuk! Melih abi vurulmuş lan!"

Gözlerim Çağların sözlerinden sonra Melih'in yüzüne çevrildi. Gözleri kapalıydı, alnı terlemiş, kaşları ise ilk defa çatık değildi. Gözlerimi bedenine indirmek istiyor, neresinden yara aldığını görmek istiyordum, ama buna cesaret edemiyordum. Çağlar bir kez daha "Ufuk!" diye kükreyince Ufuk koşar adımlarla yanımıza geldi ve oda tıpkı bizim gibi Melih'in yanına diz çökerek "Abi" diye seslendi çaresizce. "Çağlar bir şey yap lan çok kötü kanıyor!" diz çöktüğü yerden kalkarak "Mehmet abi! Melih abim vurulmuş!" diye bağırdı.

Bakışlarımı Mehmet abiye çevirdiğimde onun babamla birlikte omzundan vurulan Füsun Hanımın yanında olduğunu gördüm. Füsun Hanımda vurulmuştu ama bilinci yerinde gözleri ise açıktı. Peki, neden Melih'in gözleri kapalıydı? Az önce cesaret edemeyerek bakmadığım bedenine bakışlarımı çevirdim ve Melih'in karnından akan kanları görmemle dehşete düştüm. Melih'in mavi gömleği kana bulanmış, karnından oluk oluk kan akıyordu.

Gözümden akan yaşlarla birlikte dizlerimin üstünden sürünerek Melih'in yanına gittim. Çağlar, Melih'in yarasına elini bastırmış, sağa sola durmadan hiddetle bağırıyordu. Ufuk'un da Çağlar'dan bir farkı yoktu. Mehmet abi desen Melih'in başını elleriyle tutmuş sanki Melih ölmüş gibi ağlıyordu. Gözlerim yarasını istila ederken "Melih" diye seslendim. Çağlar sesimi duyarak ayağa kalktı ve gömleğinin düğmesini açma gereği duymadan iki yana doğru parçalayarak gömleğini üzerinden çıkardı ve eliyle gömleği top haline getirdikten sonra Melih'in kanayan yarasına tampon yaptı. "Sıkı tut bunu yenge!" dedi. Dediğini yaparak gömleği sıkı sıkıya Melih'in yarasına bastırdım.

"Ufuk git arabayı çalıştır." Eliyle biraz ileride bekleyen iki adamı çağırdı. "Tutun Melih abiyi hastaneye gidiyoruz!" dedi. Ufuk dışarı çoktan çıkmıştı. Adamlarda Çağlar'ın dediğini yaparak Melih'i sarsmamaya özen göstererek kaldırdılar. Bende onlarla birlikte hareket ediyor Melih'in yarasından elimi bir saniye bile çekmiyordum. Cam kırıklarının üstüne basarak bahçeye çıktık. Ufuk arabayı çalışır vaziyete getirmiş arka kapıyı da açmıştı. Çağlar, Mehmet abi ve iki adamın yardımıyla Melih'i arabaya taşımıştık. Önce ben arka koltuğa oturdum ve Melih'in başını dizlerimin üstüne gelecek şekilde arabaya yerleştirdiler. Ufuk sürücü koltuğuna geçti. Mehmet abi de arabaya binmek için ön yolcu koltuğunun kapısını açtığında Çağlar kolunu tutarak durdurdu onu.

"Mehmet abi, sen Füsun Hanımı hastaneye götür!" dedi sert ve birçok ima belirten sesiyle. "Çek elini Çağlar! Ben Melih'i yalnız bırakmam!" diye çıkıştı. Çağlar Mehmet abinin yakasına yapışarak "Siktirme bana şimdi belanı! Siktir git! " diyerek Mehmet abiyi ittirdi ve arabanın açık olan kapısından içeriye girerek sert bir şekilde kapattı. Ufuk Çağlar'ın da binmesiyle arabayı hızlı bir şekilde çalıştırdı. Çağlar pantolonun cebinden telefonu çıkardı ve birini aradı. Açılan telefonla "On dakikaya oradayız Emre Melih abi vuruldu. " bakışlarını arkaya çevirdi. "Karnından vuruldu, karın boşluğu da olabilir. Bilmiyorum amına koyayım çok fazla kan akıyor." Birkaç dakika kadar daha karşı tarafı dinledikten sonra telefonu kapattı ve gözlerime bakarak "Ağlama yenge, abime bir şey olmayacak!" dedi ve önüne döndü.

