Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm

@esranurozer

Bölüm şarkısı: Şebnem Ferah: Eller Günahkar

Bazen, kendini boşlukta sallanıyormuş gibi hissedersin. Dört bir tarafın kocaman kara boşlukla doludur ve sen ne tarafa adım atarsan at o boşluğun içine düşersin. Adım atamazsın ama o boşlukta sallanıp durursun. Sonra zaman geçer ve bir cesaretle o kocaman kara boşluğa adım atmak istersin. Öleceğini bile bile o adımı atmak istersin.

Bende öyle yaptım, kapıma kadar gelip çatan cesaretime kapıyı açtım. Yetmedi cesaretimin elinden tutup kaçtım. Daha önceden defalarca yapmayı düşündüğüm ama bir türlü cesaret edemediğim eylemimi nişan günümde hiç düşünmeden yaptım.

Kaçtım.

Vuslat sandığım sona yetişemeden, Melih Kılıçaslan'ın cehennem ateşine yakalandım.

Melih ağlama krizim bitine kadar tek kelime etmeden başımda beklemiş ve biten ağlama krizimden sonra kollarımdan tutarak beni kendi arabasına bindirmişti.

Şimdi fersiz ve ağlamaktan yanan gözlerimle arabanın camından akıp giden yolu izliyorum. Ne ben konuşuyorum ne de Melih. Arabanın içinde nefes alış verişlerimizin dışında, kocaman bir ölüm sessizliği vardı. Bir süre daha devam eden sessiz ve korku dolu yolcuğumuzu Melih'in sert sesi bozdu.

"Nereye gidiyordun Ahu?" dişlerinin arasından sorduğu soruya tek cevabım kocaman bir sessizlik oldu.

"Sana soruyorum nereye gidiyordun?" kükremesiyle dışarıya doğru dönük olan yönümü Melih'e çevirdim. "B-ben..."

"Sen ne ha... Sen ne?" direksiyona vurdu. "Bana cevap ver Ahu! Nereye kaçıyordun?" bir kez daha direksiyona vurdu ve arabanın hızını arttırdı. Gözpınarlarımı terk eden gözyaşlarım tekrar gözlerimi doldurdu. Ağlak bir sesle "Melih, yavaşla lütfen." Dedim. Başını iki yana sallayarak "Cık, cık sorumun cevabı bu değil." diyerek arabanın hız limitini biraz daha arttırdı. Korkudan yerinden çıkacak kadar hızlı atan kalbim ve şok olmuş gözlerle Melih'in yüzüne baktım. Sinirden kaskatı kesilmiş çenesi, alnında atan mavi yeşil belirginleşen damarı, alev alev yanan ela gözleri ve direksiyonu sıkmaktan beyazlaşan parmak boğumlarıyla oldukça öfkeli olduğu apaçık ortadaydı.

"Melih kaza yapacağız dur ne olur." Dedim, sakin ve uysal bir sesle. Melih bana cevap vermedi arabanın hızını arttırarak gaza yüklendi. Kalbim korkudan deli gibi çarparken, ürkek bakışlarım, alev alan sert gözlerini buldu. "Delirdin mi? Ne yapıyorsun?" diyerek bağırdım. Nefes alışverişlerim hızlanmış korkuyu her bir zerremde hissediyordum.

Direksiyonu saran elinin kemikli sırtından geçen damarların bile belirginleştiğini gördüğümde büyükçe yutkunup "Melih dur artık!" diyerek bir kez daha bağırdım.

"Peki, sen ne zaman duracaksın Ahu?" tehlike kokan sesiyle kahverengi gözlerimi koyu ela gözlerine diktim. Benden bir cevap alamayınca direksiyonu tutan elinin avuç içini bir kez daha direksiyona vurdu. "Sen ne zaman o olmayan aklını başına alacaksın?" biraz daha hızlandı. "Ne zaman bu küçük beynine benden kurtulamayacağını kazıyacaksın? Ne zaman? Asıl sen ne zaman duracaksın Ahu?" diyerek bağırdı. Öfkeden deliye dönmüştü, burnundan soluyordu.

"Yeter artık Melih, dur." Dedim korku dolu bir sesle. Melih, durmadı alev alan sert ela gözleri kahve gözlerimi buldu. Arabanın hızını düşürmedi ama yükseltmedi de.

"İstersem durabilirim tabi Ahu... Ben istersem durabilirim." Sakin sesiyle ağzından dökülen sözcükleri anlam vermeye çalışıyordum.

"Bu hayatı sen seçtin Ahu... Sen benim kurallarıma göre yaşamayı seçtin... Ama yine sen kural ihlali yapıyorsun." Diyerek kükredi. "Ben seçmedim... Sen beni bu lanet olası hayatı seçmeye mecbur bıraktın." diyerek bende ona doğru kükredim.

"Kıs o sesinin ayarını!" dişlerinin arasından tıslar gibi konuştu.

"Kısmıyorum... Kısmayacağım." Diyerek bir kez daha bağırdım. Kaşlarını havaya kaldırdı sağ dudağını yukarıya kıvırarak, her zamanki tehlikeli gülüşünü yüzüne yerleştirdi. "Peki." Dedi başını aşağıya yukarıya salladı.

