Yeni Üyelik
27.
Bölüm

26. Bölüm

@esranurozer

                                                  
                   

Evir: Nar Çiçeğim

Her zaman olduğu gibi, her güzel şeyin bir sonu vardı.

Beni çılgınlar gibi eğlendiren, yüzümden gülümsemeyi eksik etmeyen, mutluluktan havalara uçuran muhteşem düğünümün sona erdiği gibi...

Saat gece yarısını çoktan geçmiş, sabaha karşı neredeyse üçü gösteriyordu. Ayağımdaki topuklu ayakkabı, ayağıma ölümcül bir işkence yapıyordu. Boşalan masalarda Berna ve Ezgi ile az ileride ayakta Mehmet abi ile konuşan Melih'i bekliyordum. Yorgunluktan ve uykusuzluktan dolayı gözlerimi zar zor açık tutuyordum.

Bir buçuk- iki saat önce davetlilerin dağılmasıyla Birsen teyzeler ve babamlar bizimle vedalaşıp eve gittiler. Osman annemi eve götürürken Tunç'ta Aslı'yı alarak gitmişti. Boşalan mekânda sadece Mehmet abi, Ufuk, Çağlar, Berna, Ezgi, Melih ve ben kalmıştık.

Çağlar ile Ufuk'ta tıpkı Melih ve Mehmet abi gibi kendi aralarında sessizce konuşuyorlardı. Berna'nın kızgın bakışları arada Çağlar'ı bulsa da hemen kendini toplayıp önünü dönüyordu. Uykusuzluktan esneme gelen ağzımı elimle kapattığımda Melih'le göz göze geldik. Melih, Mehmet abinin omzunu sıktı ve bana doğru adımladı. Önümde durduğunda, başını yüzüme eğdi. Elinin iki parmağının sırtını yanağıma sürterek okşadı. Dinç duran ela gözleri, uyku akan kahve gözlerime şefkatle bakıyordu.

"Çok mu uykun geldi?" diye sorduğunda, başımı evet der gibi hızla aşağı, yukarı salladım. Melih, gülümseyerek dudaklarını saçlarıma bastırdı. Geri çekildiğinde, iri ellerinin arasına elimi alarak beni oturduğum yerden kaldırdı. "Hadi gidelim o zaman." Derken bakışları Mehmet abinin yüzünü buldu. Mehmet abi, Melih'in ne söylemek istediğini anlayarak mekândan dışarıya çıktı. Melih bu kez gözlerini Çağlar ve Ufuk'un üzerinde kısaca gezdirdi. "Ben gelene kadar buralar size emanet!" dedi.

Çağlar ile Ufuk "Aklın kalmasın abi." Dediklerinde Melih bana baksın diye elinin içinde olan elimle elini sıktım. Melih göz ucuyla bana bakınca beklemeden direkt sordum. "Biz nereye gidiyoruz ki?"

Tabi ki de Melih her zaman olduğu gibi kendisinden beklenilen öküzlük performansını sergileyerek bana cevap verme tenezzülünde bulunmadı. Elini elimden çekerek bel oyuntuma koydu ve beni kendine yapıştırdı. Belime uyguladığı sert baskısıyla beni çıkışa doğru yürüttü. Mekândan çıkmadan önce yaptığım son şey yarım yamalak arkamı dönüp kızlara el sallamak oldu.

Mekânın çıkışında arabanın şoför koltuğuna oturmuş bekleyen Mehmet abinin yanına ilerledik. Melih arabanın arka kapısını açtı. Önce beni bindirdi, sonra da kendisi yanıma geçip oturdu. Dikiz aynasından göz teması kurduğu Mehmet abiye "Gidelim." Dedi.

Mehmet abi sessizce Melih'i onayladıktan sonra arabanın kontağını çalıştırdı. Esnemekten neredeyse yırtılmak üzere olan ağzımı elimle kapattım. Melih'e biraz yaklaşıp Mehmet abinin duymaması için fısıldadım.

"Neden bizi eve Mehmet abi götürüyor?"

Melih yüzünü bana çevirmeden kolunu omzuma atıp beni kendine çekti. "Eve gitmiyoruz da ondan."

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Neden eve gitmiyoruz?" cevap vermedi. İşaret parmağımla yanağını dürttüm. Melih çatık kaşlarıyla parmağımı tuttu. Hızla başını çevirip yüzüme baktı. "Elin rahat dursun Ahu!" diye tısladı.

Parmağımı elinden kurtarmak için çekiştirdiğim de tutuşunu sertleştirdi. Küskünce bakışlarımı yüzünden çektiğimde Melih parmağımı dudaklarına götürüp öptü. Parmağımı serbest bıraktı ama bu kez elimi elinin içine hapis ederek ellerimizi birleştirdi. Birleşen ellerimizi kendi dizinin üstüne koydu. Diğer eliyle de yüzümden tuttu ve başımı güçlü omzuna yasladı.