Çağlar ağlama diyene kadar ağladığımın farkında bile değildim. Neden burada Melih'in yanında olduğumu da bilmiyordum. Benim şuan babamın yanında olmam gerekirdi ama ben Melih'in yarası daha fazla kanamasın diye elimle tutuyordum. İçimde kasırga etkisi yaratan duygularımı yakalayamıyor ne hissettiğimi çözemiyordum. Gözümden akan bir damla yaş Melih'in yanağına düştü. Parmaklarımı yanağında gezdirdim, daha sonra alnındaki teri sildim, saçlarını okşadım. Melih'e şefkat göstermek istiyordum. Yarasının acısını fiziksel olarak hissedemiyordum, ama içimde bir yerlerin yanmasına da engel olamıyordum. Sadece dakikalar önce beni küçük düşüren, kalbimi kıran adamın gözlerini açmasını istemem kadar tuhaf bir şey yoktu herhalde. Beni birçok kez ateşine atarak yakan ela gözlerini görmek istemem delilikten başka bir şey değildi.

***

Çağlar'ın da dediği gibi on dakikada hastaneye gelmiştik. Ama şöyle bir sorun vardı ki bizden bile daha önce gelen basın mensuplarının hastanenin önünü mesken tutmalarıydı. Melih'i hastaneye getirir getirmez Emre hazır halde bekleyen ameliyat ekibiyle Melih'i ameliyata almıştı. Her şey bu dakikadan sonra bir anda gelişmiş ve Melih'in vurulma haberi her yere yayılmıştı. Bu haberi alan Birsen teyze ve Kenan amca soluğu hastanede almış ve biricik oğullarının ameliyatta olduğunu öğrendiklerinde ikisi birden fenalaşarak baygınlık geçirmişti. Dedem, Tunç ve Tekin'de hastaneye bir hışımla gelmiş telaşlı halleri Füsun Hanımın iyi olduğunu görünce geçmiş derin bir nefes almışlardı. Kenan amca kendine geldiğinde hastane sahibi ve başhekimine akla gelinmeyecek tehditler savurmuş, eğer oğluna bir şey olursa bu hastaneyi başlarına yıkacağını alalen dile getirmişti.

Füsun Hanıma uzman bir doktor bakmış ve kurşun omzunu sıyırıp geçtiği için ameliyat etmeyi gerek duymadan sadece dikiş atmıştı. Uzman doktor Füsun Hanımın bütün kontrolünü yaptıktan sonra tek kişilik hasta odasına yatışını vermiş ve birkaç gün Füsun Hanımın hastanede gözetim adlında kalması gerektiğini hepimize kesin bir dille söylemişti. Füsun Hanımın başında Tunç ve Tekin beklerken, babam dedemi eve bırakmak için hastaneden ayrılmıştı. Bizde ameliyathanenin önünde hasta yakınlarının oturması için konumlanmış siyah koltuklarda oturuyor, Melih'in ameliyattan çıkmasını bekliyorduk.

Sağ tarafımda Birsen teyze oturuyordu. Sol tarafımda ise Berna. Birsen teyzenin yanına da Ezgi oturmuştu. Ezgi Birsen teyzeyi rahatlatmak ister gibi kolunu okşuyordu. Berna da benim saçlarımı okşuyordu. Ama ne ben Berna'nın dokunuşlarını hissediyordum, ne de Birsen teyze Ezgi'nin varlığını hissediyordu. Melih ameliyata alınalı bir buçuk saat olmuştu ve Birsen teyze ayıldıktan sonra benim yanıma oturmuş, sağ elimi tutarak parmaklarıyla nişan yüzüğümü okşuyordu. Gözünden yaşı, dudaklarından duayı eksik etmiyordu.

Kenan amca karşımızda ki koltuğa oturmuş gözlerini bir saniye bile ameliyathanenin kapısından ayırmadan bekliyordu. Hemen yanındaki boşluğa Rüya oturmuştu, geldiğinden beri içi dışına çıkacak kadar çok ağlıyordu. Mehmet abi Rüya'nın yanına oturmuş dirseklerini dizine koymuş ve yüzünü ellerinin arasına almıştı. Perişandı... Canından çok sevdiği Melih'in vurulması onu bitirmişti. Çağlar ve Ufuk koltuklara oturmak yerine ameliyathanenin kapısının dibine oturmuşlar ve sırtlarını duvara dayayarak bir bacaklarını karınlarına çekmiş, gözleri kapalı bir şekilde bekliyorlardı. Çağlar'ın üstü hala çıplak ve elinde Melih'in kurumuş kan izleri vardı. Bakışlarımı onların üzerinden çekip kendi ellerime çevirdim. Ve işte o zaman fark ettim Melih'in kanının benim elimde de olduğunu, gülkurusu elbisemin kasık bölgemin hemen üzerinde daire şeklinde olan kan izini görmemle engelleyemediğim iki damla gözyaşım Melih'in kurumuş kan izini taşıyan ellerime düştü.

