Yeni Üyelik
22.
Bölüm

21. Bölüm

@esranurozer

                                                     
                        

Gökhan Kırdar: Üstüme Basıp Geçme Yar

Şuan bulunduğumuz anın adı dejavu'ydu.

Melih'in kaslı kollarının arasında, sert göğsüne dayalı çenem, burnuma dolan karanfil kokusu ile birbirimizin gözlerini talan ediyorduk. Zihnim bu durumu daha önce yaşadığımızı haykırıyordu. Belki de artık zihnim bile Melih'le alakalı şeyleri tekrarlıyordu.

Melih'in ferah nefesi yüzümü yalayıp geçerken, kirpiklerim bile titriyordu. Az önce "Öküz" olduğunu kabul eden birine göre çok masum, aynı zamanda da kışkırtıcı duruyordu. Şuan benim baktığım yerden bakıldığında kesinlikle canavar ve öküz birine benzemiyordu.

Melih'in git gide daha da koyulaşan ela gözlerinin içinde bir parlama belirdi. Bakışları gözlerimi tarumar ederken, Melih başını eğdi ve dolgun dudaklarını şişmiş dudaklarıma bastırdı. Küçük ama tutkulu bir öpücük bıraktıktan donra dudaklarını dudaklarımdan ayırdı. Yüzünü yüzümün hizasından çekmeden, bu kez burnumun ucunu öptü. Dudakları ağır bir yavaşlıkla gözlerime çıktı. İlk önce sağ gözümü, daha sonra da sol gözümü öptükten sonra, dudaklarını alnıma bastırdı. Derin bir nefes alıp alnımda soluklanan dudakları, birkaç saniye kıpırdamadan öylece alnımda durdu. Melih, içine derin bir nefes daha çekti ve alnımdan öptü.

Dudaklarını alnımdan çekmeden "Ahu" diye mırıldandı. Kollarıyla beni kendine biraz daha çekerek sıkı sıkıya sarıldı. "Bunu söyleyeceğim aklıma gelmezdi ama..." iki saniye kadar duraksadı. "Sana hak veriyorum. Bana böyle tavır almanı sonuna kadar hak ettim." Dedi bir itirafta bulunarak. Kollarının arasında kıpırdanarak çıkmak istedim. Melih, ne yapmak istediğimi anlayarak kollarını gevşetti ama beni serbest bırakmadı. Başımı kaldırdım yüzüne baktım. Şimdi göz gözeydik. Dudaklarıma bir gülümseme yerleştirdim.

"Merak etme. Az önce yaşadığımız her şeyi unutacağım." Dedim umursamazca. Melih gözlerini kısarak ne demek istediğimi anlamaya çalıştı. Ben ise bir kez daha dudaklarımı oynattım. "Ben senin kölenim. Sende benim sahibim. Senin için intikam oyunundaki değersiz biriyim..." derken Melih araya girerek "Ahu!" diye ikaz etti beni.

İşine gelmeyince hep böyle yapıyordu. Kalbini kaplayan ateş gözünü bürüyor, bütün sinirini benden çıkarmaya çalıştığında kalbimi kırıyordu. Kırdığı kalbimin parçalarının etrafa dağılışını izliyor, dağılan her pir parçam için pişman oluyordu ama bunu dile getirmek yerine yakıp yıkmayı seçiyordu. Az önce benim haklı olduğumu söylerken bile zorlanmıştı. Melih, kötü biri değildi, ama kötü olmak işine geliyordu işte.

Gülümsemeye devam ederek gözlerine baktım. " Bu kez yerimi biliyorum. Sırf sen iki güzel söz söylediğin, azıcık alttan aldığın için sendeki yerimi şaşırmadım." Dedim imayla. Amacım Melih'in bana sarf ettiği sözleri yüzüne vurmak ve alaşağı etmekti. Onun bana söylediği sözlere ne kadar çok kırıldığımı göstermek ve en az benim kadar kırılsın istedim.

Öyle de oldu. Melih'in ela gözleri karardı. Kirpikleri titredi, çenesi öyle kaskatı kesildi ki sıktığı dişlerinin gıcırdamasını bile duydum. Melih'in yüzüne vurduğum her bir kelime yüzünde tokat etkisi yaratarak sarsıldı. Gözlerini kapattı ve büyükçe yutkundu. İki saniye kadar kapalı kalan gözlerini açtığında zehirli bir yılan gibi tıslayarak "Ahu!" dedi.

Melih'i umursamadan kolları arasından çıktım ve her yere dağılan kırılmış vazoların üstüne basarak salonda çıkardığım montumu aramaya başladım. Aynı anda da konuşuyordum. "Evet, güldük eğlendik ama bitti. İkimizde birbirimize nefretimizi kustuğumuza göre, artık eve gidebiliriz." Derken montum şöminenin önünde görüş açıma girdi. Şöminenin yanında yerde duran montumu alarak üzerime geçirdim. Arkamı döndüğümde Melih'le burun buruna geldik. Ne ara peşimde dolandığının farkına bile varmamıştım. Melih'in öfkeden deliye dönen yüz ifadesini hiçe sayarak "Beni eve götür!" dedim ve çıkışa doğru ilerlerken Melih'in koluma yapışmasıyla durmak zorunda kaldım.

"Hiçbir yere gitmiyoruz! Buradayız bu gece!"

"Sen kalmak istersen kal tabi ama ben gideceğim!" bakışlarımı kolumu tutan elime çevirip tekrar Melih'in gözlerine baktım. "Bırak kolumu!" dedim sertçe.

Melih, kaşlarını alayla havaya kaldırarak yapma ya der gibi bir bakış attı bana. Onun bu alaycı tavırlarına katlanamayarak kolumdaki elini silkeleyerek kurtuldum. Adımlarımı çıkışa doğru atarken Melih bütün evi inletecek şekilde. "Beni delirtme Ahu!" diye bağırdı. "Gel çabuk buraya! Sabrım taşmak üzere!"

