Yeni Üyelik
18.
Bölüm

17. Bölüm

@esranurozer


                                                            
                         

Nev: Mühürlü Kaderim

Gözlerimi burnuma dolan ağır sigara kokusuyla araladım. Boğazımı bile yakan bu yoğun sigara kokusunun nereden geldiğini anlamak için gözlerimi oda da gezdirecekken, boydan boya cam olan pencere önünde tekli gri koltuğa oturmuş Melih'i gördüm. Oda karanlıktı, sanırım daha geceydi...

Odanın karanlığına rağmen Melih'in koyu ela gözlerini seçebiliyordum. Uzun parmaklarının arasında duran sigaranın ışığını fark etmemle sigara kokusunun ondan geldiğini anladım. Melih, gözlerini bir saniye bile üzerimden çekmeden beni izliyor, art ardına sigarasından içine çekerek içiyordu. Dibini gördüğü sigaranın izmaritini ayaklarını uzattığı sehpanın üstünde duran küllüğe bastırarak söndürdü. Refleks olarak bakışlarımı küllüğe çevirdiğimde küllüğün içinde birkaç tane daha bitmiş sigara izmariti gördüm.

Gece vakti neydi ona böyle sigara içirecek?

Bakışlarımı yavaşça Melih'e çevirdim ve yatakta doğrularak "Melih" diye seslendim. Melih bakışlarını benden çekmeden sigara paketinden bir dal daha sigara çıkartıp, dolgun dudaklarının arasına yerleştirdi. Sehpanın üzerinde duran sıradan çakmakla sigarasının ucunu tutuşturdu. Gözlerimin içine bakarak sigarasından güçlü bir nefes alarak, sanki yüzüme üflüyormuş gibi bana doğru üfledi dumanını. Ağzından ve burnundan çıkan duman bana yetişmeden havada dans ederek yok oluyordu. Gecenin karanlığında sanki intihara kalkışmış gibi odanın her bir yerine dağılıyordu.

Melih, dudaklarının arasına sıkıştırdığı sigaradan her bir nefes alışında dumanını ağzının içinde biraz bekletip öyle üflüyordu. Sanki dumanı içine hapis etmek ister gibi, onu ağzından bırakmak istemez gibi, içine hapis ederek ölmek ister gibi, sigarasının dumanının ondan gitmesine izin vermek istemez gibi...

Sadece bir an... Çok kısa bir zaman dilimini kaplayacak, kısacık bir an. Melih'in ağzının içinde cebelleşen sigara dumanını kendime benzettim. Sanki o sigara dumanı bendim ve Melih'in ağzının içinde hapistim.

Düşüncelerimden sıyrılarak, doğrulduğum yatakta yönümü Melih'e dönerek bağdaş kurup oturdum. Melih, bu sırada elindeki sigaranın da dibini görmüş ve sanki çerez yer gibi bir tane daha sigarayı tutuşturarak içmeye başlamıştı. "Melih" diye bir kez daha seslendim. "Neden bu saatte sigara içiyorsun? Neden uyumuyorsun?" diye sordum. Melih, sigarasından derin bir nefes daha aldı. Kaşlarını çattı.

"Neden mi uyumuyorum?"

"Hıhım"

Melih çatık olan kaşlarını biraz daha çattı. "Senin yüzünden." Dedi.

Ela gözlerinde yanan ateş, sigarasının ucundaki ateşe karışıyordu. Gözlerindeki yangına rağmen sesi buz gibiydi. Elinde ki sigarayı dudaklarıyla buluşturup yanaklarını içine göçürecek bir nefes aldı. Birkaç saniye ağzının içinde tutuğu dumanı ölüm yavaşlığında dudaklarından bıraktı.

"Senin saçlarından yayılan kokun yüzünden uyuyamıyorum. Yanımda hissettiğim varlığın, çelimsiz bedeninde can bulan kalp atışlarının sesi yüzünden uyuyamıyorum." Sigarasından bir nefes daha aldı. "Beni zayıflatıyorsun Ahu... Beni, ben olmaktan çıkartıyorsun."

Afallamış gözlerimle Melih'in bana söylediklerini anlamaya çalışıyordum. Ama maalesef ki bu pek mümkün olmuyordu. "Anlamadım" dedim fısıldayarak. Melih, elinde bitmek üzere olan sigarasını son kez içine çekti. "Boş ver" biten izmariti küllüğe bastırarak söndürdü. "Bende anlamıyorum zaten." Dedi. Oturduğu yerden ayağa kalktı, üzerindeki siyah tişörtü tek hamleyle üzerinden çıkartarak koltuğa bıraktı ve yanıma doğru geldi. Yatağa oturdu. Onun yatağa oturmasıyla yönümü ona döndüm. Melih gözlerini yüzümün her yerinde gezdirdikten sonra diliyle dudaklarını yaladı. "Ahu" dedi büyükçe yutkundu.

"Uyuyalım mı?"

"Uyuyalım."

Melih biten cümlemle birlikte eliyle üzerimde kendisine ait tişörtün etek kısmından tutarak üzerimden sıyırdı. Tişört başımdan çıkarken saçlarım havaya kalkarak elektriklendi. Melih'in karşısında sadece siyah bir sütyenle kalmanın utancıyla kollarımı bedenime kapattım. Şaşkınlık ve kızgınlıkla Melih'in koyulaşmış ela gözlerine baktım. "Ne yapıyorsun?" diye bağırdım. Melih ise tek bir saniye bile gözlerini gözlerimden ayırmadan eliyle elektriklenen saçlarımı düzeltti. Daha sonra ne olduğunu anlamadan elini omzuma koyarak yatağa ittirdi. Sırt üstü uzandığım yatakta Melih'te üstüne uzanarak çenesini göğsümün üstüne koydu ve gözlerini kaldırarak gözlerime baktı.

"Kalk üstümden Melih! Hem de hemen!" diye çırpındım. Melih çırpınmamı hiçe sayarak kollarıyla bedenimi sardı. Sıcak iri elleri, buz gibi tenime değdiği an, bütün kaslarımın titrediğini hissettim. Çırpınmayı bırakarak "Melih" diye fısıldadım. Melih burnunu göğsümden boynuma kadar sürdü. Boyun girintimde duran burnu, boynumdan derin bir nefesi içine çekti.

"Sadece seni hissetmek istiyorum Ahu." Dolgun, sıcak dudaklarıyla boynuma bir öpücük kondurdu. "Böyle uyuyalım!" Başını göğsümün üstüne koydu. "Saçlarımı okşasana." Dedi, sesi yedi yaşında annesiz kalan Melih'in sesi gibi yıkık dökük ve yalvarır gibiydi. Bir elimi çıplak sırtına yerleştirdim. Diğer elimi de yumuşacık kumral saçlarına daldırarak okşadım. Okşayışım bir anneninki gibi şefkatli değildi. Bir yangını söndürmek isteyen bir su gibiydi. Zaten Melih'te anne şefkati istememiş, bitmek bilmeyen yangınının artık sönmesini istemiş gibi kendini uykuya teslim etti.

Ateş olduğu halde, bir buz parçasına sarıldığını bilerek uykuya daldı. Ne Melih'in ateşi söndü ne benim buzum yandı. İkimizin bedeni birleşince ateş daha da güçlendi. Buz daha da kalıplaştı. Ortaya daha da ölümcül bir şey çıktı. Bedenlerimizde "Buz yanığı" oluştu. Tedavisi olmayan çok zor iyileşen acılı bir buz yanığı...

Melih'in saçlarında gezen ellerim beni de mayıştırarak uykunun o güzel esaretine çekti.

***

Uyku ile uyanıklık arasında kalmıştım. Zihnen uyanmıştım ama bir türlü gözlerimi açamıyordum. Üzerimde Melih'in ağırlığı yoktu. Yüzüm yastığa gömülmüştü ve yastık buram buram karanfil kokuyordu. Gözlerimi açmak için bir hamle yaptığımda, odanın kapısı paldır küldür açılmış ve akabinde Birsen teyzenin sesi odanın içine dolmuştu.

