Yeni Üyelik
29.
Bölüm

28. Bölüm

@esranurozer

                                                              
                        

Bengü: Ağla Kalbim

Bazı anlar vardır, asla ihtimal vermediğin şeyleri yaşadığın...

Bazı anlar vardır, ne gözünün gördüğüne ne de kulağının duyduğuna inanmadığın...

Bazı anlar vardır, asla olmaz dediğin şeylere şahit olduğun...

İşte tam olarak bu bazı anlardan birini yaşıyordum. Melih'in öfkeli dudaklarının arasından firar eden kelimeler, sırasıyla önce bana sonra da Mehmet abiye saplanmıştı.

"Bunu bana nasıl yapabildin Mehmet abi? Beni nasıl sırtımdan vurabildin?" diye haykıran Melih'in öfkesi ateşe dönüşmüştü.

Mehmet abi duyduklarıyla afallamış kapı pervazında öylece duruyordu. Bedeni kaskatı kesilmesine rağmen gözlerinin içinde ufacık bir tedirginlik yoktu. Melih ile birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı. Ben ise gözlerimi ikisinin üzerinde gezdiriyordum.

Melih'in öfkesi sesine yansımış ve Mehmet abiye hitaben "Nasıl lan?" diye kükremişti. Mehmet abi kendini toparlayarak "Melih aslanım." Diye konuştuğunda. Melih masasının üstündeki eşyaları yere savurdu. Savurduğu eşyaların üstüne basarak bir iki adım attı.

"Kes bana aslanım demeyi!"

"Melih ben neyden bahsettiğini anlamıyorum."

Melih dalga geçer gibi gülmeye başladı. "Demek anlamıyorsun?" ayağının altında ezilen çoğu kırılmış eşyaları önemsemeden Mehmet abinin yanına doğru adımlayıp aralarında sadece bir- iki adımlık bir mesafe bıraktı. "Dur ben sana anlatayım hemen!" diyerek Mehmet abinin yakasına yapışıp kafa atması bir oldu.

Benim çığlığım havada uçuşurken Mehmet abi burnuna aldığı darbeyle inledi. Melih'in yüksek sesi ve benim atmış olduğum çığlık yüzünden şirket çalışanları koridora toplanmıştı. Melih'in odasının açık kapısından görünen ikilinin tartışmasını tedirgin gözlerle izliyorlardı.

"Benim en yakınım olup içime sinsice sızdın. Meğer düşman senmişsin Mehmet abi!"

"Ben düşman değilim Melih!"

"Kes sesini!" diyerek Mehmet abinin yakasından sarstı. "Bana yalan söyleme! Düşman sensin!"

Gözlerimin gördüğü sahneyi beynimin idrak etmesi biraz güç oluyordu. Bedenim zangır zankır titrerken, ayaklarım sanki kımıldamamaya yemin etmiş gibi yere çakılmıştı. Gözlerim şaşkınlıktan mı yoksa korkudan mı dolu doluydu? Bilmiyordum.

Melih Mehmet abinin yakasından iyice tutup "Söyle!" diye kükrediğinde, daha fazla dayanamadım ve yere çakılan ayaklarıma komut vererek yanlarına doğru ilerledim. İkisine fazla yaklaşmadan kendimi güvence altına alabileceğim bir mesafede durdum. "Melih" diye seslendim. Ama Melih'in beni duymak gibi bir niyeti yoktu. Bakışlarımı Mehmet abi ve Melih'in üzerinde gezdirdikten sonra, bakışlarım bizi izleyen çalışanlara takıldı.

"Melih lütfen dur." Dedim ve ekledim. "Herkes bizi izliyor. Sakince adam akıllı konuşun."

Melih'in bana cevap vermesine fırsat kalmadan kalabalığın içinden babamın "Ne oluyor burada?" diye soran sesi duyuldu. Bakışlarım hızla kalabalığın arasına çevrildiğinde, babamın mavi gözleriyle karşılaştım. Tedirgin ve şüpheli bakan mavi gözleri, benim gözlerimle kesişince büyükçe yutkundu. Yanımıza doğru attığı adımı gördüğümde hızla konuştum.

"Baba yardım et-"

Melih ateş püskürten gözlerini yüzüme çevirince cümlem tamamlanamadan ağzımın içinde yarım kaldı. Tüylerimi ürperten bakışlarını yüzümden çekti. Mehmet abiyi tek hamleyle içeriye çekti. Ayağıyla kapıyı sert bir şekilde kapatarak, babamın içeriye girmesini son anda engelledi. Kapattığı kapıya Mehmet abinin sırtını dayadı. İkisinin de kesik kesik nefesleri odayı doldururken Melih Mehmet abinin yakasını bir anda serbest bıraktı. Mehmet abiden bir-iki adım uzaklaşarak boynunu iki yana yatırıp çıtlattı.

Mehmet abi Melih'in yüzüne anlayamadığım bir şekilde parlayan gözleriyle bakıyordu. Melih'in de yüz ifadesi az önceye nazaran daha sakindi. Şaşkınlıkla ne yapacağımı bilmez bir vaziyette ikisinin değişken ruh hallerini izliyordum. Melih birden dudaklarını iki yana kıvırıp Mehmet abiye göz kırptığında, gözlerim yuvalarından çıkacak derecede açıldı. Asıl beni şaşırtan ise Mehmet abinin de Melih'e karşılık olarak aynı şekilde göz kırpıp gülümsemesiydi.

