Yeni Üyelik
19.
Bölüm

18. Bölüm

@esranurozer

      

Feride Hilal Akın: Kan Revan İçindeyim

Bedenimin altında kalan fayansın soğukluğunu hissediyordum. Gözlerim kapanmıştı ama bilincim hala açıktı. Sadece saniyeler önce bana tecavüz ederek öldürmek isteyen adamın elinden kurtaran maskeli adamların, sanki bir taş plaktan çıkar gibi çıkan seslerini duyuyordum.

Kanlı yüzüme yapışan saçlarım yüzümden çekildi. Hemen ardından o maskeli adamın anlaşılması zor sesini duydum. "Aç gözlerini" diyordu. "Aç ve sana zarar veren adama ne yaptığımızı gör!"

Gözlerimi açmak istiyordum ama bu pek mümkün olmuyordu. Yan bir şekilde sere serpe uzanmıştım ve karnıma güçlü bir tekme yediğim için bütün kemiklerim bile ağrıyordu.

"Sen Melih'in Ahu'su sun... Aç gözlerini!"

Ben Melih'in Ahu'su falan değildim. Ben sadece annemin Ahu'suydum. Gözlerimi açmak için kendimi zorladım ve sadece aralık olarak açtığım gözlerimin tam karşısında maskeli adamı gördüm. Maskeli adam "İşte böyle..." diyerek ayağa kalktı. Gözlerim oldukça yavaş bir şekilde maskeli adamı takip etti. Maskeli adam birkaç adım uzağımızda, diğer maskeli adamın kollarından tuttuğu Numan'ın yanına gitti.

Numan'ın yüzünde az önceki gibi bir sevinç yoktu. Acı çekiyordu, korkuyordu, şaşkındı ve daha tam olarak adını koyamadığım bütün duygular yüzünde kol geziyordu. Lavaboda iki tane maskeli adam vardı. Biri Numan'ı kollarından arkadan tutmuş ve sabitlemişti. Diğeri ise Numan'ın tam karşısında duruyordu. Numan'ın ağzına tuvalet kâğıdını rulosuyla birlikte geçirmişlerdi. Sesi bile çıkmıyordu. Az önce benimle konuşan maskeli adam Numan'ın gömleğini eliyle ikiye ayırarak göğsünün çıplak kalmasını sağladı.

"Demek senin sadistçe eğilimlerin var!" elini cebine soktu ve içinden bir çakı çıkardı. Çakının keskin ucunu Numan'ın göğsünde gezdirdi. "Demek sen birine zarar verirken zevk alıyorsun ha." Dedi sorar gibi ama sorduğu soruya Numan'ın bir cevap vermesi imkânsızdı. Çünkü ağzına tuvalet kâğıdı rulosu tıkılmıştı. Numan bu kim oldukları belli olmayan adamların elinden kurtulmak için deli gibi çırpınıyordu. Ama bu çırpınış pek fayda etmiyordu.

"Eminim ki senin vücuduna vereceğim zarar en az senin kadar bize de haz verecek." Demesiyle Numan'ın göğsünü çakıyla çizmeye başladı. "Senin bütün kemiklerini sikmek isterdim ama..."Çakıyı bu kez yüzüne çıkardı ve yüzünü çizdi. "Melih, durmuşken bu bize düşmez." Tekrar göğsüne indirdiği çakıyla göğsünü çizmeye devam etti. "Melih'in eline geçtiğinde sikilmedik tek bir kemiğin kalmayacak! Bir aslanın inine indin! O aslanın kedisine el sürmeye kalktın! Melih seni öldürmez, öldürmekten beter eder! Bu da sana benden bir kıyak olsun. Yaşayacaklarının ön fragmanını sunuyorum sana." Dedi.

Numan'ın göğsüne attığı çizikler bitince Numan'ın kafasına sert bir yumruk atarak bayılttılar. Numan'ın bedenini sürükleyerek boş tuvalet kabininin kapısına dayadılar ve Numan'ın kanlı göğsünü tam görebilmem için önünden çekildiler. Numan'ın göğsüne çakıyla Melih'e not yazmışlardı. Zor açık tuttuğum gözlerimi kapatıp geri açtım yazılanı okuyabilmek için.

"Kedini öldürmek isteyen şerefsiz!" yazıyordu Numan'ın göğsünde. Korku bütün bedenimi sardı. Bu adamlar Melih'i korumaya çalışan adamlardı. Ağzımın içinde ki metalik kan tadı midemi bulandırıyordu. Yapabildiğim tek şey nefes alıp vermek ve gözlerimi yarı baygın bir şekilde açık tutmaktı. Numan'ın göğsünü çizen adam yavaşça bana doğru yaklaştı. Tek dizini kırarak başını yüzüme yaklaştırdı.

"Çabuk iyileş... İyileş ki bu gördüklerini Melih'e anlat. Ona de ki; Her aslan kralın canını, canı pahasına koruyan şövalyeler vardır." Dedi ve ayağa kalktı. Diğer maskeli adamla birlikte kapıya doğru ilerledi. Kapıyı açmadan önce arkasını bile dönmeden konuştu. "Melih, deli gibi seni arıyor. Tuvaletin önüne arızalı olduğunu belirten levhalardan koymuşlar. Konu sen olunca aklı farklı türlü çalışıyor. Tuvalete bakmak yerine mekânın her yerini adamlarına gezdiriyor. Çıldırmış gibi" sesi daha da boğuklaştı sanırım güldü. "Seni böyle görünce yer yerinden oynayacak! Sadece iki dakika sonra seni bir garson bulacak! İki dakika daha dayan!" dedi ve iki maskeli adam lavabodan çıkıp gittiler.

