Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm

@esranurozer


SEZEN AKSU: Perişanım şimdi.
TEOMAN: Çoban Yıldızı

Üç yıldır, tam tamına kocaman 1095 gün soluğumun kesilmesine sebep olan canımın diğer yarısı karşımda duruyordu. Az önce Melih'le olan tartışmamızın tamamına şahit olmuş hasta haliyle bile beni korumaya çalışmıştı.

Yaşlı bakışlarım, annemin feri sönmüş acı kahve gözlerinde takılı kaldı. Bir şok dalgası gibi bütün vücuduma yayılan şaşkınlık beni kendi himayesi altına almıştı. Pelte gibi olduğu yere adeta yapışan ayaklarım bana hiç yardımcı olmuyor, beynime doğru sinyaller gitmiyordu.

Karşımda zayıf ve bitkin bedeniyle öylece boylu boyunca yatan gözü yaşlı kadın benim annemdi. Her şeye hazırlıklıydım ama buna kesinlikle değildim.

"Anne..." diyerek fısıldadım.

Fısıltılı sesimi duyan annem, gözlerini kapatıp açarak beni onayladı. Bu onayı bekleyen güçsüz ayaklarım kurak çölde su bulmuş gibi anneme doğru harekete geçti. Zaten aramızda birkaç adımlık olan mesafeyi koşarak tamamlayıp anneme sarıldım. Kalabalığın içinde annesini kaybetmiş daha sonra kaybeden annesini tekrar bulmuş bir çocuk gibi anneme sarıldım. İçime sokarcasına sarıldım, öptüm, kokladım, ağladım. İçim dışıma çıkana kadar ağladım. Sızlayan burnumu annemin boyun girintisine sokup, ciğerlerimi eşsiz bahar kokusuyla doldurdum.

Yer, mekân, zaman hiç bir şey umurumda değildi. Annemin güçsüz ama bana kaya gibi gelen kollarının arasında çiçek bahçelerinde gezdiğimi hissediyordum. Sesini duymaya yüzünün her bir santimine doya doya bakmak, üç yılın acısını son demine kadar çıkarmak istiyordum.

Boyun girintisinde olan başımı kaldırıp ıslak gözlerimle annemin yaşlı acı kahve gözlerine baktım. Üç yıl önce girdiği ameliyattan dolayı sıfıra vurulan saçları tekrar çıkmış kendi rengi olan koyu kahve olmuştu. Zaten fazla kilolu olmayan bedeni daha da zayıflamış, gözlerinin etrafı çukurlaşmıştı ama yinede oldukça güzeldi, hem de çok güzel.

Hasret ve hayranlıkla incelediğim yüzünü beynimin her bir santimine kaydettim. Yüzünde gezintiye çıkan yaşlı gözlerim annemin yaşlı gözlerinde durdu.

"Anne... Annem" acı çeker gibi fısıldadım. Dudaklarımdan dökülen kelimeyle sol gözümden de bir yaş firar ederek çenemin altına doğru süzüldü. Annemin yaşlı acı kahve gözleri gözyaşımı takip etti. Gözlerini gözlerime sabitleyerek güçlükle kaldırdığı eliyle şefkatle saçlarımı okşadı. Bu hareketini ta en içimden hissedebilmek için gözlerimi usulca kapattım. Dokunuşunu bana hissettiren annemin sesini duymak için can atan kulaklarım sabırsız ve beklenti içindeydi.

Kapalı olan gözlerimi açıp, saçımda olmayan elini tutarak avuç içine büyükçe bir öpücük bıraktım. Beklenti dolu gözlerimle annemin gözlerinin içine baktım.

"Hadi anne, bana kızım de" diyerek coşkuyla konuştum. Annem gözlerimin içine öyle derince baktı ki, sanki gözbebeklerimin sonunda kocaman dibi sivri kayalıklarla dolu bir uçurum varmış gibi.

"Anne..." iki elimin arsında olan elini sıktım güç verir gibi "Lütfen hadi"

Saçımı okşayan elleri hareketsizce durdu, acı kahve gözlerinden irice iki damla yaş yanaklarında yol çizerek süzüldü. Başını olumsuzca iki yana salladı, hıçkırıklar içinde ağlıyordu ama sessiz hıçkırık, sadece inilti gibi çıkan sessiz hıçkırık. Annem hala konuşamıyordu. Bu gerçekle yüzleşince başımdan aşağı kaynar sular döküldü ama bedenim hâlâ bir buz kitlesi kadar soğuk ve donuktu. Üç yıldır bir kez bile yüzünü bana göstermemiş tedavi için annemi Fransa'ya göndermişlerdi. Şimdiye kadar konuşma yetisinin tekrar gelmesi ve annemin kuş cıvıltısını andıran sesini duymam gerekirdi.

"Nasıl?" baştan aşağıya seri bir şekilde annemin bütün vücudunu süzdüm. "Nasıl olurda iyileşemezsin? Nasıl olurda konuşamazsın?" gözlerim annemin acıyı avaz avaz bağıran gözlerinde durdu. Annemin acı kahve, feri sönmüş gözlerinde sessiz bir yakarış gördüm. Bu İdama götürülen bir mahkûmun asılmadan önce etrafa sessiz yalvarış çığlığı gibi bir çığlıktı. Gözlerinin içinden geçen hüznü acıyı kaburgamın içine sığmayan kalbimin en derininde hissettim.

Oturduğum yerden ani bir şekilde kalkıp, bütün bunlara sebep olan iki adama baktım. Öylece bıraktığım yerde bize ifadesizce bakıyorlardı. Hedefim belliydi, hesap soracağım, bağıracağım, hırsımı kusacağım kişi kesinlikle belliydi. Melih'e doğru gitmek için yeltendiğimde, annemin eliyle elimi tutmasıyla olduğum yerde durdum. Başımı çevirip bana yalvaran gözlerle bakan anneme baktım. Bakışlarımı Melih'e çevirip olduğum yerde elimde annemin eli varken boşta kalan elimin işaret parmağını Melih'e yöneltim.

"Sen... Sen benim anneme ne yaptın?" dişlerimin arasından tıslayarak sordum. "Neden?" derin bir soluk alıp "Neden ha neden annem iyileşmedi?" diyerek bağırdım. Öylece hissiz bir şekilde beni hiç kâile almadan yüzüme ifadesizce bakıyordu. Sanki hesap sorduğum kişi kendisi değilmiş gibi üzerine hiç alınmadan yüzüme bakıyordu.

"Söyle... Nedeni ne söyle?"

"Nedenini bana değil" kaşıyla hafif arkamda kalan annemi gösterdi. "Canan Hanıma sormalısın." dedi rahatça sakin sesiyle.