Melih yumruk yaptığı elini Mehmet abinin yüzüne geçirdiğinde, Mehmet abi sanki dışarıda olan insanlara sesini duyurmak ister gibi abartılı bir şekilde inledi. Melih psikopatça gülümseyip bu kez yumruğunu Mehmet abinin karın boşluğuna geçirdi. Mehmet abi "Siktir" diyerek iki büklüm eğildiğinde. Melih Mehmet abinin ensesini kavradı ve dudaklarını kulağına yaklaştırıp zar zor duyulan bir sesle "Azıcık idare edeceksin artık abi." Diye fısıldadı.

İyice beynim yanmıştı. Mehmet abi düşman mıydı? Yoksa bu yaptıkları ikisinin kendi aralarında oynadığı bir oyun muydu? Hiçbir şey anlayamıyordum. Ne Melih'in böyle davranmasını ne de Mehmet abinin Melih'ten dayak yemesini zerre anlamıyordum. Melih bir kez daha yumruğunu Mehmet abinin yüzüne sertçe geçirdiğinde, Mehmet abinin burnu kanamıştı. Burnundan akan kan siyah takım elbisesinin içine giydiği beyaz gömleğine damladığında, Mehmet abi bu kez numaradan değil gerçekten acıyla inledi.

"Ah sikeyim! Burnum kırıldı lan!"

Melih Mehmet abinin acısını önemsemeden omzunu erkekçe sıktı. Mehmet abinin gözleri Melih'i bulduğunda Melih parmağını dudağının üstüne koyarak sus işareti yaptı. Mehmet abi Melih'in ne dediğini hemen anlayıp başını hızla salladı. Melih bakışlarını Mehmet abiden çekip şoktan şoka giren yüzüme çevirdi. "Ahu" diye seslenerek elini tutmam için bana doğru uzattı.

Bende bir robot gibi Melih'in bana uzattığı elini tuttum. Ellerimiz birleşir birleşmez Melih kapıya doğru adımlayıp sertçe kapıyı açtı. Kapının açılmasıyla babam hariç dışarıda ki kalabalık başını yere eğdi. Melih kalabalığın üzerinde gezdirdiği gözlerini en son babamın üzerinde durdurdu. "Salih" diye yüksek sesle seslendi.

Az ileriden koşar adımlarla yanımıza doğru gelen Salih'le kafama başka bir şey dank etti. Normalde burada Çağlar, Ufuk ve Osman'ın olması lazımdı ama üçünün de yerlerinde yeller esiyordu. Salih ise Yunanistan'da bizim etrafımızda olan korumaydı. Onunda bizimle birlikte Türkiye'ye döndüğünü şimdi fark ediyordum.

"Buyurun Melih Bey" diyen Salih'in sesiyle kendime geldim. Melih yüzüne yansıyan ürkütücü bir ifadeyle "Mehmet abiyi mekâna götür." Dedi. Bunu öyle korkutucu bir sesle söyledi ki, sanki etrafında ki insanlara gücünü göstermek ister gibi çıkmıştı sesi. Mekân dediği yerde üç yıl önce beni tercih yapmaya zorladığı yerdi. Bunu tıpkı benim gibi babam da anlamıştı.

Salih işinin ehli olduğunu göstermek ister gibi Melih'i başıyla onaylayıp odaya girdi. Saniyeler sonra yüzü gözü dağılmış bir şekilde Mehmet abinin kolundan tutarak odadan çıktı. Bütün çalışanların korku ve soru dolu bakışlarının arasından Mehmet abiyi sürükleyerek asansörlerin olduğu yere götürdü. Mehmet abi "Ben düşman değilim Melih!" diye yakarmalarının arasında, Salih'e hiç zorluk çıkartmadan yürüyordu. Asansörün içine binip kapısı kapanana kadar aynı şeyleri tekrarladı.

Melih elinin içinde olan elimi farkında olmadan sıkarak kapanan asansör kapısını bir müddet öylece izledi. Babamın gözlerini üzerimizde hissedebiliyordum. Ama ben gözlerimi bir türlü Melih'ten ayırıp da babama bakamıyordum. Babamda ona bakmayacağımı anlayarak "Kızım" diye seslendi. Bakışlarımı güçlükle Melih'in üzerinden çekip babama baktım.

Babamın mavi gözlerinin içi sanki günlerce uykusuz kalmış gibi kızarmıştı. Yüzü oldukça gergindi. Alnının tam ortasında saatli bir bomba gibi atan damarı belirginleşmişti. Yakasına taktığı siyah kravatı eliyle çekiştirerek açtı. Hemen ardından gömleğinin üstten iki düğmesini de açıp derin derin soluklar aldı. Alnında yeni yeni oluşan ter damlacıklarını elinin tersiyle sildi. "Kızım" dedi bir kez daha sesi de boğuk çıkıyordu. İyi görünmüyordu. Sanki her an yere yığılacak gibi duruyordu. Endişemi gizleme gereği duymadan "Baba sen iyi misin?" diye sordum.

"Ben iyiyim kızım." Gözleri Melih'i bulup tekrar bana çevrildi. "Asıl sen nasılsın? Ne oluyor burada?"

"Sana ne?!" diye kükreyen Melih'in sesiyle babamla neye uğradığımızı şaşırdık. Babam sıkıntıyla boynunu eliyle ovdu.

"Melih" dedi ikaz eder gibi "Bilmiyorum farkında mısın ama..."kaşlarıyla Melih'le birleşmiş ellerimizi işaret etti. "O tuttuğun elin sahibi benim kızım."