Sabrı taşmak üzereymiş senin sabrın zaten hep taşmak üzere. Bir kere bile sakin biri olduğuna hiç şahit olmadım. Ya çok sinirli, ya da çok alaycı, hiç ortası olmayan öküz herifin teki işte... Yürümeye devam ederek "Eve gideceğim." Dedim ve dış kapıyı açtığımda Melih kapıya avuç içiyle vurarak gürültülü bir şekilde kapının kapanmasına sebep oldu. Yönümü Melih'e çevirdiğimde, gözlerindeki kor ateşleri gördüm. Kapının üstünde duran elini kapıya vurdu. "Hiçbir yere gitmiyorsun!" kaşlarını havaya kaldırdı. "İzin vermiyorum!"

"Senden izin isteyen yok! Beni eve götür!"

"Hayır! Senin evin benim olduğum yer! Ben neredeysem senin evin orası kızım!" diye kükredi. Şaşkınlıkla açtığım gözlerimle, alev alev yanan ela gözlerine baktım. "Saçmalamayı kes!" diye bağırdım ve arkamı dönerek kapıyı açmak için kapı kolunu tuttuğumda, Melih'te beni kolumdan tutarak çekiştirdi salona doğru. "Sana izin vermiyorum dedim!" kollarının arasında deli gibi çırpınırken "Rahat dur Ahu!" diye bağırdı. Rahat durmadım tıpkı onun gibi bağırarak "Bırak beni!" dedim.

Bırakmadı... Beni merdivenlere doğru sürükledi. Merdivenlerin başına gelince daha ben ne olduğunu anlamadan beni omzuna aldı. Çığlıklarım evde yankılanırken Melih sinsice gülüyordu. Onun omzunda baş aşağıya duruyordum ve uzun saçlarım neredeyse Melih'in ayaklarına değdim değecekti.

Melih'in sırtını yumrukluyor ve beni bırakması için çığlık çığlığa bağırıyordum. Ama Melih hiç etkilenmeden merdivenleri çıkmaya devem ediyordu. Melih'in sırtına bir kez daha vurduğumda Melih'te kalçama sert olmayacak ama hafifte olmayan bir şaplak attı. Melih'in bu hareketiyle kan beynime sıçradı. Melih benim durduğumu fark edince "Eğer akıllı olmazsan senin kalçanı sabaha kadar şaplaklarım." Dedi kışkırtıcı bir sesle.

Biten merdivenlerle Melih'in odasına geldiğimizde, Melih kapıyı açtı, içeriye girdi ve kapıyı kapatarak yatağa doğru adımladı. Beni yatağın yanında indirdi. Tek koluyla belimden sabitledi. Diğer eliyle de baş aşağıya durduğum için karman çorman olan saçlarımı düzeltti. Gözlerini saçlarımdan çekmeden montumun üzerimden çıkarmaya çalıştı. Ne kadar çırpınsam da Melih'in gücüyle baş edememiştim ve mont çoktan yeri boylamıştı. Melih bu kez elini belime koyarak kedine doğru çekti beni. Boşta kalan elini elbisemin arkasında ki fermuara uzatınca dehşete düşen gözlerimle yüzene baktım. "Ne yapıyorsun? Bırak beni!" diye çırpındım.

Melih beni umursamadan elbisemin fermuarını parmaklarıyla tuttu ve aşağıya doğru indirmeye başladı. Korkuyla "Melih..." diye seslendim durması için. Melih durmadı ve elbisenin fermuarını tamamıyla aşağıya indirdiğinde, üzerimde bollaşan elbise omuzlarımı açıkta bıraktı. Melih gözlerini açıkta kalan omuzlarımda gezdirdi. Yavaşça gözlerime çıkan gözlerinin ardından büyükçe yutkundu. Elimi göğsüne koyarak onu itmeye çalıştım. Gücümün yetmediğini ve bunun bir işe yaramadığına kanaat getirdiğimde derin bir nefes aldım, aldığım nefesi geri vermeden "Hayvan herif! Bırak beni! Ne yapıyorsun?" diye çıkıştım.

Melih, açıkta olan omzumda parmaklarını gezdirdi. Parmaklarını yavaşça elbisenin omuz kısmına geçirerek vücudumdan tamamen çıkarmak istedi. Ellerimi hızla elbisemi indirmeye çalışan elinin üstüne koydum ve bir kez daha "Melih" diye çaresizce seslendim.

Melih, koyulaşmış ela gözlerini gözlerime çıkardı. Benim gözlerimde saf bir korku varken onun gözlerinde saydamlaşmış ölü bir ruhun bedeni vardı. Büyükçe yutkundu. Yutkununca hareket eden âdemelmasının çıkardığı ses ikimizin gözlerine çarparak parçalara ayrıldı. Yakındık... O kadar çok yakındık ki nefeslerimiz birbirimize karışıyordu. Tıpkı ruhlarımızın karıştığı gibi nefeslerimiz bile birbirine karışıyordu. Melih sanki bir şeye hazırlanıyormuş gibi gözlerini kapattı. Gözlerini kapatmasıyla uzun kirpiklerinin gölgesi yanaklarına düştü. İyi görünmüyordu. Kumral teni koyulaşmış, dakikalar önce kavga ettiğimizde yüzünü tırmaladığım yanağı boylu boyunca çizilmiş ve kan toplamıştı. Ama buna rağmen bile çok yakışıklıydı.

Melih birden gözlerini açtı ve sanki yeterince yakın değilmişiz gibi, biraz daha bana yaklaşarak aramızdaki mesafeyi sıfırladı. Gözlerinin içindeki ölü ruh çırpınıyordu. Bir eli belimde bir eli elbisemin omuz kısmındaydı. Omuz kısmında olan elinin üstünde ise benim elim vardı. Aramızdaki asırlara konu olacak ama sadece saniyeler süren bakışmamız Melih'in dolgun dudaklarını aralamasıyla son buldu.

"Senden nefret etmek istiyorum Ahu." Gülümsedi. "Ama bunu başaramıyorum. Her şeyden, herkesten, hatta kendimden bile nefret ediyorum ama senden nefret edemiyorum." Derken artık gözlerinde ölü bir bedenin ruhu yoktu. Sesi her zamanki gibi sertti ama bir o kadarda güven veriyordu. Diliyle kurumuş dudaklarını ıslattı. "Ahu..." diye fısıldadı.

"Ben seninle ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum." Dedi ve ekledi."Beni ben olmaktan çıkarıyorsun. Seninle baş edemiyorum."