Bana verdiği yanıtı hiç duymamış gibi gözlerimi gözlerine diktim. "Söyle neden?" diyerek sorumu tekrarladım. Kıvılcım çıkan ela gözlerini kıstı, kaşlarını alay barındıran bir şekilde havaya kaldırdı. Yüzüne sadece sinirlendiği ve istediğini elde ettiğinde yerleştirdiği o tehlikeli zehir kokan gülüşünü sergiledi.

Kıyamet ya kopacak, ya da kopacaktı. İkimizin bakışları arasında fırtınalar koptu. Savaş zırhlarımızı giymiş ikimizde aynı anda keskin kılıçlarımızı birbirimize doğrultmuştuk. Melih istediğini almadan bırakmazdı. Bende istediğimi almadan bırakmayacaktım. İnce bir ipin üzerinde aynı anda yürümeye çalışan akrobatlar gibiydik, ama ilk düşen ben olmayacaktım. Sonuna kadar direnecektim. Aramızda asırlara konu olacak ama sadece saniyeler süren bakışmamız git gide daha da alev alarak büyüyordu. Bu işin sonunun iyi olmayacağını anlayan Mehmet abi ikimizin arasına girerek Melih'le benim bakışlarımızı bir bıçak gibi kesti.

"Ne yapıyorsunuz? Birbirinizi öldürecek gibi bakmayı kesin." Diyerek konuştu, bakışlarını bana çevirip. " Ahu, annen iyileşmek isteseydi iyileşirdi. Doktorlar elinden geleni yapıyor, ama senin annen iyileşmek için çaba sarf etmiyor. Bunun için bizi suçlayamazsın." Diyerek tek solukta ruhsuzca bitirdi sözlerini.

Bir yanıt beklentisi içinde olan Mehmet abiyi hiç umursamadım. Az önce söylediği şeyleri beynimin en ücra köşesine kazıdım ama bunu onlara belli etmedim. Duymamış gibi yaptım, benim istediğim cevabı kesinlikle Melih, verecekti. Sol elimin parmaklarına, kendi parmaklarının kenetleyen annemin izin verdiği derecede sağ tarafıma doğru bir adım attım. Böylece Mehmet abi görüş açımdan çıkmıştı, Melih'in ela irislerinin arasına yerleşen yeşil rengine bulanan gözlerine gözlerimi diktim.

"Neden söyle!?" dedim net bir şekilde Mehmet abi araya girerek konuştu "Ahu bak-" daha cümlesini bitiremeden Melih, elini havaya kaldırarak Mehmet abinin susmasını sağladı. Mehmet abi bıkkın bir nefes verip iki adım kadar geriye çekildi. Şimdi net bir şekilde birbirimizi görüyorduk. Bana günlerce aç kalmış ve sonunda istediği yemeği bulan bir kaplanın bakışlarıyla bakıyordu. Konuşmadan gözlerimin kuyusunun en içine inmek ister gibi sadece bakıyordu.

"Söyle neden?"

"Ne, neden?"

"Annem neden hala konuşamıyor? Bunun nedenini söyle!" diyerek çıkıştım. Melih, aramızda olan kısa mesafeyi yavaşça adımlayarak kapattı, aramıza iki adım bırakacak şekilde durdu. "Annen konuşamıyorsa bunun nedenini nereden bileyim. Ben senin annenin bakıcısı mıyım?"

Ona, inanmayan ve aşağılayıcı gözlerle baktım. "Sen bırak annemin bakıcısı olmayı hiçbir şeyi olamazsın!"

Ela irislerinin çevresine bulaşan zehir yeşilleri ateş alıp tutuştu. Dişlerini sıktığından içine çöken yanakları ve belirginleşen elmacık kemikleriyle yüz hatları sinirden kas katı kesildi. Ağzını açıp tek kelime etmedi ama mezarlığı andıran gözlerinden ölümün soluğunu en ince detayına kadar hissettirdi. O susmuştu ama ben susmayacaktım.

"Hâlâ mı susacaksın?" cevap vermedi.

"Söyle, neden?" Sustu. Sustukça sabrımı tüketti öfkemi harladı.

"Söyle... Neden? Söyle!?" diyerek çığlık çığlığa bağırdım. İşte her şey bu dakikadan sonra gelişti. Aramızda bıraktığı iki adımlık mesafeyi bir hışımla kapattı, kollarımdan sertçe yakaladı beni. Annemin sıcacık elinin içinde olan sol elim boşluğa savruldu.

"Ahu... Sesin çok çıkıyor, kes o sesini."

"Kesmiyorum... Kesmeyeceğim... Söyleyeceksin neden?" sesimin ayarını düşürmeden bağırarak konuştum. Kollarımda olan iri ellerini biraz daha sıkarak "Sana hesap mı vereceğim." Diyerek güler gibi sarf etti cümlesini. "Evet, vereceksin." Dedim diklenerek.

Gözlerinin içinde yer edinen öfke yerini alay barındıran sinsi bir duyguya bıraktı. Gözleri şimdi ne alev alıyordu nede irislerinin çevresini yeşiller boyamıştı sadece koyu elaydı, sıradan koyu ela.

"Ya vermezsem."

"Vermezsen... Bu defa annemi sana bırakmam. Ucunda ölüm bile olsa annemi sana bırakmam. Her şey biter, oyun biter." Dedim, her harfin üstüne basarak. "Hadi ya" diyerek dalga geçer gibi gülümsedi. "Hiç durma yap yapabilirsen." Dedi. Kurşungeçirmez sesiyle. Nefret dolu bakışlarımı gözlerinin en içene akıttım. Gözlerini bir saniye bile kırpmadan gözlerime dikti. "Mehmet abi "diyerek seslendi. Hâlâ gözlerimin içine meydan okur gibi bakıyordu.

"Canan Hanımı geldiği yere götür hemen!" tehditkâr buz gibi bir sesle. Sarf ettiği cümle gözlerimin fal taşı gibi açılmasına beynimin zonklamasına sebep oldu. Kollarımda duran iri ellerinden kurtulmak için silkelendim ve var gücümle ellerimle göğsünden iterek benden uzaklaşmasını sağladım. Normal şartlar altında yerinden bile kımıldatamayacağım kadar kuvvetli olan Melih, kendi isteğiyle bir adım geriledi. Vakit kaybetmeden annemin önüne geçip "Uzak dur Mehmet abi" diyerek çıkıştım.

Mehmet abi, olduğu yerde durdu, bakışlarımı Melih'e çevirdim. Bir, çok anlam barındıran soğuk bakışmamız Melih'in dudaklarının aralanmasıyla bozuldu. "Hadi Mehmet abi " dedi tok sert sesiyle. Olduğu yerde bekleyen Mehmet abi harekete geçerek bize doğru adımladı.

