Yeni Üyelik
30.
Bölüm

29. Bölüm

@esranurozer

                                               
    

"Uğruna adam öldürdüğün aşığının yaptığına bak Canan Hanım!"

Melih'in ağzından dökülen sözler, odanın içinde ki duvarlara çarpıp annemle bana ulaştı. Yerdeki kâğıt parçalarında ne olduğunu göremeden bakışlarımı jet hızıyla annemin yüzüne çevirdim.

Annem yüzünde tek bir mimik bile oynamadan Melih'in tam gözlerinin içine bakıyordu. Melih'inde annemden kalır yanı yoktu. Çünkü oda sadece annemin gözlerinin içine bakıyordu.

Melih "Bak!" dedi sadece dudaklarını oynatarak. Annem ise ısrarla gözlerini Melih'in gözlerinden ayırmıyor. Yerdeki her tarafa dağılmış kâğıtlara bakmıyordu. Melih bir kez daha "Bak dedim sana!" diye bağırdı.

Annem sanki kâğıtlarda göreceği şeyi biliyormuş gibi bakmıyordu. Bakışlarımı annemden çekip yere savrulan kâğıtlara baktım. İlk gözüme çarpan kâğıt parçasında babamı görmeyi beklemiyordum. Şaşkınlıkla kocaman açılan gözlerimle yere eğilip kâğıt parçalarını tek tek elime aldım. Her bir kâğıt parçasında babamın farklı açılar ve farklı kişilerle, eski bir depoyu andıran bir yerde çekilmiş fotoğrafları vardı.

Şaşkınlığıma karışan gözyaşlarımla kâğıtlara tek tek bakmaya devam ettiğimde, beni durduran ve gözlerimi Melih'in yüzüne çevirmeme sebep olan kâğıt parçasında babamın Melih'in odasına dinleme cihazı yerleştirme anıydı.

Melih anneme uğruna adam öldürdüğün aşığın derken babamı kastetmişti. Ölen adam ise dayısıydı. Maskeli adamların düşmanın en yakında derken babamı kastetmişlerdi. Araba bize çarpmaya çalıştığı gün "Sen değer verdiğin için o bizim için değerli. Eğer onun yüzünden sana bir şey olsun o ölü bir kedi olur." Derken Melih olmasa beni anında öldüreceklerini söylemişlerdi. Ve buna sebep olan kişi ise benim öz babamdı.

Gözlerimin odağı avucumun içinde babamın ihanetine ev sahipliği yapan kâğıtlardayken "Melih" diye fısıldadım.

Melih benim fısıltımı duymazdan geldi. Gözleri zaten çoktan beni görmezden geliyordu çünkü gözlerinin odağı annemin acı kahve gözlerindeydi. Öylece annemin yüzüne bakıyordu. Annem konuşamadığı için susuyordu ama Melih konuşmaya kelimeler yetiremeyeceği için öfkesinden susuyordu.

Elimde tuttuğum kâğıtları bırakmadan Melih'e doğru adımlayıp, annemle göz temasını kesmesi için ikisinin ortasında durdum. "Melih" diye bir kez daha seslendim. Beni fark etmesi ve annemin üzerinden gözlerini çekmesi lazımdı.

Melih yavaşça gözlerini annemden çekip benim yaşlı gözlerime baktığında "Üzgünüm" diye mırıldandım. Melih üzgün olmamı da umursamadı. Ela irislerinin etrafına bulaşan zehirli yeşilleri benim gözlerime sessizce akıtmaya devam etti.

Öfkeliydi ama suskundu...

İçinde fırtınalar kopuyordu ama suskundu...

Cayır cayır yanıyordu ama suskundu...

Melih ifadesiz yüzüne tezat alev alan gözlerini gözlerimden çekmeden "Çağlar!" diye seslendi. Çağlar beklediği kapının girişinden içeriye girdi. Elinde tuttuğu çantadan bir tane diz üstü bilgisayar çıkarttı. Bilgisayarı açıp içine bir disk yerleştirdi ve beyaz sehpanın üstüne bilgisayarı yerleştirdi. Bilgisayarın açısını annemin rahat görebileceği bir konumda ayarladı. Hepimizin bakışları bilgisayara yöneldiğinde anneminde bakışları bilgisayar ekranına döndü.

Çağlar, komut bekler gibi Melih'in yüzüne bakınca Melih "Oynat videoyu" dedi tok bir sesle.

Bilgisayarın siyah ekranı birkaç saniye sonra aydınlandığında, direkt Melih'in şirketindeki odası ekrana yansıdı. Birkaç saniye sonra ise boş odanın kapısı açıldı ve içeriye babam girdi. Babam hızla bir şekilde elinde tuttuğu dinleme cihazlarının birini sehpanın altına, diğerini de Melih'in masasının üstünde duran fotoğraf çerçevesine yerleştirip odadan çıktı. Ekran birden kararınca, bakışlarımı Melih'in yüzüne çevirdim.

Konuşmak için dudaklarımı araladığımda Melih işaret parmağını dudağımın üstüne bastırdı. "Sus Ahu..." dedi.

Ekranda yeni bir video açıldığında, gözlerim tekrar ekrana kaydı. Görüntüde babam Melih'in evinin salonundaydı ve elinde yine dinleme cihazları vardı. İlk cihazı duvardaki tablonun arkasına yerleştirdi. Birini yemek masasının altına, bir diğerini de sehpanın üstünde duran içinde yapay çiçek olan vazonun içine yerleştirdi. Ekran karardı ve başka yeni bir video için gerim sayıma başladığında Melih "Durdur videoyu Çağlar."dedi.

Çağlar videoyu durdurduğunda, Melih delici bakışları annemin acı kahve gözlerini buldu. Uzun uzun baktıktan sonra kurumuş dudaklarını dilinin yardımıyla ıslatıp konuştu.

"Birazdan açılacak olan videoyu iyice izle. Gördüğün her bir detayı, her bir kelimeyi kafanın içine kazı Canan Hanım!"

Bakışlarını annemin yüzünden çekmeden "Çağlar oynat videoyu" dedi. Çağlar videoyu oynatırken annemin bakışları bilgisayara döndü. Melih ise bilgisayar ekranına bakmak yerine annemin yüzüne bakmaya devam etti. Sanırım annem videoyu izlerken yüzünde oluşacak ifadeyi görmek istiyordu. Ya da annemin yüzünde oluşacak ifadeyi biliyordu ve bunu bizzat kendi gözleriyle görmek istiyordu.