Melih'in biten cümlesiyle bir şey oldu. Sanki bir güç geldi ve aramızı ördüğümüz duvarları yıktı. Yıkılan parçalarla etrafımızı sardı ve bize bizden başka bir çıkış yolu vermedi. Melih'in alev alev yanan ela gözlerinde kanatları tutuşmuş bir kelebek firar etti. Firar eden o kelebek gelip benim kalbimin içine kondu ve benim buz tutan kalbimi tutuşan kanatlarıyla eritmeye başladı.

"O gün söylediğim sözlerin hepsi yalandı Ahu. Sinirlendim... O kadar çok sinirlendim ki, bütün hırsımı senden aldım. "Kocaman sıcacık gülümsedi. "Hayvan herifin tekiyim! Senin canını yakanların canını alırken, en büyük canını yakanın ben olduğumu göremeyecek kadar hayvanım!" diye itirafta bulundu.

Kendime engel olamayarak bende gülümsedim. Gülümsemem yüzümde dururken "Canavarsın da!" dedim. Melih başını sallayarak "Evet canavarım! Kedisini korumaya çalışan canavar aslanım." Dedi. Onun bu sözlerine kıkırdadım.

Melih'in gözleri dudaklarıma kaydı. Gözleri yavaşça gözlerime çıktığında "Bana ne yaptığını bilmiyorum Ahu." Büyükçe yutkundu. "Ama bana ne yapıyorsun bu çok hoşuma gidiyor. Seviyorum bu hissi." Derken elini belimden çekti ve omzumdan kaydığı için aşağıya düşen elbisemin omuz kısmını tuttu. Diğer omzumu tutan elini ben elimle tuttuğum için gözlerime bakarak "Çek elini Ahu!" dedi itiraz kabul etmeyen bir ses tonuyla. Başımı iki yana hayır der gibi salladım ve durması için "Melih" diye fısıldadım.

Melih zehirli yeşiller buluşan ela gözlerini kahve gözlerime dikmeye devam etti. Onun gözünün içindeki zehirli yeşilleri içerek ölüyordum. O ise benim kahverengi kayalıklarıma baş aşağı çakılarak ölüyordu. Kayalıklara çarpan birinin yaşama ihtimali vardı ama ben zehri içtiğim ilk an çoktan ölmüştüm bile. Ve Melih bunu göremeyecek kadar kördü.

"Bedeninle ilgilenmiyorum Ahu... Zira zihnimde ruhunla çok kez seviştim." Demesiyle elim kendiliğinden Melih'in elinin üstünden çekildi. O saniyeden sonra elbise Melih'in parmaklarının yardımıyla yeri boyladı. Melih gözlerini gözlerimden ayırmadan gömleğinin düğmelerini açmaya başladı. Düğmelerin hepsi açılınca gömleği bir çırpıda üzerinden çıkartarak yere attı. İki kolunu da belime dolayarak bedenimi kaslı bedenine yapıştırdı. Aramızda ki boy farkından dolayı ben ona başımı kaldırarak bakıyordum oda bana başını eğerek bakıyordu. Birbirimizin gözlerinde soluklanırken Melih'in sol tarafında boynunda karartı gibi duran şey dikkatimi çekti.

Bakışlarımı boynuna indirdiğimde ne olduğunu daha net görebilmek içinde başımı Melih'in boynuna doğru uzattım ve gördüğüm şeyle şok olmuş bir şekilde gözlerim kocaman açıldı. Melih'in sol tarafında, boynunda, tam şah damarının üzerinde bir aslan ve aslanın kolları arasında uyuyan küçük bir kedi dövmesi vardı. Aslan ve kedinin tam altında Latince olduğunu düşündüğüm kelimelerle "Parum Cattus" yazıyordu. Ağır hareket ederek bakışlarımı Melih'in gözlerine çıkardım. Kaşımla boynunu işaret ederek "Bu ne?" diye sordum.

"Dövme..." diye yanıtladı beni alaycı bir tavırla. Gözlerimi devirerek "Dövme olduğunu biliyorum. Sormak istediğim şey yani bunu ne zaman yaptırdın?"

"Evimin bahçesinde bana dokunma senden nefret ediyorum diye bağırarak taksiye binip gittiğin gün yaptırdım." Dedi öyle sıradan bir şeyden bahseder gibi. Ama ikimizde biliyorduk ki sıradan değildi. Boğazımdaki kuruluğun gitmesi için büyükçe yutkundum. Gözlerimi tekrar dövme olan boynuna indirdiğimde merak ettiğim diğer soruyu sordum.

"Peki, ne yazıyor orada?

"Küçük kedim." Diye bir çırpıda cevapladı beni. Bakışlarım bu kez otomatikman gözlerini buldu. Neredeyse ağladım ağlayacaktım. Melih belimde duran kollarından birini serbest bıraktı, eliyle yanağımı okşadı ve dudaklarını alnıma bastırdı. Elini tam kalbimin üstüne koydu "Ahu" diye fısıldadı ve devam etti. "Benim kalbim burada atmaz." Dedi. Elini bu kez şah damarıma bastırdı. "İşte benim kalbim tam burada atar. Şah damarım ne zaman kesilirse sende o zaman benim kedim olmaktan kurtulursun."

Gözümden bir damla yaş aktı ve yanağımda yol çizerek Melih'in boynumda duran eline düştü. Melih dişlerini sıkarak "Ağlamandan nefret ediyorum." Derken kaşları çatıktı. Melih'e biraz daha sokuldum, söylenecek en saçma şeyi söyledim. "Üşüyorum." Dedim. Melih başını tamam der gibi salladı. Kollarını benden ayırdı ve hemen arkamda kalan yatağa oturmamı sağladı. Dizlerimin önünde çökerek önce ayağımın altında toplanan elbiseyi kaldırdı, daha sonra da çizmelerimi çıkarttı. Ayağa kalktı ve kahverengi çamaşır dolabına doğru adımlayıp içinden gri kalın bir kazak alarak yanıma geldi. Bir bebekmişim gibi kazağı bana giydirdikten sonra yatağa uzanmamı sağladı ve üzerimi örttü.

"Sen uyumaya çalış. Ben şimdi elektrikli sobayı çalıştırırım." Diyerek odadan çıktı. Yaklaşık on-on beş dakika sonra Melih elinde elektrikli sobayla girdi. Yatağın ayakucuna elektrikli sobayı yerleştirerek sobayı çalıştırdı. Yatağa gelip örtüyü kaldırarak yanıma uzandı. "Şimdi ısınırsın." Dedi.