Annemin baş uçunda duran az önce beni korumak için bardağını yere attığı sürahiyi hiç düşünmeden elime alıp yere fırlattım. İçindeki sularla birlikte parçalanan cam parçaları odanın her yerine dağıldı. Mehmet abi, şok olmuş gözlerle hareket etmeyi bıraktı. Yere saçılan cam parçalarından birini gözüme kestirdim ve yere eğilerek elime aldım. Elimde eğreti bir şekilde duran cam parçasını Mehmet abiye doğru uzattım. Arkamda can çekişen bir serçe iniltisi gibi ses çıkaran anneme omzumun üzerinden kısaca baktım.

Bakışlarımı tekrar Mehmet abiye yöneltim " Melih, söyle dursun!" dedim bağırarak.

"Ahu, kes şu saçmalığı" diyerek bağırdı Melih. "Yaklaşmasın... Durmasını söyle."

Mehmet abi tek kelime etmeden olduğu yerde şaşkın gözlerle titreyen elimle tuttuğum cam parçasına bakıyordu. Odada annemin inilti şeklinde ağlama sesinin haricinde derin bir sessizlik vardı. Melih durduğu yerden bir adım bana doğru attı.

"Bırak o elindekini Ahu."

"Hayır! Sakın yaklaşma."

Melih, eliyle yüzünü ovuşturdu, sıkkın bir nefesi sesli olarak verdi. "Yani çok merak ediyorum, o elindekiyle beni durdurabileceğini mi sanıyorsun?" dedi. Başımı olumlu anlamda salladım. Dalga geçer gibi güldü. "Burada sana yardım edecek birilerini göremiyorum." Bakışlarını Mehmet abiye çevirdi. "Sen görüyor musun Mehmet abi?" dedi alay kokan sesiyle. Mehmet abi, tepkisizce elimde tuttuğum cam parçasına bakmaya devam etti. Melih bir adım daha attı. "Nasıl olacak? Nasıl kurtulacaksın?"

"Öldürürüm... Hiç düşünmem öldürürüm." Dedim.

Melih, bu cümleyi benden beklemiyormuş gibi yüzü sarsıldı. Gözlerinde yabancı, adını bilmediğim bir duygu geldi geçti. Bana yaralanmış saldırgan bir kurt gibi bakıyordu. Gözlerimden gözlerime inşa ettiği zehirli sarmaşıklar ruhuma zehrini akıtıyordu.

"Ona ne şüphe öldürürsün tabi sonuçta" başıyla arkamda kalan annemi işaret etti. "Sizde öldürmek genetik bir hastalık, katiller katil doğurur."

Sarf ettiği cümle kalbimin damarlarında akıttığı kanı bile durdurdu. Annemin katil olduğunu alalen yüzüme vurmuş ve bundan oldukça rahat bir şekilde bahsetmişti. Sarsılan bedenim elektrik akımına uğramış gibi tir tir titriyordu. Cümle kurmak istiyordum ama kurabilecek mantıklı cümleler beynimi çoktan terki diyar etmişti. Melih'e gözyaşımdan başka verebilecek tek bir cevabım yoktu.

Melih, bir adım daha atmaya yeltendiğimde "Hayır, dur!" diyerek çıkıştım. Durmadı bir adım daha atacakken dışarıda sesi gelen Tekin'in "Melih, Ahu " diyerek çağırmasıyla hepimizin bakışları kapalı olan kapıya döndü.

"Abi-" dudaklarımdan dökülmek için can atan cümlem Melih'in ağzıma kapattığı iri elleriyle ağzımın içine tıkıldı. Ne ara yanıma gelip benim ağzımı kapattığını anlayamadım. Her şey ani ve çok hızlı gelişti. Elimde eğreti duran cam parçası yere düşerek tiz bir ses çıkardı. Melih'in koyu ela gözleri gözlerime odaklanmış, anlını anlıma dayamıştı. Alnında sinirden kabaran ve atan damarını kendi alnımda attığını hissediyordum. Soluduğu nefesi burnundan geri verirken yüzümü yalayıp geçiyordu. Bir eliyle ağzımı kapatmış bir eliyle de belimden tutarak beni kendine yapıştırmıştı. Aramıza iğne atsan yere düşmeyecek bir durumdaydık.

"Mehmet abi şu dışarıdakini hallet" dedi. Bedeni bedenime yapışık bir şekilde "Tamam o iş bende" diyerek yanıtladı Mehmet abi. Kısa bir süre sonra kapanan kapı sesi kulaklarımı tırmaladı. Belimde olan eliyle sanki yeterince yakın değilmişiz gibi beni kendine biraz daha çekti Melih.

"Canımı çok sıkıyorsun Ahu." Dişlerinin arasından tıslar gibi konuştu. "Canım sıkıldıkça canını almak istiyorum. " dedi. Büyükçe yutkundum, yutkunma sesim ikimizin bedeni arasına çarparak parçalandı. Alnını anlıma biraz daha bastırarak gözlerini kapattı. "Şimdi..." sakin olmaya çalışıyordu, öfkesini kontrol altına almaya çalışır bir hali vardı. Gözlerini açtı, ela gözleri karların ortasında yanan ateş gibi güçlü ve söndürülmezdi.

"Biz bu odadan el ele çıkacağız ve sen tek bir sorun bile çıkarmadan bu gece benimle kalmak istediğini söyleyeceksin sevgili ailene" kaşlarıyla annemi işaret ederek "Yoksa bir daha rüyanda bile anneni, görmeni engellerim." Dedi ruhsuz tehditkâr sesiyle. "Anladın mı? " gözlerimi anladım der gibi kapattım, zaten akmak için yer arayan iki damla yaş gözlerimi kapatmamla beraber yanaklarıma doğru süzüldü ve Melih'in dudaklarımı örten elinde kayboldu. Elinde ki ıslaklığı hisseden Melih, elini ateşe değmiş gibi çekti dudaklarımdan. Diğer eli hala belimde duruyordu, gözleriyle yüzümün her yerini süzdü. Yüzünü kırıştırarak "İğrenç görünüyorsun" dedi her zamanki aşağılayıcı tavrıyla.

İğrenç göründüğümün bende farkındaydım, dakikalardır ağladığım için makyajımın bozularak yüzümün her yerine dağıldığını tahmin edebiliyordum. Ama yinede bunu Melih'in sesli dile getirmesinden hoşlandığım söylenemezdi. Belimde duran elinden kurtularak annemin yanına gidip oturdum. "Berna'yı çağır" dedim umursamaz soğuk sesimle. Uzanıp annemin elini tuttum. Melih'in yüzünü görmüyordum ama tepkime şaşırdığına adım kadar emindim. Sesi çıkmayan Melih'e tekrardan "Berna'yı bul ve buraya getir. Eminim ki o benim iğrenç yüzümü düzeltecek bir çözüm bulacaktır." Nefes bile almadan bitirdiğim cümlemin sonunda iğneleyici bakışlarımı yüzüne çevirdim.