Melih babamın yüzüne hissizce baktı. Bu bakışı hatırlıyordum. Bu bakış üç yıl önce beni alı koyduğunda sergilediği küçümseyici bakışın aynısıydı. Her şey yolunda giderken, sanki bir sihirli değnek Melih'e dokunmuş ve Melih üç yıl önceki Melih'e dönüşmüştü.

"Ahu benim karım. Senin kızın olduğu kısmıyla pek ilgilenmiyorum!" sesinin tınısı öldürücü bir zehir gibi babamın gözlerine saplanıyordu. "Ahu bir Kılıçaslan! Onunla ilgili olayları ancak ben sorgulayabilirim. Sen değil Cevdet Demir!"

"Saçmalama Melih!" diye uyardım. Bu kadar çalışanın önünde babamla bu denli küçük düşürücü konuşması beni hem üzmüş hem de sinirlendirmişti. "Babamla nasıl konuşuyorsun?"

"Yıllarca nasıl konuşuyorsam, öyle konuşuyorum Ahu!"

"Bağırma kızıma!" diye çıkıştı babam.

Melih alevler çıkan ela gözlerini ani bir hareketle babama çevirdi ve her bir harfin üstüne basarak "SA-NA-NE LAN?!" diye bağırdı. Bakışlarını etrafta toplanan çalışanlara çevirdi. "Herkes işinin başına!" insanlar jet hızıyla dağıldığında, Melih bakışlarını tekrar babama çevirdi.

"Hadi sende işinin başına ikile Cevdet Demir. Ben sana boş yere maaş vermiyorum!" dediğinde babamın omuzları yere düştü. Mavi gözlerini utandığı için gözlerime değdirmemeye çalıştığında, sesli bir şekilde birkaç kez yutkundu.

Babamı benim gözlerimin önünde utandıran Melih'in elinin esaretinden elimi çekiştirerek kurtulmak istedim. "Bırak elimi!" derken gözlerimden yaşlar çoktan akmaya başlamıştı bile. Ama Melih bunun yerine elimi daha da sıkı kavradı ve babamı orada yıkık bir şekilde bırakarak beni asansörlerin olduğu yere doğru sürükledi.

Asansörün içine girdiğimizde, kapı kapanmadan gözümden akan yaş babamın gözünden akan yaşa yoldaşlık etti. Kollarımla saramadığım babamı gözyaşlarımla sarmıştım.

Asansör saniyeler içinde otoparka indiğinde, gözlerimde ki yaşlarla birlikte Melih'in arkasından sürükleniyordum. Arabanın yanına gelmemiz, Melih'in beni içeriye oturtması ve kendisinin de şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırması, o kadar hızlıydı ki... Ne gözlerimle takip edebiliyordum ne de beynimle...

Araba asfalt yolda hızla akıp giderken, ben bedenimi saran emniyet kemerini iki elimle sıkı sıkıya tutmuş, durmadan ağlıyordum. Başım önüme doğru eğikti. Arabayı kullanan Melih'e başımı kaldırıp bakmaya korkuyordum. Kulaklarımda küfürleri yankılanırken ben sadece korkuyordum.

Yunanistan'da geçirdiğimiz her şey bir rüyaymış ve biz o rüyadan uyanmışız gibi kendimi boşlukta hissediyordum. Yine Melih'in arabasındaydık, yine Melih öfkeliydi ve yine ben çok korkuyordum...

Bir anda Melih üç yıldır olduğu gibi acımasız kimliğine dönüşmüş, beni de korkak Ahu'ya çevirmişti.

Telefonumun melodisi arabayı doldurduğunda, omzuma çapraz bir şekilde astığım çantamın varlığını anca kavrayabildim. Melih'in delici bakışları arasında, titreyen ellerimle çantamı açtım ve telefonumu elime aldım. Ekranda gördüğüm Tunç'un adıyla vakit kaybetmeden telefonu yanıtlayacakken, Melih aniden telefonu elimden aldı. Bakışlarım Melih'e döndüğünde, o bana bakmadan yanındaki camı açıp telefonumu fırlattı.

Şaşkınlıktan kocaman açtığım gözlerimle "Ne yaptın?" diye sordum. Melih açtığı camı tekrar kapatıp, bakışlarını yola sabitledi. "Artık telefon kullanmayacaksın!" dedi.

"Neden..?"

"Çünkü ben öyle istiyorum."

"Neden..?" diye sorumu yeniledim. "Ne oldu sana? Ne oldu da böyle davranıyorsun?"

"Ben sana ne zaman bir açıklama yaptım Ahu?" gözleri yol ile benim aramda mekik dokuyordu. "Ne zaman nedenlerimi seninle paylaştım?" gülümsedi. Bu gülümseme öyle soğuktu ki sözlerle anlatmaya kelimeler yetmezdi. "Dur ben cevap vereyim." Dedi ve ekledi. "Hiçbir zaman! Ben sana hiçbir zaman açıklama yapmadım! Şimdi de açıklama yapmayacağım! Ben telefon kullanmayacaksın diyorsam kullanmayacaksın! Ha illa da bir neden arıyorsan söyleyeyim." Gözleri saniyelik bir zaman diliminde gözlerimi buldu. "Çünkü benim canım böyle istiyor!" dedi.

"Melih..." diye fısıldadığım da, onun gözleri çoktan yola dönmüştü. Elleri sıkı sıkıya direksiyonu kavramış, arabanın hız limitini arttırmıştı.