Ekrandaki geri sayım bitip video başladı. Önce her tarafı pas olan demir bir kapı hemen ardından eski yuvarlak bir masanın etrafında oturan iki adam ve hemen onların karşısında oturan babam kameranın görüş açısına girdi. Adamlardan biri keldi, diğeri ise sarışındı. İkisi de kırklı yaşlarda görünüyorlardı. Kel olan adam sürekli parmaklarını masaya ritmik bir şekilde vuruyordu.

Çağlar buraların pek önemli olmadığına kanat getirerek videoyu iki dakika otuz beş saniye ileriye aldı. Ve tekrar oynattı videoyu.

Ekranda ki videoda ilk babamın sesi duyuldu. "Yüz bin isterim." Dedi. Kel adamın masada ritim tutan parmakları durdu. "Yüz bin istiyorsun?" dedi sorar gibi. Babam başını evet der gibi salladığında kel adam konuşacakken sarışın önce davranarak "Tamam" dedi.

Babamın yüzüne memnun bir gülümseme yayıldığında sarışın adam tekrar konuştu. "Yakalansan dahi bizimle iş birliği yaptığını söylemeyeceksin! Ve bize Melih'in ne sıklıkla nefes aldığının bile haberini vereceksin!"

"Tamam, kabul." Dedi babam ve ekledi. "Siz benim istediğim parayı bana verin, gerisini hiç düşünmeyen!"

"Paranı vereceğiz..." diyerek eliyle bir işaret yaptığında yanlarına elinde siyah bir çantayla genç bir adam geldi. Genç adam çantayı sarışın olan adama verip tekrar ortadan kayboldu. Sarışın adam çantayı açıp içinden bir kutu çıkarttı. Çıkarttığı kutuyu masanın üzerine koyup parmaklarının yardımıyla babamın önüne doğru ittirdi. "Sen önce bunları Melih'in şirketine ve evine yerleştir. Sana yüz bin değil iki yüz bin vereceğim." Dedi.

Babam parlayan gözlerle adama bakıp önündeki kutuyu açtı ve içinden dinleme cihazlarını çıkarttı. Gözleri dinleme cihazlarının üstünde gezerken başını sallayarak "Yapacağım. Bunları tek tek yerleştireceğim." Dedi.

Sarışın adam memnun bir şekilde gülümsediğinde, bu kez kel olan adam konuştu. "İhaleye Melih'te girecek. Bunu zaten biliyorsun. O ihaleye senin oğlunda girecek. Bursa'dan gelen o iç mimarla ortak bir şirket kurmuşlar. O şirketin hukuk departmanını da Mehmet'in gözdesi olan Rüya'yı geçirmişler. Melih'in ihale için hukuk departmanına hazırlattığı o dosyayı alıp onlara götüreceksin ve onlar bu dosyayla ihaleye girecek!" dedi.

Kel adamın bahsettiği babamın oğlu Tekin'di. Ortak olduğu iç mimar ise Levent'ti. Bahsettiği ihale ise Melih'in maskeli adamları dinleyip son anda çekilerek dolandırılmaktan kurtulduğu ihaleydi.

Babam kel adamı da başıyla onayladı. Sonra ekran bir kez daha karardı. Ben annemle Melih'in arasında duruyordum ve babamın yaptığı bu şeyler yüzünden Melih'in yüzüne bakmaya korkuyordum. Ama annemin yüzünde göreceğim ifadeden dolayı onun da yüzüne bakmaya çekiniyordum. Yine de bakışlarımı yavaşça ekrandan çekip annemin yüzene çevirdim.

Annem ekrana kilitlediği gözlerinin pınarlarından iri iri damlalar döküyordu. Yüzü donuktu. Dudakları birbirine yapışmıştı, galiba biraz terlemişti. Çağlar başka bir video oynattığında tekrar bakışlarım ekrana kaydı.

Ekranda yine o paslı yerde eski masanın etrafında oturan sarışın adam ve kel adam vardı. Karşılarında da babam... Kel adam çok öfkeli görünüyordu. Babam ise tedirgindi. İlk konuşan sarışın adam oldu.

"Nasıl böyle bir oyuna geldik anlamadım? Biz sana o kadar para verdik sen Melih'in ihaleden çekileceğinden bile haberdar değildin amına koyayım!"

"İhaleye deli gibi gece gündüz çalışıyordu. Son anda ihaleden çekileceğini nereden bileyim!" diye cevap verdi babam. Kel adam sinirle ayağa kalkıp oturduğu sandalyeye tekme atarak devirdi.

"Belki de sen bizim varlığımızdan bahsettin Melih'e. Bizi satmadığını nereden bileyim?"

"Saçmala!" diye kel adama çıkışan babamı sarışın adam "Doğru söylüyor!" diyerek susturdu.

Kel adam kendi etrafında birkaç tur attıktan sonra iki elinin avuç içini masaya dayayıp babama yaklaştı. "Bana elle tutulur bir şey söyle Cevdet Demir!" dedi.

Babam kel adamın gözlerinin içine bakarak "Kızım Ahu" dedi ve ekledi. "Melih'in tek yumuşak noktası benim kızım Ahu. Kızımla nişanlı ve o bile farkında değil ama kızıma köpek gibi âşık. Melih'i tek yok edecek şey Ahu'nun başına bir şey gelmesi." Dediğinde, sarışın adam şaşkınca "Ne yani kendi öz kızını gözden mi çıkartıyorsun?" diye sordu.

Babam soğuk mavi gözlerini iki adamın üzerinde gezdirdi. En son sarışın adamın gözlerinde tuttu gözlerini.

"Yirmi yıldır kızım yoktu. Bundan sonra da olmazsa beni pek ırgalamaz. Hayatımdan bir Ahu geldi geçti derim. Mezarına ölüm yıl dönümünde bir demet karanfil götürüp, bir Fatiha okurum. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam ederim." Dedi.

"O zaman ilk fırsatta ihalenin bedeli Olarak Melih'in nişanlısı gözlerinin önünde ölecek!" diye konuşan kel adamın ardından video son buldu.

Kapanan ekrandan gözlerimi alamıyor, dur durak bilmeyen gözyaşlarımın intiharını engelleyemiyordum. Kulaklarımda yankılanan annemin sessiz hıçkırıkları, beynime de kalbime ulaşmıyordu. Benim kalbim babamın sarf ettiği sözlerden sonra resmen durmuştu.

