@esranurozer
|

Nahide Babashlı: Bu Akşam Ölürüm Yanağımda hissettiğim acı, ağzımın içine dolan metalik kan tadı ve öfkeden titreyen bedenimle yüzüm hala sol tarafa dönük bir şekildeyken Birsen teyze fısıltı şeklinde "Ahu kızım..." diye seslendi bana. Birsen Teyzenin fısıltılı sesine Kenan amcanın kükreyişi karıştı. "Siz bana silah mı doğrultuyorsunuz lan?" "Yeter artık Kenan! Sus!" öfkeyle bağırdı Birsen teyze. "Sen karışma Birsen!" "Bence Birsen teyzeyi dinleyerek susmalısın Kenan amca! Yoksa... Beynini patlatmam an meselesi!" Diye konuştu Çağlar. Yüzüm sol tarafa dönük olduğu için yüzünü göremiyordum ama sesine yansıyan şeytani tınının mavi gözlerine bile yansıdığını hissedebiliyordum. "Dünkü çocuk gelmiş beni tehdit ediyor! Melih bana silah çektiğinizi, yetmemiş gibi bir de tehdit ettiğinizi öğrendiğinde bakalım yine böyle boş boş konuşabilecek misiniz?" "Kenan amca sen önce kendini düşün. Ahu yengeye attığın tokadın hesabını nasıl vereceksin onu düşün bence!" diye konuştu Ufuk. Onunda sesinde buz gibi bir öfke vardı. "Gençler indirin o silahları..." diye araya girdi Mehmet abi. Geç kalmamış mıydı ara girmek için? Bu kadar olay olurken dut yemiş bülbül gibi sessiz kalmıştı. Şimdi ise araya girme gereği duyuyordu ama tercihini benden yana değil Kenan amcadan yana kullanıyor ve benim için silah çeken ikilinin silahını indirmesini istiyordu. "Lan saygısız herifler! Ben sizin abi dediğiniz adamın babasıyım!" "Ahu yengede abi dediğimiz adamın kadını! Bizim yengemiz!" diye bağırdı Ufuk. "Ve sen Kenan amca Ahu yengeye tokat atmayacaktın!" "Ahu terbiyesizlik yaptı." "Kenan..." "Bende yaptığı terbiyesizliğin cezasını verdim. Belli bir yaşa kadar babasız büyüyen, annesi başında olmayan şımarık bir kız gibi bana davranmasına müsaade etmediğim için mi bana bu tavrınız lan?" Babasız büyümek benim tercihim değildi. Annesiz olmamın tek sebebi ise oğluydu. Ama kendisi çatallı zehirli diliyle beni sokmaya devam ediyor, yetmezmiş gibi aşağılıyordu. Kendisinin göstermediği saygıyı benden bekliyordu. Sahi saygı neydi? Saygı kazanılır mı yoksa hak mı edilirdi? Kenan amca benim saygımı hak edecek bir adam değildi. Benim sağ tarafım Kenan amca yüzünden acımayacaktı. Bir anda yüzümü Kenan amcaya doğru çevirdim. "Sen kimsin?" diye hastaneyi inletecek kadar bağırdım. Kenan amca afallamış bir şekilde yüzüme bakıyordu. "Sen kimsin de, ben sana saygı göstereceğim? Sen kim oluyorsun da bana tokat atıyorsun?" "Sesinin tınısına dikkat et Ahu!" diye bağıran Mehmet abiye Ufuk elindeki silahı doğrultarak "Yavaş Mehmet abi." Dedi. Kenan amcanın afallamış suratı öfkeye büründü. Bakışlarını ilk kendi bedenine silah doğrultan Çağlar'a, daha sonra da Mehmet abiye silah doğrultan Ufuk'a çevirdi. Dudaklarının arasından ayıplar gibi sesler çıkardı ve bakışlarının odağını gözlerime çıkardı. Kenan amcanın siyah gözleri puslulaşmış, sinirden gözlerinden neredeyse kıvılcımlar çıkaracaktı. Gözleri gözlerimi delip geçerken eliyle beni işaret ederek "Bak Birsen. İyi bak! Az önce beni susturmaya çalıştığın kızın bana diklenişine iyi bak!" Birsen teyze Kenan amcaya inanamaz bakışlar atarak başını iki yana salladı ve sadece üç adımda yanıma gelerek omzumu tuttu. Bu hareketiyle Kenan amcanın düşüncelerinin yanlış olduğunu benim tarafımı seçtiğini göstermiş oldu. Kenan amca her zaman aşkla baktığı Birsen teyzeye bu kez öfkeyle karışık şaşkınlıkla bakıyordu. Birsen teyzenin yanıma gelmesiyle kendine gelen Ezgi ve Berna da yanıma geldi. Ortamda öyle saçma bir savaş hali oluştu. Hastane odasındaydık ve Melih'in yattığı odanın hemen önünde kavga ediyorduk, sesleri duyan hastalar ve hasta yakınları kendi odalarının kapısının önünde dikilmiş film izler gibi bizi izliyorlardı. Sırtım Melih'in kaldığı odanın kapısına dönüktü. Hemen sağ tarafımda Birsen teyze, Ezgi ve Berna duruyordu. Sol tarafımda ise Çağlar ve Ufuk. Karşımızda Mehmet abi, Kenan amca ve ikisinin ortasında duran Rüya vardı. Çağlar'ın elindeki silah Kenan amcayı hedef alırken, Ufuk'un elinde ki silah Mehmet abiyi hedef alıyordu. "Kim için kime silah çektiğinizin farkında mısınız siz lan?" diye bağırdı Mehmet abi. "Bu yaptığınızın bedeli çok ağır olacak!" "Biz her şeyin farkındayız Mehmet abi!" Çağlar kendinden emin bir ses tonuyla konuştu. "Hatta senin farkında olmadığın şeylerin bile farkındayız!" Mehmet abinin yüzü gerildi ve sinirle bize doğru adım atacağı zaman Ufuk'un kükremesiyle durmak zorunda kaldı. "Tek bir adım atarsan, senin leşini yere sererim!" Mehmet abi öfkeden kızaran gözlerini bana dikti. "Şu sebep olduğun rezilliğin farkında mısın Ahu? Bir tokat yüzünden çıkardığın yaygaraya bak! Bu olanların bütün suçlusu sensin!" "Mehmet abim doğru söylüyor. İndirin silahlarınızı Allah aşkına ya... Ahu'nun yüzünden birbirinize girmenize hiç gerek yok." Dedi Rüya. Bu ortam en çok onun hoşuna gittiğini ses tellerine yansıyan sevinçten bile anlayabiliyordum. Kenan amcanın bana vurması onu çok mutlu etmişti. Artık ziyadesiyle başı göğe erebilirdi. Dudaklarımdan güler gibi bir ses çıkardım. "Her şey benim suçum öylemi Mehmet abi?" diye sordum sesim sakin ve alaylıydı. "Bütün bunlara sebep olan benim bir tokat yüzünden yaygara çıkarmam