"Sus Ahu! Sakın konuşma! Bana soru sorma! Sadece sus!"

Soluksuzca iç çektiğimde, Melih'in telefonu çaldı. Melih arabanın hızını düşürmeden telefonu açıp kulağına koydu. "Söyle Çağlar" dedi kurşungeçirmez bir sesle. Bir süre hiç konuşmadan Çağlar'ı dinledi. Daha sonra dudaklarının kenarını kıvırdı. "Tamam Çağlar. Yetişmek üzereyim, beni bekle." Sanki Çağlar onu görüyormuş gibi kafasını onaylar gibi sallayıp tekrar konuştu. "Son kez kontrol et! Her şey eksiksiz olsun."

"Bu arada Çağlar" derken bakışları beni buldu. "Salih, Mehmet abiyi mekâna götürüyor." Bakışları tekrar yola döndü. "Ufuk'u ara hemen masayı toplasın. Etrafa Mehmet abiyle kavga ettiğimiz haberini uçursun. Osman'da Doktor Emre'yi alıp mekâna geçsin. Emre Mehmet abinin yaralarına baksın!" dedi ve karşı taraftan istediği cevabı aldıktan sonra telefonu kapattı.

Melih'in konuşmalarından anladığım kadarıyla düşman Mehmet abi değildi. Mehmet abi sadece düşman gibi gösterilmişti. Sanırım bilekliği gönderen ve bizi her defasında kurtaran maskeli adamlara gösteriş olsun diye oynanmış bir oyundu. Melih, düşmanın kim olduğunu öğrenmek için böyle inanılmaz bir yola başvurmuştu.

Beynimin içinde uçuşan bu düşünce başımda ince bir ağrıya yol açmıştı. Parmaklarımla ağrının geçmesini umut ederek alnımı ovaladım. Melih'in ara ara bakışları beni bulsa da kendinden taviz vermeyerek tekrar yola odaklanıyordu.

Yaklaşık yirmi dakika kadar sonra Melih'in evinin olduğu yola döndüğümüzde, karşımızdan görünen eve şaşkınlık içinde baktım. Araba yaklaştıkça bu şaşkınlık korkunç bir dehşete dönüştü. Çünkü Melih'in evinin etrafı siyah çelik kapılarla adeta bir duvar gibi örülmüştü. Çelik korkuluklar koskocaman villanın boyunu aşmıştı ve en üsttü tel örgülerle donatılmıştı. Evin dış tarafında siyah takım elbiseli ızbandut kılıklı, dokuz- on adam vardı.

Melih arabayı evin girişine yaklaştırdığında adamlardan biri ceketinin önünü ilikleyerek yanımıza geldi. Elinde tuttuğu kumandaya benzeyen bir şeyi arabanın plakasına tuttu. Kumanda şeklinde ki alet plakayı okur okumaz çelik demirlerle örülü kapı iki yana doğru açıldı. Adam arabanın önünden çekilip Melih'e baş selamı verdi. Melih adamın selamını önemsemeden arabayı içeriye sürdü.

İçerinin de dışarıdan pek bir farkı yoktu. Bahçenin her bir köşesine aralıklı olarak dizilmiş bir sürü siyah takım elbiseli adam vardı. Evin dış kapısının önünde elleri ceplerinde bekleyen Çağlar bizi görmesiyle kendini toparladı. Melih arabayı durdurduğunda "İn Ahu" dedi emreder gibi.

Arabadan iner inmez Melih vakit kaybetmeden zorla elimden tuttu. Kapının önünde bekleyen Çağlar'ın yanına ilerlediğimizde, Çağlar'da yeni yapılan şifreli sistemin üzerinde ki numaraları tuşladı ve çelik kapıdan tık diye bir ses çıkarak açıldı. Kapının zili yoktu. Her şey değiştirilmişti. Acaba Sevgi Hanımında işine son vermiş olabilirler mi diye düşünmeden edemedim. Çağlar kenara çekilerek ilk bizim girmemiz için işaret etti. Melih beni de peşinden sürükleyerek içeriye girdi. Hemen arkamızdan Çağlar'da girdi ve kapıyı kapatarak tekrar şifreyi girdi.

Biz sadece bir hafta bu şehirden ayrılmıştık. Bu bir hafta da ne olmuş olabilirdi ki Melih bütün güvenlik düzeyini en üst seviyeye çıkartmıştı. Girişin karşı çaprazında yer alan mutfak kısmından elinde ki havluyla çıkıp yanımıza doğru yürüyen Sevgi Hanımın varlığıyla işine son verilmediğini anladım.

Sevgi Hanım gülümseyen yüzüyle "Hoş geldiniz Melih Bey" dedi Melih sadece başını sallayarak cevap verdiğinde, Sevgi Hanımın gözleri bu kez bana çevrildi ve yüzünde ki gülümseme benim yüzümün ıslaklığıyla soldu. "Sizde hoş geldiniz Ahu Hanım." Dedi sesi bana acır gibi çıkmıştı. Sevgi Hanıma cevap vermek için açtığım dudaklarım Melih'in konuşmasıyla gerisin geriye kapandı.

"Sevgi Hanım, korumalar size evinize kadar eşlik etsin. Gerekli eşyalarınızı toparlayıp sizi tekrar buraya getirecekler. Bir müddet burada yatılı olarak çalışacaksınız." Dedi.