İki dakika dayan demişti değil mi? Benim iki dakika değil iki saniye bile dayanacak gücüm kalmamıştı. Kapanan kapıyla birlikte gözlerimde kapandı. Belki de artık mücadele etmemeliydim. Her şeyi oluruna bırakmalı ve sonsuzluğa gözlerimi kapatmalıydım. Gözlerim kapalı bir şekilde çaresiz düşünceler beynimi kemirirken kapı açıldı ve hemen ardından kuvvetli tiz bir çığlık duyuldu. Sanırım gelen garson kızdı. "Yardım edin kimse yok mu?" diye bağıran garsonun sesi kulaklarıma dolunca kız olduğunu kesin anladım. Sonra ses kesildi. Ama ben yine de gözlerimi açmadım. Daha doğrusu açamadım...

Birkaç dakika sonra garson kızın sesi uzaktan duyuldu. "Lütfen gelin içeride birileri çok kötü yaralanmış." Diyordu. Sanırım önüne gelen ilk kişiden yardım istemişti. Birkaç homurtu, birkaç ayak sesi ve en sonunda kapı açılma sesi geldi. Kız "Lütfen bir girip bakın." Diye yalvardı ve hemen ardından tanıdık ses kulaklarımı doldurdu. "Of bacım bir git işine yav. Zaten yenge kayıp... Abim çıldırmış!" diye konuşan kişi Osman'dı.

"Çok kötü diyorum ya ne olur yardım edin!" diye yalvardı garson kız. Osman sinirle "Çekil önümden!" diye bağırdı. Aynı zamanda da söyleniyordu."Eğer içeride dediğin kadar kötü bir yaralanma yoksa senin beynini dağıtırım!" Saydım sadece üç adım attı ve durdu. "Yenge" diye seslendi dehşete düşmüş gibi çıkmıştı sesi. İçeride ki yaralının ben olduğum aklının ucundan bile geçmiyordu. Gözlerim sanki etkili bir yapıştırıcı ile kapanmıştı ama açık bilincim Osman'ın yüzünün aldığı şekli çok net hayal edebiliyordu. "Bu nasıl olur?" şaşkınlık dolu sesiyle anlamaya çalışıyordu. "Yenge" diye bağırarak yanıma geldi. Parmaklarını boğazımdaki şah damarın üstüne koyarak nabzımı ölçtü.

Derin bir nefes vererek "Oh çok şükür." Dedi. Parmaklarını boynumdan çekti ama yanımdan uzaklaşmadan ""Nasıl olmuş bu? Başka birini gördün mü?" diye sordu. Sanırım bu sorunun muhatabı beni bulan garson kızdı. Garson kız cevap vermeden Osman "Abi Ahu yengeyi lavaboda buldum. Ya-" diye konuşması yarım kaldı. Melih'i aramış olmalıydı. Ve Melih'te Osman'ın cümlesi bitmeden telefonu suratına kapatmıştı. Osman sinirli bir şekilde homurdandı.

Yan bir şekilde yatan bedenimi oldukça yavaş bir şekilde sırt üstü çevirdi. "Yaralılar var dedin. Diğer yaralı nerede?" diye sordu. Garson kız ağlamasını durdurarak "İşte burada." Dedi. Sadece iki saniye sonra Osman "Siktir!" diye bağırarak yanımdan kalktı. "Bu adamda kim amına koyayım? Lan... Bu gördüğüm şey-" Osman cümlesini tamamlayamadı çünkü kapı paldır küldür açıldı ve Melih'in yeri göğü inletecek sesi lavaboda yankılandı. "Ahu!" diye bağırdı.

Tüm gücümü toplayarak gözlerimi açmak istedim. Gözlerimi açıp Melih'in yüzünün aldığı hali deli gibi görmek istedim. Şimdi yüzünde öfkelimi yoksa endişelimi bir ifade olduğunu kendi gözlerimle şahit olmak istedim... Ama gözlerimi açamadım. Melih bu kez lavaboyu inletecek kadar değil. Bir bebeği uyandırmaktan korkar gibi "Ahu" dedi.

Beni kanlar içinde görmüştü ve bana kızmayı, hatta belki de beni cezalandırmayı düşünürken, beni kan revan içinde bulmuştu. Çağlar "Abi ne var içeride?" diye sormasıyla Melih "Hemen gidip asansörü açık tut!" diye bağırdı ve sert adımlarıyla yanıma yaklaştı. İri elleriyle yüzümü kavrayıp "Ahu" diye fısıldadı yüzüme doğru.

"Nefes alıyor abi. Ben kontrol ettim." Diye konuştu Osman. Melih bir elini dizkapaklarımın altından geçirdi. Diğer elini de belime koyarak beni kucağına aldı. Melih beni kucağına alırken canım o kadar çok acımıştı ki kanlı dudaklarımdan kısık bir şekilde "Ahh" diye mırıldandım. Melih dudaklarını alnıma bastırıp "Şişt geçecek kurban olduğum." Dedi.

"Osman bunu Ahu'ya kim yaptıysa bulun! Ahu gözlerini açmadan bulun bana!" diye bağırdı.

"Abi biri bizden önce bulmuş... Senin içinde paketlemişler." Dedi Osman.

Melih adımlarını durdurup iki saniye kadar bekledi. Sanırım bu iki saniyede Numan'ı süzmüş ve göğsündeki çakıyla yazılan yazıyı okumuştu. "Onu eski fabrikaya götürün Ufuk'la!" dedi sesinde ne sinir vardı ne de öfke. Sesi bir ateşin suyla savaşı gibi güçlü çıkmıştı. Sert adımlarını hızlı atarak yürümeye başladı. "Dayan Ahu! Azıcık daha dayan!" diye fısıldadı. Gözlerini yüzümde gezdirdiğini hissedebiliyordum.