öyle mi?" "Evet, sende biliyorsun öyle olduğunu Ahu." "Bilmiyorum..." yutkundum "Ben hiçbir şey bilmiyorum!" diye bağırdım. "Bağırma!" diye kükredi Kenan amca. "Bizi yeterince rezil ettin! Bağırıp durma!" "Ben durduk yere mi bağırıyorum? Tek derdiniz insanlara rezil olup olmadığınız!" elimle kendimi göstererek "Beni çığırımdan siz çıkardınız. Hepiniz el birliğiyle beni ben olmaktan çıkardınız!" Kenan amcanın cevap vermesine fırsat kalmadan arkamda kalan Melih'in odasının kapısı açıldı ve Emre'nin sesi duyuldu. "Ne oluyor burada?" diye soran Emre'nin sesi sonlara doğru kısıldı. Sanırım bizi böyle görmeyi beklemiyor olacak ki şaşkınlıkla "Çağlar, Ufuk" diye seslendi. Hiç kimse Emre'ye cevap vermiyor, hatta onu görmezden geliyordu. Emre'nin arkamda kalan bedenini göremiyordum ama şaşkınlıktan gözlerini kocaman açtığından adım kadar emindim. "Melih uyandı ve sesinizi duyuyor. Yaralı ve yorgun! Onu zor içeride tutuyorum. Allah aşkına bu saçmalığa bir son verin ve Melih'in bir delilik yapmasına gerek kalmadan sakince siz içeriye girin!" dedi Emre her bir harfin üstüne basarak. Ama şuan hiç kimse Emre'yi duyacak gibi değildi. Emre sıkkın bir nefes verdi "Yenge" diye seslendi yalvarır gibi. Tam o an içeriden Melih'in acılı sesi duyuldu. "Emre" diye sesleniyordu. Bakışlarımı Emre'ye çevirdiğimde, Emre'nin gözleri gibi ağzı da şaşkınlıkla açıldı ve işaret parmağıyla yüzümü gösterdi "Dudağın kanıyor yenge." Diyerek mırıldandı. Bakışlarını herkesin üzerinde gezdirdi, en son Kenan amcanın yüzünde duran gözleri. "Kenan amca Ahu yengeye vurdun mu?" diye sordu. Emre'nin bu sorusuyla birlikte bakışlarımı Kenan amcaya çevirdim vereceği cevabı ve yüzüne yansıyan ifadeyi görmek istedim. Ama Kenan amca Emre'ye cevap vermek yerine kaşlarını çatarak bana baktı ve bugün bir türlü susmak bilmeyen zehirli dilini bir kez daha oynattı. "Bizim gibi bir ailenin senin gibi bir insanla işi yok Ahu! Melih'in etrafında ki herkesle nasıl bir yakınlık kurduysan hepsinin yüzünde, sesinde beni suçlayıcı bir tavır var! Ama ben onlar gibi değilim sana ve senin akbaba sürüsü ailene inanacak göz yok bende!" sözleri acımasız, sesi sertti. "Seni istemiyorum... Senin gibi bir kızı oğlumun yanında görmeye tahammül edemiyorum." "Kenan, ne söylediğinin farkında mısın? Aklın başında değil galiba? Ahu'yla nasıl böyle konuşursun? O bizim gelinimiz... Hatta kızımız sayılır!" dedi Birsen teyze sesi hiddetli ve gürdü. Beni Kenan amcaya savunuyor, aynı zamanda da kocasının bu denli nasıl değiştiğini anlamaya çalışıyordu. "Ahu bizim hiçbir şeyimiz değil Birsen! Ahu ailesinin borcu yüzünden yem edilen bir kurban! Oğlumuz Ahu'yu seviyor diye yanında olmasına izin verdiğimiz sıradan bir kız!" "Kenan! Kırıcı oluyorsun sus Lütfen!" "Asıl kırıcı olan ne biliyor musun Birsen?" bakışlarını Çağlar ve Ufuk'un üzerinde gezdirdi ve tekrar Birsen teyzeye baktı. "Oğlumun hiç düşünmeden canını bile verecek adamlarının bana silah çekmesi! Dedi. "Ahu'yu bırak etrafımızda görmeyi, onu hiç tanımamayı bile diliyorum." Eliyle yanında duran Rüya'yı göstererek " Gelinimiz olacak kişi Rüya olmalıyken, bizimle aynı seviyede bile olmayan saygısız Ahu'yu gelinimiz olarak kabullenemiyorum. Melih'in yanında ana kayıp, baba seyip bir kızın olmasına tahammül edemiyorum. Melih'in yanında Rüya'yı görmek istiyorum." Dedi, beni herkesin içinde küçük düşürerek Rüya'nın ağzının kulaklarına varmasını sağlayarak. Kenan amcanın ağzından çıkan kelimeler ortamdaki herkesi sinirlendirirken Rüya'yı mutluluktan dört köşe yapmıştı. "Kes sesini Kenan amca yemin ederim tek kelime daha edersen yedi ceddimi siksinler ki kafana sıkarım!" diye çıkıştı Çağlar. Ben ise Kenan amcanın dudaklarında dökülen sözcüklere öylece bakıyordum. Melih'in beni sevdiğini düşünmesine rağmen bana bu kadar acımasız davranan adam, annemin Melih'in dayısını öldürdüğünü öğrendiğinde neler yapardı Allah bilir. Ortamda herkes birbirine bir şey söylüyor ve küfürler havada uçuşuyordu. Hastanede güçlü bir uğultu oluşturmuştuk ve bu uğultuyu dağıtan ses Melih'in odasının açılan kapı sesiydi. Açılan kapıyla birlikte Melih'in acılı sesi de duyuldu. "Ne oluyor burada Emre?" Herkes Melih'in sesini duymasıyla sustu ve bakışlarını Melih'e çevirdi. Ben ise yönümü Melih'e dönmemiş ve tam karşımı izliyordum. Çağlar ve Ufuk'ta silahlarını indirmemiş hala Kenan amca ve Mehmet abiye doğrultmuşlardı. Melih, ameliyattan çıktıktan sonra gözünü açar açmaz bu görüntüyle karşılaşmayı eh tabi ki de beklemiyordu. Ortamda ki sessizlik yine Melih'in acılı zor çıkan sesiyle son buldu. "Ah... Çağlar, Ufuk ne oluyor?" diye sordu. Acı çekiyordu bunu sesinden anlamam zor değildi. Onu göremiyordum ama ayakta bile zor durduğundan emindim. Çağlar "Abi Kenan amca-" diye konuşacakken Kenan amca araya girdi. "Oğlum" diye seslendi ve sesine kondurduğu üzüntüyle cümlesini tamamlamaya devam etti. "Görüyorsun değil mi? Senin yokluğunda adamların bana silah çekti. Yetmedi beni tehdit bile ettiler." Dedi utanmadan Melih'e Çağlar ile Ufuk'u şikâyet ediyordu. Birsen teyzenin hayıflanır gibi ses çıkardığını ve "Yazık sana Kenan" dediğini duydum. Melih babasının söylediklerini hiçe sayarak bir kez daha "Çağlar, Ufuk" diye