Yeni Üyelik
20.
Bölüm

19. Bölüm

@esranurozer


                                                 
        

Ender Balkır: Ruhumda Sızı

Sabahın erken saatleriydi...

Yaşanan onca hadiseden sonra, düşünceler tarafından tutsak edilmiş çok güzel bir gece geçirmiştim. Zihnimde hala birkaç saat önce Melih'in kurduğu afili cümleler yankılanırken, ben biraz daha göğsüne sokulup ölümü çağrıştıran karanfil kokusunu içime çektim.

Bulunduğumuz oda dün geceye nazaran daha sıcaktı. Benim üzerimde çarşaf varken Melih'in çıplak üstünü saçlarım örtüyordu. Odanın sıcaklığına Melih'inde sıcaklığı eklenince terlemiştim. Uzun saçlarımın diplerinin bile terlemiş olduğunu hissediyordum ama yinede bu büyülü andan kopmak istemez gibi Melih'in göğsünden ayrılmıyordum.

Melih'in iri ellerini saçlarımda hissedince hafifçe kıpırdandım. Melih parmak uçlarını saçlarımın dibinde gezdirdi. "Terlemişsin, saçların ıslanmış." Dedi. Omzunda duran elimi göğsüne indirerek kalkmaya çalıştım. Melih ne yapmak istediğimi anlayarak tek koluyla beni sıkı sıkıya tutarak kalkmamı engelledi. Kalkamayacağımı anlayınca çenemi Melih'in sıcak göğsüne yasladım ve yüzünü görebileceğim bir pozisyon aldım. Melih'te beni görebilmek için gözlerini aşağıya indirerek bana baktı. Dudaklarımı oynatarak "Oda çok sıcak." Diye mırıldandım.

"Gece üşüyorum diye sayıklayınca elektrikli sobayı çalıştırdım."

Melih'in biten cümlesiyle gözlerimi odada gezdirdim ve yatağın ayakucunda çalışan elektrikli sobayı gördüm. Tekrar gözlerimi Melih'in gözlerine çevirdim. "Ter mi kokuyorum?" diye sordum. Melih bakışlarını benden çekerek karşıya baktı. Bana bir cevap vermeyince tekrar konuştum. "Şimdi duş alırım." Dedim. Melih sıkkın bir nefes aldı. Aldığı nefesten dolayı kalkan göğsüyle birlikte çenemde yukarıya çıkıp indi. "Ahu..." diye mırıldandı ve devam etti. "Ter kokmuyorsun. Gayet temiz kokuyorsun."

Burnumun üzerindeki sargı bezinin izin verdiği kadar kocaman sırıttım. Melih'in bana karşı bu kadar yalın olması beni ister istemez mutlu ediyor. İçimde ölümsüz kelebeklerin uçuşmasını sağlıyordu. Sanırım üzüm üzüme baka baka kararmış. Melih'in bütün dengesizliği bana bulaşmıştı. Melih, bakışlarını karşı duvardan çekmeden konuştu.

"Kes sırıtmayı."

"Tamam"

Hala sırıtıyordum ve hala Melih'in bakışları karşı duvardaydı.

"Ahu, sırıtmaya devam ettiğini biliyorum." Sesi küçük bir çocuğu azarlar gibi naifti. "Sen deli misin? Kendi kendine sırıtıyorsun?" diye sordu. Bu sorduğu sorunun cevabı bende de yoktu. Belki de delirmiştim bilemiyorum...

İçimde sanki maratona koşan bir koşucunun enerjisi, istediği oyuncağa sahip olan bir çocuğun heyecanı vardı. Kendime engel olamıyordum ve içimden sürekli gülmek geliyordu. Belki de bu enerjimin sebebi dün gece Melih'in dudaklarından dökülen itiraflardı. Sanırım ben sadece saatler önce unutacağıma dair söz verdiğim her şeyi Melih'e ihanet ederek asla unutmayacaktım. Kendimi toparlayarak "Gülen herkes deli mi oluyor?" diye sordum. Melih bakışlarını bir anda karşıdan çekerek bana çevirdi.

"Ahu... Sinirleniyorum." Dedi. Göğsünün üstünde olan elimi ağzıma kapatarak "Tamam gülmüyorum." Dedim.

Melih boşta olan eliyle başucunda duran sigara paketine uzandı ve içinden çıkardığı bir dal sigarayı dudaklarının arasına yerleştirdi. Sigarasının ucunu çakmakla tutuşturdu. Derin bir nefes alarak dumanı içine çekti ve birkaç saniye sonra başını yukarı kaldırarak dumanı havaya doğru özgür bıraktı. Sigarası bitene kadar aynı şeyi tekrarladı. Biten sigarasının ucunu iki parmağının arasında söndürdü ve izmariti yere attı. Bakışlarını bana çevirdi. Az önce sigaranın ucunu söndürdüğü parmaklarını burnumun üstündeki sargı bezinde gezdirdi.

"Sana bunu yapan oruspu çocuğunun gelmişini geçmişini sikeceğim!" dedi. Gözleri tıpkı parmakları gibi yaralı burnumu talan ediyordu. Ben ise hiç konuşmadan sert, yıkılmaz yüzüne bakıyordum. Parmaklarını sargı bezinin üstünde gezdirmeye devam ederken kaşlarını çattı. "Sana zarar vermeye çalışan Duygu ile Rüya'yı ölmekten beter edeceğim!" dedi yemin eder gibi. Bu kez parmakları çenemi buldu. Çenemin üzerinde biraz dolandıktan sonra avucunun içini yanağıma bastırdı. "Ahu..." dedi. Sanki konuşmayı bilmeyen bir çocuk gibi "Hıh" diye mırıldandım.