"Oğlum... Aslanım" diye konuşan Birsen teyzenin sonlara doğru sesi içine kaçmıştı. Sanırım yatakta oğlunu görmeyi beklerken beni bulması onu oldukça şaşırtmıştı. Beni ise utançtan öldürmek üzereydi. Birsen teyzenin odaya girmesiyle gözlerimi sıkı sıkıya kapattım Allah'a iyi ki gözlerimi açmadan Birsen teyzeyi bu odaya gönderdiği için içimden şükür ediyordum. Çünkü şuan da Birsen teyzeye üzerimde sadece iç çamaşırım varken Melih'in yatağında olmamın açıklamasını yapmak isteyeceğim son şey bile değildi. Bir kapı açılma sesi ve hemen arkasından Melih'in kokusu geldi. Sanırım o da banyodan çıkmıştı ve Birsen teyzenin bunu da görmesini pek istemezdim. Şimdi yanlış anlaması için çok güzel bir ortam oluşturmuştuk kendisine.

"Anne" dedi Melih sesine yansıyan şaşkınlıkla.

"Şişt, bağırmadan konuş! Ahu'yu uyandıracaksın şimdi." Diye yanıtladı Birsen teyze, sesi oldukça kısıktı. Melih bıkkın bir nefes verip "Anne sen ne zaman geldin?" diye sordu.

"Yeni geldim. Senin için çorba yapmıştım onu getirdim, hem seni de görmek istedim oğlum." Sesi kısıktı ama neşesini gözlerim kapalıyken bile hissedebiliyordum. "Ama Ahu benden önce davranmış."

"Neye Ahu daha önce davranmış anne?"

"Çorba diyorum aslanım. Ahu benden önce davranarak sana çorba getirmiş. Az önce Sevgi söyledi."

Melih dudaklarından anladığını belirten mırıltılar çıkardı. Ama Birsen teyzenin susmaya niyeti yoktu. "Siz aynı yatakta mı uyudunuz?" diye sordu sesine bulaşan imayla. Melih'in cevap vermesine müsaade etmeden "Sadece uyudunuz değil mi çocuğum? "

"Anne!"

"Bağırma! Kızı uyandıracaksın şimdi." Ayıplar gibi sesler çıkardı. "Herhangi bir sürprizle karşılaşmadan önce hazırlıklı olalım diye sordum." Dedi hayıflanır gibi. Boğazını temizledi.

"Aranızda bir şey geçti mi akşam?" diye soran Birsen teyzenin kelimeleri kulaklarımdan beynime ulaştığında utançtan ölmek istedim. Hatta mümkünse yer yarılsaydı ve ben bu üstüne yattığım yatakla birlikte yerin en dibine girseydim.

"Anne..." Melih dişlerinin arasından zehirli bir yılan gibi tısladı. "Hadi sen beni salonda bekle. Üzerimi giyinip geleceğim."

Birsen teyze, kısık sesle güldü. "Tamam, oğlum." Dedi ve akabinde adım sesleri duyuldu ama kapı kapanma sesi gelmediği için gözlerimi aralamadım. Tamda bu sırada Birsen teyzenin sesini tekrar duydum. "Melih, gelirken Ahu'yu da uyandır. Hep beraber kahvaltı yapalım."

"Uyandırırım Anne."

"Ha bu arada oğlum..." Dedi ve ekledi Birsen teyze. "Sakın kızcağıza sizi böyle gördüğümü söyleme. Utanmasın şimdi yavrum."

"Sinirleniyorum anne!"

"Ben aşağıdayım." Diye konuşma sesine kapı kapanma sesi karıştı. Birsen teyze benim utanmamı düşünmesi için çok geç kalmıştı. Çünkü az önce bizi gördüğünü ve bulunduğu imaları kendi kulaklarımla duymuştum. Ve bu gerçekten çok utanç vericiydi. Birsen teyze odadan çıktıktan sonra bile gözlerimi açmamış, uyuma numarasına devam etmiştim. Melih'te beni uyandırmaya geldiğinde ona çok yorgun olduğumu ve uyumak istediğimi söyleyerek başımdan gitmesini sağlayacaktım. Ben böyle kafamın içindeki düşüncelerin ucunu birbiriyle bağlarken Melih "Ahu" diye seslendi. Cevap vermedim uyuyormuş gibi yapmaya devam ettim.

"Uyumadığını biliyorum kedicik."

Bir şeyi de bilmesen şaşardım zaten. Yine cevap vermedim. Birkaç saniye sora yatağın diğer tarafı çöktü ve Melih'in karanfil kokusu burnumun direğini sızlattı. "Sen iyice numaracı bir kedi oldun çıktın başıma. Kalk!" birden üzerimdeki pikeyi çekerek çıplak kalmamı sağladı. Dehşete düşmüş gözlerimi açarak "Ne yapıyorsun ya?" diye çıkıştım.

Melih dudağını sinsice kıvırdı. "Seni uyandırıyorum!" dedi.

"Uyanmak istemiyorum. Birsen teyzenin yanına gitmeye hazır değilim. Aşağıya in ve Ahu uyanmadı de." Dedim. Melih hadi ya der gibi kaşlarını alayla havaya kaldırdı. "Böyle bir şeyi söylemeyeceğim. Birlikte aşağıya ineceğiz!"

"Melih..."

"Annem görmemiş gibi yapacakmış..." gülümsedi. "Sen de duymamış gibi yaparsın."

Melih'in bu umursamaz rahat tavırlarına sinirlenerek az önce üzerimden çektiği pikeyle üzerimi örttüm ve yatağa yattım. "Ben gelmeyeceğim!" dedim.

"Öyle mi?"

"Öyle!"

Melih bileğindeki siyah saati kaldırarak baktı. Gözleri saatin üstündeyken "Beş dakikan var Ahu. Eğer beş dakika da hazır olmazsan seni böyle aşağıya indiririm." Dedi. Ciddi olup olmadığını anlamak için şok olmuş gözlerimle yüzüne bakıyordum. Melih ciddi olduğunu kanıtlamak ister gibi dudaklarını aralayarak. "Kalan süren dört dakika elli yedi saniye. Elli altı, elli beş, elli dört," diye saymaya başlayan Melih'in ağzını elimle kapattım. "Sus tamam geliyorum Allah'ın cezası!" diye dişlerimi sıkarak konuştum.

Melih iri elleriyle dudağını kapattığım elimi tutarak çekti. Bu kez ellerini çıplak belime dolayarak beni kendine çekti. Başını yüzüme doğru eğerek, gözlerini dudaklarıma indirdi. Daha ben ne olduğunu anlamadan alt dudağımı dişlerinin arasına alarak ısırdı. Acıyan dudağımla geriye gitmek istedim ama beni mengene gibi saran kolları buna izin vermedi. Dişlerinin arasına sıkıştırdığı dudağımı serbest bıraktı. "Senin dilin çok uzadı. Bir daha ki sefere dilini ısıracağım." Dedi ve sızlayan alt dudağıma tüy kadar bir öpücük bıraktı. "Şimdi git üzerini giy." Dedi.

Melih'in beni bırakmasıyla hızlıca yataktan kalktım ve koltuğun üstüne çıkardığım gömleğimle pantolonumu elime alarak banyoya koşar adımlarla girdim. Elimde ki kıyafetleri lavabo tezgâhına koydum. Musluğu açarak yüzüme birkaç kez su çarptım ve üzerimi giyinmeye başladım. Melih benim dengemi bozmuştu. Kendi dengesizliğine beni de uydurarak sonunda keçileri kaçırmama sebep olmuştu.