seslendi. Ne olup bittiğini sadece bu ikiliden öğrenmek istiyor ve onlara sonsuz güvendiği için ilk olarak onlardan duymak istiyordu. Çağlar, boğazını temizleyerek derin bir nefes aldı. "Abi, Kenan amca Ahu yengeye tokat attı." Dedi, komutanına talimat verir gibi. Kenan amca "Oğlum-" diye konuşacakken yönümü birden Melih'e dönmemle ve Melih'in gözlerinin beni bulmasıyla susmak zorunda kaldı. Melih, odanın kapısının pervazında bitkin ve yorgun bir şekilde zor duruyordu. Üzeri çıplak ve karnı beyaz sargı beziyle sarılıydı. Sağ kolunun dirsek ekleminde serumun iğnesi takılıydı ve sol eliyle serumu tutuyordu. Aramızda birkaç insanın sığacağı kadar bir mesafe vardı ama ben bu mesafeden bile yüzünün yorgunluktan çöktüğünü, gözaltlarının mor rengini aldığını ve ela gözlerinin içinin kırmızılaştığını görebiliyordum. Peki, o benim kanayan dudağımı aramızda ki mesafeye rağmen görüyor muydu? Aramızdaki mesafeyi kapatmak için emin adımlarla Melih'e doğru adımladım ve aramızda iki adımlık bir mesafe bırakacak şekilde karşısında durdum. Gözlerimi gözlerine diktim. Onun gözleri ise sağ yanağımda ve kanayan dudağımın kenarında geziyordu. Kan oturan ela gözlerini kahve gözlerime dikti ve kaşlarını çattı. Elimi kaldırarak sağ yanağıma dokundum. "İyi bak Melih Kılıçaslan!" dedim ve devam ettim."Bu tokat benim son susuşum. Son alttan alışım. Her şeyin sonu!" diye bağırdım. Melih, bakışlarını gözlerimden çekmeden bana cevap vermek yerine "Baba" diye seslendi. Bu tavrı benim içimde zelzele etkisi yarattı. Bana inanmamış mıydı? "Efendim oğlum." Dedi Kenan amca sesinde artçı bir gurur vardı. Melih sert bakışlarını benim gözlerimden ayırmadan "Ahu'ya vurdun mu?" diye sordu. Bir ölünün buz tutmuş bedeni kadar soğuk çıkmıştı sesi. Melih'in soğuk çıkan sesi benim içime kor bir ateş düşürmüş ve beni cayır cayır yakmıştı. "Oğlum ben-" "Vurdun mu? Vurmadın mı?" diye gücü yettiği kadar bağırdı Melih. Kenan amca "Abartılacak bir şey değil sadece bir tokat." Dedi. Kenan amcanın cümlesi biter bitmez Melih'in sol elinde tuttuğu serum yere düşerek parçalara ayrıldı. Sağ kolunda duran serum iğnesi, düşen serumla birlikte Melih'in kolunu parçalayarak etinden ayrıldı ve damarından fışkıran kanının üzerime sıçramasına sebep oldu. Melih iki saniye kadar gözlerini kapatıp geri açtı. "Çağlar" diye seslendi. "Ahu'yu götür buradan!" dedi. Bana inanmamıştı... Bana sorma gereği bile duymadan inanmamıştı... Ne Kenan amcanın attığı tokattan dolayı nede söylediği aşağılayıcı sözlerinden dolayı gözümden bir damla yaş bile akıtmamıştım. Ama Melih'in bu tavrından dolayı değil bir damla, saatlerce, hatta günlerce gözyaşı dökmek istiyordum. Hayal kırıklığıyla Melih'in gözlerinin içine baktım. "Senden nefret ediyorum." Sağ gözümden akan bir damla yaş patlayan dudağımın kenarında durunca canımı yaktı. "Her şeyden daha çok senden nefret ediyorum... Ölesiye nefret ediyorum." Diye bağırdım. Melih gözlerini benden çekmeden "Hadi Çağlar!" diye seslendi. Çağlar'ın adım seslerini duyduğumda elimi havaya kaldırarak onu durdurdum. Melih'le aramızda olan iki adımlık mesafeyi de kapatarak aramızda sıfır boşluk bırakarak tam dibinde durdum. O kadar yakındık ki onun nefesi benim yüzümü yalarken, benim nefesimde onun yüzünü yalıyordu. Gözlerimi gözlerine diktim. "Her şey bittiğinde def olup gideceğim... Tek bir parçam kalmasa bile senden de senin hayatından da arkama bile bakmadan gideceğim... Ve sen o gün geldiğinde beni durduramayacaksın! Hatta elinden hiçbir şey gelmeyecek! Sırf sen beni bulma diye... Bir toz bulutu olup havaya karışacağım. Bir su damlası olup uçsuz bucaksız okyanusa atlayacağım. Gerekirse kül olacağım ve senin ateşinin altında saklanacağım. Ama asla beni bulmana izin vermeyeceğim Melih Kılıçaslan! Ben senden elbet bir gün gideceğim!" Cümlem biter bitmez bakışlarımı Melih'in zehirli yeşiller bulaşan ela gözlerinden çektim ve hızlı adımlarla gözümden akan yaşlarla birlikte yanından uzaklaştım. Arkamdan gelen ayak seslerini duyuyordum, hatta adımı seslenen sesleri de duyuyordum ama hızımı kesmeden hastanenin çıkışına doğru ilerliyordum. Merdivenleri hızlı bir şekilde indim zemin katta olan çıkışa doğru ilerledim. Hastanenin çıkış kapısına birkaç adım kala Çağlar önüme geçerek beni durdurdu. Nefes nefese kalmıştı. Nefesinin düzene girmesini beklemeden "Yenge ön kapıdan çıkamayız." Bakışlarını hastanenin girişinde bekleyen basın mensuplarına çevirdi. "Bunlar şimdi seni böyle görmesin. Biz acil çıkışını kullanalım." Dedi. Çağlar'ın biten cümlesiyle Berna ve Ezgi de yanımıza yetişmişti. Çağlar ona bir cevap vermeyeceğimi anlayınca asansörlere doğru ilerledi. "Bu taraftan yenge" demeyi de ihmal etmedi. Çağlar önde biz üç kız Çağlar'ın arkasından bir robot gibi ilerliyorduk. Asansöre bindik ve acil servis katına indik. Acil çıkışından çıktığımızda Çağlar'ın arabası yanımızda durdu. İçinden iri kıyım bir adam çıkarak anahtarı Çağlar'a verdi. Çağlar sürücü koltuğuna otururken ben yanına Ezgi ve Berna arka koltuğa oturdular ve Çağlar arabayı çalıştırarak Hastaneden uzaklaşmamızı sağladı. Yaklaşık yarım saattir yolda ilerliyorduk ve arabanın içinde ölüm sessizliği vardı. Başımı yanımdaki cama yaslamış