"İki dakika konuşmadan dur Ahu. Sadece iki dakika soru sorma." Dudakları omzunun üstünde duran başımın üstüne bir öpücük kondurdu. "Hem senin uykun gelmedi mi? Kapat gözlerini ve uyu!" dedi.

Melih'le tartışmak her zaman olduğu gibi çözüm olmadığı için ve ben şuan Mehmet abinin yanında Melih'le kavga etmek istemediğimden dolayı, uyku diye isyan eden gözlerimin istediğini vererek gözlerimi kapattım.

***

Uykuya yeni dalan zihnim yüzüme vuran soğuk rüzgârla açıldı. Gözlerimi yavaşça açtığımda Melih'in koyu ela gözleriyle karşılaştım. Melih üzerime kendi damatlığının ceketini örtmüş, kollarıyla beni kucaklamaya çalışıyordu. Uyandığımı görünce üzerimden kalktı.

"Tek başına yürüyebilecek misin Ahu?" diye sordu. Yarı açık gözlerimi kapatıp açarak onay verdiğimde Melih üzerimdeki kendisine ait ceketi üzerimden aldı. Ceketi bana doğru tutarak "Giy hadi bunu üşüme." Dedi.

Dediğini yaparak Melih'in de yardımıyla ceketi, gelinliğimin üstüne giydim. Yine Melih'in yardımıyla arabadan indim. Uykusuzluktan ve yorgunluktan ayakta zor durduğum için Melih'in koluna girip başımı omzuna yasladım. Melih göz ucuyla bana baktı ve birkaç adım ötemizde duran binaya doğru yürüdü. Binaya girdiğimizde benim art arda esnemelerimle asansörlerin olduğu yere ilerleyip, asansöre bindik. Melih gideceğimiz katın düğmesine bastığında, benim gözlerim çoktan kapanmıştı. Asansör kapısının açılma sesi geldiğinde, gözlerimi açmaya gerek kalmadan Melih mırıldandı.

"Bu böyle olmayacak" diyerek birden beni kucağına aldı. Başım kaslı göğsüne yaslanırken, karanfil kokusu ciğerlerimi istila ediyordu. Melih büyük ve rahat adımlarla ilerlerken aynı anda da konuşuyordu.

"Kucakta taşınmayı seviyorsun kedicik. Her fırsatta kucağımdasın."

Melih'in konuşması şuan benim uykumun önüne geçememişti. Bir kulağımdan girmiş öbür kulağımdan uçup gitmişti. Bunu belli edercesine Melih'in göğsüne sokulduğumda, Melih kısık ama güzel bir kahkaha attı.

Melih'in yürüyüşünden merdiven çıktığını tahmin edebiliyordum. Ve zaten çok geçmeden bu tahminimde yanılmadığımı yüzüme vuran rüzgârın soğuk esintisi ve uçaktan gelen motor sesiyle binanın çatı katında olduğumuzu anladım.

Melih'in kucağında kıpırdandığımda Melih, beni daha sıkı tuttu ve adımlarını hızlandırdı. Gözlerimi zorlanarak açtığımda uçağın yanına çoktan varmıştık. Karşımız da ise bize koşar adımda gelen Mehmet abi vardı. Mehmet abi yanımıza gelip önümüzde durdu.

"Her şey hazır mı Mehmet abi ?" diye soran Melih'e Mehmet abi beklemeden "Hazır" diye cevap verdi. Bakışları saniyelik bir zaman diliminde benim baygın gözlerimi buldu. "Melih" diye seslendi.

"İyice dinlen aslanım. Buraya geri döndüğünde dinlenmek için hiç vaktimiz olmayacak!"

Melih geceyi yok edecek bir kahkaha attı. "Haklısın" dedi ve ekledi. "Konuştuklarımızı unutma Mehmet abi."

Mehmet abi tıpkı Melih gibi bir kahkaha attı. Biten kahkahasıyla elini Melih'in omzuna koyarak sıktı. "Yolun açık olsun aslanım. Dönmeni sabırsızlıkla bekliyor olacağım." Diyerek göz kırptı. Melih'te ona erkekçe bir baş hareketi yaptı ve arkasını dönerek uçağa bindi.

İkisinin de konuşmasından hiçbir şey anlamamıştım. Kendi aralarında, kendi dillerinde bilmece gibi konuşmuşlardı. Bu konuşmadan çıkarttığım tek şey bizim buradan bir süre uzaklaşarak bir yere gideceğimiz oldu.

