Yeni Üyelik
26.
Bölüm

25. Bölüm

@esranurozer

                                                     
                    

Kenan Doğulu: Gelinim

Yüksek Sadakat: Haydi Gel İçelim

İzah etmesi zor duygularla bir fırtınanın içinde yönümü bulmaya çabalıyorum. Bu fırtınanın içinde, her gün yeniden yaşayabilmeyi ise her şeyden çok istiyorum.

Bana hep ne kadar pasif olduğumu diyorlardı. Hep ağladığımı, çok güçsüz olduğumu... Benim zayıf bir kız olduğumu söyleyip duruyorlardı. Ama beni bu denli güçsüz, zayıf ve pasif yapan şeyin ne olduğunu hiç sormuyorlardı.

Peki, bu bana yapılan en büyük haksızlık değil miydi?

"Geçecek" dediler. Zor olacak ama elbet "Geçecek" dediler. Gözlerinin önünde yaşarken ölmeye başladığım da bile az sabır bu da "Geçecek" dediler.

Geçmedi..!

Zaman geçti. Acının rengi, boyutu, şiddeti değişip geçti. Bedenimden ruhum, kalbimden ölüm geçti. Ama bir türlü benden geçmedi.

Zaman durmaz. Zaman hep geçer. Senden aldıklarıyla, sana verdikleriyle, senden tükettikleriyle...

Sen vazgeçersin bazen...

Yorulduğunu hissettiğin için...

Hayata karşı boşa kürek çektiğini fark ettiğin için...

Vazgeçersin işte... Vazgeçmek son çare olduğu için.

Kendi odamda boydan aynanın önünde dakikalardır kendi yansımamı izliyordum. Saatler önce kuaförün ve kızların yardımıyla kına için hazırlanmıştım. Kuaför zümrüt yeşili elbiseme uygun olması için makyajımı göz ağırlıklı yapmış, dudaklarıma toprak tonlarında nüde bir ruj sürmüştü. Elbise köprücük kemiğimi ve boynumu gözler önüne seriyor ve çok güzel duruyordu. Bu güzelliği kapatmak istemediğim için saçlarımı doğal maşalar yaptırmış ve sırtıma doğru toplattırıp küçük çiçeklerle süsletmiştim. Kına Berna'nın cafesinde olacağı için kızlar benim hazırlanmam bittikten sonra, kına yakılırken giyeceğim bindallıyı da alıp cafeye gittiler. Beni cafeye Melih alıp götürecekti.

Saat neredeyse akşam yedi olmak üzereydi. Düğüne bir sürü insan davetli olacağı için, kınayı kızlarla kendi aramızda yapacaktık. Kınaya davet edilen kişileri Berna ayarlamıştı. Davetliler yabancı olarak, Kenan amcanın teyzesi Renan Hanım, üniversiteden, benim arada görüştüğüm ama Berna'nın görüşmeyi kesmediği Dilan ve Sezen'di. Diğer tayfa zaten bizim kızlar, Füsun Hanım ve tabi ki de sevgili kayınvalidem Birsen teyzeydi. Bütün organizasyonla Berna, Ezgi ve Aslı ilgilenmişti.

Renan Hanım, kınaya Rüya'nın davetli olmamasına ne kadar kızıp söylense de kızlar, özellikle de Berna Renan Hanımı hiçte kibar olmayan bir dille reddetmişlerdi. Kenan amca desen oğluyla evlenmemi istemediği için bu bir hafta'da Melih'i kararından caydırmak için elinden geleni yapmış ama sonuç maalesef ki onun için hüsran olmuştu. Dedem kendi içine kapanmış, babam kendini çalışma odasına kapatmış ve sürekli çocukluğuma dair fotoğraflarıma bakarak bazı geceler içmişti. Tekin, eve yine uğramamaya başlamıştı. Tunç, her zaman olduğu gibi desteğini benden esirgememiş, benim Melih'le evlenmememi ne kadar çok istese de sırf ben üzülmeyeyim diye söyleyemediği kelimeleri yutmuştu.

Bu ani evlilik kararı beni yıktığı kadar iki aileyi de derinden etkilemiş ve zaten olmayan aralarını daha da açmıştı.

Zihnimin içindeki savaş halinde olan düşüncelerim, yatağımın üzerinde çalan telefonumla son buldu. Aynanın karşısından ayrılarak yatağın yanına ilerledim. Arayan kişinin Melih olduğunu görünce, çağrıyı yanıtlama gereği duymadan telefonumu da alarak odamdan çıktım. Aşağıya inip dış kapıyı açtığımda Melih'in bahçe kapısının önünde kendi arabasında beklediğini gördüm. Melih ile göz göze gelmemeye çalışarak temkinli adımlarla yanına doğru ilerledim. Arabanın kapısını açtım ve içine yine Melih'e bakmadan bindim.

Melih'in delici bakışlarını üzerimde yoğun bir şekilde hissediyordum. Emniyet kemerimi takmak için onun bulunduğu tarafa döndüğümde, iki elinin avuç içiyle yüzümü tuttu. Başparmakları yanağımda yumuşak daireler çizerken "Ahu" diye seslendi. Gözlerimi yavaşça gözlerine çıkardım. Melih'in koyulaşmış ela gözleriyle gözlerim kesişince, sanki boğazımda bir yumru varmış gibi seslice yutkundum. Melih gözlerini arsızca açıkta kalan boynum ve köprücük kemiğimde gezdirdi. Gözleri tekrar gözlerime tırmandığında, "Neden yüzüme bakmıyorsun Ahu?" diye sordu.

Yüzüm hala Melih'in ellerinin esaretindeyken, dudaklarımı bilmiyorum der gibi büzdüm. Melih büzülen dudağıma bir süre baktıktan sonra, ellerini yüzümden çekti. Yüzünü boynuma yaklaştırıp, burnunu boyun girintim boyunca koklayarak sürttü. Dudağını şahdamarımın üstüne bastırdı ve tam şahdamarımın üstüne güçlü bir öpücük kondurdu. Melih'in dudaklarının sıcaklığını tenimde her hissettiğimde, nefes alış verişlerim düzensiz bir hal alıyordu.

Melih dudaklarıyla tenime işkence yapmayı sürdürmeye yemin etmiş gibi, bu kez dudakları köprücük kemiğimin üzerinde durdu. Köprücük kemiğimin üzerine küçük küçük sayısız öpücük bıraktı. Sıcak dudaklarının tenime olan her baskısıyla damarlarımda ki kan bile donuyordu. Melih dudağını köprücük kemiğimden çekti ve koyulaşmış ela gözlerini gözlerime sabitledi.

"Ahu, kurban olduğum." Derken gözleri gözlerimi, parmakları tenimi talan ediyordu. Beni duygudan duyguya sürüklediğinden bir haberdi. Tenim onun dokunuşlarına ayak uydurmak ister gibi şaha kalkmıştı. Gözlerim ise koyu irislerinden adeta ayrılmak istemiyordu.