Aramızda ruhsuz boş bir bakışma geçti. Melih birden elini sağ elime uzatarak avuç içine aldı. Ne yapmak istediğini anladığımda ona engel olmadım. Melih'te bundan cesaret alarak diğer elinde tuttuğu nişan yüzüğümü yüzük parmağıma taktı. Parmağımda yerini alan nişan yüzüğümün üstüne uzunca bir öpücük kondurdu. "Bu yüzük bir daha bu parmaktan çıkarsa çok kötü olur Ahu. " dedi ve bir öpücük daha kondurdu parmağıma.

Elimi serbest bıraktıktan sonra kollarını açarak "Kucağıma gel küçük kedim." Dedi, dediğini yaparak kollarının arasına girdim. Başımı göğsüne yaslamak yerine ona yan bir şekilde sırtımı döndüm. Melih'te bana sırtımdan sarılarak sokuldu. Dudaklarını açıkta kalan şah damarıma bastırdı.

"Kalbini kırdığım için özür dilerim kurban olduğum." Diye mırıldandı.

Söylediği bu cümle ile beni nasıl mutlu ettiğinden bir haber uykuya dalarken, ben aptalca sırıtıyordum. Melih çok haklıydı ben iki güzel söze, azıcık alttan almaya bütün duvarları yıkıyordum. Yerimi unutuyor, onun bende bıraktığı mutluluğa kucak açıyordum. Çünkü ben hisleri bencil bir kızdım ve ben bana yapılanı canım istediğinde çok güzel unutur, kendi gururuma bile bencillik ederek anın tadını çıkartırdım.

Gözlerim kapanmadan önce hala zihnimde Melih'in özrü yankılanıyordu.

***

Sabahın sekizinde Melih'in telefonun çalmasıyla kalkmıştık. Melih telefonla kiminle konuştuysa sinirlenmiş, bunun üzerine Çağlar'ı arayarak herkesi masaya topla geliyorum diyerek telefonu kapatmıştı. Ve o dakikadan sonra hızlandırılmış sürüme girmiş gibi, ne ara yataktan kalkıp, ne ara üzerimizi giymiş ve evden çıkmıştık yakalayamamıştım. Melih arabayı çok hızlı sürerken ara ara dudaklarından daha önce icat edilmemiş küfürler dökülüyordu. O böyle sinirliyken konuşmanın ne kadar yanlış olduğunu bilsem de içimde kasırga etkisi yaratan merak duygusuna engel olamıyordum. Cesaretimi toplayarak "Melih" diye seslendim. Melih bana cevap vermeden araba kullanmaya devam edince bir kez daha seslendim. "Melih"

"Evet?" bakışlarını iki saniye kadar bana değdirip tekrar yola odaklandı. "Söyle!"

"Neden böyle sinirlisin?"

"İki saniye o küçük burnunu seni ilgilendirmeyen şeylere sokamadan duramıyorsun Ahu?" bakışları yolla benim aramda mekik dokuyordu. "Sessiz ol." Dedi. Huzursuz bir şekilde mırıldandım. Neden sinirli olduğunu söylemeyeceği kesinleşince yönümü tam olarak Melih'e döndüm. "Nereye gidiyoruz peki?" diye sordum. Melih yoldan bakışlarını ayırmadan konuştu.

"Seni eve bırakacağım. Benim halletmem gereken işlerim var."

"Senin evine bırak o zaman hem annemi de görmüş olurum." Dedim. Melih tamam anlamında başını salladı ve o dakikadan sonra ikimizde bir daha konuşmadık. Melih'in arabayı hızlı kullanmasıyla ve trafiğinde az olmasıyla eve olabildiğince kısa bir sürede geldik. Eve geldikten sonra Melih direk kendi odasına çıkınca, bende annemin yanına çıktım. Yaklaşık yirmi dakika sonra Melih'te annemin odasına girdi. Üzerine gömleği de dâhil olmak üzere siyah takım elbise giymişti.

Bakışlarını anneme değdirmeden elimden tutarak beni odadan çıkarttı. Odanın kapısını kapattıktan sonra, iki eliyle yüzümü kavradı. "Benim işim geç bitecek! Sen eve dönmek istersen sakın tek çıkayım deme! Çocuklar benimle birlikte olduğu için ara Tunç gelip alsın seni!" dedi. Tamam, anlamında başımı salladım ama bu Melih için yeterli bir cevap olmadı. Çünkü kendisi sesli cevap almaktan hoşlanırdı.

"Tamam, mı?" diye diretti.

"Tamam" diye cevap verince alnımdan beni öptü ve merdivenlere doğru ilerledi. Onun bu uysal haline şaşkınlıkla baka kaldım. Görüş açımdan Melih çıkınca kendime gelerek eve tekrar annemin odasına girdim.

Aslı ile birlikte annemin saçlarını eskiden olduğu gibi küt kesmiş ve kızıla boyamıştık. Aslı'nın da yardımıyla annemi banyo yaptırmış, birlikte yemek yemiştik. Neredeyse ikindi olmak üzere olduğu için Tunç'u aramış gelip beni Melih'in evinden almasını söylemiştim.

Annemin odasının penceresini kapattığımda kapının zili evin içinde yankılandı. Tunç'un geldiğini anlayarak annemi sarılarak öptüm ve odasından çıktım. Merdivenlere doğru ilerlediğimde Tunç'un hiddetli sesi aşağıdan geldi. "Sende kimsin?" diye bağırıyordu. Sanırım kapıyı Aslı açmıştı ve Tunç Aslı'yı görmenin etkisiyle ona hesap soruyordu. Garibim Aslı "Be-Ben-" diye kekeleyerek cevap vermeye çalışırken Tunç onun konuşmasına izin vermeden bir kez daha bağırdı. "Sen ne kızım? Bu evde senin ne işin var?"

Elimi hızlı tutarak merdivenleri ikişer ikişer indim. Kapının girişinde, yanakları kızarmış Aslı ve ona anlam veremediğim bir şekilde bakan Tunç'u gördüğümde birkaç büyük adım atarak "Abi" diye seslendim. Tunç benim sesimle delici bakışlarını Aslı'nın üzerinden çekerek bana baktı. İşaret parmağıyla Aslı'yı göstererek "Güzelim, bu kız kim?" diye sordu.