Babamın sözleri zehirli bir cam kırıkları gibi kalbimin her bir tarafına saplandı. Saplanan cam kırıkları kalbimin içinde ücra bir köşede babasıyla birlikte uçuracağı balonları tutan küçük Ahu'nun da kalbine isabet etti. Küçük Ahu'nun önce elinde ki balonları patladı. Daha sonra küçücük kalbi atmayı bıraktı.

Kız çocuklarının ilk âşık olduğu adam babalarıydı... İlk kahramanları da babalarıydı. Ama benim için öyle değildi. Ben ilk babama âşık olmamıştım. Benim babam, benim kahramanım olmak yerini kötü adam olmayı seçmişti. Benim babam kötü kalpli biriydi...

"Gördüğün her detayı aklına kazıdın mı Canan Hanım?" diye kükreyen Melih'in sesiyle titreyerek kendime geldim. Bakışlarımı annemin yüzüne çevirdiğimde, ağlamaktan kan çanağına dönen gözleriyle karşılaştım. Yüzünün her bir çizgisine yerleşen acıyla bana bakıyordu.

"İyice gördün mü?" diye çıkışan Melih'in sesiyle olduğum yerde sıçradım. "Uğruna adam öldürdüğün aşığının kendi öz kızına nasıl düşman olduğunu gördün mü?"

Annem Melih'in sözleriyle hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığında hızla Melih'e dönüp avuç içimi sert göğsüne bastırdım. "Melih ne olur sakin ol!" dedim. Ama Melih'in sakin olmak gibi bir düşüncesi yoktu. Gözlerini annenden ayırmadan evi inletecek derecede bağırdı.

"Gördün mü? Ahu'nun canını almak isteyen kim gördün mü?"

"Melih lütfen..."

Melih gözlerini annemden çekmediği gibi, benim elimi de göğsünden çekmiyordu. Çağlar bilgisayarın yanında robot gibi duruyor, odada annemin inleme şeklindeki hıçkırıkları yankılanıyordu. Melih iç çeker gibi bir soluk bıraktı.

"Ben..." dedi duraksadı. "Ben intikamıma rağmen Ahu'yu çok sevdim. Dayımın ölümüne rağmen çok sevdim! Ben annemin çektiği acılara rağmen Ahu'yu çok sevdim!"

Yalan değildi sevmişti... Ama acıta acıta, ama ağlata ağlata... Melih beni gerçekten sevmişti.

"Saçının teline zarar gelmesin diye Ahu'nun canını bilerek ya da bilmeyerek nasıl yaktığımı bilseydiniz, kızınıza bıraktığınız bu hayat yüzünden anneliğinizden utanırdınız Canan Hanım!"

Araya girerek "Melih yapma!" gözyaşlarımın arasında "Hadi gel çıkalım kendi odamızda konuşalım!" dediğimde, Melih'in alev alan gözleri saniyelik bir zaman diliminde gözlerimi bulup, tekrar annemin yüzüne döndü.

"Bir şeyi çok merak ediyorum Canan Hanım?" diye sordu ve ekledi. "Cevdet'in yaptıklarını gördükten sonra hala Ahu'nun yüzüne nasıl bakacaksınız?"

Annem iç çekerek ağlamaya başladığında, gözlerimi kapatıp açtım. Durması için "Melih" diye ikaz ettim. Melih durmadı. Hatta göğsünün üstünde duran elimi bileğinden tutarak çekti. Bakışlarını Çağlar'a çevirdiğinde, Çağlar olduğu yerde diklenerek hazır olda bekledi. Melih'in bakışları tekrar annemi bulduğunda, aynı anda da tok erkeksi sesi odada duyuldu.

"Cevdet bu yaptığının bedelini misliyle ödeyecek! Ama sizinde küçük bir bedel ödemeniz gerekecek Canan Hanım!"

Gözlerim korkuyla açıldığında boşta olan elimle Melih'in kolundan tuttum. "Melih ne bedeli?" diye sordum. Korku kırıntıları sesimin her bir zerresine yerleşmişti. "Annemin ne suçu var? " küçücük elimle kolundan çekiştirmeye çalıştım. "Gel biz baş başa konuşalım." Dedim.

Melih bana bakmadığı gibi, kolundan çekiştirdiğimi de önemsemedi. Gözleri gözlerime değmemek için yemin etmiş gibi bir türlü yüzüme bakmıyordu.

"Çağlar!" dedi tok bir sesle "Ahu'yu bizim odaya götür."

"Hayır!" diye çıkıştım. Ama Çağlar'da tıpkı Melih gibi duygusuzdu. Beni dinlemek yerine Melih'i dinlemeyi seçmiş ve olduğu yerden bana doğru adımlamaya başlamıştı.

"Hayır! Dur orada Çağlar! Sakın bana yaklaşma!"

Çağlar durmadı. Tam yanımıza gelip önümde durdu. Melih'in yüzüne komut bekler gibi baktı. Çağlar'ın beni dinlemeyeceğini anlayarak, bir adım atarak Melih'in önüne geçtim ve gözlerimi yüzüne diktim. Melih ise inatla bana bakmıyordu.

"Annem hasta Melih! Konuşamıyor bile iyileşince eminim bize her şeyi anlatacaktır. Annemin bir suçu yok! Ne olur anneme bir şey yapma!" diye yalvardım.

Sanki ben onun yüzüne bakmıyor muşum gibi, sanki ben onunla konuşmuyor muşum, sanki ben görünmez bir varlıkmışım, yokmuşum gibi davranıyordu.

"Çağlar..." dedi yüzüme bakmadan "Götür Ahu'yu..."

Avazım çıktığı kadar "Melih!" diye bağırdım. "Beni seviyorsan anneme karışma!"

Çağlar güçlü eliyle kolumu kavradı. "Bırak!" beni diye haykırmamla Melih'in bileğimde olan elinin baskısı azaldı ve kolum boşluğa doğru savruldu. Çağlar beni çekiştirerek odadan çıkarmaya çalıştığında ben sadece "Melih!" diye haykırıyordum.

Odanın çıkışına geldiğimizde bir kez daha acıyla bağırdım. "Eğer beni seviyorsan anneme bir şey yapma!" Melih'in gözleri gözlerime değdi. Gözlerinde umutsuz bir boşluk gördüm. Odadan çıkıp kapı aramıza bir engel gibi örtüldüğünde ben o umutsuz boşluktan düştüm.

***

Ağlamak çare miydi yaramıza?

Peki, durmadan çırpınmak bize istediğimizi veriyor muydu?

Ben ağladığım için mi güçsüzdüm? Yoksa güçsüz olduğum için mi ağlıyordum?