Üzerine giydiği beyaz gömlek, kaslı kollarını ve vücudunu ikinci bir deri gibi sarmıştı. Sakalları kısaltılmış, yanağını bir bütün gibi kaplamıştı. Saçları bu kadar düzene rağmen asice hafif dağınıktı. Arabanın içini dolduran ve buram buram kokan karanfil kokusu ciğerlerime işliyordu.

"Kına yakılacağı zaman başka bir elbise giyeceksin değil mi?" diye soran Melih'in sesiyle gerçek dünyaya giriş yaparak "Hı" diye mırıldandım. Melih serseri bir şekilde gülümsedi.

"Kına yakılacağı zaman diyorum başka elbise giyeceksin değil mi diyorum?"

"Evet, neden soruyorsun?"

Melih, birden yüzümü kavradı ve alnımın ortasından öptü. Geri çekildiğinde koltuğuna iyice yerleşti. Emniyet kemerini taktı, arabanın kontağını çalıştırırken konuştu.

"Kına yakıldığında bende kınaya geleceğim. Eee tabi doğal olarak bizim çocuklarda gelecek. Bu yüzden bu elbiseyle gözler önünde dolanmanı istemem kedicik."

Beynim Melih'in söylediklerini idrak edince koltukta kıpırdanarak Melih'e göz devirdim. Kıskançlığı tutunca aslandan öküze terfi ediyordu. Melih, benim sessiz kaldığımı görünce göz ucuyla bana yandan bir bakış atıp arabayı sürmeye devam etti. Bir süre sessiz geçen yolculuğumuzu Berna'nın cafesinin bulunduğu sokağa geçtiğimizde ben bozdum ve "Melih" diye seslendim. Melih gözlerini yoldan ayırmadan "Evet" dedi.

"Kına bittikten sonra senin evine annemi görmeye gelebilir miyim?"

"Benim evim?" dedi sorar gibi üstüne bastırarak.

"Hıhım" diye mırıldandığım da, Melih kaşlarını havaya kaldırdı. Gözleri yol ile benim aramda mekik dokuyordu. Arabayı birkaç saniye sonra Berna'nın cafesinin önünde durdurdu. Emniyet kemerini yavaşça çıkardı. Oturduğu koltukta yan dönerek yüz yüze gelmemizi sağladı.

"Bir; orası benim evim değil! Bizim evimiz!" söylediği her bir harfin üstüne basarak konuşmuştu. "İki; kendi evine gelmek için bir daha benden izin isteme!" konuşması sakin olmasına rağmen sesi oldukça sertti. "Ve üç; Anneni görmek için eve gelmene gerek yok. Çünkü kendisi kınada da, düğünde de olacak!" dedi.

"Ne? Nasıl?" diye şaşkınlıkla sorduğum soru karşılığında Melih sadece gülümsedi. Bu gülümseme hissizlik ve hiçlik arasında sıkışmış gibiydi.

"Duydun işte, Canan Hanımı artık gizlemeyeceğim. Zaten Fransa'da ki tedavisi bitmişti. Eskisi gibi bizim evimizde kalacak tek fark ise kimseden gizlemeyeceğiz!" dediğinde kollarımı Melih'in boynuna sardım. Melih'te sanki bunu bekliyormuş gibi beni kolları arasına aldı. Bir süre birbirimize sarılı durduktan sonra, yüzümdeki gülümsemeyle Melih'in kollarından ayrıldım. Otuz iki dişimi de göstererek gözlerinin içine baktım.

"Bunun için sana kesinlikle teşekkür etmeyeceğim Melih." Dediğimde Melih kaşlarını alayla havaya kaldırıp öyle mi der gibi bir bakış attı. Ben ise sırıtmaya devam ederek "Ne de olsa benim annem seninde kayınvaliden..." Melih havaya kalkan kaşlarını geri indirerek yüzünü memnuniyetsizce buruşturdu.

Peki, ben bunu pek umursadım mı? Tabi ki de hayır.

"Ama" iki elimi de kaldırarak yanaklarına uzattım ve parmaklarımın arasına yanaklarını sıkıştırarak çekiştirdim. "Uslu bir damat olduğun için senin adına anneme teşekkür edebilirim." Derken hala sırıtıyordum.

Melih sinirle kaşlarını çattı ve yanağını parmaklarımın esaretinden kurtardı. "Ne yapıyorsun Ahu?" diye çıkıştığında, bakışlarını dikiz aynasına çevirip yanaklarını eliyle kontrol ediyordu. "Hasbin Allah" derken bakışları beni buldu.

"Git artık hadi!" başıyla dışarıyı gösterdiğinde sırıtarak başımı tamam der gibi salladım. Arabanın kapısını açıp tam dışarıya çıkacakken Melih beni kolumdan tutarak kendisine doğru çekti. Şaşkınlıkla açılan gözlerimi umursamadan dudaklarını dudaklarımın üstüne sertçe bastırdı. Kısa ama bizi dünyadan soyutlayan öpücüğünün ardından dudaklarını geri ayırdığın da, dilini kendi dudaklarının üstünde gezdirdi. "Şimdi gidebilirsin." Dedi.

Melih'in etkisinden hızlıca kurtularak kendimi arabadan dışarıya attım. Seri adımlarla cafeye ilerledim ve vakit kaybetmeden kapıyı açarak içeriye girdim.

Kafeye girer girmez gözlerim ilk olarak tekerlekli sandalyede oturan annemi buldu. Daha sonra annemin etrafında sandalyede oturan Berna, Aslı ve Ezgi'yi gördüm. Hepsinin bakışları benim üzerimdeyken benim bakışlarım annemin parlayan acı kahve gözlerindeydi. Temkinli adımlarla anneme doğru yaklaştım, yaklaştım ve yaklaştım. En son annemin yanına vardığımda, üzerimdeki elbisenin kirlenmesini önemsemeden dizlerimin üzerine çöktüm ve annemin dizlerine başımı yaslayarak sarıldım. Annem sıcak, şefkat dolu elini saçlarımın üstüne yerleştirdiğinde, sanki saçımı bozmaktan korkar gibi hafifçe okşadı.

Bir süre annemle böyle sarılı kaldık. Bizi birbirimizden ayıran ses ise Berna'nın sesi oldu. "Eee hadi yeter bu kadar duygusallık canım." Ellerini birbirine vurdu. "Ayağa kalk Ahu. Şimdi Birsen teyze ve Füsun Hanım gelecekler sizi böyle görmesinler." Dediğinde cafenin kapısı açıldı ve görüş acımıza kınaya davetli olan Dilan ve Sezen girdi. İkisi de doğuştan sarışındı ve ikisi de mavi gözlüydü. Dilan kısa boylu ve hafif kiloluydu ve gecen yaz nişanlanmıştı. Sezen ise uzun boylu, zayıf ve göz alıcı dolgun iri göğüslere sahipti.

"Hah işte kızlarda geldi." Diyerek yanlarına adımlayan Berna ile, ben Ezgi ve Aslı'da kızların yanına gittik. Kısaca birbirimize sarılıp klasik bir konuşma yaptıktan sonra kızları içeriye davet ettik. Kızlar annemin yanında olan bir masaya geçtiklerinde, bende cafede şöyle bir göz gezdirdim.