"Ahu Hanım inanın ben bir şey yapmadım. Beyefendi kapıyı açtığım an bana bağırmaya başladı!" diye kendini mahcupça ifade etmeye çalışan Aslı'ya anladığımı belirtir bir şekilde başımı salladım. Aslı zaten çekingen, sürekli utanan bir kızdı ve Tunç'un ona böyle davranmasıyla utandığı için beyaz yanakları kızarmıştı. Tunç şaşkınca bakışlarını benimle Aslı'nın üzerinde gezdirdi ve gözleri Aslı'nın yüzünde takılı kaldı.

"Sen ciddi misin?" kocaman sesli bir şekilde güldü. "Yanakların kızarmış..." yutkundu "Gözlerin gerçek mi? Saçların peki, oda gerçek mi?" diye sordu. Gözleri Aslı'nın yüzünü dalan ediyor kızcağızın utanmasını hat safhaya çıkarıyordu. Aslı, bakışlarını yere indirerek başını eğdi. "Şey ben ne demek istediğinizi anlamadım?" diye kedi gibi mırıldandı. Tunç, güçlü bir kahkaha attı. Biten kahkahasıyla Aslı'yı baştan aşağıya süzdü. "İlk kez yanakları kızaran birini görüyorum." Dedi.

Daha fazla Aslı'nın utanmaması için araya girdim. "Abi Aslı, Osman'ın arkadaşı. Kendisi hemşire ve yaralandığım için benimle ilgilendi." Bakışlarımı Aslı'ya çevirdim. Elimle Tunç'u göstererek "Aslı, Tunç benim abim. Beni almaya geldi." Diyerek ikisini tanıştırdım.

Tunç kaşlarını öyle mi der gibi memnuniyetle havaya kaldırdı. Elini Aslı'ya uzattı. "Ben Tunç Demir." Dedi ciddiyetle. Aslı'da kendisine uzatılan eli sıktı ve soy ismini söyleme gereği duymadan sadece "Aslı" dedi. Tunç kıza parlayan gözlerle bakarken Aslı utandığı için kafasını yerden kaldırmıyordu. Tunç Aslı'dan etkilenmiş gibi görünüyordu. Bu haline kıkırdamak istesem de kendimi tuttum. Yıldırım aşkı dedikleri bu oluyordu sanırım...

"Gidelim mi abi?" diye sorunca Tunç "Gidelim" derken bile gözlerini Aslı'dan ayırmıyordu.

"Ahu Hanım bende çıkıyorum." Diye konuşan Aslı'ya benim cevap vermeme fırsat vermeden Tunç konuştu. "Seni de biz bırakırız. "

"Ama-"

"Âmâsı falan yok bizimle geliyorsun." Bakışlarını bana çevirdi. "Hadi güzelim gidiyoruz." Dedi ve dış kapıyı açarak çıktı. Bizde Aslı ile el mecbur Tunç'un arkasından çıktık ve arabaya bindik. Ben Tunç'un yanına otururken, Aslı'da arkaya oturdu. Yol boyunca Tunç Aslı'yı dikiz aynasından izlemişti. Yetmemiş kızın yedi ceddini sorarak öğrenmeye çalışmıştı. Aslı utandığı için kısa kısa cevaplar veriyor arada bana beni kurtar bakışları atıyordu. Tunç Aslı'nın yaşından tutun annesinin kızlık soyadına kadar her şeyi sormuştu. En son Aslı'nın oturduğu eve gelince Aslı Tunç'un sorularından kurtularak hızlıca arabadan inmiş ve evine koşar adımlarla girmişti.

Tunç arabayı tekrar çalıştırıp yola devam ederken. "Ahu" diye seslendi.

"Efendim abi."

"Çok güzel değil mi?" sırıtarak sorduğu soruya daha cevap vermeye fırsat kalmadan. "Galiba ben vuruldum Ahu. Âşık oldum Valla." Bir eliyle direksiyonu tuttu ve diğer eliyle kalbine vurdu. "Tam şuramda filler tepiniyor kızım ya" diyerek gülmeye devam etti.

Şu halini benim gözümden görse saatlerce kendine gülerdi. Öyle masum, öyle çocuksu bir heyecanla konuşuyordu ki bu koskocaman babayiğit bedeninde bu halleri çok komik duruyordu. Tunç, mutlu olmayı en çok hak eden kişiydi. Kalbi Aslı için çarpmış ve bunu hiç çekinmeden dile getirmişti.

Yol ayağımızın altından kayıp giderken Tunç hiç bıkmadan yılmadan Aslı'nın ne kadar güzel olduğundan bahsetmişti. Bende onun bu heyecanlı hallerini sabırla dinlemiş ve onun söylediği her şeyi onaylamıştım. Çünkü Aslı gerçekten de güzel bir kızdı. Kendi doğal rengi olan karamel saçları, utanınca kırmızıya dönen beyaz teni ve kehribar gözleriyle oldukça güzeldi. Araba evin önünde durunca Tunç, benim inmemi bekledikten sonra işi olduğunu söyleyerek arabayı çalıştırıp uzaklaştı. Bende eve girdim, kendi odama çıkar çıkmaz kendimi duşa attım.

***

Sabah uyanır uyanmaz kafam dağılsın diye kendi odamı toparladım. Odamı temizledikten sonra mutfağa inerek kahvaltı hazırladım. Hazır olan kahvaltı masasına Tekin hariç bütün aile üyeleri oturdu. Sakince geçen kahvaltıdan sonra babam ve Tunç işe gitmek için evden çıktılar. Dedem salonda oturup haber programı izlerken, ben ikimiz için mutfakta kahve yapıyordum. Pişen kahveyi fincanlara doldurdum ve tepsiye yerleştirdim. Salona girip dedeme kahvesini uzattım. Dedem bana kocaman gülümsedi, kahvesini aldı ve kocaman bir yudum içti. Beğendiğini belirten mırıltılar döküldü dudaklarından. Birlikte kahvelerimizi içerken telefonum çaldı. Telefonumu elime aldığımda ekranda Birsen teyzenin adını gördüm. Onu fazla bekletmemek için telefonu yanıtladım.