"Yenge... Abi yengeye ne olmuş?" diye şaşkınca soran Çağlar'la asansöre geldiğimizi anladım. Melih Çağlar'a cevap vermeden "Ufuk'u ara arabayı girişe getirsin hemen!" Çağlar Melih'in dediğini yaparak Ufuk'u aradı ve arabayı girişe getirmesini söyledi.

"Abi" diye seslenen Çağlar'ın yutkunma sesini duydum. "Yengenin yüzü çok kötü... Çok kanıyor abi."

"Sus Çağlar görüyorum." Dudaklarını alnıma bastırdı. "Emre'yi ara her şeyi hazır etmesini söyle." Dedi ve kollarıyla beni göğsüne biraz daha yapıştırdı. Kulağımın altında kalan kalp atışları yerini beğenmemiş gibi hızlı hızlı atıyordu. Sanki göğüs kafesinde değil de, benim kulaklarımda atıyordu kalbi. Asansör kapısının açılma sesi geldi. Melih sıkı sıkıya tuttuğu bedenimi fazla hareket ettirmeden hızlıca yürüyordu. Yüzüme soğuk rüzgâr çarpınca dışarıya çıktığımızı anladım.

"Yenge... Ne oldu abi?" diye soran Ufuk'u Melih hiçe sayarak "Çağlar direksiyona geç. Sen de arka kapıyı aç Ufuk!" dedi. Açılan arka kapıyla arabaya binmeden Tunç'un sesi girişte yankılandı. "Nereye gidiyorsunuz lan? Ahu ortalıkta yok!"

Melih beni kucağından indirmeden arabaya oturdu. Beni de iyice kucağında sabitledi. Dizlerimin altında olan elini çekerek yüzüme koydu. "Kapat kapıyı Ufuk!" dedi. Ufuk'un kapıyı kapatma sesine Tunç'un sesi karıştı. "Duymuyor musun lan sen beni? Belanı siktiğim!"

"Arabayı çalıştır Çağlar!" Çağlar arabanın kontağını çalıştırdığında arka pencerenin camına vurarak konuşmaya başladı Tunç. "Aç şu pencereyi! Kucağına oturttuğun kim lan? Ahu ortalıkta yok ama sen başkasıyla mı oynaşıyorsun?"

"Aç pencereyi Çağlar!" Melih güçlü bir nefesi dudaklarından verdi. Dudaklarından çıkan nefes saçlarımı okşadı. Pencere açılınca dışarıdaki soğuk içeriye bir yılan gibi sızdı.

"Seni sikerim Tunç..."

"Ahu..." diye mırıldandı Tunç.

"Ahu'yu hastaneye götürüyorum. Annemleri ve babanı alıp hastaneye gel!"

"Ahu, güzelim... Ne oldu? Ne yaptınız lan Ahu'ya?"

"Kapat pencereyi Çağlar ve arabayı kırmızı ışıkta bile durdurmadan hızlı sür!" dedi.

Kapanan pencereyle arabanın lastiklerinin çığlık atan sesine Tunç'un haykırışları karıştı. Melih parmaklarını yüzümde gezdirdi. Parmakları burnum ve ağzımda durunca büyükçe yutkundu. "Aç gözlerini Ahu... İyi olduğunu göster bana benim küçük kedim." Dedi. "Daha hızlı sür Çağlar!"

"Senin kaçtığını düşünen aklımı sikeyim Ahu! Senin benden gidebileceğini düşünen hastalıklı beynimi sikeyim ben! O tuvaletin önünde arızalı yazısını gördüğümde içeriye bakmayı akıl edemediğim kafamı sikeyim. Sen acı çekerken beni deliye döndüren öfkemi sikeyim. " elinin sıcak dokunuşunu saçlarımda hissettim. Daha sonra göğsümün üstüne yerleştirdi elini.

"Çelimsiz bedeninde hiç durmayacakmış gibi atan güçlü kalbinin sesini duyamıyorum Ahu! Küçücük yüzünün her zerresini kan kaplamış... Ama sana kırmızı hiç yakışmamış Ahu! Zaten çirkindin yüzüne kırmızı lekeler bulaşınca daha da çirkin olmuşsun..." dedi hayıflanır gibi konuşmuştu. Sesi öyle güçsüz öyle yorgundu ki; sanki arafta sıkışmış gibiydi. Dudakları bir kez daha alnımı buldu. Üç ya da dört küçük buseler bıraktı alnıma. Nefes alışverişleri yaralı bir aslanının ölmeden önce etrafa saldırması gibi sert ve hızlıydı.

"Ahu... Ne olur aç gözlerini." Boğazında bir yumru varmış gibi kocaman yutkundu."Aç gözlerini kurban olduğum..." dedi.

Hayatımı kendi intikamı için kurban eden adam. Bana bugün iki kez kurban olduğum demişti. Öyle sıradan bir söz söyler gibi değil, beni öldürmek ister gibi kurban olurum demişti. Kor ateşine beni gebe etmek ister gibi...

Tam sol gözümün üstünde küçük bir su damlası hissettim. Kapalı gözümün üstüne düşen o su damlası zar zor gözlerimi açmama sebep oldu. Araladığım gözlerimin odağına Melih'in kızaran ela irisleri girdi. Kısacık bir zaman diliminde gördüğüm ela gözlerde acı, endişe, yıkılış, öfke ve gözyaşı gördüm. Melih gözlerimi açtığımı gördüğü ilk an dudaklarını hissizce kıvırdı. "İşte benim kızım. Güçlü kedim, dayan geldik." Dedi ve araba durdu. Çağlar arabanın arka kapısını açarken aynı zamanda "Emre!" diye bağırıyordu. Melih sıkı sıkıya tuttuğu bedenimi hiç zorlanmadan kendisiyle birlikte arabadan indirdi.