Berna yine zevkini sonuna kadar kullanmıştı. Cafedeki masaların birçoğunu kaldırmış sadece iki tane masa bırakmış ve masanın üstüne beyaz masa örtüsü örtmüş üzerine kırmızı güller dolu vazo koymuştu. Masanın etrafındaki sandalyeleri kırmızı tüllerle süslemişti. Cam kenarına ise kına tahtını yerleştirmiş, kına tahtının yanına çadır tarzı uzun direkler dikerek etrafından tüller sarkıtmıştı. Kına tahtının hemen üstünde ise kocaman yazılarla "AHU GELİNİN KINASI" yazıyordu. Gördüğüm şeyler benim çok hoşuma giderek gülümsedim. Yanımda olan Berna'nın kolunu dürterek dikkatini çektim.

"Ne ara yaptın bunlara Berna?"

Berna bana ne sandın der gibi üsten bir bakış attı. "Siz beni hafife almışsınız Sayın Ahu Kılıçaslan." Sanki sır verecekmiş gibi bana doğru biraz yaklaştı. "Ay bu soy isim sana çok yakıştı. Ahu Kılıçaslan insanın söyledikçe söyleyesi geliyor." Diyerek güldü.

"Berna..."

"Tamam ya hemen celallenme Ahu."

Berna'ya cevap verecekken Dilan'ın "Kına ne zaman başlayacak?" diyen sorusuyla ağzımı geri kapatmak zorunda kaldım.

"Kayınvalide hazretlerini bekliyoruz kızlar gelsin başlayacağız." Diye cevap verdi Berna. Hakikatten Füsun Hanım, Renan Hanım ve Birsen teyze neredelerdi?

"Birsen teyze nerede ki?"

"Kına tepsisini yanımıza almayı unutmuşuz. Birsen teyze ve Füsun Hanım onu almaya gittiler. Sen gelmeden önce aradım Renan Hanımda onlarla birlikte gelecekmiş." Dediğinde cafenin kapısı açıldı. Ve meşhur üçlü içeriye girdi. Birsen teyze "Ay çok mu geç kaldık" diye söylenerek içeriye girdiğinde Füsun Hanımda söylenmeye başlamıştı ki gözleri bir yere sabitlenmiş bir şekilde adımları durdu ve hemen ardından "Canan" diye mırıldandı şaşkınlıkla. Birsen teyze Füsun Hanım baktığı yere baktığında oda adımlarını durdurdu.

Kalbim bu anı yaşarken fazlaca kan pompalıyordu. İçimden Birsen teyzenin annemin kim olduğunu anlamaması için bildiğim duaları okuyordum. Birsen teyze annemden bakışlarını çekerek bana baktı. "Ahu kızım annen mi yoksa?" diye sorduğunda Füsun Hanım benden önce davranarak "Evet annesi." Diyerek annemin yanına doğru ilerleyip tap önünde durdu.

"Canan nasılsın? "annemle birbirlerine öyle derin baktılar ki sadece bakışmalarıyla birbirlerine ne söylemek istediklerini anladılar sanki. Füsun Hanım anneme doğru bir adım daha atarak sarıldı. "İyisin iyi." Dedi rahatlamış bir ses tonuyla.

Bakışlarım Füsun Hanım ve annemin üzerindeyken bir anda Birsen teyze benim yanıma gelip bana sarıldı. "Gözün aydın kızım sonunda annen iyileşip yanına gelebildi." Kollarını benden ayırıp "Dur gidip bende tanışayım annenle" dedi. Anneme doğru yaklaştı. Berna ile birbirimize korku dolu gözlerle bakarken Birsen teyze annemin yanına çoktan varmıştı.

"Merhaba ben Birsen" elini anneme uzatmak yerine oda tıpkı Füsun hanım gibi kısaca sarıldı. Kolları annemden ayrıldığında "Ben Melih'in annesiyim. Artık Ahu'nun da annesi sayılırım." Dediğinde annem konuşamadığı için sadece tebessüm etti. Birsen teyze annemin konuşmadığını bilmediği için bakışları beni buldu. Birkaç adımda yanlarına geldim.

"Birsen teyze annem hastalığından dolayı konuşamıyor." Diyerek açıklama yaptığımda Birsen teyze anladığını belirtir mimikler sergileyip tekrar anneme döndü. Bir şeyler söylemek için araladığı dudaklarını birden kapattı. Annemin yüzüne dikkatli bir şekilde bir süre baktı.

"Çok garip." Dedi ve devam etti. "Gözleriniz bana çok tanıdık geldi. Sanki daha önce sizinle bir yerlerde karşılaşmışız gibi hissediyorum."

Yutkunarak Berna'ya baktığımda, Berna kendini toparlayarak ellerini birbirine vurdu. "Aaa hadi ama Birsen teyze şu kınaya başlayalım artık." Başıyla Aslı'ya bir işaret verdiğinde Aslı mutfak tezgâhına doğru ilerledi ve çok geçmeden cafeyi hareketli bir müzik sesi doldurdu. Ezgi'de oturduğu yerden kalkarak alkış çalarak ortaya geldi. "Hadi oturmaya mı geldik? Herkes oynasın." Dedi.

Ve böylelikle ortamdaki kasvet dağılmış oldu. Füsun Hanım ve Birsen teyze bu komutu bekliyormuş gibi ortaya geçip oynamaya başladığında, Sezen ve Dilan'da oyuna katıldılar. Zaman ilerledikçe biz kızlarla halay çekmiş, ortada oynamış, hatta mezleke bile oynamıştık. Herkes buna bende dâhil olmak üzere deli gibi eğlenirken, Renan Hanım bir köşede öylece oturmuş asık suratıyla bizi izliyordu. Berna yüzsüzlük yaparak Renan Hanımı kaç kez ortaya davet etti ama Renan Hanım onu her defasında reddetti.

Zaten bir süre daha durup başının ağrıdığını bahane ederek kınadan ayrılmıştı. Ezgi müziği değiştirip halay havası açtığında yanımı gelip "Ahu gel hadi sana bindallını giydirelim. Bende sevgilimi arayayım onlarda yavaştan gelsinler kınayı yakalım." Dedi.

"Tamam" diyerek onu yanıtladığımda Ezgi ile birlikte cafenin mutfak bölümüne girdik. Ben elbisemi çıkarmaya çalışırken Ezgi, Ufuk'u aramış ve gelmelerini söylemişti. Telefonu kapattıktan sonra bindallıyı giymeme yardım etmişti. Bindallının birebir aynı tonunda olan kırmızı dantelli örtüyü de duvak gibi saçlarıma tutturduktan sonra mutfaktan çıktık. İçeriye girdiğimizde herkesin bakışları bana döndü ve yine herkesin dudaklarından beğeni dolu sözcükler döküldü. Bakışlarım annemi bulduğunda annemin gözlerindeki yaşlar yanaklarına doğru süzülüyordu.

Sanırım annemde biricik kızının kınasına bu halde görmeyi hayal etmemişti. Ama zaten kimin hayalleri gerçek oluyordu ki annemin hayalleri gerçek olsun.