"Alo"

"Ahu kızım nasılsın?"

"İyiyim Birsen teyze siz nasılsınız?" diye sormamla Birsen teyze telaşlı bir nefes bıraktı. "İyiyim kızım! Siz Melih ile aranızı düzeltirseniz daha da iyi olacağım." Dedi. Bu telaşının tek sebebi akşam Almanya'dan gelecek olan Kenan amcanın teyzesiydi. Bu akşam Birsen teyze kendi evlerinde bir yemek düzenliyordu ve o yemeğe katılmamızı istiyordu.

"Bizim aramız düzeldi Birsen teyze siz merak etmeyin."

"Oh çok şükür... Hah Ahu bak akşam geliyorsunuz kızım unutmayın! Ben şimdi Füsun Hanımı da arayıp çağıracağım. Hadi akşam görüşürüz." Diyerek telefonu kapattı.

Kapanan telefonla oturduğum yerden kalktım ve kendi odama çıktım. Odama girer girmez Melih'i aradım. Telefon çaldı, çaldı ve çaldı ama açılmadı. Çağrı sonlanınca bir kez daha aradım ama telefon tekrardan açılmadı. Telefonu yatağın üstüne bıraktım ve duş almak için banyoya girdim. Bornozumla banyodan çıktığımda yatağımın üstündeki telefonumun çaldığı duymamla telefona doğru ilerledim. Telefonu yanıtlamaya vakit kalmadan çağrı sonlandı. Telefon ekranında yirmi cevapsız çağrı vardı ve hepsi Melih'tendi. Telefon tekrar çalmaya başlayınca hiç beklemeden telefonu açtım ve kulağıma koydum.

"Neredesin Ahu sen? Niye bakmıyorsun bu siktiğim telefona?" diye kükredi.

"Banyodaydım. Çıldırma hemen!"

"Ben seni aradığımda o telefon iki elin kanda bile olsa açılacak! Asabımı bozma benim!"

Sinirle odanın içinde yürümeye başladım. "Sende benim telefonumu açmadın! Ama ben senin gibi bağırmıyorum Melih!"

"Tamam, Ahu işim gücüm var beni deli etme! Niye aradığınla şuan ilgilenemeyecek kadar meşkulüm! Ben seni akşam ki yemekte giyeceklerin konusunda uyarmak için aradım. Bana bak beni kızdırmak istemezsin değil mi?"

"İstemem..."

"Hah işte öyleyse sakın bana kısa, vücudunu belli eden, göze batan bir şey giymeye kalkma! Akşam yemekte seni çiğ çiğ yerim." Dedi ürkütücü bir sesle.

"Ne giyeceğime karar verebilecek yaştayım Melih!" diye yüksek sesle konuştum.

"Kıs o sesinin ayarını Ahu!" diyerek dişlerinin arasından tısladı. "Ben seni uyardım! Hele bir dediğimi yapma da gör başına neler geliyor." Demesiyle telefonu suratıma kapattı.

Kendi istediği olmasının dışında başka bir şey düşünmeyen pislikti. Güzel başlayan günümü berbat ederek beni sinirlendiren despot herifin tekiydi.

***

Akşam saat yediyi gösterdiğinde evden çıkarak Birsen teyzelerin evine gelmiştik. Babam, dedem ve ben Tunç'la birlikte gelirken. Füsun Hanım Tekin ile birlikte yemeğe gelmişti. Birsen teyze bizi güler yüzüyle karşılarken Kenan amca tam aksine yüzündeki hoşnutsuzlukla bizi karşılamıştı. Birkaç dakika sonra içeriye Kenan amcanın teyzesi de gelince kısaca tanışmış ve yemek masasına geçmiştik.

On iki kişilik yemek masasın başında Kenan amca onun karşısında ise Kenan amcanın teyzesi Renan Hanım oturuyordu. Birsen teyze Kenan amcanın sağında oturuyordu. Hemen yanına Füsun Hanım oturmuş, sırasıyla yanına Tunç, Tekin, dedem ve babam oturmuştu. Kenan amcanın sol kısmında ise Melih oturuyordu. Yanında da ben vardım. Benim yanımda ise Mehmet abi, Çağlar, Ufuk ve Osman oturuyordu.

Başlangıç olarak çorbalar içilirken masa buz gibi sessizdi. Ve bu sessizlik ana yemeğe kadar sürdü. Ana yemeğe geçince Renan Hanımın konuşmasıyla herkesin bakışları onu buldu. "Aile yemeği için toplanmışız ama eksiğiz. Olması gereken kişi hapisteyken olmaması gereken kişilerle yemek yiyoruz." Dedi.

Herkesin bakışları onun üzerindeyken onun küçümseyici bakışları benim üzerimdeydi. Yeni boyandığı parlaklığından belli olan siyah saçlarını ensesinde sıkı bir topuz yapmıştı. Gözleri tıpkı Kenan amca gibi siyahtı. Ellili yaşlarının sonunda olmasına rağmen dudak ve göz çevresindeki ufak tefek kırışıklıktan başka göze batan bir şey yoktu. Gözlerimi gözlerinden çekecekken "Ahu" diye seslendi.

"Ahu'ydu değil mi?" diye sordu yüzünü buruşturarak. Başımı evet anlamında salladığımda "Çok sıradan bir ismin var bir an unuttum sandım." Demesiyle Füsun Hanım küçük bir kahkaha attı. Çatalını tabağındaki ete batırdı. "Eee tabi yaş kemale erince unutkanlık yapması çok normal!" çatalına batırdığı eti ağzına atıp hızlıca çiğnedi ve yuttu. "Ahu ismi Kenan ismi kadar sıradan değil bence." Diyerek Kenan amcaya yan bir şekilde baktı. "Alınmıyorsunuz değil mi Kenan Beyciğim?" diye sordu.

Kenan amca çoktan alınmıştı çünkü öfkeden burnundan duman çıkıyordu. Babamın da Kenan amcadan kalır yanı yoktu.

Gözlerimi masada şöyle bir gezdirdiğimde bu durumdan Kenan amca, Renan Hanım, babam ve Mehmet abi dışında kimse rahatsız değildi. Herkes gülmemek için kendini zor tutuyordu. Renan Hanım iğneleyici bir tavırla "Pardon siz kim oluyordunuz?" diye sordu ve ekledi. "Ahu'nun annesi mi? Yoksa üvey annesi mi?"