"Emre çabuk ol lan!" diye bağırdı Melih. Gözlerim yarı açık Melih'in gerilen yüzüne bakıyordum. Melih ise sağa sola bağırıyor yanımıza gelen Emre'ye beni iyileştirmesi için bağırıyordu ama kollarıyla sardığı bedenimi de bırakmıyordu.

"Abi yengeyi sedyeye yatır." Diye konuşan Emre'ye Melih sert bir şekilde "Hayır!" diye bağırdı. "Ahu'yu kucağımdayken iyileştir. Onun bir şeyi yok sadece burnu kanıyor. Ahu'yu bırakmam..."

"Abi sadece burnu kanamıyor bunu sende biliyorsun. Yengeyi sedyeye yatırda işimizi yapalım."

"Hayır dedim. Ahu'yu kucağımdan indirmem!"

"Abi gözünü seveyim, bak yengenin durumu çok kötü. Çağlar sende bir şey söylesene." Diye sitem etti Emre. Çağlar araya girerek "Abi Emre doğru söylüyor. Bırak da yengeye baksınlar." Dedi.

Melih sinirle "Ahu'yu bırakmam!" diye bağırdı. Melih'in sinirli sesine benim güçsüz öksürüğüm karıştı ve ağzımdan kanlar fışkırdı. Gözlerimi kapatmadan önce son gördüğüm şey Melih'in dehşete düşmüş gibi büyüyen ela gözleriydi. Ve Emre'nin "Yengeyi sedyeye yatırın iç kanama geçiriyor olabilir." Diye bağırma sesi. Sonrası yoktu... Sonrası kocaman bir hiçti. Beni yutan büyük kapkara bir boşluktu...

***

Bursa'daki evimizin salonunda televizyon ünitesinin önünde durmuş pembe çekyatta oturan annemin önüne oturmuş, dokuz yaşındaki kendimi izliyordum. Beni ne annem ne de dokuz yaşım görmüyordu. Annem saçlarımı tarıyor aynı zamanda da benimle konuşuyordu. "Benim saçları güzel kokan kuzum. Saçların tıpkı benim saçlarım gibi." Dedi. Küçük Ahu elini ağzına koyarak kıkırdadı. "Anne benim saçım senin saçına benzemiyor ki. Senin saçların kırmızı ve kısa."

Bu anı hatırlıyordum. Annemin her defasında saçlarımı tarayarak benimle konuştuğunu kendine ve babama benzediğim özelliklerimden bahsettiğini. Bana pembe yalanlar söyleyerek beni kendi inandığı şeylere inandırmaya çalıştığını hatırlıyordum. Annem küçük Ahu'yu önemsemeden konuşmaya devam etti.

"Hayır, güzel kızım saçların benim saçlarıma benziyor." Tarağı yanına bırakarak saçlarımı örmeye başladı. "Gözlerin ise tıpkı babana benziyor."

Küçük Ahu yaşının verdiği kadar büyük bir kahkaha attı. "Anne sen yanlış biliyorsun. Benim gözlerim babamın gözlerine benzemiyor." Saçlarını annemden kurtardı önünü anneme döndü. "Benim babamın gözleri tıpkı Levent'in misketi gibi masmavi. Bak benim gözlerim ise kahverengi." Dedi hayıflanır gibi. Annem küçük Ahu'yu omzundan tutarak tekrar döndürdü ve saçlarını örmeye devam etti.

"Senin gözlerin tıpkı babanın gözlerine benziyor. Sen büyüyünce tam anlamıyla babanın kızı olacaksın." Dedi. Küçük Ahu bu kez hiçbir şey söylemedi. Annemin saçlarını örmesini bekledi. Annem bir kez daha konuştu. "Baban Ahu ismini çok severdi. Bu yüzden senin adını Ahu koydum canım." Dedi. Küçük Ahu'nun gözleri mutluluktan kocaman açıldı. "Gerçekten mi?" diye sordu.

" Gerçekten..." dedi annem.

Ama bu söylediklerinin hepsine küçükken beni inandırmıştı. Büyüdüğümde bu söylediklerinin hepsinin bir yalan olduğuna bizzat şahit olmuştum. Benim gözlerim babama benzemiyordu. Ben babamın kızı hiçbir zaman olmamıştım. Ve babam en çok Ahu ismini sevmiyordu. Hatta benim ismimi Eylül koymak istediğini bana söylemişti. Televizyon ünitesinin önünden hızlı adımlarla ilerleyerek dokuz yaşımdaki çocukluğumu kandıran anneme "Yalan söylüyorsun!"diye bağırdım. Ama onlar beni fark etmiyor gülüşüp konuşuyorlardı. Gözümden birkaç damla yaş süzüldü.

"Sen yalancısın anne! Hep bana yalan söyledin!" görmediği gibi duymadı da beni.

"Yalan... Her şey yalan!" diye bağırmamla etrafı karanlık kapladı. Her yer zifiri karanlıktı. Ne annemi görebiliyordum ne de dokuz yaşında ki küçük Ahu'yu. Sanki böyle gerçek yaşamla, rüya arasındaki arafta sıkışıp kalmıştım. Etraf birden aydınlandı ve Bursa'daki çocuk parkında bir bankta otururken buldum kendimi.

Karşımda ise on beş yaşında ki Ahu vardı. Oda karşı bankta oturuyor ve deli gibi ağlıyor aynı zamanda da elma yiyordu. Bu anımı da hatırlıyordum. İlk kez on beş yaşındayken babamla tanışmak istemiş ve annemin bütün uyarılarını dinlemeden onu görmeye gitmiştim. Sonuç ise hüsran olmuştu. Babam benimle üstün körü görüşmüş ve beni geldiğim yere postalamıştı. Ben ise annemin haklı çıkmasından dolayı eve gitmemiş ve çocuk parkında içim dışıma çıkana kadar ağlayarak elma yemiştim. On beş yaşımı ne kadar öylece izlediğimi bilmiyorum. Sonra on beş yaşındaki Ahu'nun yanına gençten bir çocuk gelip oturdu. Bu çocuğu hatırlamak için zihnimi karıştırdığımda çocuk konuşmaya başladı.