Annemden bakışlarımın çekilmesini sağlayan cafenin kapısının gürültüyle açılması oldu. Herkesin şaşkın bakışları cafenin girişinde ki Beylere çevriliyken;

Ufuk omzuna taktığı davulla aralarından sıyrılarak davulun tokmağını birkaç kez davula vurdu.

"Gelin geldi evimize... Şenlik geldi köyümüze... Hoş geldin allı gelin... Sefa geldin pullu gelin..." okuduğu maninin ardından davula vurmaya başlayınca Ufuk'un arkasında kalan Çağlar, Osman ve Mehmet abi alkış çalmaya başladılar.

Melih gözlerini, gözlerimden ayırmadan sadece bana bakarken, Tekin ve Tunç kız tarafı olduklarını belirtmek ister gibi onların yanından ayrılarak yanıma geldiler. Ufuk davula ritmik bir şekilde vurmaya devam ederken bir anda durdu. Sevgilisi Ezgi'ye çapkın bir bakış atıp öpücük gönderdi. Davulun tokmağını bir kez davula vurdu.

"Asmada üzüm olduuu... Ahu gelinde bizim olduuu..."

İkinci manisini de söyledikten sonra davula vurmaya başladı. Arkadakiler de ona çanak tutarak ıslık ve alkış çalıyorlardı. Ve bu kez bu alkışa bizim kızlarda katılmıştı. Melih, adamlarının bu hallerine gülerek kafasını salladı ve ağır adımlarla yanıma doğru adımladı.

Ortada Ufuk elinde davul çalıyor kızarlar ve Beyler Ufuk'un etrafında ona oynayarak eşlik ediyorlardı. Melih kalabalığı yararak yanıma geldiğinde, gözleriyle beni baştan aşağıya süzdü. Dudaklarını memnun olmuşçasına kıvırdığında, Ufuk elindeki davulun tokmağını herkesin susması için sert bir şekilde vurdu. Melih'le bakışlarımız Ufuk'a kaydığında, Ufuk sinsice sırıtıp, ritmik bir şekilde davula vurmaya başladı.

"Damadın kravatı nakışlı... Gelinde damada ne çok yakıştı..." diye söylediği maniye kızlar kıkırdayınca, bende gülümsedim.

Çağlar, birden araya girdi. "Ufuk çal davulu bende bir tane mani söyleyeceğim." Dediğinde Ufuk başını tamam der gibi sallayıp davulu çalmaya başladığında, Çağlar önünü Berna'ya döndü ve mavi gözlerini, Berna'nın bal rengi gözlerine dikti.

"Aldık oğlumuza kızı... Azrail görsün yüzünüzü..."

Çağlar'ın biten manisiyle herkes katıla katıla gülerken Berna sinirden kıpkırmızı olmuştu. Her an kına falan dinlemeyip Çağlar'ın üzerine saldırabilirdi. Bu durum herkesin hoşuna giderken, Berna gibi bu durumdan hoşlanmayan bir kişi daha vardı. O da Tekin'di. Öldürücü bakışlarını Çağlar'ın üzerine dikmiş, ellerini iki yandan yumruk yapmıştı.

Berna sakinliğini koruyarak Çağlar'ın gözlerinin içine baktı. "Kendi başına eğlenmen bittiyse kınamızı yakalım bay dağ ayısı." Dediğinde Osman ve Ufuk "Uuuu" diyerek yumruklarını birbirlerine vurdular. Çağlar, öylece kala kalırken Berna arkasını dönüp mutfak tezgâhının olduğu yere ilerledi. Kına malzemelerinin olduğu tepsiyi eline aldı. İçindeki mumlu kınaları içeride bulunan buna beylerde dâhil olmak üzere herkese dağıttı. Kızlar için aldığı tülden kına taçlarını da dağıttıktan sonra, kına şarkısı açtı. Herkes mecbur Berna'ya uymuş ve Berna'nın söylediği gibi oynamaya başlamışlardı.

Saniyeler dakikaları, dakikalar ise saatleri kovalamıştı. Ortada oynarken kaç tane şarkı bitirmiş, kaç tanesini tekrar başa sararak oynadığımızı sayamamıştık. Kâh çekişmeli, kâh eğlenceli, kâh ağlamalı kına gecemin son kısmına en nihayetinde gelmiştik. Berna'nın özenle hazırladığı kına tahtına oturmuştum. Yüzüme ise kırmızı dantelli örtü örtülmüştü. Hemen yan tarımda Melih oturuyor ve elimi sanki ben kaçıp gidecekmişim gibi sıkı sıkıya tutuyordu. Kızlar o meşhur kına şarkısını söylemeye başladıklarında, bedenen burada olmama rağmen ruhen kendimi burada hissedemediğim için şarkı sözleri bir türlü zihnime uğramıyordu.

Gözlerim ise benden bağımsız yaşlarını döküyordu. Melih başparmağı ile elimin kemikli kısmını beni rahatlatmak için okşuyordu ama ben rahatlamak bir yana dursun, kendimi her an patlayacak bir yanardağ gibi hissediyordum.

"Ay kızlar yeter artık ya çok ağlıyor. Daha fazla ağlatmayın." Diye konuşan Birsen teyzeye Füsun Hanım cevap verdi.

"Olur, mu canım öyle. Cık, cık cık" dedi hayıflanır gibi. "Ağlasın. Hem ağlayan gelin iyidir. Güzel olur."

Herkes benimle ilgili birçok şey söylüyordu ama annem söyleyemiyordu. Aslında en çok annemin söylemesi gereken şeyleri annemin söyleyememesi beni incitti ve bir kez daha hıçkırarak ağlamaya başladım. Kızların söylediği şarkı bir süre daha devam ettikten sonra Berna önümde diz çöktü ve elime uzandı. Berna elime uzanınca bende refleks olarak elimi açtığımda, Berna birden elimi yumruk haline getirdi. Ve yüksek sesle bağırdı.

"Gelin elini açmıyor! Bu güzel gelinin kaynanası nerede?"

Birsen teyze kırmızı örtümün altından gördüğüm kadarıyla gülümseyerek yanıma geldi. Elinde tuttuğu kesenin içinden iki tane tam altını çıkartıp iki avucumun içine koydu. Berna kınayı yakmaya başladığında Birsen teyze bu kez çantasından bir kutu çıkardı ve beklemeye başladı. Berna kınayı bitirdiğinde ayağa kalktı. Melih'te ayağa kalktığında, ne yapacağımı bilemeyerek bende ayağa kalktım. Melih benim tam karşımda durdu ve yüzüme örtülü kırmızı örtüyü kaldırdı. İki avucunun içiyle yüzümü kavrayıp alnımdan öptü.

Melih'in dudakları benden ayrılınca Berna kollarını bana sardı. Ve sırasıyla diğer kızlarla da sarıldıktan sonra Füsun Hanım yanıma gelip oda bana sıkıca sarıldı "Mutlu olacağına eminim Ahu. Senin kaderin ne benim gibi olacak ne de Canan'ın gibi. Senin kaderin Melih sayesinde çok güzel olacak." Diye kulağıma fısıldadı.