Melih, benim üzerime atlarken kendisi vurulmuş ve beni kurşun yarasından kurtarmıştı. Değersiz diye hor gördüğü beni hiç düşünmeden kurtarmış, benim yerime ölüme kendisi atlamıştı. Ben böyle kendimle iç savaş verirken ameliyathanenin kapısı açıldı ve Emre çıktı. Emre'nin çıkmasıyla herkes ayağa kalkarak Emre'nin yanına gitti.

Emre çıplak olan Çağlar'ın omzuna erkekçe birkaç kez vurdu. Bakışlarını hepimizin üzerinde gezdirdi, en son Birsen teyzenin ela gözlerinde durdu. "Geçmiş olsun Birsen sultan ameliyat çok iyi geçti. Normal odaya alacağız birazdan Melih'i" dedi. Birsen teyze "Çok şükür Allah'ım" Diyerek bana sarıldı. Bende vakit kaybetmeden Birsen teyzeye sarıldım. Birsen teyzenin kolları arasındayken Çağlar yanımıza geldi. "Yenge " diye seslendi. Birsen teyzenin kollarından çıkmadan bakışlarımı üstü çıplak Çağlar'a çevirdim. Çağlar boğazını temizleyerek bir kez daha "Yenge" dedi. Çağlar'ın bu haline artık alıştığım için bana tuhaf gelmiyordu. Çağlar ağzını açıp konuşacakken Ufuk yanına geldi ve omzunu sıkarak. "Yine başladın bozuk plak gibi yenge demeye." Diyerek bakışlarını bana çevirdi, beni kollarımdan tutarak kendine doğru çekti ve sarıldı. "Gözümüz aydın yenge abim iyi çok şükür." Dedi bana sarılmaya devam ederek. Ufuk'un sarılışından dolayı yaşadığım şoku üzerimden atamadan Çağlar'da kollarını bize doladı ve sıkı sıkıya sarıldı. Aynı zamanda da konuşuyordu. "Ben dedim ama yenge abime bir şey olmayacak diye" dedi. Sarılışı öyle sertti ki sanırım bir ara onunla bu konuyu konuşmalı ve bir kadını böyle sert bir şekilde sarmaması gerektiğini ona öğretmeliydim.

Herkes birbirine sarılarak sevinçlerini yaşarken Emre'nin konuşmasıyla bakışlarımızı ona çevirdik. "Şanslıyız ki kurşun karın boşluğuna isabet etmiş. " herkesin gözlerinde tek tek gözlerini gezdirdi ve en son benim gözlerimde tutarak gözlerini. "Ameliyat çok başarılı geçti. Birkaç gün iyi dinlenirse toparlanacaktır. Geçmiş olsun yenge." Dedi ve benim bir cevap vermemi beklemeden yanımızdan uzaklaştı. Sağımda Ufuk, solumda ise Çağlar duruyordu. Emre'nin yanımızdan uzaklaşmasıyla Kenan amcanın sert sesi duyuldu.

"Bu vurulma işi nasıl oldu? " sorusunun muhatabı yanımda duran Çağlar ve Ufuk'tu. "Mehmet'in evine kurşun yağdıran kim?" bu kez bakışları Mehmet abideydi. Üç adamdan da ses çıkmayınca kin dolu gözlerini bana çevirdi. "O edepsiz kadının ne işi vardı sizin yanınızda?" diye sordu. Edepsiz diye bahsettiği kadın Füsun Hanımdan başkası değildi. Mehmet abi "Kenan amca konuşalım mı biraz." Dedi sorar gibi. Kenan amca daha Mehmet abiyi onaylamadan Çağlar konuşarak araya girdi. "Kenan amca Maslakta ki ihale için Mehmet abinin evinde toplandık. Melih abi Ahu yengeyi çağırınca yengemde Füsun Hanımla olduğu için birlikte geldiler." Yalan söylüyordu, böyle olmadığını pekala biliyorduk ama Çağlar Melih'in güvendiği adama dönüşmüş ve Mehmet abinin pisliğini Melih uyanmadan ortaya çıkarmak istememişti.