"Ne yapıyorsun burada?" diye sordu. On beş yaşım "Sana ne?" diye çıkışınca çocuk bankın boş kısmına oturarak bacaklarını açtı. "Ne bu halin? Tıpkı sahibinden kaçan kedi gibisin." Demesiyle çocuğun ela gözleriyle karşılaştım. O zamanlar bu çocuğun kim olduğuyla ilgili bir fikrim yoktu ama şimdi karşımda gördüğüm görüntü bu çocuğun Melih'ten başkasının olmadığını haykırıyordu. Oturduğum yerden kalkarak yanlarına gittim. Elimle on beş yaşındaki Ahu'nun kolunu tuttum. "Kalk git bu adamın yanından!" diye bağırdım. Ama onlar beni bırak duymayı görmediler bile.

"Defol dit buradan!" diye bağıran Ahu'nun koluna yapıştı Melih. "O sesinin ayarını kıs! Bir daha seni bu saatlerde dışarıda görürsem, bir kedi gibi seni kendi kafesime hapis ederim." Ahu korkulu gözlerle Melih'in elinin esaretinden kolunu kurtardı ve oturduğu yerden kalkarak arkasına bakmadan koştu. Melih'in gençliği ise yüzündeki zaferli gülümsemeyle onun arkasından baktı. Gözden kaybolan Ahu'nun bedeniyle birlikte Melih'te banktan kalktı ve yürümeye başladı. Ben de onun arkasından gidecekken Levent ayak bileğimden beni tuttu. "Gitme Ahu!" diye yalvardı. Sonra gök yarılmış gibi yağmur yağmaya başladı. Yağmur damlalarının arasından bize doğru koşan Duygu ile Rüya'yı görmemle Levent'in elinden kurtuldum ve çığlık çığlığa koşmaya başladım. Ayağım bir şeye takıldı. Gözlerimi yere indirdiğimde Melih'in dayısı Fikret Yıldırımı kanlar içinde yerde gördüm. Gök yarılırcasına gürledi ve etraf tekrar zifiri karanlığa döndü.

Rüzgâr sert bir şekilde esiyor uzun saçlarım çıplak kollarımı kırbaç gibi dövüyordu. Karanlık yerini sisli bir aydınlığa bıraktı. Sisli etraf yavaşça dağıldı ve yuvarlak boş arazide çıplak ayaklarımda etrafı incelemeye başladım. Kendi etrafımda dönüyordum ama ayaklarım bir adım bile kımıldamıyordu. Sanki birileri tarafından yere çakılmıştı. Sağ tarafımda anemin sesini duydum. "Gel yanıma kızım." Diyerek bana elini uzatmıştı. Hemen arkasında Fikret Yıldırımın kanlı bedeni duruyordu. Bu kez solumda babamın sesi duyuldu. "Yanıma gel kızım." Diyerek o da tıpkı annem gibi elini bana doğru uzatmıştı. Arkasında Füsun Hanım vardı. Kucağında bir çocuk ve hemen yanında beş yaşlarında bir erkek çocuk daha vardı. Şiddetli bir şekilde ağlıyordu Füsun Hanım. Sonra tam arkamda Levent'in sesini duydum. "Ahu hadi benim yanıma gel." Diyordu. Bir eliyle Duygu'nun elini tutmuş bir elini de bana uzatmıştı. Hepsi benden bir seçim yapmamı bekliyor ve benim bu kâbustan uyanmamı istiyorlardı. Gözlerimi üzerlerinde gezdirdim. Hepsi aynı anda konuşuyor " Benim yanıma gel Ahu." Diye bağırıyorlardı.

Etrafımda kulaklarımı tırmalayacak kadar çok bağıran insanların sesi iki adım kadar önümde ateşler içinde duran Melih'le son buldu. Melih dev yangının tam ortasında duruyordu. Yüzündeki ifade yıkılmazdı. Gülümsemesi ise şeytanı bile baştan çıkaran cinstendi. O diğerleri gibi bana elini uzatmadı. Zehirli yeşiller bulaşan ela gözlerini gözlerime dikti ve sadece dudaklarını oynatarak "Ateşime gel Ahu." Dedi.

Hayat çizgimin tam ortasında duruyordum. Başlangıç noktasına da çok yakındım. Sona da çok yakın ama ben ne başlangıca doğru bir adım attım ne de sona. Benim ilk attığım adım Melih'in ateşine oldu. Ben gerçeğimde beni yakmak isteyen Melih'in rüyamda bile yangınına çıplak ayakla yürümeyi seçtim. Üç adımda yetiştiğim ateş beni sanki kolları varmışçasına sardı. Şimdi Melih ile yan yana yanıyorduk. Yanıyorduk ama küle dönüşmüyorduk. Biz Melih'le iflah olmaz bir "Buz yanığıydık..."

***

Boğazımda geçmek bilmeyen bir kuruluk vardı. Karnımda tarifi zor bir ağrı peyda olmuştu. Burnumdaki acıdan dolayı burnumu hissetmiyordum. Gözlerimi yavaşça açmaya çalışırken Berna'nın kısık sesi kulaklarımı doldurdu. "Melih gelmeden lütfen gidin buradan Levent Bey."