Sevgi Hanım itiraz etmeden başını olumlu anlamda salladı. Çağlar kapının şifresini girip açtı. Dışarıda bekleyen korumalardan birine "Sinan" diye seslendi. Adı Sinan olan koruma eve doğru yaklaştığında, Sevgi Hanımın elinde olan havluyu bırakmasına müsaade bile etmeden Çağlar nazikçe kolundan tutup dışarıya çıkarttı. Kapıyı kapatıp tekrar şifresini girdi. Melih kapanan kapıyla beni salona doğru çekiştirdi.

Salona girdiğimizde burasının da baştan aşağıya değiştiğini gördüm. Bahçeye bakan duvar boydan boya siyah içeriden dışarısı görünen ama dışarıdan içerisinin görünmediği cam ile kaplanmıştı. Duvarlar saf beyaza boyanmıştı. Yemek masası, televizyon ünitesi ve orta sehpa mat siyahtı. L şeklinde ki koltuklar ve tekli koltuklar ise mat beyazdı.

Afallamış bir şekilde etrafı tarayan gözlerim, Çağlar'ın mavi gözleriyle kesişmesiyle, Çağlar gözlerini benden kaçırdı ve sanki suçluymuş gibi başını eğdi. Çağlar'ın bu hareketi içime zehirli şüpheler düşürdü.

"Abi" dedi Çağlar mekanik bir sesle, sol bileğinde olan saate baktı. "Vakit geldi gitmemiz lazım!"

"Tamam Çağlar. Sen beni dışarıda bekle iki dakikaya geliyorum."

Çağlar başını tamam der gibi sallayarak salondan çıktı. Dış kapının kapanma sesi geldiğinde Melih elimi serbest bıraktı. Ela gözlerini kahve gözlerime dikti.

"Bir kez söyleyeceğim Ahu!" dedi ve ekledi. "Bu evden nefes almak için bile başını çıkartmayacaksın. Sevgi Hanım dışında hiç kimseyle konuşmayacaksın!" duraksadı. Onu duraksatan gözümden akan yaşlar mıydı? Yoksa söyleyeceği kelimelerin ağırlığı mıydı?

"Hatırlıyor musun? Diye bir soru sordu. Titreyen dudaklarımın arasından "Neyi?" diyerek sorusuna soruyla cevap verdim.

"İstanbul'a gelirken Bursa'da ki hayatından vazgeçtiğini... Hatırlıyor musun?"

Hatırlamaz olur muydum? Melih soruyu yanlış sormuştu. O günü hiç unuttun mu diye sorması lazımdı...

Melih'in istediği cevabı sesli olarak vermeme gerek yoktu. Çünkü Melih gözlerimin içine oturan hüznü görmüş ve istediği cevabı almıştı.

"O zaman nasıl Bursa'dan vazgeçip burada kendi ailen ile yaşamanı istediysem... Şimdi de kendi ailenden vazgeçip burada yaşamanı istiyorum." Dedi öylece sanki sıradan bir şeyden bahseder gibi, ruhsuzca...

"Melih se-sen" dedim kekeleyerek "Sen ne dediğinin farkında mısın?"

Farkındayım der gibi başını salladı. Peki, şuan beni de yıktığının farkında mıydı? Belki de farkındaydı ama umursamıyordu. Gözümden ardı ardına akan yaşlara aldırmadan konuştum.

"Ya bu dediğini kabul etmezsem?"

"Edeceksin! Mecbursun!" dedi.

"Etmezsem..!" diye direttim.

Melih, sanki böyle bir konuşmayı yaşayacağımızı daha önceden tahmin etmiş gibi yüzüne küçümseyici bir gülümseme yerleştirdi. Ela irislerinin ortasında yanan ateşin içine hiç acımadan kalbimi attı. "Annen" dedi gözlerinin içindeki yangında kalbim tutuştu. "Kabul etmeye mecbursun. Çünkü senin annen benim elimde." Dedi. Kalbim yandı küle dönüştü.

Rüzgâr esti. Ağaçların bütün yaprakları döküldü. Yağmur toprağa küstü, toprak kurudu. Gökyüzü kuşlara küstü, kuşların kanadı kırıldı. İnsanlar kötüleşti, çocuklar öldü. Melih kendi cehennemine beni hapis edip yaktı. Ahu yaşarken öldü...

Melih bahsedene kadar annemin varlığı aklıma bile gelmemişti. Ben anneme zarar gelebileceğini kısa bir an olsa bile unutmuştum. Melih'in biten cümlesiyle kendimi toparlayarak annemi görmek için yanından geçip gidecekken, kolumdan tuttu.

"Bırak! Annemi görmek istiyorum!"

"Önce söylediklerimi kabul edeceksin Ahu!"

"Melih lütfen." Dedim beni bırakması için "Lütfen annemi görmek istiyorum." Dediğimde Melih diğer kolumu da tutarak beni kendi bedenine yapıştırdı. "Söylediğim şeyi tekrar etmekten nefret ederim Ahu!"

"Bende senin gibi biriyle evlendiğim için kendimden nefret ediyorum Melih!"

"Bana bak!" diye bağırdı "Benim sınırımı zorlama Ahu." Hissizce gülümsedi. "Annenin buradan gitmesi dudağımdan çıkacak iki kelimeye bakar." Gülümsemesi korkutucu derecede büyüdü. "Sonra bir bakmışsın anneni gönderdiğim klinikte yeni işe başlayan hemşirenin annene yanlış ilaç vermesi sonucunda ölüm haberini alırsın!"