Bana cevap vermedi cebinden çıkardığı telefonuna bir numara tuşladı ve kulağına koydu. Arkasını bana döndü çıkışa doğru ilerledi kapıyı açıp dışarıya çıktı. Annemin elinde olan elimi sıkmasıyla bakışlarımı anneme çevirdim. Bana bir şey söylemek ister gibi bakıyordu. Dudaklarını araladı, başımı biraz daha anneme yaklaştırdım. Azıcık zorlasa sanki konuşacaktı. Biraz daha yaklaştım kulaklarım annemin dudaklarına yakın bir yerde duruyordu. Cesaret vermek için elini sıktım, derinden gelen fısıltı gibi bir ses çıkardı annem ne söylediğini tam duymaya çalışıyordum ki kapı aniden açıldı. Melih, çatık kaşlarıyla bize baktı. Yanımıza doğru adımlayıp "Berna geliyor" dedi. Cevap vermedim öylece anneme bakmaya kokusunu içime çekmeye devam ettim. Kısa bir süre sonra kapı çalınmadan açıldı. Önde Mehmet abi arkada Berna içeriye girdiler.

Berna ile gözlerimiz kesiştiğinde ağzını susuz kalmış bir balık gibi açtı. Gözlerini anneme çevirip saniyesinde tekrar benim gözlerime çevirdi. İşaret parmağıyla annemi göstererek "Ahu, bu " dedi şaşkın sesiyle.

Aslında bildiği ama benim teğet etmemi istediği cevabı "Evet" diyerek verdim. Yanıtımı duyan Berna, bir solukta yanıma koşup bana sarıldı. "İnanmıyorum sonunda " diyerek fısıldadı kulağıma. Yanıt vermek için açtığım ağzım Melih'in gür sesiyle tekrar kapandı.

"Oyalanacak vaktimiz yok. Hallet şu işi Berna." Dedi. Berna Melih'e bakmadan kafasını salladı. Yanında getirdiği çantayı açtı ve sanki çok önemli bir iş hallediyormuş gibi makyajımı düzeltmeye başladı.

Berna makyajımı düzeltirken, Mehmet abi annemi Melih'in evine götürmek için annemle birlikte çıktı. Yüzüm eskisi gibi olunca bulunduğumuz odadan Melih'in dediği gibi el ele çıkmış, nişanının sonunu itinayla getirmiştik. Biten nişanın ardından babamlara Melih'te kalacağımı söylemiş, babamın tüm itirazlarına, Tekin'in şüpheci bakışlarına rağmen Melih ve Berna ile birlikte nişan yerinden ayrılmıştık. Melih'in arabasının içinde sessizce oturuyor yolların bir an önce bitmesini ve Melih'in daha önce bir defa bile gitmediğim evine gitmeyi sabırsızlıkla bekliyordum. Araç şehirden çok uzak sayılmayacak ama yakında olmayacak bir yola girdi biraz daha ilerledik ve araç etrafı demir kapılarla kapalı iki katlı villa tarzlı bir evin önünde durdu.

Otomatik demir kapı açıldı, Melih arabayı içeriye geçirdi. Arabadan indiğimizde Mehmet abinin dış kapının önünde beklediğini fark ettim. Bizi gören Mehmet abi yanımıza geldi. Melih ile aralarında gözleriyle sessiz bir konuşma geçti. "Her şey tamam " dedi Mehmet abi. Melih başıyla onayladı ve sağ elimi tutarak eve doğru çekiştirdi beni. Önde biz arkada Berna ile Mehmet abi eve doğru yürüyorduk. Evin önüne geldiğimizde Melih kapıyı anahtarla açmak yerine çalmayı tercih etmişti. Kısa bir süre sonra açılmayan kapıyı tekrar çalmak için elini kaldıran Melih'i açılan kapı durdurdu.

Kapıyı açan kişiyle Melih, hariç herkes bir şok dalgasına kapıldı. Rüya, süper mini mavi elbisesiyle kapı pervazına dayanmış, şok olmuş gözlerle bize bakıyordu. Melih, Rüya'yı hiç önemsemeden kenarı doğru itekleyip beni de beşinden sürükleyerek içeriye geçti. Arkamızda kalan Mehmet abi Rüya'ya burada ne işi olduğunu soruyordu. Berna yanıma yaklaşarak koluyla beni dürttü "Bu Rüya hayırdır ya. Ne geziyor burada?" dedi yüzünü kırıştırarak. Bilmiyorum der gibi omzumu silktim. Berna, bana cevap vermek yerine gözlerini devirdi.

İhtişamlı salonun ortasında elim Melih'in elinde öylece bekliyorduk. Birkaç dakika sonra parkede tok ses bırakan topuklu ayakkabıların sahibi Rüya ve Mehmet abi göründü. Rüya, platin sarısı omuzlarına kadar gelen saçlarını eliyle geriye doğru itti. Bembeyaz teni sararmıştı, çekik iri mavi gözlerini hepimizin üzerinde gezdirip benim gözlerimde sonlandırdı. Samimiyetsizlik kokan bir gülümseme kondurdu yapma olduğu metreler öteden belli olan dudaklarına "Biliyorsunuz Amerika' daydım. Bu yüzden nişana yetişemedim. Bende Melih'i tebrik etmek için evine geldim." Dedi. Ruhsuz bakışlarımı mavi gözlerinden çekmedim. İlk bakışlarını Rüya çekti ve Melih'le kenetlenen ellerimize indirdi bakışlarını. "Tebrik ederim." Dedi fısıltılı ve soğuk bir sesle.

"Tamam, yeter bu kadar" Melih, gür sesiyle çıkıştı. "Sevgi hanım" diyerek seslendi. Birkaç saniye sonra salona kırklı yaşlarda, kısa boylu kumral bir kadın geldi. "Buyurun Melih Bey." Dedi saygılı bir şekilde. "Siz çıkabilirsiniz artık, yarın işe gelmeyin izinlisiniz" dedi Melih. Adının Sevgi olduğunu öğrendiğim kadın hiç itiraz etmeden salondan ayrıldı ve birkaç dakika sonra dış kapının kapanma sesi geldi.

Melih, bu kez bakışlarını Rüya ve Berna'ya çevirdi. "Sizde evinize gidin artık Berna çocuklardan biri seni evine bıraksın" dedi. Berna'nın cevap vermesine müsaade etmeden elimle bileğinden yakaladım "Berna hiçbir yere gitmiyor" dedim. Rüya kaşlarını havaya kaldırarak "Ben de gitmiyorum öyleyse" diyerek çıkıştı.

Mehmet abi Rüya'nın koluna dokundu "Hadi Rüya" dedi.