"Bu oyunu şimdi burada bitirebilirim Ahu... Görüntüleri bir karakola götürüp veririm, anneni tedavi gördüğü hastaneden alırım ve seninle birlikte annenin bu hasta haliyle cinayetten dolayı ceza evinde çürümesini büyük bir zevkle izleyebilirim." Dedi ruhsuz sesiyle, gözlerimden akan yaşlarla Melih'e baktım. Ama o bana değil yola bakıyordu. Öfkesi gözünü kör etmişti yine. "Melih, hayır." Dedim başımı iki yana deli gibi sallıyordum.

"Ya da bu arabada ikimizi de öldürerek her şeye bir son verebilirim... Ne dersin Ahu? Bunu yapabilirim. Sende sonsuza dek kurtulursun bu lanet diye bahsettiğin hayattan!" gaza yüklendi. Şimdi araba çok fazla hızlıydı. İki elimle arabanın penceresinin üstünde bulunan tutacaktan tuttum.

"Melih, dur." durmadı.

"Sana diyorum dur. Kaza yapacağız." beni duymadı.

Karşımızda birkaç metre uzağımızda bize doğru gelen arabanın üzerine doğru son suratla arabayı sürüyordu. "Melih dur diyorum dur." Dedim bir kez daha kesik kesik nefes alıp veriyordum. Melih bütün algılarını kapatmış arabayı sürüyordu. Bizi ölüme götürdüğünü bile bile bunu yapıyordu. Arabaya çarpmak üzereydik gözlerimi kapatarak ellerimi yüzüme kapattım var gücümle "Korkuyorum dur! Dur artık dur!" diyerek hıçkırıklar içinde bağırdım.

Araba ani bir sarsıntıyla durdu. Ellerimi yüzümden çekmedim, hıçkırıklar içinde bağırarak ağlıyordum. Ölmemiştik ama ölümün korkusunu hissettirmişti bana. Ellerimi koca elleriyle tutup yüzümden çekti. Hala gözlerim kapalıydı ve ben hala ağlıyordum.

"Aç gözlerini Ahu." Diyerek kollarımdan sarstı beni. Gözlerimi açmadım, gözlerimi açıp ta onun zafer kazanmış gibi parlayan ela gözlerini görmek istemedim. Gözlerimle beni tükettiğini görmek istemedim. Ama Melih durmadı tekrar beni kollarımdan sarsarak "Lafımı ikiletme... Aç şu gözlerini!" öfke yüklü sesine daha fazla maruz kalmak istemediğimden, yaşlı kahve gözlerimi araladım. Görüş alanıma giren koyu ela gözlerinde daha önce hiç görmediğim bir duygu vardı. Adını koyamadığım bir duygu. Kollarımda duran iri ellerini kollarımdan çekti. İki elleriyle yüzümden tutarak gözlerini gözlerime dikti.

"Şimdi hiç bunları yaşamamışız gibi... Sen hiç kaçmamışsın gibi... Biz çok mutlu bir çiftmişiz gibi... Nişanımızın olacağı mekâna gideceğiz ve nişanlanacağız. Anladın mı beni Ahu?" dedi soğuk ve sert sesiyle. Sadece başımı evet der gibi salladım. Yüzümde olan sağ elini çeneme indirerek çenemden tuttu "Anladın mı beni Ahu?" diye tekrar sordu. Çenemdeki elini elimle iterek çenemi serbest bırakmasını sağladım "Anladım " dedim ruhsuz bir ses tonuyla. "Güzel" diyerek arabayı tekrar çalıştırdı ve normal bir hızla yolda ilerledi.

Sesli hıçkırıklarım yerini sessiz çığlıklarıma bırakmıştı. Bir türlü durdurmayı başaramadığım gözyaşlarım yanaklarımdan sessizce süzülüyordu. Şu yaşadığım üç yılda bütün özgürlüğüm son bulmuş her bir yanım demir parmaklıklarla örülmüştü. Buna belki benim varlığım, belki de ailemin varlığı sebep olmuştu.

Evet, bu üç yılda o kadar çok şey değişti ki mesela sözde ailem diye bahsettiğim ailemden artık sözde ailem diye bahsetmiyorum. Bana bizim bu durumda neden olduğumuzu, aslında beni çok sevdiklerini ama zamanında annemle babamın canına kıydıkları adam yüzünden benden uzak durduklarını. Asla beni yok saymadıklarını ama bu şartlar altında benim öğrenilmemem gerektiğini, sırf bu yüzden benden uzak durduklarını ama ne yaparlarsa yapsınlar sonunu değiştiremediklerini ve beni bu cehenneme atmak istemedikleri halde, ölen adamın yeğeni Melih Kılıçaslan'ın beni bulmasını engelleyemediklerini anlattılar. Bana ne kadar saçma ve mantıksız gelse de söylediklerine inanmak istedim. İçimde kanatları kırık, kalbi yaralı küçük kızın sesini dinlemek istedim. Yıllarca baba hasreti çekmiş, tek isteği babasının elini tutarak pamuk şeker yemek isteyen içimde ki küçük kızın sesini dinledim.

Annemin öldürdüğü, babamın üstünü kapattığı adam Melih'in dayısı Fikret Yıldırım.