Uçağın içine girince sıcak ortam beni daha da gevşetmişti. Melih hala beni kucağında tutuyordu. Yanımıza gelen pilotla bir şeyler konuşuyordu ama uykulu beynim işlevini çoktan yitirdiğinden ne konuştuklarını pek anlayamıyordum. Bu yaşıma kadar fark etmediğim uykunun esaretini şimdi hissediyordum ve atalarımıza buradan bir kez daha doğruyu söyledikleri için selam gönderiyordum. Uyku gerçekten para kadar tatlıydı.

***

Başımın üstünde ıslak ve sıcak dokunuşlar hissediyordum. Sanki uzaklardan bir ses "Ahu" diye sesleniyordu. Bu ses çok uzaktan da gelmiyor olabilirdi. Bir kez daha "Ahu" diye seslenen sesin sahibinin Melih olduğunu fark ettiğimde, gözlerim yavaşça açıldı.

Melih yanağımı okşarken "Uyan hadi geldik." Dedi. Gözlerimi tekrardan kapatıp omzumu silktim. "Uyanmak istemiyorum" diyerek mırıldandım.

"Ahu!"

"Ne?" gözlerimi açtım."Ben gelinim tamam mı? Ve gelinler ne isterse o olur. Bende gelin olduğuma göre uyanmak istemiyorum."

Melih'in yüz hatlarının gerildiği yarım yamalak açtığım gözlerimden bile çok net görebiliyordum. Bana söylemek istediği birçok kelime olduğunu ama bunu söylememek için kendini zor tuttuğunu anlayabiliyordum.

"Şu uçaktan inelim yine uyursun Ahu."

"Bana ne?" omzumu kaldırıp indirdin."Uyanmak istemiyorum."

"Ahu!" diye dişlerinin arasından tıslayan Melih'e otuz iki diş sırıtarak baktığımda, Melih kaşlarını çattı.

"Yine şöyle çirkince gülmeye başladığına göre sen kesin bir şeyler yumurtlayacaksın Ahu." Dedi. Başımı kızla doğru olduğunu belirtmek ister gibi salladım. Gözlerimle üzerimi işaret ettim.

"Gelinliğimi çıkartmama bile müsaade etmeden beni bilmediğim bir yerlere getirdin." Kollarımı Melih'e doğru uzattım."Ben gelinliğimin kirlenmesini istemiyorum. Beni kucağına al kocacığım."

Melih koyu ela irislerinin etrafını saran zehirli yeşillerle gözlerimin içine baktı. Dudaklarının arasından küfür olduğunu düşündüğüm mırıltılar çıkarttı. Daha ben ne olduğunu anlamadan beni tek hamleyle kucağına aldı.

"Gelinliğini kendi ellerimle çokça zevk alarak çıkartacağımdan emin olabilirsin karıcığım." Diye homurdandı.

Melih'in homurdanmasına içten içe gülerek başımı göğsüne yasladım. Bana yaşattığı şeylerden sonra ona kolayca teslim olacağımı düşünmesi beni güldürüyordu. Gittiğimiz yerde kurduğu hayallerin hepsini ona soğuk suyla yıkatacaktım. Belki Ahu Demir'ken ona bir şey yapamamış olabilirim ama ben artık Ahu Kılıçaslan'dım. Ve Ahu Kılıçaslan Melih Kılıçaslan'ın o güzelim burnunu çok güzel sürtecekti.

Uçaktan inmemizle bizi soğuk hava karşılamıştı. Melih biraz yürüdükten sonra bir araba sesi ve hemen akabinde bir adamın "Her şeyi yerleştirdik Melih Bey" diyen sesini duydum. Melih hiç zorlanmadan ben kucağındayken arabaya bindi. Arabanın çalışan motor sesini duyumsadım. Melih'in göğsüne biraz daha sokuldum. Kaç dakika sürdüğünü bilmediğim yolculuğumuz sonunda bitmişti. Melih açılan arabanın kapısından benimle birlikte indi. "Eşyaları içeriye taşıyın." Diyerek birilerine emretti.

Gözlerim hala kapalıydı ama bu geldiğimiz yerin diğer yerlerden daha soğuk ve rüzgârlı olduğunu anlayabiliyordum. Burnuma tuzlu su kokusu geliyordu. Melih sanki ahşap bir şeyin üzerinde yürüyormuş gibi gıcırtılı sesler geliyordu. Birkaç adım daha attıktan sonra sürgülü bir kapının açılma sesi geldi. Ve bunun ardından çok geçmeden sırdım yatak olduğunu tahmin ettiğim yumuşacık bir zeminle buluştu. Sürgülü kapı açılıp tekrar kapanma sesi geldiğinde yatağa iyice abanıp kendime rahat bir pozisyon aldım.