Çağlar beni sürükleyerek yatak odasına getirip kapıyı üzerime kapatmadan önce "Kusura bakma yenge." Demiş ve kapıyı kapatarak üzerime kilitlemişti.

Çağlar'a kusura bakmıştım. Ama Çağlar benim kusura bakmamla pek ilgilenmemişti. Dakikalarca kapıyı yumruklamış Melih'e seslenmiştim. Yakarışlarım hiçbir şekilde karşılık bulamayınca kapının dibine çökmüş sayamadığım dakikaları da çöktüğüm yerde ağlayarak harcamıştım.

Zeminde oturmaktan ağrıyan kalçamın acısına dayanamayarak oturduğum yerden kalkmış ve yatağa gidip örtüsünü kaldırarak içine geçmiştim. Sırtımı yatak başlığına dayayıp, ağlamaktan acıyan gözlerimi kilitli kapıya dikmiştim.

Saniyeler, dakikaları, dakikalar ise saatleri kovalamış ama Melih bir türlü odaya gelmemişti. Hava çoktan kararmış, odanın içi zifiri bir karanlığa boyanmıştı. Gözlerimi bir saniye bile kırpmadığım kapıdan tıkırtı sesi geldiğinde. Kapıya pür dikkat kesildim.

Kapının kilidi yavaşça iki kez döndü ve kapı ses çıkartmadan yavaşça açıldı. Kapının açılmasıyla koridorda yanan ışık süzmesi odanın içine sızdığında, Melih'in gözleriyle gözlerim kesişti.

Melih kapıyı kapatıp içeriye girdiğinde, ışık süzmesi de yok olmuş oda tekrardan zifiri karanlığa dönmüştü. "Neden karanlıkta oturuyorsun Ahu?" diye soran Melih odanın ışığını açmak için elini lamba düğmesine götürdüğünde "Sakın açma..." dedim ruhsuzca.

Melih elini düğmeden çekip kapıya sırtını yasladı. Karanlık odada yüzünde gördüğüm tek ayrıntı koyu ela gözleriydi. Tıpkı onunda benim yüzümde gördüğü tek ayrıntı olan kahve gözlerim gibi...

"Neden karanlıkta oturuyorsun?" diye sorusunu bir kez daha yenilediğinde "Yüzünü görmek istemiyorum." Dedim.

"Bana kızgınsın." Dedi.

"Kızgın değilim." Dedim.

"Kırgınsın o zaman..."

"Kırgın da değilim."

Karanlık odaya Melih'in içli nefes alış veriş sesi duyuldu.

"Annene bir şey yapmadım. Canan Hanım hala odasında duruyor." Dedi kurşungeçirmez bir sesle

"Olsun!" dedim Melih'in göremeyeceğini bildiğim halde omzumu silktim. "Yine de senin yüzünü görmek istemiyorum!"

"Seni sevdiğimi biliyorsun Ahu!" dediğinde gözümden benden bağımsız bir gözyaşı çeneme doğru süzüldü. "Beni böyle sevmeni istemiyorum!" dedim sesim fısıltı gibi çıkmıştı.

"Ben nasıl seviyor muşum?" diye sordu. Ses tellerinin titrediğini anlamamak için ruhsuz olmak lazımdı.

"Acıtarak, ağlatarak, sürekli yok ederek seviyorsun." Boğazımda oluşan görünmeyen yumrunun geçmesi için yutkundum. "Sen beni böyle sevme! Sevmek böyle olmaz!"

Zifiri karanlıkta birbirimizin gözlerinin içine bakıyorduk. Benim gözlerim yaşlı, Melih'in gözleri ise acılıydı. Gözlerinin tam içine oturan acıyı görmek için ışığa gerek yoktu. Çünkü karanlıkta bile çok net fark edilebiliyordu.

Melih'in koyu ela gözlerinin içinde yedi yaşındaki tek başına büyüyen çocukluğu sıkışmıştı. Melih ağlasa, ya da duygularını dile getirip benimle paylaşsa, o yedi yaşındaki çocukluğu gözyaşı olarak Melih'in acılı gözlerinden kurtulacaktı.

"Bilmiyorum..." seslice yutkundu. "Ben nasıl sevilir bilmiyorum Ahu..."

Melih karanlık odaya mı güvenip bana bu itirafta bulunuyordu? Yoksa artık içinde tutmak istemediği için mi itiraf ediyordu? Bilenmezdi.

Mutluluklar paylaşılır, acılar paylaşılır. Ama biz Melih'le ne bir mutluluk paylaşmış ne de bir acı paylaşmıştık. Melih'in bana kendini itiraf etmesini beklemek belki de çok saçmaydı. Belki de Melih ilk itirafı benden bekliyordu.

"Sen çok ıssız bir adamsın Melih. Böyle kasırga gibi esiyorsun bazen. Önüne ne çıkarsa savuruyor, kimsenin sana yaklaşmasına izin vermiyorsun. Yalnız değilsin ama kendini yalnızlığa itiyorsun. Öfken gözünü öyle kör ediyor ki, etrafında ki her şeyi yakıp yıkıyorsun."

Melih cevap vermedi, sırtını yasladığı kapıdan yavaşça kayarak, yere oturdu. Bir dizini kırdı, ayağının birini uzattı. Kırdığı dizine kolunu yaslayıp öylece küçük bir oğlan çocuğu gibi gözlerimin içine baktı. Dile getiremiyordu ama benim konuşmamı istediğini anlıyordum. Bende onun istediğini vererek konuştum.

"Beni ilk öpen erkek sensin" dedim çok alakasız bir şeydi ama söylemek istedim. Melih'in dudakları iki yana kıvrıldığında doğru yolda olduğumu anlayarak konuşmaya devam ettim.

"Sarılıp uyuduğum. Sinirlenince kafasında vazo kırdığım. Korkup korkup kaçtığım ama yine kollarına sığındığım, yanında ağladığım ilk erkek sensin. Sen benim ilklerimi çalan adamsın."

Melih'in gülümsemesi karanlığı yok edip aydınlığa kucak açacak kadar büyüdü. Benim hayatımda ilklerimin sahibi olmak onun hoşuna gitmişti.

"Ben sekiz yaşlarında falandım tam hatırlamıyorum." Dedim derin bir nefes alıp anlatmaya devam ettim. "Bursa'da bizim oturduğumuz mahalleye Levent'ler taşındı. Levent'in yeşil gözlerini gördüğüm zaman bu çocuk benim arkadaşım olsun mu anne diye sordum. Çünkü Levent'in gözleri tıpkı babamın gözleri gibi renkliydi." Acıyla gülümsedim. "Tabi o zamanlar çocuk aklı bilemedim bir gün babamın benim hayatımı mahvedeceğini... Aklımda fikrimde hep bir baba figürü var. Levent'in gözleri orman yeşiliydi. Babamın gözleri de Levent'in misketi gibi masmaviydi."