"Lavaboda seni o piçin elinden kurtaran kişiyi, ya da kişileri gördün mü?" diye sordu dişlerinin arasından tıslar gibi. Gözlerimi gözlerinden çekmeden başımı evet der gibi salladım. Melih, eşi benzeri olmayan ela gözlerini iki saniye kadar kapatıp geri açtı. "Peki, yüzlerini de gördün mü?" başımı hayır der gibi salladım ve kurumuş dudaklarımı dilimle ıslattım. Melih'in bakışları dudaklarıma kaysa da benim konuşmamla kendini toparladı.

"İki kişiydiler, yüzlerinde maske vardı. Sadece biri konuşuyordu ve sesi sanki taş plaktan çıkar gibi çıkıyordu. Zor anlaşılıyordu." Dedim.

Melih çatık olan kaşlarını biraz daha çatarak gözlerime beni anlamaya çalışır gibi baktı. "Sana bir şey söylediler mi?" diye sordu. Melih'in çıplak göğsüne biraz daha sokularak kendime rahat bir pozisyon aldım. Daha doğrusu ben resmen Melih'in üstüne abandım. Çünkü o sırt üstü yatakta yatıyordu, bende onun üstünde.

"Onlar kapıyı kırarak içeriye girdiklerinde gözlerim kapanmıştı ama ne söylediklerini duydum. Hiç kimse bir aslanın yuvasına giremez. Hiç kimse bir aslanın küçük kedisine zarar veremez. Dedi o konuşan adam." Dedim. Melih'in bütün bedeninin gerildiğini üstünde yattığım için hissettim. Sakinleşmesi için elimi omzunda ve göğsünde gezdirerek konuştum.

"Gözlerim ne kadar kapalı kaldı bilmiyorum ama bilincim hep açıktı. Adamın yanıma geldiğini benim gözlerimi açmam için benimle konuştuğunu anımsıyorum." Dedim adamın bana "Sen Melih'in Ahu'susun." Dediğini hala hatırlıyordum ama bunu Melih'e söylemek istemiyordum. Melih iri ellerini saçlarıma çıkarak okşamaya başladığında devam etmemi istediğini anladım.

"Gözlerimi açtığımda konuşan adam benim başucumdaydı ve diğer adam ise bana saldıran adamı arkadan kollarından tutmuştu. Adamın sesi çıkmasın diye ağzına tuvalet kâğıdı rulosu sıkıştırmışlardı. Konuşan adam yanımdan kalkarak, bana saldıran adamın önünde durdu. Gömleğini iki yandan tutarak ayırdı. Cebinden çıkardığı çakıyla yüzünü, göğsünü çizmeye başladı. Aynı anda da adama senin ona ne tür işkenceler yapacağından bahsediyordu. Saldıran adamın göğsünü çizme işi bitince kafasına yumruk atarak bayılmasını sağladılar. Bayılan adamı tuvalet kabinlerinden birine dayadılar ve önünden çekilerek göğsüne çakıyla yazdıkları şeyi benim görmemi sağladılar. "Dedim ve yutkundum. Melih'te benim gibi yutkundu. Sanırım ben bütün bunları yaşarken kendisinin amaçsızca etrafı yakıp yıkması ve benim yanımda olamaması onu sinirlendirmişti.

Boğazımı temizleyerek "Yazının ne olduğunu biliyorsun değil mi?" diye sordum. Melih saçlarımı okşamaya devam ederek "Biliyorum..." dedi kurşungeçirmez bir ses tonuyla. Başımı biraz daha Melih'in göğsüne bastırdım ve konuşmaya devam ettim.

"Çakıyla saldıran adamın göğsünü çizen maskeli adam yanıma doğru yaklaştı. Tek dizini kırarak yüzünü bana yaklaştırdı ve sana söylemem için bana dedi ki; "Çabuk iyileş, iyileş ki bu gördüklerini Melih'e anlat. Ona de ki; Her aslan kralın canını, canı pahasına koruyan şövalyeler vardır. Dedi. "diyerek konuşmamı sonlandırdım. Bir süre Melih'in bu söylediklerime bir yorum ya da cevap vermesini bekledim. Ama Melih sadece saçlarımı okşamaya devam etti ve birkaç dakika sonra sanki söylediğim şeylerden hiç etkilenmemiş, hatta hiç duymamış gibi "Bence de çabuk iyileşmelisin. Seninle bir an önce yapmamız gereken işimiz var." Dedi. Melih'in bu tavrına sinirlenerek iki elimi de göğsüne koydum ve göğsünden destek alarak doğruldum. Yatağın boş kısmına dizlerimin üstüne oturdum.

"Şaka mı yapıyorsun? O kadar şey anlattım sen sadece iyileş işimiz mi var diyorsun bana?" diyerek sitem ettim. Melih kaşlarını alayla yukarı kaldırdı ve yatakta geri giderek sırtını yatak başlığına dayadı. "Evet" diyerek başucundaki komodinin üstünde duran sigara paketinden bir sigara aldı ve dudaklarının arasına yerleştirdiği sigaranın ucunu yaktı. Umursamazdı, vurdumduymaz ve akıl almazdı. Ağzımı açıp ona saydıracakken karnımın açlıkla guruldamasıyla kala kaldım. Bakışlarımı karnıma çevirdim ve bir kez daha sanki içimde aç aslanlar varmış gibi guruldayan karnımla elimi karnıma koyarak Melih'e baktım.

Melih dudağının arasında duran sigarayı parmaklarının arasına aldı ve başını sabır diler gibi iki yana salladı. "Gerçekten hiç doymuyorsun Ahu." Gözlerini vücudumda gezdirdi ve en son bakışları göğüslerimde durdu. "Emre birazdan burada olur. Yiyecek bir şeyler getirecek. Karnını doyururuz." Dedi hala gözleri göğüslerimin üzerindeydi.