Füsun Hanımdan ayrıldığımda Birsen teyze yanıma geldi. Gözleri elinde tuttuğu kutunun üstündeyken "Ahu kızım" dedi ve elinde tuttuğu kutunun kapağını açarak bana doğru uzattı. "Bu kolyeyi babam anneme almış" gülümsedi. "Ben evlenince abimde bana bunu annemin hatırası adına hediye etmişti." Sesi titredi. Titreyen ses telleri benim kalbimin damarlarında sıkışıp kaldı. "Bende sana bunu hediye etmek istiyorum." Dedi.

Gözlerim kutunun içindeki altın eski yapı, turalı kolyeye kaydı. Kolyeyi elime almak için uzandığımda, arkamda duran Melih'in hızlanan soluğundan gerildiğini anladım. Ama ben yine de durmadım kolyeyi elime alarak boynuma takmak için başımdan geçirdim. Kolyenin zinciri o kadar çok uzundu ki ucundaki yuvarlak tura işareti iki göğsümün arasından aşağıya doğru sarktı. Bakışlarımı Birsen teyzenin yaşlı ela gözlerine çevirdim.

"Teşekkür ederim Birsen teyze." Dediğimde kollarımı Birsen teyzenin boynuna sardım. Bir süre Birsen teyzenin kollarında ağladıktan sonra ayrıldık ve ben hiç kimse ile göz göze gelmeden annemin yanına ilerleyip onun boynuna sarıldım. Bahar kokusunu içime çekerken, annemin gözyaşları bindallıma akıyordu.

Annemin ağlamasının sebebi beni gelin ettiği için miydi? Yoksa öldürdüğü adamın kız kardeşine gelin ettiği için miydi? Bilinmez. Belki de annemin gözyaşları yaptığı günahın neye bedel olduğunu görmesinden dolayıydı.

Sanırım bu hikâyede benim kadar suçsuz olan biri varsa o da Birsen teyzeydi. Belki de benden bile daha suçsuzdu.

***

Gelinliğimi üzerime giymiştim. Saçımı yapan kuaförde az önce işini bitirip gitmişti. Yatağın üzerine oturmuş ve titreyen ellerimle beyaz taşlı ayakkabılarımın bantlarını takmaya çalışıyordum. Ama bunu bir türlü başaramıyordum. Ben ayakkabı ile cebelleşirken odamın kapısı açıldı ve içeriye Berna girdi.

"Ahu ne yapıyorsun?" kapıyı kapattı ve yanıma geldi.

"Ayakkabının bantları takılmıyor Berna. Başka bir ayakkabı mı giysem bu olmayacak sanki." Telaşla bitirdiğim cümlemin ardından Berna önümde eğildi ve titreyen elimin üstüne elini koydu.

"Sakin olur musun iki gözümün çiçeği?" elimi ayakkabı bandının üstünden çekerek kendisi devraldı ve benim dakikalardır takmaya çalıştığım banttı saniyeler içinde taktı. "İşte bitti." Derken eğildiği yerden ayağa kalkıp alnıma dudaklarını bastırdı.

"Neden bu kadar gerginsin Ahu? Rahatla biraz."

"Bilmiyorum..." derin bir nefes alıp geri verdim. "Rahat olamıyorum Berna."

Berna gülümsedi. Sanki odada biri varmış gibi gözlerini odada gezdirip, en son benim gözlerimde durdu. Dudaklarının kenarına yerleştirdiği sinsi gülümsemeyle konuştu.

"Yanlış zamanda geriliyorsun Ahucuğum. Şimdi değil gece Melih'in kollarında gerilmen gerekiyor." Dediğinde dehşetle açtığım gözlerimle Berna'nın koluna vurdum.

"Berna!" diye çıkıştığımda Berna kocaman bir kahkaha attı.

Gülmeye devam ederken ona kızgınca bakıp göz devirdim. Berna kendini benim yanımdaki boşluğa attı. Eliyle ağzına gizli bir fermuar çekti. Ellerini havaya kaldırdı. "Tamam, konuşmuyorum." Dedi.

Küskün bakışlarımı Berna'ya çevirdiğimde, Berna yanımdan kalktı ve elimden tutarak beni de kaldırdı. Odamın içindeki boy aynasının karşına beni geçirdiğinde "Gerçekten çok güzel bir gelin oldun Ahu." Dediğinde gözlerim bugün sürekli takılan üzerime bir kez daha takıldı.

Gelinliğim A kesim ve danteldi. Kolları ince askılı sırtım kalçamın beş parmak üzerine kadar açıktı. Saçlarım ensemde doğal bir topuz yapılmıştı. Duvağım topuzumu kapatıyordu. Makyajımın her bir detayı doğaldı ve toprak tonu renkler kullanılmıştı. Gerçektende güzel olmuştum. Berna ile aynada göz teması kurdum.

"Kızlar nerede?" diye sordum.

"Ezgi aşağıda Dilan ve Sezen ile ilgileniyor." Yüzünü buruşturarak cümlesini bitirdi. Derin bir soluk bıraktıktan sonra "Aslı ise sevdiceğinin yanında. Tunç abi kızı aldı bırakmak bilmiyor." Dediğinde ikimizde kıkırdadık.

Bakışlarımı aynadan çekip yönümü Berna'ya döndüm ve bu kez ben onun üzerini süzdüm. Üzerinde kalın askılı, düşük kol, yerlere kadar uzun, tek bacağı dize kadar yırtmaçlı olan turkuaz elbise vardı. Kısa sarı saçları jilet gibi düz fön çekilmişti. Dudaklarında varla yok arası bir ruj varken, bal rengi gözleri koyu bir makyajla ön plana çıkmıştı. Ve Berna bu haliyle dehşet güzeldi.

"Sende çok güzel olmuşsun Berna. Elbisene bayıldım." Dediğimde Berna kaşlarını özgüvenle kaldırdı. Eliyle üzerini gösterip "Abartacak bir şey yok canım. Her zamanki halim."

Kesinlikle bir insan özgüvenden ölecekse bu sıranın ilk ipini hiç şüphesiz Berna üstlenirdi.

"Ayrıca sana bir sürprizim daha var Ahu." Derken kapı çaldı. Berna telaşla kapıya iki saniye bakıp "Kızlar siz misiniz?" diye sordu. Kızlar kapalı kapının ardından "Evet" diye ses verince Berna otuz iki diş sırıtarak ellerini birbirine vurdu. "İşte sana sürprizim Ahu..." diyerek çığlık çığlığa bağırınca odamın kapısı açıldı ve önde Berna ile aynı model aynı renk elbiseyi giren Aslı ile Ezgi girdi. Hemen onların arkasından Dilan ile Sezen girmişti ama benim üçüz gibi duran kızlardan gözlerim ayrılmıyordu. Üçü birden el ele tutuşup kendi etraflarında döndükten sonra koro halinde. "Nasıl olmuşuz ama?" diye sordular.

Daha ben cevap vermeden Sezen araya girerek "Bence çok klasik. Hmm şey gibi." Birazcık düşünür gibi oldu. "Pişti olmuşsunuz gibi..."