Melih, dayısının öldüğü zaman daha yedi yaşında bir çocuk olmasına rağmen, annesinin dayısının arkasından çok gözyaşı döktüğünü sırf bu üzüntüden karnındaki bebeğini kaybettiğini ve bu yüzden yıllarca bir klinikte tedavi gördüğünü dün gibi hatırlayarak büyümüş. Çocukluğunu annesinin yanında geçirmesi gereken yaşlarda annesini bir klinikte belli saatlerde görerek büyümüş. Büyüdükçe intikam almak için yeminler etmiş. Demir ailesini bitirmek istemiş, onların gözünden bile sakladığı canlarının bir parçasını bularak intikamını almak istemiş. Her şeyi kusursuzca yıllarca sakince ilmek, ilmek işleyerek planlamış. Çocukluğunu cehenneme çeviren Demir ailesinin de hayatını cehenneme çevirmek istemiş. Şimdi 28 yaşında olan Melih 7 yaşında yaşadığı hayatı unutamadığı için benim hayatımı zehir ediyor. Kötü geçirdiği her bir gün için bir can yakıyor. En çokta benim canımı yakıyor. Uçsuz bucaksız derin düşüncelerim Melih'in sert erkeksi sesiyle son buldu.

"Her şey yolunda Mehmet abi bir sıkıntı yok." Ela gözlerini kahve gözlerimi dikti. Arabayı bir otelin önünde durdurmuş, telefonla konuşuyordu.

Ela gözlerinin delici bakışlarına daha fazla bakmak istemediğimden dolayı, ilk bakışlarımı çeken taraf ben oldum. Melih, bir süre hiç konuşmadan karşı tarafı dinledi daha sonra "Her şey konuştuğumuz gibi olacak! Olmamız gerektiği saatte mekânda olacağız Mehmet abi." Dedi birkaç saniye kadar daha karşı tarafı dinledi ve telefonu kapattı.

"Bana bak Ahu."

Melih'in emir içeren sesini duyduğum an başımı kaldırıp yüzüne baktım. Yüzümü santim santim süzdükten sonra başını bana biraz daha yaklaştırdı. Gözlerini gözlerime dikip dudaklarını araladı. "Berbat görünüyorsun." yüzünü buruşturdu. Bir cevap vermedim tek cevabım ifadesiz gözlerle gözlerine bakmak oldu.

"Otele gidelim de üstüne başına çeki düzen versinler." Dedi. Sadece başımı olumlu anlamda salladım. Bir süre daha delici bakışlarını gözlerimden çekmedi. Üzerime doğru eğilerek benim tarafımda bulunan kapıyı açtı. Başıyla dışarıyı işaret ederek "Çık dışarı." dedi ruhsuz soğuk sesiyle.

Sanki bu emri almayı bekliyormuş gibi hiç itiraz etmeden arabadan indim. Melih, kendi tarafında bulunan kapıyı açıp arabayı kilitleyip anahtarı yanımıza gelen otelin görevlisine verdi. Kollarımdan beni çekiştirerek otele geçirdi. Asansörlerin olduğu tarafa doğru kendisiyle birlikte beni de sürüklüyordu. Hiç sesimi çıkarmadan kocaman adımlarına ayak uydurmaya çalışıyordum. Asansöre binip 20. Katın düğmesine bastı. Sessizce çıktığımız katların sonunda 20. Kata geldik ve asansör kapısı tekrar açıldı. Kollarımda Melih'in büyük ellerinin baskısını tekrar hissettim ve bir odanın önüne doğru sürükledi beni. Siyah kapılı üzerinde 3396 yazan odanın kapısını cebinden çıkardığı oda kartıyla açtı. Önce kendisi girdi ve benimde girmem için kenara çekildi. İçeriye adım atar atmaz ilk gördüğüm şey sarışın yeşil gözlü Ufuk oldu.

Ufuk'un yeşil gözleri bana ceza gibiydi. Her baktığımda bana acı veren yeşil gözleri vardı. Bakışlarımı hemen yanında bulunan Çağlar'a çevirdim. Mesafeli bir şekilde bana başıyla selam verdi. Bir robottan farkım olmadığını belli etmek için onlarla kesinlikle hiç iletişime girmiyordum. Sadece Ufuk'un Yeşil gözlerine denk gelen kahve gözlerim uzunca bir süre donup kalıyordu. Öylece odanın girişinde ayakta dikiliyorduk. Bu duruma Çağlar bir son vererek. "Melih, abi her şey hazır yengeyi bekliyorlar içeride." dedi mekanik bir sesle. Melih, Çağlar'ı başıyla onaylayıp "İçeriye geç Ahu" diyerek konuştu.

Sarsak adımlarla içeriye doğru adımladım, beyaz renginin hâkim olduğu odanın tam ortasında çift kişilik mavi renkli yatak örtüsüne sahip bir yatak, her iki tarafında beyaz komodin, sol tarında bir balkon ve balkonun önünde mavi renk tek kişilik iki tane koltuk vardı. Balkonun olduğu tarafın birkaç metre uzağında bulunan beyaz kapı banyo olduğunu düşündüğüm yere aitti. Sağ tarafta bulunan makyaj masasının yanında fark etmediğim iki kadın vardı. Kadınların burada ne işlerinin olduklarını anlamaya çalışır gibi başımı kaldırıp Melih'e baktım. Sessiz sorumun yanıtını konuşarak verdi Melih.

"Kuaförler seninle ilgilenecek Ahu." diyerek az önce kuaför olduklarını öğrendiğim kadınlara bakışlarını çevirdi "Sadece 20 dakikanız var." dedi ve çıkışa doğru ilerledi. Melih'in arkasından Ufuk ve Çağlar'da odadan çıktı.