Çok geçmeden sürgülü kapı tekrar açıldı ve ilk olarak Melih'in eşiz karanfil kokusu ardından adım sesleri odayı doldurdu. Yatağın boş kısmı çökünce Melih'in yatağa oturduğunu anladım. Zaten çok geçmeden Melih'in parmakları yanağımda gezindi ve sıcacık sesiyle "Ahu" diye seslendi.

"Hım" diye mırıldandım.

"Kalk üzerini değiştir, duşunu al. Rahat rahat uyu kurban olduğum."

Melih'in biten cümlesiyle gözlerimi açtım ve yattığım yerden ani bir şekilde doğruldum. Üzerimdeki gelinliğimin el verdiği kadar dizlerimin üstüne oturdum. Melih'in koyulaşmış ela gözlerinin yoğunluğuna karşılık ben baygın gözlerle gözlerine baktım.

"Bir" dedim parmağımla göstererek "Sen bana dokunmayacaksın!" Melih, kaşlarını alayla havaya kaldırdı. "İki" dedim bu kez parmağımla iki yaparak "Aynı yatakta yatmayacağız!" Melih'in kaşları mümkünmüş gibi daha da havaya kalktı. Dudaklarının kenarı hafiften kıvrılmıştı. Konuşmaya devam ederek "Üç" dedim ve ekledim. "Odalarımız ayrı olacak ve birbirimize asla temas etmeyeceğiz!"

Melih yana doğru kıvrılan dudağının kenarından yamuk bir şekilde güldü. "Yapma ya" dedi alay ederek "Başka madde var mı?"

"Yok, şimdilik bu kadar." Dediğimde elim saçıma gitti. Tokaları çıkarmaya çalışırken Melih bana doğru yaklaşıp tokaları çıkartmama yardım etti. Az önce bana dokunmaması için uyarmama rağmen beni dinlemediğini belli ederek saçlarımı açıyordu. Açıkçası burada dengesiz olan bendim. Çünkü Melih'in saçlarıma dokunmasına ses etmiyor, aksine bu yaptığı işimi kolaylaştırdığı için hoşuma bile gidiyordu.

Saçlarımdaki bütün tokaları Melih'le birlikte çıkartmıştık. Uzun saçlarım sırtıma doğru savrulduğunda Melih yataktan kalktı. Ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışarak gözlerim üzerinde geziyordu. Melih yatağın etrafından dolanıp benim yanıma geldi ve birden beni koltuk altlarımdan tutarak ayağa kaldırdı.

Şaşkınca açılan gözlerimle "Melih, ne yapıyorsun?" diye sordum. Melih beni umursamadan dudaklarını şah damarıma yaklaştırıp koklayarak öptü. "Bir " dedi dudakları şah damarımın üstünde gezinirken "Ben sevdiğim kadına her zaman dokunacağım." Bunu kanıtlamak ister gibi şah damarımı büyük bir açlıkla somurdu. "İki" dedi dudakları şah damarımı serbest bırakarak gözlerimin içine baktı.

"Ben sevdiğim kadınla her zaman aynı yatakta yatacağım. Bırak ayrı yatakta diye hayal kurmayı aynı yatakta bir soluk ötemde bile durmayacaksın!"

İri elleri gelinliğimin sırt kısmında duran iplere gittiğinde, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Üç" dedi ve dudakları dudaklarımın üstüne kapandı. Sertçe dudağıma kondurduğu öpücükten sonra alev alan ela gözlerini gözlerime dikti. "Odalarımız asla ayrı olmayacak! Ben sevdiğim kadına her zaman temas edeceğim." Derken sırtımda rahat durmayan elleri gelinliğimin iplerini açıyordu.

Ustaca hareketlerle ipler tek tek yerinden çıkarken gelinliğimin üst kısmı git gide bollaşıyordu. Melih bunu yaparken gözlerini bir saniye gözlerimden ayırmıyor ve beni kendi büyüsüne hapis ediyordu. Arkamda işini en iyi şekilde yapan Melih'in parmaklarının sona geldiğini hissediyordum. Melih'in açılan iplerle kararan gözlerinin sebebi de birazdan gelinliğimin üstümden kayıp gidecek olmasıydı.

Melih'in parmakları son ipi de yerinden çıkartınca, gelinlik düşmesin diye hızla kollarımı göğsüme kapattım. Melih büyükçe yutkundu tükenmişlikle "Ahu" diye fısıldadı. Bende tıpkı Melih gibi yutkundum. "Dur Melih! Yapma." Dedim.

"Durmak istemiyorum. Sadece seni sevmek istiyorum kurban olduğum..."

Gözlerimiz yeni bir şeyi keşfetmiş gibi birbirimizin irislerinde kayboluyordu. Benim kahve gözlerimin içinde Melih'ten duyduğum itiraf sayesinde parlamalar varken, Melih'in ela gözlerinde artık intihar etmeye çalışan bir kız yoktu. Melih'in gözlerinin en derinlerde, etrafında kanat çırparak uçuşan kelebeklerle salıncakta sallanan bir kız çocuğu vardı.