Sakince bakışlarımı üzerime çevirince üzerimde sadece beyaz iç çamaşırları olduğunu anca idrak edebilmiştim. Bir hışımla ayakucumuza toplanan çarşafı elime alarak üzerime örttüm. Melih parlayan ela gözlerini gözlerime çıkardı. "Ne yapıyorsun?" dudağının kenarını kışkırtıcı bir şekilde kıvırdı. "Bütün gece üzerimdeydin Ahu..." gözlerini vücudumda gezdirdi ve en son gözlerimde durdu. "Görebileceğim her şeyi gördüm. Hatta daha da fazla kendi tenimde hissettim." Dedi.

Utançtan ve sinirden çılgına dönerek "Melih!" diye haykırdım. Melih, odayı dolduracak kuvvette bir kahkaha attı. Kahkahasının arasında "Ne var? Olan şeyleri söylüyorum." Dedi ve kapı zili sesi duyuldu. Sanırım Emre gelmişti. Melih'le bu konu hakkında konuşmak istemediğim için çarşafla birlikte yataktan kalktım. "Ben duş almaya gidiyorum. Sende kapıya bak!" diyerek odadan çıkmak için bir adım atmıştım ki Melih koluma yapıştı.

"Duş falan alamazsın!

"Neden?"

"Çünkü Emre burada." Ela gözlerinin içinde alevler çıkmıştı. "Emre gittikten sonra alırsın duşunu." Diyerek yataktan kalktı ve kolumu bıraktı. Adımlarını kahverengi çamaşır dolabına doğru attı. Dolabın kapağını açtı. İçinden siyah kalın bir kazak ve siyah bir eşofman altı çıkardı. Elindeki kıyafetlerle yanıma geldi. Bedenimi saran çarşafı düşmesin diye sıkı sıkıya saran elimi tutup çekti. Çarşaf serbest kalmanın etkisiyle bedenimden düştü. Ağzımı açıp Melih'e çıkışacakken Melih benden önce davranarak "Sakın Ahu! Sakın o ağzını açayım deme!" diyerek önümde diz çöktü. Sağ ayak bileğime iki kez yavaşça vurarak "Kaldır ayağını." Dedi. Dediğini yaparak ayağımı kaldırdım Melih'te ayağımdan eşofmanın ayağını geçirdi. Diğer ayağımı da aynı şekilde eşofmandan geçirdikten sonra eşofmanı yukarıya çekeceği zaman elimi elinin üzerine koyarak eğildim. "Ben hallederim." Dedim. Eğildiğim için saçlarım iki yandan öne doğru süzülerek Melih'in omuzlarına değmişti. Melih beni umursamadan eşofmanı çekti. Eşofmanın ipini sıkı sıkıya bağladıktan sonra karnımın üstündeki morluğu öptü. Ben şaşkınca Melih'e bakarken kapının zili bir kez daha çaldı ama Melih zili de umursamadı.

Diz çöktüğü yerden doğruldu ve eline aldığı kazağın baş kısmını genişletti. Burnuma dikkat ederek başımdan geçirdiği kazağın kollarını da geçirdikten sonra kazağın içinde kalan saçlarımı iki eliyle toplayarak kazağın içinden çıkardı ve belime doğru bıraktı. Gözlerini gözlerime dikti. "Vücudunu bana göstermekten çekinmeyeceksin Ahu..." önüme doğru gelen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Ben psikopat bir adamım ve sen başka bir erkeğin gözünden koruyacaksın vücudunu." Sesi sır verir gibi gizemli, aynı zamanda bir suç işleyen biri gibi ürkekti. "Çünkü ben senin vücudundan zerre etkilenmiyorum." Dedi ve aynı anda kapı zili bir kez daha duyuldu Melih beni orada bırakarak kapıyı açmak için odadan çıktı.

Bir süre kapanan kapıya baktım öylece... Daha sonra yatağın üstüne oturarak neden dolduğunu bilmediğim gözlerimden yaş akmaması için uğraş verdim.

Melih böyleydi işte, beni yıkanda oydu. Toplayanda...

Onun bu değişken hallerine kapılarak saçma sapan düşüncelere giren bendim. Her defasında bir sözüyle beni yerle bir eden, yakıp küle çeviren bu adama gücenmeye hakkım var mıydı ki? İşte ben iflah olmaz, terbiye edilmez bir kalbe sahiptim ve kendimde Melih'e gücenmeye hak buluyordum.

Bana her defasında "Yakarım Ahu..." diyordu. Ama çoktan yaktığını göremiyordu. Dün akşam hiçbir şeyden pişman olmadığını tek pişmanlığının beni ağlatması olduğunu söyleyen adam... Her fırsatta beni ağlatıyordu...

Kendimi toparlayarak oturduğum yerden kalktım ve odadan çıkarak merdivenlerden indim. Melih'le Emre'nin sesi salon diye tahmin ettiğim yerden geliyordu. Biten merdivenlerle sol tarafa doğru ilerledim ve tıpkı yatak odası gibi kahverengi ağırlıklı bir solan beni karşıladı. Salonda tek renk beyaz L şeklindeki koltuk ve duvarların krem rengi boyasıydı. Salonda iki tane kahve renkli tekli koltuk ve şöminenin önünde yerleştirilmiş iki tane kahverengi minder vardı. Melih'le Emre kendi aralarında kısık bir sesle bir şey konuşuyorlardı. Beni fark etmeleri için tekli koltuğa doğru ilerledim ve oturdum. Melih'in bakışları bana çevrilirken Emre şen sesiyle. "Günaydın yenge" dedi. Bakışlarımı Melih'in gözlerinden çektim ve Emre'ye baktım.

"Günaydın."

"Nasıl hissediyorsun bugün yenge? Ağrın var mı?" diye sordu Emre.