Hiçbir şey söylemeden kuaför kadınların yanında durduğu makyaj masasına doğru ilerledim ve masanın önünde duran beyaz sandalyeye oturdum.

Bakışlarımı karşımdaki ayna ya diktim. Perişan ve berbat hale gelen yüzüme baktım. Ağlamaktan yüzümün her yerine damar damar yol çizerek akan koyu göz makyajım, üç yıldır asla kestirmediğim kalçama kadar uzanan koyu kahverengi saçlarımın bozulmuş maşalı bukleleriyle gerçektende berbat görünüyordum. Kahverengi gözlerim kan çanağına dönüşmüş, gözaltlarımda belirgin mor çizgiler oluşmuştu.

Perişandım... Darmadağın, yıkık döküktüm.

Aynada kendimi süzme işim kuaför kadınların önüme geçerek makyajımı düzeltmeye başlamalarıyla son buldu.

Kuaför kadınlar, yüzümü tamamen temizleyip makyajımı özenle tekrar yaptılar. Dağılmış ve bozulmuş saçlarımı büyük bukleler yaparak eski haline getirdiler. Melih'in verdiği süre içerisinde beni tamamen hazır hale getirdiler. Kendimi görmem için aynanın önünden çekilerek kendime bakmamı sağladılar. Aynada yansıyan yüzüme baktım. Oldukça güzel görünüyordum. Yaptıkları makyajla iri kahve gözlerimi ortaya çıkarmışlardı. Gözaltlarımda oluşan mor halkaları usta bir işçilik çıkararak kapatmışlar, saçlarımı özenle yapmışlardı. Şimdi nişanından kaçan bir kız gibi değil de nişanına giden bir kız gibi görünüyordum.

"Çok güzel oldunuz." dedi samimi bir sesle kuaför kadınlardan biri. Samimi tavrına karşılık bende ona doğru dönerek "Teşekkür ederim." dedim gülümseyerek.

Kapı birden çalınmadan açıldı. Melih, görüş açıma girdi. Yüzümde yer edinen gülümseme anında soldu. Bana doğru adımlayarak tam karşımda durdu. Gözlerini gözlerimden ayırmadan, kuaför kadınlara hitaben "Siz çıkabilirsiniz. Ödemenizi kapıda bekleyen adamdan alın." Dedi soğuk sesiyle. Kuaför kadınlar eşyalarını toparlayıp odadan çıktılar. Melih, aramızda bıraktığı birkaç adımlık mesafeyi sıfırlayıp tam arkama geçip ellerini omuzlarıma koydu. Karşıdaki aynada gözlerimiz kesişti. Ela gözleri koyulaşmış yeşile yakın bir tona dönüşmüştü. Gözlerinde geçen duygu geçişleri beni oldukça korkutuyordu. Aynada birleşen gözlerimizi uzun bir süre birbirimizden çekmeden öyle gözlerimizin içini istila etmeye devam ettik.

Melih, omzumda duran kemikli, iri ellerini çekmeden başını bana doğru eğdi. Yaklaştı, yaklaştı ve tam kulağımın dibinde sert soluklarımı hissetmeme sebep olacak şekilde durdu. Yakınlığının verdiği hisle bütün bedenim gerildi. Eminim ki şu an omzumda olan iri elleri bunu iliklerine kadar hissetmişti.

Kulağımın dibinde olan dolgun dudaklarından verdiği nefesi kulaklarımın içinde hissediyordum. Melih biraz daha bana yaklaştı, gözlerini kapatıp uzun kirpiklerinin yanaklarına gölge düşürmesine izin verdi. Burnunu saçlarım boyunca sürtüp derin bir nefes aldı ve büyükçe yutkundu. Yuvalarından çıkacakmış gibi açılan gözlerimle aynaya yansıyan Melih'in hareketlerini şaşkınlıkla izliyordum. Gözleri kapalı bir şekilde, burnu saçlarımda dudakları kulaklarımın yanında öylece bekliyordu. Bir kez daha yutkundu. Ela gözlerini açtı aynada yansıyan kahve gözlerime dikti gözlerini. Dudaklarını kulağıma biraz daha yaklaştırdı.

"Güzel olduğunu mu düşünüyorsun?" dedi sır verir gibi şaşkın gözlerle aynadaki ela gözlerine bakıyordum tam ağzımı açıp bir şey söyleyecekken dudaklarını kulağıma değecek kadar yakına getirdi.

"Gerçekten çok çirkinsin."

Konuşurken kulaklarıma değen dudakları bütün vücudumun kaskatı kesilmesine neden oldu. Bana bulduğu her fırsatta hakaret eden piç herifin tekiydi. Çatık kaşlarımla aynada birleşen gözlerimle gözlerine baktım. Bir hışımla arkama dönüp oturduğum yerden ayağa kalktım. Aramıza birkaç adımlık mesafe bırakacak şekilde uzaklaştım. Şimdi bana temas eden ne iri elleri, ne de nefesi vardı. Sağ elimle kendimi göstererek "Ben ne kadar güzel olduğumun farkındayım! Bunu senden duymaya ihtiyacım yok!" diyerek çıkıştım.

Kaşlarını havaya kaldırarak, dudaklarını alay eder gibi kıvırdı. Ellerini siyah takım elbisesinin pantolonunun ceplerine koyarak rahat bir tavır takındı. "Ne kadar farkındasın... Gerçekten merek ettim." yamuk bir şekilde gülerek "Çünkü senin bir şeylerinin farkına varacak kadar bir beynin olmadığını düşünüyorum." bana doğru bir adım attı. Bana yakın durmasını istemediğim için onun bana attığı adımı kapatmak için bende geriye doğru bir adım attım. Aramızda yakın bir mesafe olsun istemiyordum. Geri attığım adımı görünce alay barındıran yüzü sertleşti.