Konuyu bir yere bağlamam gerekiyordu. Levent'in bende ki yerini kocama itiraf etmeliydim ve ilk adımı ben atarak aramızda bir köprü kurmalıydım.

"Ortaokul sondayken Levent bana beni sevdiğini söyledi. Ona çok kızdım bir yaz boyu onunla konuşmadım. Sonra neden böyle bir şey yaptım bilmiyorum ama liseyi Levent'in okuduğu okulda okumak istedim. Okudum da. Ben lise bir deyken Levent son sınıftı ve biz sevgili olduk."

Melih devamını dinlemek istemediğini belirtmek ister gibi "Ahu..." dedi. Durmadım konuşmaya devam ettim.

"O İzmir'de üniversite kazandı. Dört yıl sadece tatillerde görüştük. Onun mezun olduğu sene ben Bursa'da üniversiteye başladım. Biz levent'le hiç baş başa yalnız buluşmadık yanımızda muhakkak Duygu olurdu. Levent benim elimi bile tutmaya çekinirdi. Biz Levent'le el ele bile tutuşmadık."

"Ahu sus..."

"Levent beni dokunmadan severdi. Ama şimdilerde bu huyu değişmiş." Gözümden akan yaşa aldırmadan gülümsedim."Duygu'yu dokunarak sevmiş. Levent bana dokunamazdı Duygu'ya dokundu. Ben Levent'e dokunamazdım sana dokundum."

"Sus... Ne olur sus Ahu..."

"Bazı adamlar vardır, sevgilerini sözlerle hissettirir. Bazı adamlar vardır, sevgilerini dokunarak hissettirir. Bazı adamlar vardır, sevgilerini sevdiği kadını yok ederek, acıtarak göstermeye çalışırlar."

"Kurban olduğum sus..."

"Sen sevgisini acıtarak hissettiren adamlardansın Melih Kılıçaslan! Acıtacaksan sevme beni... Yok, edeceksen sevme beni Melih."

Melih'le gözlerimiz kesiştiğinde koyulaşmış ela gözlerinden iki iri damlanın yanaklarına doğru süzüldüğünü gördüm. Melih çöktüğü yerden hızla ayağa kalkarak kapıyı açtı.

"Allah benim belamı versin!" diyerek kapıyı çarpıp çıktı.

Melih'in odadan çıkmasının ardından yataktan kalkıp annemin odasına gittim. Annemin odada koluna takılmış serum ile uyuduğunu gördüğümde derin bir nefes bıraktım. Annemin uyanmaması için parmak uçlarımda yürüyüp saçlarının üstüne bir öpücük kondurdum ve odadan sessizce çıkıp kendi odama geldim. Tekrar örtünün altına girip ağlamaktan acıyan gözlerimi kapattım.

***
Kulağımın dibinde yankılanan inleme sesiyle gözlerimi açtım. Melih'in belime sardığı ve alev gibi yanan kolunu üzerimden çekmeye çalıştım.

Melih'in kolu belimden çekildiği an dudaklarının arasından acıyla inledi. Ne olduğunu anlamak için yataktan ışığı yakmaya kalktığımda Melih koluma yapıştı.

"Gitme... Beni bırakma Ahu." Diye mırıldandı.

Kolumu tutan avuç içi alev alev yanıyordu. Sakince Melih'in elini kolumdan çektim ve ışığı açmak için hızlı adımlarla kapının yanına ilerledim. Işığı açar açmaz odanın içi aydınlandı. Bakışlarım yatakta uyuyan Melih'i bulduğunda adımlarımı tekrar yatağa doğru attım.

Melih üstü çıplak bir şekilde yüz üstü uzanmıştı. Yatağın boş kısmına oturup "Melih?" Diye seslendim. Melih'ten inlemeye benzeyen mırıltılar çıkınca elimle omzuna dokundum ve omuzununda ateş gibi yandığını fark etmem uzun sürmedi.

Hiç vakit kaybetmeden elimi sırtında gezdirdim. Zorlanarak da olsa Melih'i sırt üstü çevirip elimi boncuk boncuk terleyen alnına koyup ateşini ölçtüm. Melih'in ateşi vardı ve durmadan sayıklıyordu. Dudakları yıllarca susuz kalmış gibi kurumuştu. Vücudu tir tir titriyordu.

Bir süre ne yapacağımı şaşırmıştım. Sürekli terleyen alnını elimle siliyordum ama Melih'in ateşi sanki giderek artıyordu. Üzerinde ki örtüyü çekip aldığımda Melih iki büklüm oldu "Üşüyorum Ahu. Üzerimi ört" diye zar zor konuştuğunda durumun ciddiyetine anca varabilmiştim.

Melih hastalanmıştı ve benim birilerinden yardım isteyecek telefonum bile yoktu. Hapise benzeyen lüks evimin şifresini bilmiyordum ve dışarıda onca adam olmasına rağmen Melih'in hasta olduğunu haber bile veremiyordum.

Beynimin içinde ki düşünce denizinde yüzerken ne zaman odadan çıkıp misafir odasında kalan Sevgi Hanımın odasının önüne geldiğimi bende bilmiyordum. Kapıyı iki kez tıklatıp içeriden gel komutunu beklemeden resmen içeriye daldım.

Sevgi Hanım her şeyden habersiz mışıl mışıl uyuyordu. Yanına yaklaşıp "Sevgi Hanım" diye seslenerek omuzundan sarstım. Sevgi Hanım irkilerek uyandığında, mahcupça yüzüne baktım.

"Sizi rahatsız ediyorum ama Melih'in çok ateşi var. Sanırım hastalandı. Benim telefonum kırıldı siz Çağlar'a haber verebilir misiniz buraya gelsin?"

Sevgi Hanım telaşla yataktan kalktı "Hemen arıyorum Ahu Hanım" derken yataktan çoktan kalkmış eline telefonu almıştı bile. Sevgi Hanım Çağlar'ın numarasını rehberden bulup aradığında ben odadan çıktım.

Melih'in yanına geldiğimde Melih üzerinden çektiğim örtüyü tekrar üzerine örtmüştü. Hızla gidip örtüyü üzerinden çektiğim de Melih memnuniyetsizce kaşlarını çattı. Melih hasta olduğu halde sert tavrından ödün vermeyen öküzün tekiydi...