Melih'in imasıyla gözlerim korkuyla kocaman açıldığında, ardı ardına büyükçe yutkundum. Bu söylediklerinin hepsini yapacağını biliyordum. Ve benim onun acımasızlığı karşısında yapabildiğim tek şey durmadan akıttığım gözyaşlarımdı.

"Anneni görmek istiyorsan söylediklerimi kabul edeceksin!" dedi.

Melih her zaman kazanan taraf olmuştu. Tıpkı şimdi olduğu gibi, ben kaybetmiştim. Melih'te kazanmıştı. Çaresizce yere düşen omuzlarıma aldırmadan "Tamam, kabul ediyorum!" diye mırıldandım.

Melih istediği cevabı alınca kollarımı serbest bırakıp bedenlerimizin ayrılmasını sağladı. Bir an önce annemi görmek için merdivenlere doğru adımladığım da Melih bir kez daha kolumdan tuttu. Benim bakışlarım merdivenlere dönüktü. Onunda bakışları diğer taraftaydı. İkimizde birbirimize bakmıyor, ikimizde göz göze gelmek istemiyorduk.

"Benden nefret et Ahu. Ben seni seviyorum diye senin beni sevmeni bekleyecek değilim. Ben intikamımdan vazgeçmedim. Ama senden de vazgeçemem Ahu. Sen benim düşmanımın kızısın ve ben senin için bile olsa düşmanımın canını yakmaktan geri durmayacağım. İnan bana senin için yapabileceğim tek şey annenin burada kalmasına izin vermek. Tabi bu da senin elinde"

Melih'le birçok şey yüzünden tartışmış, birbirimize bağırıp çağırmıştık. Ama en sonunda hep susturulan taraf ben olmuştum. Az önce bana söylediği şeylere bu kez kendi isteğimle susup, kolumu elinin esaretinden kurtardım. Koşar adımlarla merdivenlere doğru ilerleyip hızla basamakları çıktım. Aklımda fikrimde annemi sağlam görmenin telaşı varken, gözlerimde hüzünlü gözyaşlarım vardı. Annemin odasının yanına vardığımda, kapıyı çalmadan içeriye daldım.

Annemi yatağında sapa sağlam uyurken gördüğümde, sesim çıkmasın diye elimle ağzımı kapatıp hıçkırarak dizlerimin üzerine çöküp ağladım.

Daha önce de olduğu gibi, yine Melih'in yüzünden dizlerimin üstüne çöküp kendimi gözyaşlarıma teslim ettim.

***

Annemin odasında dizlerimin üzerinde kaç dakika ya da kaç saat ağladığımı bilmiyordum. Zaman kavramı benim için çoktan yok olmuştu. Kendime biraz olsun gelebildiğim de ise ayağa kalkarak annemin odasından çıktım. Bir zamanlar Melih'in kaldığı ama artık karı koca olduğumuz için ikimizin olan yatak odasına girdim. Burada olan her şey hiç değişmeden yerli yerinde duruyordu ama benim bu detayı bile sorgulayacak halim yoktu. Kendimi direkt banyoya atmış kısa bir duş aldıktan sonra saçlarımı kurutmadan siyah tişört ve tayt giyerek yatağa yatarak uyumuştum.

Uyandığımda gözlerim kapının üstünde çapraz bir şekilde asılı duran saate kaydığında, saten akşamın yedisi olduğunu görmüştüm. Yataktan kalkıp, banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkayıp banyodan çıktım ve acıkan karnımı doyurmak için yatak odasından çıkarak mutfağa indim. Mutfağa girdiğimde Sevgi Hanımın fırının kapağını açmış içinden bir şey çıkartırken gördüm. İşine o kadar odaklanmıştı ki benim geldiğimi fark bile etmemişti.

"Sevgi Hanım" diye seslendim beni fark etmesi için. Sevgi Hanım bakışlarını fırından çekip gülümseyen yüzüyle bana baktı. "Uyandınız mı Ahu Hanım." Fırından çıkardığı kek kalıbını granit tezgâhın üstüne koydu. "Bende siz seviyorsunuz diye size elmalı kek yaptım." Dedi.

"Teşekkür ederim" dedim.

Sevgi Hanım kocaman gülümsedi ve eline aldığı bıçakla kekten kocaman bir dilim kesti. "Kendinize de servis açın lütfen." Diye konuştuğumda Sevgi Hanım itiraz etmeden bir dilim keki de kendisi için kesti. Ben yemek masasının yanındaki sandalyeyi çekip oturduğumda, Sevgi Hanımda kek tabaklarını masaya koydu. Buzdolabından çıkarttığı elma suyunu da bardaklara doldurduktan sonra karşıma geçip oturdu.

Kekten koca bir lokma alıp ağzıma attım. Kekin tadı oldukça güzeldi ama benim keyfim yerinde olmadığı için kekten istediğim keyfi alamıyordum ama yinede Sevgi Hanıma "Elinize sağlık çok güzel olmuş." Dedim. Sevgi Hanımda bana "Afiyet olsun" dikten sonra ikimizde hiç konuşmadan keklerimizi yedik.

Biten kek tabağımın içine çatalımı bıraktım ve "Sevgi Hanım" diye seslendim. Sevgi Hanım ağzındaki lokmayı hızlıca yutup "Efendim Ahu Hanım" dedi.