Birbirimize uzunca bir süre baktık. Ne ben konuştum, ne de Melih konuştu. Öyle, sessizce gözlerimizin en derinlerinde kaybolduk.

Melih göğsüme doladığım kolumun üstüne elini koyunca irkilerek kendime geldim. Gözlerimi Melih'in gözlerinden kaçırdım. Başım dönüyor, midem bulanıyordu. Sanki yıllarca susuz kalmış gibi kuruyan dudaklarımı dilimin yardımıyla ıslattım. Başımı önüme eğdim.

"Ben" dedim ve duraksadım. Doğru kelimeleri zihnimin en ücra yerinde yokladım ama hiçbir şey bulamadım. Bende doğru olan neyse onu yaparak hissettiğim şeyi direkt söyledim. "Ben korkuyorum Melih."

Melih hiçbir tepki vermeden bana bakmayı sürdürdü. Daha sonra elini kolumun üstünden çekti ve yine hiçbir şey söylemeden bulunduğumuz odada yer alan iki kapıdan birine girdi. Afallamış bir şekilde Melih'in girdiği kapıya bakıyordum ki Melih elinde tuttuğu kendisine ait gri bir tişörtle odadan çıktı. Yanıma doğru adımladı, elindeki tişörtü yatağın üstüne bıraktı. Tekrar önümde durduğunda güçlü kollarını bedenime sardı. Elleri açılan iplerden dolayı çıplak belime değiyordu. Kollarını benden ayırdığında, bu kez avuç içiyle yüzümü kavrayıp alnıma bir öpücük kondurdu.

"Ben duş alacağım Ahu. Sende üzerini değiştirip uyu."

Başımı tamam der gibi salladığımda Melih gülümsedi ve dudakları tekrar alnımı buldu. Uzunca bir öpücüğü alnıma bıraktıktan sonra bana arkasını döndü az önce girdiği kapının yanındaki kapıyı açıp içeriye girdi. Melih kapıyı kapatır kapatmaz derin bir soluk verdim. Hızla üzerimdeki gelinliği çıkartıp Melih'in benim için getirdiği tişörtü giyindim. Yatağın üstündeki örtüyü kaldırarak içine girdim. Yatağın içine girdiğimde uyku tekrar kendini belli etmişti. Aslında bende duş almak istiyordum ama hem çok yorgundum, hem de çok uykusuzdum. Üstelik aşırı derecede susamıştım.

Etrafta gözlerimi istemsizce gezdirdiğimde, burasının değişik bir yer olduğunu fark ettim. Ne bir otel odasına benziyordu, ne de bir evin içindeki odalara benziyordu. Her yer ahşap gibi duruyordu. Mavi ve kahverenginin hâkim olduğu bir odaydı. Odanın tam ortasında büyük yatak vardı. Sol tarafında aralarında birkaç metrelik bir mesafe olan iki tane kahverengi kapı vardı. Sağ tarafta çapraz bir şekilde duran cama benzeyen bir kapı vardı. Uyku bedenimi ele geçirmeye devam ederken odayı süzme işini sonraya bırakarak yatakta kaydım ve rahat bir pozisyon alarak gözlerimi kapattım.

Zihnim neredeyse dalmak üzereyken Melih'in ıslak karanfil kokusu odaya yayıldı. Çıplak ayağının zemine bıraktığı sesler kokusu kadar olmasa da çok net bir şekilde odaya yayılıyordu. Melih'in yatağa yaklaştığını hissettiğimde "Melih" diye mırıldandım.

"Efendim"

"Çok susadım."

Melih bana cevap vermedi, bende gözlerimi açıp Melih'e bakmadım. Kısa bir süre sonra yatağın boş kısmı çöktü. Melih "Ahu kalk da suyunu iç." Dedi. Gözlerimi açtım ve yatakta yarı oturur şeklinde toparlandım. Melih'in bana uzattığı suyu elinden alarak başıma diktim. Tek seferde bitirdiğim bardağı Melih'e uzattım. "Bir tane daha" Melih başucuna koyduğu sürahiden bir bardak daha su doldurup bana uzattı. Suyun yarısını içip Melih'e bardağı uzattım. Melih bardakta yarım kalan suyu tiksinmeden içti. Boşalan bardağı başucundaki sürahinin yanına koydu. Yatağa uzandığında kollarını bana uzattı.