Bana doğru bir adım daha attı, bende geriye doğru bir adım attım. Kaşlarını çattı gür kirpiklerinin arasında olan ela irislerini kıstı. Bir adım daha geldi, bir adım daha geri adım attım. Ellerini pantolonunu cebinden çıkardı ve bir adım daha attı. Attığa adıma karşılık bir adım daha geriye attım. Öfke barındıran ela gözlerine, meydan okuyan kahve gözlerimle baktım. Gözlerini kapatıp geri açtı dudaklarını aralayarak "Şimdi sana bir adım atığımda yerinden duracaksın." diyerek bir adım daha attı. Gözlerinin içine bakarak bir adım geriye attım. "Durmayacağım!" Diye bağırdım.

"Kıs o sesinin ayarını Ahu!" diye bağırdı.

"Kısmıyorum!" bir kez daha bağırdım. Melih, alev alan ela gözlerini kapatıp sabır diler gibi başını havaya kaldırıp, iki yana salladı. "Gerçekten hiç akıllanmayacaksın değil mi?" diye sordu sakin bir sesle "Buraya gel Ahu!" gözlerimin içine ölümün soğukluğunu andıran bakışıyla baktı.

"Gelmek istemiyorum... Seni istemiyorum... Bu şehirde olmak istemiyorum... Bu hayatı yaşamak istemiyorum..." var gücümle bağırdım.

Cümlem biter bitmez her şey ani bir şekilde gerçekleşti. Melih, birkaç büyük adımda yanıma gelip kemikli iri elleriyle kollarımı morartacak kadar sıktı. "Sana o sesini kısmanı söyledim Ahu!" diyerek dişlerinin arasından tıslar gibi konuştu. Kollarımı tutan ellerinden kurtulmak için mücadele veriyordum. Ama bir işe yaradığı yoktu, yine Melih'in damarına basmış ve öfkesinin şiddetine maruz kalmıştım. Gözlerimi delip geçmek ister gibi bakan gözlerinin elası yeşile dönmüştü.

"Bırak beni Melih." dedim fısıltı gibi çıkan sesimle.

"Bırakmıyorum hadi bıraktırsana!" kollarımı elleriyle biraz daha sıktı. Kahverengi gözlerimi sinirden elası yeşile dönen gözlerine diktim. Aramızda asırlara konu olacak ama sadece birkaç saniye süren bakışmamız kapının çalmasıyla son buldu. Kollarımı sıkan iri elleri gevşedi. Dolgun dudaklarını aralayıp "Nişanımıza gidiyoruz." dedi ellerini kollarımdan çekti. Sağ elinin avuç içiyle sol bileğimi kavrayarak beni kapıya doğru çekiştirdi. Kapıyı açtı, kapının önünde bizi bekleyen Çağlar ve Ufuk'a hiçbir şey söylemeden beni asansörlerin olduğu yöne doğru çekiştirmeye devam etti. Bulunduğumuz katta olan asansöre binerek çıkış katının düğmesine bastı. Asansörün içinde eli bileğimde aşağıya indik. Kapı açılınca düz ve seri adımlarla arabaya doğru beni çekiştirmesine sesimi çıkarmadan öylece onu takip ettim. Arabasının yanına gelince ön yolcu koltuğuna beni oturtup kapıyı kapattı. Az ilerde bizim bulunduğumuz tarafa doğru gelen Ufuk ve Çağlar'ın yanına ilerledi. Birkaç dakika süren konuşmasının ardından arabaya gelip sürücü koltuğuna oturdu. Tek kelime etmeden arabayı çalıştırdı ve otelin önünden ayrıldı.

Yaklaşık 15 dakika süren sessiz yolculuğumuz, nişanın olacağı mekânın girişinde son buldu. Melih, emniyet kemerini açtı ve yönünü bana çevirdi.

" Eğer nişanda uslu bir kız olursan..." gözleri gözlerimi buldu. "Anneni görmeni ve nişana katılmasını sağlarım." Dedi mekanik bir sesle.

Duyduklarımı idrak etmeye çalışan beynim çoktan iflas etmişti. Kurak çöllerde bir yudum su bulmuş gibi parlayan gözlerle Melih'e baktım. "Annem burada mı?" sesim titremişti. Nefesimi tutmuş Melih'in bana vereceği cevabı bekliyordum. Başını olumlu anlamda salladığında gözlerimi kapatıp büyükçe yutkundum. Zaten gözpınarlarımda akmak için bekleyen birkaç damla gözyaşı yanaklarımdan usulca çeneme doğru süzüldü. Gözlerimi açıp Melih'in koyulaşmış ela gözlerine kahve gözlerimi diktim. Ağzımı açıp konuşacakken Melih'in soğuk sert sesi buna engel oldu.

"Ama oldu ki nişanda uslu durmaz, beni sinir edecek tek bir şey yaparsan... Anneni görmene fırsat bırakmadan geldiği gibi geri gönderirim Ahu!" dedi. Buz gibi tehdit içeren sesiyle.