***

Melih'le birlikte aşağıya inince Birsen teyzenin yüzüne yansıyan imalı bakışlarla birlikte kahvaltı yapmıştık. Birsen teyze arada bir kötü olmayacak ama altında büyük ima barındıran sohbetler açmış bizi de buna zorla dâhil etmişti. Allah'tan beni görmemiş gibi yapacaktı. Her kelimesinden biri bizim evliliğimize geliyor, evlenmeden çocuk dünyaya getirmenin ne kadar zor olduğundan bahsediyordu. Etrafında olan insanlardan örnek vererek bizi kendince uyarıyordu. Sanırım Birsen teyze Melih'le aramızda kesin olarak bir şeylerin geçtiğini düşünüyordu. Kahvaltı masasında devam eden bu konuşma Birsen teyzenin "En iyisi biz düğünü bu sene yazı beklemeden yapalım" demesiyle Melih onu düğün konusunda net ve kesin bir dille uyarmış ve Birsen teyzenin ağzını sonsuza kadar bu konuda kapatmıştı.

Şimdi ise ihtişamlı salonda Birsen teyze ile birlikte karşılıklı kahve içiyorduk. Melih az önce yanımızdan kalkarak şirkete gitmek için üzerini değiştirmeye odasına gitmişti. Birsen teyze kahvesinden son yudumunu alarak bitirdi. Sıcacık bakışlarını gözlerime çevirdi.

"İyisin değil mi kızım?" diye sordu. Elini yanağıma koyarak okşadı. "İyi ol lütfen. Hep ve her zaman iyi ol kızım." Büyükçe gülümsedi. "Sen iyi ol ki benim oğlum da seninle birlikte iyi olsun." Dedi.

Bilse oğlunun kötü birine dönüşmesine sebep olanın benim annem olduğunu acaba yine bana böyle sıcacık bakar mıydı? Yine böyle gülümser miydi? Bunun cevabını ne ben biliyordum ne de Birsen teyzeye sorabiliyordum. Öylece gözlerimden gözlerine akan bir sürü cevapsız yanıtı elimin tersiyle iterek "İyiyim Birsen teyze... Çok iyiyim." Dedim. Birsen teyze yanağımda duran ellini çekti ve elimi tuttu.

"Ahu Kenan'ın sana yaptığı şey affedilir gibi değil biliyorum. Ama " yutkundu bana söyleyeceği şey için oldukça zorlanıyordu. "O benim kocam. Ben seni haklı buluyorum ama onun yanında var oluyorum kızım. Beni yanlış anlamıyorsun değil mi? Ben Kenan'dan vazgeçemem ama sana da onu affet diyemem. Ben sadece senden baba oğlun arasının bu denli açılmasını istemediğimi anlamını istiyorum. Kenan ve benim tek varlığımız oğlumuz." Dedi.

Bir sürü şey söyleyebilirdim. Çığlık çığlığa Birsen teyzeye bağırabilir, hatta olmadık bir şekilde çirkinleşebilirdim. Ama ben sadece dudaklarımı oynatarak "Anlıyorum." Dedim.

Birsen teyze konuşmak için ağzını açtığında Melih merdivenleri inerek yanımıza geldi. Elimi tutarak beni oturduğum yerden kaldırdı. Bakışlarını Birsen teyzeye çevirdi. "Hadi anne seni de eve bırakayım. Oradan da şirkete geçerim." Dedi. Birsen teyzede olumlu anlamda başını sallayarak oturduğu yerden kalktı. Hep beraber arabaya bindik. Melih önce Birsen teyzeyi evine bıraktı. Daha sonra beni eve bırakmak yerine yanında götürmeyi tercih ederek kendisiyle birlikte şirkete getirdi.

***

Melih masasında kahvesini içerek önündeki dosyalarla ilgileniyordu. Ben de Seda'nın benim için dilimleyerek getirdiği elmaları yiyordum. Neredeyse iki saate yakındır şirketteydik ve Melih'in işi bir türlü bitmemişti. Şirkete geldiğimizde Seda anlamadığım bir şeylerden bahsetmiş, bir ara Tekin abimin adı bile geçmişti konuşmada. Son iki dilim kalan elmamdan birini elime alıp ısırdığımda kapı çaldı. Melih çalan kapıyla birlikte bakışlarını bana çevirdi. "Yanıma gel Ahu." Dedi. Elimde ki elma dilimini ağzıma atıp tabakta son kalan elma dilimini de elime alarak Melih'in yanına gittim. Melih elini bel boşluğuma koyarak beni kendine yapıştırdı ve kapının ardında ki kişiye "Gel" diye seslendi.

Kapı açıldı ve lacivert takım elbisesiyle Levent içeriye girdi. Levent'i burada görmenin şaşkınlığıyla ağzımdaki elma boğazıma kaçtı ve benim öksürmeme sebep oldu. Biten öksürüğümle korku dolu gözlerimi Melih'e çevirdim ve onun yüzünde gördüğüm rahat ifadeyle daha da şaşkına uğradım. Melih'in yüzünü delip geçecek bakışmam Levent'in konuşmasıyla son buldu.

"Çabuk toparlanmışsın! Bravo."

"Onca tantana çıkararak benimle görüşme ayarladın. Sırf bunu sormak için mi?" diye alayla sordu Melih. Demek ki Levent'in buraya geleceğini biliyordu. Hatta bu görüşmeyi bizzat kendisi istemişte olabilirdi. Levent orman yeşili gözleri kısılacak kadar gür bir kahkaha attı. "Sırf bunun için gelmediğimi biliyorsun Melih!" kapıyı tam kapatmadan birkaç adım attı ve durdu. Bakışlarını gözlerime çıkartıp parlayan yeşilleriyle baktı gözlerime.

"Çek o gözlerini sikerim seni!" diye çıkıştı Melih. Levent gözlerini isteksiz bir şekilde gözlerimden çekti. "Sadece iki dakika medeni iki insan gibi konuşalım." Dedi Levent.

Melih, Levent ile medeni bir insan olmak istemezdi. Levent'in bunu Melih'ten istemesi bile yanlıştı. Zaten Melih'te Levent'le asla medeni bir insan gibi konuşmayacağını vurgulamak ister gibi "Dökül hemen!" dedi.

Levent sakin olabilmek için derin bir nefes aldı ve aldığı nefesi geri vermeden. "Şirketleşmeye karar verdim. Mimarlık şirketi kuracağım."

"Bana ne bundan? Gidip ne kuracaksan kur. Seni tutan mı var ?"

"Sana rakip bir şirket... Senin düşmanlarınla dost, dostlarınla düşman olacağım bir şirket kuracağım." Dedi sesine yansıyan tehlikeli tınıyla. Melih belimde duran eliyle belimi sıktı. Bu sıkış daha çok sahiplenici bir tavırdı. Sert yüz hatlarına bir gülümseme yerleştirdi. Soğuk, ölümün kol gezdiği cinsten bir gülümseme.

"Senin medeni olma şeklin bu mu?" kaşlarını alayla havaya kaldırmıştı. "Bence senin yaptığın bu şeyin adı medeniyetle örtülmüş salaklık." Dedi. "Bana düşman olmaya karar vermen inan ki umurumda bile değil! Zira ben sana, sen daha benim varlığımı bilmeden önce düşmandım."

Levent'in sadece iki saniye kadar yüzü düştü, kaşları çatılmakla çatılmamak arasında kaldı. Sinirlendi, belki de daha fazlası oldu öfkelendi. Ama bunu çabucak toparlayarak yeşil gözlerinden çıkardığı kasırgayla Melih'e baktı. "Benim buraya gelip şirket kuracağımı ve sana düşman olacağımı açık açık söylememi salakça buluyorsun. Seni anlıyorum... Ama ben buraya ilk ve son kez senin karşında iki dakika kadar medeni olarak yapacağım işten bahsettim. Bir daha seninle böyle sakince konuşmayacağım." Büyük bir adım attı bize doğru. "Buraya geldim, çünkü sana neler yapacağımı açıkça göstermek istedim. Senin olan şeyleri senden alarak benim yaptığımı görmeni istedim." Bakışlarını bana değdirip tekrar Melih'e çevirdi. "Elinden her şeyini alacağımı söylemeye geldim." Dedi ve "Rüya" diye seslendi.