Oturduğum yerden doğruldum. Elimi burnumun üzerindeki sargı bezinin üstünde gezdirdim. "Burnum kırılmış mı?" diye sordum. Emre bütün dişlerini gösterecek şekilde sırıttı. "Yok, yenge kırılmadı. Sadece çatlak vardı onu da ameliyat ile düzelttik." Dedi. Başımı anladığımı belirtir bir şekilde salladım. Melih'te bu arada araya girerek "Emre sen Ahu'nun pansumanını yap." Dedi. Başıyla da bana L koltuğa gelmemi işaret ediyordu. L koltuğa gelince Melih ayağa kalktı. Emre, benim karşıma geçti yanında getirdiği ecza çantasının içinden gerekli malzemeleri çıkartarak burnumu pansuman yapmaya başladı. Melih pansuman esnasında yanımızda durmak istememiş olacak ki Emre'nin getirdiği eşyaları mutfağa taşıdı. Pansuman bitince Melih salona girdi. Bakışlarını Emre'ye dikerek "Ahu kaç güne toparlanır Emre?" diye sordu. Emre eşyaları ecza çantasına toplarken "İki gün yeterli abi." Dedi. Melih başını tamam der gibi salladı. Emre biten işiyle birlikte gitmek için kalktığında Melih'le birlikte dışarıya çıktılar. Kapının önünde on-on beş dakika konuştuktan sonra Emre arabasına binerek buradan uzaklaştı.

Melih içeriye girince hiçbir şey olmamış gibi Emre'nin getirdiği yiyeceklerden yemiş, karnımızı doyurmuştuk. Daha sonra ben banyoya girerek duş almıştım. Duştan çıktıktan sonra evi gezerek merakımı giderdim. Ev iki katlı, kahverengi ağırlıklıydı. Alt katta banyo, mutfak ve salon vardı. Üst katta ise yatak odası ve bir çalışma odası vardı. Evin etrafında ve yakınlarında hiçbir ev ya da market yoktu. Burası tek kelimeyle ıssız ve sessiz bir yerdi.

Emre iki gün boyunca buraya gelerek burnuma pansuman yapmış ve Melih'le gizli saklı konuşmuşlardı. En son geldiği gün Aslı'nın benim için hazırladığı kıyafetleri de getirmişti. Melih bu iki günde sürekli telefon konuşması yapmış, mecbur kalmadıkça benimle konuşmamıştı. Sadece akşam ben uyumadan önce "Yarın erken kalk Ahu, seninle bir yere gideceğiz. "dedi ve arkasını bana dönerek uyudu.

***

Sabahın erken saatinde, daha kargalar bokunu yemeden Melih'in arabasına binmiş ve yola çıkmıştık. Belki elli defa Melih'e nereye gittiğimizi sormuş ama tek bir cevap bile alamamıştım. Aldığım tek cevap Melih'in kocaman sessizliğiydi. Zaten bulunduğumuz ev Allahın unuttuğu bir yerdi ve ana yola ulaşmamız iki saatimizi almıştı. Ana yola girdikten yarım saat sonra Melih arabanın direksiyonunu sola doğru çevirdi ve ormanlık bir yola soktu bizi. Sürekli sigara içerek araba kullanan sessiz Melih'in bu haline dayanamayarak "Nereye gidiyoruz Allah aşkına?" diye sordum.

Melih bana yine cevap vermeyerek arabayı sürmeye devam etti. Sıkıldığımı belli eden bir nefes verdim ve bakışlarımı yanımdaki pencereye çevirdim. Etrafı inceleyen gözlerim tanıdık gelen dar ormanlık alana girince şaşkınlıkla açıldı. Burası Tekin'i takip ettiğim ve izbe bir fabrikada bir adamı dövdüklerini gördüğüm ormanlık yoldu. Bakışlarımı yoldan çevirmeden "Melih burası?" dedim sorar gibi ve daha lafım bitmeden Melih aracı ormanın içine sürdü. Birkaç dakika sonra gözlerimin odağına o günkü izbe eski fabrika girdi. Fabrikanın önünde ise Çağlar, Ufuk, Osman ve Mehmet abinin arabasını gördüm. Melih arabayı eski fabrikanın önünde durdurdu. Arabadan inerek benim yanıma geldi kapımı açtı. "İn aşağıya Ahu." Dedi.

Hissizleşen ayaklarıma zar zor komut vererek oturduğum yerden kalkarak arabadan dışarıya çıktım. Melih kapıyı sert bir şekilde kapattı ve otomatik kilitle arabayı kilitledi. İri ellinin içine elimi alarak kendisiyle birlikte beni eski fabrikaya doğru sürükledi. Boşta kalan elimle kolundan tutarak onu durdurdum.

"Ne işimiz var burada?" diye sordum. "Girmek istemiyorum içeriye."

"Soru sorma Ahu! Sadece yürü!" diyerek tekrar yürümeye başladı. Küf kokan merdivenleri çıkınca kulağıma derinlerden birilerinin ağlama sesi geldi. Melih'in elini korkuyla sıktım. Melih beni önemsemeden yürümeye devam etti. Her attığımız adımda o ağlamaklı ses daha da çoğalıyordu. Demir kapının önünde durunca Melih elimi bırakmadan ayağıyla kapıya tekme attı. Birkaç saniye sonra kapı büyük bir gürültü bırakarak açıldı. Kapıyı açan kişi Osman'dı.

Osman'ın üzerinde ki siyah gömlekte küçük kan lekeleri vardı. Gözlüğünün camına da sıçramıştı kan lekesi. Korkuyla Melih'e sokuldum. Melih gözünün ucuyla bana bakarak bakışlarını Osman'a çevirdi. "Her şey hazır mı?" diye sordu. Osman "Hazır abi."diyerek içeri girmemiz için önümüzden çekildi.

İçeriye girince ilk dikkatimi çeken ve gözlerimin şaşkınlıkla açılmasını sağlayan görüntü Numan'dı.