Başımı iki yana sallayarak ellerimle Melih'in iri ellerini tuttum. "Yemin ederim uslu duracağım... Söz veriyorum." Dedim gözlerimden akan birkaç gözyaşıyla birlikte.

Melih, önce ellerini ellerimden çekti sonra gözlerini gözlerime dikti. "O halde sana inanmak istiyorum Ahu." Diyerek arka koltuğa doğru uzandı ve orada bulunan peçeteyi alarak bana uzattı. "Yüzünü düzelt."

Bana uzattığı peçeteyi elinden alarak akan gözyaşlarımı sildim. İşim bitince elimi dizlerimin üstünde kenetledim ve kenetlediğim ellerime bakışlarımı diktim. Melih sağ elinin parmaklarıyla çenemden tutup yüzüne bakmamı sağladı. İtiraz etmedim, sahibine sadık bir köle gibi ne isterse yapmaya razı geldim. Çenemde olan elinin baskısını biraz artırarak yüzünü yüzüme yaklaştırdı.

"Tek bir yanlışını daha affetmem Ahu... Tek bir yanlışında seni pişman ederim." Dedi çelik gibi tehdit kokan sesiyle. "Anladın mı beni?"

"Anladım." Dedim kısık bir sesle. "Güzel... İçeriye girebiliriz şimdi." diyerek başıyla nişanın olacağı mekânı gösterdi.

İlk olarak arabadan ben indim, daha sonra Melih inerek yanıma geldi. Sol elinin avuç içine sağ elimi hapis etti ve girişe doğru ilerlemeye başladık. Mekâna girmemize birkaç metre kala Berna içeriden çıktı ve elinde gece mavisi elbiseme tezat duran beyaz lale buketi olan nişan çiçeğiyle bana doğru adımladı. Daha doğrusu resmen koştu. Üzerine tam oturan, kalın askılı, diz kapaklarına kadar gelen siyah bir elbise giymiş. Ensesine kadar uzun olan sarı saçlarını düz fön yapmış oldukça güzel olmuştu. Berna İstanbul'un bana armağan ettiği tek güzel şeydi. Bu üç yılda onun bütün destekleriyle ayakta durmuş ve yönümü kaybetmeme asla izin vermeyen tek dostumdu. Berna ile olan düşüncelerim Berna'nın kollarını bir ahtapot misali boynuma sarmasıyla son buldu. Sağ elim Melih'in elinde olduğu için sadece sol elimle ona sarıldım. Dudaklarını kulağıma yaklaştırıp

"Çok korktum Ahu... Sana bir şey yaptı sandım." Dedi kısık ve ağlamaklı bir sesle. Belinde olan sol elimle belini sakinleştirmek amaçlı sıvazladım. "Hiç bir şey olmadı sakin ol... Bunları sonra konuşalım." Dedim bende tıpkı Berna gibi kısık bir sesle.

Berna kollarını benden ayırdı ve yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. Elinde tuttuğu beyaz lale buketini bana uzatarak "Al bakalım iki gözümün çiçeği. " dedi. Bende yüzüme samimi olduğunu düşündüğüm bir gülümseme yerleştirdim ve uzattığı lale buketini elime aldım. "Teşekkür ederim."

Melih, "Hadi geç kalıyoruz" diyerek ileriye doğru adımladı bende onu takip ettim.

Mekânın girişinden içeriye girdiğimizde uzunca bir hol bizi karşılıyordu. Holün her iki tarafıda mavi, beyaz menekşelerle süslenmişti nişanın olacağı alana girdiğimizde ortada boş bırakılan bir alan o alana gitmek için uzun ince bir geçit geçidin her iki tarafında yuvarlak sekiz kişilik beyaz masa ve sandalye masaların üzerine yerleştirilmiş mavi, beyaz menekşe saksılar vardı. Mekânda bulunan bütün masalar dolmuş tek bir boş alan kalmamıştı. İçeriye adım atar atmaz içeride bulunan kalabalığın alkış sesleri yükseldi. Yüzüme zorlanarak ta olsa bir gülümseme yerleştirdim ve seri adımlarla boş olana doğru Melih'le el ele ilerledik. Biz boş alana gelince dans müziği çalmaya başladı. Melih'in sol eli belimi sağ eli ise benim sol elimi kavradı, benim sağ elim ise Melih'in geniş omzunda çoktan yer almıştı.

Etrafı tarayan gözlerim annemi arıyordu, annem haricinde siyah takım elbiseli asık yüzleriyle Tunç ve Tekin abimi, bir köşede çökmüş omuzlarıyla dik durmaya çalışan babamı ve yanında kırmızı uzun elbisesiyle gelinin görümcesi gibi duran Füsun Hanımı, bir masada sakince oturmuş dedemi gördüm ama annemi göremedim. Biraz daha Melih'e yaklaşarak beni duyması için kulağına doğru konuştum. "Annemi göremiyorum."

Melih belimde olan eliyle beni kendine doğru çekti, dudaklarını kulağıma yaklaştırıp nefesini kulağıma üfledi. "Annen yüzükler takılınca gelecek. Az sabırlı ol." dedi kışkırtıcı bir sesle.