"Hiçbir şeyi olmuyorum!" Renan Hanımı takmadan yemeğini yemeye devam etti. "Ben Ahu'nun olsam olsam ablası olurum." Yapmacık bir şekilde sırıttı. "Kocamı boşadım." Dedi dan diye. Masada kısa süreli bir sessizlik oldu. Renan Hanım ağzında bir şeyler geveledikten sonra tekrar "Ahu" diye seslendi. Bakışlarımı gözlerine çıkardığımda yapmacık bir şekilde güldü.

"Aranız düzeldi mi?" daha ben cevap vermeden eliyle alnına vurdu. "Ah affedersin bendeki de soru mu canım. Parmağında göktaşı gibi duran yüzüğe bakınca barıştığınız çok belli oluyor." Dedi imayla. "Bu yüzüğü barışman için Melih mi aldı sana?"

"Renan teyze!" diye kükreyen Melih'i önemsemeksizin konuştum.

"Parmağımda ki yüzük benim nişan yüzüğüm Renan Hanım. Siz nişana gelmediğiniz için yüzüğü bilmemeniz çok normal!"

Renan Hanım dirseklerini masaya yaslayarak ellerini birleştirdi kaşlarını öyle mi der gibi havaya kaldırdı. "İyi ki gelmemişim." Dedi.

"İyi ki gelmemişim de senin gibi bir kızın oğlumuzu elde etmesine şahit olmamışım."

"Renan Hanım" diye araya girmeye çalışan Birsen teyzeyi Kenan amca "Sen karışma Birsen" Diye susturdu. Renan Hanım ta Almanyalardan içindeki zehri bana dökmek için gelmiş meğerse.

"Senin yerin Melih'in yanı değil. Senin parmağında olan yüzüğün gerçek sahibi Rüya'yken o kızcağız senin kıskançlık krizlerin yüzünden boş yere ceza evinde."

Melih elini masaya sert bir şekilde vurdu. "RENAN TEYZE!" Diye resmen kükredi. Ama Renan Hanımın susmaya hiç niyeti yoktu. "Ne var oğlum? Yalan mı söylüyorum?" bakışları beni buldu eliyle masadaki herkesi göstererek konuştu.

"Kim bu kız? Tek başına bir adı bile yok bütün camia, gazeteciler, tanıdıklar herkes Melih'in Ahu'su diyor. Babasının iflas etmesiyle para karşılığında sana satılmadı mı bu kız? Seni kendine âşık etti Melih. Normal şartlarla asla görüşmeyeceğimiz insanlarla akraba olmamızı sağladı. "Başını iki yana inanmazca salladı. "Dayın gibi olma aslanım bir kız uğruna kendini yakma!" demesiyle Melih bir hışımla ayağa kalktı. Melih'in kalkmasıyla Çağlar, Ufuk ve Osman da ayağa kalktı. Melih yumruğunu masaya geçirdi.

"Siz kim oluyorsunuz da benim kadınıma laf söylüyorsunuz? Hepiniz haddinizi bileceksiniz Ahu'nun adını ağzınıza alırken iki defa düşüneceksiniz!"

İşaret parmağını tehditvari bir şekilde masada ki Renan Hanım ve Kenan amcanın üzerine doğru salladı. "Ahu'nun saçının teli kopsa sizden bilirim. Ahu'nun yanıma bırak yaklaşmayı onunla konuşmayacaksınız bile!"

Kenan amca ve Renan Hanım şaşkınlıkla afallamış bir şekilde Melih'e bakarken Melih bakışlarını Birsen teyzeye çevirdi. "Anne bir daha Ahu'yu böyle bir ortama sokmayacaksın! Ahu bir daha bu eve gelmeyecek! Ahu'yu çok görmek istersen dışarıda görüşeceksin." Dedi.

Bir anda elimi tutarak beni oturduğum yerden kaldırdı. Benim ayağa kalkmamla Tunç'ta kalktı. Melih "Gidiyoruz Ahu" diyerek beni peşinden sürükledi. Salondan çıkmadan duyduğum en son ses Füsun Hanımın alkışlayarak "Helal olsun sana Melih." Demesiydi.

Hızlı adımlarla evden çıkmış, arabaya binmiş ve oradan uzaklaşmıştık. Bakışlarım pencere tarafına dönüktü ve ben ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Renan Hanımın bana söylediklerinin çoğu doğruydu. Herkes bana Melih'in Ahu'su diye sesleniyor, ailemin beni para karşılığında Kılıçaslanlara sattığını söylüyordu. Kimse gerçekleri bilmiyor, bilmedikleri gerçekleri evirip çevirip kendi istedikleri gibi dillendiriyorlardı. Düşünceler yılan gibi zihnimde tıslarken engelleyemediğim bir damla yaş gözümden intihar ederek düştü.

"Sakın ağlayayım deme!"

"Ağlamıyorum..." bir hıçkırık koptu boğazımdan. "Gerçekten ağlamıyorum Melih." derken bile hüngür hüngür ağlıyordum. Araba ani bir firenle durdu. Melih ellerini koltuk altlarımdan geçirerek beni bir çırpıda kucağına aldı. Melih'in dizleri üzerinde yan bir şekilde oturuyordum. Yüzüm ise göğsüne yaslıydı. Melih'te beni kollarıyla sıkı sıkıya sarıyor ağlamam için bir şeyler söylüyordu ama ben ağlamaktan ne söylediğini duyamıyordum. Kaç dakika Melih'in kucağında ağladım bilmiyordum ama artık ağlamalarım iç çekişlere dönünce Melih gülmeye başladı.

"Gömleğime sümüğünü bulaştırdın kedicik." Dedi. Burnumu sesli bir şekilde çektim. "Ben sümüklü de değilim, kedi de değilim." Dedim mızmızlanarak.

"Sen tam bir kedisin... Sümüklü kedi."

Çenemi göğsüne yasladım. Gözlerinin içine baktım. Melih'in yüzünde gülümseme vardı. Elini kaldırarak burnumun ucuna parmaklarıyla vurdu. "Ağlayınca gerçekten çok çirkin oluyorsun." Bu kez parmakları yanağımdaki ıslaklığı sildi. "Bu halini görmeye daha fazla katlanabileceğimi hiç sanmıyorum." Dedi yüzünü buruşturarak.