Numan'ın üstü çıplaktı. Altında sadece pantolon vardı ve elleri iki yandan yukarıda demir zincirle bağlanmıştı, ayakları da aynı şekilde bağlıydı. Her yerinden kanlar akıyordu. Sağında Çağlar, solunda Ufuk duruyordu. Numan'ın üzerinden gözlerimi ayırmama sebep olan ses sağ tarafımızdan geldi. Bakışlarımı sağ tarafa çevirince şaşkınlıkla ağzımdan kaçan çığlığa engel olamadım. Küçük, etrafı demir parmaklıklarla kaplı olan, kafes gibi bir şeyin içinde, ayakları incirle bağlanmış Rüya ve Duygu vardı. İkisinin de ağzı bantlıydı ve ikisi de feryat figan içinde ağlıyordu. Mehmet abi demir parmaklıklı kafesin önünde arkası onlara dönük bir şekilde duruyordu.

Şaşkındım... O kadar çok şaşkındım ki bu şaşkınlık korkumun önüne bir sis bulutu gibi geçmişti. Olduğum yerde kendi etrafımda bir tur döndüm. Düşünceler beynimi kemirirken gözyaşlarım gözlerimi zorluyordu. Tedirgin bakışlarımı Melih'e çevirdim. "Beni neden buraya getirdin?" diye sordum. Melih elini omzuma koydu ve kolumu sıvazladı. Zehirli yeşiller bulaşan bakışlarını bana dikti.

"Yapacaklarımı görmen için seni buraya getirdim Ahu!" dedi sıradan bir şeyden bahseder gibi. Kolumu Melih'in dokunuşundan kurtararak bir adım geriye gittim. "Bu insanlara işkence mi yapacaksın?" başımı inanamazca iki yana salladım. "Sen polis değilsin! Sen kendi adaletini sağlayamazsın. Bunun için devlet var. Polise şikâyet edelim, herkes kendi işini yapsın!" dedim. Melih bir adım geriye attığım için aramızda oluşan mesafeyi kapattı. Eliyle çenemden tutarak beni kendine yaklaştırdı.

"Devlette benim! Poliste!" alnını alnıma dayadı. "Kendi adaletimi ben sağlarım! Ve sen Ahu... Benim burada yaptığım her şeyi izleyeceksin!" dedi ölüm barındıran sesiyle. Önce alnını alnımdan çekti daha sonra elini çenemden. Koyulaşan ela gözlerini yaşlı gözlerimden çekmeden "Ayıltın şerefsizi." Demesiyle Numan'ın kafasından aşağıya bir kova dolusu suyu döktü Ufuk. Numan'ın acı dolu inlemesine sağ tarafımızda kalan kafesin içindeki Duygu ve Rüya'nın sessiz iniltileri karıştı. Bir anda Melih'in koluna yapıştım. "Ne olur yapma Melih! Lütfen dur..." dedim.

Melih kolunu elimin esaretinden kurtardı. Bana arkasını döndü ve beni hiç umursamadan gömleğinin kollarını katladı. Sert adımlarla Numan'ın yanına ilerledi. Yumruğunu Numan'ın burnuna geçirdi. Numan acıyla inlerken ben gözlerimi dehşete düşmüş gibi kocaman açtım. Çünkü Melih öyle sert vurmuştu ki Numan'ın burnunun kırılma sesini duyduğuma yemin bile edebilirdim. Melih bir kez daha aynı şekilde yumruğunu Numan'a geçirdi. Rüya ve Duygu çırpınmaya başlayınca Osman elinde tuttuğu demir sopayı, kafesin parmaklarına indirdi. Rüya ile Duygu'nun korku içinde çırpınışları had safhaya çıkmıştı. Melih'in yumruklarına dayanamayan Numan bir kez daha bayıldığında Melih kanlı ellerini turkuaz gömleğinin üstüne sildi. "Ayıltın!" diye bağırmasıyla bu kez Çağlar su dolu kovayı Numan'ın başından aşağıya döktü.

Melih, elleri, ayakları zincirle bağlı olan Numan'ın neresine geldiğini önemsemeksizin vuruyordu. Numan dayanamadığı her yumrukta bayılıyor ve Çin işkencesi gibi bir kova suyla ayıltılıyordu. Rüya ve Duygu ise çırpındıkça Osman elinde ki demir sopayla parmaklıklara vuruyor, kulakları sağır eden bir ses çıkartarak onlara psikolojik şiddet uyguluyordu. Benim ise gözlerimden yaşlar akıyor, bağırıyor, Melih'e durması için feryat ediyordum ama ne Melih beni önemsiyordu ne de içeride ki diğer adamlar.

Bedenim histerik bir titremeye gebe kalmıştı sanki. Bütün kemiklerimin bile zangır zangır titrediğini hissediyordum. Eski fabrikada, bu ruhsuz adamların işkencelerini izlemek aslında bana da işkence oluyordu. Yaşlı gözlerimi tek tek hepsinin üzerinde gezdirdim. İlk önce gözlerimi Mehmet abiye çevirdim. Mehmet abi emanetim diye ortalıkta gezindiği Rüya'nın işkence görmesine bir tepki vermiyordu. Yüzü sertti, duygusuzdu. Sonra Osman'a baktım. Osman da tıpkı Mehmet abi gibi duygusuzdu. Bakışlarım bu kez Çağlar'ı buldu. Çağlar normalde de sert ve duygusuzdu ama şimdi acımasız bir canavara benziyordu. Mavi gözleri Melih'in Numan'a attığı her yumrukta parlıyordu. Ufuk'un da Çağlar'dan kalır bir yanı yoktu. Yeşil gözleri öldürücü bir bataklığa benziyordu. En son gözlerim Melih'in üzerinde durdu. Melih'in arkası bana dönüktü ama gerilen sırtını ve omzunu görebiliyordum. Ellerinden Numan'ın kanı akıyordu. Bu durum benim midemin bulanmasına sebep oldu.