Bakışlarımı kısa bir süre Çağlar'a çevirdim. Mavi gözlerinde gördüğüm sertlik bana her şeyi haykırıyordu. Onun söylediği şeyleri onaylamamı bekliyordu. Bakışlarımı Çağlar'dan çekerek Ufuk'a çevirdim. Ufuk'un da Çağlar'dan pek bir farkı yoktu gözlerini benden çekti ve Kenan amcaya çevirdi. "Evi kurşun yağmuruna dizen kişi veya kişiler ihaleyle ilgili olmalı Kenan amca. Siz hiç merak etmeyin kim olduklarını bulacağız." Dedi.

Ne Kenan amcanın cevabını duymak istiyordum ne de bu yalan rüzgarları esen ortamda durmak istiyordum. Kenen amcanın konuşmasına müsaade etmeden direk ben konuştum. "Melih kendine gelene kadar ben bir Füsun Hanıma bakayım." Dedim.

Kimsenin cevap vermesine müsaade etmeden arkamı dönüp yürümeye başladığımda Berna "Bende seninle geleyim canım." Dedi ve yanıma gelerek koluma girdi. "Yalnız gitme şimdi. Hem bende geçmiş olsun demiş olurum Füsun Hanıma."

Berna ile birlikte hastane koridorunda Füsun Hanımın kaldığı odaya doğru yürüyorduk. Berna bana bir şeyler söylüyordu ama ne söylediğini anlamıyor, duymuyordum. Bir anda Berna'nın konuşmasını keserek "Berna" diye seslendim. "Efendim canım" dedi sıcacık sesiyle. "Füsun Hanımın öpüştüğü adam Mehmet abi." Dedim dan diye. Berna ilk olarak adım atmayı bıraktı ve dehşete düşmüş gibi açtığı bal rengi gözlerini gözlerime dikti. "Sen az önce ne dedin? Mehmet abimi dedin?" diye sordu şaşkınca. Başımı evet der gibi salladım. Berna "İnanamıyorum Ahu!" diye bağırdı ve gözlerini etrafta gezdirerek eliyle ağzını kapattı. "Nasıl olur böyle bir şey aklım almıyor! Gerçek gibi gelmiyor." Dedi sesine bile yansıyan şaşkınlıkla. Berna'nın elinden tuttum ve gözlerinin içine baktım. "Bu bir sır Berna kimse duymasın sakın!" Berna başını tamam der gibi salladı.

"Zaten bunun üzerinde çok konuşmak istemiyorum." Sıkkın bir nefes bıraktım. "Sadece içimde böyle bir şeyi daha fazla tutmak istemedim." Dedim. Berna elini tuttuğum elimin üstüne güven vermek ister gibi diğer elini koydu. "Ben her zaman senin yanındayım canım. Yalnız değilsin." Dedi. Berna'nın gözlerinin içine minnetle baktım ve asıl söylemek istediğim şeyi dudaklarımı aralayarak itiraf ettim. "Füsun Hanım bana annemle alakalı bir şey söyleyecekken vuruldu. Sanırım biri onu susturmak istedi."

"Nasıl? Kim böyle bir şey yapsın ki?" diye sordu. "Bilmiyorum" dedim ve devam ettim. "Ama öğreneceğim. Füsun Hanıma bana ne söylemek istediğini soracağım."

Berna tekrar koluma girerek "Hadi bir an önce gidelim o zaman." Dedi ve Füsun Hanımın odasına doğru ilerlemeye devam ettik. Koridorun solundan döndüğümüzde Füsun Hanımın odasından üzerinde kurye kıyafeti olan iki adam çıktı ve bizi görmeleriyle bizim tam tersimiz olan tarafa hızlıca yürüyerek gözden kayboldular. Berna'da en az benim kadar şüpheci bir şekilde kurye görünümlü adamların Füsun Hanımın odasından neden çıktığını sorguluyordu. Hızlı adımlarla Füsun Hanımın odasına önüne geldik ve bir kez kapıyı çaldıktan sonra içeriye girdik.