ve bitmek tükenmek bilmeyen gözyaşımı döküyordum. Araba hareket halinde olduğu için titreyen pencereden dolayı başımda titriyor, beynimin içinde kol gezen ölü düşüncelerimin kuyruklarının birbirine dolaşmasını sağlıyordu. "Yenge" diye seslendi Çağlar. Başımı pencereden kaldırmadım ve asla Çağlar'dan tarafa da dönmedim. "Yenge kafanın içinde ne geçiyor bilmiyorum ama..." sıkkın bir nefes bıraktı. "Abimi yanlış anladın." Dedi. Berna, Çağlar'ın kurduğu cümleye sinirlenerek yapay bir kahkaha attı. "Nedense yanlış anlayan hep Ahu oluyor." Sesi yüksek desibelde ve sertti. "Hepimiz oradaydık. Melih'in Ahu'yu hiçe sayarak yanından postaladığını hepimiz gördük. Orta da bir yanlış anlama varsa bu Ahu ile alakalı değil Melih ile alakalı!" "Sen sus karışma!" dedi Çağlar "Hadi ya, karışırım da! Susmuyorum da!" diye çıkıştı Berna. "Bana bak kızım. Benim sabrımı zorlama! Seni ilgilendirmeyen meselelere burnunu sokma!" "Bana ne be senin sabrından! Konu senin o çok değer verdiğin abin olunca sen nasıl seni ilgilendirmeyen meselelere burnunu sokuyorsan, ben de konu Ahu olunca her boka burnumu sokarım!" diye bağırdı çığlık çığlığa. Çağlar öfkeyle "Lan ben-" diye konuşacakken Ezgi araya girerek. "Çağlar abi, Berna ne yapıyorsunuz Allah aşkına İkisi de birbirlerine kedi köpek misali dalaşıyordu. İkisi de kendilerine göre haklı bir taraf buluyor bizi bizim yerimize savunuyorlardı ama bu konuşmanın ne beni ne de Melih'i zerre ilgilendirmediğinin farkında bile değillerdi. Ezgi'nin araya girmesiyle tartışma son bulmuştu. Çağlar ise kendince Berna'nın sesini duymamak için arabayı inletecek, kulakları sağır edecek yükseklikte bir müzik açtı. Çağlar ilk olarak Ezgi'yi evine bıraktıktan sonra Berna'nın evinin önünde arabayı durdurdu. Berna arabadan inmeden önce "Ahu hadi çiçeğim gel." Diye bana seslendi. Emniyet kemerimi çözmek için elim kemere gittiğinde Çağlar'ın konuşmasıyla durdum. "Ahu yenge hiçbir yere gelmiyor! İn sen." "Ne demek gelmiyor? Ahu bu arabadan inmezse ben de inmem!" Çağlar, sinirle başını iki yana yatırıp çıtlattı. "Eğer usluca arabadan inmezsen, seni zor kullanarak arabadan indiririm." Dedi dişlerinin arasından tıslar gibi. Berna "İnmiyorum!" diye bağırdı. "Hiçbir güç beni bu arabadan Ahu olmadan indiremez!" Çağlar öfkeyle emniyet kemerini çözdü ve arabadan inerek Berna'nın bulunduğu tarafın kapısını açtı. "Beni uğraştırdığın için seni öldürmek istiyorum." Dedi ve elleriyle çırpınmaya çalışan Berna'yı tutarak arabadan dışarı çıkarması sadece saniyeler sürdü. Berna'yı arabadan dışarıya çıkardığında kapıyı otomatik kilitle kilitledi. Berna'yı kolundan tutarak evine kadar çekiştirdi, bir eliyle Berna'yı sabit tutmaya çalışırken bir eliyle de Berna'nın çantasından evin anahtarını bulmaya çalışıyordu. Sonunda çantanın içinde bulduğu anahtarla kapıyı açtı ve Berna'yı evin içine kabaca attıktan sonra kapıyı suratına kapattı. Yönünü bana doğru döndü, hızlı adımlarla arabaya ilerledi. Kapıyı açarak arabaya bindi emniyet kemerini taktı ve arabayı çalıştırdı. Bütün bunlar olurken ben sadece onları fersiz gözlerimle izlemiş, tek bir tepki bile vermemiştim. Melih'in yanından ayrıldıktan sonra ağzımı açmamış nefes alışverişlerimden başka yaşadığımı belirten bir tepkide bulunmamıştım. Yaşıyordum ama ölü gibiydim... "Kusura bakma yenge. Arkadaşına böyle davranmak istemezdim... Ama sende gördün beni çileden çıkardı." Diye konuşan Çağlar'a iki saniye kadar bakıp tekrar bakışlarımı yanımda ki cama çevirdim. Çağlar'da böylelikle bir daha ağzını açmamış ve benimle konuşmamayı seçmişti. Araba Melih'in ihtişamlı evinin önünde durunca, gözlerimle evi baştan aşağıya süzdüm. Benim Melih'ten en uzağa gittiğim yer en fazla onun eviydi. Arabadan Çağlar'la birlikte indik ve kapıyı çaldık. Kapı açılında karşımda Osman'ı görmeyi beklemiyordum. Keza Osman'da beni beklemiyor olacak ki gözlerini şaşkınlıkla açtı. Osman'ın konuşmasına fırsat vermeden yanından geçerek içeriye girdim. Aslı merdivenlerin başında elinde tuttuğu su bardağıyla bize bakıyordu. Sarsak adımlarımı merdivenlere doğru ilerlettim. Aslı'nın durduğu basamakta durarak bakışlarımı yüzüne değdirmeden "Annem uyuyor mu?" diye sordum. Aslı "Evet" dedi ve devam etti "Siz iyi misiniz Ahu Hanım?" Aslı'ya cevap vermeden merdivenleri çıktım ve annemin kaldığı odaya doğru ilerledim. Annemin kaldığı odanın önüne gelince kapıyı çalmadan içeriye girdim. Annem, Aslı'nın da dediği gibi uyuyordu. Bakışlarımı duvardaki beyaz saate çevirdim. Saat sabaha karşı dördü gösteriyordu. Bakışlarımı saatten çekerek gülkurusu elbiseme çevirdim. Elbisemin üzerinde yuvarlak şekillerde Melih'in kanının lekeleri vardı. Elimle yan tarafta olan elbisenin fermuarını indirdim ve elbisenin ayaklarımın dibine düşmesini sağladım. Şimdi üzerimde sadece krem rengi iç çamaşırlarımla kalmıştım. Ayağımdaki botları da çıkartarak annemin yanına gittim. Üzerindeki yeşil pikeyi elimle kaldırarak yanına uzandım, başımı göğsüne koydum ve üzerimi pikeyle örttüm. Annemde benim varlığımı hissederek uyanmış ve eliyle saçlarımı okşamaya başlamıştı. Varlığımı hisseden annem acaba içimde adını koyamadığım yangını da hissediyor muydu? "Anne" diye seslendim kısık bir