Banyoya girdim. Suyu ılık derecede ayarlayıp küvetin içinin dolması için açtım. Tekrar odaya girdiğimde Melih kenara koyduğum örtüyü üzerine çekmeye çalışıyordu. Örtüyü üzerine örtme girişimini son anda engelledim.

"Ne yapıyorsun? Ateşin var havale mi geçirmek istiyorsun?"

Melih zar zor açtığı kısık gözlerinin ardından bana baktı. "Üşüyorum. Donarak ölmektense yanarak ölmeyi yeğlerim." Dedi.

Hasta olmasına rağmen beni sinir eden sözlerine göz devirmekten başka bir cevabım yoktu.

"Kalk hadi." Dedim kolundan tutarak kalkması için yardım ettim "Ilık bir duş alda ateşin düşsün."

Melih bu kez itiraz etmeden bana yaslanarak yataktan kalkmaya çalıştığında odanın kapısı çaldı. "Gel." Diye seslendim. Sevgi Hanım kapıyı açıp içeriye girdi. "Ahu Hanım Çağlar Beyi aradım yarım saatte geliyorlarmış." Dedi.

Melih sonunda yataktan kalkabildiğin de "Sağolun Sevgi Hanım. Siz isterseniz gidip uyuyun." Dedim.

"Olur mu canım hiç öyle şey?" Ayıplar gibi cık cıkladı. "Ben şimdi Melih Beye bir tavuk suyuna çorba yaparım hiçbir şeyi kalmaz." Dedi ve benim cevap vermemi beklemeden odadan çıktı.

Melih'i resmen ecel terleri dökerek banyoya getirip ılık su ile dolu küvetin içine oturttum. Melih suyun içine geçer geçmez kalkmaya çalıştığında iki elimle omuzundan bastırdım "Rahat dur." Diyerek kalkmasını engelledim. Melih küçük bir oğlan çocuğu gibi mızmızlandı. "Su çok soğuk."

" Hayır soğuk değil, ılık."

"Sana göre ılık, bana göre çok soğuk Ahu." Ellerini bedenine sardı. "İnanmıyorsan içine gir bak." Dedi.

Küçük bir oğlan çocuğu gibi mızmızlanan Melih'i dinlemeden duş başlığını alıp ılık suyu vücudun her yerinde gezdirdim. On- on beş dakikadır ateşi düşsün diye su tutuyordum ama Melih'in ateşi bir türlü düşmüyordu. Suyu kapatıp dolaptan Melih'in giymesi için beyaz bir bornoz aldım.

"Kalkabilecek misin?" Diye sorduğum da Melih yarı açık gözlerini bana çevirip başını olumlu anlamda salladı. Küvetin kenarlarından destek alarak ayağa kalktı. Üzerinden akan su damlaları beyaz fayansa düşüyordu.

Elimdeki bornozu Melih'in üzerine giydirdim. Belindeki kuşağı iyice bağlandıktan sonra, dizlerimin üzerine çökerek "Tutun bana." Dedim ve Melih'in bana tutunmasıyla ıslak eşofmanını çıkarttım. Tekrar ayağa kalktığımda Melih'in yüzüne bakmadan kolundan tutarak banyodan çıkartıp yatağa oturttum. Giyinme odası gidip Melih için gri bir eşofman ve siyah bir baxeer alıp giyinme odasından çıktım.

Melih'in önünde durup elimdeki kıyafetleri yatağın boş kısmına koydum. " Sen tek başına giyinebir misin?" Diye sorduğumda Melih "Ben hallederim." Dedi.

Melih'in giyinmesini için giyinme odasına girdim. Üzerimde ki ıslak kıyafetlerden kurtulup siyah tayt ve beyaz bir tişört giydim. Ben giyinme odasından çıkmadan kapı çalındı ve Çağlar'ın "Yenge" diyen sesi odada yankılandı.

Hızla giyinme odasından çıktığımda doktor Emre'nin Melih'in ateşini ölçtüğünü gördüm.

"38.9 ateşi çok yüksek." Diyen Emre'nin bakışları beni buldu. "Ilık duş aldırdın mı yenge?" Diye sordu.

"Evet on beş dakikada kadar ılık suyun içinde durdu."

Emre anladığını belirtir gibi başını salladığında, yanında getirdiği çantadan bir serum çıkarttı. Çıkarttığı serumu Melih'in koluna taktı. Daha sonra çantasından bir kaç tane ilaç çıkartıp karıştırdı. Karıştırdığı ilacı Çağlar'ın yardımıyla Melih'in kalçasına vurdu.

"Melih abi uykusuz ve yorgun düştüğünde böyle bitkin düşer. Korkulacak bir şey yok yenge yaptığım ilaçların sayesinde sabaha bir şeyi kalmaz." Dedi

"Sağolun." Dediğimde Emre gülümseyerek "Ne demek iyi geceler yenge " dedi ve Çağlar ile birlikte odadan çıktı.

Bakışlarım yatakta uyuyan Melih'e takıldığında, yavaşça yaklaşıp yanındaki boşluğa bende onun gibi uzandım. Elimi yumuşacık saçlarının arasında gezdirmeye başladığım da Melih birden gözlerini açtı ve ben daha ne olduğunu anlamadan başını göğsüme yasladı. Bir süre saçlarının arasında hareketsiz kalan ellerim, daha sonra yavaşça hareketlendi ve Melih'in saçlarını usulca okşamaya devam ettim.

Melih'in saçlarını okşadıkça gelen uykunun ağırlığına daha fazla dayanamayıp gözlerimi kapattım.

***

Gece bir kaç kez Melih'in bir yükselip bir inen ateşinin yüzünden uyanmış sonra tekrar uyumuştum. Az önce de Melih'in su diye sayıklamasıyla uyandım. Melih'e suyunu içerikten sonra yataktan kalkıp banyoya girdim. Rutin işlerimi halledip banyodan çıktığımda saatinin sabahın sekizi olduğunu gördüm.Tekrar yatmak yerine mutfağa inmeye karar vererek odadan çıktım.

Sevgi Hanım mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. Beni görür görmez Günaydın Ahu Hanım." Dedi sesine yansıyan sevecenlikle "Melih Bey nasıl oldu?"

"Günaydın" dedim ve ekledim. "iyi şuan uyuyor."

Buzdolabını açıp içinden soğuk su çıkarttım. Tezgâhın üstüne bıraktığım soğuk suyu mutfak dolabından aldığım bardağa doldurup içtim. İkinci bardağı da içtikten sonra suyu tekrar buzdolabına koydum. Tam mutfaktan çıkacakken Sevgi Hanımın "Ahu Hanım" diye seslenmesiyle durdum.