Aramızda derin bir bakışma geçti. Onun ela gözlerinde kendi yansımamı gördüm. Eminim ki oda benim gözlerimde kendi yansımasını görüyordu. Benim aklım bir türlü almazken onunda aklı almıyordu. İkimizde çok farklıydık. O ateşti, ben ise buz. O yakardı ben ise soğutur. Yan yana gelmemiz mümkün değilken, kendimizden geçerek diz dizeydik.

Kanatları tutuşan kelebeğin varlığını kalbimde hala hissediyordum. Benim kalbimdeki buzlar böyle erirken Melih'in alev alan kalbini ne söndürecekti peki?

Cevabı olmayan düşüncelerden beni ayıran Melih'in sert erkeksi sesi oldu. "Yemek yemeye gidelim mi?" diye sordu. Birsen teyzelerin evinde yemek yiyemediğim için açtım. Melih'in bu sorusuyla başımı olur anlamında salladım. Melih beni kucağından yavaşça kaldırarak yan taraftaki koltuğa oturttu. Arabayı tekrar çalıştırdı. Yarım saat süren yolculuktan sonra araba küçük büfelerin olduğu bir yerde durdu. Melih arabayı park ettikten sonra arabadan indi. Benim bulunduğum tarafa gelerek kapıyı açtı. "Gel hadi." Diyerek elini uzattı. Uzattığı elini tuttum ve arabadan indim.

El ele karşı kaldırama geçtik ve sarı boyalı küçük büfeden içeriye girdik. Kapının önünde asılı olan boncuklu perde bizim girmemizle şıngırtılı bir ses çıkardı. Büfenin içinde yeşil yedi tane küçük masa ve etrafına dizilmiş tabureler vardı. Küçük masaların üç tanesi doluydu. Boş olanlardan birine geçip oturduk. İçerideki yemek yiyen insanlar bizi baştan aşağıya süzmüş ve bunların burada ne işleri var bakışı atmışlardı. Onları umursamadım çünkü burada olmak beni şuan lüks bir restaurantta olmaktan daha mutlu etti. Melih'te mutlu olduğumu görünce sipariş vermek için elini kaldırdı. Yanımıza koşar adımlarla on beş- on altı yaşında bir genç geldi.

"Buyur abi?"

Melih bana bakışlarını dikerek "Ne yemek istersin Ahu?" diye sordu. Bende genç çocuğa bakarak "Ne var?" diye sordum.

"Kebap çeşitleri, çorba çeşitleri ve tost var abla."

"O zaman ben adana dürüm istiyorum." Dedim.

Melih genç çocuğa dönerek "Bize iki tane acılı adana dürüm getir aslan parçası." Dedi. Genç çocuk "Tamam abi" diyerek yanımızdan gidecekken "Benimkisi soğanlı olsun. Yanında ayranda istiyorum." Dedim. Melih büyükçe gülümsedi. "Sen ikisine de soğan koy. İki tane de ayran getir."

Yanımızdan ayrılan genç çocukla Melih gözlerini bana dikti. "Meğer benim kedimin içinde kebap aşkı varmışta bundan benim haberim yokmuş." Dedi alaycı bir tavırla. Onun bu sözlerine sadece omzumu silktim. Birkaç dakika sonra masamıza gelen sıcak dürümleri ve ayranlarımızı koyan genç çocuk başka bir şey isteyip istemediğimi sorduktan sonra yanımızdan ayrıldı. Önümdeki dürümü elime aldım üzerine sarılı olan kâğıdı açtım ve bir lokma aldım. Tadı inanılmaz derecede enfesti. İkinci lokmayı alacakken gözüm Melih'e takıldı. Dürümden öyle büyük lokmalar alıyordu ki neredeyse iki lokmada dürüm bitmek üzereydi. Bir an çok kısa bir zaman diliminde Melih'in gerçekten de bir aslan olduğunu düşündüm. Melih bir lokma daha ısırınca, bende kendi dürümümden bir lokma ısırdım. Melih'in aldığı kocaman lokmadan dolayı yanağı şişmişti.

İçimdeki dürtüye engel olamayarak parmağımla yanağına dokundum. Melih, biten dürüm kâğıdını elinde buruşturdu. Aynı zamanda da ağzındaki lokmayı çiğniyordu. Yanağında olan parmaklarımı tuttu ve elimi kendi elinin içine hapsetti. Boşta kalan eliyle tekrar genç çocuğu çağırdı ve bir dürüm daha istedi kendine. Ben elimdeki dürümü yemeye devam ederken Melih'in ikinci dürümü geldi. Yine kocaman lokmalar alarak dürümünü yedi. Benimle birlikte bitirdiği dürümünden sonra ayranı kafasına dikti. Onun bu haline daha fazla dayanamayarak kıkırdadım. Melih kaşlarını alayla havaya kaldırarak "Ne oldu?" diye sordu.

"Aç bir kurt gibisin" gülümsedim. "Kocaman açtığın ağzınla neredeyse bir dürümün hepsini yedin." Dedim.

"Ben aslanım kızım tabi ki de kocaman açacağım ağzımı. Bunu senin gibi bir kedi anlayamaz." Dedi böbürlenerek.

Melih'in bu tavrına alışık olduğum için onu duymamazlıktan geldim. Biraz daha büfede oturduktan sonra Melih hesabı ödedi ve el ele büfeden çıktık. Karşı kaldırıma park ettiğimiz arabanın yanına geldiğimizde arabanın sileceklerinin altına yerleştirilmiş bir not dikkatimizi çekti. Melih elini elimden çekti ve notu alarak okudu.

"Çok yanlış yaptın Kılıçaslan! Kedinin arkasını kolla... Çünkü birazdan kedin can verecek!" yazıyordu notun üstünde.

Melih sinirle avuç içinde sıkıştırdığı nota bakarken, gecenin karanlığına bir arabanın farlarının ışığı düştü. Gözlerimi acıtan ışıktan kurtulmaya çalışırken araba son sürat üzerime gelmeye başladı. Her şey o dakikadan sonra gerçekleşti. Arabanın lastiklerinin çıkardığı acı sese Melih'in "Ahu..." diye bağırma sesi karıştı.

BÖLÜM SONU

Loading...
0%