"Umurumda bile değil! Ben hiçbir yere gitmiyorum!" dedi Levent. Gözlerimi yavaşça açtım ve güçlükle "Berna" diye seslendim. Berna hızla yönünü bana dönerek yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Efendim çiçeğim." Dedi. Levent'te yanımıza gelerek tıpkı Berna gibi eğildi. Yüzü gözü yara bere içindeydi. "İyi misin Ahu?" diye sordu. Levent'i önemsemeden "Berna" diye bir kez daha seslendim. Berna eliyle saçlarımı okşadı. "Buradayım çiçeğim yorma kendini. " dedi ve kapı açıldı. Mehmet abi önde Rüya arkada bir şekilde içeriye girince beynimden vurulmuşa döndüm. Gözümden akan yaşlarla birlikte elimdeki serum iğnesini hiçe sayarak işaret parmağımla Rüya'yı gösterdim. Berna işaret ettiğim yere baktı ve bal rengi gözlerini tekrar yüzüme çevirdi.

"Rüya yaptı." Boğazımdan derinlerden bir hıçkırık koptu. "Bana bunu Rüya'yla Duygu yaptı." Dedim. Berna biten cümlemle hızlı bir şekilde arkasını döndü Rüya'ya doğru adımlayarak. "Seni öldüreceğim sürtük!" diye bağırdı. Rüya'nın saçlarını kavradığı gibi odanın duvarına sırtını yapıştırdı. Levent ve Mehmet abi Berna'nın elinden Rüya'yı almaya çalışıyorlardı ama bunu başaramıyorlardı. Berna bir eliyle Rüya'nın saçını çekerken boşta kalan eliyle Rüya'nın yüzüne okkalı bir tokat attı. Odada bir anda bir karmaşa çıkmıştı. Sesi duyan odaya giriyordu. İlk Emre ve Osman girdi. Ama onlarda Berna'nın elinden Rüya'yı alamadı. Çağlar ile Ufuk kapının pervazına yaslanmış film izler gibi kavgayı izliyorlardı. Tekin içeriye girdi ve Berna'yı kucağına alarak Rüya'dan uzaklaştırdı. Berna Rüya'yı elinden alanın Tekin olduğunu görünce "Bırak beni!" diye kükredi. Tekin Berna'yı kucağından indirince Berna elini kaldırıp Tekin'in suratına tokat attı. "Her şey senin yüzünden oldu." Tekin'in suratından tutarak yüzüne bana döndürdü. "Bak! İyi bak kardeşini bu hale getiren sürtük senin iş birliği yaptığın kişi!" diye bağırdı.

"Ne?" Tekin afalladı. Ama Berna yinede durmadı. "Senin gibi birini nasıl sevmişim kendimden utanıyorum... Yazıklar olsun sana Tekin!" diyerek yüzüne tükürdü. Rüya ağlamaklı sesiyle araya girdi. "Yalan... Yalan söylüyor. Bana iftira atıyor bu kız." Diyerek eliyle Berna'yı gösterdi. Rüya şuan bir gaflete düşmüş ve suç işlediğini unutarak göze batmamak için benim yakınlarımda dolaşmayı tercih etmişti. Ama her katilin uyguladığı bu teknik hep suya düşmüştü. Rüya'nınki de düşecekti.

Berna'nın söylediği şeye Tekin, Mehmet abi ve Emre şaşırırken Çağlar, Ufuk ve Osman bir tepki vermemişlerdi. Odanın kapısının önünden çekildi Çağlar ve Ufuk. Melih sert adımlarıyla odaya girdi. Gözünün altında küçük bir morluk vardı. Dudağının kenarı da patlamıştı. Melih'in arkasından Tunç'ta içeriye girdi. "Ne oluyor burada?" diye sormasıyla. Rüya ağlayarak Melih'e doğru adımladı. "Melih bunlar bana iftira atı-" daha cümlesi bitmeden Melih tek eliyle Rüya'nın boğazına yapıştı. Herkesin şaşkın bakışları arasında Rüya'yı geri geri götürerek sırtını sert bir şekilde duvara yasladı.

"Sen kim oluyorsun da Ahu'ya dokunuyorsun lan! " eliyle biraz daha boğazını sıkarak Rüya'yı nefessiz bıraktı. Odada bulunan hiç kimse Rüya'yı kurtarmaya kalkışmıyordu. Buna Mehmet abide dâhildi. "Senin o olmayan beynini alırım! Sana öyle şeyler yapacağım ki bir daha bırak Ahu'ya yaklaşmayı. Dünya üzerindeki hiçbir canlıya yaklaşamayacaksın!" dedi ve elini gevşetmeden Rüya'yı Mehmet abinin ayaklarının dibine attı. Rüya serbest kalan boğazıyla nefes alabilmek için öksürmeye başladı. Öksürüklerinin arasından da konuşmaya çalışıyordu. "Mehmet abi ne olur sen inan bana." Diye yalvardı.

Mehmet abi bir kez olsun bakışlarını Rüya'ya değdirmemiş, sadece Melih'in yüzüne bakıyordu. Melih Mehmet abinin gözlerinin içine bakarak "Diğerini hallettiniz mi Ufuk?" diye sordu. "Hallettik abi." Diye cevap veren Ufuk'un cümlesinden sonra Melih Mehmet abiye bir adım attı. "Rüya'yı Ufuk'la birlikte götür Mehmet abi. Ve başında bekle ben seni arayana kadar." Dedi.

Mehmet abi sanki Melih'in emri altında çalışan bir robotmuş gibi Rüya'yı sert bir şekilde kolundan tutarak kaldırdı. Rüya'nın bütün haykırışlarına rağmen onu sürükleyerek odadan çıkardı. Klasik Mehmet abiydi işte konu Melih olunca gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Rüya'yı da görmemiş ve sırf Melih istiyor diye onu hiç düşünmeden alıp götürmüştü.

Tunç yanıma gelerek beni kolları arasına aldı. "Nasılsın güzelim." Diyerek saçlarıma bir öpücük kondurdu. "İyisin iyi... Daha da iyi olacaksın."