Füsun Hanımın üzerinde mavi hasta önlüğü vardı ve yüzü ölü gibi bembeyaz olmuştu. Yanağındaki ıslaklıkta ağladığının kanıtıydı. Karşısında bizi gördüğü için rahatlayarak derin bir nefes aldı. Berna Füsun Hanımın yanına yaklaşarak "İyi misiniz?" diye sordu. Füsun Hanım kızaran gözlerini gözlerime dikti ve titreyen elleriyle yanağını sildi. "İyiyim." Dedi zorlukla. "Neden geldiniz?"

"Eğer vurulmasaydınız..." bir adım ona doğru atarak "Bana ne söyleyecektiniz?" diye sordum. Füsun Hanım sorduğum soruyla gerildi ve bedeni titremeye başladı. "Hiç bir şey." Diyerek gözlerini benden kaçırdı. "Yorgunum, ağrım var ve uyumak istiyorum." Diyerek yatağa uzanarak sol tarafına yattı. "Konuşmak istemiyorum Ahu!" dedi.

"Füsun Hanım!"

"Git Ahu! Ne olur git!" dedi fısıltı gibi çıkan sesiyle.

Füsun Hanımın neden birden içine bu kadar kapanmasını anlayamazken, şuan üzerine gitmenin de pek doğru bir şey olmadığını aşikardı. Dudaklarımı aralayıp Tekin ve Tunç'un nerede olduklarını soracakken kapı açıldı Tekin ve Tunç içeriye girdi. Tunç elinde tuttuğu kahveyi Tekin'e uzatarak bana sarıldı. "Nasılsın güzelim." Diye sordu. Benim cevap vermemi beklemeden kollarını benden ayırdı ve annesinin yanına giderek saçlarından öptü. Tekin ise iki elinde tuttuğu kahvelerle kapının girişinde gergince Berna'ya bakıyordu. Berna da tıpkı Tekin gibi gergindi. İkisi de yan yana gelmekten artık hoşnut değildiler. İlişkileri fırtınalı bir şekilde başlamış ve fırtınalı bir şekilde bitmişti. Tekin'in gözlerinde hala sevgiyi görebiliyordum ama Berna'nın gözlerinde gördüğüm tek duygu hayal kırıklığıydı.

"Güzelim" diye seslendi Tunç. Bakışlarımı Tunç'un tıpkı annesininki gibi açık kahve gözlerine çevirdim. "Melih'i normal odaya almışlar. Şimdi oradan geliyoruz Tekin'le. Sende git bir görün istersen Kenan amca barut gibi sağa sola çatıyordu. Şimdi seni ortalarda göremeyince seni kıracak bir şey söyler." Dedi ve yüzüne alaylı bir gülümseme yerleştirdi. "Maazallah seni kıracak bir şey söylerse hiç düşünmen bende onun kafasını kırarım." Dedi. Tunç'un sözlerine tebessüm ederek tamam der gibi başımı salladım ve Berna ile birlikte odadan çıktık.

Füsun Hanımın kaldığı bölümde giriş işlemlerine bakan hemşireden Melih'in hangi bölüme ve hangi odaya çıktığını öğrendik. Berna ile birlikte Melih'in kaldığı odaya ilerlerken ikimizde oldukça sessizdik. Ben Füsun Hanımın değişkenliğinden dolayı sessizken, Berna Tekin'le karşılaştığı için sessizliğe bürünmüştü. Koridorun sonundaki merdivenleri çıktıktan sonra sağa dönmemizle Kenan amcanın kulakları sağır eden sesini duyduk. Berna ile birlikte sesin geldiği yöne doğru ilerlediğimizde ses daha net bir şekilde duyulmaya başladı. "Bana mantıklı bir şey söyleyin." Diyordu sesi gürdü. Sanırım buranın bir hastane olduğunu unutmuştu. "Sakin ol Kenan amcacım." Diyen Rüya'nın sesi de çok geçmeden hastanede yankılandı. Berna ile birlikte daha hızlı hareket ederek sesin geldiği yöne yürüdük sol tarafa dönen köşeden sola dönünce Birsen teyze, Ufuk, Çağlar, Mehmet abi, Rüya ve sinirden burnundan ateş püsküren Kenan amca görüş açımıza girdi.