Rüya, açık kapıdan içeriye salına salına girdi. Üzerine giydiği kırmızı elbise ona çok yakışmıştı. İncecik bacakları oldukça hoş duruyordu. Saçları kıvırcığa yakın dalgalıydı. İri çekik mavi gözlerini bana değdirmeden sadece Melih'e bakıyordu.

Kapının girişinde durmayı bırakarak adımlarını koltuklara doğru ilerletti. Tekli koltuğun yanına geldiğinde tam oturacakken Melih onu durdurdu. "Sakın oturayım deme!" kaşlarıyla Levent'i gösterdi. "Sahibinin yanında ayakta dur!" dedi.

Rüya'nın iri çekik mavi gözleri doldu. Melih'in dediğini yaparak Levent'in yanına gidip durdu. "Melih biz-" diye konuşan Rüya'yı Melih umursamadan Levent'e bakışlarını çevirdi. "Rüya hiçbir zaman bana ait biri değildi. Çok yanlış yerden başlamışsın. Ama yine de bu üstün çabanı takdir etmeden geçemeyeceğim." Dedi gülerek. Sesindeki aşağılama tonu bir insanı iki saniyede yok edebilecek kadar kuvvetliydi.

"Maslakta ki ihaleye bizde girdik." Gülümsedi Levent "Hani senin iki yıldır uğraştığın ve bütün alt yapısını Rüya ve Tekin'e verdiğin maslak projesi." Elini cebine koydu. Yeşil ormanları andıran gözlerinin içine kurt sürüsü dalmıştı sanki. "İşte o proje artık bizim... Ve Tekin'de öyle... Projen, hukuk danışmanı müdürün, başarılı avukatın gibi birkaç gün sonra maslakta bizim olacak!" dedi.

Tekin bizim mi demişti az önce? Belki de ben yanlış duymuştum. Beynimin içinde yürüyen karınca ayaklı, düşünceler kapıdan içeriye giren Tekin'le son buldu. Tekin bakışlarını direk benim şaşkın gözlerime çıkardı. Gözlerinin mavisi üzerine giydiği gri takıma dönmüştü. Sanırım artık kolay kolay sıcacık mavi olmayacak hep böyle griye dönecekti gözleri. Odada ki hiç kimse konuşmuyordu. Herkesin gözleri benimle Tekin'in üstündeydi. Bizim gözlerimiz ise birbirimizi yakacak kadar yoğun bir duyguyla kavruluyordu. Tekin, gözlerini gözlerimden çekmeden Levent'lerin yanına adımladı. Dudaklarını aralayarak "Üzgünüm Ahu." Dedi ve bakışlarını gözlerimden çekti.

Melih gür bir kahkaha attı ve bütün gözlerin odağını kendisine çevirdi. Kahkahası hala devam ediyor, nefes bile almadan gülüyordu. Biten gülme krizinden sonra eliyle Levent, Rüya ve Tekin üçlüsünü işaret ederek. "Bu üçlü çok güzel olmuş. Güzel ve komik." Diyerek bir kez daha güldü. "Ama şimdi söylemeden edemeyeceğim sevgili kayınçom Tekin'in avukatlık kariyerine devam etmesi bir tek senin yanında olurdu. Onun için azıcık sevindim."Dedi, parmaklarıyla da azıcık işareti yaptı. Yüzündeki gülümsemeyi silerek, o sert, yıkılmaz Melih ifadesini yüzüne yerleştirdi.

"Tiyatronuz bittiyse artık şirketimi terk edin! Hemen!" diye bağırdı. Üçü birden Melih'in bu değişken haline şaşkınlıkla bakarak bir adım geriye gittiler. Melih alev alan ela gözlerini Tekin'in yüzüne dikti. "Tekin, yaşayabildiğin kadar yaşa! Mesleğinin zevkini yaşadığın bu sürede çıkar. İzin veriyorum sana." Dedi kurşungeçirmez bir ses tonuyla. "Ben izin veriyorum. İznin bittiği an olacaklara hep birlikte bizzat sesinle birlikte şahitlik edeceğim! Şimdi siktir git karşımdan!" diye kükredi.

Tekin büyükçe yutkundu ve kirece kesen yüzü ve titreyen elleriyle arkasını dönerek odadan hızlı adımlarla çıktı. Melih'in iri ellerinde olan belimi kurtarmak için hafifçe kıpırdandım. Melih koyulaşmış bakışlarını bana çevirdi. Gözlerinin içine beni bırakması için yalvarır gibi baktım. Birkaç saniye öyle durduktan sonra elini belimden çekti.

Melih'in belimden çekilen eliyle koşar adımlarla odadan çıkarak Tekin'in arkasından gittim. Tekin açılan asansöre geçtiğinde durması için "Abi" diye seslendim ve son anda asansör kapanmadan bende içine girdim. Kapanan asansör kapısıyla bakışlarımı Tekin'e çevirdim. "Abi neden Melih'e meydan okudun? Neden Levent'in yanında yer alıyorsun?"

"Sus Ahu. Şimdi konuşmak istemiyorum."

"Asıl şimdi konuşmalıyız abi. Melih bana seninle konuşmam için izin vermişken konuşmalıyız. Belki de son kez konuşmalıyız." Diye çığlık çığlığa bağırdım. Tekin bir anda asansörü durdurdu. Yuvalarından çıkacakmış gibi büyüyen gözlerini gözlerime dikti. "Sus artık Ahu! Bu benim hayatım istediğimi yaparım! Kimse bana karışamaz özelliklede sen!" eliyle omzumdan iterek sırtımı asansörün cam duvarına yapıştırdı. "Sen kimsin kızım? Ailesini seven biri mi yoksa Melih'in koynunda nefes alan bir düşman mı? Kimsin sen?" Bu kez iki eliyle omuzlarımdan tutarak beni sarstı. "Bak! Bana bak! Ne halde olduğumu görüyor musun? Ben Melih'in elinin altında durmaya devam ederken ne seni koruyabildim ne de sevdiğim kadını! Berna bile benden gitmişken ben daha fazla Melih'in safında duramazdım Ahu!" biten cümlesiyle gözünden bir damla yaş çenesine doğru süzüldü. Onun bu haline daha fazla dayanamayarak "Abi" diye fısıldadım.

Tekin parmağını dudağının üstüne koydu. "Şişt" Gözlerini kapattı. "Her şey çok güzel olacak küçük kız kardeşim." Dedi ve gözlerini açarak asansörü tekrar çalıştırdı. "Eski güzel günlerimize geri döneceğiz. Bana inan. Ben Berna'ya, sen de Levent'e kavuşacaksın! Bunu ben yapacağım sende göreceksin." Dedi. Bu sırada asansör kapısı açıldı ve Tekin bakışlarını bana değdirmeden arkasını dönüp yanımdan uzaklaştı. Asansör kapısı kapanana kadar Tekin'in yıkık, dökük sırtını izledim. Kapanan asansör kapısıyla birlikte Melih'in kaldığı katın düğmesine bastım. Melih'in katına gelince asansörden çıkarak yavaş adımlarla Melih'in odasına adımladım. İçeriye girecekken açık olan kapıdan Rüya'nın ağlamaklı sesini duydum.

"Yapma Melih." Diyordu Rüya. İçeride Levent yoktu sanırım. "Beni senden mahrum etme yalvarırım."

"Siktir olup gitmen için sadece bir dakikan var!" diye hiddetli bir şekilde bağırdı Melih. Normalde bir kadına böyle bağırdığı için ona sinirlenirdim ama konu Rüya olduğu için içimde kanatları renkli kelebekler uçuşuyordu.

"Buradan gitsem ne olacak ki Melih? Ben senden gidemiyorum! Kalbim senden gidemiyor. Çok seviyorum."

"Çık git buradan! Hem de hemen!"

"Meli-"

"Siktirme bana şimdi Melih'i! Çık lan dışarı!" diye bağırdı ve bir şeyin kırılma sesi geldi içeriden. Duyduğum kırılma sesiyle kapıyı elimle iterek içeriye girdim.