sesle. Annem beni duyduğunu belli etmek ister gibi saçlarıma bir öpücük kondurdu. "İçimde beni yok etmek isteyen bir yangın var anne... Ben bu yangından baş edemiyorum... Bırak baş etmeyi, ben bu yangında yanmak istiyorum anne." Diyerek gözümden birkaç damla yaşın akmasına izin verdim. Annemin bana bir cevap vermesini deli gibi isterdim ama bu şimdilik pek mümkün değildi. Ağlamaktan ve uykusuzluktan yanan gözlerimi kapatarak kollarımla annemin çelimsiz bedenine biraz daha sıkı sarıldım. Üç yıldır hasret kaldığım eşsiz kokusunun etkisiyle kendimi uykunun kollarına teslim ettim. *** Sabah gözlerimi açtığımda kan ter içinde annemin kolları arasında buldum kendimi. Beni bu denli terleten şey ise gece uykumda rüya görmüştüm ama asıl tuhaf olan gördüğüm rüyayı şuan hatırlamıyordum. Susuzluktan dilim damağıma yapışmıştı. Başucumuzda duran komodinlerin üzerini su bulabilmek için gözleri gezdirdim. Ama ikisinin de üzerinde su yoktu. Annemi uyandırmamaya dikkat ederek yataktan kalktım ve bakışlarımı duvarda ki saate çevirdim. Saatin akşam altıyı gösterdiğini görünce şok olmuş gözlerle nasıl bu saate kadar uyuyabildiğimi anlamaya çalışır gibi başımı elimle ovaladım ve yataktan kalktım. Su içmek için mutfağa gitmem gerekiyordu ama üzerim buna pek müsait değildi. Annemin kıyafetlerinden giymek için dolaba ilerlediğimde dolabın önündeki çanta şeklindeki pembe poşet dikkatimi çekti. Üzerine bir not yapıştırılmıştı. "Ahu Hanım ihtiyacınız olacağını düşünerek sizin için kıyafet getirdim. Aslı" yazıyordu notun üstünde. Poşeti es geçerek dolabı açtım ve annemin uzun siyah hırkasını üzerime geçirdim. Belindeki kemerle de sıkı sıkıya bağladıktan sonra odadan çıplak ayakla çıktım. Merdivenlerden yavaşça inerek mutfağa girecekken, Çağlar, Osman ve Ufuk'un sesini duymamla çıplak ayaklarımı durdurdum. "Ah bende orada olmalıydım ya." Diyerek sitemle konuştu Çağlar. "Bende" diye onayladı Osman Çağlar'ı. Ufuk bir kahkaha attı. "Niye öyle diyorsun oğlum? Eee sende oldukça hararetli bir gece geçirmişsin." Diyerek alayla konuştu. Bir etin bir ete çarpma sesi geldi. Sanırım Çağlar Ufuk'a vurmuştu. "Kes gevezeliği! Berna'dan alamadığım hırsımı senden almayayım." Dedi Çağlar. Dişlerini sıkarak konuşuyordu. Ufuk "Tamam ya bir şey demiyorum." Dedi. "Şimdi Melih abi kesin olarak Kenan amcadan bütün ortak işlerini bitirdi mi?" diye sordu Osman. "Ahu yengeye vurduğu için sadece iş ortaklığını bitirmedi. Ağza alınmayacak bir sürü şey söyledi. Oğlum görmeniz lazımdı Kenan amcanın halini ben bile acıdım." Dedi Ufuk. "Oh olsun ona yengeye vurmasının bedelini çeksin şimdi. O Mehmet abinin de suyu ısındı Melih abi onunda üstünden geçseydi keşke" dedi Çağlar heyecanlı sesiyle. Ufuk bir kahkaha daha attı, biten kahkahasıyla. "Melih abi onunda icabına baktı. Artık Mehmet abi kurul masasında oturmayacak. Ona kestiği ceza bu oldu ve Mehmet abi gıkını bile çıkaramadı." Ufuk'un biten cümlesiyle üçü birden gülmeye başladı. Ne masasından bahsettiklerini bilmiyordum. Ama anlaşılan önemli bir şeydi ve bu üçünü sevindirmişti. Tabi beni de sevindirmiş ve Melih'in bana atılan tokatın bedelini sorması yüzümde aptal bir sırıtışa sebep olmuştu. Daha fazla konuşmaları dinlemek istemedim. İçeriye girmek için bir adım attığımda Çağlar'ın söyledikleriyle olduğum yerde kala kaldım. "Yenge çok üzüldü lan. Melih abinin ona inanmadığını ve babasını tuttuğunu düşündü. Akşam arabada öyle olmadığını anlatmaya çalıştım ama sağ olsun Berna Hanımın yüzünden pek başarılı olamadım." "Merak etme Melih abi yengenin gönlünü alır." Diyerek sıkkın bir nefes bıraktı Ufuk. "Hem Ahu yenge abiyi tanımamış bu üç yılda. Adam babası tokat attığında niye kafasına sıkmadığımız için bile hepimizi haşlamışken, Ahu yengenin canını yakanın canını alacağını bilmesi gerekiyordu." Dedi. Belki de Ufuk haklıydı. Ben bu üç yılda Melih'i ve çevresindeki herkesi yanlış tanımıştım. Aslında ben Melih'i tek bir gün bile tanımak istememiştim. Melih benim için cehennem ateşi kadar kötü bir adamdan bir adım bile ileriye gitmemişti. İlletlik düşüncelerimden kafamı iki yana sallayarak kurtuldum ve mutfağa girdim. Ufuk ve Çağlar karşılıklı şeklinde yemek masasında otururken, Osman tezgâha yaslanmıştı. Osman'ın gözleri beni bulunca toparlanarak "Yenge" diye seslendi. Böylelikte masada oturan Çağlar ve Ufuk'un da beni fark etmesini sağlamıştı. Bakışlarımı üçünün de üzerine değdirmeden buzdolabına doğru ilerledim ve kapağını açarak içinden su dolu sürahiyi aldım. Mutfak dolaplarından ikinci açtığım bölmeden su bardağı alarak sürahide ki suyu bardağa doldurdum ve tek dikişte suyu içtim. Bir bardak daha suyu aynı şekilde içtikten sonra sürahiyi tekrar buzdolabına koyma gereği duymadan çıkışa doğru ilerleyecekken Ufuk'un konuşmasıyla durdum. "Hazırlan yenge seni abime götüreyim." Bakışlarımı Ufuk'un yeşil gözlerine çevirdim. Ufuk omzunu silkerek sanki boğazında gıcık varmış gibi temizledi. "Valla yenge abimin kesin talimatı var. Seni ona götüreceğim." Dedi. Ufuk'u umursamadan bakışlarımı gözlerinden çektim ve mutfaktan çıktım. Merdivenleri sakince çıktıktan sonra annemin odasına girdim. Hala uyuyan annemin saçlarına bir öpücük bıraktım, dolabın önünde Aslı'nın