"Bu ev..." boğazımı temizleyip "Yani siz bu evin ne ara bu hale geldiğini biliyor musunuz? Ben ne olduğunu tam olarak çözemiyorum da. En son düğünden birkaç gün önce Birsen teyzeyle ev eşyaları seçtik ama hiç biri burada yok. Ev komple değişmiş, dışarıda sayısız adam var ve ben çok tedirginim."

Sevgi Hanım bir süre yüzüme muallâkta kalmış gibi baktı. Sanki ne söyleyeceğini bilmiyor gibi sıkıntılı soluklar bıraktı ve daha sonra konuşmaya karar vererek dudaklarını araladı.

"Ahu Hanım telaşınız anlıyorum. Tedirginsiniz ve çok korkuyorsunuz görüyorum. Ama inanın bana Melih Bey kötü biri değil." Önündeki elma suyundan birkaç yudum aldı. "Bende evin tam olarak neden değiştiğini ve Melih Beyin güvenliği arttırdığını bilmiyorum. Sadece düğünden iki gün önce Mehmet Bey ve Melih Bey salonda sanki sıradan bir şeyden bahseder gibi Yunanistan'a gideceğinizi konuştular. Sonra bu konuşmanın aynısını mutfakta ve dışarıdaki bahçede yaptılar. Sonra işte düğün bitti ve iki gün sonra Çağlar Bey gelerek evde böcek diye adlandırdıkları bir şeyler aradılar. Aramalarının sonucunda küçük siyah birkaç tane düğmeye benzeyen şeyler buldular ve ondan sonra olanlar oldu. Ev birkaç günde bu hale geldi."

"Nasıl yani?" dedim ve ekledim."Birileri eve dinleme cihazımı yerleştirmiş?"

"O küçük şeyler dinleme cihazı mıymış?" diye soruma soruyla cevap veren Sevgi Hanıma olumlu anlamda başımı salladım "Muhtemelen öyle" dedim. Sevgi Hanım bir süre düşünür gibi gözlerimin içine baktı ve aklına bir şey gelmiş gibi birden konuştu.

"Demek ki Melih Bey düşmanlarından sizi korumak için evi tadilat yaptırmış ve güvenliği arttırmış." Dedi bir tespitte bulunur gibi.

Sevgi Hanım kendince bir fikir yürütmüştü ona bir şey söyleyemiyordum. O da tıpkı dışarıdan görenler gibi yorumluyordu. Melih beni düşmanlarından korusa ne olacaktı ki? Bana en büyük zararı veren Melih'ken düşmandan korunmanın ne anlamı vardı?

Sevgi Hanıma "Tekrardan elinize sağlık, ben biraz daha uyuyacağım. Sizde dinlenin isterseniz." Diyerek bana cevap vermesini beklemeden mutfaktan çıktım. Yatak odasına gitmek yerine annemin odasına girdim. Annem uyanıktı gülümseyerek yanına gidip saçlarından öptüm.

"Nasılsın anne?" diye sordum. Annem eliyle saçlarımı şefkatle okşadı. Kocaman gülümseyerek "Ben iyiyim merak etme." Dedim. Annemin acı kahve gözlerinden yaş akmaya başladığında bir an dumura uğradım. Durduk yere ağlaması beni şaşkına çevirdi. "Anne" diye fısıldadığım da annem beni birden kendine çekerek başımı göğsüne yasladı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Annemin hıçkırıklarına benim sessizce akan gözyaşlarım eşlik etti. Annem sakinleşene kadar öylece birbirimize sarılı kaldık. Daha sonra elimle hızla gözyaşlarımı sildim ve annemin göğsünden kalktım. Yüzüme yerleştirdiğim gülümsemeyle anneminde gözyaşlarını sildim.

"Yeter bu kadar duygusallık anneciğim. Hadi uyu yarın seninle baş başa güzel bir kahvaltı yaparız. " yataktan kalktım ve annemin saçlarına bir öpücük kondurdum."Bende gidip kocama bakayım." Dedim.

Arkamı anneme dönmeden annemin hüzün kaplı gözlerinden gözlerimi çektim. Acaba kocamın bana acı çektirdiğini ve hala evde olmadığını anlamış mıydı? Anneler her şeyi hissederdi peki benim annem söylediklerimin yalan olduğunu hissetmiş miydi?

***

Susuzluktan kuruyan boğazım yüzünden uykumdan uyanmıştım. Yanımdaki komodinin üstünde duran sürahiden bardağa su doldurup içtim. Bakışlarım saate kaydığında saat gece yarısını geçmiş iki olmuştu. Ve Melih hala eve gelmemişti. Aklım annemde olduğu için yataktan kalkıp ona bakmak için odadan çıktım. Annemin odasına gidecekken çalışma odasından duyduğum seslerle olduğum yerde kaldım. Bir süre annemin odasına gitmek ve Melih'in çalışma odasına gitmek arasında kaldım. Ve en sonunda merakıma yenik düşerek çalışma odasına doğru ilerleyip kapının önünde durdum.

"Abi haber uçurduğumuz kuşlar gerekli yerlere uçmuş." Diye konuştu Ufuk. İçeriden gülme sesleri gelince "Aferim sana koçum" dedi Melih.

İçeriden bu kez Osman'ın "Abi" diyen sesi geldi.

"Sürümü ele geçirdim. Böceklerden biri sehpaya biride fotoğraf çerçevesine yerleştirilmiş. Şirkette başka dinleme cihazı çıkmadı."

"Emin misin Osman?" diye soran Çağlar'dı

"Eminim abi. Şirketi baştan aşağıya taradım. Bilgisayarıma yüklediğim programdan da geçirdim. Şirket Melih abinin odası dışında temiz."