"Yanıma gel Ahu" dedi. Dediğini yaparak kollarının arasına girdim. Başım çıplak göğsüne yaslandığında, Melih'e biraz daha sokuldum. Melih beni güçlü kollarıyla sarmalarken mümkünmüş gibi beni iyice kendisine yapıştırdı. Saçlarımın arasına sayısız öpücük bıraktı. Melih'in öpücükleriyle iyice gevşeyen bedenim uykunun kollarına teslim olmadan önce dudaklarım iki yana kıvrıldı. Zihnim benimle alay ederken ben gülümsüyordum. Sadece dakikalar önce bana dokunmaması için uyardığım kocamın kollarının arasında, üstüne çıkmış bir şekilde yatıyordum. Sanırım bu bana hayatın bir taraflarıyla gülme şekliydi. Çünkü yine ben Melih'ten kaçmaya çalışırken, kendimi onun kollarının arasında bulmuştum.

***

Gözlerimi midemin içinde kaynayan kusma isteğiyle açtım. Melih'in beni mengene gibi saran kollarının arasından nefes alabilmek için çıkmaya çalıştığımda "Öğğ" diye ağzımı kaptım. Melih sesimi duyduğu gibi gözlerini açmış bana bakıyordu. Midemin içinde sanki bir asit bombası vardı ve kaynıyordu.

"Ne oluyor?" diye soran Melih'e daha cevap veremeden bir kez daha öğürdüğümde elimi ağzıma kapatarak, yataktan hızla indim. Koşar adımlarla dün Melih'in duş aldığı kapıya doğru ilerleyip içeriye girdim. Kendimi klozetin önüne zor attığımda içimdekileri çıkartmaya başladım. Bu sırada Melih çoktan içeriye girmiş, saçlarımı tutarak sırtımı sıvazlıyordu.

Melih'in "Tamam, rahatla biraz" diyerek telkinleri arasında içim dışıma çıkana kadar kustum. Biten kusmamın ardından Melih kolumdan tutarak beni yerden kaldırdı. Lavabo tezgâhının önüne getirip musluğu açtı. Akan suyu avucunun içine doldurup yüzümü yıkadı. Musluğu geri kapattığında, iki eliyle yüzümü kavradı. Gözlerini yüzümün her bir zerresinde gezdirdi. "İyi misin?" diye sordu.

"İyiyim. Dişlerimi fırçalamak istiyorum." Dedim.

Melih belimden beni tutarak lavabo tezgâhının üstüne oturttu. Düşmemek için tutunduğum çıplak omuzlarının sıcaklığı soğuk ellerimi uyuşturuyordu. Benim şaşkın bakışlarımla Melih banyo dolabının kapağını açtı. İlk açtığı yerde aradığı şeyi bulamayarak ikincisini açtı ve aradığı her ne ise onu ikinci dolapta bulmuştu. Elini dolabın içine uzattı, açılmamış diş fırçasını ve diş macununu dolaptan çıkarttı. Diş fırçasını kabından çıkarttıktan sonra üstüne diş macununu da sıktı. Bakışlarını bana çevirdi.

"Aç ağzını Ahu." Dediğinde "Ne?" diye karşılık verdim şaşkınlıkla. Melih şaşkınlığımdan faydalanarak diğer eliyle yanağımı sıkarak ağzımın balık gibi açılmasını sağladı. Diş fırçasını ağzımın içinden geçirerek, dişlerimi fırçalamaya başladı. Gördüklerim ve yaşadıklarımla şoktan şoka giren gözlerim Melih'in ciddi bir iş yapıyormuş gibi şekil alan yüzünde geziniyordu.

"Durduk yere neden kustun acaba?" kendi kendine konuşan Melih'e cevap vermek istiyordum ama ağzımın içindeki diş fırçası ve Melih'in yanağıma uyguladı baskı yüzünden bu pek mümkün olmuyordu. Dişlerimi özenle fırçalayan Melih işini bitirince fırçayı ağzımdan çekip musluğu açtı. İlk önce fırçayı yıkadı ve yerine koydu daha sonra beni kucağına alıp tezgâhın üstünden indir. Ağzımı çalkalamak için lavaboya doğru eğildim. Avucumun içine doldurduğum suyu ağzıma aldım ve birkaç kez ağzımı çalkaladım.

Başımı lavabodan kaldırıp Melih'e baktığımda, Melih'in bana pür dikkat baktığını gördüm. Bana yaklaşıp yüzümü ellerinin arasına aldı. Yüz ifadesi düşünür gibiydi. Dudağımın kenarını öptü, gözlerini gözlerime dikti.

"Acaba deniz mi çarptı seni?"

"Deniz mi?" diye sordum gözlerimi kocaman açarak. Melih kaşlarını çattı. Onu umursamadan "Deniz mi dedin sen?" gözlerim heyecanla Melih'in ağzından çıkacak kelimeleri bekliyordu. Melih "Evet deniz dedim" dediğinde olduğum yerde zıplayarak çığlık attım.