Melih önündeki kahve fincanını yere atarak kırmıştı. Hiçbir anlam ifade etmeyen gözlerimi gözlerine çıkardım. Tam da o sırada Rüya odayı inletecek kadar çok bağırdı. "Sen Ahu'yu da sevmiyorsun biliyorum!" eliyle beni gösterdi. "Bir kez bile ona aşkla baktığını görmedim. Bakışların hep derindi ama aşkla ona hiç bakmadın!" boğazından kopan feryat gözyaşlarıyla yüzünü yıkıyordu. Bu kez eliyle kendi göğsüne vurdu. "Ben kendimden biliyorum. Sana olan sevgimden biliyorum. Sen Ahu'yu sevmiyorsun Melih!" dedi ve gözlerinden akan yaşı elinin tersiyle sildi.

"Siz nasıl oldu da nişanlandınız bilmiyorum ama bildiğim kesin bir şey var. İkinizin de kalbi birbiriniz için atmıyor. Bu da bana en güzel umut oluyor. Senden vazgeçmeyeceğim Melih Kılıçaslan!" bakışlarını bana çevirdi. "Ölsem bile vazgeçmeyeceğim!" diyerek çıkışa doğru ilerledi kapıyı sert bir şekilde çekerek odadan çıktı.

Melih, başını geriye yatırarak koltuğa dayadı. Sanki az önce Rüya burada bağırmamış gibi rahat tavırlar sergiliyordu. Yavaşça yanına gidip kapalı olan gözlerine baktım. "Nasıl böyle vurdumduymaz olabiliyorsun?" diye sordum. Melih sıkıldığını belirten bir nefes bıraktı. "Hiç sorma güzelim günü mü berbat ettiler ya." Diye konuştu. Ağzımı açıp cevap verecekken kapı birden gürültüyle açıldı ve görüş acımıza elinde kâğıt parçaları tutan, burnundan dumanlar çıkan Mehmet abi girdi.

"Melih acil konuşmamız gerek." Dedi, hemen arkasından kapı pervazına yaslanan Ufuk ve Çağlar da görüş açımıza girmişti. İkisi de oldukça rahat bir şekilde Mehmet abiye bakıyordu. Mehmet abi büyük adımlarla Melih'in masasının önüne geldi ve elindeki kâğıt parçalarını masanın üstüne koydu. "Levent iti şirket kurmuş. Yetmezmiş gibi Tekin'i de yanına almış. Maslakta ki ihaleye gireceklermiş Melih." Dedi sesi tedirgindi. Melih başını koltuktan kaldırdı. "Biliyorum." Dedi.

Mehmet abinin yüzü şaşkınlıkla buza kesti "Na- nasıl?" diye sordu kekeleyerek. Melih, yan tarafında bulunan çekmeceyi açtı ve içinden bir dosya çıkardı. Çıkardığı dosyayı Mehmet abinin önüne attı. "Bu dosyadakiler sayesinde bir haftadır biliyorum. Tekin'in işten istifa ederek Levent'in yanında çalışacağını da, Levent puştunun şirket kuracağını da." Dedi. Demek ki az önce Levent'leri bu kadar rahat karşılamasının sebebi her şeyi biliyor olmasından dolayıydı.

"Bu dosya senin eline nasıl geçti Melih? Ben bile bu bilgiye yeni ulaştım."

"Yaşlanıyorsun Mehmet abi." Dedi Melih başını da iki yana sallayarak. "Hem işi, hem de aşkı aynı arada yürütemeyecek kadar yaşlı... Benden Füsun Hanımı oyuna getirdiğini saklayacak kadar dinçsin." Dedi her bir harfin üstüne basarak imada bulundu. Mehmet abi sıkkın bir nefes verdi. "Melih yapma böyle aslanım. Zaten verdin cezamı beni masadan uzaklaştırdın."

"Yanlış... O ceza sana Ahu için verildi." Parmaklarını masaya ritmik bir şekilde vurdu. "Füsun Hanım için cezan daha hazır değil." Dedi.

Mehmet abinin kızaran mahcup gözleri varlığımı yeni fark ederek beni buldu. Kaşlarını o kadar çok çatmıştı ki tek kaş gibi görünüyordu. Gözleri gözlerimde durunca çatılan kaşlarını düzelterek yutkundu. "O gün sana öyle davrandığım için kusura bakma Ahu. Özür dilerim." Dedi. Bu özrü içinden gelerek dilemediğini biliyordum. Sadece Melih'i kaybetmekten deli gibi korktuğu için bana zeytin dalı uzatmıştı. Mehmet abinin benim için uzattığı zeytin dalı umurumda bile değildi. Zeytin ağacını komple bana uzatsa bundan sonra benim için bir önemi yoktu. Mehmet abinin yüzünden bakışlarımı çektim ve Melih'e baktım.

Melih'in gözleri zaten benim üzerimdeydi ve kendisine bakmamla beraber "Yanıma yaklaş" dedi başıyla yanını göstererek. Aramızda olan bir adımlık mesafeyi kapatarak yanına yaklaştım. Melih iri elini belime doladı ve iyice beni kendine yapıştırdı. Sıcak, iri eli belimi yakarken, gözlerini Mehmet abiye çevirdi.

"Bu iş benim canımı çok sıktı Mehmet abi." Diyerek "Çağlar, Ufuk sizde içeriye girin." Diye seslendi. Çağlar ile Ufuk içeriye girdi. Kapıyı kapattı ve Melih'in karşısına geçtiler. Gözlerim ikilinin üzerinde gezerken beynimin içindeki düşünceler oradan oraya savruluyordu. Nasıl oluyordu da çocuklaşan bu ikili yeri geldiğinde duygusuz birer insana dönüşüyordu?

Melih "Mehmet abi" diye seslendi kaşıyla masanın üstünde duran dosyayı göstererek. "Bu bilgileri bana kim ya da kimlerin gönderdiğini öğren. Hayatımızı yöneten biri ya da birileri var." Başını sinirli bir şekilde salladı. "Ve inan ki bu bilinmezlik benim canımı oldukça sıkıyor." Dedi.

Mehmet abi dosyaya uzanarak eline aldı ve sayfaları hızlıca çevirerek üstün körü göz gezdirdi. "Bu nasıl olur anlayamıyorum? Bizim öyle aman aman dediğimiz bir düşmanımız yok. Dostlarımızda belli zaten." Eliyle çenesini kaşıdı. "Bu iş çok tuhaf."

"Bu kişiler dost mu bilemem ama düşman olmadıkları kesin!" diye araya girdi Çağlar. Ufuk'ta Çağlar'a katılarak onu onayladı. "Abi bence Canan Hanımın odasına girenler, Füsun Hanımı susturmaya çalışan kişilerle aynı." Dedi Ufuk. Melih başını olumlu anlamda salladı. "Bende öyle düşünüyorum." Dedi kendi kendine konuşur gibi.

"Bize yararlarımı yoksa zararlarımı dokundu tam çözemedim?" diyerek sıkkın bir nefes bıraktı Mehmet abi. Melih boşta olan elinin parmaklarıyla masada ritim tutturdu. Çağlar, Ufuk ve Mehmet abinin üzerinde gözlerini gezdirdi. En son Mehmet abinin gözlerinde durdu koyu ela gözleri.

"Mehmet abi hatırlıyor musun?" diye sordu ve devam etti. "Dayımın ölüm videosunun senin eline geçtiği günü?"

"Hatırlıyorum. Hiç unutur muyum..."

"Ne kadar çok uğraşmıştın tek bir iz bulabilmek için. " Sanki o güne gitmiş gibi derin bir nefesle doldurdu ciğerlerini.

"Sonra ben on dört yaşına geldiğimde vido birileri tarafından karşımıza çıkmıştı da Cevdet'in kesin kes parmağı olduğunu o video sayesinde öğrenmiştik. Ve planımızı bunun doğrultusunda yapıp yavaşça Cevdet'i bitirmiş ve Ahu'nun varlığını yine böyle önümüze çıkan dosyayla bulmuştuk." Masanın üstünde ritim tutan parmaklarıyla bu kez kaşını kaşıdı. "İşte bizim kilit noktamız bu bilgileri bize ulaştıranlar. Mehmet abi sen bütün işini gücünü bırakıp bunların kim olduğunu araştıracaksın." Dedi

"Melih, belki de bu bir yanıltmadır. Bütün olayları aynı kişi üzerinden düşünmemiz biraz riskli. Belki de sıradan bir düşmanımız vardır."