benim için getirdiği kıyafet poşetini alarak odadan çıktım. Melih'in odasına girdim. Elimdeki poşeti yatağın üzerine bıraktım ve banyoya girdim. Kısa bir duşun ardından Aslı'nın benim için getirdiği önü düğmeli salaş beyaz tişörtü ve siyah taytı giydim. Saçlarımı tarama gereği duymadan tepemde kocaman bir topuz yaptım ve topuzu Melih'in kalemlerinden biriyle tutturdum. İşim bitince odadan çıktım, merdivenleri indim, mutfağa girme gereği duymadan dış kapının önünde durdum. "Gidebiliriz" diye seslendim. Sesimi duyan Ufuk seri bir şekilde yanıma geldi. Dış kapıyı açtım, Ufuk'un arabasına doğru adımladım. Ufuk arabayı otomatik kilit ile açtı, açılan arabayla ben arkaya geçtim Ufuk'ta sürücü koltuğuna geçerek arabayı çalıştırdı. *** Bir saatten daha az bir sürede hastaneye gelmiştik. Ufuk benimle birlikte Melih'in kaldığı kata kadar gelmiş ve Melih'in bulunduğu odanın önünde ki koltuklara oturarak beni burada bekleyeceğini söyleyerek odaya beni yalnız göndermişti. Melih'in kaldığı odanın önünde bekliyordum. Elimi kaldırdım ve kapıyı çalmadan önce derin bir nefes alıp verdim. Kapıyı bir kez çaldım ve direk içeriye girerek kapıyı kapattım. Melih hasta yatağında oturur pozisyonda uzanmıştı. Üstünü örtme gereği duymadan pikeyle sadece bacaklarını örtmüştü. Bakışlarımı yavaşça yüzüne çevirdim. Yüzü dünkü gibi yorgun durmuyordu, eski sert Melih'e geri dönmüştü. Kapının yanında öylece Melih'i süzüyordum, keza o da beni aynı şekilde süzüyordu. Koyu ela gözleri, kahve gözlerimi buldu. "Geçmiş olsun demeyecek misin nişanlına?" diye sordu kurşungeçirmez bir ses tonuyla "Geçmiş olsun." Dedim. Benden ne duymak isterse itirazsız yapacağımı vurgulamak ister gibi. Bana robotmuşum gibi davrandığını yüzü ne vurmak ister gibi çıkmıştı sesim. Melih iki saniye kadar gözlerini kapatıp geri açtı, kaşlarını çatarak "Yanıma gel." Dedi. Adımlarımı sakince atarak yanına geldim. Melih başını kaldırarak gözlerime bakmaya devam etti. "Gelmezsin sandım." Dedi bir itirafta bulunarak. "Neden gelmeyeyim?" diye sordum umursamazca. Melih dudaklarını bilmem der gibi büktü. "Yine başının dikine gider ve gelmezsin sandım." Diye ekledi. Melih'in koyulaşmış ela gözlerine bakarak içimde koca yaralar açan sözlerini yüzüne vurmak ister gibi dudaklarımı araladım. "Unuttun mu? Ben sesin intikam puzzlen da ki değersiz küçük parçan! Altın tepside sana sunulan oyuncağın ve senin istediğin kadar var olan bir köleyim!" dedim. Melih'in söylediğim her bir kelime de yüzünün şekli değişti. Çenesi kaskatı kesildi. Ela gözlerinde söndürülemez yangınlar çıktı. Başıyla yanında ki boşluğu işaret ederek "Otur." Dedi dişlerinin arasından. Dediğini yaparak oturdum. Ben oturur oturmaz elindeki serumu umursamadan eliyle belimi kavradı ve beni kendine çekerek yüzlerimiz arasındaki mesafeyi sıfırladı. "Ahu..." diye fısıldadı. Dudaklarından dökülen ismim kendi yüzüme çarparak dağıldı. "Ben senin kırılabileceğin bir adam değilim Ahu." Elini belimden çekti ve yanağıma koydu. "Üzgünüm..." dudaklarıma tüy kadar bir öpücük bıraktı. Bu yaptığına en az benim kadar kendisi de şaşkındı. "Bana bu denli alınacağını düşünemedim." dedi ve tekrar dudaklarıma bir öpücük kondurdu. Sanırım bu Melih'in özür dilemesinin en yalın haliydi. Yanağımda gezen Melih'in elinin sıcaklığını düşünmemeye çalışarak omzumu silktim. "Ama kırıldım..." dedim. Melih diğer elini de babasının vurduğu yanağıma koyarak "Biliyorum..." dedi ve devam etti. "Kırıldın ve canın çok yandı!" parmaklarını tokat izinin olduğu yanağımda gezdirdi. "Yaktılar..." dedi kaşlarını çatarak. Gözlerini yanağım da ve dudağımda gezdiriyor, parmaklarıyla da okşuyordu. Sertçe yutkundu, âdemelmasının uhrevi hareketini kaçırmamak adına, tüm dikkatimle onun uzun boynunu saran yutkunuşunu izledim. "Sana dokunan ve canını yakan herkesi öldürebilirim Ahu." Çatık kaşlarının altındaki alev alan bakışlarının hedefi gözlerimdi. "Sen sadece benimsin!" parmağını dudağımın kenarındaki yaraya değdirdi. "Bedeninde de ruhunda da sadece benim izlerim olmalı." Yüreğimi katran gibi saran acı pıhtılaştığında, gözümden bir damla yaş süzülerek Melih'in sıcak parmaklarına düştü. "Bana inanmadın sandım." Diyerek bende ona bir itirafta bulundum. "Beni yok sayarak görmezden geldin sandım." Melih, parmağını dudağımın üstüne koyarak "Şişt ağlama." Dedi. Birbirimizin gözlerinin içinde kendimizi asarak intihar ediyorduk. Bakışmamız bir ölünün yaşamak için elinden artık hiçbir şey gelmemesi kadar boş ve acı yüklüydü. Melih, ateşiyle yüreğimde yaralar açıyor, açtığı yaraları ise kanata kanata kapatmaya çalışıyordu. Ben ise onun içinde ki yara mıyım yoksa bedenin deki yara mı olduğumu hiç bilmiyordum? "Bu inadına bir son ver Melih." Diye konuştum birden. Melih cevap verecekken bu kez ben parmağımı dudağının üstüne koyarak susturdum onu. "Lütfen Füsun Hanım ve babamın boşanmasına izin ver. Bırak Füsun Hanım kendine daha iyi bir hayat kursun çocuklarıyla." Melih sıkkın bir nefes bıraktı dudaklarından ve gözlerini kapatarak başını tamam der gibi salladı. Daha sonra gözlerini açarak dudaklarının üzerindeki parmağımı ısırdı. Canımı yakmamıştı bu ısırık şaşkınca Melih'e bakıyordum. Melih ise benim dudaklarımın