Daha fazla bu görüntülere dayanamayarak gözlerimi kapattım ve var gücümle "Yeter!" diye bağırdım. "Yeter artık! Durun yapmayın! Yeter!" gözlerimi açmamla gözümden iki damla yaş yanaklarıma doğru süzüldü. Arkamı döndüm ve demir kapıya doğru koştum kapıyı açmaya çalışırken aynı zamanda da konuşuyordum. "Açın kapıyı! Buradan gitmek istiyorum." Kapı kilitli olduğu için açılmıyordu bu kez yumruk yaptığım ellerimi kapıya vurdum. "Açın şu kapıyı!" diye çığlık çığlığa bağırdım.

Melih yanıma geldi ve beni sert bir şekilde kolumdan tutarak çekiştirdi. Duygu ve Rüya'nın kaldığı kafesin önüne beni getirdi. Çenemi kopartmak ister gibi tuttu ve yüzümü onlara çevirdi. "Bak... Bak bunlar seni öldürmek istedi! "Sesi gür ve sertti "Sana acımadan işkence ederek öldürmek istediler! Ama sen bunlara yaptığım işkenceye tahammül ediyorsun! Oysa ben daha onlara elimi bile kaldırmamışken sen bu işkenceye bile dayanamıyorsun!" çenemi biraz daha sıkarak "İyi bak Ahu çünkü bunların dağılmamış yüzünü son kez göreceksin!" dedi. Çenemdeki elinden çırpınarak kurtuldum. "Ne diyorsun anlayamıyorum?" diye sordum.

"İki ay, sekiz gün boyunca hapis yatacaklar. Bütün pis işlerden içeriye girmiş kadın kovuşunda kalacaklar ve her gün hemcinslerin den işkence görecekler, dayak yiyecekler. Tıpkı senin kendileri gibi bir kadın olduğunu unutarak sana saldırdıkları gibi onlara da saldıracaklar!"

"Melih-"

"Sus Ahu sakın konuşma! Ben seni bulana kadar tam tamına iki saat sekiz dakika geçmişti. Onlar bunun bedelini ödemek zorunda."

Bakışlarını Mehmet abiye çevirdi. "Değil mi Mehmet abi?" diye sordu sesinde küfreder gibi bir ima vardı. Mehmet abi "Ödemek zorundalar aslanım." Dedi Mehmet abi sanki bu bedeli ödeyen arkadaşının emaneti değilmiş gibi sarf etti kelimeleri. Melih'i göğsünden sert bir şekilde ittirdim. "Hepiniz kafayı yemişsiniz!" gözlerimi hepsinin üstünde gezdirdim. "Siz hepiniz canavarsınız..." diye bağırdım. Melih kaşlarını alayla havaya kaldırdı.

"Canavarız öyle mi?" diye sordu. Daha cevap vermemi beklemeden "Çağlar ayılt adamı!" dedi bugün kaçıncı kez bayıltıp ayılttıkları adamı bir kez daha ayılttılar. Melih benden uzaklaşarak Numan'ın yanına gitti. "Sen daha canavar görmemişsin Ahu." Eline yerdeki kerpeteni aldı. "Madem bize canavar dedin. Eee bizde bu canavarlığın hakkını verelim öyleyse." Diyerek Numan'ın el tırnaklarını çekmeye başladı.

Numan'ın ölümü andıran inlemesine benim çığlıklarım karışıyordu ama Melih yinede durmadı Numan'ın bütün tırnaklarını tek tek söktü. Numan'ın acılı inlemesi içerideki herkesi memnun ediyordu. Arkamı bir hışımla dönerek koştum. Kapıyı tekmelemeye, yumruklamaya başladım. Gözümden akan yaşlarla "Hepinizden nefret ediyorum. Bırakın beni! Açın şu kapıyı!" diye bağırdım. Ağlamam şiddetlenmiş, bağırmalarım kulakları sağır edecek kadar çoğalmıştı. Eski fabrikada çığlıklarıma gölge düşüren ses beş el patlayan silah sesiydi.

Yönüm kapıya dönüktü ve ben arkamdan gelen silah sesinin çıkardığı kurşunun kime isabet ettiğini görmeye cesaret edemiyor, bir türlü bakışlarımı arkaya çeviremiyordum. Sadece birkaç saniye sonra Melih yanıma geldi. Önünde durduğum demir kapıyı açtı. Kolumu tuttu ve gözleri üzerimdeyken arkadakilere hitaben konuştu. "Bu şerefsizin leşini kimsenin bulamayacağı, köpeklerin parçalara ayıracağı bir yere atın." Numan'ı öldürmüştü. Melih cani bir katildi. "Mehmet abi sende ne yapman gerekeni biliyorsun. Bu ikisini hemen karakola teslim ediyorsun ve bunlar iki ay sekiz gün içeride yatıyor." Diyerek zaten kolumu kavrayan elini biraz daha sıkarak beni bu ortamdan tabiri caizse sürükleyerek çıkardı.

Merdivenlerden beni sürükleyerek düşe kalka indirdi ve dışarıya çıkardı. Arabasının önüne gelince kolumdan beni itti. Kalçam arabanın kapısına çarptı. Melih üzerime doğru beni parçalamak ister gibi geldi. Kanlı ellerini iki yanıma dayayarak beni araba ile kendi arasında sıkıştırdı. Gömleğine bulaşan Numan'ın kanı benim üzerimdeki kazağa bulaşıyordu. Melih başını aşağıya eğerek zehirli yeşiller bulaşan elalarını yaşlı kahvelerime dikti.

"Senin derdin ne Ahu?" gözlerinin etrafına oturan yeşil, ela damarlarının çizdiği yolu izledim. "Senin derdin ne Allah'ın belası?" Diye kükredi. Gözlerim irileşti ama tepki veremedim, aralıklı dudaklarımla öylece ona baktım. "Ölecektin" derken kaşlarını çattı. Nefesimi tuttum onu izledim.