"Ama-" daha cümlesini bitirmeden Mehmet abi "Ama sına başlatma kızım hadi eve" diyerek kesti Rüya'nın sözünü. Rüya ölümcül bakışlarını yüzümüze püskürterek Mehmet abiyle salondan çıktı, kapı kapanma sesi kulaklarımı doldurdu. Birilerine rol yapmamızı gerektirecek bir durum ortada kalmadığı için, elimi Melih'in elinden kurtardım. Tam karşısına geçip "Annem nerede?" diye sordum.

Tekrar salona giren Mehmet abi "Berna, Ahu'yu sakinleştir adam akıllı konuşalım" dedi.

"Melih, annem nerede? Annemin yanında konuşalım ne konuşacaksak" dedim. Melih bana cevap vermedi. Rahat bir tavıra bürünüp ellerini siyah takımının cebine soktu, boş boş gözlerime baktı. "Peki..." sıkkın bir nefes verip "Sonuçta annemi buraya getirdin. Kendim arayıp bulabilirim." Dedim.

Sol tarafta bulunan merdivenlere doğru yöneldim ve tek tek basamakları çıkmaya başladım. Berna'da arkamdan geliyordu. İkinci kata olabildiğince hızlı bir şekilde ulaşıp önüme gelen ilk kapıyı açtım. Annem odada yoktu boştu, yinede içine girip "ANNE " diyerek seslendim. Bulamadığım bu odadan çıkıp diğer odaya girdim burası da boştu. Bunun dışında iki odaya daha girdim ama onlarda boştu. Girmediğim tek bir oda kalmıştı. Diğer kapılara nazaran beyaz kapılı Melih'in odası diye tahmin ettiğim odaya hiç düşünmeden girdim.

Etrafa kısaca göz gerdim "Anne" diyerek tekrar seslendim. Berna'da benimle birlikte "Canan teyze" dedi. Ses yoktu, bu odada boştu. Odanın içinde bulunan iki kapıya yöneldim, ilk açtığım kapı banyoydu, ikinci girdiğim oda kıyafet odasıydı. Ama annem yoktu, burada olması gereken annem yoktu. Berna ile birlikte kıyafet odasından çıktık. Odanın girişinde Melih ve Mehmet abi duruyordu. Melih'in yanına gidip tam önünde durdum.

"Annemi bu katta bulamadım, hangi odadaysa söyle" dedim heyecanlı gür sesimle.

Tek bir cevap vermedi öylece odanın girişinde ifadesizce gözlerime baktı. Nefes alış verişlerinden başka hiçbir tepki vermedi. Onun bir adım arkasında Mehmet abi duruyordu. Benim bir adım gerimde de Berna duruyordu. Uzunca bir süre öylece bana baktı.

"Melih, hadi annem hangi odada" diyerek tekrarladım sorumu. Melih bir adım atarak aramızdaki mesafeyi en yakına indirdi. "Annen yok, gitti." Dedi ürkütücü buz gibi bir sesle.

"Ne?" dudaklarım geçirdiğim şokla kocaman bir o şeklini almıştı. "N-nasıl... Nereye gitti?"

"Geldiği yere gitti... Ben gönderdim."

Aramızda oluşan gerilimde bir şey çatladı. Çatlayan şey benim bu adama güvenimin sesiydi. Çatlayan ses aramızda bize çarparak yok oldu. Her şeye rağmen bu adama güvenen yanıma içimden isyan ediyordum. Melih'in az önce kurduğu cümle kulaklarımdan girip kan pompalayan kalbimin tam ortasında durdu ve orada kocaman kara bir delik açtı.

Nasılda beni yine kendi istediği kalıba koymuştu. Nasılda beni cayır cayır yine yakmıştı. En zayıf noktamdan beni vurarak tüketmişti.

"Annemi getir." Dedim sakin kısık bir sesle. Söyleyecek bir sürü şey varken ben sadece bu iki kelimeyi kurmuş Melih'in annemi getirmesini istemiştim.

Berna, ellerini bana destek vermek için koluma koydu. Mehmet abi Melih'in arkasından öne doğru çıkıp "Ahu, gel sakince konuşalım "dedi.

Ölümcül bakışlarımı Melih'in yüzünden ayırmadım. Etrafımda çıkan seslere kendimi kapatmış Melih'in bana vereceği cevabı bekliyordum. Tepkisizliği beni iliklerime kadar delirtiyordu. Hiç kimseyle konuşmaya ihtiyacım yoktu sadece anneni istiyordum.

"Ahu," elini bana uzatan Mehmet abinin elini elimin tersiyle itip Melih'e yaklaştım.

"Annemi getir! Nasıl gönderdiysen geri getir!" diyerek kulakları sağır edecek kadar çok bağırdım. Sesimin yüksek çıkmasından hiçbir zaman hoşlanmayan Melih, tepkisiz bedenini harekete geçirdi ve zaten aramızda kısacık olan mesafeyi büyük iki adımla kapatıp burnumun dibine geldi.

"Kes sesini!" dedi, dişlerinin arasından tıslar gibi

"Annemi buraya getireceğini söyledin. Sana inandım, sana güvendim ben pis yalancı, sen sözünde durmadın."

"Sen sözünde ne kadar duruyorsan bende sözümde o kadar duruyorum." Diyerek bağırdı. Ela gözleri koyulaşmış, irislerinin etrafını zehirli yeşiller sarmıştı. Burnumun dibinde olan bedenlerimiz yüzünden yüzünde olan bütün kasılmaları görüyordum ki keza oda benim yüzümdeki duygu geçişlerini görüyordu.

"Bu oyunu ben yazdım kızım... Ben nasıl istersem öyle başlar, öyle biter. Başına buyruk tavırlarından nefret ediyorum. Bana emir verebileceğini sana düşündüren ne bilmiyorum, ama boğulacağın sularda yüzmekten vazgeç. Ben intikam istiyorum şımarık küçük bir kızın gönlünü eğleyemem. Sen beni dinleyeceksin. Benim seni dinlememi beklemeyeceksin." Dedi tek solukta evi inletecek kadar yüksek sesle.

"Bitsin artık bu intikam hırsın. Daha ne kadar sürecek, daha ne kadar ölü gibi yaşamaya devam edeceğiz?" dedim tıpkı onun gibi bağırarak. " Bitsin mi? Daha ne yaşadınız ki bitsin diyorsun. Benim içimde yanan intikam ateşi bırak sönmeyi azıcık bile eksilmedi. Neyin bitmesinden bahsediyorsun sen."

"İntikam hırsı seni bitirecek. Daha ne mi yaşadığımızı merak ediyorsun. Baktığın ama görmediğin şeylerimi merak ediyorsun. Bütün İstanbul arkamızdan konuşuyor, babamın elinden her şeyini alıp onları kendine muhtaç bıraktın, kendi şirketinde emir altında çalıştırıyorsun onları, benimle nişanlandın, herkes yüzüme gülerken arkamdan para karşılığında sana satıldığımı ima ediyor." Boğazımı tırmalayan kuruluktan kurtulmak için büyükçe yutkundum. "Bu ne kadar gurur kırıcı biliyor musun?"