"O ahlaksız kadının senin evine girmesine nasıl izin verdiğinin mantıklı bir açıklamasını yap Mehmet!" diye bağırdı Kenan amca yüzündeki bütün damarlar öfkeden şişmişti. Mehmet abi koltuğa oturmuş ve başını eliyle ovuyordu. Çağlar ve Ufuk yan yana durmuş ruhsuz gözlerle Kenan amca ve Mehmet abiye bakıyordu. Çağlar'ın üstü artık çıplak değildi, üzerinde beyaz bir gömlek vardı. Birsen teyze, Çağlar ve Ufuk'un yanındaki koltuğa oturmuş, Kenan amcanın bu öfkesini gereksiz buluyormuş gibi bakıyordu. Rüya, Kenan amcanın hemen yanı başında duruyordu. Eliyle arada Kenan amcanın kolunu sıvazlamayı ve sakin olması için telkin etmeyi de ihmal etmiyordu. Çünkü kendisi hiçbir fırsatı kaçırmayarak olası bir faciayı şansa çeviriyordu.

"Susmasana lan! Bana bir cevap ver! Füsun gibi bir kadınla akraba olmamız zaten yeterince utanç vericiyken birde benim oğlumla aynı anda vurulmasının utancını yaşıyoruz!" diye bağırdı. Tek derdi insanların ne düşündüğü olan. Utançtan başka bir şey ağzından düşmeyen okumuş bir cahildi Kenan amca. Mehmet abi oturduğu yerden ayağa kalkarak "Şimdi hiç sırası değil Kenan amca." Dedi.

"Asıl şimdi tam sırası." Elini Mehmet abinin göğsüne vurdu. "Benim oğlum vuruldu. Benim oğlum vurulana kadar o ahlaksız kadın ölseydi!" diye bağırdı. Kurduğu cümle caniceydi... Yaşına göre ona hiç yakışmayacak sözler sarf ediyordu. Kendisi bir babaydı ama bir annenin ölmesini isteyecek kadar kötü bir babaydı.

"Kenan amca Melih kendine gelsin oturup konuşuruz bunları. " bakışları beni buldu. "Şimdi gerçekten hiç sırası değil." Dedi Mehmet abi. Kenan amca Mehmet abinin nereye baktığını görmek için bakışlarını takip etti ve kızgın gözleri beni buldu. Kenan amcayla kesişen gözlerimi çekerek Berna ile birlikte adımlarımı Birsen teyzenin olduğu tarafa doğru attım. Kenan amca bu hareketime oldukça öfkelendi. "Ahu!" diye kükredi. Adımlarımı durdum ve yönümü Kenan amcaya çevirdim. Kenan amca kin bürümüş gözlerini üzerimde gezdirdi en son elbisemde Melih'in kanının olduğu yere gözlerini dikti. İşaret parmağıyla kan lekesinin olduğu yeri işaret ederek. "Bu kan Melih'in kanı." Dedi buz gibi bir sesle.

"Üzerinde oğlumun kanı var ama sen yüzsüz gibi benden yüzünü çevirerek saygısızca davranıyorsun!"

Birsen teyze oturduğu yerden kalkarak yanıma geldi. Eliyle saçımı okşayarak "Yeter artık Kenan sus." Dedi kızgınca Kenan amca birkaç büyük adımla yanıma gelerek tam karşımda durdu. "Sen karışma Birsen! Ben Ahu'ya saygısızlığının hesabını soruyorum!" dedi kendini haklı çıkartarak. "O bana hesap vermek zorunda!"

"Ben size hesap vermek zorunda değilim!" diye çıkıştım "Asla da hesap vermeyeceğim!"

"Saygısız. Haddini bil! Sana kim terbiye vermişse iyi verememiş. Başı boş edepsiz olmuşsun! Melih olmasa seni bırak gelin olarak almayı kapımda köpek diye bağlamam." dedi. Annemin bana verdiği terbiyeyi sorgulayarak.

"Asıl siz haddinizi bilin! Saygısızda sizsiniz edepsizde!" dememle Kenan amcanın elini kaldırarak yanağıma tokat atması bir oldu. Tokatın hızı o kadar güçlüydü ki yüzüm sol tarafa düşerken Birsen teyzenin ve Berna'nın çığlıklarının havada uçuşması, Mehmet abinin şaşkın yüzü, Rüya'nın parlayan gözleri ve Çağlar ile Ufuk'un belinden çıkartarak Kenan amcaya silah doğrultmaları sadece saniyeler sürdü. Kenan amcanın yüzümde patlattığı bu tokat benim sonumdu. Her şeyin sonuydu.

Bu tokat benim son boyun eğişimdi... Son susuşumdu...

BÖLÜM SONU

Lütfen okuduğunuz bölümü oylamayı unutmayın. Hepinizi bolca öpüyorum kendinize iyi bakın.💜

Loading...
0%