"Cık, cık, cık, bizim sıradan bir düşmanımız yok Mehmet abi. Adamların bize göstermek istedikleri çok açık ve net! Canan Hanımın karşısına çıktılar çünkü konuşamıyor. Ama bu olayın bizim kulağımıza geleceğini de biliyordu. Füsun Hanım geçmişle alakalı bir şey söyleyecekken vuruldu. Çünkü onun söyleyeceği şeyi şimdi öğrenmemizi istemediler. Dayımın ölüm videosunu ben aklım yer edince gönderdiler. Çünkü daha önce karşıma çıksaydı, elimden bir şey gelmeyeceğini biliyorlardı. " Bakışlarını iki saniye bana değdirip, belimde olan eliyle belimi sıktı. "Ahu'nun varlığını öğrenmemizi sağladılar. Çünkü Cevdet'in en çok koruduğu küçük kızının başına bir şey gelirse yok olacağını biliyorlardı." Dedi, bir sırrı çözmüş gibi sesi kendinden emin ve güçlüydü.

Melih'in biten cümlesiyle Çağlar ve Ufuk aynı anda alkış çalarak "Valla bravo abi. Çok etkileyici. Biz bunu nasıl düşünemedik." Diyerek konuştular gözlerindeki parlamayla. Melih'in sert bakışlarıyla karşılaşınca yüzlerinde ki sırıtmayı silerek ciddileştiler. Melih bakışlarını Mehmet abiye çevirdi. "Sen dediğimi yap ve hemen araştırmaya başla Mehmet abi." Dedi. Mehmet abi tamam der gibi başını salladı ve elindeki dosyayla odadan çıktı.

"Çağlar, sen de ihale için belirttiğimiz rakamı iki katına çıkar. Hukuk departmanını müdürümüz Oğuz Beye gerekli talimatları ver ve yeni bir proje sunmaları için üç günleri olduğunu söyle. Projeyi bitirdikten sonra ihaleye gireceğiz ve tam ihale başladıktan yarım saat sonra ihaleden çekileceğiz. Anladın değil mi?" diye sordu.

"Abi her şeyi anladım da ihaleden neden çekileceğimizi anlamadım." Dedi Çağlar. Melih, tek eliyle sigara paketinden bir dal sigara çıkartıp dudaklarına yerleştirdi ve ucunu tutuşturdu. Sigarasından derin bir nefesi içine çekti. "Çünkü böyle olması gerektiği yazıyordu dosyada ve bende bir istisna yaparak bana bu dosyayı gönderenlerin dediğini yapmak istiyorum." Dedi. Çağlar Melih'i anladığını belirterek başını salladı ve o da odadan çıktı. Melih bu kez bakışlarını Ufuk'a çevirdi.

"Bir hafta sonra şirketler arası düzenlenecek yemeğe kesin bu Levent'ler de gelecek. Senin gözün kulağın onların üstünde olsun Ufuk. Tekin'e karışmak yok. Sadece ne yaptığından haberdar ol ama onu engellemeye kalkma!"

"Tamam, abi" diyerek yanıtladı Ufuk Melih'i ve o da diğerleri gibi odadan çıktı. Artık Melih'le yalnız kalmıştık. Burada az önce bir sürü olay olmuş, dost mu ya da düşman mı olduğu belli olmayan gizli kişilerin varlığı ortaya çıkmıştı.

Ama tuhaf bir şekilde ben sadece bu olan biteni sıradan bir şey izliyormuş gibi izliyordum. Ufuk'un odadan çıkmasıyla Melih belimde duran eliyle bel oyuntumu okşayarak yan bir şekilde duran bedenimi kendisine çevirdi. Başını kaldırarak yüzüme baktı. "Yorulmadın mı ayakta durmaktan?" diye sordu. "Yoruldum" dedim mırıldanarak. "Eve gitmek istiyorum."

Melih biten cümlemle diğer elini de belime koyarak beni kaldırdı ve kucağına yan bir şekilde oturttu. Gözlerimi açarak şaşkınca yüzüne bakarken, Melih bir elini sırtıma çıkardı. Bir elini de kendi omuzlarına dökülen saçlarıma koydu. Saçlarımı tek eliyle özenle toparlayıp sırtıma doğru saldı. Parmaklarını yanağımda gezdirdi ve iki parmağının arasına burnumu sıkıştırarak sıktı. "Şaşkın kedi." Gülümsedi "Gözlerin yuvalarından çıkacak şimdi." Dedi.

Kendime gelerek kucağından inmek için kıpırdandım. Ama Melih buna izin vermeyerek iki eliyle de belimden beni sabitledi. "Bırak beni." Dedim, elimle omuzlarından tutunarak kucağından inmeye çalışarak. Melih tutuşunu biraz daha sıklaştırdı ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Bırakacağım... Söyleyeceklerim bittikten sonra tabi." Dedi.

"Ne söyleyeceksen beni kucağından indir öyle söyle." Dedim kızgınlıkla. Melih, tek eliyle beni iyice kucağına yerleştirdi ve diğer eliyle burnumun ucuna bir fiske vurdu. "Rahat dur. Merak etme senin kucağımda olmandan zerre etkilenmiyorum." Dedi. Gözlerimi birkaç saniye kapattım. Benden etkilenmediğini biliyordum, hatta İstanbul'a ilk geldiğim günler beni bir kadın kategorisine bile koymadığını defalarca yüzüme vurmuştu. Gözlerimi açtığımda karşılaştığım Melih'in koyu ela gözlerini hiçe sayarak. "Tamam, ne söyleyeceksen söyle dinliyorum." Dedim. Melih gözlerini yüzümün her bir santiminde gezdirip gözlerimde durdurdu.

"Bir hafta sonra şirketler arası düzenlenecek yemeğe katılacağız biliyorsun. İşte o yemeğe mecburen nişanlım olarak sende geleceksin. Ve ben şimdiden uyarıyorum. Eğer, vücudunu ortaya çıkarak bir elbise giyersen... Seni İstanbul boğazından sallandırırım." Dedi sert sesiyle. Bu söylediklerine verebileceğim tek tepki şaşkınlıkla gözlerimi ve ağzımı kocaman açmak oldu. Melih başını boynuma gömüp burnunu boynum boyunca gezdirdi. Bir alev parçası gibi yanan dudaklarını kulağımın dibine getirdi. Dudaklarından çıkan nefes bile ateş gibiydi. "Eğer dediklerimi yapmaz. Kendi kafana göre davranıp, sırf beni sinirlendirmek için vücudunu ortaya çıkarak bir elbise giyersen... Ve tek bir erkeğin göz ucuyla bile sana baktığını görürsem, hepsinin gözlerini oyarım ve boynuna kolye diye takarım Ahu..." diye fısıldadı kulağıma tehdit kokan sesiyle.

Hala omzunda olan ellerimle onu ittirerek benden uzaklaşmasını sağladım. Öfkeden deliye dönen gözlerimi, ela irislerinin etrafına yeşiller bulaşan gözlerine çıkardım.

"Sen nasıl bir adamsın ya? Benim vücudum, benim kararım istediğimi giyerim! Bundan sana ne ha? Sana ne?" diye çıkıştım. Melih yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyle elini başımın üstüne koyarak saçlarımı okşamaya başladı.

"Şişt, tamam sakin ol kızım." Diyerek saçlarımı okşadı evcil bir hayvanmışım gibi. Sinirle elimi kaldırdım ve saçlarımın üstünde olan elini ittirdim. Ama o tekrar koydu. "Kes şunu yapmayı. Ben senin evcil hayvanın değilim." Diye çıkıştım.