"Hiçte bir kere pişti olmuş gibi değiliz!" diyerek ters konuştu Berna. Bakışları Sezeni öldürmek ister gibi caniceydi. Berna Sezen'i severdi ona şimdi böyle davranması tuhaftı.

"Biz gelinin nedimeleriyiz ve nedimeler aynı renk, aynı model elbise giyinir." İmalı bir şekilde gülümsedi. "Tabi sana da kızamıyorum Sezenciğim, sen böyle şeylerden pek anlamazsın. Modadan da anlamadığın gibi" üstün körü Sezen'in üzerini süzdü. "Mesela üzerine giydiğin kırmızı elbise sana hiç gitmemiş. Hmm şey gibi... Hah sanki göğüslerine dar gibi." Dedi.

Sezen güçlü bir kahkaha attı. "İlahi Berna sen hep böyleydin zaten yine beni güldürdün." Diyerek yatağıma oturdu. Eliyle dolgun iri göğüslerini göstererek "Allah vergisi kızım ne yapayım." Dedi.

Kızlarla şaşkın gözlerle ikilinin kendi aralarında atışmalarını izliyor, bu gördüğümüz durumun ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Berna, Sezen'e cevap vermek için araladığı ağzını benim konuşmamla kapatmak zorunda kaldı.

"Kızlar" elimle Berna, Ezgi ve Aslı üçlüsünü işaret ettim. "Sizi çok ama çok beğendim çok güzel olmuşsunuz." Dediğimde üçü birden gülümsedi. Bakışlarımı Sezen'e çevirdim. "Ayrıca sende çok güzel olmuşsun Sezen. Ve tabi sende güzelsin Dilan." Dedim.

Sanki onlar gelin ben sıradan biriymişim gibi bu kızların arasını bulmaya çalışıyordum. Gerçekten durumum vahimdi. Şu düğün bir bitse de bende kurtulsam. Bu kızlarla uğraşmaktansa Melih'le uğraşmayı yeğlerdim.

Evin bahçesinden korna sesleri ve davul sesleri duyulunca Aslı "Geldiler" diye çığlık attı. Hep beraber toplanıp aşağıya indik. Merdivenlerden kızların yardımıyla inip salona geçtim. Dedem, babam Tunç ve Tekin dörttü de koyu lacivert takıp elbise giymişlerdi. İlk gözlerim dedemin gözlerine kaydığında ıslak gözlerle karşılaştım. Ağlamıştı, ama buna rağmen yüzüme bakarken gülümsüyordu. Daha sonra babamın gözlerine değdi gözlerim, onun gözleri yaşlı değildi ama içi kırmızılaşmıştı. Yüzünde bitik bir duygu vardı.

Dışarıda yükselen korna sesleri ve davul sesleri evin içini dolduruyordu. Gelinliğimin etek ucundan tutarak dedeme doğru yaklaştım. Elini tutup öptüm ve kollarımı boynuna sardım. Dedemin ağladığı için göğsü inip kalkıyordu. Kollarının benden ayırdığında alnımdan öptü. "İnşallah çok mutlu olursun torunum. Rabbimin kanatları senin üstünde olsun." Dedi.

Adımlarım babama doğru ilerlediğinde babam elini öpmemi beklemeden bana sıkıca sarıldı. Titreyen sesiyle "Benim güzel kızım... Allah seni bir daha ağlatmasın." Dedi. Kollarını benden ayırıp yüzümü avuçladı. Alnımın üstünden öptü.

Babamdan ayrıldığımda Tekin benim onun yanına gitmemi beklemeden kendisi benim yanıma geldi ve sadece beni kolları arasına alarak sarıldı. Sarılışı öyle sıradan ve öyle duygusuzdu ki hiçbir şey hissetmedim. Tekin benden uzaklaştığında bu kez yanıma Tunç geldi. Gözleri dolu doluydu ama ağlamak için dirayetli duruyordu. Elinde tuttuğu kırmızı kutunun içinden belime bağlayacağı kuşağı çıkardı. Kuşağı parmaklarıyla okşadı gözlerini gözlerimden ayırmadan kuşağı belime bağladı. Ellerinin arasına yüzümü aldı.

"Ahu güzelim" dedi ve derin bir nefes alıp konuşmasına devam etti. "Sana ne söyleyebilirim ki güzelim? Benim sana söyleyebileceğim tek şey seninle gurur duyduğum. Senin benim kardeşim olduğun için seninle gurur duyuyorum. Varlığınla minnettarım güzelim. İnşallah bu zamana kadar yüzünü güldürmeyen bu hayat bu zamandan sonra yüzünü güldürür." Sıcak dudakları alnımı bulduğunda aynı anda da gözünden akan yaşta alnıma damladı. Kolları beni mengene gibi sardığında, bir çift gözün bizi izlediğini hissettim. Bakışlarım kapıya çevrildiğinde Melih'in koyu ela gözlerini görmemle hissettiğim şeyin boş olmadığını anladım.

Tunç benden ayrıldıktan sonra kolunu bana uzattı. Elimi kolunun içine geçirdim. Tunç kapının girişinde, üzerine giydiği siyah damatlığı ile bekleyen Melih'in yanına götürdü beni. Melih'in uzattığı eline benim elimi verirken "Ahu" diye seslendi. Gözlerimiz birleşti. Tunç kararlı bakan gözlerini gözlerimin içine dikerek "Seni sana emanet ediyorum Ahu sadece sana anladın değil mi beni?"

Başımı olumlu anlamda salladığımda Tunç gülümsedi. "Güzel... Afferim benim küçük kardeşime." Dedi. Melih, sıkıca tuttuğu elimi biraz daha sıkarak dışarıya doğru adımladı. Bahçeye çıktığımızda çalınan davulların ve etrafımızdaki insanların ısrarına rağmen Melih durup oynamadı ve direk gelin arabasına beni bindirdi. Kendiside arabaya bindiğinde arabayı çalıştırıp arkamızdan gelen bir sürü araba konvoyu ile bahçeden uzaklaştı.

***

Düğün beş yıldızlı lüks bir otelde yapılacaktı. Her yer altın sarısı ve beyaz renklerle süslenmişti. Mekân o kadar güzeldi ki kusur bulmak isteyen bir insan üzerine oturup haftalarca düşünse bile kusur bulamazdı. Baba evinden çıktıktan sonra Melih'in gerilen sinirlerinin geçmesini beklemiş ve daha sonra Mehmet abinin ayarladığı fotoğrafçı ile birkaç tane doğal fotoğraf çektirmiştik. İşimiz bitince düğünün olacağı otele gelmiş, üstün körü mekâna bakmış ve daha sonra Melih ile birlikte gelin odasına çıkmıştık. Melih odada sigara içilme yasağı olmasına rağmen sürekli sigara içmiş, gelin ve damat için hazırlanmış atıştırmalıklardan yemişti. Kendisi yerken beni de zorlayarak bana da yedirmiş, arada da laf sokmuştu.