"Sen beni annemle tehdit ettin. Hepimizin elini kolunu bağlayıp çıkmaz sokakları bile kendi sokaklarına bağladın." Dedim. İsyan eder gibi.

Gözlerinde alev alan bir ateş vardı, kıvılcımlar irislerinden çıkmak için can atıyordu. Birbirimizi tüketiyorduk, birbirimize asla iyi gelmiyorduk, o dinlemeyi bilmeyen çocuk yaşta annesiz yaşamaya mecbur bırakılmış yarılı bir çocuktu. Ama bende üç yıldır annesi için yaşamaya çalışan 23 yaşında büyümeye çalışan bir çocuktum.

"Melih, zamanı geri getiremeyiz, ailemin ailene yaşattığı şeyler için çok üzgünüm. Çok ama çok özür dilerim. Ama bana annemi getir lütfen." Yalvarır gibi gözlerinin içine baktım. Ama o saniyesinde gözlerini kapatarak uzun kirpiklerinin gölgesini yanaklarına yansımasına izin verdi. Bir süre gözleri kapalı bir şekilde bekledi daha sonra gözlerini açıp kahve gözlerime ölümün izlerini taşıyan bir Azrail gibi baktı.

"Ne anneymiş be sabahtan beri beynimi siktin" ruhsuzca döküldü dudaklarından kelimeler.

Çığırından çıkmayı bekleyen hisler bulunduğu yerden ayağa kalkarak bana el salladılar. Mantık hücrelerimi terk etti, delirme noktasına gelen sinirlerim boşaldı ve ellerimi Melih'in çelik gibi sert göğsüne vurarak bağırdım.

"Senin ruhsuzca tek nefeste sarf ettiğin cümle benim kaç gece nefesimi kesti biliyor musun?"

Bir kez daha göğsüne vurdum. "Senden nefret ediyorum." Delirmiş gibi yumruk yaptığım ellerimle Melih'in göğsünü yumrukluyordum. Berna beni kollarımdan tutarak "Ahu, güzelim sakinleş ne olursun." Dese de durmadım bana karşılık vermeden olduğu yerde bekleyen Melih'i yumruklamaya devam ettim. Mehmet abi aramıza girmeye çalışıyor adımı sesleniyordu. Ne beni sakinleştirmek için ağlayarak sarılan Berna'yı nede Mehmet abinin sesini duyuyordum.

Gözümden kaçıncısının düştüğünü sayamadığım kadar çok dökülen yaşlarla birlikte "Anne" diyerek bir kez daha vurdum göğsüne. "Annemi getir... Bana annemi getir." Bir kez daha haykırdım. Sesim ağlama sesine karışıyor ve ortaya tiz bir ses çıkıyordu. Melih sonunda beni çileden çıkarmış ve sinir krizi geçirmeme sebep olmuştu. Gözlerim kararıyor diz kapaklarım jöle gibi titriyordu. "ANNE" diyerek bir kez daha bağırdım ve yer ayağımın altından kaydı. Gözlerim kapanmadan önce gördüğü son şey Melih'in zehirli koyu ela gözleriydi. Sonumu yine kendim getirerek kendimi Melih'in kollarına teslim etmiştim.

****

Ağrıyan gözlerimi zorlanarak açtım. Gözlerimin odağına giren ilk şey dümdüz boş beyaz bir tavan oldu. Sırtım oldukça yumuşak bir yatağın üstündeydi. Dün gece geçirdiğim sinir krizinden sonra bayılmış olmalıyım ki burada yatıyordum. Dün gece yaşanan onca kötü anı bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Ağlamaktan yanan gözlerimi sıkıca kapatıp kuruyan boğazımı ıslatmak için büyükçe yutkundum. Bir süre gözlerim kapalı bir şekilde olduğum yerde öylece yattım. Kalkabilecek gücü kendimde bulduğum anda üzerime örtülen mavi batenyeyi elimle bir kenara çekip yatakta oturur pozisyona geldim.

Yatak odanın tam ortasında duruyordu sol tarafımda iki kapı vardı dün akşam hatırladığım kadar biri banyo biride kıyafet odasıydı. Odada genzimi yakan bir sigara kokusu vardı. Refleks olarak sağ tarafıma dönme ihtiyacı hissederek yönümü sağ tarafıma çevirdim.

Melih, boydan boya cam olan pencerenin önüne konumlanmış gri tekli koltuğa oturmuş, gömleğinin bütün düğmelerini açmış, kollarını dirseklerine kadar sıvamış, sol ayak bileğini sağ dizine koyarak elindeki sigarayla oldukça rahat bir şekilde oturduğu yerden beni izliyordu. Göz göze gelen gözlerimin odağını değiştirerek Melih'in ayakucunda duran sehpaya indirdim. Sehpanın üzerinde bir küllük ve küllüğün içinde yirmiye yakın bitmiş sigara izmariti vardı.

Oturduğum yataktan ayağa kalktım, boğazımı temizleyip "Eve gitmek istiyorum " dedim dün hiç yaşanmamış gibi.

Arkamda kalan bedenini görmüyordum ama ayağa kalktığını hissedebiliyordum. Yanımdan geçerek banyoya girdi. Bu odada daha fazla beklemek istemediğim için sarsak adımlarla odadan çıktım. Dün birçok umut barındırarak çıktığım merdivenleri büyük hayal kırıklıklarıyla indim. Gümüş ve beyaz ağırlıklı ihtişamlı salona indim ve buraya hiç ait olmadığımı bağıran koltukları es geçerek öylece bir köşede bekledim.

Birkaç dakika sonra Melih, nemli saçlarıyla aşağıya indi. Üzerine beyaz bir gömlek giymiş kollarını dirseklerine kadar sıvamıştı. Altında bacaklarını saran siyah kot pantolonu vardı. Bana doğru adımlayan Melih'in yanıma yaklaşmasına fırsat vermeden çıkışa ilerledim. Dış kapıyı açıp dışarıya çıkınca yönümü Melih'e çevirdim. "Berna nerede?" diye sordum. "Evine gönderdim" diyerek cevapladı beni.

Arabaya binmiş ve hiç konuşmadan yola çıkmıştık. Kendi yaşadığım eve gelene kadar arabada Melih'in arada yaptığı telefon konuşmalarından başka hiçbir ses olmadan öylece oturmuştuk. Evin önüne gelince hiçbir şey söylemeden arabadan inecektim ki Melih, iri elleriyle bileklerimden yakaladığı için inemedim.