"Sen benim evcilleşmemiş hırçın kedimsin." Dedi gülerek. "Melih" diye çemkirdim. Melih saçlarımı okşamaya devam ederek "Kediler okşanmayı sever." Kaşlarını çattı "Kediler şapşaldır. Bu yüzden dokuz canlılar. Her hareketleri şapşalca ve akıl almaz." Dedi bir tespitte bulunur gibi.

"Ben kedi değilim." Dedim sesim kısık ama öfkeliydi. "Kedisin. Benim kedim. Ayakaltında dolanan, her şeye burnunu sokan, saçma sapan hareketler yaparak ölmeyi beceremeyen hırçın kedim."

"Sen nesin o zaman? Ben kediysem sen nesin?"

"Ben aslanım... Kedisini başkalarına yem etmemek için kendisine sahiplenen aslanım."

"Aslanlar, kedileri sahiplenmez. Kedilerde aslanlarla yaşamaz." Dedim. Melih bana sen çok biliyorsun bakışı attı ve belimdeki elini çekerek yüzümü iki eliyle kavradı ve burnumun ucuna bir öpücük bıraktı. Daha sonra dudaklarını önce sağ gözüme, daha sonrada sol gözüme bastırdı. En son şaşkınlıkla bir balık gibi açılan dudağımın üstünü öptü ve yüzünü benden fazla geriye çekmeden "Senin dilini ısırma konusunda oldukça ciddiyim." Dedi.

"Bana olur olmadık her fırsatta dokunmandan hoşlanmıyorum." Dedim kısık bir sesle.

"Ben senin hiçbir şeyinden hoşlanmıyorum Ahu..." yutkundu yutkununca hareket eden âdemelması boynunda inişli çıkışlı bir yol çizdi. "Sadece kedime şefkat gösteriyorum." Dedi. Biten cümlesiyle birbirimizin gözlerinde kaybolmak ister gibi bakıştık. Ben onun zehirli yeşiller bulaşan gözlerini içerek intihar ettim. O benim kahverengi kayalıklarıma atlayarak intihar etti.

Belki beden olarak ölmedik ama ruhlarımız dans ederek gökyüzüne yükseldi. Melih benim ruhumu birçok kez öldürmüştü. Ama ben onun ruhunu ilk kez öldürüyordum. Ve bu beni hiç hoşnut etmedi. Bir insanın öldürmek daha kolay kabullenilebilinirdi ama bir ruhu öldürmek çok zordu. Melih benim ruhumu öldürürken benim gibi acı çekmiş miydi? Çünkü az önce ben Melih'in ruhunu öldürürken çok acı çekmiştim.

***

Aynanın karşısında üzerimdeki koyu mavi, dizimin üstünde, sıfır kollu olan elbisemi düzelttim. Saçlarıma düz fön çektirerek omuzlarımdan aşağıya serbest bıraktım. Yüzümde varla yok arası sade bir makyaj vardı. Her şey Melih'in istediği gibi göze batmıyordu.

O olaylardan sonra tam bir hafta geçmişti ve bu bir hafta oldukça hareketli, bolca kavgalı, bağırmalı, çağırmalı geçmişti. Şimdi ise o meşhur şirketler arası düzenlenecek gece gelmiş çatmıştı.

Bu bir hafta da ihale günü Melih'ler yüksek bir meblağ ile ihaleye katılmış. Levent'ler de altta kalmayarak Melih'lerin üstünde bir meblaya çıkarmışlardı parayı. İhale kapanmadan on dakika önce Melih'ler ihaleden çekilerek ihaleyi Levent'lerin kazanmasını sağlamışlardı. İhaleyi kazanan Levent'ler her şeyden habersiz sevinerek parayı ödemiş, imzaları atmıştı. Ama bu sevinçleri sadece bir saat sürmüş ve ihale alanını polisler basarak içinde Melih'ler de dâhil olmak üzere herkesi yaka paça karakola götürmüşlerdi. Karakola gittikten sonra maslak'ta söz konusu olan mekânın gerçek sahibi çıkmış ve ihalenin hepten bir kurmaca olduğu ortaya çıkmıştı. Melih ihaleden çekildiği için şanslı sayılırken, Levent dolandırılarak büyük bir para kaybetmiş ve kurduğu şirketi parasal yönden zora sokmuştu.

Ben ise bunları Tekin'in bir gece yarısı eve zil zurna sarhoş gelerek Tunç'la kavga ederken öğrenmiştim. Sarhoş kafasıyla ayakta zar zor durarak bağır çağır bunları Tunç'a haykırmıştı. Arada sinirlenerek Tunç'a vurmaya kalkmış ama sarhoş bedeni buna el vermemişti. Tunç ise Tekin'e hiç acımadan evire çevire dövmüş, hatta işin boyutunu iyice abartarak dinlene dinlene Tekin'i dövmüştü.

Melih, gizli kişilerin söylediğini yaparak, hem dolandırılmaktan kurtulmuş, hem de Levent'i alt etmenin mutluluğunu zirvede çıkarmıştı.

Aynadaki yansımama son kez baktım ve elime çantamı alarak aşağıda beni bekleyen Melih'in yanına indim. Evden dışarıya çıktığımda Melih arabanın içinde oturuyordu. Hızlı adımlar atarak arabaya bindim ve emniyet kemerimi taktım. Melih, gözlerini üzerimde gezdirdi ve sözünü dinlediğim için kıyafetime onaylayarak baktı. Arabayı çalıştırarak yemeğin düzenlendiği yere doğru sürdü.

***

Tam iki saattir bu sıkıcı ortamda oturuyordum. Mekân oldukça kalabalıktı. Beyaz ve kırmızı ışıklanmalarla ışıklanmış mekân dört katlıydı. Ay şeklinde yerleştirilmiş masalar on iki kişilik ve beyazdı. Bir yıldız şeklinde gibi duran insanların dans etmesi için boş bir alan bırakılmıştı. Bu iki saatte bütün yemekler yenmiş, siyah takım elbiseli birçok iş adamı konuşma yapmıştı. Bizim oturduğumuz masada, Birsen teyze, Kenan amca, Çağlar, Ufuk, Osman, Tunç ve Mehmet abi vardı. Melih, Kenan amcayla arası kötü olmasına rağmen masaya oturmasına müsaade etmişti. Çünkü aksi mümkün olamazdı, baba ve oğlun arasının açıldığını kimsenin duymaması gerekti.

Bizim masanın karşı çaprazına ise Levent'ler oturmuştu. Onların masasında adını bilmediğim iki adam ve kadın, Duygu, Rüya ve Tekin vardı. Ara da bir kaçamak bakışlarla o masayı yokluyor Melih fark etmeden tekrar önüme dönüyordum. Bir süre daha böyle sıkıcı devam eden ortam kırklı yaşlarda bir adamın mikrofonu eline alarak

"Hadi bakalım gençler ortaya gelip dans edin" demesiyle mekânda dans müziği çalmaya başladı. Ortaya birkaç çift çıkınca Birsen teyze parlayan gözlerle yüzüme baktı. "Hadi Ahu sizde dans edin Melih'le."

"Birsen teyze keyfim yok. Ben dans etmek istemiyorum." Dedim kırıcı olmadan.

Birsen teyze kızgınlıkla kaşlarını çattı. "Dans edince keyfin yerine gelir işte. Hadi kalk." Cevap vermek için ağzımı açtığımda Melih elimi tutarak beni kendisiyle birlikte ayağa kaldırdı ve dans eden çiftlerin arasına daldı.

Sağ elini belime koydu ve sol eliyle, benim sağ elimi kavradı. Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. "Birkaç dakika dans edelim otururuz." Dedi. Başımı olumlu anlamda sallayarak birazcık ona sokuldum. Melih'in kolları arasındayken aklıma gelen düşünceyle hissizce dudaklarım kıvrıldı. Benim ilk dans ettiğim adam Melih'ti. Levent benim ilk aşkımdı ama onunla bir kez bile dans edememiştim. Fark ettim de Melih benim hep ilklerimin katiliydi. Başımı kaldırarak Melih'in sert kemikli yüzüne baktım. Sakalları, sanki yüzüne hasretmiş gibi yüzünü sarmıştı. Kirpikleri uzundu, upuzun. Burnu nasıl bu kadar güzel olabiliyordu? Melih'i süzme işim yan tarafımızda dans eden Duygu ve Levent'i görmemle son buldu.