Çağlar boğazını temizleyerek "Tekin Bey, Levent bey sizi dışarıya alalım. Etrafımızdan siktirin rica ediyorum." Dedi. Tekin "Ben hiçbir yere git-" diye konuşacakken Çağlar ve Osman onları yaka paça dışarıya çıkarttı. Berna "Ben Birsen Hanıma haber verip geliyorum." Diyerek odadan çıktı. Odada Emre, Tunç ve Melih kalmıştı. Tunç kollarıyla beni sarmalarken Melih ile Emre kısık bir şekilde bir şeyler konuşuyorlardı. Melih odaya girdiğinde yüzüme bile bakmamıştı. Bu tavrı benim canımı oldukça sıktı. Kendimi değersiz hissetmeme sebep oldu.

Kapı açıldı içeriye ağlayan Birsen teyze, babam, Füsun Hanım ve Kenan amca girdi. Birsen teyze babamdan önce yanıma gelip beni Tunç'un kollarından ayırarak kendisi sardı. "Ay benim güzelim... Çok şükür kendine geldin. Hele bir iyileş adak adadım fakire fukaraya yardım dağıtacağım." Dedi.

"İyisin değil mi kızım?" diye sordu babam. Ona da hiçbir cevap vermeden öylece bakıyordum. Konuşmadığımı fark eden Emre "Tamam yengeyi yormayalım daha fazla." Diyerek araya girdi.

"Nasıl hissediyorsun yenge? Ağrın var mı?" diye soran Emre'ye bir süre boş gözlerle baktım daha sonra yatma pozisyonu alarak "Uykum var uyumak istiyorum." Dedim.

Melih gözlerini gözlerime dikti. Bana doğru adımlayarak beni kucağına aldı. "İki gündür uyuyorsun zaten. Birazda evde uyursun." Dedi ve kolumdaki seruma dikkat ederek beni iyice kucağına aldı. "Çıkart bu serumu Emre. Ben evde yenisini takarım." Diyerek kaşıyla serumu işaret etti. Emre serumun kelebek iğnesini kolumda bırakarak serum şişesini çıkarttı. "Sen yarın akşam gelir kontrol edersin Ahu'yu" diyerek kapıya doğru ilerlerken babam "Olur mu öyle şey? Kızıma ben bakarım. Ahu benim evimde kalacak." Dedi. Melih babamı dinlemeden yürümeye devam etti. Babam bir kez daha konuşacakken Tunç babamdan önce davrandı. "Baba Ahu Melih'in yanında kalsın." Dedi.

Melih beni kucağına iyice yerleştirdi. Onun gözleri yoldayken benim gözlerim dolgun dudağının kenarında ki yaradaydı. O bana nasıl olduğumu sormamıştı ama ben onun dudağının kenarına ne olduğunu çok merak ediyordum. Gözlerim yüzünü talan ederken Melih kaşlarını çattı. "Sor hadi ne soracaksan." Dedi bir çocukla konuşur gibi. Gözlerini hala yoldan ayırmamıştı. "Dudağına ne oldu?" diye sordum. Melih'in dudağının kenarı kıvrıldı. Gelen asansöre bindik kapı kapanınca yüzüme bakmadan "Kavga ettim." Dedi.

"Kiminle kavga ettin?"

"Levent'le kavga ettim. Daha doğrusu ağzına sıçtım onun."

Asansör kapısı açıldı Melih arabaya doğru ilerledi. Otomatik kilitle arabanın kapısını açtı. "Sıkı tutun bana." Dedi ve tek eliyle beni sabitleyerek kapıyı açtı. Beni ön koltuğa yerleştirdi. Üzerime abanarak koltuğu yatırır pozisyonuna getirdi. Emniyet kemerimi taktı, üzerimden kalktı. Kapıyı kapatarak arabanın etrafından dolandı ve sürücü koltuğuna oturdu. Bütün bunları yaparken bir kez olsun gözlerini yüzüme değdirmedi. Melih arabayı çalıştırınca bakışlarımı ona çevirdim.

"Neden yüzüme bakmıyorsun? Çok mu kötü durumda burnum? Çok mu çirkin olmuşum?" diye sordum. Melih, eliyle direksiyonu sıktı. Bakışlarını yoldan ayırmadan "Uyu biraz Ahu." Dedi. Melih zaten normalde de çirkin olduğumu söylüyordu. Demek ki şimdi yüzüme bakamayacak kadar çirkin buluyordu beni. Melih arabayı kendi evinin istikametine doğru değil de başka yöne çevirince dayanamayarak tekrar konuştum.

"Eve gitmiyor muyuz?"

"Gidiyoruz."

Bana tek kelimelik kısa cevaplar veren Melih'le daha fazla konuşmak istemedim. Gözlerimi kapattım ve eve gidene kadar uyumaya karar verdim.

***

Bacaklarımın altında hareketlilik hissedince gözlerimi korkuyla açtım. Melih'le burun burunaydık. Melih ela gözlerini yüzümden çekerek beni kucağına almaya çalıştı. Ellerimle omzundan tutarak onu engellemeye çalıştım. "Ben yürürüm." Dedim, ama Melih beni dinlemedi ve tek hamlede kucağına aldı. Gözlerimi etrafta gezdirdiğimde burasının doğum günümde geldiğim ev olduğunu anladım. Melih hızla eve doğru ilerledi, yapay saksı çiçeğinin içinden anahtarı aldı. Tek eliyle kapıyı açtı, içeriye girdi ve ayağıyla kapıyı kapattı. Direkt merdivenlere doğru ilerledi. Hızlı bir şekilde merdivenleri çıktıktan sonra kahverenginin hâkim olduğu yatak odasına girdi ve ışığı yaktı. Beni yatağın üstüne oturur vaziyette bıraktı. Arkasını dönerek kahverengi çamaşır dolabının kapağını açtı. İçinden çıkardığı uzun kollu bir kazak ve eşofmanı eline alarak yanıma geldi. Elindeki kıyafetleri bana uzattı. Yanıma oturdu ve arkasını bana döndü. "Hadi sen üzerini değiştir." Dedi.