"Sen ölecektin! Bir daha beni engellemeye kalkma!" işaret parmağını tehditvari bir şekilde salladı. "Bir daha bana sesini yükseltme! Bir daha bana sakın emir vermeye kalkma Ahu!" diye dişlerinin arasından tısladı.

Gözlerimi gözlerinden kaçırmak istedim, yapamadım. O bana böyle alev alan gözlerle bakarken, gözlerimi onun gözlerinin esaretinden çekemedim. Dudaklarımı aralayıp konuşacakken, Melih benden önce davrandı.

"Hala göremiyorsun." Derken kaşları biraz daha çatıldı. İki kaşının ortasında oluşan çizikte yok oluş vardı. "Sen, bende ki yerini hala göremiyorsun." Yutkundu. Yutkununca bu kez âdem elması bile aramızdaki büyüyü bozmamak için ses çıkarmadı. "Olmadık hayallere kapılıyorsun. Sana iki güzel söz söyleyince, azıcık alttan alınca bende ki yerini şaşırıyorsun. Bende ki yerini gör Ahu. Sen benim intikamımın sıradan bir parçası olmanın dışında hiçbir şey değilsin!"

Melih tam gözlerimin içine bakarak bu acımasız sözleri sarf etmişti. Yine beni yakıp yıkmış, bu kez dudağından dökülen sözcüklerle kalbimi tutuşturmuştu.

Bir külü bile yakan adamdı o, beni mi yakamayacaktı?

Gözümden akan yaşları önemsemeden gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Kaç kez benim ruhumu öldürdüğünü unuttuğum adam bir kez daha benim ruhumu ateşine atmış ve cayır cayır yakmıştı. Sadece iki gün önce unutamayacağım şeyler itiraf etmişti bana. Yaralıyken "Kurban olduğum " demişti. Meğer "Kurban olurum" derken beni kendi ateşine kurban etmeyi hesaba katmamıştı. Uzamış sakallarının kapladığı yanağına elimi kaldırarak dokundum.

"Bana bunları söyleyen adamla, iki gün önce bana itirafta bulunan adam aynı kişi mi? " diye sordum. Melih gözlerini kapattı. "Sana söylediklerimi unut demiştim." Dedi bir yılan gibi tıslayarak. "Peki" derken yutkundum. "Bunları unuttum diyelim. Ben yaralıyken bana söylediğin o sözü de mi unutayım?" diye sordum. Melih gözlerini açtı. "Ahu" diye ikaz etti beni. Durmadım.

"Bana kurban olurum dediğini de unutayım mı?"

"Öylesine söylenmiş bir sözdü o unut gitsin!" diye bağırdı. Elini arabaya vurarak "Benimle ilgili her şeyi unut. "

"En çok gözümden akan yaşlar için pişman olduğunu söyledin. Yalan mıydı?" parmaklarımı sakalarında gezdirdim. "En çok beni ağlattığın için pişmandın. Neden şimdi beni ağlatıyorsun Melih?"

"Sana o zaman da söyledim Ahu. Söylediğim her şeyi unutacaktın. Bugün senin söylediğin şeylerin hiçbir hükmü yok bende. Senin ağlaman umurumda bile değil!" dedi beni öldürmek ister gibi.

"Yalancı..." dedim ve devam ettim. "Yalan söylüyorsun."

Melih, dudaklarına sinsice bir gülümseme yerleştirdi. Bu gülüş ateş olan bir adama göre oldukça soğuk ve korkutucuydu.

"Sen benim kölemsin, bende senin sahibinim. Canım sana yalan söylemek isterse söylerim. Sen kimsin ki? " işaret parmağıyla çenesine dokundu düşünür gibi yaptı. "Sen katil bir babadan, katil bir anadan dünyaya gelen değersiz birisin." Dedi. Sözleri sanki keskin bir bıçakmış gibi kalbime saplandı. Kurduğu her bir harf beni öldürdü. Melih'in dudaklarından dökülen cümleler bu zamana kadar beni hiç bu kadar acıtmamıştı.

Önce Melih'in yanağında duran elimi indirdim. Daha sonra titreyen dudaklarımı oynatarak "Senden nefret ediyorum!" dedim sesim fısıltılıydı ama sözlerim bir fırtına olup Melih'in yüzene saplandı. Melih sarsıldı ve gözlerinde gördüğüm ufacık bir pişmanlıkla gözlerime baktı. Elimi göğsüne koyarak var gücümle ittim onu. Kendi isteğiyle bir iki adım geriye giden Melih'e doğru işaret parmağımı sallayarak konuştum.

"Bıktım... Bıktım anladın mı? Senden de nefret ediyorum. Senin bitmek tükenmek bilmeyen intikamından da." Bu kez işaret parmağımla kendimi gösterdim. "Öldür beni! Öldür de kurtulayım senden! Öldür ki senin bu saçma intikamın bitsin!" gözyaşlarım yanağımda yol çizerken Melih bana doğru bir adım attı "Ahu" diye fısıldadı. Elimi havaya kaldırarak onu durdurdum.

"Keşke o adam beni öldürseydi. Keşke o adamın canice tecavüzüne uğrayarak ölseydim!"

"Kes sesini Ahu!"

"Senden nefret ediyorum." İşaret parmağımla eski fabrikayı gösterdim. "O adam benim bedenimde yaralar açtı. Bir gün bedenimde ki yaralar iyileşecek. Ama sen... Sen benim ruhumda yaralar açıyorsun. Asla iyileşmeyecek yaralar açıyorsun!" diye bağırdım. Melih bana yaklaştı. "Ahu" diyerek elini bana uzattığında.

"Dokunma bana!" diye bağırdım. " Bir daha bana dokunmayacaksın! Benimle konuşmayacaksın! Bana yaklaşmayacaksın! İntikamını alana kadar senin yanında duracağım ve biten intikamından sonra ölsem bile senden siktir olup gideceğim!"