Levent'in kollarında başka bir kadın vardı ama gözleri beni sarıyordu. Ben ise başka bir adamın kollarındaydım ve gözlerim Levent'e kayıyordu. Levent'in kollarında ki kadın ona ölümüne âşıktı. Beni ise kolları arasına saran adam ruhumu öldüren adamdı. Levent'ten gözlerimi çektim ve Melih'e biraz daha yaklaşarak kulağına fısıldadım. "Oturalım mı? Ben yoruldum."

Melih kollarını benden ayırarak elimden tuttu ve masaya doğru ilerletti. Masaya oturduktan sonra Birsen teyzenin beğeni dolu sözleri ve bakışlarına maruz kalmıştık. Bir yarım saati de böyle harcamıştık. Lavaboya gideceğimi söylemek için Melih'in koluna dokundum. Melih bakışlarını bana çevirdiğinde başımı kulağına doğru yaklaştırdım. "Lavaboya gitmem lazım." Dedim. Melih başını sallayarak "Tamam, seninle gelme mi ister misin?" diye sordu. Başımı hayır der gibi salladım ve oturduğum yerden kalktım.

Lavabolar için ayrılan yer dördüncü kattaydı. Asansörle dördüncü kata çıktım ve kadınlar tuvaletine girdim. Kabinlerden birine girip işimi hallettim. Kabinden çıktıktan sonra elimi yıkamak için musluğu açtım. Elimi yıkıyordum ki kapı paldır küldür açıldı. Bakışlarımı kapıya çevirdiğimde Rüya ve Duygu'yu gördüm. Onları önemsemeden elimi yıkamaya devam ederken Rüya konuştu. "Bakın burada kim varmış." Kahkaha attı. "Benim aslanımın işe yaramaz kedisi." Dedi. Kâğıt havluyla elimi kuruladım ve elimde buruşmuş kâğıt havluyu çöpe attım. Çıkışa doğru ilerledim, bakışlarımı ikisinin üzerinde gezdirdim. "Çekilin önümden. Sizinle hiç uğraşamam." Dedim soğukça.

Duygu bir adım bana atarak "Bizimle uğraşamazsın zaten. Seni çiğ çiğ yeriz." Dedi. Rüya'da bir adım atarak Duygu'nun yanına geldi. "Ahu" dedi ve devam etti. "Merak etme bizimle bir daha hiç karşılaşmayacaksın. Senden ömür boyu kurtulmaya karar verdik." Diyerek eliyle beni itti. Öyle sert itmişti ki sırtım fayans duvara çarpmış ve dizlerimin üstüne düşmeme sebep olmuştu. Yerden kalkmaya çalışırken Duygu arkadan saçlarıma asıldı ve boynumu kırmak ister gibi sertçe saçımı geriye çekti. Acıyla dudaklarımdan bir inilti kaçtı. Bu onları daha da sevindirdi ve ikisi birden güçlü bir kahkaha attı. Dizlerimin üstünde başım geriye yatık bir şekilde. Saçlarım Duygu tarafından çekiliyordu.

"İstediğin kadar bağır Ahu... Seni hiç kimse duyamaz." Diye kahkaha attı Rüya.

"Siz manyaksınız. Bu yaptığınızın bedeli çok ağır olacak! Ahh... Bırak saçımı Duygu!"

Rüya benim boyuma gelebilmek için dizlerinin üzerine çöktü. Mavi gözlerini yüzümde gezdirdi. "Bedeli tabi ağır olurdu ama sen yaşasaydın ve bizi söyleyebilseydin." Rüya'nın sözleriyle gözlerim kocaman açıldı. "Neyden bahsediyorsun sen!" diye bağırdım. Rüya ayağa kalktı. "Öleceksin Ahu." Dedi. Duygu'nun ellerinden saçlarımı kurtarmak için çırpındım ama Duygu saçlarıma daha da asıldı. Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. "Ahu... Benim saf temiz arkadaşım." Diye fısıldadı.

"Bizim gibi kadınlar; sevmedikleri adama hiç acımazlar ama sevdikleri adam için de kendilerine acımazlar! Senin ölmen lazım. Öl ve yolumuzdan çekil!" diyerek saçlarımı bıraktı. Ayağa kalkarak Rüya'nın yanına gitti. Bende o sırada zorlanarak da olsa ayağa kalktım. Rüya kapıyı açtı ve "Numan" diye seslendi. İçeri iri yarı, hafif kilolu, elleri çilli ve bıyıklı bir adam girdi. Bakışlarını bana çevirerek "Bu o mu?" diye sordu. Rüya "Evet" deyince adam bana doğru adım atacakken Duygu adamı durdurdu. "Şimdi değil. Biz çıktıktan sonra kız senindir." Dedi. Bakışlarını bana çevirdi. "Üzgünüm Ahu ölümün biraz acılı olacak!" dedi. Rüya ile birlikte çıkışa gidip kapıyı açtılar. Tam çıkacakken Rüya yan bir şekilde bana baktı.

"Aslanın bir kediye ihtiyacı yok. Aslanın yanında benim gibi biri olmalı. Aklın sakın bizde kalmasın Ahu. Senin yokluğunu Melih'e hiç hissettirmeyeceğim." Dedi ve lavabodan çıkarak kapıyı kapattı. Hemen ardından da kilit sesi geldi. Karşımda ki korkunç adamla burada kalmaktan ölesiye korkuyordum. Bana iğrenççe bakıyor, pis pis sırıtıyordu. Bir güçle kapıya doğru koşarak kapıyı yumruklama başladım. Adam yavaş adımlarla geldi saçlarımdan beni çekiştirerek duvara çarptı bedenimi. Ben acı içinde inlerken adam bir kez daha duvara çarptı beni. Pis nefesini yüzüme üfleyerek "İşte böyle bağırmaya devam et güzelim. Beni daha da tahrik ediyorsun." Demesiyle karnıma bir tekme geçirdi.

Bu korkunç adamın ellerinin arasında deli gibi çırpınıyor, acıyla inliyordum. Ama bir türlü kurtulamıyor, sesimi duyuramıyordum. Adam beni kollarımdan tutarak ayağa kaldırdı. Bir eliyle saçlarımdan çekti. Burnunu boynum boyunca sürdü. "Tek eksiğimiz kan. Yüzünden bedenine doğru akan kanlarla seni becerebilirim artık." Dedi ve başımı sert bir şekilde lavabo tezgâhına geçirdi. Burnumdan ve ağzımdan boşalan kanlara adamın iğrenç kahkahası karışıyordu. Boş bir çuval gibi yere serilen bedenim güçsüzlükle tükenmişti.

Birazdan lavaboda bir sadistin tecavüzüne uğrayacak ve öldürülecektim. Kendi hemcinslerim tarafından canice ölüme yollanıyordum. Melih'in ateşinde yanarak değil de bedenime pis ellerin izi bulaşarak ölecektim. Benim kaderim hiç iyi olmamıştı ve iyi de bitmiyordu. Yarı baygındım, zor açık tuttuğum gözlerimle bana doğru gelen adama bakıyordum. Tam her şey bitti dediğim anda kapı güçlü bir şekilde kırılarak yere düştü. Yarı açık gözlerimle zor seçtiğim yüzü maskeli iki adam bize doğru adımladı. Biri adamı yanımdan alırken biri adamın karşısına geçti.

Gözlerimi kapatmadan önce duyduğum son ses onun ağzından çıktı. Sesi tam anlaşılmıyordu sanki bir taş plaktan çıkar gibi çıkmıştı ama ne söylediğini net bir şekilde duymuştum.

"Hiç kimse bir aslanın yuvasına giremez... Hiç kimse bir aslanın küçük kedisine zarar veremez!"

BÖLÜM SONU

Loading...
0%