Saat akşamın yedi buçuğuydu. Ve saat sekizde düğün başlayacaktı. Kızlar ara ara yanıma gelmiş misafirlerin geldiğini söyleyerek beni bilgilendirmişti. Melih bir koltukta ben bir koltukta öylece otururken Melih'in telefon melodisi duyuldu. Melih telefonu "Ne oldu " diye yanıtlayınca ifadesiz gözlerim onun umursamaz gözleriyle kesişti. Bir süre hiç konuşmadan karşı tarafı dinledi ve daha sonra "Beni bekle geliyorum şimdi." Diyerek telefonu kaptı. Oturduğu yerden kalktı telefonunu cebine koydu. Yanıma gelip önümde durdu.

"Benim on-on beş dakikalık bir işim var. Uslu bir kedi ol ve beni bekle." Dediğinde yüzünü yüzüme yaklaştırıp dudağımdan öptü. "Tamam, mı Ahu?"

"Tamam"

Melih gelin odasının kapısını açtığında daha dışarıya çıkmadan Berna içeriye söylenerek girdi. Melih gözlerini baya baya Berna'ya bakarak gelin odasından tamamen çıktı ve tepkisini belirtmek istercesine kapıyı sert bir şekilde kapattı.

"Ya yemin ederim ben bu kızı öldürürüm Ahu. Hayır, ben bunu nereden davet ettim bu düğüne ya..." diye söylenen Berna'ya sıkkınca "Ne oldu?" diye sordum.

"Daha ne olsun başımızda Sezen gibi bir yılan varken daha ne olsun Ahu." Ellerini kısa saçlarından sertçe geçirdi. "O sarı saçlarını elime dolayıp kafasını duvarlara sürtmek istiyorum." Başını iki yana sallayıp parmağıyla sepyaya bir şeyler yazdı. "Hah tam şuraya yazıyorum. Şu düğün bittikten sonra o Sezen sürtüğüyle bir daha görüşürsem, bende en adi sürtük olayım." Dedi.

"Tamam, sakin ol canım." Oturduğum yerden eteğimi toplayarak kalktım. "Ne oldu anlat hadi bana?" ellerini ellerimin arasına aldım. "Niye bu kadar öfkelisin?"

"O dağ ayısı Çağlar var ya hep onun yüzünden, durduk yere balataları sıyırdım. Sezen desen yarım dünya göğüslerini Çağlar'ın gözüne sokuyor, utanmadan gözümüzün önünde ayıp falan demeden oynaşıyorlar."

"Çağlar mı oynaşıyor?"

"Evet, ta kendisi!"

"Saçmalama Berna Çağlar'dan bahsediyorsun. Adam ruhsuz herifin teki ulu orta Sezen'le neden oynaşsın? Hem diyelim oynaşıyor bundan sana ne canım?"

"Ahu!" diye çıkıştı. "Kızıyorum bak ne demek bana ne ya. Göz zevkimi bozuyorlar."

Gelin odasının kapısı çalındı. "Gel" diye seslendiğimde kapı açıldı Çağlar görüş açımıza girdi. Berna Çağlar'ı görmesiyle kaşlarını mümkünmüş gibi daha da çattı. Çağlar ise bana kısa bir baş selamı verdikten sonra "Buraya gel Berna!" diyerek emir kipiyle konuştu.

Berna sinirle Çağlar'a bakmaya devam ederek avuç içini Çağlar'a gösterdi. "Gelmiyorum. Sen anca avucunu yalarsın!" dedi.

Çağlar içeriye girdi ama kapıyı kapatmadı gözleri kısa bir an benim gözlerime değdi. "Yenge kusura bakma!" dedi ve Berna'yı kucakladığı gibi odadan çıktı. Onların arkasından şaşkınca bakarken, şu düğün işi bitince Berna ile bu konuyu konuşmam gerektiğini aklımın bir köşesine not ettim. Gelinliğimin eteklerinden tutarak açık olan kapıyı kapattım. Odada bulunan aynanın karşısına geçip yüzüme bakarken kapı çalınmadan açıldı. Gelenin Berna olduğunu düşünerek arkamı dönmeden "Yine ne oldu Berna?" diye sordum. Ses gelmeyince arkamı döndüm ve bitik bir halde kapının önünde duran Rüya ile karşılaştım.

Saçı tepeden topuzdu ama topuzu dağılmıştı. Üzerinde ise sıradan bir eşofman takımı vardı. Yüzünde hiç makyaj yoktu ve yanaklarındaki küçük kahverengi çilleri aramızda ki bu mesafeden bile görebiliyordum. Rengi solmuş, dudakları kurumuştu. İri çekik mavi gözlerinin akı ise kan çanağına dönmüştü.

Rüya sarsak adımlarla bana doğru yaklaştı. Yaklaştıkça gözlerinden büyük iri damlalar dökülüyordu. Önümde durduğunda gözleri beni baştan aşağıya süzdü.

"Demek Melih'in gelini oldun?" dedi sorar gibi. "Benim yerime sen onun gelini oldun!" sesi acıyı haykırıyordu. "Neden Ahu Neden sen?" gözlerinden akan yaşlar dudaklarında son buluyordu.

"Ben Melih'i çok seviyorum. Onsuz yaşayamam ne olur onunla evlenme! Ne olur lütfen vazgeç Ahu... Vazgeç ki Melih'le benim bir şansımız olsun!"

Rüya'yı hiçbir tepki vermeden izliyordum. Ben Melih'ten vazgeçersem Melih'in benden vazgeçeceğine inanan zavallı bir insana ne söylersem boş olacağını bildiğim için sadece onu izliyordum.

"Ahu lüt-" Rüya'nın konuşmasını kesen ses ise Mehmet abinin odaya girerek "Rüya!" diye haykırması oldu. Rüya bakışlarını öfkeden deliye dönmüş Mehmet abinin yüzüne çevirdi ve benim yanımdan hızla ayrılıp Mehmet abinin yanına gitti. Yumruk yaptığı elini Mehmet abinin göğsüne hiç durmadan vurdu.

"Bir şey yapsana! Rüya, Rüya diye bağıracağına bir şey yapsana! Melih'in evlenmesini engellesene! Ben senin emanetinim, emanetin için bu düğünü iptal etsene!" diye çığlık çığlığa bağıran Rüya'ya hiç karşılık vermeden bakıyordu Mehmet abi.

Rüya birden dizlerinin üzerine çökerek Mehmet abinin ayaklarına kapandı. "Yalvarırım Mehmet abi bir şey yap evlenmesinler! Ne olur evlenmesinler." Dedi ağlayarak.

Mehmet abi kendinden geçen Rüya'yı kucağına aldı. Çıkışa doğru ilerlerken göz ucuyla bana baktı. "Bu olanlardan Melih'e bahsetmezsen sevinirim Ahu." Dedi ve Rüya ile birlikte odadan çıktılar.

Tekrar aynanın karşısına geçerek sanki az önce bu şeyleri yaşamamışım gibi yüzüme baktım. Rüya'ya kesinlikle acımıyordum. Tıpkı kimsenin bana acımadığı gibi. Bu hayatta birileri birilerini seviyordu. Ama karşılıklı ama karşılıksız... Rüya'nın da sevgisi karşılıksız olan kümeye giriyordu. Her seven maalesef ki sevdiğine kavuşamıyordu.