Melih büyükçe yutkundu. Bir şeyler söylemek için dudaklarını aralayıp geri kapattı. Bakışlarımı Melih'ten çektim. Olabildiğince ruhsuz bir sesle "Aç arabanın kapısın eve gitmek istiyorum." Dedim. Melih hiçbir şey söylemeden arabanın kapısını otomatik kilitle açtı. Açılan arabayla içine girdim ve oturdum. Melih'te sürücü koltuğuna geçince arabayı çalıştırdı. Yollar altımızdan akıp giderken ikimizde ağzımızı açıp tek kelime etmedik.

***

Melih arabayı kendi evinin önünde durdurunca onu beklemeden arabadan indim kapıyı çaldım ve kapıyı açan Sevgi Hanıma hiçbir şey söylemeden içeriye girdim. Merdivenleri hızlı hızlı çıkarak annemin kaldığı odaya girdim. Kapıyı açtığımda Aslı annemin başucuna sandalye çekmiş ve kitap okuyordu. Gözlerimi Aslı'ya değdirmeden annemin yanına gittim ve kollarının arasına girdim.

Aneminde beni sarmasıyla yol boyunca tuttuğum gözyaşlarım gözpınarlarımdan düşerek intihar etti. Anneme biraz daha sıkı sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Kısa bir süre sonra odanın kapısı kapanınca Aslı'nın odadan çıktığını anladım. Annem saçlarımı okşuyor, sayısız öpücüklerini saçlarıma bırakıyordu. Annem konuşamadığı için neden ağladığımı soramıyordu ama neden ağladığımı tahmin ettiğini biliyordum.

Zamanında yanlış bir adım sevmiş ve sonuçlarını hiç akıl edememişti. Bilseydi sonuçlarının bana dokunacağını sever miydi ki babamı? Sevmezdi... Ama olan olmuştu babamla annemin kurduğu planda daha ben doğmadan harcanmıştım. Annemin bahar kokusunu içime çekerek ağlamaya devam ettim. Ağlamaktan yorgun düşen bedenim yüzünden annemin kolları arasında uykuya daldım.

***

Sabah erken saatte uyandın. Annemin kolları arasından çıkarak mutfağa indim. Mutfakta kahvaltı hazırlayan Sevgi Hanımın yanına giderek telefonunu istedim. Sevgi Hanımın telefonundan Tunç'u arayarak beni gelip almasını istedim. Sevgi Hanımın Melih'in haberi olmadan evden gitmemem için direttiği tüm ısrarları hiçe sayarak bir saat sonra eve gelen Tunç'la Melih'in evinden ayrıldım. Tunç yol boyunca bana ne olduğunu sormuş, sürekli benimle konuşmaya çalışmıştı. Kendi evimize gelince salonda dedem ve babamın sesleri yankılandı. Yürümeye bile mecali kalmayan ayaklarımı Tunç ile birlikte salona yönlendirdim. Dedem ve babam gözlerini televizyona dikmiş ağza alınmayacak küfürler ediyorlardı. Tunç'la birlikte bakışlarımızı televizyona çevirdiğimizde bir haber kanalında Duygu ve Rüya'nın elleri kelepçeli bir şekilde yanlarındaki polislerle karakola götürüldüğünü gördüm.

Haber kanalında ki spiker haberi sunmaya başlayınca pür dikkat ekrana kilitlendik.

"İstanbul'un saygın ünlü iş adamı Melih Kılıçaslan'ın nişanlısı Ahu Demir'i darp ettikleri iddiası ile polis karakoluna getirilen Rüya Çelik ve Duygu Sarcan'ın ifadeleri alınacak. İçeriden aldığımız bilgilere göre Rüya Çelik ve Duygu Sarcan'ın ifadeleri alındıktan sonra mahkemeye çıkarılacak." Diye konuşmasını sonlandıran spiker başka bir haberi sunmaya geçti.

Babam oturduğu yerden bir hışımla kalkarak bana yaklaştı. "Bu söylenenler doğru mu Ahu?" diye çıkıştı. Babama hiçbir tepki vermeden öylece öfkeden kızaran mavi gözlerine baktım. Tunç babamla benim arama girerek iki eliyle yüzümü kavradı. "Ahu güzelim doğru mu bu haber?" diye sordu. Tunç'un ellerinin üzerine ellerimi koydum. "Abi..." diye fısıldadım. Tunç "Ahu eğer doğruysa " derken kaşlarını çattı. Çatılan kaşlarının ortasında kırışan çizgilerde çoktan kabulleniş vardı. Gözümün pınarlarında biriken gözyaşları yerini beğenmemiş gibi yanaklarıma aktı. Tunç, gözyaşımı gözleriyle takip etti. Daha sonra kıvılcım çakan açık kahve gözlerini gözlerime çıkardı. Bana asırlar gelen ama sadece birkaç saniye süren bakışmamız Tunç'un beni kendine çekerek sarılmasıyla son buldu. Yüzüm Tunç'un geniş göğsüne yaslıyken ağlamaya devam ettim.

"Ağlama abim..." diyerek dudaklarını saçlarıma bastırdı. Ama ben ağlamaya devam ettim. Tunç'un beline sıkı sıkıya sarılırken konuştum. "Çok canım acıyor abi." Dedim. Tunç acıyan canımın acısını almak ister gibi saçlarımın dibini öptü.

"İçimde bir yerlerde boşluk var abi... İşte o boşluk benim canımı çok acıtıyor." Dedim ağlamaklı sesimle. Tunç beni kendine biraz daha çekerek sarıldı, dudaklarını bu kez alnıma bastırdı.

"Acımasın canın güzelim... Senin canın artık acımasın!"

BÖLÜM SONU

Loading...
0%