üstündeki elini çekerek saçlarıma götürdü. Kalemle tutturduğum topuzu kalemi çekerek bozdu. Açılan saçlarım omuzlarıma doğru dağıldı. Melih her bir saç telimi gözleriyle inceledikten sonra kaşlarını çattı. "Neden ıslak saçların?" diye sordu. Bu kez bakışlarını boynuma ve üzerime çevirdi. Zaten çatık olan kaşlarını biraz daha çatarak "Bu ne Ahu?" diye sordu sert sesiyle. Neyden bahsettiğini anlamayarak gözlerimi üzerimde gezdirdim, ama ne olduğunu anlamayarak. "Neyden bahsediyorsun?" diye sordum. Melih elini beyaz tişörtümün göğüs kısmını işaret ederek "Bundan bahsediyorum. Bu düğmeler neden açık?" şaşkınca gözlerine bakıyordum. "Giyecek başka bir şey bulamadın mı? Her yerin ortalıkta!" "Saçmalama Melih! Hem sana ne ya benim ne giydiğimden!" diye çıkıştım. Melih kaşlarını alayla havaya kaldırdı. "Demek bana ne ha..." iki eliyle tişörtün düğmelerini iliklemeye başladı. "Senin dilini törpülemenin zamanı geldi kedicik." İtinayla iliklediği düğmeler bittikten sonra bakışlarını gözlerime dikti. "Eğer tek bir erkek sineğin bile gözlerinin senin bedeninde gezdiğini görürsem... Hepsinin önce gözlerini sonrada belalarını sikerim. Daha sonrada senin gözlerinin önünde kafalarına sıkarım. Benim kafa mı bozma Ahu!" diye tehdit etti beni. Kocaman açtığım gözlerimle "Zorba herifin tekisin!" diye çıkıştım. "Anlayışsız, geri kafalı ve kabasın!" "Eyvallah." Dedi sırıtarak. "Sende çok çirkinsin kedicik." Bir şeyi düşünür gibi elini çenesine koydu. "Ağlayınca daha da çirkinsin." Dedi. Sinirle oturduğum yerden kalkarak "Ben kime ne söylüyorum ki" diyerek söylendim. Kapıya doğru adımladım. "Görüyorum ki turp gibisin hiç bir şeyin yok maşallah. Ben gidiyorum." Dedim kapıyı kapatırken en son duyduğum ses Melih'in gülme sesiydi. Bu birkaç günde saçma saban ne varsa yaşamıştık. Acı çekmiş, ağlamış ve çok yaralar almıştık ama en sonunda ikimizde gülmeyi başarmıştık. *** Melih'le hastanede konuşmamızın üzerinden bir hafta geçmişti. Bu bir hafta içinde Melih bana verdiği sözü tutarak Füsun Hanım ve babamın boşanmasını sağlamıştı. Füsun Hanım hastaneden çıktıktan sonra Tunç onu eve getirmemiş ve bir arkadaşına yerleştirmişti. İki gün önce de Melih hastaneden çıkarak kendi evinde dinleniyordu. Bu vurulma olayı Melih'in de isteği üzerine kimseye duyurulmamış ve ihaleden dolayı olduğunu herkese açıklayarak Mehmet abi ile Füsun Hanımın ilişkilerini ortaya çıkarmamıştık. Babam Füsun Hanımdan ayrıldığı için mutlu olduğa kadar da öfkeliydi. Füsun Hanımın yaptığını bir türlü kendine yediremiyordu. Ama artık fevri hareketler sergilemiyor Tunç ve Tekin'in dikkatini çekmemeye çalışıyordu. Bunu da başarıyordu. Şimdi ben ise mutfakta annem ve Melih için çorba yapıyordum. Bugün annemi görmeye Melih'in evine gidecektim. Giderken elim boş gitmek istemediğim için onlara çorba yapmaya karar vermiştim. Bütün sebzeleri doğrayarak tencerenin içine koydum. Üzerine de yeteri kadar et suyu koyarak ocağın üstüne tencereyi koydum. Kapağını kapatıp ocağı da yaktıktan sonra üzerimi giymek için odama çıktım. Dolaptan aldığım mavi gömleği ve gri kot pantolonu üzerime giydikten sonra aynanın karşısına geçtim. Saçlarımı tarayarak serbest bıraktım. Tam aynadan kalkacakken gömleğimin düğmeleri dikkatimi çekti ve bana Melih'in hastanede söylediklerini hatırlattı. Üsten iki düğmesi açık olan gömleğin bir düğmesini de ilikleyerek aynanın karşısından kalktım. Bunu neden yaptığımı kendim bile bilmiyordum ama sanırım Melih'i sinirlendirmek istemiyordum. Mutfağa girdiğimde çorbayı kontrol ettim. Çorbayı bilendırdan geçirerek pürüzsüz hala getirdim ve altını kapattım. Dolaptan aldığım cam saklama kabına çorbayı boşaltırken Tunç'un sesini duydum. "Ne yapıyorsun burada güzelim." Bakışlarımı Tunç'un yüzüne çevirdim, kocaman gülümseyerek. "Çorba yaptım. İçmek ister misin?" diye sordum. Tunç masanın etrafındaki sandalyeyi eliyle çekerek oturdu. "İsterim." Dedi. Dolaptan bir kâse aldım, dolu dolu iki kepçe çorbayı kâsenin içine koydum. Tunç'un önüne kâseyi koyduktan sonra karşısında ki sandalyeyi çekerek oturdum. Tunç, çorbadan bir kaşık aldı ve içti. Bakışlarını bana dikti. "Tadı çok güzel olmuş. Eline sağlık." Dedi ve çorbasını içmeye devam etti. "Afiyet olsun abi." Tunç önünde ki çorbadan gözlerini çekerek gözlerime baktı. Kaşıyla dudağımın kenarını işaret etti. "Yaranın izi geçmiş." Dedi. Refleks olarak elimi dudağımın kenarına götürdüm. "Geçti." Dedim. Tunç kaşığı kâsenin kenarına koydu. "O Kenan şerefsizi oğluna dua etsin. Yoksa ben bu tokadın yüz mislini onun yüzünde çıkartırdım." Dedi. Başını sallayarak "Ama Melih babasına öyle bir ders verdi ki benim bir şey yapmama gerek kalmadı." "Melih, Kenan amcaya ne yaptı abi?" diye sordum. Tunç kaşığı eline aldı ve bir lokma daha içti çorbadan. "Kenan amcayla bütün işlerini ayırdı. " bunu zaten biliyordum. "Başka" diye sordum. "Kenan amcayı ve Mehmet itini kurul masasından çıkardı. Kenan amcanın tek hayali olan araba üretim işinden çekilerek sözleşmeyi fesih etti." "Bu bahsettiğin kurul masası ne ki?" "Bu âlemde güçlü olmazsan ölürsün Ahu. Bu dünya da güçsüzlere yer yok. Kurul masası diye bahsedilen yer kötü adamların arasında iyi kalmaya çalışan insanların oturduğu yer. Bir