Kıyafetleri yatağın üstüne bırakarak üzerimdeki hastane kıyafetini çıkardım. İşte o zaman karnımın üstünde oluşan kocaman morluğu fark ettim. O adam bana tekme atmıştı ve attığı tekme izi karnımda olduğu gibi çıkmıştı. Karnım böyleyse burnumun vaziyetinin daha kötü olduğunu düşünmeden alıkoyamadım kendimi. Bir elimi burnumun üzerine sarılı sargı bezinde gezdirdim. Diğerini ise karnımın üzerindeki mor rengini alan izde.

"Melih" diye seslendim. Melih dudaklarının arasından "Hıh" der gibi bir ses çıkardı.

"Sence karnımdaki ayakkabı izi kaç numara?" diye sordum. Melih'in sırtı gerildi. Ama ben susmadım. "Bence kırk iki. Sence kaç?"

"Ahu!"

"Öyle güçlü tekme attı ki ölecektim neredeyse." Güldüm. "Adam psikopat. İşkence çektirerek bana tecavüz edece-" cümlem Melih'in beni başımdan tutarak dudaklarıma yapışmasıyla yarım kaldı. Öyle hırslı öpüyordu ki sanki dudakları dudaklarımın üstünden ayrılırsa yarım kalan cümlem tamamlanacakmış gibi sertçe öpüyordu. Gözümden damlayan bir damla yaş ikimizin dudakları arasında kaybolunca Melih dudaklarını dudaklarımdan ayırdı. Alnını alnıma dayadı. Nefesinin düzene girmesini beklemeden bu kez burnuma küçük bir öpücük bıraktı. Gözleri bu anın büyüsünü bozmak istemez gibi kapalıydı.

"O adam beni öldürecekti." Dedim fısıltıyla. Melih dudağımın üstüne parmağını bastırdı. "Şişt... Ben kimsenin seni öldürmesine izin vermem Ahu." Dedi.

"Sen daha yüzüme bakamıyorsun." Dedim kızgınlıkla Melih hızla gözlerini açtı. İkimizin de gözleri buluşmanın etkisiyle parladı. Bütün dişlerimi göstererek sırıttım. "Melih bir şeyi çok merak ediyorum." Dedim heyecanla. Melih neyi der gibi gözlerime bakıyordu.

"Beni öyle kanlar içinde görünce ne hissettin?"

"Ahu!"

"Hadi söylesene ne hissettin?" düşünür gibi yaptım "Mesela bana yaşattıkların için pişman oldun mu?"

"Kaç yaşındasın sen Ahu?" diye sordu Melih. Sırıtarak "Yirmi üç "dedim. Melih gözlerini devirerek "Buradan bakınca sadece üç yaşında gibi duruyorsun." Dedi. Onu umursamadığımı belli etmek için omzumu silktim.

"Ya söylesene hiç mi pişman olmadın?" üzgünce yüzümü yere eğdim. "Azıcıkta olsa bana yaptığın şeylerden pişman olmadın mı?" Melih iki eliyle yüzümü kavradı. Göz göze geldik. "Olmadım..." dedi beni öldürmek ister gibi. O an engelleyemediğim gözyaşım yanağıma doğru süzüldü. Melih yanağımdaki gözyaşıma dudaklarını bastırdı.

"Şimdi bana bir söz verirsen sana bir şey söyleyeceğim." Dedi. "Ne sözü?" diye sordum. Melih dudaklarıma bir öpücük kondurdu. "Sana söyleyeceğim her şeyi yarın unutacağına söz vereceksin." Dedi. Heyecanla "Tamam söz veriyorum." Dedim. Melih gözlerimin içine öyle bir baktı ki sanki benim içimde iflah olmaz yangınlar çıkartmak ister gibi. Önce sağ gözümü daha sonra da sol gözümü öptü.

"Tek bir şeyden pişman oldum Ahu..." gözyaşımı öptü. "Senin gözünden akıttığım her bir damla için köpek gibi pişman oldum." Diye itiraf etti. "Melih" diye fısıldadığımda. "Bir şey daha söyleyeceğim bunu da unut tamam mı?" başımı tamam der gibi salladım.

"Ben en çok saçlarının sakalıma takılmasını seviyorum. Küçücük ellerinle omzumdan tutmanı seviyorum."

Üzerinde ki tişörttü tek hamleyle çıkarıp yere attı. Yatağa uzandı. Benim üzerimde zaten sadece iç çamaşırları vardı. Beni belimden tutarak üstüne çekti. "Bunları yarın unutacaksın!" dedi kurşun geçirmez bir ses tonuyla. Başım göğsüne düşerken "Unutacağım." Dedim yalan söyleyerek.

Melih'in dudaklarından çıkan bu itirafı ömrüm boyunca unutmayacaktım. Ama bunu Melih'in bilmesine gerek yoktu. Saçlarım yine Melih'in sakallarına takılmıştı. Onun deyimiyle küçük ellerimi yavaşça omuzlarına çıkardım. Biraz daha Melih'e sokuldum ve içimden gelerek tam kalbinin üstüne dudaklarımı bastırdım.

"Sende yarın bunu unutacaksın Melih..."

BÖLÜM SONU

Merhaba ballarım ben geldim. Nasılsınız bakalım? Önümüzdeki bölümde bol bol aksiyon ve Melih'in içinden çıkan canavarı okuyacaksınız. Rüya, Duygu ve Numan'ın başına gelecek bütün felaketleri önümüzdeki bölümde okumaya hazır olun! Sizi seviyorum ve kocaman öpüyorum.

Loading...
0%