Önce bileğimde olan eline baktım daha sonra soğuk ve uykusuz ela gözlerine, bir süre sessizce gözlerimizi tarumar ettik daha sonra Melih elini ateşe değmiş gibi bileğimden çekti. "Kimin Nişanlısı olduğunu unutma ve ona göre davran "dedi mekanik bir sesle. Cevap vermedim arabanın kapısını açarak bedenimi dışarıya çıkardım ve arkama tek bir kez bile bakmadan eve yürüdüm.

Sabah erken bir saat olduğu için kapıyı ne kadar çalmakta tereddüt etsem de ailemin uyanmaması için dua ederek kapıyı çaldım. Kapı tiz bir sesle açıldı ve gözlerim kapıyı açan Gülten teyzeyi görmesiyle içten bir gülümseme bahşetti dudaklarıma. Evin emektar çalışanı Gülten teyzenin şaşkın bakışlarını yok sayarak içeriye girdim ve "Beni böyle görmedin" diyerek göz kırptım. Kafasını olumlu anlamda sallayan Gülten teyzeyi arkamda bırakarak hızlı adımlarla ikinci katta bulunan odama çıktım.

Kimseye yakalanmadan odama girmeyi başarmanın huzuruyla kendimi banyoya attım. Ilık suyu ayarlayıp üzerimdeki elbiseden kurtulup duşa kabinin içine girdim. Başımdan akan ılık suyun hiç bir şeyi düzeltemeyeceğini bildiğim halde düzelmesi umuduyla başımdan akan ılık suya kendimi bıraktım. Banyodan çıktıktan sonra üzerime pijamalarımı giyip yatağıma girerek hiçbir şeyi düşünmeden uyudum.

***

Gözlerimi açtığımda direk olarak başucumda duran saate baktım saat 16.05'i gösteriyordu. Yataktan gerinerek kalktım ve makyaj masamın üzerinde duran çantama yöneldim. İçini açarak telefonumu çıkardım ve ekrana düşen 22 mesaj ve 5 çağrıyla telefonun ekran kilidini açarak kimden geldiğine baktım. Çağrıların hepsi Berna'ya aitti, 21 mesajda öyle sadece 1 mesaj Melih'in annesi Birsen Hanımdan gelmişti. Birsen Hanıma ait olan mesajın üstüne tıkladım.

"Merhaba Ahu ben Melih'in annesi Birsen. Seninle konuşmak istiyorum. Seni arkadaşının cafesinde bekliyor olacağım hoşça kal" 15:45

Mesaja pür dikkat bakan gözlerim ekranda çağrı belirmesiyle son buldu. Telefonu açarak kulağıma götürdüm.

"Efendim Berna"

"Ah Ahu, hemen buraya gelmelisin Birsen Hanım burada"

"Biliyorum"

"Ne biliyor musun nasıl?"

"Çünkü bana mesaj atmış. Neyse geliyorum oraya gelince konuşuruz" diyerek Berna'nın konuşmasına fırsat vermeden telefonu yüzüne kapattım. Hızlı bir şekilde banyoya girip işlerimi hallettim. Üzerime siyah salaş bir thişort altıma da mavi dar paça bir kot giydim saçlarımı bağlama gereği duymadan öylece üstten fırçaladım. Çantamı omzuma atarak odadan hızlı bir şekilde çıktım.

Merdivenlerin sonuna geldiğimde mutfaktan çıkan Füsun Hanımla burun buruna geldik. Üzerinde bol paçalı lacivert bir tulum vardı yüzünde yine her an düğüne gidecekmiş gibi yaptığı makyajıyla evin içinde elinde telefonuyla dolaşıyordu. Göz göze geldiğimiz anda yüzüne samimiyetten uzak bir gülümseme yerleştirdi.

"Sen de az değilsin ha istemiyorum diye surat yapıyorsun ama ilk fırsatta adamın evinde kalıyorsun" diyerek sinsi sinsi güldü. Benimle konuşmuyormuş gibi onu hiç umursamadan çıkışa doğru ilerledim. "Nereye gidiyorsun? Oh maşallah kafana göre girip çıkıyorsun eve." Kapıyı açtım "Sana diyorum Ahu nereye?" diyerek bağıran Füsun Hanımın suratına kapıyı kapattım. Bir taksiye binip Berna'nın cafesinin adresini verdim.

10 dakikada geldiğim cafeye girdim. Renkli masalar ve sandalyelerle konumlanmış küçük ve şirin cafe Berna'ya aitti. Pencere kenarına konumlanmış masada karşılıklı oturan Birsen Hanım ve Berna samimi bir şekilde sohbet ediyorlardı. Birsen Hanımın arkası bana dönük olduğu için beni ilk fark eden Berna oldu. Oturduğu yerden el sallayarak beni masaya çağıran Berna'ya bende elimi sallayarak karşılık verdim ve masaya doğru seri adımlarla ilerledim.

Kısa bir selamlaşmanın ardından Berna bizden izin isteyerek masadan kalktı ve Birsen Hanımla baş başa kalmamızı sağladı. Ortamdaki sessizliği ilk bozan kişi Birsen Hanım oldu.

"Nasılsın Ahu?" dedi samimi sesiyle

"İyiyim siz nasılsınız Birsen Hanım?" dedim samimi olduğunu düşündüğüm sesimle.

Birsen Hanım soruma gülümseyerek cevap verdi. Masanın üzerine koyduğum elime uzanarak ellerimden tuttu. Bu hareketi içimde bir yerlerde kanayan yarama merhem oldu.

"Aslında seni buraya çağırma sebebim Melih'le alakalı konuşmaktı ama" büyükçe gülümseyip "Şimdi buna gerek olmadığını görüyorum" dedi. Anlamayan gözlerle tıpkı Melih'in gözleri gibi ela olan gözlerine baktım. Karşımda oturan kadın, kumral teni, kalkık küçük burnu, hafif dolgun dudakları ve ona çok yakışan dudağının altındaki minik beni ile genç kızlara taş çıkaracak kadar güzeldi.

"Oğlum, annenin hastalığı nedeniyle yurt dışında tedavi gördüğünden bahsetti bana" doğruluğunu onaylamamı bekleyen gözlerle gözlerimi baktı. Başımı evet der gibi salladım. Elimde olan ellerini bana güven vermek için şefkatle sıktı.

"İnsanların senin hakkında ne düşündüklerini önemseme lütfen. Ben onların düşüncelerini umursamıyorum. Çünkü oğlumun seni sevdiğini biliyorum" dedi sakinleştirici şefkatli sesiyle.

Melih'in beni sevdiğini düşünen Birsen Hanımın gerçekleri bilmediği için böyle düşünmesine kızmadım. Asıl olan gerçek, Melih'in benden nefret ettiği beni günahı kadar sevmediğiydi.