zamanlar babam da bu masada oturuyordu. Ta ki Melih büyüyüp babamı masadan kovana kadar." Dedi sesi saydamdı. "Nasıl yani? Hiçbir şey anlayamadım." "Boş ver güzelim anlama zaten anlayıp da ne yapacaksın? Sadece şunu bil. Bazen Melih'e dua ediyorum iyi ki diyorum iyi ki intikam bile olsa seninle nişanlandı. Eğer seninle nişanlanmasaydı. Babamın düşmanları ilk fırsatta seni öldürürlerdi. Ama sen bir şekilde Melih'in ekseni altındasın ve hiç kimse sana yaklaşmaya cürret edemiyor." Dedi ve kâsenin dibinde kalan son lokmayı da kaşığıyla alarak içti. Ayağa kalktı. "Hadi seni Melih'e ben bırakayım." Dedi. Bende oturduğum yerden kalkarak " Sende gelsene benimle?" diye sordum. Aynı anda da saklama kapının kapağını kapatıyordum. "Çık, ben gelemem güzelim işlerim var. Annem için bugün ev bakmaya emlakçıyla görüşmeye gideceğim." "Ev işiyle Tekin abim ilgilenmiyor muydu?" diye sordum. "Öyleydi ama beyefendi bu aralar bir işler karıştırıyor. Bu işi benim üzerime attı. Ne yapıyorsa çıkar yarın kokusu." Diyerek mutfaktan çıktı. Bende arkasından çıktım. Birlikte arabaya bindik ve Melih'in evine doğru yola koyulduk. Tunç abim beni Melih'in evine bırakıp gitmişti. Kapıyı çaldığımda Sevgi Hanım açmıştı ve ona Melih'i sorduğum da odasında uyuduğunu söylemişti. Bende Sevgi Hanımla birlikte mutfağa girmiş elimde ki hala sıcak çorbadan derin bir kâseye koyarak annemin odasına çıkmıştım. Annemle konuşarak kendi ellerimle çorbasını içirmiş, üzerini değiştirmiş ve bolca sohbet etmiştim. Biten çorba kesesini elime alarak annemin dinlenmesi için odasından çıktım. Tekrar mutfağa girdim ve bu kez Melih için çorbayı ısıtarak kâseye koydum. Melih'in odasının önüne gelince kapıyı çaldım. Melih "Gel" diye seslenince kapıyı açarak içeriye girdim. Melih yatağının başlığına sırtını dayamış elindeki telefonla ilgileniyordu. Üzerinde siyah bir tişört ve siyah eşofman altı vardı. Telefondan başını kaldırarak şaşkınca "Ahu sen ne zaman geldin?" diye sordu. Melih'in yanına doğru ilerledim, aynı anda da konuşuyordum. "Bir saat oluyor geleli." Elimdeki çorbayı göstererek "Çorba yaptım belki içmek istersin?" diye sordum. Melih kaşlarını alayla havaya kaldırdı. "Sen mi yaptın?" elini yatağının boş kısmına iki kez oturmam için vurdu. "İnanılır gibi değil." Yataktaki boşluğa oturdum. "Neresi inanılır gibi değil? Ben yaptım işte." Dedim kızgınlıkla. Gözlerinin ucuyla çorba kâsesine baktı. "İçmem ben bunu." Bakışlarını gözlerime çıkardı. "İçine zehir koymadığın ne malum." Dedi. Sinirle dişlerimi sıktım. İyilik bu öküzün neyineydi. Ama hata bendeydi insanlık edip çorba getirmeyecektim. Öfkeyle kaşığı çorbaya daldırdım ve aldığım çorbayı ağzıma koyarak içtim. "İçin de zehir falan yok. Gördüğün gibi ben ölmedim." Diye çıkıştım. "İçecek misin?" "İçeceğim." Dedi başını sallayarak. Kaşığını ben kullandığımdan dolayı değiştirmek için kalkacakken Melih kolumdan tuttu. "Nereye?" "Kaşığı değiştireceğim." Elimde ki kaşığı ve çorbayı alarak "Gerek yok. Ben bu kaşıkla içerim." Dedi ve çorbayı içmeye başladı. Tüm dikkatimle yüzüne bakıyor beğenip beğenmediğini çözmeye çalışıyordum ama Melih'in ifadesiz yüzünden hiçbir şey anlayamıyordum. Dayanamayarak "Beğendin mi?" diye sordum. Melih Kâsenin dibini kaşıkla sıyırırken. "Fena değil. İdare eder." Dedi. Bu söylediğine gözlerimi devirmeden edemedim. Boşalan kâseyi bana uzattı. "Bu gece burada kal yarın şirkete uğrayacağım ondan sonra seni eve ben bırakırım." Dedi. Şaşkınlıkla gözlerimi açtım. "Daha iyileşmedin ne işin var ki şirkette?" diye sordum. "Senin o Tekin abin yine bir boklar karıştırmış gidip ona bakacağım." Dedi sinirle. Başımı anladığımı belirtir gibi salladım. Aklıma gelen soruyu sordum bir anda. "Bize saldıranın kim olduğunu buldunuz mu?" "Bulamadık." Eliyle başını ovdu."Ama bulacağım bu işin altında olan kişileri." "Melih, bence Füsun Hanımı susturmak istediler." Dedim. Melih beni alkışlayarak "Aferin Ahu inan bu bizim aklımıza hiç gelmemişti." Diyerek dalga geçti benimle. Bu tavırları beni deli ediyordu. Yardım etmeye çalışıyordum ama kendisi çokbilmişliğini öne sürüyordu. "Peki, bunu da biliyor musun?" diye sordum ve devam ettim. "Füsun Hanımı ziyaret gittiğimde odasından üzerinde kurye kıyafeti olan iki adam çıktı. Füsun Hanımın yanına girdiğimizde yüzü şeytan görmüş gibiydi." Melih kaşlarını çatarak "Sen ciddi misin?" diye sordu. Başımı evet der gibi salladım. Melih sıkkın bir nefes verip yataktan kalktı ve giyinme odasına girdi birkaç dakika sonra odadan elinde kıyafetlerle çıktı. Kıyafetleri bana uzattı. "Bu konuyla ben ilgileneceğim. Sen üzerini değiştir ve uyu." Dedikten sonra banyoya girdi. Melih banyoya girmişken ben aceleyle üzerimi değiştirerek Melih'in kıyafetlerini üzerime geçirdim. Yatakta bağdaş kurarak Melih'in banyodan çıkmasını bekledim. Melih banyodan çıktıktan sonra nemli saçlarıyla yatağa gelip uzandı. Benim nerede yatacağımı söylememişti. Uyuyalım da dememişti. Öylece yatakta uzanıyordu. Bende içimden geleni yaparak yatakta kayarak uzandım, arkamı Melih'e döndüm ve gözlerimi kapatmadan "İyi geceler Melih." Dedim. Tam uykuya dalacakken Melih'in fısıltılı sesi kulaklarıma doldu. "İyi geceler küçük kedi." BÖLÜM SONU |
0% |