"İnanamıyorum Melih" elimle ağzımı kapattım. Melih bana bir uzaylıymışım gibi bakıyordu. Aklıma sonradan gelen şeyle "Melih" diye çığlık attım. Melih yüzünü buruşturdu ama benim gözüm bunu bile göremeyecek kadar parlıyordu.

"Burası" dedim elimle işaret ederek "Gemi mi? Biz şimdi denizin üstünde miyiz? Neredeyiz peki? Yurt dışında mıyız yoksa yurt içinde miyiz? "Ellerimi birbirine sevinçle vurdum. "Neredeyiz biz ya?"

"Bir sus Ahu! Azıcık nefes al." Eliyle alnını ovaladı. Dolabı açıp içinden başka açılmayan bir diş fırçası çıkardı. Üzerine macun sıktığında benim meraklı soru dolu olan gözlerimin üzerinde olduğunu gördüğünde, bıkkınlıkla bir soluk verdi.

"Evet denizin üstündeyiz! Evet, burası gemi! Ve biz Yunanistan'dayız!"

Biten cümlesiyle dişlerini fırçalamaya başlayan Melih'in arkasından sarıldım. Başımı sırına yasladım. Şuan mutluluktan neredeyse göbek atacak kıvama gelmiştim. Benim içim içime sığmazken Melih dişlerini fırçalıyordu. Parmak ucumda yükselerek şah damarının üstünde olan dövmesini öptüm. Dudaklarım şah damarının üstündeyken "Benim zengin kocam" dedim.

Melih'in elindeki diş fırçası elinden kayarak lavabonun içine düştü. Hızla önünü bana döndü, ela gözleri en koyu rengini almış alev alev yanıyordu. Dudağının kenarından diş macununun köpüğü akıyordu ama bu onun pek umurunda değildi. Onun bu haline daha fazla dayanamayarak elimi yanaklarına uzatıp tuttum.

"Hadi işini çabuk bitir gemiyi gezmek istiyorum. Denize girmek istiyorum." Birden karnım guruldayınca ikimizin bakışları aynı anda karnımı buldu. Başımı yavaşça kaldırıp otuz iki diş sırıttım. "Ve açlıktan ölüyorum yemek yemek istiyorum." Dedim heyecanlı bir ses tonuyla.

Melih sabır diler gibi başını iki yana sallayıp, yüzünü elimin esaretinden kurtardı. Bana arkasını döndü ve ağzını hızla çalkaladı. Yüzünü de yıkadıktan sonra kâğıt havluyla yüzünü kuruladı. Önünü tekrar bana döndü dudaklarına yerleştirdiği sinsi bir sırıtışla üzerimi baştan aşağıya süzdü. Gözleri çıplak bacağımda biraz fazlaca oyalandıktan sonra, tekrar gözlerimi buldu.

"Demek ben senin zengin kocanım?" dedi sorar gibi. Gülümseyerek "Evet zengin kocamsın." Dedim. Melih aramızdaki bir adımlık mesafeyi kapatarak bana yaklaştı.

"Bende seni seksi karım olarak hayal etmiştim ama sen küçük karım oldun."

"Ben küçük değilim." Dedim kaşlarımı çatarak "Yirmi üç yaşındayım bir kere."

Melih hadi ya der gibi bir bakış attı. Büyük ellerinin arasına elimi alarak beni banyodan çıkarttı. Aynı anda da imayla konuşuyordu.

"Bilemiyorum şimdi ne kadar büyük olduğunu, gece birlikte olmamıza izin vermediğin için küçük müsün yoksa büyük müsün pek kestiremiyorum karıcığım!"

Melih'in imasıyla yüzüm kızarmaya başladığında boşta kalan elimle omzuna vurdum."Pislik bana böyle şeyler söyleme!"

"Ah işte benim hırçın vahşi kedim."

"Melih!"

Melih güçlü bir kahkaha attı. "Tamam, tamam sinirlenme kedicik." Dedi.

Konuşmamız sonlandığında odanın içinde bulunan cam gibi görünen sürgülü kapının yanına varmıştık. Melih tek eliyle kapıyı açtı birlikte odadan dışarıya çıktığımızda, önümüze çıkan birkaç merdiven basamağını çıktık. Basamaklar bittiğinde masmavi deniz bütün ihtişamıyla gözler önüne serildi. Melih'in elini bırakarak geminin üstünde kendi etrafımda döndüm. Bakışlarım denizin üstündeyken "Burası çok güzel" diye çığlık çığlığa bağırdım.