"Rahmetli nenem kadınların aklının ve zekasının güçlü elli erkeğin gücünü alt edecek kadar kuvvetli olduğunu söylerdi."

Sevgi Hanımın ne dediğini anlamaya çalışarak yüzüne bakıyordum.

"Rahmetli nenem kadınların gücünden şeytan bile baş edemez derdi."

"Anlamadım. Neden bunları bana söylüyorsunuz?"

Sevgi Hanım gülümsedi. Arkasını bana döndü ve tekrar konuşmaya başladı. "Çünkü sizde çok güçlüsünüz." Üzerine taktığı mutfak önlüğünün cebinden küçük ilaç kutusu çıkarttı ve tezgâhın üstüne koydu. "Hayatınızı birilerinin yönetmesini beklemek yerine, elinizde olmayan ama aklınızda olan zeka gücüyle hayatınızı siz yönetebilirsiniz."

Bir süre olduğum yerde tezgâhın üzerinde duran ilaca baktım. Boğazımı temizleyip "Ne ilacı o?" Diye sordum. Sevgi Hanım salatalık doğramaya devam ederek "Uyku ilacı." dedi sıradan bir şeyden bahseder gibi.

Sanırım Sevgi Hanımın bana neyi ima ettiğini geçte olsa anlamıştım. Yüzüme yerleştirdiğim sinsi bir gülümseme ile tezgâha yaklaşıkp ilaç kutusunu elime aldım. Mutfaktan çıkmadan önce " Sevgi Hanım kıymalı börek yapalım Berna çok sever." Dedim

Sevgi Hanım tıpkı benim gibi gülümseyip başını tamam der gibi hızla salladı.

Merdivenleri bir cesaretle çıkıp odaya girdim. Melih yatakta uyuyordu. Yavaşça yanına yaklaştım. Önce başucundaki bardağa su doldurdum. İlaç kutusundan bir tane ilacı parmaklarımın arasına sıkıştırdım. Melih'i başından hafif kaldırıp ilacı içirdim. İlaç bir kaç dakikaya etkisini gösterecekti ve ben gözümü bir türlü saatten ayırmıyordum. Beş dakika geçince gözünü saatten çektim ve Melih'in telefonunu bulabilmek için etrafta şöyle bir göz gezdirdim. Telefon komodinin üstünde bütün ihtişamıyla duruyordu.

Hızla telefonu elime alıp yatağa geçtim. Parmak okuma kısmına uykunun bilmem kaçıncı kollarında gezen Melih'in parmağını tutarak okuttum ve telefon şifresi açıldı. Yüzüme yayılan sinsi bir sırıtışla telefonu kurcalamaya başladım. Mesaj bölümüne girip kontrol ettiğimde tek bir mesaj bile olmadığını gördüm. Aynı şekilde Whatsapp ve arama kaydı da boştu. Galeriye girip fotoğraflara bakacaktım ama orada başka bir şifre vardı. Aklıma gelen bir kaç şeyi denedim ama olmadı. Daha fazla uğraşmamak için rehbere girip Birsen teyzeyi aradım.

Telefon çaldı, çaldı ve çaldı. Tam kapanacakken açılan telefonun ucundan Birsen teyzenin "Oğlum?" Diyen uykulu sesi geldi. "Birsen teyze nasılsınız?" Dedim

"Ahu... İyiyim kızım sen nasılsın?"

"Bende iyiyim Birsen teyze. Ben sizi şey için aradım. Berna, Ezgi, Aslı ve Füsun Hanımı da alıp bize kahveye gelin. Melih biraz rahatsız ben evden çıkamıyorum. Siz gelin."

"Geliriz tabi... Ne güzel olur hem özledim sizi de görmüş olurum."

"Tamam bekliyorum o zaman. Ha bu arada Birsen teyze ayrı ayrı gelmeyin toplanıp hep birlikte gelin."

Birsen teyze "Tamam" dedikten sonra telefonu kapattım. Tunç abimi de arayıp telefonu kulağıma koydum. Telefon fazla uzun çalmadan açıldı."Abi" dedim

"Güzelim?" Sesi telaşlıydı. "Nasılsın abim? Neden Melih'in telefonundan arıyorsun beni?"

Ağlamak için kendimle çetin bir savaş halindeydim. "Telefonum bozuldu abi. Hem boş ver şimdi telefonu ben seni görmek istiyorum iki saat sonra bize gelebilir misin?"

"Gelirim güzelim bende küçük kız kardeşimi özledim. Hatta üzümlü kekini de çok özledim." Dediğinde kıkırdadım. "Sana üzümlü kek yapacağım abi." Dedim.

Tunç ile olan konuşmamız bittiğinde telefonu kapattım ve en zor olan kısmı yapmak için mesaj bölümüne girdim ve Çağlar'a mesaj attım.

"Çağlar Tunç, annem ve Ahu'nun arkadaşları gelecek sorun çıkartmadan al onları içeri."

Çağlar: "Tamam abi."

Çağlar'ı da ayarladıktan sonra telefonda ki bütün delilleri yok ettim. Telefonu komodinin üzerine koyup odadan çıkmadan önce son kez mışıl mışıl uyuyan kocama baktım.

***
Sevgi Hanımla bir saat içinde iki çeşit kurabiye, üzümlü kek, kıymalı börek, kereviz salatası ve havuç tarator yaptık. Hazırladığımız her şeyi servis tabaklarına yerleştirip masayı özenle hazırladık ve giyinmek için odalarımıza çıktık.

Yaklaşık yarım saat süren bir zamanda duşumu aldım, üzerime yeşil triko elbisemi giydim, hafif makyaj yapıp saçlarımı da tarayıp serbest bıraktım. Odadan çıkıp aşağıya indiğimde evin dış kapısı açıldı. Koşar adımlarla girişe doğru ilerledim.

İtişerek kavga eden Çağlar ve Berna'yı arkada ki topluluk gülerek izliyordu. Berna'nın Çağlar'a baktığı öfkeli gözleri beni bulduğunda "Ahuuu..." Diyerek çığlık çığlığa bağırıp beni bir çırpıda kollarının arasına aldı.

"Seni çok özlediğim iki gözümün çiçeği."

"Bende seni çok özledim canım."