Dans müziği bitmiş ve insanların alkış sesleriyle bizim için ayrılan yere geçmiştik. Berna benim yanıma gelip "Birsen Hanımı görüyor musun?" diyerek başıyla Melih'in annesini gösterdi. "Genç kızlara taş çıkaracak kadar güzel bir kadın ya." konuşmasına devam etti. Bakışlarım Birsen Hanımla birleşince bana sevecen bir şekilde gülümsedi. Bende ona aynı şekilde bir gülümseme verdim. Abisini kaybetmiş, doğmamış bebeğini kaybetmiş, zor zamanlar geçirmiş ve her şeye rağmen kendini toparlamış güçlü bir kadındı Birsen Hanım. Berna kolumu tutarak bana seslendiğinde bakışlarımı Berna'ya çevirdim.

"Ahu şu Melih'in abi diye bahsettiği adam var ya bu tarafa bakıp duruyor." İyice bana yaklaştı. "Tırstım Valla." diyerek güldü. Her zaman olduğu gibi yine kafamı dağıtmaya çalıştığını biliyordum. Ona sadece samimi ve her şey için teşekkür içeren bakışımla baktım.

Etrafta yapmacık, samimiyetten uzak, üzerlerinde oldukça pahalı elbiseler olan kadınlar. Onlara eşlik eden zengin kocaları ya da sevgilileri oldukça eğleniyordu. Ama benim bunların hiçbiri umurumda değildi. Tek istediğim üç yıldır Melih'in görmemi engellediği ve tedavi nedeniyle görmediğim annemi görmekti. Etrafı bir avcının avını aradığı gibi arayan gözlerle bakıyordum. Yanımda bir hareketlilik olunca başımı çevirip baktım. Tunç, kan çanağına dönen gözleri ve alkol kokan nefesiyle yüzüme bakıyordu.

"Sen iyi misin?"dedim elimi omzuna koyarak.

"Bırak şimdi beni Ahu..." başını iki yana salladı. "Asıl sen iyi misin?" diyerek az önce benim sorduğum soruyu bana sordu.

"İyiyim" dedim. Aslında iyi olmadığımı bildiğim halde yinede iyiyim dedim. Tunç, omzunda olan ellerimi tutarak gözlerimin içine baktı. "Ahu..." derin bir nefes aldı. "İstersen seni buradan götürürüm... Yeter ki istiyorum de." sesi enkaz altında kalan bir yaralının sesi gibi çaresiz ama umut yüklüydü.

Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. Tunç, konuşmama fırsat vermeden ellerimde olan elleriyle sıkı sıkıya kavradı beni. "Korkma, sadece bana güven lütfen." dedi.

"Olmaz..." başımı karşıda Mehmet abiyle konuşan Melih'e çevirdim. Ağlamamalıydım ve Melih'in gözüne batmamalıydım. Tek yanlışımda annemi görme fırsatımı elimden alırdı. Tekrar Tunç'a döndüm yüzüne yüzümü yaklaştırdım.

"Annem burada... Hiçbir yere gidemem... Lütfen beni zorlama abi." dedim. Açık kahverengi irisleri bir cam gibi parladı. Ona ilk defa abi dediğim için afallamış dumura uğramıştı. Alkollü nefesi yüzümü talan ediyor her nefes alış verişlerinde alkolün kokusunu burnumdan solumama sebep oluyordu. Oturduğu yerden ayağa kalkarak iki eliyle yüzümü kavradı ve başımın üstüne uzun sayılabilecek bir öpücük bıraktı. Dudakları hala başımın üstünde duruyorken konuştu. "Peki Ahu... Buna da peki." dedi.

Dudaklarını başımın üstünden ayırdı ve gözlerimin içine baktı. Ona minnet dolu bir şekilde baktım. "Teşekkür ederim." Dedim fısıldayarak. Tunç, yanımdan kalktı ve mekânın çıkışına doğru ilerledi. O çıkana kadar onun arkasından öylece baktım.

*** 

Saatler geçmiş, Melih'in babası Kenan Bey, küçük bir konuşma yaparak nişan yüzüklerimizi takmıştı. Nişan pastası kesilmiş, hatta neredeyse davetlilerin yarısı bizi tebrik ederek nişandan ayrılmıştı. Tüm bunlar olurken annem hala ortada yoktu. Annemi görmek için deliriyordum, ama anneme dair ufacık bir iz yoktu. Annemin nerede olduğunu sormak için insan yığınının arasında Melih'i arayan gözlerim, bir çift yeşil gözle karşılaşınca durdu. Tanıdık, ama bir o kadarda yabancı bakan sisli yeşil gözler nefesimi kesti.

Hayal gördüğümü düşünerek gözlerimi kapatıp geri açtım. Gitmemişti yeşil gözler hala oradaydı. Taş kesilen ayaklarım yeşil gözlere doğru adımladığında yeşil gözler arkasını dönüp benden uzaklaştı. Hızlı adımlarla yeşil gözlerin gittiği yöne doğru ilerlemeye başladım. Yoktu, sanki yok olmuştu. Etrafa delicesine bakan gözlerim Berna'nın koluma dokunmasıyla son buldu.

"Melih'i buldum bak orada." Diyerek başıyla çıkışı gösterdi. Ellerimle kollarını sıvazlayarak "Sağol." dedim.

Melih, Mehmet abi ile hararetli bir şekilde bir şey konuşuyordu. Yanlarına doğru ilerledim. Daha yanlarına yetişemeden, onlarda hızlı bir şekilde yürüyerek çıktılar. Beni fark bile etmemişlerdi.