***

Kalbimin atış sesi içeride ki düğün müziğinin sesini bastırıyordu. Bir elimle Melih'in elini sıkı sıkıya tutuyor, diğer elimle ise gelin çiçeğimi aynı sıkılıkla tutuyordum. Ve iki elimde terden sırılsıklam olmuştu. Melih'le mekânın girişine yaklaştıkça geriliyordum. Gerilmemin sebebi heyecandan mı yoksa tedirginlikten mi olduğunu çözemiyordum?

Mekândan içeriye girdiğimizde davetlilerin hepsi alkış kıyamet ve ıslıklarla bizi alkışlamaya başladılar. Ben titremekten Melih'in sayesinde yürürken Melih gayet rahat bir şekilde yürüyor, yetmiyormuş gibi etrafa gülücükler saçıyordu.

Nikâh memurunun beklediği çiçeklerle süslenmiş masaya vardığımızda Melih benim oturmama yardımcı olmuştu. Kendisi de oturduğunda, Benim şahidim olan Berna ve Melih'in şahidi olan Mehmet abide yerlerini almıştı. Nikâh memuru hiç beklemeden nikâha başlamış ve klasik soruyu ilk olarak bana sormuştu. Benden "Evet" yanıtını alınca aynı soruları Melih'e de sormuştu Melih'te "Evet" diye yanıt verince, şahitlerinde onaylarıyla imzalar atılmıştı. Ben artık resmen bir Kılıçaslan olmuştum. Nikâh memuru evlilik cüzdanını bana uzatıp Melih'e hitaben "Gelini öpebilirsiniz" dedi.

Melih duvağımın ucuna parmaklarını geçirdi ve yüzümü örten duvağı açtı. Dudaklarını uzunca bir süre alnım a bastırdı. Melih geri çekildiğinde şarkı söylenen sahneden hareketli bir müzik yükseldi. Herkesin bakışları sahneye çevrildi. Sahnede her birinin elinde mikrofon olan Çağlar, Ufuk ve Osman vardı. Onların arkasında ise tanımadığım birkaç genç adam daha vardı. Ve ilk komutu Çağlar verdi, diğerleri de onu bir koro gibi takip etti.

"Ahu, Ahu, Ahu Kılıçaslan... Bundan sonra senin adın Ahu Kılıçaslan..."

Bu çılgın adamların yaptığına davetlilerde katılarak alkışlarıyla ritim tuttular. Ve onlarda tekrar bağırmaya başladılar.

"Ahu, Ahu, Ahu Kılıçaslan... Bundan sonra senin adın Ahu Kılıçaslan..."

Melih gülümseyen yüzü ve parlayan gözleriyle onlara bakarken, bende elimde ki evlilik cüzdanını havaya kaldırarak salladım.

Bağırmaları bitince birlikte sahneden indiler ve bizim dans etmemiz için dans müziği açıldı. Melih elimden tutarak beni ortaya getirdi ve bir elini belime sararken bir elimi elinin içine kenetledi. Şarkı devam ederken bizde dans ediyorduk, Melih beni kendine mümkünmüş gibi iyice yapıştırmış ve şarkının nakarat kısmına eşlik ederek kulağıma fısıldadı.

"Gel gelinim gönlüme gel. Senden başka yar sevemem. Gel gelinim sevgime gel. Bu yüreği başkası çözemez."

Melih'in sesinin büyüleyici etkisiyle kalbim neredeyse ağzımda atıyordu. Eğer beni şimdi sıkı sıkıya tutan Melih olmasaydı şimdiye çoktan yeri boylamıştım bile. Dans müziği bittiğinde hemen arkasından harman dalı çalmaya başladı ve sahneden yine tanımadığım biri mikrofondan konuştu.

"Gelin Hanımın ağabeyleri damat Beyle harmandalı oynayacak." Dediğinde bakışlarım Melih'e kaydı. Melih ise sanki bunu bekliyormuş gibi ceketini çıkartıp bana verdi. Tunç ve Tekin ortaya geldiğinde üçü birden çalan müzikle harmandalı oynadılar.

Kırk yıl düşünsem rüyama bile giremeyecek görüntüyü şuan canlı bir şekilde kendi gözlerimle izliyordum. Müzik bitince davetliler alkış çalmaya başladı. Melih benim yanıma gelip gözlerimin içine bakarak yanağımdan makas aldı.

Mekânda başka müzik çalıyor davetliler ve yakın çevremiz kendini kaybetmişçesine oyun oynuyorlardı. Melih eğilip yanağımdan öptü. "Sen annenin yanına git ben masadayım." Dedi. Ben ise dumura uğramış bir şekilde annemin yanına gidip ona sarıldım. Annem ve Füsun Hanım aynı masada kızlarla birlikte oturuyorlardı. Babamlar ise hemen birkaç masa uzaklarında oturuyordu. Babamın bakışları ise sadece annemin üzerindeydi.

Bakışlarım ikisinin arasında mekik dokurken Ezgi beni kolumdan çekiştirerek ortaya getirdi. Mecbur ona ayak uydurmak zorunda kalarak oynamaya başladım. Kısa bir süre sonra Melih'te bize katılmıştı. Saatlerce hiç oturmadan deliler gibi oynamış, şarkılara eşlik etmiştik.

Düğünün sonuna gelinmiş, takı merasimi bitmiş, davetlilerin çoğu dağılmış neredeyse sadece biz bize kalmıştık ama biz hala oynuyorduk. Ufuk hızla sahneye çıkıp eline mikrofonu aldı ve bağırarak şarkı söylemeye başladı.

"Haydi gel. Haydi, gel içelim. Derdini al da gel." Elindeki mikrofonu ortaya uzattı. Ve hep bir ağızdan "Haydi gel içelim." Diye bağırdık.

"Bu evrende bir tozsun. Tarih seni unutsun. Haydi, gel içelim. Topla da gel. Haydi, gel içelim. Hepsini alda gel. Haydi, gel içelim. Mazi kalbinde yaraysa, unut artık ne varsa. Haydi, gel içelim. Yerlere düşelim. Haydi, gel içelim."

Hep birlikte çılgınlar gibi eşlik ettiğimiz şarkı bittiğinde, yine hep birlikte birbirimizi alkışlamıştık.

Belki istediğim bir evlilik olmamıştı ama hayal bile edemeyeceğim çok güzel bir kına gecem ve düğünüm olmuştu. Ben bunca yıllık yaşantımda ne üç yıl boyunca ne de üç yıl önce hiç bu kadar güzel ve içten eğlenmemiştim.

İlk kez bana ait olan bir şeyde bu kadar mutlu ve huzurluydum. Sanırım Kılıçaslan soy ismi bana şimdiden uğur getirmişti. İnsanların da söylediği gibi bundan sonra benim adım.

Ahu KILIÇASLANDI...

BÖLÜM SONU

Merhaba ballı çöreklerim nasılsınız? Yorumlarınızı okuyorum ilginiz için çok teşekkürler. Bölümü oylamayı unutmayın, sizi seviyorum.💜

Loading...
0%