"Bunu yapanı bir elime geçireyim var ya..." diye söylendi Ufuk ve konuşmaya devam etti. "Abi Mehmet abiyi düşman göstermek nereden aklına geldi?"

"Babam Ahu'ya vurduğunda Mehmet abi ve babamı masadan uzaklaştırmıştım. Bu maskeli adamlar Mehmet abiyi tekrardan masaya almam gerektiğini söylemişlerdi hatırladınız mı? Daha sonra Ahu ile bana araba çarpacaktı ve bunu yine o maskeliler engellemişti. Bana o gün düşman en yakınında demişlerdi. Bende onları kendi silahlarıyla vurdum. Benim en yakınımdan biri Mehmet abiydi." Birkaç saniye duraksadı. "Mehmet abinin düşman olduğunu düşünmem gerekiyordu. Böylelikle onlar bana gerçek düşmanı söyleyecekler."

İçeriden bir süre bir yorum ya da ses gelmedi daha sonra Osman "Abi" dedi heyecanı sesine yansımıştı. "İsimsiz bir dosyadan bir mesaj geldi. Mesajda yarın istediğin isim belgelerle elinde olacak yazıyor."

"Siktir! Amına koyayım plan işe yaradı." Dedi Ufuk.

"İşte bu kadar!" diye konuştu Melih.

İçeriden ses bir kez daha kesildi. Sadece bilgisayar klavyesinden çıktığını düşündüğüm bir ses geliyordu. Tam arkamı dönüp odama gidecekken Çağlar'ın sorusuyla kala kaldım.

"Abi peki yenge ne olacak? Onunla oyun olsun diye evlenmedin değil mi?"

Sanırım böyle bir soruyu Mehmet abiden sonra çekinmeden soracak tek kişi Çağlar'dı. Ufuk "Ne diyorsun oğlum?" diye çıkıştığında Melih hala Çağlar'ın sorduğu soruya cevap vermemişti.

"Sana ne lan? Ben abiye soruyorum. Bu sorunun cevabını bilmem lazım." Birkaç saniye es verip "Kusura bakma abi ama ben yengenin yüzüne utançla bakamam. Gerçekten sevdiğin için mi evlendin yoksa intikam oyununu hızlandırmak için mi?"

"Kes lan sikik sikik konuşmayı!" diye bağırdı Ufuk.

"Ne var lan günah oğlum yengeye! Sen bugünkü halini gördün mü? Tıpkı üç yıl önceki gibiydi çaresiz. Kimsesiz. Yıkık döküktü. Benim bile içim acıdı. Bunu bilmeye hakkım var! Abi yengeyi seviyor mu yoksa oyun mu oynuyor?"

"Seviyorum" diyen Melih'in sesi kısıktı.

"Çok seviyorum!" sesi biraz yükseldi. "Sikeyim köpek gibi seviyorum!" Diye bağırdı. "Ama ailesinden de bir o kadar nefret ediyorum! Ahu'ya olan sevgim bile onlara duyduğum nefretin önüne geçemiyor. Ben Ahu'yu sevdiğim için evlendim. Şimdi bitti mi o siktiğim aklındaki sorular?"

"Bitti" dedi Çağlar tok bir sesle.

Daha fazla dinlemenin hiçbir anlamı yoktu. Anneme bakma işini de yarına bırakmaya karar verip tekrar odama girdim ve hiçbir şey olmamış gibi uyudum.

***

Sabah uyandığımda Melih hala yanımda yoktu. Hızla yataktan kalktım ve dün anneme verdiğim sözü yerine getirmek için aynı hızla hazırlanıp mutfağa indim. Sevgi Hanımın yardımıyla bir tepsinin içine kahvaltılıkları hazırlayıp yukarıya annemin yanına çıktım.

Annemin elini yüzünü yıkamasına yardım ettikten sonra, birlikte anne kız güzel bir kahvaltı yaptık. Ne kadar buraya geldiğimde mutsuz olsam da Yunanistan'da geçirdiğim bir haftanın bütün detaylarını anneme anlattım. Annem bana verdiği tepki sıkça gülmek ve elini saçlarımın arasında, yüzümde gezdirmekti.

Tepsiyi yatağın üstünden kaldırmak için elime aldığımda annemin odasının kapısı gürültüyle açıldı. Annemle bakışlarımız kapıya çevrildiğinde kırmızı görmüş bir boğa gibi öfkeden deliye dönmüş Melih'i gördük.

"Melih ne oldu?" diye sorduğum soru cevapsız bir şekilde havada asılı kaldı. Melih iki büyük adımda bize doğru yaklaştı. Alev püsküren gözlerini annemin gözlerine dikti. Elinde tuttuğu kâğıt parçalarını daha ben ne olduğunu anlamadan annemin yüzüne fırlattı.

"Melih!" diye çıkıştığımda gözlerini annemden çekmeden "Kes sesini Ahu!" diye kükredi. O an kapının girişinde bekleyen Çağlar'ın mavi gözleriyle göz göze geldik. Çağlar'a ne oluyor der gibi bir bakış attım ama Çağlar başını yere eğmeyi seçti.

Gözlerim yere saçılan kâğıtlara takıldığında, Melih'in ağzından çıkan kelimelerle beynimden vurulmuşa döndüm.

"Uğruna adam öldürdüğün aşığının yaptıklarına bak Canan Hanım!"

BÖLÜM SONU

Loading...
0%