Merak sinsi bir yılan gibi içime sızdı, olduğum yerde bekleyemedim. Birazcık bile düşünmeden arkalarından gittim. Aramızda metrelerce bir mesafe vardı, uzun ince koridor boyunca hızlı adımlarla yürüyorlardı. Bende onların arkasından topuklu ayakkabılarımın sesi çıkmasın diye yavaşça hareket ediyordum. Nişan alanından baya uzaklaşmıştık çünkü içeride çalan müziğin sesi buraya kesinlikle gelmiyordu. Bulunduğum yerden seçebildiğim kadar kahverengi ahşap kapının önünde durdular. Mehmet abi cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açtı ve içeriye girip kapıyı kapattılar.

Hızlı adımlarla kahverengi kapının yanına gelip kapıya yaklaşıp kulağımı kapıya dayadım. Yaptığımın ne kadar yanlış ya da doğru olduğu umurumda bile değildi. İçimdeki ses kapıyı dinlemem için resmen benimle savaşıyordu ve bende içimdeki sesi dinledim. Ne konuştuklarını deli gibi merak ediyordum. İçeriden ilk önce Mehmet abinin gür sesi duyuldu.

"Sen ne yaptığının farkında mısın?"

"Evet, farkındayım." Diyerek sakin sesiyle yanıtladı Melih.

"Yanlış yapıyorsun Melih! Çok yanlış yapıyorsun! Bu yol senin yolun değil kardeşim." Sesi yalvarır gibiydi Mehmet abinin.

Melih, neyin yanlışını yapıyordu, anlayamıyordum. İçeride konuşulanları duyabilmek için kapıya biraz daha abandım.

"Sen rahat ol Mehmet abi... Ben ne yaptığımı biliyorum." Dedi Melih tok sesiyle. "Senin hiçbir bok bildiğin yok. O kadını nasıl buraya getirirsin." Diyerek kükredi. İçeride bir şeyin kırılma sesi duyuldu.

"İstediğimi istediğim zaman istediğim yere getiririm." Dedi Melih bağırarak. Bir kırılma sesi daha geldi içeriden. "O kadın bizim düşmanımız... Bizim bulunduğumuz yerde ne işi var lan! Kimse görmeden gönder onu... Ahu o kadınla karşılaşmamalı bu çok tehlikeli."

"Sen karışma buna Mehmet abi"

"Ne demek lan sen karışma? Ateşe çıplak ayakla yürüyorsun Aslanım. Hemen Ahu görmeden gidecek bu kadın." diyerek bir kez daha kükredi. "Buna yalnızca ben karar veririm sen değil. Ben sadece kadını buraya getirdim. Ahu'nun gördüğü falan yok."

Bunların dakikalardır o kadın diye bahsettikleri benim can parçam annemmiydi? Beynimde uğultu gibi çalan sesler, Melih'in annemi bana göstermeyeceğini düşünen aklım, sıkışan kalbim, kesilen nefesim ve akmayı bekleyen gözyaşlarımla sinir sınırlarımın son noktasındaydım. Öfke bütün bedenimi esir altına almış, mantık çerçevesinde olan düşüncelerimin üstüne sünger çekmişti. Bulunduğum yerde daha fazla bekleyebilmem mümkün değildi. Sağ elimle kapı kulpunu bir hışımla açıp içeriye girdim.

"Beni kandırdın!" diyerek bağırdım.

Beni burada görmeyi beklemeyen şaşkın suratlarıyla bana afallamış gibi bakıyorlardı. Bakışlarımı Melih'in şaşkınlıktan sarsılan yüzüne diktim. "Sen beni kandırdın!" dedim. Afallamış halinden faydalanarak, hızlı ve büyük adımlarla tam karşısına geçip iki elimle göğsünden iterek "Sen beni kandırdın Melih." avazım çıktığı kadar bağırdım. Ellerimle bir kez daha göğsüne vurdum.

"Uslu durdum. Seni sinirlendirecek hiç bir şey yapmadım. Öylece bekledim... Ama sen beni kandırdın." bir kez daha vurdum göğsüne. Bana hiç tepki vermiyor öylece yüzüme bakıyordu. Tepkisizliği bile beni sinir etmek için yeterli bir sebepti. Ela gözlerini kırpmadan yaşlı kahve gözlerime bakıyor, içimdekileri kusmamı bekliyordu. İki elimi de göğsüne koyup var gücümle ittim.

"Pis yalancı... Sen beni kandırdın... Yalancı!" diyerek bağırdım.

Öfkeden kuduran Melih, büyük elleriyle kollarımdan tutarak beni kendine çekti. Alev alan ela gözleri, sinirden alnında atan damarı ve burnundan verdiği sert soluklarıyla avını parçalamak isteyen bir kaplan gibiydi.

"Kıs o sesinin ayarını!" dişlerinin arasından tıslar gibi konuştu.

"Pis yalancı!" tekrardan bağırdım.

"Ahu... Sabrımı sınama!" diyerek kükredi.

Tam ağzımı açıp bir şeyler söyleyecekken sağ taraftan gelen kırılma sesiyle, söyleyeceklerim ağzıma tıkalı kaldı. Melih ile sesin geldiği yöne bakışlarımı çevirdim. Gördüğüm görüntüyle bütün bedenim kaskatı kesildi ensemden belime bir ter damlası kendi yolunu bularak süzüldü. Burnumda hissettiğim sızıyla öylece sesin geldiği tarafa bakıyordum. Böyle olmamalıydı.

Kesinlikle böyle olmamalıydı.

BÖLÜM SONU

Loading...
0%