"Ahu, annen için çok üzgünüm, umarım bir an önce iyileşir ve onunla tanışırız"

"İnşallah" dedim diyecek başka bir şey bulamayarak. Birsen hanım elinde olan elinin birini yanağıma koyarak okşadı. "Biliyor musun? Yaşasaydı benimde senin yaşlarında bir kızım olacaktı." Dedi hüzün kokan sesiyle. İçimden ılık bir şey koptu gitti. Birsen hanım cevap vermeme fırsat vermeden tekrar konuştu.

"Onu geri getiremem, seninde annenin yerini tutamam ama sana bir teyze olurum." Diyerek sıcak bir gülümseme kondurdu narin dudaklarına "Bana Birsen Hanım demeni istemiyorum Ahu. Birsen teyze diyebilirsin, ben seninle resmi olmak istemiyorum samimi olmak istiyorum. "dedi bir anne şefkatiyle

Her şeyden habersiz bana samimice yaklaşan bu kadın bilse karnında taşıdığı nefesi kesenin, oğlundan uzak kalmasını sağlayanın ve abisini elinden alanın benim annem olduğunu yinede bana böyle güzel bakar mıydı? Yine gözlerinde böyle şefkat barındırır mıydı? Cevabını bildiğim ama duymamak için kulaklarımı tıkadığım soruları es geçerek yüzüme samimi olduğunu düşündüğüm bir gülümseme yerleştirdim. Yanağımda duran elinin üstüne elimi koydum. "Peki... Birsen teyze" dedim.

Işıldayan gözlerle gözlerime bakan Birsen teyze büyükçe gülümsedi. Birsen teyzeyle bir süre daha sohbet ettik ve daha sonra görüşmek üzere Birsen teyze benimle ve Berna'yla vedalaşarak cafeden ayrıldı. Uzunca bir süre dün yaşananların ayrıntılarını konuşmuş birbirimize bir süre çözüm yolu üretmeye çalışmıştık. Bu üç yılda her zaman desteğini benden esirgemeyen Berna yine her koşulda yanımda olmuş benim acımı kendi acısı gibi üslenmişti. Kararmaya başlayan havayla oturduğum masadan kalktım ve Berna ile vedalaşarak cafeden çıktım.

Cafenin önünden geçen bir taksiyi durdurup içine bindim. Aslında eve gidecektim ama içimi kemiren ve beynimin içinde yankılanan sesi dinleyerek tamamen kendi kontrolüm dışında taksi şoförüne mezarlık kompleksinin adresini verdim. Başımı pencereden dışarıya çevirip ayağımızın altından akıp giden yolu seyrettim.

Mezarlığa annemin hayatının ışığını söndürdüğü Melih'in dayısını ziyarete gidecektim. Ne kadar mantıklı bir karar verdiğimi sorgulamak için geç kalmıştım. Kalbimin damarlarında akan kan hızını arttırmış, yaptığım şeyin geç bile kaldığını bana haykırıyordu. O adamdan ailem adına en çokta annem adına özür dileyecektim.

Ne kadar perişan olduğumuzu, asla mutlu olmadığımızı, büyük bedeller verdiğimizi ve yaşarken ölmenin daha zor olduğunu söyleyip, mezarının başında ondan af dileyecektim. Taksi mezarlıkta durunca düşüncelerimden sıyrılıp ücretini ödeyerek taksiden indim. Mezarlığın girişinden içeriye girip mezarlık görevlisine Fikret Yıldırımın mezarının yerini sordum. Öğrendiğim mezar yerine doğru derin derin nefes alarak ilerledim. Mezar görüş açıma girdi. Titreyen ayaklarımla mezarın yanına gidip mermer mezarın ucuna oturarak elimi toprağının üstüne koydum.

Beni hissetsin istedim, ne kadar üzgün olduğumu hissetsin istedim.

Elimin altında olan toprağı hafifçe okşayarak "Özür dilerim" dedim titreyen sesimle

"Çok özür dilerim... Ben ölümünüze sebep olan annem için sizden çok özür dilerim" göz pınarlarımı zorlayan gözyaşlarımı serbest bırakarak ağlamaya başladım.

"Çok üzgünüm... Gerçekten çok ama çok üzgünüm. Keşke böyle olmasaydı keşke ölmeseydiniz." Hıçkırarak ağlamaya başladım. "İnanın annemin işlediği bu günah yüzünden bir kez bile mutlu olmadık. Keşke o güne dönebilsem sizin yaşamanız için elimden gelini yapabilsem ama dönemem bu imkânsız." Büyükçe yutkundum.

"Sizden bunu istediğim için utanıyorum... Ölümünüze sebep olan annem için af diliyorum sizden" dedim boğazımdan güçlü bir hıçkırık daha koptu.

İçimden coşup taşan fırtınalar gözlerimden yaş olarak yüzüme doğru akıyordu. Buraya gelmek ne kadar doğruydu bilemiyorum ama Fikret Beyin mezarının başında içimi dökerek ağlamak beni rahatlatmıştı. Kendimi kaybetmiş gibi ağlıyordum, arkamda bir gürültü koptu. Oturduğum yerden aniden kalkarak arkama döndüm.

İlerde siyah takım elbiseli iki grup iri adamlar birbirlerine silah doğrultmuştu. Şok olmuş gözlerle birbirlerine silah doğrultan grupta gözlerimi gezdirdi, yeşil gözlü Ufuk ve Çağlar'ı görmemle neye uğradığımı şaşırdım.

Sert esen rüzgâr kulaklarımda uğulduyor, saçlarımı oradan oraya savuruyordu. Beynimin içinde savaş veren sesler beynimi talan ediyordu. Olduğum yerde ne olduğunu anlamaya çalışır gibi gözlerimi ellerindeki silahı birbirlerine uzatarak sessiz savaş içinde olan adamlara baktım. Ölüm sessizliği olan mezarlıkta bir aracın lastiklerinin çığlık sesi duyuldu.

Araç birbirlerine silah tutan adamların ortasından jet hızıyla geçip acı bir fren sesiyle durdu. Araçtan iri yıkılmaz cüssesiyle Melih indi. Koşar adımlarla bana doğru yaklaşırken "Ahu" diyerek bağırış sesine silah sesleri karıştı. Silah sesiyle havaya kanat çırparak uçuşan güvercinler olacak tehlikeden uçarak kaçtı. Rüzgâr sert esmeye devam etti, silahlar susmadı ben bir güvercin olmadığım için tehlikenin ortasında görünmez kanatlarımla kala kaldım.

BÖLÜM SONU

Bir sürü emek vererek ve severek yazdığım hikâyeme sizden destek bekliyorum. Yapmanız gereken o küçük yıldız butonuna basmanız ve bana oy vermeniz. Şimdiden hepinize teşekkür ederim ❤ve hepinizi bolca öpüyorum.😘

Loading...
0%