Berna'nın kollarından ayrılmama sebep olan şey Tunç'un "Berna bırak birazda biz sarılalım kardeşimize." Diyen sesi oldu. Berna'dan ayrılıp bu kez Tunç'a sarıldım. Daha sonra sırayla Birsen teyzeye, Füsun Hanıma, Ezgi ve Aslı'ya da sarılıp hep birlikte salona geçtik.

Salona girdiğimizde ilk şaşkına uğrayan Birsen teyze ve Füsun Hanımdı. Salonun her bir eşyasını birlikte seçen ikili şimdi girdikleri salonda kendi seçimlerini göremedikleri için oldukça şaşkındı. İlk şaşkınlığı üzerinden atan Birsen teyze "Ahu kızım, seçtiğimiz eşyaları beğenmedin mi? Her şeyi hatta komple salonu değiştirmişsiniz." Dedi.

"Sizlik bir durum yok Birsen teyze. Melih'i biliyorsunuz fazla kontrolcü bende balayından döndüğünüzde gördüm."

Birsen teyze anladığını belirterek başını salladığında Çağlar'ın telefonu çaldı. Çağlar çalan telefonuyla salondan ayrıldığında, Füsun Hanım tekli koltuğa oturdu. Birsen teyze L koltuğa oturup, eliyle yanında ki boşluğa bir kaç kez vurdu. "Sevgiciğim gel yanıma otur." Dedi. Sevgi Hanım, Birsen teyzenin yanına oturduğunda, kızlarda L koltuğa yerleşti. Tunç ise yemek masasının etrafında ki sandalyelerden birini çekip oturdu. Bende kızların yanına oturmak için ilerlediğimde salonun girişinde ilk önce Ufuk ve Osman göründü. Daha sonra Ufuk'un "Yenge hoş geldin." Diyen sesi duyuldu.

Ben daha cevap vermeden Ufuk yanıma gelip bana sarıldı. Kollarını benden ayırdığında ise jet hızıyla sevgilisi Ezgi'yi kollarına alıp alnına öpücük kondurdu. Gözlerim Ufuk ve Ezgi'nin üzerindeyken Osman yanıma gelip, gözlerimin içine baktı eliyle gözlüğünü düzeltip "Hoş geldin yenge." Diyerek oda tıpkı Ufuk gibi bana sarıldı.

Osman'la da sarılma faslımız bittiğinde, Osman Tunç'un yanına gidip oturdu. Ufuk' da Osman'ın yanına oturduğunda, Çağlar' da oturmak için masaya yaklaştı. Tam oturacakken "Çağlar" diye seslendim. Çağlar'ı mavi gözleri gözlerimi bulduğunda yüzüne yerleştirdiğim gülümsemeyle konuştum.

"Annemi odasından çıkartıp buraya getirir misin?"

Çağlar afallamış bir şekilde yüzüme baktı ve daha sonra mecburen başını olumlu anlamda salladı.

Çağlar ile birlikte salondan çıkıp annemin odasına gitmek için merdivenleri çıktık. Annenin odasının kapısını çalıp içeriye girdiğimizde annem yatağında uzanmış kitap okuyordu. Beni görünce gülümseyen anneme, bende gülümsedim. Çamaşır dolabından siyah bir hırka alıp anneme giydirmeye çalışırken Çağlar "Yenge" diye seslendi. Gözlerimi Çağlar'a çevirdiğimde Çağlar boğazını temizleyip bir kez daha "Yenge" dedi.

Bana bir şey söylemeye çekindiğinde ya da söyleyeceği şeye zorlandığında bozuk bir plak gibi durmadan yenge deyip duruyordu. Bu Çağlar'ın değişmeyen huylarından biriydi. Çağlar tekrar "Yenge" dediğinde dayanamayarak. "Efendim Çağlar" dedim.

"Ben dün sabah olanlar için üzgünüm." Boğazını sesli bir şekilde temizledi. "Kusura bakma yenge." Dedi.

"Kusura baktım ama Çağlar." Çağlar'ın mavi gözleri büyüdü. "Annemi kucağına al aşağıya inelim." Derken Çağlar afallamış halinden kurtulup annemi kucağına aldı. Ve odadan çıktık.

***
Çağlar annemi salona indirdiğinde bu duruma en çok Berna ve Füsun Hanım sevindi. Annemi Füsun Hanımın yanındaki tekli koltuğa oturmuştuk. Füsun Hanım sessizce sürekli anneme bir şeyler söylüyor annem ise ona sadece içten bir şekilde gülümsüyordu.

Arada Birsen teyzenin anneme bakıp bakıp "Gerçekten sizi birine benzetiyorum ama o benzettiğim kişiyi çıkartamıyorum." Diye söylemesiyle, Çağlar, Ufuk ve Osman üçlüsünün boğazında geçmek bilmeyen gıcıklar oluşuyordu.

Zaman ilerledikçe herkes birbiriyle iyice kaynaşmış ve sıcak bir sohbet oluşturmuşlardı. Ama bu kaynaşma işi Berna ve Çağlar'a bir türlü uğramıyor, tabiri caizse kedi köpek gibi durmadan birbirlerine sataşıyorlardı.

Birsen teyzenin biten çayını tazelemek için ayağa kalktığımda, yemek masasında oturan Çağlar, Ufuk, Osman ve ağzında ki böreği yutmaya çalışan Tunç'un bir anda ayağa kalkıp salonun girişine Azrail görmüş gibi bakmalarıyla hepimizin bakışları o yöne döndü.

Üzerinde sadece gri eşofman altı olan, saçları dağınık, kaşları öfkeyle çatık olan Melih'in varlığıyla gözlerim kocaman açıldı.

Kendimi sohbete öyle çok kaptırmıştım ki zamanın nasıl geçtiğini anlayamadığım gibi Melih'e içirdiğim uyku ilacının etkisinin geçeceğini de tamamen unutmuştum.

Melih alev alan öfkeli gözlerini adamlarının üstüne diktiğinde boğazımı temizleyip "Canım?" Diye seslendim. Melih'in çatık kasları düz halini aldı. Gözlerini adamlarından çekip benim gözlerime baktı.

"Canım?" Dedi sorar gibi.

Otuz iki diş sırıtarak "Canım." Dedim ve yanına doğru adımlayıp yanağından öptüm. Melih'in öfkesi bir balon gibi söndüğünde, koluna girip onu salon girişinden çıkarttım.

Merdivenleri kol kola çıkarken aklımda sadece Sevgi Hanımın sözleri vardı.

Ben güçlü bir kadındım ve zekamla Melih'in öfkeli gücünü yenebilirdim.

 

BÖLÜM SONU

Loading...
0%