Melih gülen yüzüyle hızla yanıma gelip beni kolları arasına aldı. "Hadi gel sana gemiyi gezdireyim. Sonrada başka bir yere gideceğiz." Dedi. Başımı hızla tamam der gibi salladım. Melih tekrardan elimden tutarak bana gemiyi gezdirdi. Sorduğum her soruya sabırla hiç bıkmadan cevap verdi. Geminin her yerini gezmemiz bittiğinde acıktığımız için mutfak kısmına girdik. Melih beni mutfakta bırakıp yanımdan ayrıldı.

Melih gittiği yerden gelene kadar ne yiyebiliriz diye buzdolabının kapağını açtım. Buzdolabının içi ağzına kadar tıklım tıklım doluydu. Dondurucu kısmını açıp içine göz gezdirdim. Hazır sigara böreğini elime alıp dondurucudan çıkarttım. Tezgâhın üstüne çözülmesi için bıraktım. Dolapları tek tek karıştırıp ihtiyacım olan sıvı yağı ve kızartmak için tavayı sonunda buldum. Tavanın içine yeteri kadar sıvı yağ ekleyip ocağa koydum ve altını ısınması için yaktım. Isınan yağın içine buzu çözülen börekleri kızarması için attım. Börekler kızarırken, dolaptan çıkarttığım salatalık ve domatesi doğradım. Kızaran sigara böreklerini servis tabağına aldım ve masaya koydum. Doğradığım salatalık ve domatesi de masaya yerleştirdim. Dolabı açıp içinden çıkardığım elma suyunu iki bardağın içine doldurup bunları da masaya bıraktım.

Masayı şöyle bir süzdüğümde her şeyin tam tamına hazır olduğuna kanaat getirerek gülümsedim. Tam o sırada alkış sesi duyuldu bakışlarım sesin geldiği yöne kaydığında Melih ile göz göze geldik. Melih gülümseyerek yanıma gelip masaya oturdu.

"Karımın elinden ilk yediğim yemek" diyerek bir tane sigara böreğini alıp ağzına attı. Beğeni dolu mırıltılar çıkartarak "Eline sağlık karıcığım." Dedi.

Melih'in karşısına geçip oturdum. Yemeğime başlamadan önce "Afiyet olsun" dedim ve yemek yemeye başladık. Sessizce geçen yemeğin ardından masayı Melih ile birlikte topladık. Ben bulaşıkları yıkarken Melih beni izlemeyi tercih etmişti. Bulaşıkları yıkadıktan sonra Melih'le birlikte mutfak bölümünden çıktık ve yatak odasına girdik. Melih yatağa uzandığında sanki geminin hareket ettiğini hissederek "Melih" diye seslendim.

"Gemi hareket mi ediyor?"

"Evet" dedi tek seferde. Gözlerim kocaman açıldı. "Gemi kendi başına mı hareket ediyor?" diye sordum. Melih elinde tuttuğu telefonun ekranından bakışlarını çekmeden beni cevapladı.

"Saçmalama Ahu gemi nasıl kendi başına hareket etsin? Kaptan gemiyi kullanıyor."

Birkaç adımda yatağa yaklaştım tam Melih'in başucunda durdum. "Sen gemiyi kullanmayı bilmiyor musun?" Melih göz ucuyla bana baktı. "Bilmiyorum." Dedi tok bir sesle.

"Peki, biz nereye gidiyoruz?" diye başka bir soru sordum. Melih beni umursamadan bakışlarını tekrar telefona çevirdi. "Santorini adalarına gidiyoruz. Biraz baş başa kalalım istedim." dedi.

"Hım" diye mırıldandığımda başka bir soru sormak için "Melih" diye seslendim. Melih bıkkınca bir nefes verdi. "Yine ne var Ahu?" diye çıkıştı.

Telefonda ne okuyorsa sinirleniyor ve sinirini benden çıkartıyordu. Küskünce yanından uzaklaşacağım zaman bileğimden tuttu ve yanındaki küçücük boşluğa beni oturttu.

"Asma hemen suratını kurban olduğum." Eliyle yanağımı okşadı. "Ben telefonda birine sinirlendim. Sana kızmadım." Dedi çocuk avutur gibi.

Hala küskünce yüzüne baktığımda Melih elindeki telefonu yan tarafa bıraktı. Yüzümde ki elini boynuma getirerek beni kendi yüzüne yaklaştırıp dudaklarıma yapıştı. Benim karşılık vermemle beni tek hamlede yan tarafa yatırıp üstüme çıktı. Öpüşmemiz git gide alevlenirken, ikimizde durma sınırlarımızı çoktan kaybetmiştik.

Bana dokunmaması için ikaz ettiğim kocamı şimdi kendi isteğimle açlıkla öpüyordum. Gerçekten ben aklımdan sorunlu bir insandım. Söylediğimle her defasında çelişiyor, Melih'in ateşine kapılıyordum.

BÖLÜM SONU

Loading...
0%